Seçim Notları – Sosyalist Barikat

Seçim Notları

Seçimlere kısa süre kala seçim sonuçları ve sonrası için olasılıklara ve devrimcilerin tutumuna dair tartışmalar yoğun biçimde sürüyor. Bu tartışmaların bir bölümü spekülasyonlardan ibaret iken, kimileri ise önümüzdeki süreçte sınıflar mücadelesi açısından oldukça önemli varsayımlar ifade eden, her kesimin olası konumlanışına dair önemli bazı veriler içeriyor.

Seçimlere ilişkin tavrımızı ortaya koyan açıklamamız aslında bu noktaların bir bölümüne ilişkin yanıtlar içeriyor. Güncelde yoğunlaşan bazı tartışma başlıklarının bir bölümü yenidir ya da özel olarak öne çıkmıştır. Ve bunlara ilişkin yaklaşımımızı, öngörülerimizi kısa notlar biçiminde ele alacağız.

– Seçimde oligarşinin farklı kanatlarını kimler temsil ediyor ve ne vaat ediyorlar?

Bu seçim esas olarak coğrafyamızda egemen yeni sömürgeci çarpık kapitalizmi kimlerin yöneteceğini belirlemek için yapılan seçimdir. Türkiye kapitalizminin ve Kuzey Kürdistan’daki sömürgeci rejimin siyasal ve bir bütün olarak toplumsal olarak nasıl dizayn edileceğine dair seçimdir. Sisteme onun siyasal aktörleri olan burjuva partiler üzerinden rıza üretme, onun seçeneklerini tüm halka kabul ettirme seçimidir.

Kapitalist sistemin siyasal aktörleri esas olarak iki ana blok içinde toplaşmıştır. Bir yandan, cumhur ittifakı adı altında AKP-MHP öncülüğünde toplaşan grup vardır. Diğer yandan, CHP ve İYİP’in öncülüğünde toplaşan grup bulunmaktadır.

AKP-MHP bloku

AKP-MHP öncülüğündeki blok son 40 yılın en gerici, en faşist bloğudur. AKP dünya kapitalist sisteminin hegemonu ve Türkiye’deki yeni sömürge kapitalizminin efendisi ABD emperyalizminin 1990 sonrası dünyayı yeniden dizayn etme planlarının bir parçası olan BOP’a uygun olarak kurulmuş bir proje partisidir.

Hedefi ABD emperyalizminin ve yerli işbirlikçi oligarşinin yerel ve emperyal amaçlarına uygun olarak Türkiye kapitalizmini ve devletini yeniden organize etmektir. AKP, 2013-14 yıllarına değin emperyalistlerin ve Türkiye’de işbirlikçi oligarşinin geniş kesimlerinin desteğiyle bu hedefler doğrultusunda önemli mesafeler katetti ve esas olarak önündeki engellerin önemli bir bölümünü temizledi. 2014 sonrası ise AKP’nin hem sistem içi çelişkilerin derinleşmesi ve çatışmaya dönüşmesi, hem de BOP’un genel olarak bölgedeki halk hareketleri sonucu ortaya çıkan gelişmelere bağlı olarak işlevsizleşmesiyle yeni bir rotaya girmesi sürecidir.

2013-14 yılları bu süreçlerin hızla tırmandığı yıllar oldu. Fettullahçılarla çelişkiler kavgaya dönüştü. AKP TÜSİAD’ın gücünü kırmaya dönük zora dayalı adımlar arttı. Doğan Holding vb. tasfiye edildi. Kürt ulusal özgürlük hareketiyle barışma gayreti bir kenara atıldı. 2002-2013 arasında tasfiye edilen kontrgerilla güçleriyle ittifaka geliştirildi.

AKP açısından daha da önemlisi ABD emperyalizmiyle olan ilişkileri giderek mesafelenmeye başladı. ABD açısından BOP’un uygulanabilirliği ve önemi yaşanan gelişmeler nedeniyle azaldı. Dahası AKP’nin Ortadoğu ve genel olarak uluslararası planda kendisine biçilen misyonun dışına çıkarak merkez kaç tutumlara yönelmesi ABD emperyalizmi açısından kabul edilebilirlik sınırlarını zorlamaya başladı.

Oligarşinin geleneksel ve en büyük kanadı olan TÜSİAD’çılarla çatışmalı, ABD emperyalizmiyle bölgesel hayalleri nedeniyle ciddi biçimde sorunlu, pek çok suç işlemiş, ekonomiyi ve devlet yapısını önemli ölçüde yağmalamış olan bir AKP ve RTE iktidarı var. Önündeki yegane yol, devletleşmede attığı adımları tamama erdirmek ve faşizmi açık yollarla ancak sivil bir görünüm altında devam ettirerek iktidarını sağlama almak. 2014’ten bu yana izlenen yol budur ve tükenmiştir. Gelinen nokta iflastır. Ancak AKP ve lideri açısından ne pahasına olursa olsun iktidarını sürdürmek dışında fazlaca seçenek bulumuyor.

Bir avuç yağmacı inşaat tekeli, kontrgerillanın en vahşi kanadı, parti devlet haline gelmiş ve artık RTE’ye göre biçimlenmiş şekilsiz bir devlet aygıtı; RTE ve AKP-MHP’nin elinde kalan budur.

Ülkenin tablosu ise faşistler dışında hiç kimseye nefes aldırmayan resmi ve sivil faşist terör, on milyonlarca emekçiyi açlık sınırına ve büyük bir yoksullaşmaya savuran ekonomik kriz, genel bir toplumsal çürüme ve çöküntü…

AKP-MHP faşizmi yüzde yirmileri aşan kemik bir kitle desteğine sahip. AKP, aynı zamanda devlet olanaklarını yağmalayarak, büyük kadrolaşma hareketi yaratarak, milyonlarca insana muazzam çıkarlar sağladı. Milyonlarca insanı ise bu çıkarlara ulaşabileceği beklentisiyle kendisine bağladı. Diğer yandan, yoksullara yönelik sadaka mantığıyla verilen kimi çok küçük ekonomik yardımlarla din tüccarlığını birleştirerek yoksul halkın bir bölümünü sefil bir karanlık içinde kendine bağlayabildi. Bunun yanı sıra, özellikle Türk-sunni kökenli lümpen proletaryanın küçümsenemeyecek bir bölümünü mafyalaştırarak kendi çeperinde topladı.

Ve elbette ki, tüm azgın sivil faşist çeteler, din tüccarı gerici-faşist tarikatlar yoluyla önemli sayıda bir kitleyi kendisine çekti. Bu kitle yoluyla ve yalanlar, sahte liderlik, vatanseverlik, şovenizm söylemleri vb.’leriyle de milyonlarca emekçiyi, küçük burjuva kesimleri, orta sınıfın bir bölümünün desteğini sağlıyor.

Yaşanan ekonomik kriz ve dış ilişkilerdeki sıkışma nedeniyle AKP’nin göz boyayıcı söylemler dışında halka hiç bir gerçekçi vaadi bulunmuyor. Mevcut kitleyi korumak, hırsızlık ve diğer seçim oyunları ve tabii ki zorunlu kalırsa zor yoluyla seçimleri kazanmak istiyor. AKP-MHP faşizminin kazanması durumunda yoksullaşmanın ve sınıf çatışmalarının derinleşmesi kaçınılmazdır.

AKP-MHP faşizminin asıl hedefi ise tüm toplumsal muhalefete cehenemin kapılarını sonuna kadar açmaktır. Açık sivil faşizmin kalıcılaşması, tüm siyasal partilerin ve seçim süreçlerinin tümüyle göstermelik hale getirilmesi, burjuva muhalefetin diktatörlüğü rahatsız etmeyecek ölçüde dar bir alana hapsedilmesi, söz, ifade, örgütlenme, gösteri, yürüyüş haklarının bugünle kıyaslanamayacak ölçüde daraltılması, sendikal hakların önemli ölçüde ezilmesi, kadın hareketinin bastırılması, emekçi sol güçlerin ve devrimci hareketin tümüyle ezilerek her türlü legal çalışma olanaklarının yok denecek düzeye indirilmesi, başta Kürt ulusal özgürlük hareketinin tamamen bastırılması, Rojavadaki devrimsel sürecin ezilmesi, Güney Kürdistan’daki gerilla güçlerinin ezilerek Güneydeki Kürt kazanımlarının önemli ölçüde tırpanlanması ve benzeri saldırı hedefleri, AKP-MHP faşizminin bu seçimleri kazanması durumunda başlıca saldırı güzergahları olacaktır.

Millet İttifakı

CHP ve İYİP’in ittifakının omurgasını oluşturduğu Millet ittifakı siyaseten restorasyoncu ayağını oluşturuyor. İttifakın kompozisyonuna bakıldığında aslında Cumhur ittifakında yer alan partilerle aşağı yukarı aynı fikri duruşa sahip partilerin kısmi farklılıklarla bu ittifakta da bulunduğunu görebilir.

Ekonomi politikalarında AKP’den çok farklı bir politika önerisi bulunmuyor. En iyi ihtimalle bugünkü bataklığı yaratan Neoliberalizmin düzeltilmiş biçimlerini uygulama yoluyla oligarşinin geleneksel kanadı TÜSİAD’çıların çıkarlarını esas alan, AKP eliyle büyümüş yağmacı tekelleri kısmen tasfiye etme, emperyalistlerin olası desteğiyle mevcut yoksullaşmayı kısmen ve geçici olarak hafifletme… Emekçiler lehine kalıcı hiç bir ekonomik kazanım vaatleri bulunmuyor.

Siyasal olarak ise devletin yeniden dizaynını/restorasyonunu öneriyorlar. „Eskiye dönüş“ diyorlar ve bunun anlamını tüm demokratik güçler biliyor; kontrgerillanın yeniden dizaynı, devletin ise görünüşte kısmi demokratikleştirilmesi, burjuva parlamentosunun öneminin bir nebze attırılması dışında ciddi bir vaatleri bulunmuyor. Söz, ifade, örgütlenme özgürlüklerinin tam olarak kabulü, Kürt ve diğer ulusal azınlıkların ulusal demokratik hakları, başta Aleviler olmak üzere tüm inançlara özgürlük, kadınların temel talepleri, ekoloji meseleleri vb. konularda tek bir anlamlı sözleri ve iddiaları bulunmuyor.

Millet ittifakı da, tıpkı AKP-MHP faşizmi gibi devleti yeniden kurma iddiasına sahiptir. Bu devletin temel burjuva demokratik özelliklere sahip olmayacağı, olamayacağı açıktır. Yeni-sömürge Türkiye kapitalizminin özellikleri ve sınıfsal ve ulusal çatışmaların karakteri buna izin vermez. Millet ittifakı da nihai olarak esasta çekirdeğini yeniden örgütlenmiş kontrgerillanın oluşturduğu faşist karakterini koruyan, ancak örtüleyen bir faşist devlet olacaktır.

Bu bağlamda sıkça söyledikleri devleti „fabrika ayarlarına“ döndürmek mataforu kesinlikle doğrudur. Fakat çoğunlukla unutulan şudur; bu devletin „fabrika ayarları“ faşist karakterdedir. 1950’lerden 2010’lara değin gelen süreçte „fabrika ayarları“yla çalışan devletin emekçi sol güçleri, devrimcileri, Kürt ulusunu ve yurtseverlerini nasıl kıyım ve katliamlardan geçirdiğini unutmadık.

Sonuç itibariyle, Millet ittifakının seçimleri kazanması durumunda açıktır ki, hiç bir temel kalıcı demokratik kazanım beklenemez. Ancak bu, kimi sınırlı demokratik adımları atmayacakları anlamına gelmez. AKP-MHP faşizminin boğucu faşist terörünün yarattığı tepkiyi, büyük bilenmişliği, öfkeyi örgütleyerek iktidara gelecekler. Bunu tümden boşa düşürecekleri düşünülemez. AKP-MHP faşizminin yarattığı devlet inşası sürecinin ortadan kaldırılmasına dönük mücadeleleri oldukça çatışmalı bir süreç olarak gelişecektir. Bu nedenle, en azından bir-iki yıl kitlelerin aktif desteğine ihtiyaç duyacaklardır.

– Son on yılın her seçiminde „bu seçim önemli“ söylemi ne kadar gerçekçi?

Son on yılda burjuva siyaseti karakterize eden en önemli faktörlerden biri AKP’nin devlet yapısını ve toplumsal ilişkileri açık faşizmi sivil bir görünümle inşa etme faaliyetleridir. Türkiye’de devletin kurumları 1950’lerden bu yana, emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından faşist karakterde yeniden inşa edilmiştir. Merkezinde ordunun olduğu, vurucu ve belirleyici gücünü kontrgerillanın oluşturduğu kurumsallaşmış bir faşist devlet yapısı adım adım inşa edilmiştir. Bu faşist devlet yapısı siyasal planda kimi zaman siyasal partilerin ve parlamentonun var olduğu demokratik bir görünüm altında sürdürülmüş ve kendini gizlemiştir. Kimi zaman darbeler yoluyla faşist karakterini açıkça sergilemiştir.

AKP, 2002’den bu yana emperyalistlerin ve işbirlikçi oligarşinin değişen çıkarlarına ve ortaya çıkan koşullara uygun olarak devleti yeniden inşa etme hedefiyle hareket ediyor. Bu doğrultuda devlet içinde yaşanan tasfiyeler (Ergenekon, Fetullah vd) ülkenin demokratikleştirilmesi için değil, faşist devlet yapısının yeniden organize edilmesine dönüktür.

2013-14’den bu yana açığa çıkan ve netleşen süreç ise devletin yeniden inşa sürecinin esas olarak bir açık sivil faşist diktatörlüğün inşasıdır. Bu süreç sivil faşist karakteri gereği, geniş toplumsal kesimlerin rızasını sağlamak ve meşruiyet zemini yaratmak için seçimlere başvuruyor. Türkiye tarihinin en yoğun referandum ve seçim süreçlerinin bu dönem de olması tesadüf değildir. Dolayısıyla açık ve sivil faşizmin inşası her seçim döneminde yeni bir hamle yapıyor. Bu nedenle, her seçim gerçekten de kritik önem taşıyor. Seçimlerin güvenirliliğinin oy çalmalar, seçim iptalleri vb. yoluyla önemli ölçüde zayıflaması, bu gerçeği değiştirmiyor.

Bu nedenlerden ötürüdür ki, son yılda yapılan seçimler 1950-2010 aralığında yapılan seçimlerden daha farklı ve özel işlevlere sahiptir. AKP-MHP faşizmi için sivil ve açık bir faşist devlet yapısının örgütlenmesine toplumsal rıza ve meşruiyet sağlamanın ana aracıdır. Bu nedenle AKP-MHP çetesi için çok önemlidir. Bu süreci engellemek ve geçmiş dönemin yine faşist karakterdeki devlet yapısını örgütlemek isteyen burjuva muhalefet için de çok önemlidir. Ve tabii ki, bu seçimler bu sürece direnen ve kırıntı düzeyinde bile olsa demokratik hakları korumak isteyen emekçi sol güçler ve devrimci güçler açısından da önem taşıyor.

Dolayısıyla, her seçimde ifade edilen „bu seçim çok önemli“ söylemi, boş bir nakarat değildir. Bu bağlam içinde kesinlikle doğrudur.

– 14 Mayıs 2023 Seçiminin işçiler, emekçiler ve ezilenler için önemi nedir?

Türkiye ve Kürdistan’da emekçilerin ezici çoğunluğu bu seçimlere adeta bir „kader“ seçimi olarak bakıyor.

Her şeyden önce, kısmen haklı yanlar taşısa da esasta yanlış bir bakış açısıdır. Burjuva muhalefetin yarattığı hayal satıcılığından başka bir şey değildir. Yanlıştır çünkü, işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin kaderi bu seçimler ne olursa olsun kökten değişmeyecektir. İşçilerin ücretli kölelik konumu, emekçilerin yoksullaşması durumu, ezilen diğer tüm kesimlerin ezilmişliğine köklü bir çözüm bu seçimle, daha doğrusu kapitalist sistem içinde üretilemez. Kimi kısmi düzelmeler olabilir, fakat halkın yaşamını kökten düzeltecek „kader“ini değiştirecek bir değişim seçimler yoluyla mümkün olmayacaktır.

Peki, kısmen haklı olması ne anlama geliyor? Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere emekçilerin „kader“i seçimle değişmeyecek, ancak muhalefeti destekleyen emekçilerin, ezilenlerin bir nebze de olsa „nefes alma“, bu ceberut açık faşizmin kıskacının kısmen de olsa hafiflemesi talebini geçici bir süre karşılaması bağlamında doğru bir yana sahip olabilir.

Bu nedenledir ki, tüm muhalif emekçiler ve emekçi sol güçler açısından AKP-MHP faşizminin seçimlerde yenilgiye uğratılması önemlidir. Millet ittifakının seçimleri kazanması durumunda AKP-MHP’nin kurduğu devlet yapısını tasfiye ederek, öngördüğü devlet restorasyonu için işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin desteğine ihtiyacı olduğunu ve belirli demokratik talepleri karşılamak zorunda kalacağını yukarıda ifade ettik. Elbette bu kimi zaman dillendirilen 61 anayasası gibi burjuva demokratik normlara yaklaşan bir anayasa düzeyinde muhtemelen olmayacaktır. Ancak demokratik talepler tümüyle göz ardı da edilemeyecektir.

Bu bağlamda, söz, ifade ve örgütlenme özgürlüklerinde kısmi bir rahatlama, kadın hareketinin taleplerinin bazılarının kabul edilmesi, Kürt siyasal hareketinin tutsak kadrolarının bir bölümünün serbest bırakılması, kayyumlara teslim edilmiş belediyelerin bir bölümünün iadesi vb. bir takım adımları en azından ilk bir yada iki yıl içinde atacaklardır. Ve hiç kuşkusuz bugünkü boğucu atmosferden bakıldığında, bu adımlar elbette ki değersiz değildir. Öte yandan bu önemli gelişmelerin olabilmesi, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle mücadelenin muhalefetin kazanması durumunda da kesintisiz olarak ve daha güçlü biçimde devam ettirilmesine bağlıdır. Yoksa burjuva muhalefetin kazanması durumunda bu gecici ve kısmi rahatlama kendiliğinden gerçekleşmeyecektir.

– „AKP iktidarı bırakır mı?“ seçim sonuçlarına bağlı olasılıklar

Başkaca yazılarımızda da, AKP’nin devletin yeniden inşası süreci yürüttüğünü ve bu tür süreçlerin seçimler yoluyla kolayca bırakılacak süreçler olmadığın ifade etmiştik. Devlet inşa etmek ya da mevcut devleti yeni bir çıkar ilişkileri temelinde yeniden inşa etmek isteyen bir güç sonuna değin gitmek zorundadır. Çünkü o güne değin var olan çarkı, esaslı ilişkileri bozmakta ve yerine yeni bir zemini koymaktasınızdır. Bu derin ve oldukça sert çatışmalarla yürüyebilen bir süreçtir. Kapitalist sistemde bu süreç, sistem içi karşıt güçlere ve emekçi sınıflara dönük ağır suçlarla birlikte yürür. Durduğunuzda ya da yenildiğinizde genellikle her şeyi kaybedersiniz.

Cumhuriyet tarihinde kuruluş sürecinde M. Kemal ve sistem içi rakipleri arasında mücadelelerin ve emekçi sınıflara ve ezilen Kürt halkına karşı mücadelelerin ne denli sert ve kanlı geçtiğini hepimiz biliyoruz. Devletin yeni-sömürgecilik ve sömürge tipi faşizm temelinde yeniden kuruluşunun öncülüğünü üstelenen Demokrat Partinin bu süreci başarılı biçimde yürütemediğinde başına gelenler de herkes için açıktır. AKP bu noktada bir istisna oluşturmuyor. Dolayısıyla, AKP seçim sonuçlarını sadece kazandığı ve kendisini meşrulaştırdığı ölçüde kabul edecektir. 14 Mayıs seçimleri içinde bu geçerlidir.

Peki AKP’nin seçimleri kaybetmesi durumunda hangi olasılıklardan söz edebiliriz.

Tüm göstergeler mevcut baskı ortamına ve tüm eşitsizliklere rağmen, AKP’nin oy hırsızlığına başvurmadığı ve sonuçları manipüle etmeye dönük dolaplar çevirmediği taktirde kaybettiğini gösteriyor. Öte yandan daha şimdiden açık ki, AKP sahte oylar, oy hırsızlığı vb. yollara başvuracaktır. Bunu daha önceki seçimlerde de yaptı, bu kez de yapacak. Ancak muhalefetin sandık güvenliğini görece sağlayabilmesi durumunda bu imkanları nispeten daralacaktır. Fakat onun seçim sonuçlarını manipüle etme yolları sadece bununla sınırlı değil.

Yüksek Seçim Kurulu (YSK) mevcut yapısıyla RTE’nin adeta özel kurumu durumunda. YSK’da sandıklardan gelen oyların sonuçlarını değiştirmek çok daha kolaydır ve bu yola da kesin biçimde başvuracaktır. Sandıklarda, il ve ilçe seçim kurullarında manipülasyonlar yapmak için, ya da eğer seçimleri her şeye rağmen kaybedeceğini kesin olarak görüyorsa seçim günü kanlı provakasyonlar yoluyla seçimlerin iptal edebilir. Yada sandıklarda güvenlik adı altında parti müşahitlerinin uzaklaştırılması yoluna başvurup oyların sayımını kendi memurları eliyle yapılmasını sağlaması ve sonuçları değiştirmesi mümkündür. Bu noktada da, yeterince başarılı olamadığı taktirde, çeşitli yalanlar temelinde seçimleri YSK eliyle iptal ettirmesi de mümkündür.

Kısacası, AKP-MHP blokunun elinde seçim sonuçlarını değiştirmek için birden fazla seçenek bulunmaktadır. Muhalefetin bu manipülasyonlara direnmesi karşısında çoktandır dile getirdiği ve bu aşamada henüz sınırlı biçimde uyguladığı faşist terör kampanyasını sokaklarda en şiddetli biçimde uygulaması yüksek bir olasılıktır.

Elbette burada en önemli faktör muhalefetin göstereceği tutumdur. Millet ittifakı bileşenleri esas olarak sandık başında alacakları önlemler yoluyla RTE’nin manipülasyon yapmasını engelleyeceğine güvenmektedir. Bu gereklidir, ancak kesinlikle yeterli değildir. Seçim sonuçları her ne pahasına olursa olsun ancak sokakta halkın direnişiyle savunulabilir. Millet ittifakı bileşenlerinin bu noktada güçlü bir irade ve kararlılık göstermeyeceği, hatta provaksyon olur korkaklığıyla evlere hapsetmeye çalışacağı güçlü bir olasılıktır. Bu noktada, işçi sınıfı ve emekçilerin kazanımlarını korumak esas olarak Emek ve Özgürlük İttifakının ve diğer emekçi sol kesimlerin omuzlarında olacaktır. Sandıkta kazanılanın YSK’da kaybedilmesi ve sessiz kalınması tüm toplumsal muhalefet güçleri açısından ağır bir özgüven kaybı ve moral bozukluğu yaratması kaçınılmazdır. Devrimciler ve emekçi sol güçler bu çelişki zeminini gericiliğe ve faşizme karşı güçlü bir mücadele zeminine çevirme sorumluluğu ile karşı karşıyalar.

Öte yandan, AKP’nin yapacağı manipülasyonlara ve sonuçları çalması durumunda neler olabileceği konusunda göz ardı edilen bir başka noktaya başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emperyalistlerin ve yerli işbirlikçi tekelci burjuvazinin bu süreçte ki olası rolüne de değinmek gerekiyor.

1950 sonrasında Türkiye’de gelişen yeni-sömürge kapitalist yapının mimarı ABD emperyalizmi ve batılı emperyalist güçlerdir. Ülkedeki temel sınıfsal dayanakları da yerli işbirlikçi emperyalistlerdir. Ayrıca askeri ve siyasal alanda bir diğer temel aktör bu güçlerin denetimindeki NATO’dur.

Türkiye’de sisteme dair her kritik karar ve gelişme bu güçlerin tercihlerinden, isteklerinden bağımsız gelişemez. Bu bağlamda, Türkiye’de sınıf ilişkilerini ve devlet karakterinin belirlenmesinde önemli bir rol oynayacak olan bu seçimlerin sonuçları da bu güçleri isteklerinden bağımsız olarak ele alınamaz. NATO üyesi ve önemli bir yeni-sömürge konumundaki Türkiye’nin kaderinin, bu güçlere tarafından seçimlere ve burjuva partilerinin ayak oyunlarına bırakılacağını düşünmek en hafif deyişle saflık olabilir.

Batılı emperyalistlerin, özellikle de ABD’de yönetimi oluşturan kliğin esas olarak AKP-MHP ittifakıyla arasına ciddi bir mesafe koyduğu açıktır. Siyaseten yapılan açıklamalara yansımasa da bu gerçek genel bir kabul görmektedir. Daha açıktan ise batılı tekelci titanların sözcülüğünü yapan Time, Financal Times, The Economist gibi İngiltere ve ABD kaynaklı medyada AKP’ye negatif bir tavır, muhalefete ise destek şu veya bu ölçüde görülüyor.

AKP içinde ABD’nin elemanı olarak tanımlanan CIA’ya bağlı Rand Cooperation’da çalışmış Cumhurbaşkanı yardımcısı İbrahim Kalın’ın seçim sonuçları ne olursa olsun uyacağız mealindeki açıklaması aslında ABD emperyalizminin bu yaklaşımının alt bir tondan ifade edilmesi olarak görülmelidir. Yine Türkiye’deki büyük şirketlerin CEO’larıyla yapılan bir seçim anketinde CEO’ların yüzde 60’ının Millet İttifakı kazanacak demesi de yerli işbirlikçi tekellerin tutumunun bir ifadesi olarak ele alınmalıdır.

AKP’ye somut ve görünür destek veren yegane güç Rusyadır. Çin ve Katar’ın desteği ise daha sınırlı ve esas olarak mali alandadır. Ancak bu güçlerin desteklerinin kimi medya operasyonları dışında belirleyici bir rol oynaması beklenemez.

Kısacası, başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emperyalistler ve yerli işbirlikçi tekellerin tümü olmasa da küçümsenemeyecek bir bölümü esas olarak AKP’nin gitmesinden yana bir tutum içindedirler. Elbette çok küçük bir olasılıkta olsa AKP’nin gerçekten kazanması durumunda seçim tablosunu değiştirmeleri mümkün değildir. Ancak AKP’nin kaybettiği seçimi yalan ve manipülasyonlarla kazandığını ilan etmesi ve/veya bunu şiddet yoluyla kabul ettirmeye çalışması ve buna karşı büyük halk hareketlerinin gelişmesi durumunda, bu emperyalist güçlerin de devreye girmesi ve AKP’ye ciddi engeller oluşturması mümkündür.

Türkiye, onlar açısından AKP’nin veya herhangi bir partinin istediği gibi at koşturmayacağı kadar değerli bir yeni-sömürgedir.

AKP’nin seçimleri kaybetmesi durumunda iktidarı bırakıp bırakmayacağı sorusunun yanıtı esas olarak bu faktörler tarafından belirlenecektir.

– Emekçi sol güçler ve devrimcilerin seçimlere yaklaşımı

Boykot tavrı alan küçük bir kesim dışında emekçi sol güçlerin ve devrimci hareketlerin önemli bir bölümü EÖİ ve SGB ekseninde saflaşmış durumda.

Emekçi solun asıl toplaştığı zemin EÖİ. Devrimci sosyalistler, halkçı demokratik çizgisi ve güçlü anti-faşist duruşuyla EÖİ’nı destekliyorlar. Yaklaşık olarak yüzde 10 civarındaki potansiyeliyle EÖİ güçleri kısmen Türkiye ve güçlü biçimde Kürdistan’da sınıflar mücadelesinde, demokratik mücadele de önemli bir rol oynuyor. Olası meclis aritmetiğinde de önemli bir rol oynayacak. SGB’nin bu ittifaka dahil olmaması hem onlar adına talihsizliktir, hem de daha güçlü bir anti-faşist ittifak oluşturamamak bağlamında ciddi bir eksikliktir.

Öte yandan, her ittifak gibi, EÖİ’da süreci kendi içinde çatışmalı ve önemli zaaflarla yürütüyor. Bunun kamuoyuna yansıyan en ciddi boyutu TİP’in ortak liste yerine, dar parti çıkarlarını öne çıkararak ayrı liste çıkarması oldu. Bu tutum fiilen ve kamuoyu nezdinde ittifakı bölmüş oldu. Bunun ittifakın çıkaracağı milletvekilliği sayısını düşürme (ve çoğu yerde AKP’nin milletvekilliği sayısını arttırma) olasılığı ve daha da önemlisi bu büyük anti-faşist ittifakın işçiler, emekçiler ve ezilenler nezdinde belirli ölçüde itibar kaybına neden olması önemli bir zaafiyet olmuştur. Hiç kuşkusuz bu durum seçimler sonrası bütün taraflarca etraflıca tartışılacaktır.

Solun ve özellikle EÖİ’nın seçim sürecindeki önemli zaafiyetlerinden biri de seçim ajitasyonlarında kullanılan dildir. AKP’nin gidişinin, ülkeye bahar getireceği, faşizmin engelleneceği gibi tümüyle gerçek dışı söylemlerle kitlelerde boş hayaller yaratmak tümüyle yanlıştır ve zararlıdır.

Hiç kuşkusuz reformizmin Türkiye ve Kürdistan sol hareketi içinde son 30 yılda etkisini önemli ölçüde arttırdığı açıktır. Ve bu başka tartışmaların konusudur. Fakat bunu da süreç açısından not düşmek gerekiyor. (Bu noktada, bu tür söylemlerin bu denli yaygın ve yoğun kullanılmasında devrimci güçlerin on yıllardır süregelen etkisizliğinin, giderek zayıflamasının ve devrimci bir odak oluşturamamalarının da belirleyici bir rolü bulunuyor. Reformist etkiyi eleştirmek kadar, kendimizin, devrimci güçlerin de payını ifade etmek gerekiyor.)

Bir diğer önemli politik yanlışlığı ise emekçi sol güçlerin neredeyse tümünün geliştirdiği cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı adayı Kılıçdaroğlu destekleme ya da boykot etme tutumudur. Emekçi sol ve devrimciler her zaman çok sayıda düşmanla karşı karşıyadır. Ve tümüyle birden çatışmak çoğu durumda kaybetmeye yol açar. Bu nedenle, belirli bir somut anda var gücümüzle en saldırgan ve tehlikeli düşmanla mücadele ederken, bu düşmanımızla yoğun bir çelişki yaşayan düşmanlarımızla ve henüz açık bir tehlike oluşturmayanlarla çatışmaya girmeyiz.

Bugün seçimler bağlamında Kılıçdaroğlu’nun konumuda ikinci duruma örnektir. Kılıçdaroğlu’na boykot tavrı savaşta hedefi küçültmek yerine büyüten, CHP tabanındaki milyonlarca emekçi sol unsurla kurulması gereken bağı yok sayan yanlış, zararlı düz indirgemeci sekter bir tutumdur. Devrimciler Kılıçdaroğlu’nu desteklemek zorunda değildir, ama onu boykot etmek zorunda da değildirler. Ya AKP, ya Millet İttifakı gibi bir ikilemimiz olamaz.

– Seçimler sonrası görev; devrimci odağın ve politik mücadelenin inşası

AKP-MHP faşizminin seçim sonuçlarını sandıkta ya da YSK’da manipüle edilmesine emekçi sol güçler ve devrimciler izin vermemelidir. Böylesi bir manipülasyon durumunda, sokakta hak arama mücadelesinin öncüsü devrimciler ve emekçi sol güçler olmalıdır. Bu çelişki zemini devrimci mücadelenin önemli ve güncel taktiği olmalıdır. Görev esas olarak bizim omuzlarımızdadır.

Her şeye karşın, AKP’nin kazanması durumunda sürecin tüm toplumsal muhalefet güçleri açısından hızla karanlık rotaya gireceği, tüm legal demokratik çalışma alanlarının ağır bir baskı altına alınacağı kesindir. Her şeye rağmen, açık, meşru, legal tüm demokratik mevzilerimizi korumak, koşullara uygun yeni biçimler altında sürdürmek görevimizdir. Daha da önemlisi öz savunmayı tüm kısıtlılıklara rağmen güçlü biçimde örgütleme çabasına girişmek ve geliştirmek devrimcilerin asli görevlerinden biri olacaktır.

Muhalefetin kazanması durumunda genişleyecek açık, legal mücadele zeminlerinin büyütülmesi, demokratik hakların genişletilmesi mücadelesi büyük bir önem kazanacaktır. Bu hakları en geniş biçimde kullanmak ve mücadeleyi büyütmek temel görevimizden biri olacaktır.

Bu mücadeleler için devrimci sosyalist öncünün yaratılması hedefine odaklanmak ise asli işimizdir.

11.5.23