Ukrayna Savaşında Yalanlar, Gerçekler ve Devrimci Tavır-II (Savaş Gerekçeleri) – F. Kızılırmak

UKRAYNA SAVAŞINDA YALANLAR, GERÇEKLER VE DEVRİMCİ TAVIR – II

F. Kızılırmak

Savaşın Gerekçeleri

Rusya oligarşisinin temsilcisi Putin, Ukrayna’yı işgal edereken esasta yalanlara dayanan gerekçelerle işgali haklı göstermeye çalıştı. Bu noktada, solda da ciddi kafa karışıklıkları olduğu için bu iddiaları ele almak gerekiyor.

4- Putin’in Ukrayna savaşında başlıca gerekçelerinden biri Ukrayna’nın ayrı bir ülke ve ulus olmadığı, Rusya’nın bir parçası olduğu iddiası doğru mudur? Bu temelde Lenin ve SSCB’yi sorunun kaynağı olarak göstermesi ne anlama geliyor?

Putin işgal savaşının temel gerekçelerinden biri olduğunu ifade ettiği Ukrayna’nın ayrı bir ülke ve ulus olmadığı iddialarını şöyle dile getiriyordu:

“Ukrayna, ‘en çılgın milliyetçilerin’ bile hayallerini aşan arazi bağışlarıyla ve hiçbir ön koşul olmaksızın ‘ayrılma hakkı’ tanınarak Bolşeviklerce var edildi. […] Sovyet Ukraynası Bolşevik politikasının sonucu olarak ortaya çıktı. Ona bugün ‘Lenin’in Ukraynası’ desek yeridir. Ve şimdi ‘onların müteşekkir torunları’ Ukrayna’da Lenin heykellerini yıkarken yaptıklarına ‘komünizmden arındırma’ diyorlar. Demek ‘komünizmden arındırma’ istiyorsunuz. Ala, bu bize uyar. Ama neden yarı yolda duralım? Ukrayna için gerçek ‘komünizmden arındırma’nın ne olduğunu size göstermeye hazırız.”

Öncelikle net olarak ifade etmek gerekiyor; Ukrayna ayrı bir ülkedir. Slav bir halktır ve ayrı bir ulustur. Ne Ukrayna ulusu, ne de Ukrayna milliyetçiliği SSCB döneminde oluşmamış, Çarlık Rusyası döneminde oluşmuş ve gelişmiştir.

Ukrayna’nın Slav bir halk olması, dilsel açıdan Rusça yakın bir dile sahip olması, tarihsel ve kültürel yakınlıklar Ukrayna’nın ayrı bir ulus olmadığı iddiasına asla gerekçe olamaz. (Kaldı ki, Doğu ve Orta Avrupa’da Slav halkların kurduğu 10’u aşkın devlet bulunuyor. Bunların ayrı bir ulus olmadığı iddia edilebilir mi?) Almanya, Avusturya ve İsviçre’nin önemli bir bölümü ayrı bir dil de değil, Almanca konuşuyor ve Cermen kökenlidir, birbiriyle komşudur. ABD ve Kanada aynı keza. Ya da ABD, Kanada, Yeni Zelanda ve Avusturulya ingilizce konuşulan ve köken olarak da Anglo-Sakson ülkelerdir. Ama benzer bir iddia yoktur. Birbirine yakın yada aynı dilleri konuşan ülkelerin ve ulusların birbirinin varlığını inkar etme hakkı yoktur.

Putin’in, Lenin ve SSCB’ni Ukrayna’nın ulusal demokratik haklarını tanımasını, sorunun kaynağı olarak göstermesi ise çok yönlü bir içeriğe sahiptir.

Birincisi, yeni bir Rusya imparatorluğu inşa etmek isteyen Putin doğal olarak yeni bir tarih anlatısı inşa etmek istiyor. Ve bu tarih anlatısında elbette Rus imparatorluğunu yıkmış, halkların SSCB’ni kurmuş Lenin’e, sosyalist tarihe ve ulusların kendi kaderini tayin hakkına olumlu anlamda bir yer olamaz. Lenin ve SSCB, enternasyonalist karakteri ve ulusların kendi kaderini tayin hakkına tam bağlılığı nedeniyle Ukrayna ulusunun varlığını, Ukrayna’nın kendi kaderini tayin hakkını çekincesiz olarak kabul etti ve savundu. Bu anlamda, Putin’in aşağılama amacıyla kullandığı „Lenin’in Ukraynası“ nitelemesini devrimci sosyalistler olarak onurla kabul ederiz. Lenin ve SSCB sadece bununla da yetinmedi. „Büyük Rus şovenizmi“ olarak nitelendirdikleri, Rus yayılmacılığını daima mahkum ettiler. Rusya’nın „Büyük Rus şovenizmi“ ve (Ruski Mir -Rus Dünyası) yayılmacılığının, Türkiye’deki izdüşmü ise Türki halklara dönük faşist Turancılık fikridir.

İşte yeni Rus kapitalizmi ve oligarşisi bir türlü kurtulamadığı Lenin ve Sovyetlerle birlikte oluşmuş tarihsel arka plandan, tarih bilincinden, kültürel ve siyasal birikimden, deyim yerindeyse „Sovyet Hayaleti“nden kurtulmak istiyor. Putin savaşın hemen öncesinde Ukraynalılara seslenirken sarf ettiği sözler tam olarak, „Lenin size uydurma bir ülke verdi, ama siz komünizmden arındırma diyerek onun heykellerini yıktınız, şimdi biz gelip komünistlerin eseri olan Ukraynayı yok ederek asıl komünizmden arındırmanın nasıl olacağını göstereceğiz“ anlamına geliyor. Lenin ve komünistlere sınıf kinini ve öfkesini kusan bir söylem kullanıyor. Putin rejimi ve oligarşisi aklı sıra Ukrayna’da kazanacağı zaferle, aynı zamanda Lenin ve SSCB’ye karşı da ideolojik anlamda bir kez daha zafer kazanmayı, Lenin ve SSCB hayaletinin köküne kibrit suyu dökmeyi umuyor. Böylece Rus impratorluğu fikri, „büyük Rus şovenizmi“ iddiaları temelinde oluşturmak istedikleri yeni tarih anlatısının önündeki en büyük ideolojik, kültürel ve psikolojik engelli ortadan kaldırmayı hedefliyorlar.

İkinci olarak, Putin ve yönetimi sağcı yayılmacı bir otokrat olarak her zaman Lenin  ve sosyalizme düşman oldu. Bu yeni bir şey değil. Onun Lenin ve sosyalizme ilişkin dostça bir söylemi olması düşünülemez bile. Lenin karşıtlığının en uç zorlaması ara ara Lenin’in mozalesinin Kızıl Meydan’dan kaldırılmasını istemek oldu. SB’nin Rusya halkındaki anılarını bu yolla gömmek için simgesel bir önemi olan Lenin ve mozalesini tarihten silmeye çalıştı. Ancak halktaki tepki nedeniyle yapamadı. Öte yandan, Sovyetler Birliği söylemini kimi zaman, eski SB coğrafayasındaki hak iddialarına temel oluşturmak için kullandı. Ukrayna meselesinde ise bu hayati önemdeydi. Çünkü Ukrayna’nın ve diğer ezilen halkların özgürlüğünü tanıyan Lenin’di ve Sovyetler Birliği’ydi. Tarihsel arka planı koymak için Lenin ve SB’ne saldırmak zorundaydı. Referanslarını açıkça Çarlık imparatorluğu üzerine kurmak zorundaydı. Ve bunu yaptı. Zaten iktidara geldiğinden bu yana Rusya Federasyonundaki onlarca halkın SB döneminde kazanılmış haklarını kısarak, kendi merkezi yönetimini güçlendirdi. Lenin ve SB’ne böylece saldırması, bundan sonra bu sürecin daha da derinleşeceği anlamına gelir. Öte yandan, onun pragmatist özelliklerinden ötürü, işine geldiğinde yine SB’ne referans yapacağını beklemek lazım.

5- Bugün yaşanan savaşın gerekçelerinden biri olan Kırım, Donetsk ve Lugansk’da neler yaşandı ve nasıl bir tablo söz konusuydu?

2014’de Ukrayna’daki Rusya ve işbirlikçileriyle, Batılı emperyalistler ve işbirlikçileri arasındaki hegemonya savaşında dengeler sert biçimde Rusya’nın aleyhine değişti. Ukrayna’da iktidarı ele geçiren Batılı emperyalistlerin işbirlikçisi oligark fraksiyonu Rus ve Tatar ulusal topluluklarının ulusal haklarına sert biçimde saldırdı, kısıtladı ya da ortadan kaldırdı. Neonazi grupları Ukrayna kontrgerillasının bir bileşeni haline getirerek sahaya saldı. Rus topluluklar özellikle yoğun biçimde bulundukları Donetsk ve Lugansk bölgelerinde direnişe geçtiler. Bu durum, Ukrayna’daki kendisine bağlı oligark fraksiyonunun tasfiyesiyle birlikte bu ülkedeki hegemonyasını yitiren Rusya’nın, özellikle Ukrayna’da bulunan Rus toplulukları üzerinden hamleler geliştirmesi için imkan yarattı. Rusya’nın ilk hamlesi, nüfusunun yüzde 80’i Rus olan (yüzde 10’un üzerinde de Tatar ulusundan halk bulunmaktadır) ve Rusya SSC’ne bağlı iken 1956’da Ukrayna’ya bağlanan Kırım’ı darbenin hemen ardından 2014’de işgal etmek oldu. İşgalin ardından Rusya’nın yaptığı refarandumda Kırım’ın Rusya’ya bağlanması kararı çıktı. Kırım Ukrayna’dan ayrılarak Rusya’ya bağlandı. Yine 2014’de Rus nüfusun çoğunluğu oluşturduğu Donesk ve Lugans bölgelerinde ulusal demokratik hakları gaspedilmesine karşı harekete geçen sol kesimlerin mücadeleleri ve Rusya’nın desteğiyle iki Halk Cumhuriyeti ilan edildi. Donetsk ve Lugansk’daki fiili Halk Cumhuriyetlerinin özerk bölge temelindeki ulusal demokratik talepleri tümüyle haklıydı.Rusya oligarşisi hegemonya mücadelesin de bunu fırsata çevirdi. Ukrayna’daki gerici faşist devlet güçleri derhal saldırıya geçince süreç yaklaşık 14 bin insanın yaşamını yitirdiği savaşa dönüştü. 2014’de Minsk’de taraflar arasında Batılı emperyalistler ve Rusya’nın gözetiminde Lugansk ve Donetsk’deki halkın taleplerinin önemli ölçüde kabul edildiği anlaşmalar yapıldı. Fakat Ukrayna’daki gerici-faşist yöneticiler özellikle Neonazi faşist grupların baskısıyla bu anlaşmaları uygulamadı. Çatışmalar önemli ölçüde azalsa da, süreç çözümsüz olarak devam etti. Ukrayna hükümeti bu bölgelere daha büyük saldırılar için fırsat kolladı. Son olarak geçtiğimiz yıl, Türkiye faşizminin (ve şüphesiz ki, ABD ve Batılı emperyalistlerin bilgisi ve onayı dahilinde) Ukrayna’ya sağladığı SİHA’larla bu bölgelere ciddi saldırılar yapıldı. Kriz yeniden kısmen alevlendi. Ancak Ukrayna karşılaştığı sert direniş nedeniyle bu saldırıları büyütemedi. Fakat sorun, Ukrayna üzerindeki emperyalist hegemonya savaşının en keskin uçlarından biri haline geldi.

Rusya oligarşisinin, Ukrayna’daki Rus topluluğun, Lugansk ve Donetsk’deki emekçi Rusların ulusal demokratik haklarını esas aldığı söylemi tümüyle aldatmacadır. (Hele ki, adı Halk Cumhuriyeti olan alanlarla, oligarşinin dostluk ve kardeşlik içinde olacağını düşünmek en hafif deyişle boş hayalcilik olabilir.) Bu bağlamda, gözden kaçırılan bir başka nokta, Donetsk ve Lugansk bölgelerindeki direnişe öncülük eden ve komünist, sosyalist iddialara sahip olan güçlerin yönetici kadrolarının Minsk anlaşması sonrasında tasfiye edilmesidir. Tasfiyelere paralel olarak yerlerine Rusya’ya çok daha yakın, „ılımlı“ unsurları yerleştirilmiştir. Böylece bu güçlerin denetimi neredeyse tümüyle Rusya’ya geçmiştir. Ayrıca ezilen halkın hamisi rolüne soyunan Rusya oligarşisinin Çeçenistan’da yaptıkları da ortadadır. Dahası, Rusya Federasyonunda bulunan ulusal toplulukların özerk bölgelerinin haklarını sürekli biçimde küçük adımlarla da olsa budamaktadır. Tüm oligarşiler gibi, tüm kapitalist devletler gibi, Rus oligarşisinin ve kapitalist devletinin de asıl derdi yeni sömürü alanları ve yayılmacılıktır, hegemonyacılıktır.

Ukrayna’da Donetsk ve Lugansk’ın Rus halkını koruma gerekçesinin ne denli sahte olduğunu, işgal savaşının daha baştan itibaren tüm Ukrayna’yı işgal savaşı olmasıyla gördük. Diğer emperyalistlerin aslında, Rusya’nın Donetsk ve Lugansk bölgelerine yapacağı bir harekata göz yumacakları, fazlaca seslerini çıkarmayacakları bilinen birşeydi. (Kırım’ın ilhakında bile kimi etkisiz ambargolar uyguladılar.) Fakat Donetsk ve Lugansk’ı gerekçe olarak gösteren Rus oligarşisi doğrudan tüm Ukrayna’yı işgale girişti. Ve gerçek niyetinin Donetsk ve Lugansk’ın kurtarılması vb. olmadığını apaçık gösterdi.

6- Rusya oligarşisi ve temsilcisi Putin savaşın gerekçelerinden biri olan Ukrayna’yı Neonazilerden temizleme iddiası doğru ve haklı mıdır?

Ukraynalı Neonaziler

Ukrayna’da Neonazi grupların tarihi 2. Paylaşım savaşı öncesine değin uzanıyor. Aşırı sağcı milliyetçi grupların ise 1900’lerin başına uzanan bir tarihi var. SSCB’nin çöküşünün ve Ukrayna’da oligarşinin egemenliğinde kapitalizmin inşasına girişilmesinin ardından, aşırı sağ milliyetçi gruplar ve Neonazi çeteler hızla örgütlendi. 2014’de Ukrayna’da batı işbirlikçisi oligarşi fraksiyonu darbe yaparken Neonazi gruplar ve sağ sektör olarak tanımlanan aşırı sağcı milliyetçi kesimler darbeye aktif olarak katıldı. Katliamlar gerçekleştirdiler ve darbenin ardından Ukrayna kontrgerillasının resmi olarak bir parçası haline getirildiler. Ancak unutmamak gerekiyor ki; bu çeteler 2014’de aniden ortaya çıkmış değildir. 1990’dan 2014’e değin geçen 24 yılda, Ukrayna’da 2004-8 arası 4 yıllık dönem dışında, Ukrayna’da egemen olan Rusya yanlısı oligarşi fraksiyonudur. Bu Neonazi çeteler ve sağ sektör Rusya yanlısı oligarşi iktidardayken kurulup büyütülmüştür. Bunlara karşı o dönemde herhangi bir ciddi önlem alınmamıştır. Her kapitalist devlet ve oligarşi gibi, Ukrayna’nin Rusya yanlısı oligarşisi de bu gruplara gerektiğinde kullanacağı faşist araçlar olarak bakmıştır. 2014’deki darbede ise bu gruplar karşı cephede yer almıştır. Öte yandan, bu Neonazi gruplarının gücü Rusya’nın iddia ettiği gibi devasa boyutlarda değildir. Neonazi grupların halk desteği sadece yüzde 1 ile 2 arasındadır. Sağ sektör denilen aşırı sağcı grup ve partilerin ise aldığı en yüksek oy 10’lar civarında olmuştur. Türkiye ile kıyasladığımızda, neoNazi gruplara denk gelen MHP’nin yüzde 10’lar civarında oy aldığı, sağ partilerin ezici çoğunluğunun, Ukrayna’daki sağ sektörle aynı çizgide olduğu düşünülürse, Ukrayna’da iddia edildiği gibi devasa bir Neoazi gücü olmadığı da görülür.

Rusyalı Neonaziler

Diğer yandan, Neonazi ve aşırı sağcı grup ve partiler bağlamında Rusya’ya da bir bakmak gerekiyor. Rusya’da 1990’dan bu yana ciddi bir Neonazi örgütlenmesi bulunuyor. Rusya oligarşisi de, tıpkı Ukrayna oligarşisi ve diğer oligarşiler gibi, Neonazi çeteleri birer kontrgerilla gücü olarak örgütlemekte, beslemekte, desteklemekte ve gerektiğinde kullanmaktadır. Somut olarak baktığımızda; 2008’de Rusya’da 150 neoNazi örgüte üye 500 bin kişi vardı. 70 bin kişi ise neoNazi Dazlak gruplarında örgütlü. 2015’de yayınlanan bir araştırmada, Rusya’da neoNazi grupların saldırılarında her yıl 20 ila 50 kişi öldürülmekte, yüzlerce kişi ise yaralanmaktadır. Öldürülenler genellikle Ruslara benzemedikleri iddia edilen Orta Asyalılar ve Kafkasyalılardır. Yine aşırı sağcı Jirnovski’nin Liberal partisi 2021 seçimlerinde yüzde 7.55 oy oranıyla 3. parti konumunda bir başka aşırı sağcı parti Rodina ise 0.80 oy oranına sahip. (Rusya Federasyonu Komünist Partisi isimli, her konuda Putin’i destekleyen sahte KP’de esas olarak milliyetçi bir parti olarak tanımlanmaktadır.) Bu oranlar ve sayılar, Rusya’daki Neonazi ve aşırı sağ grupların, Ukrayna’dakilerle aşağı yukarı aynı güce sahip olduğunu gösteriyor. Ve bu parti ve grupların tümü Putin’in politikalarını desteklemektedir. Öte yandan, Rusya, Almanya ve başkaca Avrupa ülkelerindeki Neonazi gruplarının baş destekçisi konumundadır. Bunlar Rusya’da rahatça askeri ve siyasi eğitim kampları yapabilmektedir. Rusya ayrıca Macirastan’daki faşist Orban iktidarının baş destekçilerinden biridir. ABD’deki faşizan Trump yönetiminin de baş destekçilerinden biri konumundaydı. Fransa’da ırkçı faşist Le Pen’in partisi, Almanya’da AfD vb yeni faşist partilerle, Avrupa’daki ve dünyadaki faşist partilerin Putin Rusyasıyla sıkı bağları ve destek ilişkileri bulunuyordu. Türkiye’deki faşist Erdoğan rejimiyle en iyi ilişkileri kuran, hatta darbe sırasında onu kurtardığı söylenen kişi Putin’dir.

Ukrayna’da Neonazi grupları temizleme iddiasıyla kendini adeta anti-faşist bir kahraman ilan eden Putin ve oligarşisinin sınıf karakteri gereği zaten faşist çetelere karşı düşman olması beklenemez. Eğer Neonazileri ve aşırı sağı temizlemek istiyorsa, doğal olarak buna kendi ülkesindeki devasa Neonazi çetelerle başlaması gerekirdi. Ve tabii ki, diğer ülkelerdeki Neonazi ve diğer faşist parti ve yönetimleri desteklemeyi bırakması gerekir. Kısacası, Putin ve oligarşisinin Ukrayna’daki Neonazileri temizleme iddiası ne doğru ve ne en ufak bir tutarlılığa sahiptir. Putin’in savaş sürerken, Neonazi grupların en etkin ve başlıca yönetici oldukları kurum olan Ukrayna Ordusuna seslenerek „yönetimi alın sizinle daha rahat anlaşırız“ mealinden sözler söylemesi, aslında bu yalanı bir kez daha gözler önüne serdi. Anti-faşist, ya da anti-Nazi söylemi işine geldiği zaman, tıpkı batılı emperyalistler gibi manipülasyon amacıyla kullanmaktadır.

7- Putin oligarşisinin Rusya NATO tarafından Ukrayna üzerinden kuşatılıyor, kışkırtılıyor iddiası haklı mıdır? NATO’yla Putin oligarşisi arasındaki ilişkiler nasıl gelişti?

Öncelikle şunu net olarak ifade etmek gerekiyor; tüm emperyalist devletler, hatta tüm kapitalist devletler yayılmacıdır, güçleri oranında dünya ölçüsünde veya bölgeleri ya da çevrelerindeki ülkeler bağlamında hegemonyacıdırlar. Diğer ülkeleri kuşatmaya, ezmeye ve hegemonya kurmaya çalışırlar. Ve bu temelde sınıf ilişkilerini kendi çıkarlarına uygun biçimde yeniden kurmayı hedeflerler. ABD emperyalizmi ve Batılı emperyalist güçlerin Rusya’yı ve hegemonya alanları dışına çıkan, çıkmaya çalışan başkaca ülkeleri kuşatması, emperyalist-kapitalist sistemin işleyişinin doğası gereğidir. Rusya’da benzer biçimde eski SB ülkelerinde ve başkaca alanlarda aynı tutumu gösteriyor. Fakat bu, hiç bir emperyalist ülkeye başka bir ülkeye saldırma hakkı vermez. „Bizi kuşatıyorlar“ söylemi, hiç bir emperyalist işgali ve saldırganlığı için gerekçe olamaz.

Rusya NATO’yla 1991’den bu yana sürekli gelişen ve derinleşen kurumsal ilişkiler kurmuştur. Öyle ki, bir dönem Putin, NATO’ya katılımı dahi dillendirmiş, fakat bu istem özellikle ABD tarafından, NATO içinde kendisine rakip olma potansiyeline sahip bir ülke istemediği için kabullenilmedi. Fakat bu, Nato ile ilşkilerin güçlü biçimde kurulmasını engellemedi. Rusya ile birlikte 11 eski SSCB ülkesi 1991’den sonra NATO’yla kurumsal ilişkiler kurdu. 1994’de „Barış İçin Ortaklık“ programına, 1997’de „Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyi“ne Rusya ve Ukrayna ile birlikte bu ülkelerde katıldı. 2000’li yıllarda ise eski Sovyet cumhuriyetleri Litvanya, Letonya ve Estonya, diğer doğu Avrupa ülkeleriyle birlikte NATO’ya katıldı. Rusya, bu gelişmelere sızlanmaların ötesinde herhangi bir tepki göstermedi. Neden? Çünkü Rusya güçsüzdü, henüz iddialı emperyal çıkışlar için güç kazanmamıştı. Öte yandan, 2008’de Ukrayna ve Gürcistan, NATO’ya üyelik başvurusu yaptılar. Fakat NATO bu başvuruları da kabul etmedi. Hem bu ülkelerin istikrarsız yapıları ve hem de Rusya ile ilişkileri daha fazla germemek için böylesi bir karar alındı. 2008 sonrasında ise bu iki ülkenin NATO’ya alınması olasılığı, 2008 Rusya-Gürcistan savaşı ve Gürcistan’da Rus askerlerinin olması nedeniyle, 2014 Ukrayna darbesinden sonra ise Donetsk ve Lugansk’daki savaş koşulları nedeniyle zaten sıfır noktasında bulunuyordu. (NATO, savaş/iç savaş durumu yaşayan ülkeleri esas olarak üyeliğe kabul etmiyor.) Kaldı ki, bu ülkelerin NATO’ya üye olması da, Rusya’ya bunlara savaş açma hakkı vermez. Rusyanın, Karadeniz’den komşusu Türkiye 70 yıldır NATO üyesidir, 1990 öncesi yüzü aşkın, günümüzde ise onlarca NATO ve ABD üssüne ve nükleer silahlarına ev sahipliği yapmaktadır. Rusya’nın diğer sınırdaş olan veya olmayan batı komşularının (Moldovya, İsveç ve Finlandiya hariç) NATO üyesidir. Fakat ne SSCB döneminde, ne de sonrasında bu ülkelerin NATO üyesi olması üzerinden savaşlar ya da savaş tehditleri olmadı. Üstelik, Ukrayna’nın yukarıda belirttiğimiz nedenlerden ötürü, kısa ve orta vadede NATO üyesi olmayacağını, olamayacağını Rusya net olarak biliyordu. Rusya’nın NATO’ya verdiği Ukrayna’yı üye yapmama kararı verin ve doğu Avrupa’daki NATO ülkelerinden silahlarınızı çekin ültimatomu ise kabul edilmeyeceği bile bile verilen bir ültimatomdur. NATO gibi dünyanın en büyük emperyalist savaş-terör örgütünün; hangi ülkeyi kabul edeceğine ya da hangi silahlarını nereye konuşlandıracağına Rusya’nın karar vermesini kabul edeceğini beklemek, kamuoyu yaratmaya ve safları manipüle etmeye dönük basitçe bir propaganda hamlesidir.

NATO genişlemesi

Aynı biçimde, NATO’nun Ukrayna’yı Rusya’ya karşı büyük çaplı silahlandırdığı iddiaları ise esasta boş iddialardır. Yıllık birkaç yüz milyon doları aşmayan askeri yardımlar söz konusu olmuştur. (Kıyaslama açısından Türkiye’nin Rusya’dan aldığı sadece birkaç S 400 bataryasının fiyatı 2.5 milyar dolardır.) Yani ABD ve NATO’nun Ukrayna’ya askeri yardımları hiç bir zaman ciddi önem taşıyan bir düzeyde olmamıştır. NATO, Ukrayna’ya ne savaş uçağı, ne tank, ne topçu veya ağır füze bataryaları, ne de gelişmiş hava savunma füzeleri vermiştir. Görece önemi olan hafif tanksavarlar ve omuzdan atılan hafif hava savunma füzeleri ise, ancak savaştan kısa süre önce verilmiştir. Bu durum, NATO’cuların bunu istememesinden değil, kritik nitelikteki  silahları Ukrayna gibi geleceği belirsizliklerle dolu bir ülkeye vermek istememelerinden kaynaklanmıştır. Kısacası, savaşta kritik önem taşıyan, güç dengesinde ciddi bir değişiklik yapabilecek herhangi bir askeri yardımı söz konusu değildir. Ayrıca Ukrayna’da tek bir NATO üssü de bulunmamaktadır. NATO’nun askeri desteği esas olarak, Ukrayna ordusunun ve kontgerillasının eğitiminde yoğunlaşmıştır.

Toparlarsak, NATO-Rusya, NATO-Ukrayna ilişkilerine en kaba boyutlarıyla bile baktığımızda apaçık görünen gerçekler, Putin ve oligarşisinin anlattığı gibi değildir. Öte yandan, Putin’in NATO’ya özel bir karşıtlığı olmamıştır. Tersine, NATO’ya katılmak isteyen, ancak katılamayan Rus oligarşisinin temsilcisidir. NATO’nun doğu Avrupa ülkelerini saflarına dahil ederek izlediği genişleme politikası sadece Rusya ile ilgili değildir. Avrupa’nın içinde bu ülkeler yoluyla güçlenme, Almanya ve Fransa’nın merkez-kaç tutumlarını engelleme vb birçok nedeni bulunuyor. Rusya’yı çevreleme bu nedenlerin temel olanlarından sadece biridir. Ukrayna’yı yeni-sömürgeleştirerek Batı emperyalizminin hegemonyasına dahil etme çabası da, tek bir neden üzerinden değil, bir çok hesapla birlikte düşünülmelidir. Evet, Rusya’nın çevrelenmesi temel nedenlerden biridir. Fakat NATO’ya alma vb bir pratik adım olduğu en azından aktüel olarak söylenemez. NATO zaten batı’dan Rusya’yı yeterince çevrelemiştir. Ukrayna’nın Slav olduğu bu nedenle Rusya açısından özel bir önemi olduğu söylemi ise Rusya’nın faşizan milliyetçi söylemenin bir parçasıdır. Ayrıca tutarsız ve gerçek dışıdır. Şu anda NATO üyesi olan Polonya, Bulgaristan, Çekya, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan, vb ülkeler de Slav’dır. Ve bu ülkeler NATO’ya dahil olurken Putin’in sesi çıkmamıştır.

Sonuç olarak; Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya ve AB’ye dahil olması, salt Rusya ile ilgili değildir, fakat Rusya’nın çevrelenmesi politikası da bu gelişmelerin ana unsurlarından biridir. Dolayısıyla, bölgedeki tüm gelişmeleri Rusya üzerinden okumak, tek yanlı ve doğru olmayan bir görüş açısıdır. Bu görüş açısından türetilen ve Rusya’nın saldırısını en azından makul gösteren yaklaşımlar ise, Ukrayna’yı işgal etmek için köpürtülen yalanlara kanmak ya da destek olmak anlamını taşır. Bütün bunlar kadar önemli olan bir diğer nokta ise, hiç bir ülkenin „senin benim için tehdit oluşturduğunu düşünüyorum, beni kışkırtıyorsun“ vb. söylemlerle yek diğerini tehdit ya da işgal etmesinin meşru görülemeyeceği, kabul edilemeyeceğidir. Bu tipik emperyalist saldırganlık söylemidir. Amerikan emperyalizmi ve NATO, bir kısım saldırılarını bu temelde meşrulaştırmaya çalışmış ve dünya halkları bu saldırganlıklara karşı durmuştur. Kaldı ki, uluslararası ilişkilerdeki meşruluk ilkeleri açısından da asla meşru bir söylem değildir. Bu söylemleri geçerli ve meşru saymak, başta ABD emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalistlerin bugüne değin yürüttükleri savaş ve işgallere meşruluk kazandırmak, yalan ve demagoji temelinde deyim yerindeyse orman kanunlarını kabul etmek anlamına gelir.

8- ABD öncülüğündeki Batılı emperyalistlerin Ukrayna savaşındaki hesapları nelerdir?

1990’da SSCB’nin çöküşü, aynı zamanda iki kutuplu dünyanın da çöküşü, emperyalist-kapitalist sistemin tüm dünyada egemen sistem haline gelmesi ve ABD’nin de dünyanın tek hegemonu, süper güç olması anlamına geliyordu. ABD emperyalizmi dünya hegemonu olma konumunun süreç içinde büyüyecek, ya da ittifaklar yoluyla büyük güç alanları oluşturacak başkaca emperyalistler tarafından tehdit edileceğinin de farkındaydı. Sovyet sonrası dönemde emperyalist-kapitalist dünya sistemini yeniden inşa ederken hesaplarını da buna uygun olarak yaptı. Temel hedefi kısa ve orta vadede tek hegemon olma konumunu koruma, rakip güçlerin güçlenmesi ve biraraya gelişlerini engelleme, uzun vadede ise hegemonyayı mümkün olduğunca en sınırlı biçimde paylaşma ve en azından „eşitler arasında birinci olacağı“ ve üstünlüğünü koruyacağı bir hegemonya sistemini inşa etmek olarak belirledi. Bu noktada, Medeniyetler Çatışması stratejisiyle dünyayı müttefikler ve rakipler olarak çeşitli bölümlere ayırdı. Batı medeniyeti, yani batılı emperyalistler (Batı Avrupa, NATO bağlamında Doğu Avrupa’nın Rusya dışında kalan bölümleri, Anglo-Sakson ülkeler -Kanada, İngiltere, Avusturalya, Yeni Zelanda-, Japonya ve İsrail) ana müttefik olarak belirlendi. Dünyanın geri kalanı bölümü ise Latin Medeniyeti, Slav Medeniyeti, Çin Medeniyeti, Hint Medeniyeti, İslam Medeniyeti vb. biçimde kodlanarak rakip ve engellenmesi gereken güçler olarak bölümlendi. Bu stratejiyi tamamlayacak tarzda, Eksen Ülkeler vb. gibi alt hegemonya stratejileri de geliştirildi. Orta ve uzun vadede ana tehlike Çin olarak netleştirildi.

2010’lara değin, ABD emperyalizminin dünya hegemonyasına açık ya da örtük biçimde meydan okuyan herhangi bir emperyalist güç söz konusu değildi. Bu nedenle, ABD emperyalizminin 2010’lara, hatta 2020’ye kadar esas olarak bölgesel düzeyde düzeyde hegemonyasını güçlendirmeye dönük hamleler yaptığı görüldü. İslam Medeniyeti olarak kodladığı Ortadoğu alanına dönük BOP hamlesi, Latin Medeniyeti olarak kodladığı Latin Amerika ülkelerine Plan Kolombiya eksenli hamleler geliştirildi. Bu bölgelerde ABD ve Batı hegemonyasını tahkim etmeye, toplumsal yapıları, 1990 sonrası güç ilişkilerine ve değişim sürecine uygun olarak düzenlemeye dönük askeri, siyasi, ekonomik, kültürel çok yönlü saldırılar gerçekleştirildi. Kısmi başarılar kazanıldı, kimi noktalarda tıkandı. Fakat esas olarak Batılı emperyalistleri kendi etrafında saflaştırmayı az çok başarabildi. Pek çok ülkedeki egemenliğini yeniden inşa edebildi.

2010’lardan itibaren, bir yandan bu bölgesel planları işletirken, diğer yandan da gözünü Çin’in muazzam bir hızla ekonomik bir dev olması, askeri ve siyasi olarak güçlenmesi ve Rusya’nın bir emperyalist güç haline gelme çabalarının yoğunlaşması gibi gelişmelere çevirdi. Gücünü hızla Ortadoğu ve Latin Amerika’daki bölgesel hegemonyayı yeniden kurma mücadelesinden, dünya hegemonyası mücadelesinde güçlenen rakiplerine karşı stratejiler oluşturmaya ve harekete geçmeye yoğunlaştırmadı.

Bu noktada, ABD oligarşisinde iki ana yaklaşımın hakim olduğu görülüyor.

Cumhuriyetçi Parti kanadı doğrudan Çin’i engellemeye dönük büyük bir mücadelenin başlatılması gerektiğini savunuyor. Rusya ile çatışmaya girmeme, tarafsız hale getirme, hatta mümkünse Batı’nın yanında Çin’e karşı mücadeleye dahil etme düşüncesine sahipler. Trump döneminde Rusya ile kurulan iyi ilişkiler ve Çin’e yönelik aşırı saldırgan tutumlar, ambargolar, gümrük uygulamaları, Çin’li iş insanlarının tutuklanması vb.gelişmeler bu politikanın sonuçlarıydı. Demokrat Partinin temsil ettiği kanat ise tersine öncelikle daha zayıf ama daha saldırgan davranabilen Rusya’nın darbelenerek zayıflatılması ve mümkünse zayıflamış konumuyla Batı hegemonyasına dahil edilmesini savunuyor. Böylece Çin’in en önemli ve askeri birikim açısından en güçlü olası müttefikinden yoksun bırakılması politikasını savunuyor. Yanlız kalacak Çin’in çok daha kolay alt edilebileceği düşüncesine sahipler. Biden döneminde Rusya’ya karşı geliştirilen sert tutumların arka planında bu strateji bulunuyor.

Bu noktada, Ukrayna meselesi ABD emperyalizmine önemli bir imkan ve bugün göründüğü kadarıyla aynı zamanda tuzak kurma zemini sağladı. Ukrayna’nın NATO’ya kısa ve orta vadede alınması mümkün ve söz konusu değilken, adım adım bu konu düşük tonlarda da olsa NATO üzerinden dile getirilmeye başlandı. Ukranya’nın işbirlikçi devlet başkanı Zelensky derhal bu koroya katıldı. Bu konunun kışkırtıcı tarzda gündeme getirilmesiyle birlikte, Rusya’da hemen bu sahte zemine dahil oldu. Karşılıklı tehditler yoluyla sular hızla ısıtıldı. TC’nin Ukrayna’ya SİHA satışlarına göz yumuldu. Bu SİHA’ların çatışmalı bölgeler olan Donetsk ve Lugansk dışında kullanılabileceği bir alan bulunmuyordu. Ve kullanıldılar. Böylece Donetsk ve Lugansk’da tansiyon yükseltildi. Ukrayna özel kuvvetleri, kontrgerillası ve ona dahil olan Neonazi güçler yoğun biçimde uzun süreli bir kontrgerilla savaşına göre eğitildiler. Bu yoldan, Rusya’yla konvansiyonel bir savaşta hiç bir şansı olmayan Ukrayna’nın gerici-faşist güçleri uzun ve esas olarak daha hafif ve orta silahlarla yürütülecek bir savaşa hazırlandılar. Suların tam ısındığı noktada, ABD emperyalizmi ve diğer Batılı emperyalistler, Ukrayna için Rusya ile savaşa girmeyeceklerini ilan ettiler. Fakat ekonomik ve diğer yaptırımlarla karşılık vereceklerini açıkladılar. Ancak bunların içeriğini net biçimde belirtmediler, ya da henüz savaş başlamadan caydırıcı bir önlem açıklamadılar. Böylece askeri açıdan, Rusya’yla Ukrayna başbaşa bırakıldı. Adeta Rusya’ya Ukrayna saldırısı için yeşil ışık yakıldı.

Futbol terimiyle ifade edecek olursak, burada top artık Rusya’ya geçmişti. Rusya emperyalizminin süreci okuma ve öngörü yeteneği, farklı dinamikleri, imkanları ve zorlukları hesaplayabilme kapasitesi sürecin hamleleri konusunda tayin edici olacaktı. İlk olarak, Rusya askeri açıdan dört parametreyle hareket etti; birinci hareket noktası, elindeki dünyanın en büyük nükleer silah stokları nedeniyle, Ukrayna’da ne denli ileri giderse gitsin, ABD ve NATO’nun kendisine askeri olarak müdahale edemeyeceği düşündü. İkinci ve bununla bağlantılı olarak, hava gücü çok sınırlı ve en yenisi 30-35 yıllık yenilenmemiş uçaklardan oluşan, hava savunma sistemi eski, kara ordusunun ciddi bir ağır silah altyapısı olmayan, deniz gücü ise hiç bulunmayan Ukrayna’yı güçlü ordusuyla birkaç gün kısa sürede ezeceğini ve ülkeyi tümden düşüreceğini düşündü. İkinci olarak, fazlaca kayba neden olmayacak, kısa sürede, adeta göz açıp kapayıncaya kadar bitecek bir savaşın sırasında ve sonrasında Rusya halklarının ciddi bir tepkisiyle karşılaşmayacağını, ortaya çıkacak küçük çaplı tepkilerinde devlet terörüyle bastırabileceğini, dahası kısa sürede kazanılacak zaferle halkın geniş kesimlerinin onayını alabileceğini, savaş karşıtı kesimleri tecrit edebileceğini düşündü. Aynı biçimde kısa ve az kayıbın yaşanacağı bir savaşın, Ukrayna halkının tepkisini sınırlı ölçüde çekeceğini, kısa bir sürede güçlü bir manipülasyon ve önlemlerle halkın desteğini güçlü biçimde sağlayabileceğini hesap etti. Bu, aynı zamanda büyük bir meşruluk zemini de yaratabilirdi. Üçüncü olarak, ekonomik açıdan birkaç gün gibi kısa bir sürede bitecek bir savaşın ekonomik külfeti karşılanabilirdi. Ekonomik yaptırımların ise 2014’den bu yana uygulanan yaptırımlardan biraz daha fazla olabileceğini, fakat çok da ağır olmayacağını sandı. Bu da göğüslenebilirdi. Ciddi bir döviz rezervi vardı ve petrol ve gaz satışlarının gelirleri kayıpları dengeleyebilir göründü. Dördüncü olarak, başta belirli bir düzeyde ittifak kurmuş olduğu Çin olmak üzere, Hindistan vb ülkelerden alacağı güçlü siyasi ve ekonomik destekle Batının yaratacağı çok yönlü basıncı karşılayabileceğini düşündü. Ayrıca ABD’nin batılı müttefiklerinin kendisine karşı alacakları tutumda çelişkiler yaşamalarının hem askeri, hem ekonomik yaptırımlar konusunda büyük bir avantaj yarattığını düşündü. Savaşın ardından da muhtemelen bu anlaşmazlıkların süreceğini ve hatta belki de derinleşeceği hesabını yaptılar. Bu hesaplar temelinde Rusya, Ukrayna’yı topyekün işgalin mümkün olduğunu, böylesi oldukça büyük bir lokmayı yutabileceğini düşündü ve savaşa girdi.

Savaş sürüyor, Rusya kuvvetleri Ukrayna’da ilerliyor. Ve henüz savaşın ne tür sonuçlar yaratacağı net değil. Fakat Rusya’nın yukarıda özetlediğimiz olası hesaplarının neredeyse tümünün sorunlu olduğu, hatta tutmadığı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı. Tam tersine, ABD emperyalizminin savaş öncesinde yaptığı çok yönlü hazırlıkların savaşta belirleyici hale gelmeye başladığı görülüyor. Herşeyden önce, Rusya ordusunun işgali birkaç gün içinde tamamlama planları tutmadı. Savaş uzuyor, Rusya kuvvetleri hava gücü olmayan, ciddi bir kara gücü bulunmayan Ukrayna ordusunu çok sınırlı alanlarda sökebildi. Savaş uzatmalı bir savaşa dönüşüyor ve tüm NATO ülkeleri uzatmalı bir savaş için ve kent savaşları için Ukrayna güçlerinin ihtiyaç duyacağı tanksavar füzelerini ve özellikle helikopterlere ve çok alçaktan uçan savaş uçaklarına karşı etkili olan stinger füzlerini büyük miktarlarda Ukrayna’ya ulaştırıyor. Ülkenin batı ucundaki Liviv kentini başkent Kiev’in düşmesi durumunda yönetim merkezi olarak hazırlandığı bilgileri yayılıyor. ABD emperyalizminin yıllardır kontrgerilla eğitimi verdiği Ukrayna özel kuvvet birimleri ve Neonazi gruplar uzatmalı bir savaşa ve kent savaşlarına zaten hazır durumdalar. ABD emperyalizminin istediği asıl şeyde tam olarak buydu; uzun bir yıpratma savaşı… Buna bağlı olarak, savaşın başlamasıyla birlikte, daha önce dağınık görünen batılı emperyalist cephe hızla ABD emperyalizminin etrafında çok güçlü biçimde birleşti. Sadece bunlar değil, tarihsel ve resmi olarak tarafsız konumda olan ülkeler (İsviçre, Avusturya, Finlandiya, İsveç) bile ABD emperyalizminin yanında saf tuttu. Buna bağlı olarak Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlar adeta yağmur gibi ve hızla ağırlaşarak geldi. Belki öldürmeyecek, ama halk deyişiyle süründürecek, komaya sokacak yaptırımlar birbirini izliyor. Sadece genel yaptırımlar değil, Rus siyasetinde belirleyici olan özel kişilere de yaptırımlar geliyor. Bu bağlamda, yağmacı Rus oligarklarının yasal ve yasadışı yollardan ülkeden çıkardıkları büyük servetlere parça parça el konuyor. Rus oligarşisi güçlü biçimde geri adım atmaya zorlanıyor. Sadece ekonomik yaptırımlar değil, hava sahasını kapatma, sosyal, kültürel, sportif vb. her alanda yaptırımlar adeta yağmur gibi yağıyor. Birkaç aylık kısa vade de bunlar göğüslenebilir gibi görünse de, süre uzadıkça bu düzeydeki yaptırımların Rusya ekonomisini önemli ölçüde işlemez hale getirmesi kaçınılmazdır. Rusya oligarşisi ve halkı şimdiden bunların sonuçlarıyla yüzleşmeye başladı. Diğer yandan, savaşın kısa sürede bitmemesi sonucu, Putin’in beklemediği birşey daha oldu. Rusya’da milyonlarca insanın katıldığı 60 kente yayılan gösteriler ve değişik eylemler gerçekleştiriliyor. 3 Mart itibariyle 8 bini aşkın gözaltı ve tutuklamaya rağmen, toplumun bütün kesimlerinde savaş karşıtı eylemler büyüyor. Putin’in tüm iktidarı boyunca karşılaştığı en büyük protestolar gerçekleşiyor. Savaş uzadıkça savaşa olan desteğin giderek hızlanan biçimde azalacağı kesin görünüyor. Ukrayna halkı da zaten onay vermediği savaşın uzamasıyla birlikte, pek çok yerde silahsız olarak sokağa çıkarak işgal ordusunun önüne geçiyor. Rusya’yla olan tarihsel ve kültürel yakınlık nedeniyle varolan kardeşlik duyguları hızla eriyor. Rusya’da savaşa olan rızanın bu denli kısa sürede erimeye başlaması, Ukrayna’da halkın savaş koşullarına rağmen sokağa çıkmaya başlaması, Rusya oligarşisinin hızla zayıflamasında da diğer faktörler gibi kilit bir rol oynayacaktır.

Rusya oligarşisi müttefikler cephesinde de pek iyi haberler almıyor; Çin, Rusya’ya açıktan destek vermediği gibi, Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün korunması, ateşkes vb şeylerden söz ediyor. Açık ki, Çin, pek de iyi gitmeyeceği daha şimdiden belli olmaya başlayan Rusya’nın Ukrayna savaşına angaje olarak, mücadelenin bu oldukça kızgın aşamasında ABD ve diğer batılı emperyalistlerin hışmını kendi üzerine çekmek istemiyor. Çünkü, Rusya’nın Ukrayna savaşını kazanmasının Çin’e getireceği özgün bir kazanım bulunmuyor. Hatta denilebilir ki, ABD ve batılı emperyalistlerin Rusya ve Ukrayna sorunuyla uğraşmaları ve dikkatlerin kendisinin üzerinden uzaklaşması, en azından bir kaç yıl batıdan kaynaklı sorunların/saldırganlığın nispeten azalması anlamına geleceği için Çin’in işine de geliyor olabilir. Elbette Çin, muhtemelen Rusya’nın tümden zayıflatılmasının önüne geçmeye çalışacaktır. Ancak Rusya’nın beklediği destekten eser dahi bulunmuyor. Bu gelişmeler, Rusya, Ukrayna’nın tümünü işgal etse bile, bu zaferinin kendi gücünü tüketen bir pirus zaferine dönüşmesinin oldukça yüksek bir olasılık haline gelmeye başladığını da gösteriyor.

Şu an itibariyle ortaya çıkan bu tablo, ABD emperyalizminin Ukrayna krizi ve savaşı yoluyla Rusya emperyalizmini deyim yerindeyse dört başı mamur uzun bir yıpratma savaşına çekmeye başladığıdır. ABD emperyalizmi bu savaş yoluyla Rusya’nın askeri, ekonomik, siyasal, kültürel ve diğer tüm dinamiklerini ve gücünü emecek ve önemli ölçüde tüketecek bir savaş sürecinin zeminlerini döşemiş, kışkırtıcılığını yapmıştır. Süreç bugün esas olarak bu yönde ilerlemektedir. Sürecin ABD’nin Saddam’ın Kuveyt’i işgaline önce yeşil ışık yakıp, ardından işgalci diyerek Irak’ı yerle bir etmesi tuzağının, bugünkü koşullarda farklı bir versiyonuna dönüşmesi artık yüksek bir olasılık haline gelmiştir. Bu süreç, Irak-Kuveyt savaşı ve sonrasında olduğu gibi, komplo vari gizli-kapaklı bir oyun biçiminde de gelişmiyor. ABD emperyalizmi Rusya’ya karşı niyetini, hedeflerini daha başta açıkça ifade etmiş ve ortaya koymuştur. Süreci de baştan itibaren bu temelde açıkça geliştirmiştir. Başta Putin olmak üzere, Rusya oligarşisinin kibirli ve güç zehirlenmesine uğramış temsilcileri bu durumu hızla kavrayarak, bu süreçten çıkışın yolunu bulup bulamayacaklarını şimdiden söylemek mümkün değil. Bu türden bir manevra yapmamaları yada yapamamaları durumunda, Rusya’nın bu süreç içinde halk deyişiyle ölmese bile sürenecek, komalık olacak duruma gelmesi olasılığı oldukça yüksektir. Bu süreç, güçlü Rusya’nın simgesi haline gelen Putin’in iktidarı yitirmesine ve yerine Batıyla daha uzlaşmacı bir çizgi izleyen bir parti ve başkanın gelmesine kadar uzanabilir. ABD emperyalizminin bu yoldan Rusya’yı hegemonya savaşı sürecinin önemsiz, ya da daha az önemli bir oyuncusu haline getirmesi mümkün olacaktır. Bu, aynı zamanda, Çin içinde, ABD ve batılı emperyalizmle mücadelesinde büyük bir gözdağı anlamına geliyor. Dahası, eğer Rusya ciddi biçimde zayıflarsa, orta ve uzun vadede Çin’in özellikle askeri ve jeostratejik açıdan önemli bir müttefikinin ciddi ölçüde değersizleşmesi ve hegemonya mücadelesi oyunundan düşmesi anlamına gelecektir. Böylece, ABD emperyalizmi Rusya-Ukrayna savaşında umduğu uzun vadeli sonuca; dünya hegemonyası mücadelesinde tek başına kalmış bir Çin’le büyük Batı ittifakı temelinde mücadele etme şansına kavuşabilecektir.

Kuşkusuz savaşın yegane sonucu, ABD, Çin, Rusya ve Ukrayna ilgili olmayacaktır. Daha şimdiden dünya ölçeğinde sonuçlar yaratıyor. Yeni bir uluslararası güç ve paylaşım mücadeleleri zemini oluşuyor. Bu savaş, ABD emperyalizminin dünya hegemonyasını güçlendirmesi için adeta piyango haline geliyor. Tüm batılı müttefiklerini kendi ekseninde güçlü biçimde saflaştırdığı gibi, dünya çapında da kendi lehine bir saflaşma yaratmaya başlamıştır. Avrupalı emperyalistlerin bir Avrupa askeri gücü oluşturma ve savunmada ABD’den bağımsızlaşma politikaları şimdiden oldukça geri plana düşmüş, NATO eksenli politikalar tüm Avrupa’da büyük güç kazanmıştır. En az bunun kadar önemli bir diğer sonuç, 2. Paylaşım Savaşından bu yana, askeri alanda görünür olmamaya çalışan ve savunma bütçesini sınırlı tutan Almanya’nın bu yıl için 100 milyar dolarlık yeni bir askeri fon kuracağını ve NATO’nun her üyenin gsmh’nın yüzde 2’sini savunmaya ayırma kararını uygulayacağını açıklamasıdır. Bu konuda, Trump’ın oldukça kaba tehditlerine dahi boyun eğmeyerek kuralı işletmeyen Almanya, bu savaşla birlikte kuralı uygulayacağını açıklamıştır. Bunun anlamı, Almanya’nın önümüzdeki yıllarda dünyanın üçüncü büyük askeri bütçesini oluşturacağı, devasa bir ordu yaratacağıdır. Ki bu, Almanya emperyalizmi belasının yeniden savaş sahnelerine çıkacağı anlamına gelir. Sadece Almanya’da değil, tüm dünyada bu eğilimin güçleneceği, savaş ve çatışmaların artacağı bir dönemin kapısı sonuna kadar açılmıştır.

Türkiye oligarşisinin durumu ise iki sandalyeye birden oturma imkanının ciddi ölçüde daralmasıyla birlikte çaresizlik-belirsizlik karışımı bir kulvara yuvarlanmıştır. Rusya’ya yaptırım uygulayamayan, fakat Ukrayna’ya ABD onayıyla SİHA satan, Rusya’ya heyetler gönderip „yok aslında size düşmanlığımız“ mesajları veren, daha şimdiden uğrayacağı zararın 20 milyar doları bulacağı hesap edilen bir pozisyonda durmanın ağır yükleriyle yüzyüze Türkiye oligarşisi. Turizm gelirlerinin, Rusya ve Ukrayna’dan gelecek turistlerin büyük olasılıkla büyük bir bölümünün gelmeyeecek oluşu nedeniyle büyük ölçüde düşeceği açık. Tekstil ihracatının da ciddi ölçülerde düşmesi de neredeyse kesin. SİHA’lara motor üreten Ukrayna’nın Harkov kentindeki fabrikaların, Rusya’nın bu kenti işgal etmek üzere oluşu nedeniyle, SİHA’ların üretiminin ciddi biçimde zora girmesi söz konusu. Suriye, Rojava, Libya, Karadeniz, Karabağ, Doğu Akdeniz, kısacası AKP faşizminin tüm macera mecralarında denklemlerin yeniden ve keskin karşıtlıklar üzerinden kurulacağını söyleyebiliriz. Rusya’yı ABD’ye, ABD ve NATO’yu Rusya’ya karşı dar marjlar içinde kullanma imkanları artık azalıyor. Ve bu noktada, Türkiye oligarşisinin temsilcisi AKP’nin herhangi bir planı yok. Kesin olan, ülkede yoksullaşmanın, işsizliğin daha da hızla artması olacak. Sınıf mücadeleleri zemininin daha da sert hale geleceğini, bunun da başka tehlike ve imkanları birlikte sunacağını söylemek mümkün.

ABD emperyalizmi ve Batılı müttefiklerinin Ukrayna savaşındaki kışkırtmalarının, hesaplarının arka planını, genel pozisyonunu ve ilk elde görünür sonuçlarını kabaca böyle özetleyebiliriz.

9- Bütün bu analizlerin ışığında savaşın gerçek nedenini nasıl özetleyebiliriz?

Emperyalist-kapitalist dünya sistemi doğası gereği hiyerarşik ve piramitsel bir sistemdir. Öte yandan, bu yapının gelişme seyri eştisiz ve birleşiktir. Bu sistemin temel işleyiş yasalarından biridir. Kapitalizmin dünya çapında tek bir dünya pazarı ve sistemi olması anlamnıda birleşik, her bir kapitalist ülkenin izlediği politikalara ve imkanlarına bağlı olarak birbirinden farklı gelişme tempolarına sahip olması anlamında eşitsiz bir gelişme söz konusudur. Bunun sonucu, gelişme seyri içinde sert rekabet temelinde kimi kapitalist ülkelerin bu gelişme seyri içinde görece olarak geriye düşmesi, kimilerinin ise önc çıkmasıdır. Bu rekabet ve gelişme seyri daima işgal, saldırı gibi askeri boyutları da içerir. Sürecin belirli aşamalarında pazarların ve hegemonyanın paylaşımı için şu veya bu düzeyde savaşlar kaçınılmazdır. Ukrayna’da yaşanan savaşın kaynağı ve nedeni bu gelişme seyridir.

Emperyalist-kapitalist sistemin hiyerarşisinin /piramidinin tepesinde ABD emperyalizmi tek süper güç, başat hegemon olarak bulunuyor. Ve ABD emperyalizmi emperyalist sistemin hiyeraşisi/piramidi içindeki tek hegemon konumunu ne pahasına olursa olsun korumak istiyor. Farklı düzeylerde ve alanlarda meydan okuyan diğer iki emperyalist gücün (Rusya ve Çin) hem ittifak kurmalarını (ya da en azından güçlü bir ittifak kurmalarını), hem de tek tek ya da birlikte yapacakları hamleleri durdurmak istiyor. Çin’e karşı Asya-Pasifik bölgesinde, Rusya karşı ise esas olarak Doğu Avrupa’da kapsamlı hamleler yapıyor, ittifaklar oluşturuyor. Muazzam ölçülerdeki askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel gücünü kullanarak bu ülkeleri sınırlamayı hedefleyor. ABD emperyalizminin bu alanlardaki hamleleri sadece Çin ve konumuz bağlamında Rusya’yı sınırlamakla ilgili değildir. Aynı zamanda, dünya kapitalist sisteminin ağır krizinin yarattığı derin sonuçları kendi lehine çevirme imkanları yaratmak için, bu alanlarda yeni-sömürgecilik ilişkilerini yaymayı, derinleştirmeyi, Avrupalı (AB) ve Asyalı (Avusturalya, Japonya vb.) emperyalistleri kendi etrafında saflaştırmayı hedefliyor. Bu noktada, asıl belirleyicinin kendisi olduğu savaş/terör örgütü NATO, özellikle Avrupa’da en önemli araçlarından birini oluşturuyor. Avrupa’da bir ülkenin NATO’ya girişi, esas olarak ABD emperyalizminin denetimi altına girişinin kesinleşmesi demektir. Bu nedenle, NATO’yu Rusya hariç doğu Avrupa’da olabilecek en uç sınırlara değin yaymak istiyor. Zaten şu anda Beyaz Rusya, Moldovya, Ukrayna ve Gürcistan dışında, tüm ülkeleri NATO’ya ve dolayısıyla yeni-sömürgeleşme sürecine dahil etmiş durumda. Rusya emperyalizminin etki alanı içinde olan bu dört ülkede eski SSCB cumhuriyetinde kendi hegemonyasını kurma noktasında önemli mesafeler kaydetti. Beyaz Rusya rejimini istirarsızlaştırmayı başardı. Ukrayna’da ilk olarak  2004’de seçim yoluyla, 2014’de ise darbe yoluyla ABD işbirlikçileri iktidarı alabildiler. Darbe sonrası bu iktidarı koruyabildiler. Gürcistan’da bu yola çok uzun süre önce girdi. Moldovya ise hem siyaseten, askeri ve ekonomik olarak çok önemli ve öncelikli bir ülke olmadığı için, hem de Ukrayna’nın düşmesi durumunda, daha kolay biçimde ABD hegemonyasına dahil edilebileceği için sert bir rekabet alanı olmadı. ABD emperyalizmi kısa-orta vadede, bu ülkeleri Rusya hegemonyasının dışına çıkararıp kendisine bağımlı hale getirerek, bir yandan Avrupa’daki gücünü büyütmek ve Avrupa’daki dişli emperyalist güçler olan Almanya ve Fransa karşısında kendisine güçlü biçimde bağlı doğu ve Orta Avrupa ülkeleri üzerinden bir güç dengesi kurmak istiyor. Diğer yandan, kendisine meydan okuyan Rusya emperyalizminin Avrupa’ya doğru yayılma, etki alanı oluşturma çabasına set çekmek istiyor. ABD emperyalizmi bu çabalarında, ülkelerin sivil ve askeri yöneticilerini satın alma, sağcı-gerici, Rusya düşmanı siyasal hareketler yaratma ve bunlar üzerinden sivil „renkli devrim“ler geliştirme, Neonazi faşist örgütleri denetimine alarak ya da kurarak kontrgerilla faaliyetlerinin çekirdeğini oluşturma ve dahası Gürcistan ve Ukrayna’da görüldüğü üzere, seçim sonuçlarını ret ederek darbeler yapma gibi tüm yeni-sömürgeleştirme, bağımlılaştırma politikalarını uyguluyor.

Ukrayna’nın Rusya tarafından işgaline girişilmesi, ABD hegemonyasına karşı emperyalist güç ilişkileri içinde yapılan ilk büyük hamledir. Rusya oligarşisi diğer büyük emperyalist güçlerle kıyaslandığında ekonomik ve toplumsal olarak görece olarak hala oldukça zayıf olmasına rağmen, özellikle SSCB’den devraldığı dünya çapındaki ilişki ağlarını, eski Sovyet ülkelerindeki büyük etkisini ve devasa askeri gücü kullanarak zayıflıklarını aşmak istiyor. Emperyalist devletler arasında ekonomik olarak cüce, askeri olarak ise dev olan Rusya, bu dengesiz yapısını, saldırgan bir yayılmacılık politikasıyla hegemonya/sömürü alanlarını koruyarak ve büyüterek önce hafifletmek, ardından aşmak istiyor. Türkiye’de, Libya’da, Suriye’de, Orta Asya ve Asya-Pasifik bölgesindeki irili ufaklı hamleleri esas olarak bu hedeflerinin doğrudan sonucudur.

Ukrayna başta da belirttiğimiz üzere yaklaşık 50 milyon nüfusu ve Avrupa’nın en büyük coğrafyası oluşu ve eğitilmiş işgücüyle, tüm emperyalist güçlerin iştahını kabartan, kelimenin tam anlamıyla „yağlı bir lokma“. Oldukça büyük bir sömürü alanı. Rusya’nın Ukrayna’da tam bir egemenlik kurması gücünü, bugüne nazaran ciddi ölçülerde arttıracaktır. Bu aynı zamanda, Rusya oligarşisinin yaratmak istediği büyük Rusya hayalinin gerçekleşmesinde de en kritik başarı olacaktır. Yanı sıra, Rusya gericiliğinin ve onun lideri Putin’in konumunu sağlamlaştırmasında da önemli bir sıçrama yaratacaktır. Aynı nedenlerle, ABD’nin Ukrayna’yı yeni-sömürgeleştirme de başarı kazanması da, onun Avrupa ve dünya hegemonyasını perçinlemesinde önemli bir hamle olacaktır.

Ukrayna savaşının arkasında yatan gerçek nedenler ana hatlarıyla bunlardır.

(Sürecek)