Kriz ve Çözümsüzlük Girdabında Seçimler – I : Avrupa Seçimleri – F. Kızılırmak

2024; Dünyada Seçim Yılı

2024 yılı dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan 50’den fazla ülkede seçimlerin yapıldığı ve yapılacağı yıl oldu, oluyor. Avrupa’da Avrupa parlamentosu seçimleri, Fransa ve İran’da erken seçim, İngiltere’de, ABD’de, Hindistan’da, Endenozya’da, Rusya’da, Belarus’da, Sengal’de, Güney Sudan’da, Güney Afrika’da, Meksika’da, Pakistan’da, Bangladeş’de, Tayvan ve El Salvador’da ve daha pek çok ülkede 2024 yılı içinde genel seçimler ve başkanlık seçimleri ya yapıldı, yada önümüzdeki aylarda yapılacak. Türkiye’de yapılan ve sonuçları itibariyle oldukça önemli yerel seçimleri de bunlara eklemek gerekiyor.

Bu seçimlerin neredeyse tümü kritik seçimler olarak nitelendiriliyor. Özellikle Avrupa’da yapılan seçimler ve tabii ki ABD başkanlık seçimlerine bu noktada özel bir önem atfediliyor.

„Kritik“ Süreci Yaratan Ne?

Dünya kapitalist sisteminin 2008 büyük krizi, dünyaya egemen olan oligarkların krizi yönetme tercihlerinde büyük yarılmalar/derin farklılaşmalar oluşmasına yol açmış ve buna bağlı olarak seçimler adım adım kelimenin gerçek anlamıyla bir savaş zeminine dönüşmüştür.

Dünya kapitalist sistemi içinde (hem ABD emperyalizmi ve batı blokunda, hem de sistemin geri kalanında) krizi yönetme konusunda ortaya çıkan yarılma ve saflaşma esas olarak iki ana strateji etrafında biçimleniyor.

Birinci ve halen sisteme önemli ölçüde egemen olan strateji ve saflaşma; mevcut neoliberal ekonomik politikaları ve buna bağlı olarak biçimlenen politik, askeri, sosyal ve kültürel politikaları ve dünya ölçeğindeki stratejik güç dengelerini gelişmelere bağlı olarak revize ederek sürdürme stratejisi ve bunu savunan statükocu oligarşik kesimlerdir ekseninde oluşuyor.

İkincisi ise krizi mevcut dünya koşullarına göre biçimlendirilmiş yeni bir faşizm ve faşist rejimler yoluyla emek hareketlerinin, kriz sürecinin ortaya çıkardığı yeni gelişmelerin (göç, kültürel sorunlar vb.) ve tüm toplumsal dinamiklerin bastırılmasını ve neoliberal politikaların hem ulusal, hem uluslararası ölçeklerde sert biçimde yeniden revize edilmesini, dünya ölçeğindeki stratejik güç dengelerinin yeniden kurulmasını hedefleyen ve sistemin krizinin bu temelde yönetilmesini hedefleyen strateji ve bunun strateji ekseninde saflaşan oligaşik kesimleri ekseninde gelişiyor.

Dünya ölçeğinde bakıldığında her iki kesimde stratejilerinin temel yaklaşımlarında anlaşsalar da, tek tek ülkelerde her iki kesimin uzantılarının nisbeten farklı ve kendi içinde çatışan özgül nitelikler ve özellikler taşıdığı da açıktır. Trump ile Putin yeni faşist dalganın temsilcileridir, fakat her ikisinin de birbiriyle sert bir biçimde çatışan çıkarları temsil ettikleri de açıktır. Aynı şey Macron’la Biden’ın içinde rahatlıkla söylenebilir.

Bu bağlamda mevcut tablonun ortaya çıkardığı en kritik faktör, emperyalist kapitalist dünya sistemini yaklaşık 40 yıldır belirleyen ABD ve batılı emperyalistlerin geliştirdiği ve 1990’larda tüm dünya ölçeğinde kabul ettirdiği neoliberalizm, yeni sağcılık vb. politikalar temelindeki paradigmanın artık mevcut biçimiyle kesin biçimde sürdürülmez hale gelişidir. Artık sistem içinde farklı paradigmalar sert biçimde çatışır haldedir.

Seçimleri „Kritik“ Yapan Ne?

Dünya kapitalist sistemi açısından seçimlerin önemi, herşeyden önce seçimler yoluyla geniş halk kesimlerinin sistem içi çözüm yollarına rızalarının sağlanmasının ana araçlarından biri olmasıdır. Geniş emekçi kesimleri bu yolla sistem içi çözümler öneren ve neredeyse tümü kapitalist sistemin devamlılığını savunan ve böylece sistemi meşrulaştıran partilerin arkasına toplanır. Sistem dışı/karşıtı güçlerin marjinalize edilmesi hedeflenir.

Seçimleri önemli kılan bir diğer hayati faktör ise sistem içi farklı sermaye gruplarının, daha tam ifadeyle her ülkedeki oligarşinin farklı kanatlarının kendilerini temsil eden partiler yoluyla toplumsal destek sağlaması ve temsil gücüne kavuşmasıdır. Bu, öyle „demokratik işleyiş“ dedikleri seçimler yoluyla sistem lehine sonuçlar çıkarmaya yarayan kurallara göre oynanan bir oyunda değildir çoğu zaman. Özellikle de kriz dönemlerinde… İşin içine şiddetin, her türlü entrikanın, çeşitli rezaletlerin sergilendiği kasetlerden, sahtekarlıklara, rüşvetlere, medya blokajlarına vb. kadar uzanan her türlü ahlaksızlığın, dalaverenin de karıştığı kıran kırana bir çatışma zeminidir seçimler.

2024 yılı seçimleri içinde, Batı blokunda yapılacak seçimler; Avrupa ve ABD seçimleri özel bir önem taşıyor. Batılı emperyalist dünya, hegemonyası zayıflamasına rağmen hala önemli ölçüde belirleyici durumda. Bu ülkelerde yukarıda ifade ettiğimiz stratejilerden hangisinin zafer kazanacağı tüm kapitalist dünya sisteminin biçimlenişinde gerçekten de „kritik“ bir role sahip olacaktır.

2024 seçimlerinde Avrupa ve ABD’de de neo faşist partilerin geniş halk yığınlarının desteğini alarak iktidar olması, tüm dünyanın çehresini hızla değiştirecek, sınıflar mücadelesinde bugünkünden oldukça farklı sert, çatışmalı ve karanlık bir zemin yaratacaktır.

Avrupa Seçimleri

Avrupa’da (ayrıca Batı hegemonyasının belirleyici olduğu yeni-sömürgelerde) son 2 yılda seçimler yukarıda ifade ettiğimiz iki farklı paradigmanın sert çatışmaları ve her iki kesimin dışarıdan da çoğunlukla açık müdahaleleriyle biçimlendi. İspanya ve Polonya’da statükocu liberal kesimler kazanırken, İtalya ve Macaristanda neo faşist partiler zafer kazandı.

Fakat statükocu kesimlerin kaleleri ve Avrupanın belirleyici ülkeleri olan Almanya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde ise belirsizlik devam ediyordu.

9 Haziran 2024’de yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en göze çapran sonucu neo faşist partilerin başarısı oldu. İtalya’da (neofaşist iktidar partisi yüzde 28 oy aldı) ve Fransa (neofaşist parti yüzde 32 oy aldı) gibi Avrupa’nın en belirleyici iki ülkesinde ve Macaristan’da neo faşist partiler birinci sırada çıkarken, neredeyse tüm ülkelerde küçümsenemeyecek başarılar kazanarak güçlerini büyüttüler. Almanya’da neo faşist parti yüzde 16 oy olarak 2. parti konumuna yükseldi. 4 eyalette ise birinci parti konumuna geldi. Belçika’da da neo faşist parti ikinci konuma yükseldi.

Avrupa’nın neo faşistleri birarada

Seçimlerin bir diğer sonucu ise merkez partiler olarak tanımlanan statükocu sağcı ve sosyal demokrat partilerin ciddi bir zayıflama sürecine girdiği ve neo faşist partiler lehine oy kaybettikleridir. Sadece bu da değil, özellikle merkez sağ partilerin söylem ve politika olarak giderek neo faşist partilere yaklaştıkları ve aynı söylemleri paylaşmaya başladıkları görülüyor. Sosyal demokrat partilerin de daha yavaş biçimde bile olsa bu politikalara taviz vermeye başlamaları söz konusu. Yani neo faşist hareketin hem güç olarak, hem de söylem olarak, genel siyasal atmosferi yavaş yavaş belirlemeye başlaması söz konusu.

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde emekçi solun anlamlı bir başarı kazandığı tek ülke ise Fransa. Halkçı demokratik bir programa sahip olan emekçi sol Boyun Eğmeyen Fransa Partisi Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 28 civarı oy alarak halkçı bir seçeneğin mümkün olabileceğini gösteren yegane parti oldu. Bu örnek başta Avrupa emekçi solu olmak üzere, tüm dünya emekçi sol hareketlerinin üzerinde durması, incelemesi ve sonuçlar çıkarması gereken bir örnek olarak önümüzde duruyor.

Devrimci sol kesimlerin ise Avrupa Parlamentosu seçimlerinde varlıkları hissedilmedi bile…

Fransa Seçimleri

Fransada Yeni Halk Cephesi

Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en ağır sonuçları esas Fransa’da görüldü. Fransa cumhurbaşkanı Macron’un partisinin yüzde 15 civarı bir oyla üçüncü parti konumuna düşmesiyle birlikte, Macron adeta kumar oynayarak genel seçimlere karar verdi. Baskın bir seçim yoluyla, Fransa halkını kendi partisiyle, aklınca aynı kefeye koyduğu ve aşırılıkçı olarak ilan ettiği neo faşist parti ve emekçi sol Boyun Eğmeyen Fransa Partisi arasında tercihe zorlamak istedi. Fransa halkının „aşırılıkçılar“ karşısında panikle, kendisinin „merkez“ sağ partisine kayacağını umuyordu.

Seçimlerin ilk turunda Macron’u bekleyen yine hezimet oldu. Oylarını ancak yüzde 20’ye yükseltebildi. Neofaşist partinin oyları ise biraz daha artarak yüzde 34’e yükseldi ve yine birinci parti oldu.

Fransız solu ise Boyun Eğmeyen Fransa öncülüğünde birleşerek, 1936’daki anti-faşist Halk Cephesi’ne atıfla, Yeni Halk Cephesini oluşturarak seçimlere gitti ve yüzde 28 oy alarak ikinci oldu.

Genel seçimlerin ikinci turunda ise Yeni Halk Cephesi ile merkez partilerin kendi aralarında en çok oyu alan adayı destekleme kararıyla birlikte ilk turda ikinci büyük güç konumundaki Yeni Halk Cephesi adayları avantajlı konuma geçti ve Cephe seçimleri birinci olarak bitirdi.

Kapitalist Fransa bu seçim sonuçlarıyla birlikte kendini yeni bir krizin içinde bulmuş durumda. Macron’un cumhurbaşkanlığı sürüyor, mecliste Yeni Halk Cephesi birinci blok konumunda olmasına rağmen çoğunluğu oluşturmuyor. Yeni Halk Cephesi kendi içinde sağlam bir program temeline ve istikrarlı bir zemine sahip bulunmuyor. Cephe esas olarak neo faşist partinin engellenmesi gibi sınırlı bir hedef ekseninde kuruldu. Çoğunluğa sahip olmadığı için hükümet kurma şansı da oldukça zayıf. Macron’un hükümet kurma görevini kendi partisinden eski başbakana vermesi esas olarak merkez sağ partilerin, Yeni Halk Cephesi’ndeki kimi partilerin de desteğini alarak hükümetin kurulmasına odaklandığını gösteriyor.

Emperyalist Fransa için sonucun tam anlamıyla siyasal ve toplumsal bir krizin ifadesi olduğu açık. Siyasal ve toplumsal krizin salt bir temsil krizi değil, paradigmasal kriz olduğu da açık. Tüm emperyalist-kapitalist ülkeler gibi, Fransa’da neo faşizm yada statüko veya halkçı seçenek arasında salınmaya başlamıştır.

Fransa’nın bu tablosu aslında neo faşist partilerin iktidar olmadığı tüm diğer Avrupa ülkeleri için de beklenmesi gereken bir örnek durumunda.

İngiltere Seçimleri

İşçi Partisi zaferini ilan ediyor

Avrupanın belirleyici emperyalist ülkelerinden biri olan İngiltere’de 4 Temmuz’da yapılan erken genel seçimler adeta sessiz sedasız biçimde karşılandı.

Seçimlerde, 14 yıldır iktidarda olan ve neo faşist söylemleri giderek daha fazla benimseyen Muhafazakar Parti tarihinin en büyük yenilgisini alarak yüzde 23,7 oy oranıyla 650 üyeli parlamentoda 121 milletvekilliği kazanabildi.

Statükocu emperyalist politikaların en sulandırılmış merkez „sol“ partisi olan İşçi Partisi ise 33,7 oy oranıyla 412 milletvekilliği aldı.

Seçimin üçüncüsü ise yine süpriz değil; neo faşist parti Reform UK partisi. Neo faşist parti 2019’daki genel seçimlere kıyasla oylarını yüzde 12 arttırarak, yüzde 14,3’e çıkardı. 5 milletvekilliği çıkardı.

Neo faşist partinin az milletvekilliği çıkarması kimseyi yanıltmasın; bu tamamen İngiltere’de uygulanan dar bölge seçim sisteminden kaynaklanıyor. 650 seçim bölgesinin her birinden sadece bir milletvekili çıkıyor. Bu ise seçimlerde İşçi Partisi örneğinde olduğu gibi, en çok oyu alan Partininin oy oranıyla kıyaslanamayacak ölçüde fazla milletvekilliği çıkarmasını sağlayabiliyor. Kimi zaman ise az oy alan bir partinin oylarının belirli bölgelerde yoğunlaşması nedeniyle aldığı oya nazaran daha çok milletvekilliği çıkarmasına neden olabiliyor. Örneğin Liberal Demokrat Parti yüzde 12 oy oranıyla 71 milletvekilliği çıkarabildi. Neo faşist partinin 14,3 oyla 5 milletvekilliği çıkarması, oylarının sadece belirli bölgelerde yoğunlaşmadığını esas olarak İngiltere geneline yayıldığını, toplumun belirli katmanlarından tüm ülke çapında etki yarattığını ve oy alabildiğini gösteriyor.

Ve elbette emperyalist medya İngilteredeki seçim sonuçlarını sadece Muhfazakar ve İşçi Partileri bağlamında verdi. İngiltere’de neo faşist partinin olağanüstü sıçrama yapmasına ve üçüncü parti konumuna yükselmesine ise neredeyse hiç değinilmedi.

İngiliz emekçi solunun kimi liderlerinin milletvekili seçilmesi ve bunun yanı sıra Kuzey İrlanda’da Sinn Fein’in ilk parti olarak çıkması da ezilenler açısından küçük ama önemli başarılar kabul edilebilir.

İngiltere’de seçim sonuçları Muhafazakar Partinin politikaları yoluyla neo faşizme yumuşak kayışın önünü şimdilik almıştır. İşçi Partisinin statükocu liberal yönetiminin mevcut gerici siyasal, ekonomik ve sosyal politikaları yumuşatarak sürdüreceği partinin ilan ettiği politikalarla açıkça görülüyor. Hiç kuşkusuz, neo faşist kimi uygulamaları (yabancı düşmanlığı, mültecilerin Ruanda’ya sınır dışı edilmesi vb.) kaldırarak kimi görünür rötuşların yapacaktır. Ancak faşizmin Avrupa’daki yükselişinde payanda olan yoksullaşma, sağlık, eğitim ve konut gibi başlıca sorunlarda bir çözümü bulunmuyor.

Sonuç

Son aylarda gerçekleşen Avrupa Birliği Parlamentosu seçimleri, İngiltere genel seçimleri ve süpriz Fransa genel seçimleri somut sonuçları açısından statükocu neoliberal kesimlerin iktidar koltuklarını şimdilik korumalarını sağladı. Avrupa’da statükocuların genel egemenliği bir süre daha devam edecek. Ancak statükocu kesimlerin kazandığı kısmi başarılar sallantılıdır ve belirsizlikler doludur. Sağıyla, soluyla merkez statükocu partilerin zayıflama eğilimlerinin hız kazandığı apaçık görülüyor.

Bu partilerin kısmi başarıları biraz da, ABD emperyalizmi içindeki güç mücadelesiyle de ilgilidir. Statükocu liberal sağcı Biden hükümeti ve arkasında duran dünyanın her yanındaki oligark kesimleri, Avrupa ve dünyadaki tüm benzer partilere kazanmaları için açık destek vermektedirler. Benzer biçimde Trump’ın arkasında duran oligarşik kesimler de neo faşist partilerin kazanması için her türlü desteği veriyorlar. Bugün Avrupa’da sallantılı ve zayıflamış olarak kazanan statükocu partilerin, ABD’de Trump’ın kazanması durumunda durumlarının ne olacağı ise tümüyle belirsizdir.

Avrupa Parlamentosu seçimleri, Fransa, İngiltere, Belçika vb. ülkelerde yapılan seçimler neo faşist hareketin muazzam ölçülerde güç kazandığını ve bu sürecin sert mücadelelere gebe olduğunu apaçık gösterdi.

Artık Avrupa’da salt neo faşizmin yükselişinden söz etmek meseleyi doğru biçimde tarif edemez. Yükseliş artık artık neredeyse başa güreşen bir neo faşizm gerçeğiyle yüz yüze olduğumuzu gösteriyor. Kaldı ki, İtalya, Macaristan gibi ülkelerde artık iktidarlar. Fransa, Avusturya, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde iktidarın kıyısında duruyorlar.

Bu neo faşist partilerin emekçilerin ve küçük ve orta burjuva sınıfların yoksullaşması, göçmen sorunu, kültür sorunları ekseninde geliştirdikleri faşist propagandalar, sahici ve militan bir emekçi sol haraket yaratılamadığı için ne yazık ki, giderek artan hızda geniş halk kesimleri içinde güç kazanıyor. Fransa’da 2. tur seçimleri sonrasında neo faşist partinin lideri Le Pen’in söylediği, „zaferimiz sadece ertelendi“ sözü çok güçlü bir nesnel arka plana sahiptir.

Emekçi sol hareketin Avrupa parlamentosu seçimlerinde yegane ciddi başarısı Fransa’da Boyun Eğmeyen Fransa Partisinin gücünü koruyup büyütmesidir. (Boyun Eğmeyen Fransa Partisinin devrimci sosyalistliği elbette tartışılabilir. Ancak halkçı demokratik bir hareket olduğunu da kabul etmek gerekir.) Buna Kuzey İrlanda da Sinn Fein’in en büyük parti haline gelmesi ve İngiltere’de emekçi sol kesimden kimi adayların seçilmesini ekleyebiliriz. Fakat toplamda bakıldığında emekçi sol hareket ciddi ölçülerde zayıflamıştır. Bırakalım sosyalist programları, halkçı demokratik programları her ülke özgülüne uyacak tarzda sunma ve örgütleme neredeyse yok denecek ölçüde. Devrimci solun kronikleşen küçülme ve politikasızlığı ise sürüyor.

Büyüyen ve artık kritik eşiğe gelmiş olan neo faşist tehlike karşısında, tüm halk güçlerine seslenen halkçı demokratik programlar ekseninde yerel ve göçmen işçileri ve küçük burjuva kesimleri birleştirecek, azimli bir çalışmayı geliştirmek tüm emekçi solun ve göçmen devrimci ve sol güçlerin önünde durmaktadır.