UKRAYNA SAVAŞINDA YALANLAR, GERÇEKLER VE DEVRİMCİ TAVIR – III
Devrimci Tavır
11- Emperyalist sistem içi çatışmalarda devrimci sosyalistlerin tutumu ne olmalıdır?
Sınıflı toplumların egemen güçlerinin/devletlerinin emekçilere ve ezilen halklara savaşları gibi, kendi aralarındaki savaşlarda haksız savaşlardır. Haksız oldukları için, kaçınılmaz olarak aynı zamanda kirli savaşlardır. Bunun istisnası yoktur. Egemen güçler/devletler arasındaki savaşlar, esas olarak siyasal gücün ve ekonomik kaynakların taraflardan biri veya birkaçı tarafından gasp edilmesini hedeflerler. Bu bağlamda, emperyalistler arası savaşlar, emperyalistler ile yeni-sömürgeler arasındaki savaşlar ve yeni-sömürgeler arasındaki savaşlar tümüyle egemen kapitalist sınıfın ve ittifak güçlerinin çıkarlarının ve güçlerinin büyütülmesini hedeflerler. İşçi sınıfı ve ezilen halk kesimlerinin bu savaşlarda hiç bir çıkarı yoktur. Tam tersine, bu savaşlar işçi sınıfı ve diğer ezilenler için sadece yıkım, ölüm ve her türlü vahşet demektir. Emperyalist güçler ve diğer gerici kapitalist devletler bu savaşları yürütürken, savaş cephesine sürecekleri emekçileri ikna etmek zorundadırlar. Bunun için kimi nesnel nedenlere dayanan, kimileri ise tümüyle aşağılık yayılmacı ideolojik söylemlere dayanan gerekçeler üretirler. Böylece, hem kendi kamuoylarını, hem de dünya kamuoyunu yürüttükleri savaşın meşru ve haklı bir savaş olduğuna inanmalarını sağlamaya çalışırlar.
Bu temel gerçeklerin ışığında Ukrayna’daki savaşa baktığımızda apaçık olan gerçek; bu savaşın emperyalist ve tümüyle haksız ve kirli bir savaş olduğudur. Bir tarafta ABD öncülüğündeki Batılı emperyalistler ve onların piyonu gerici-faşist Ukrayna oligarşisi ve devleti, diğer tarafta SB’nin yıkıntıları içinden çıkan yağmacı emperyalist gerici Rusya emperyalizmi ve oligarşisi bulunuyor. ABD ve Rusya emperyalistlerinin birlikte hazırladığı savaş sahnesinde, ABD emperyalistleri Rusya emperyalizminin yayılmacı emellerini kendi lehine kullanarak onu savaş çekmiş, bu yoldan şu anda yıkılıp mahvolan Ukrayna üzerinden Rus emperyalizmini önümüzdeki yıllar boyunca tecrite sürükleyecek ve ağır darbe vuracak bir savaş gelişmesinin zeminlerini döşemiştir. Ukrayna’da faşist çetelerin başrolde olduğu Batıcı rejim ve oligarşi, bu sürecin asli aktörü olamayacak denli zavallı ve saldırgandır. Darbeyle iktidarı almıştır ve Ukrayna’nın Rus ve Tatarlar başta olmak üzere ulusal topluluklarının tüm demokratik haklarını gasp etmiş, sol harekete karşı ağır bir baskı rejimi kurmuştur. Başta Donbas ve Luganks olmak üzere Rus ulusal topluluğa karşı saldırılar ve NATO’ya katılım söylemleriyle, zaten Ukrayna’yı kendisine bağlama konusundaki niyetlerini hiç bir zaman gizlemeyen Rus emperyalizmiyle Batı’nın desteği üzerinden bilek güreşine girişmiştir. Diğer yandan, Rusya oligarşisi ve Putin ise çok kısmi sayılabilecek ekonomik ve siyasi toparlanması, Ortadoğu’da alan tutmaya başlaması, Avrupa’da özellikle sağcı ve faşist kitleler, partiler ve hükümetler içinde popülaritesinin yükselmesi, Çin ile derinleşen işbirliğinden hareketle, ABD emperyalizminin ve NATO’nun hazırladığı adeta tuzak zemine tereddütsüz girmiştir. Ukrayna gibi oldukça „yağlı“ bir lokmayı az bir sorunla yutması durumunda emperyalist lig’de önemli bir sıçrama zemini yakalayabileceğini ummuştur.
Bu savaşta emekçi halklar için olumlu hiçbir şey yoktur. Vatan savunması, kuştama-çevreleme, Nazileri temizleme, Donbas ve Luganks’ı kurtarma vb. söylemlerin tümü, neredeyse tüm emperyalist savaşlarda değişik versiyonlarıyla duyabileceğimiz yalanlardır. Daha şimdiden yüzlerce sivil katledilmiştir. Ukrayna adım adım yıkılmaktadır. Hem Ukrayna, hem de Rus oligarklarının tümü ise Ukrayna ve Rusya’yı terk etmiştir. Güvenli ülkelerde keyif sürmekte ve hazırladıkları savaşın sonucunu beklemektedirler. Emperyalist paylaşım mücadelesinde yaşamlarını yitirenler her zaman olduğu gibi emekçilerdir.
Devrimci sosyalistler, her zaman açık ve net biçimde emperyalist ve gerici savaşları ret etmişler, karşı durmuşlardır. Sadece bununla kalmamış, emperyalist ve gerici savaşlarda devrimci güçlerin temel görevinin savaşın yarattığı krizden yararlanarak, bu savaşları tersine çevrimek, yani devrimci iç savaşlara dönüştürmek olduğunu altını kalınca çizerek ifade etmişlerdir. „Emperyalist savaşlara karşı, devrimci iç savaş“ devrimci sosyalizmin temel parolasıdır. Devrimci sosyalistler bu noktada en ufak bir tereddütün dahi olamayacağını, bu noktadaki sapmaların sosyal-şovenizmin saflarına geçmek olduğunu vurgulamışlardır. Ukrayna savaşı bağlamında daha somut olarak ifade edecek olursak; Ukrayna işçi sınıfının ve emekçilerinin düşmanı Moskova’da değil, Rus halkı değil, Kiev’dedir, Ukrayna oligarşisidir. Rusya işçi sınıfının ve emekçilerinin düşmanı da Kiev’de değil, Ukrayna halkı değil, Rusya oligarşisidir. Dünyadaki tüm devrimci güçlerin de bu bilinçle hareket etmesi gerekir. Bu bağlamda, bugün barış talebi, salt Rusya’nın suçlanması, Rusya güçlerinin durdurulması üzerinden değil, aynı zamanda Ukrayna’daki faşist rejimin suçlarının ortaya konulması ve bunların durdurulması üzerinden ifade edilmek zorundadır. Her iki gerici, yağmacı, mafyöz oligarşiden birinin tarafı olmak, ya da onu makul göstermek gibi bir tutumumuz asla olamaz.
Hiç kuşkusuz, devrimci sosyalist tutumun savaşın yaşandığı koşullarda, hem tutarlı biçimde geliştirilmesi, hem de genel şovenist toplumsal ortamda pratikleştirilmesi oldukça zorlu bir görevdir. Devrimci sosyalistlerin bu bağlamdaki ilk büyük ve zorlu sınavı I. Emperyalist Paylaşım Savaşında olmuştur. O dönem, Marksist sosyal-demorat partilerin oluşturduğu 2. Enternasyonal bir empeyalist savaşın dünya ölçeğinde yaklaştığı öngörüsüyle (ki böyelesi bir savaşın yaklaştığı ilk olarak Engels tarafından 19. yüzyılın sonlarında dile getirilmiş ve böylesi bir savaşın devrimler için büyük bir fırsat olacağı ifade edilmişti), emperyalist savaşın başlaması karşısında tüm sosyal-demokrat partilerin savaşa karşı durması, asla desteklememesi ve savaşa karşı her ülkede devrimci savaşı başlatması kararı almıştı. Fakat savaş başladığında sosyal-demokrat partiler, kendi egemenlerinin başlattığı savaşa karşı durmak bir yana, çoğunlukla savaşı destekleyen sosyal-şoven bir tutum aldılar. Bu akıntının karşısında tutarlı biçimde duran, Rusya’da Bolşevik Partisi ve Almanya’da başını Rosa Luxemburg ve Liebknecht’in çektiği bir avuç komünist (Spartakistler), yine diğer ülkelerde çok az sayıda ve sınırlı örgütlülüğe sahip olan devrimci güçler oldu. Bolşevikler ve Almanya’da Spartakist hareket emperyalist savaşa karşı devrimci iç savaş şiarıyla akıntıya karşı yüzdüler. Bu nedenle, gerici, şovenist devletlerin ağır saldırılarına uğradılar. Binlercesi bu nedenle devletler ve halkın milliyetçi-şovenist propagandalarıyla zehirlenmiş kesimlerinin saldırıları souncu katlediler. Fakat başlangıçtaki tüm olumsuz koşullara rağmen, savaşın yarattığı ağır yıkım onların haklı olduğunu gösterdi. Devrimci sosyalistler güç kazandılar ve Rusya’da sosyalist devrimi bu politikaların ışğında gerçekleştirdiler.
Benzer bir devrimci politikalar daha sonraki dönemlerde farklı koşullar altında ve farklı biçimlerde devrimci sosyalistler tarafından çeşitli ülkelerde uygulandı. Devrimci sosyalistler ve ulusal kurtuluş hareketleri emperyalist savaşlarda, gerici devletlerin savaşlarında asla taraf olmadan, kendi yollarında kendi bağımsız sınıf politikalarıyla yürüdüler. Onların arasındaki çelişkilerden de kendilerine alan açmak için yararlandılar. Ama bu hiç bir zaman emperyalist savaşların ve bir emperyalist tarafın yancılığına dönüşmedi. Somut olarak ifade edecek olursak; ABD emperyalizmi Irak’a karşı işgal savaşına giriştiğinde, Irak’daki Saddam yönetimi onbinlerce komünisti katletmiş, 200 bin Kürdü Enfal soykırımında katlemiş, Şii Arap halkını ağır bir zulüm altına almış, İran ve Kuveyt’e karşı işgal savaşları yürütmüş, Ukrayna’dakinden kat be kat barbar faşist bir yönetim olmasına rağmen, Irak’a yönelik işgal savaşına karşı çıktılar. Çünkü ABD emperyalizminin Irak halkının çıkarları için en ufak bir çaba göstermesi düşünülemez. Onun derdi, kendi emperyalist çıkarlarıydı. Diğer meseleler kendi çıkarlarına hizmet ölçüde el atacağı ve asla demokratik biçimde tam bir çözüme kavuşturmayacağı meselelerdi. Ve savaşın yaratacağı yıkımların yükünü çekecek olan Irak halkıydı. Devrimci sosyalistler, SSCB, Afganistan’a müdahale ettiğinde de, SSCB’yi desteklemediler. Üstelikte SSCB yönetimi revizyonist de olsa reel sosyalist bir ülkeydi. Bu hegemonyacı bir müdahaleydi. Afganistan halkını, emekçi köylülüğünü kazanmamış bir yönetimin yerine geçerek, ülkeye asker göndermenin ve savaşa girişmenin gerçek durumu daha da kötüleşetireceğini biliyorlardı. Nihayetinde böyle de oldu. Bugün üstelik de emperyalistlerin giriştiği bir savaşın taraflarından herhangi birini desteklemek ya da makul ve mazur göstermek devrimci enternasyonalizmin açıkça reddi anlamına gelir.
12- Kimi sol hareketlerin, aydınların ve ülkelerin, emperyalist güçlerden biri lehine tutum almaları ne anlama geliyor?
Enternasyonal partilerinin I. Paylaşım Savaşı’nda ortaya koydukları sosyal-şoven ve oportunist tutumun yeni versiyonlarının değişik yoğunluklarda ve biçimlerde Ukrayna savaşında da sol ve sosyalist hareketler içinde ortaya çıktığını görüyoruz.
Sol liberal çevreler Rusya emperyalizminin savaşı fiilen başlatan taraf olmasından hareketle ve esasta da savaşın diğer tarafı olan ABD emperyalizminin Ukrayna’da demokrasiyi koruma, insan hakları vb. söylemlerin üzerinden, Rusya emperyalizmini şeytanlaştıran, faşist Ukrayna oligarşisi ve devletini ise saldırıya uğramış mağdurlar olarak gösteren bir söylemi benimsiyorlar. Sol liberalizm savaşa karşı çıkmakla birlikte, bunu Ukrayna oligarşisi ve Batılı emperyalistlerin tutumunu ve söylemlerini destekleyecek tarzda yapıyor. Böylece savaşın gerici taraflarından birinin yanında yer almış oluyor. Bu tutum, savaş karşıtı tepkileri ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda biçimlendirmekten ve onun saflarında yer almaktan başka bir işe yaramaz. Bu tutum sosyal-şovenizmin ve emperyalist savaş çığırtkanlığının bir versiyonu olmaktan başka birşey değildir. Ve her koşulda, her fırsatta mahkum edilmesi gereken bir tutumdur.
Sol da kısmen görülen bir diğer tutum ise Amerikan emperyalizmine tarihsel düşmanlıktan, reel politika yapma/olası boşluklardan faydalanma heveslerinden vb. pek çok hesaptan beslenen Rus oligarşisinin saldırganlığına sempati gösterme, onu makul görme tutumudur. Bu kesimlerin bir bölümü geçmişte SSCB’ye olan bağlılıklarını ve sempatilerini Rusya devletine ve onun oligarşisine tahvil ediyorlar. Hem de Rusya oligarşisinin baş temsilcisi Putin savaşı başlatırken açıkça Lenin ve SSCB’yi sorunun kaynağı olarak göstermesine ve saldırmasına rağmen. Bu körlük ve bağımsız devrimci siyaset geliştirmekten uzaklık, geçmişte de hiç bir devrimci rol oynamamış ve işe yaramamıştı, bugün ise en hafif deyişle bağımsız devrimci duruş konusunda hiç bir ders çıkarmadıklarını gösteriyor. Dahası bu kesimlerin tümü birden, söylemde 1990’daki çöküş sonrası dünyayı anlama konusunda iddialı sözler etmelerine karşın, öyle görünüyor ki, emperyalist-kapitalist dünya sistemini de anlamaktan ve politik sonuçlar çıkarmaktan tümüyle uzaktırlar. Ama bu kesimlere hatırlatmakta fayda var; Rusya kapitalist bir ülkedir. Ekonomik olarak diğerlerine nazaran çok zayıf da olsa emperyalist bir ülkedir, yayılmacıdır. Rusya oligarşisi gerici ve faşizan karakterdedir. Lenin’e, Marksizme ve SSCB’ye düşmandır. Rusya devleti ve sisteminde ilericilik, demokratlık namına zerre birşey göremezsiniz. Tersine, tüm emperyalist ülkeler gibi, yayılmacılık, gericilik, işçi sınıfı ve halk düşmanlığı onun temel karakteristik özelliğidir. Onun Neonazilere karşı savaşıyoruz, Donbas ve Luganks’daki ezilen halk için savaşıyoruz söylemleri tümüyle yalandır, gerçekte onun emperyalist karakterine aykırıdır. Hiç bir emperyalist güç halkın çıkarlarını savunmak için savaşa girişmez. Rusya’daki demokratik hakları yok eden, söz, örgütlenme ve protesto hakkını şiddetle bastıran, Neonazi hareketlere gözyuman Rusya oligarşisi, Ukrayna’da faşizme karşı mücadele etmez. Bu basit gerçeklere dahi gözünü kapatan Rusya yanlısı ya da onu makul gören sol kesimlerin benzer veya başkaca durumlarda da emperyalist politikların şu veya bu düzeyde eklentisi haline gelmesi tehlikesi maalesef ciddi ölçülerde bulunmaktadır. (Hemen bir tarihsel hatırlatma yapalım, 1982’de Arjantin faşist cuntası ile İngiliz emperyalizmi arasında Malvinas (Falkland) adaları üzerindeki hak iddiaları nedeniyle, Arjantin’in adaları işgal etmesi üzerine savaş çıktı. Daha birkaç yıl önce, 30 bin devrimci demokratı katledip, cesetlerini uçaklardan okyanusa atan, 20. yüzyılın en barbar faşist diktatörlüklerinden biri olan Arjantin cuntası, bu savaşı „ülkenin ayrılmaz parçası Malvinas adalarını kurtarma, İngiliz emperyalizmini kovma“ söylemleriyle halkına satmaya çalışıyordu. Ve illegal çalışmak zorunda kalmış olan Arjantinli devrimcilerin bir bölümü ülkede oluşan şovenist histerinin etkisi altında açığa çıkarak, İngiltere’ye karşı savaşmak için Arjantin’in faşist devletine başvurma gafletine düştüler. Sonuç; hepisinin tutuklanması ve vahşice işkencelere uğramaları, hapishanelere kapatılmaları oldu.)
Ukrayna savaşında sosyalist Küba ve Venezuella, Nikaragua gibi halkçı yöntimleri olan ülkelerin Rusya desteklemesi ya da en azından makul görmesi kelimenin gerçek anlamıyla talihsiz ve kendileri için oldukça tehlikeli bir politik sapmadır. Bu tutumun arka planında yukarıda ifade ettiğimiz faktörler kısmen olmasına rağmen, esas olarak Rusya ile kurmuş oldukları tarihsel iyi ilişkilerin belirleyici rolü ve bu bağı kaybetmeme isteği bulunuyor. Bu ülkeler açısından, kabaca bir bakışla, ABD emperyalizminin ağır amborgo ve fiili saldırıları karşısında kendileri için küçük de olsa imkanlar yaratan Rusya’ya destek vermeleri kısmen makul görülebilir. Fakat Rusya’yı „ABD kışkırtması“, „ülkesinin güvenliğini sağlama“, „gerici-faşist güçlerle savaşma“ vb. söylemler temelinde destekleyen bu ülkeler, ABD emperyalizminin sürekli biçimde aynı söylemlerle kendilerine saldırdığını, benzer gerekçelerle işgal planları yaptığını unutuyorlar. SSCB, devrimci güçler ve ezilen halkların mücadeleleri sonucu, emperyalist işgal ve saldırganlığı dizginlemek amacıyla Birleşmiş Milletler şartına dahil edilmiş ülkelerin yek diğerine karşı savaş ve zor yöntemleri kullanmama ilkeleri bugüne değin, başta Küba olmak üzere ABD’nin emperyalist saldırganlığına karşı başlıca meşru politik ilkelerdi. (Hiç kuşkusuz, bu saldırganlığı durduran sadece ve esas olarak bu politik ilkeler değildi. Asıl faktör Küba halkının devrime sahip çıkması ve uluslararası güç dengeleriydi. Fakat bu politik ilkelerde Küba ve diğer halkların kendilerini savunmalarında politik meşruiyet için önem taşıyordu.) Bunları Rusya savaşa giriştiğinde unutuvermek bugün ve gelecekte bu ülkelerin en meşru savunma politikalarını da boşa düşürmek tehlikesi taşıyor.
13- Devrimci sosyalizm ve tüm sol ve demokratik güçler emperyalistler ve her türden gerici güçler arasındaki çatışmaların yarattığı zeminlerden nasıl yararlanabilirler?
Öncelikle, bu ve benzeri emperyalistler arası çatışmada/çatışmalardan devrimci mücadele için alan açmak için savaşan emperyalist tarafların yanında saf tutmak değil, bağımsız devrimci politikayı geliştirmek gerekir. Devrimci sosyalist ve tüm demokratik güçler ancak kendilerini işçi sınıfı ve emekçilerin ayrı bir mücadele tarafı olarak örgütleyebildikleri ölçüde, emperyalistler arası çatışmalardan, her bir ülkedeki oligarşilerin içindeki fraksiyon çatışmalarından azami ölçüde yararlanama, çatışan tarafların yarattığı zeminleri kullanabilme imkanına sahip olabilirler. Elbette bu tutum, kendi başına devrimci zeminler yaratmak anlamına gelmez. Egemenler arasındaki çatışmalar/çelişkiler sadece devrimci faaliyet için boşlukların oluşması, fırsatların ortaya çıkması demektir Bunları değerlendirmek her somut an ve durumda, bu çelişki ve çatışmaların yarattığı boşlukların ve fırsatların içine somut/pratik olarak yerleşmemizi sağlayacak devrimci politikaların geliştirilmesini ve buna uygun pratikleri gerektirir.
Devrimci mücadele tarihi bu tür somut politika ve pratiklerle doludur. En bilinen birkaç örnek bu bağlamda yol gösterici olabilir. Lenin ve Avrupa’daki diğer Bolşeviklerin 1917 Şubat devriminin ardından, Rusya’daki faaliyetlere doğrudan katılabilmek için Alman devletiyle uzlaşma sağlayarak mühürlü trenle Rusya’yla savaş halindeki Almanya topraklarından geçerek Rusya’ya gitmesi bu noktada en bilinen pratiktir. Alman emperyalizminin hesabı, emperyalist savaşa karşı devrimci iç savaşı savunan Bolşeviklerin Rusya’ya geçişiyle birlikte burjuva Rusya devletinin savaş kapasitesinin zayıflayacağıdır. Lenin ve Bolşevikler ise bir devrim sürecinden geçen Rusya’ya geçip çalışmalara doğrudan katılmak, Parti önderliğini güçlü bir biçimde inşa etmek hedefine sahipti. Bu nedenle, Almanya ajanlığı vb. suçlamaları göze alarak Rusya’ya geçtiler. Tarih Lenin’in bu uzlaşmasının ne denli doğru ve devrimci çalışmayı geliştirici olduğunu gösterdi.
Bir diğer örnek, 2. Emperyalist Paylaşım Savaşında Alman emperyalizminin SSCB’ye saldırmasıyla birlikte, Sovyetlerin nesnel olarak Alman emperyalizmiyle savaşan İngiltere, ABD gibi emperyalistlerle aynı tarafta farklı duruşlarla yer almalarıyla ortaya çıktı. Sovyetler, Almanya emperyalizminin saldırılarını güçlü biçimde bertaraf edebilmek için aslında SSCB’nin can düşmanları olan İngiltere ve ABD ile geçici olarak işbirliği yaptı. İngiltere ve ABD’den büyük çaplı silah, yiyecek ve mühimat sağladı. Savaşın belirli aşamalarını, bu emperyalist ülkelerle birlikte koordine etti.
Benzer ve çok daha az bilinen bir durum, Vietnamda yaşandı. Vietnamı işgal altında tutan sömürgeci Fransa devletinin Almanya’ya teslim olmasının ardından, Almanya’nın müttefiki Japonya emperyalizmi Vietnamı işgali etti. Aynı dönemde ABD emperyalizmi de Japonya emperyalizmiyle savaş halindeydi. Vietnamlı komünistler 1944’de Ho Chi Minh önderliğinde Japon emperyalizmine ve Alman/Japon işbirlikçisi Fransız sömürge kurumlarına karşı silahlı direnişi başlattıklarında, ABD emperyalizmi Vietnamlı komünistlerle ilişkiye geçti. ABD’nin gizli servisi OSS (CIA’dan önceki dış istihbarat örgütü) üzerinden ilişki kuruldu. OSS elemanları Vietnamlı devrimci gerillalara askeri eğitim verdi ve silah yardım yaptı. Japonya ülkeden sökülüp atıldığında Vietnam’ın başkenti Hanoi’de ilk temsilciliği açan bu ABD’li görevlilerdi. Vietnam komünistleri ne siyasal, ne de pratik olarak asla bağımsız duruş ve hedeflerinden taviz vermeden ABD’li görevlilerle ilişki yürüttüler. Ve daha sonra, ABD emperyalizmi ülkeyi işgale giriştiğinde tavizsiz biçimde onlarla savaştılar ve kazandılar. Son olarak günümüzde Rojava’da YPG’nin ABD ve diğer emperyalistlerle kurduğu IŞİD karşıtı koalisyon benzer bir örneği oluşturuyor. Aynı biçimde YPG’nin faşist siyasal islamcı örgütlere karşı savaşta güçlerini dağıtmamak ve bu faşist hareketlerin güçlenmesinin önüne geçmek için Suriye rejimi ile sınırlı da bir uzlaşma içinde olması da bir başka benzer durumdur.
Kısacası, devrimci sosyalist ve demokratik güçler kendi ideolojik, politik, örgütsel ve pratik duruşlarından ve hedeflerinden taviz vermeden, çok özel koşullar altında emperyalist güçler ve egemen sınıfların arasındaki çatışmalardan yararlanabilirler. Bu, esas olarak bu çelişkilere müdahale ederek kendi öz tavrıyla mücadeleyi büyütmek biçiminde olur. Kimi durumlarda ise, devrimci duruşu, politikayı, kapitalist sisteme açıktan karşıtlığı net biçimde ortaya koyarak ve sürecin hemen her aşamasında bu güçlerle şiddetli çatışmaların yaşanabileceği olasılığını göz ardı etmeden emperyalist çatışma ya da rekabetin taraflarından biri yada birkaçıyla çeşitli ilişkilerin geliştirilmesi biçiminde de olabilir. Öte yandan, bunları yapabilmek için herşeyden önce bunlardan yararlanabilecek bir örgütsel ve pratik kapasite yaratabilmiş olmak gerekir. Ukrayna’daki savaş sürecinde bu imkanlar görünmediği gibi, eğer varsa bile bu savaşın emperyalist karakterini ve haksız halkların düşmanı niteliğini apaçık ifade ederek olanakları değerlendirmek gerekir. Emperyalistlere şirin görünerek, onların yanında saf tutarak, onları makul göstererek bu devrimci temelde devrimci taktik ilişkiler geliştirmek mümkün değildir.
14- Ukrayna savaşında devrimci enternasyonalist tutum hangi somut politika ve tutumlarla ortaya konulabilir?
– Devrimci güçler bu savaşın emperyalist paylaşım mücadelesinin ürünü olduğunu, her iki tarafında gerici karaktere sahip olduğunu, tarafların her ikisinin de halklarının çıkarlarını ve ülkelerini korumak gibi bir dertleri olmadığını tereddütsüz biçimde ifade etmelidirler. „Emperyalist savaşa son, halklara barış!“, „Emperyalist savaşa karşı, devrimci iç savaş!“ şiarları devrimcilerin temel şiarlarıdır.
– Donbas ve Luganks’taki Rus ulusal topluluğunun ve Kırım’daki Tatar ulusal topluluğunun tüm ulusal demokratik hakları kayıtsız şartsız tanınmalıdır. Bu halklar kendi kaderlerini tayin hakkı temelinde diledikleri yönde tercihlerini kullanabilmelidir.
– En az Rusya emperyalizminin saldırganlığı kadar, ABD ve Batılı emperyalistlerin yayılmacı, emperyalist rekabeti tırmandırıcı ve saldırgan politikalarına karşı net bir tutum alınmalıdır. Rusya’nın savaş ve işgali durdurması ve barış talebi, ancak dünyanın en büyük savaş-terör örgütü olan NATO’nun dağıtılması ve Batılı emperyalistlerin saldırganlığına karşı mücadele talepleriyle birlikte ifade edilirse gerçek bir demokratik içeriğe kavuşabilir.
– Rusya ve Ukrayna’daki Neonazi ve aşırı sağcı tüm çeteler tehşir ve tasfiye edilmelidir. Bunu gerçekten yapabilecek yegane güç Rusya ve Ukrayna’nın devrimci ve demokratik güçleridir. Bu yönlü gerçekleri ve talepleri tüm dünya halklarının yükseltmesi Rusya ve Ukrayna’daki devrimci, demokratik güçlere verilecek hayati bir destek olacaktır.
– Ukrayna ve Rusya’nın devrimci ve demokratik güçlerinin birliği ve oligarşilere karşı birleşik mücadelesini sağlamak, bu temelde dünyadaki tüm devrimci ve demokratik güçlerin onlara desteklerini örgütlemek günün temel görevleridir.
– Her ülkede devrimciler ve demokratik güçlerin, kendi kapitalistlerinin ve devletlerinin yayılmacı, sömürgeci tutumlarına ve giriştikleri işgal ve savaşlara karşı, aktif biçimde tavır alması, mücadeleyi büyütmesi de, bugün dünya çapında gelişen emperyalist ve gerici savaşların durdurulması açısından hayati önemdedir. Soruna salt Ukrayna savaşı üzerinden bakılamaz. Bu bağlamda, Türkiye oligarşisinin ve AKP-MHP faşizminin Kuzey, Güney ve Rojava Kürdistan’ındaki sömgüreci savaşlarına, Kıbrıs’taki işgal ve sömürgeleştirme politikalarına, Libya ve Suriye’deki işgal ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmak, Türkiyeli devrimcilerin en temel görevlerinden biridir. Bu noktadaki sessizlik, adeta ölü takliti yapma tutumu sosyal-şovenizmin, en hafif deyişle tutarsızlığın açık bir ifadesi olabilir. En basit ve özet ifadeyle; „Ukrayna’daki savaşa ve emperyalist politikalara karşıysan, Türkiye oligarşisinin işgal ve sömürgeci politikalarını ve pratiklerini hiç bir nedenle destekleyemezsin, karşı çıkmalısın, teşhir etmelisin, mücadele etmelisin.“
8 Mart 2022