EÖC Temsilcisi: ‘Salgın Sürecinde İktidarın Ve Patronların Çıkarları Öncelendi’

Koronavirüs salgını sürecine ilişkin PİRHA’ya konuşan Emek ve Özgürlük Cephesi Temsilcisi Gönül Sonbahar, “Siyasi iktidar koronavirüs mücadelesinde bilinçli olarak gecikti” dedi. Sonbahar, “İktidarın ekonomik kaygıları halkın sağlığından daha önemli bir yerde duruyor. Ezilen kesimler değil, büyük sermaye sahibi patronların ve kendi iktidarlarının çıkarları öncelendi” dedi. Sonbahar, kadına yönelik şiddetin de bu süreçte artacağına işaret etti ancak önlemler alınması gerektiğini vurguladı. 

Emek Ve Özgürlük Cephesi Temsilcisi Gönül Sonbahar, koronavirüs sürecinde kadına yönelik şiddetin artışı, hapishaneler, kurumların süreçlere karşı mücadelesi ve daha birçok konuya dair PİRHA’ya değerlendirmelerde bulundu.

Sonbahar, “Salgın krizi döneminde şiddetin görünür kılınmaması, caydırıcı ve önleyici tedbirlerin alınmaması, önümüze çığ gibi büyüyen bir tablo koyuyor. Bir de üstüne, biz bunu belli kesimlere uygulanan af diye okuyalım, “Yeni İnfaz Düzenlemesi” eklendi. Salıverilenler daha şimdiden tehditler savurmaya başladı. Bu durumda benim öngörüm kadına yönelik şiddetin ilerleyen süreçte ne yazık ki zirve yapacağı yönündedir” dedi.

“TÜYLER ÜRPERTEN TABLO, KAMUOYUNDA GÖRÜNMEZ KILINDI”

Gönül Sonbahar, kadına yönelik şiddetin artışına ilişkin şöyle konuştu:

“Yaşamın her alanında ve her döneminde önümüzde duran en yakıcı meselelerden biridir kadına yönelik şiddet.

Araştırma şirketlerinin ve haber sitelerinin verilerine baktığımızda yaşadığımız karantina (kapanma-kapatma) günlerinde kadına yönelik şiddet oranlarında çok ciddi artış görülmektedir. Şiddet biçimi olarak sözel, psikolojik, fiziki ve cinsel şiddet, artış göstermekte. Bu tablonun uygulayıcı dizininde eşler başta olmak üzere, kardeş ve çocuklar yer almakta.

Salgın süreci ile birlikte ‘evde kal’ çağrılarının başladığı dönemde yanlış hatırlamıyorsam Mart ayı içinde Türkiye’de 20 günlük süreçte 21 kadın öldürüldü. Yine bu süreçte İngiltere’de üç haftalık süre zarfında en az 16 kadın aile içi şiddet sonucu yaşamını yitirdi. Fransa’da ise aile içi şiddet 5 kat artış gösterdi. Bu kadınların bazıları kendi hayatlarına dair almak istediği kararlardan dolayı, bazıları ekonomik ve bazıları ise tespit edilemeyen başka nedenlerden dolayı öldürüldüler, şiddet gördüler. Böylesi dudak uçurtan, tüyler ürperten, can yakan bir tablo koronavirüs günlerinde kamuoyunda görünmez kılındı.”

“TAHAKKÜM KURMA, AŞAĞILAMA, SORGULAMA”

Sonbahar, karantina sürecindeki ev içi çok yönlü şiddete dair izlenimlerini şöyle ifade etti:

“Koronavirüs salgını sürecinde gözlemlerime ve ettiğim sohbetlere dayanarak şunu da eklemek isterim. Ortaya emekle konulan birçok şeyin erkekler tarafından beğenilmemesi… İzleyeceği programlar üzerinde tahakküm kurma… Sosyal medya ya da telefon görüşmelerini süresinden tutalım da, kiminle, ne ve nasıl konuştuğuna kadar sorgulama, aşağılama, küçümseme… Çocuk üzerinden yürütülen tartışmalar vb boyutlarıyla birlikte artış göstermekte. Yani tablo korkunç ve ürkütücü.

“HAPİSHANELERDEKİ KADINLAR VE LGBTİ+ BİREYLER İÇİN MÜCADELE AĞI”

Hapishanelerdeki kadın ve LGBTİ+ bireylerin durumuna dikkat çeken Sonbahar, “Kapatılma durumu her zaman kısa, orta ve uzun vadede değişik olumsuz çeşitli sonuçlara sebep olur zaten. Kapatılma deyince Türkiye’de ilk aklımıza gelen mekanlar nerelerdir,  hapishanelerdir değil mi?  Bakalım hapishanelere, ne görüyoruz? Saymakla bitiremeyeceğimiz birçok hastalık çeşidi, kamuoyunun geneline yansımayan- yansıtılmayan ya da inkar edilen fiziki ve psikolojik işkenceler… Bu fiziki ve psikolojik işkence ya da işkenceye dönüştürülen hak ihlalleri, gaspları kimler tarafından uygulanıyor, elbette devletin kolluk güçleri tarafından. Biz buna devlet şiddeti diyoruz. Sadece dışarıdaki kadınlar için değil, hapishanelerdeki kadınlar ve LGBTİ+ bireyler için de bir mücadele ağı oluşturmamız gerekiyor. Özcesi, hapishaneleri bu salgın sürecinde çok daha fazla gündeme almak gerekir” diye konuştu.

“KADINA YÖNELİK ŞİDDET, İLERLEYEN SÜREÇTE NE YAZIK Kİ ZİRVE YAPACAK”

Sonbahar, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bana göre yine bu süreçte özel olarak hapishanelerde ve dışarıda incelenmesi, araştırılması gereken LGBTİ+ bireyler üzerinde bu sürecin olumsuz etkileri nelerdir? Buna ciddi ciddi bakmak gerekir. Erkek, aile ve devlet şiddetiyle karşı karşıya kalan LGBTİ+ bireylerin durumunu görmezden gelmek ya da duyarsız kalmak şiddeti onaylamaktır esasen, ben böyle düşünüyorum.

Özetle diyebilirim ki; salgın krizi döneminde şiddetin görünür kılınmaması, caydırıcı ve önleyici tedbirlerin alınmaması, önümüze çığ gibi büyüyen bir tablo koyuyor. Bir de üstüne, biz bunu belli kesimlere uygulanan af diye okuyalım, “Yeni İnfaz Düzenlemesi” eklendi. Salıverilenler daha şimdiden tehditler savurmaya başladı. Bu durumda benim öngörüm kadına yönelik şiddetin ilerleyen süreçte ne yazık ki zirve yapacağı yönündedir.”

“KAPALI KALMA DURUMU, ARTAN BİR SEYİRDE ŞİDDET ÜRETMEYE BAŞLAR”

Henüz yaşlı bakım mekanlarında, çocuk yurtlarında, mülteci kamplarında bu süreçte şiddetin boyutları ve artışının ne durumda olduğunun bilinmediğini belirten Sonbahar, “Yine dışarıda olanlara dönecek olursak; kapalı kalma hali sosyal aktiviteleri ve ilişkileri sınırlar. Bu süre zarfında er ya da geç üstü örtülmüş, geçiştirilmiş, ertelenmiş birçok konu ve sorun su yüzüne çıkmaya başlar. Bu durumda da, yani kapalı kalma durumu artık artan bir seyirde şiddet üretmeye başlar. İfade etmek lazım, sadece evde kadınlar değil, çocuklar, kadın – erkek yaşlılar da şiddete maruz kalıyor” dedi.

“ŞİDDETİ GEREKÇELENDİRME YAKLAŞIMI KABUL EDİLEMEZ”

Şiddeti gerekçelendirme yaklaşımının kabul edilemez olduğunun altını çizen Sonbahar, “Esasta şiddeti gerekçelendirme yaklaşımı kabul edilebilir bir şey değildir, olmamalı diyerek şunları kaydetti:

“Düne kadar sosyo-ekonomik açıdan gelişkin kesimlerde kadına yönelik şiddetin daha az görüldüğü yönünde bir algı, algı diyorum, “işi, mesleği, parası, eğitim düzeyi yüksek olan kişiler mutsuz olmaz bu yüzden pek şiddet uygulamaz”, toplum insanına böyle empoze ediliyordu. Oysa son yıllarda boşanma sebepleri, yapılan araştırma sonuçları bize bunun böyle olmadığını gösterdi. Yani sosyo ekonomik durumun gelişmiş seviyede olmasının şiddetle ilişkisi her zaman ters orantılı olmaz ya da tersinden bakarsak gelişmemiş olması aynı paralel doğrultuda ilerlediğini göstermez.”

“KADINA YÖNELİK ŞİDDET EVDE, İŞ YERİNDE, HER YERDE”

“Göç, geçiş kültürü, kalabalık aile ve eğitim seviyesi gibi sosyo-kültürel durumlara ekonomik sıkıntılar, yoksulluk da eklenince herhangi bir konuda yaşanan çatışma durumu şiddeti de beraberinde getiriyor genellikle” diye belirten Sonbahar, kadına şiddeti arttıran” noktalara şöyle değindi:

“Yine ev içinde ekonomiyi kontrol etme, kadının ekonomik özgürlüğüne sahip olmaması ya da daha az gelir getiren olması, toplumsal cinsiyet rol dayatması vb birçok durum kadına şiddeti doğurabiliyor.

Şunu da ayrıca belirtmek istiyorum; cinsel yaşamda ki beklenti ve tarzda şiddet nedeni olabiliyor. Bunun da sosyokültürel ve ekonomik durumla ilişkisi bulunduğunu düşünüyorum. Bu konu başlı başına ele alınması gereken bir konu. Bunda çevrenin, dini perspektif ile bakışın, partnerlerin ya da eşlerin ailelerinin kimi zaman dolaylı kim zaman direkt etkileyen bir ilişkisi var.

Kadın şiddete sadece ev içinde uğramıyor… İş yerinde de sistemin kültürel yapısından ve ona göre şekillenen politikalarından dolayı patron, müdür, idari amirleri tarafından mobbinge daha sık ve daha kolay maruz kalıyor.

“TV ŞİDDETİ, SENARYOLAR, DİNİ FETVALAR”

Televizyonlarda pompalanan şiddet, ayrımcı, nefret, ırkçı söylem ve içerikli diziler, dini programlar, yine kadının cinsel obje olarak kullanıldığı reklamların hepsi bir şiddet döngüsü aslında. Bu şiddet topluma izlettirerek adeta bir psikolojik işkence uygulanıyor. Ne yazık ki ekonomik durumu iyi olmayan, eğitim- öğrenim seviyesi düşük olan kadınlar başka uğraşlara yönelemediğinde birçoğu farkında olmadan TV şiddetine daha çok maruz kalıyor… Bir kısmı kendine uygulanan şiddeti bu senaryolar, dini fetvalar ve saikler üzerinden meşru ve haklı görebiliyor ya da bunun şiddet olduğunun farkında dahi olmuyor. Böyle olunca da şiddete itirazı olmuyor ne yazık ki.

İşte hem sosyoekonomik hem kültürel hem de politik açıdan, bütün bunların toplamı sonucunda kadın sevgilisinden, kardeşlerinden, eşinden, çocuğundan, babasından, patronundan, bir bütün eril sistem anlayışından beslenen kesimler tarafından şiddetin birçok çeşidiyle karşılaşıyor.

“ŞİDDET, EVE KAPATMA-KAPANMA SÜRECİNDEN BESLENİYOR”

Özel olarak koronavirüs salgın süreci açısından, insan hareketsiz kaldığında, bir meşgalesi ve üretimi olmadığında kendini dinlemeye başlar, mutsuz, keyifsiz olur. Eve kapatma- kapanma sürecinde artan şiddet biraz da buradan beslenir. Aşama aşama, zincirin halkası gibi birbirine bağlı birçok sebep şiddeti körükler… Şiddet döngüsü bu şekilde işler.

Esas olarak; ekonomik sıkıntılara, açmazlara iktidarın krizi kendi lehine devşirme yönünde ki politikaları da eklenince toplum depresyona girer, şiddet kaçınılmaz olur.

“TTB, SENDİKALAR PANDEMİ KURULU’NA BİLİNÇLİ OLARAK DAHİL EDİLMEDİ”

Devletin kadına yönelik şiddet konusunda da salgın krizini fırsata çevirme, siyaseten lehlerine devşirme niyeti ve çabası içinde olduklarının altını çizen Sonbahar, şunları söyledi:

“Çok somut örneklerle ifade edeyim; muhalif belediyelerin tüm plan ve çabalarını engelleme, boşa düşürme vs… Bunun yanı sıra Pandemi Bilim Kurulu’na TTB, sendikalar, insan hakları örgütlerinden temsilcilerin bilinçli olarak dahil edilmemesi.

Yine açıklanan ekonomik paketi gördük ki çalışan, işsiz, küçük ve orta esnaf, gündelik ve mevsimlik işçi, emekli, hiçbir geliri olmayan sınıf ve kesimlerini değil, büyük ve orta ölçekli sermaye sahiplerini gözeterek hazırlanmış. İş yaşamında ki düzenlemeler de yetersiz ve sıkıntılı bir yerde duruyor.

“İKTİDARIN EKONOMİK KAYGILARI, HALKIN SAĞLIĞINDAN ÖNEMLİ BİR YERDE TUTULDU”

Mevcut siyasi iktidar koronavirüs pandemi mücadelesinde bilinçli olarak gecikti. Çünkü ekonomik kaygıları her zaman olduğu gibi halkın sağlığından ve çıkarından daha önemli bir yerde duruyordu. Ezilen kesimler değil, büyük sermaye sahibi patronların ve kendi iktidarlarının çıkarları öncelendi. Ülkede ekonomik sistemin çökme ihtimali korkusunu yoğun yaşadılar bence… Bu endişe ve kaygı üzerinden planlama yaptılar. Buna karşı bizler, insan merkezli düşünmelerini her şeye rağmen isteyebilir, ısrar edebiliriz.. Ama kesin bir şey söyleyeyim, oturduğumuz yerden bunu onlardan beklemeyelim, yapmazlar. Çünkü bu sistemin doğasına aykırı. Israrın metodolojisi, araçları doğru oluşturulmazsa ezilenlerin cephesinde pek değişen bir şey olmaz, onlar ise bu süreçten daha güçlenerek çıkma şansına sahip olurlar. Burada en büyük görev sendikalara, meslek odalarına, insan hakları ve kadın örgütlerine düşüyor.

Bilincinde olalım, biz de bu krizi fırsata çevirebiliriz. Bu sürecin toplumun büyük bir kesiminde fazlasıyla bir sorgulamaya yol açtığını ve bunun olumlu bir şey olduğunun da altını çizmek gerekir. Kadına yönelik şiddeti bu genel tablodan koparamayacağımız için bu süreci topyekün bir mücadele perspektifiyle örmeliyiz.

“KOLEKTİF BİR AKILLA ORTAK BİR AĞ KURULMALI”

Sonbahar, ‘Kadınların salgın sürecinde nasıl bir mücadele tarzı geliştirmesi gerekir?’ sorusuna işe şöyle yanıt verdi:

“Bu süreçte tüm kadın platformları ortak bir ağ kurarak dayanışma ve destek çalışmalarını hızla hayata geçirmeli. Platformlar arası ve içi siyasi çıkarları bir yana bırakarak ortak ve kolektif bir akılla, duyguyla hareket etmemiz gerekir. Şiddetin tespitine ve bilgisine ulaşmak, şiddetin önüne geçmek için farklı araç ve yöntemler kullanılabilir. Sunacağım öneriler sosyal, psikolojik, ekonomik, kültürel birçok başlığa tekabül eden öneriler olacak.

TELEFON HATLARI VE ONLİNE SİSTEM

Her ilde ki kadın platformları şikayet ve başvurular için kolay erişimi sağlayacak –bu sabit ve cep telefon hatları ve online sistem olabilir-  şekilde bir organizasyon planlamalı. Bu çalışma yerel yönetimlerin desteği ve işbirliği ile de yapılmalı.

Şayet şiddet gören kişi telefon, internet gibi olanaklara sahip değilse 3’ncü kişilerin şikayetleri, başvurusunu da esas alarak bir inceleme yürütülmeli.

MAHALLE KADIN MECLİSLERİ, MOBİLİZE TESPİTLER

Şiddet gören kadınlar pencere ya da balkonlarına siyah bir bez parçası, kumaş asarak şiddet gördüğünün işareti olarak yardım, destek istemeli. Bunun için geçici de olsa mahalle kadın meclisleri oluşturularak, zaman zaman mobilize olarak tespitlerde bulunulmalı.

Tespit edilen her şiddet olayı için ilgili ilin barosu ile irtibat kurulmalı, hukuki destek alınmalı.

PSİKOLOJİK DESTEK ÜNİTELERİ

Psikolojik destek üniteleri, merkezi ve yerel yönetimlerin işbirliği oluşturulmalı.

Ev içi işlerin artacağı ve yoruculuğundan dolayı kadınlara hoby tarzında yetenekleri doğrultusunda öneri ve destek sunulmalı. Ailenin diğer bireylerinin tamamının dahil olacağı, eğlenebilecekleri bir içerik de planlama yapılmalı.

TAKAS FORMATINDA DAYANIŞMA

Sahip oldukları ihtiyaç fazlası şeyler mahalle ölçekli bir takas formatında bir planlanarak bir dayanışma geliştirilmeli.

Erkeklerin ikna (zorunlu kılacak bir kanun olmadığından dolayı) edilerek kadına ve çocuğa yönelik şiddet konusunda eğitime katılmaları sağlanmalı.

“KÜLTÜR-SANAT ETKİNLİKLERİ DÜZENLENMELİ”

Özellikle bu salgın sürecinde ev içinde kaliteli zaman geçirmeleri için her bireyin dahil olabileceği mahalleler bazında şiir, öykü, resim, el sanatları vb alanlarda üretim yapmaya teşvik ederek küçük yarışmalar düzenlenmeli. Sonrasında bu üretimler bir sergiye dönüştürülmeli, yerel bir yayın çıkartılarak edebiyat, karikatür, resim gibi üretimler burada yayınlanmalı.

Hava ısısı artacağından mahallelerde akşamları balkon ve pencerelerden izlenecek şekilde kadın platformu ve yerel yönetim bünyesinde ki kültür-sanatla ilgili birim masal anlatıları, müzik dinletileri vb etkinlikler düzenlemeli.

“TEDBİR VE CEZALAR OLMADIĞI SÜRECE ŞİDDET ÇEŞİTLİLİK GÖSTEREREK ARTACAKTIR”

Sonbahar, “Kadın ne kimseye emanet ne de kimsenin emanetidir, yetkili kurumların eril zihinlerinde bir anlam, karşılık bulur mu bilmem ama önce bunu ifade edeyim. Eril sistem bilinçli olarak uyguladığı kadın politikalarını dini saiklerle, telkinlerle, fetvalarla de besleyerek şiddeti meşrulaştırıp, toplumu buna alıştırıyor. Öncelikle bu yaklaşım, anlayış ve uygulamaları hızla terk etmesi, bundan vazgeçmesi gerekir. Çünkü kadına yönelik şiddet aynı zamanda psikolojik travmalar açısından kadın, çocuk, erkek, genç, yaşlı 7’den 70’e tüm toplumun sağlığını yakından ilgilendiren ve etkileyen dolayısıyla bir toplum sağlığı konusudur” diye konuştu.

Gönül Sonbahar şu çağrıyı yaptı:

“Yetkili kurumların bir an evvel;

  • 6284 sayılı ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanunu etkin bir şekilde uygulamak,
  • İlgili Bakanlığın yerel yönetimlerle işbirliği yaparak, kadına yönelik şiddete karşı mücadele için belediyelere özel bir bütçe sunmak,
  • Her ilde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği konusunda çalışmalar sürdüren, STK Dernek ve Kadın Platformlarından uzman kişilerinde içinde yer aldığı bir Kurul oluşturmak,
  • Psikolojik ve fiziki şiddet gören kadınların ilgili yerlere hızlı ulaşabilmesi için her evde en yakın karakol, belediye, il kurulu ile irtibata geçebileceği bulundurma zorunluluğu olan ve denetlenebilir bir teknik sistem düzeneği kurmak,
  • Erkeklerin katılma zorunluluğu olan eğitim çalışmaları düzenlenmeli, evli çiftlerin belli periyotlarda uzman psikologlarla görüşmeler yapacağı etkin çalışmaları hayata geçirmek
  • Sığınma evleri yerine kadın akademilerini yaygın bir şekilde hızla faaliyete geçirmek,
  • Hapishanelerdeki koronavirüs salgınının önüne geçecek tedbirler, önleyici mekanizmalar geliştirmek, koşulsuz tüm kadın, LGBTİ+ bireyleri, gazeteci, avukat, öğrenci ve siyasetçileri serbest bırakarak toplum vicdanında bir nebzede olsa rahat bir nefes alma olanağı yaratmak için adım atması gerekir.

Ayrıca kadınlar herhangi bir kamu görevlisi veya resmi sıfatla hareket eden kişiler tarafından da işkence ve şiddet görebilmektedir. Bu yüzden İstanbul Protokolü’nün de uygulanması elzemdir.

Önleyici tedbirler ve caydırıcı cezalar uygulanmadığı müddetçe bu süreçte kadına yönelik cinayetler ve şiddet çeşitlilik göstererek artan boyutta devam eder.”

“DERSİM’DE YAŞANANLARA KARŞI ETKİN BİR MÜCADELE HATTI BELİRLEMEK ZORUNDAYIZ”

Yereldeki duruma dikkat çeken Emek ve Özgürlük Cephesi Temsilcisi Gönül Sonbahar, şunları kaydetti:

“Genel ifadeyle, bu sistem ve sistemi savunan iktidar, kadını erkeğe bağlı kılacak, ailenin güçlendirilmesi, karı-kocanın uzlaştırılması gibi politikalar ürettikleri için kadına şiddet ve kadın cinayetleri hızla artıyor. O yüzden biz kadın cinayetleri politiktir diyoruz. Ama Dersim’de yaşanan cinsel istismar, taciz ve kadın cinayetleri biraz daha özel bir yerde duruyor. Çünkü tüm bu kötülüğü yapanların, suçu işleyenlerin çoğunluğu görüldüğü kadarıyla devletin kolluk güçlerinden oluşuyor. Özellikle bu vahşete burada üniversite okumaya gelen ve çoğunluğu yoksul olan genç kadınlar maruz kalıyor. Biz bu hakikati, tespiti ıskalamadan daha özel ve etkin bir mücadele hattı belirlemek zorundayız.

Prof. Dr.  Nilgün Toker bir konferansta şöyle demiş; ‘ hakikati görme kapasitesi korkuyla ortadan kalkar’.

Düşünme ve muhakeme yetisinin düşük seviyelerde seyir etmesiyle, eş zamanlı olarak kötülük dediğimiz durum da sıradanlaşmaya başlıyor. Vicdan denilen şey salt bir duygu hali değildir, vicdan iyi ve kötü olanı ayırt etme kapasitemizdir. Bundan dolayı diyebiliriz ki herkes isteyerek, bilerek kötü olur.  Kötü olmayı tetikleyen belki de en etkin şeylerden biri korkudur. Bu iki tehlikeli K bir araya gelince insan da ahlaki kirliliğe sebep olur. Unutmayalım kötülüğe- kötüye sessiz kalan, onay veren herkes onun bir parçası, bileşenidir. Ve bu kötüye bir gün biz de maruz kalabiliriz. O yüzden İnsanların acısına sırt çevirmemeliyiz.

“KORKU DUVARINI YIKIP MÜCADELEYİ BİR ÇIĞ GİBİ BÜYÜTMELİYİZ”

Özelde Dersim genelde tüm dünyada cinsel istismar, saldırı, taciz, şiddetin her türlüsü yani bu yaşanılan, yaşatılan tüm saldırılar bizim, tüm kadınların ve ötesinde insanlığın hikayesidir. Yaşadığımız koşullar bizim bilincimizi belirliyor, biçimlendiriyor. Biz var gücümüzle bu kötü koşulları değiştirip, iyi olana evriltmek, değiştirmek için kadın-erkek- LGBTİ+ ayırmadan yan yana durarak korku duvarını yıkıp bir çığ gibi büyütmeliyiz mücadeleyi.

Ulrike Meinhof ‘un sözüyle bitireyim. “Mücadeleye giriş, kazanmaya cesaret et.”