1977 1 Mayıs’ında 37 yoldaşını ve bir kolunu yitiren yaşlı adam, her yıl Burhaniye’den kalkıp Taksim’e gelmekte, bir ağacın üzerine bıraktığı karanfilin önünde saygı duruşunda bulunduktan sonra hiç oyalanmadan Burhaniye’ye geri dönmektedir… 1 Mayıs, işte bu inatla, bu ruhla taşındı bugünlere…
Not: 12 Eylül 1980’den 2010’a uzanan süreçte 1 Mayıslara panoramik bir bakışı amaçlayan bu yazı, yayınlandığı mecranın internetin derinliklerine „gömülmesi“ sebebiyle uzunca süredir ulaşılamaz haldedir. Havanın değişmeye, sınıfsal dinamiğin şu veya bu biçimde varlığını hissettirmeye başladığı, sendikaların yeniden Taksim dediği 2024 1 Mayıs’ı öngününde hatırlamak anlamlı olacaktır.
İyi okumalar.
1981-1986: Karanfilli 1 Mayıslar
Her şey bu meydanda olup bitmişti…
Halayları, haykırışları, umutlarıyla 500 bin emekçi bu meydanı zapt etmiş, ardında 37 can bırakarak yine bu meydandan çekilmişti kahredici çaresizliğimiz…
Zaferlerin ve yenilginin iç içe geçtiği bir tarihi iliklerinde hissederek, sarsılarak ve sessizce ant içerek geçtiler yıllarca Taksim Meydanı’ndan devrimciler. Kimisi göğsüne bir karanfil iliştirerek geçip gitti Taksim’den. Bazıları bir üniversite bahçesinde bir sazın etrafında toplaşarak inceden marşlar, türküler söylediler 1 Mayıslarda. Adalarda, Belgrat ormanlarında kuytulara çekilen küçük toplulukların gizli inancı ormanın, denizin fısıltılarına karıştı. Göğse iliştirilen karanfil, cunta yıllarında 1 Mayısların parolası oldu; karanfil lisanıyla çözüldü yasaklı yılların dili. Okullardan, fabrika önlerinden, meydanlardan, ille de Taksim meydanından sessizce geçip giden karanfilli genç kızlar ve delikanlılar, “biz buradayız” diyorlardı karanfil lisanıyla, “yine geleceğiz!”
O yıllarda her nasılsa gazetelere haber olabilen bir olay, dönemin ruhunu çarpıcı biçimde anlatır. 1977 1 Mayıs’ında 37 yoldaşını ve bir kolunu yitiren yaşlı adam, her yıl Burhaniye’den kalkıp Taksim’e gelmekte, bir ağacın üzerine bıraktığı karanfilin önünde saygı duruşunda bulunduktan sonra hiç oyalanmadan Burhaniye’ye geri dönmektedir…
1 Mayıs, işte bu inatla, bu ruhla taşındı bugünlere…
1 Mayıs, Türkiye devrimci hareketinin en güzel devrimci inadıdır dersek abartmış olmayız. Başka hiçbir olayda olmadığı kadar 1977 1 Mayıs’ının anısına bağlılık, devrimcilerin belleğinde ve eyleminde yaşatıldı. 77 1 Mayıs’ında kana bulanan bayrağımızı, düştüğü yerden kaldırıp Taksim’e dikme inadı, tam 33 yıl sonra gerçekliğe dönüştü.
1977 1 Mayıs’ı nasıl ki zaferle yenilginin iç içe geçtiği bir tarihi kavşaksa, 2010 1 Mayıs’ı da -33 yıllık inadın Taksim’in zincirlerini kırdığı bir anda- başkaca tehlikelerin uç verdiği bir kavşaktır. 1 Mayıslar, devrim ve karşı-devrim kamplarının durumu ve siyasi süreçler açısından bir barometre olageldi Türkiye’de. Dünya ve memleket şartlarının fırtınalı havaları işaret ettiği bir süreçte, 2010 1 Mayıs’ının aynasından yansıyan zafer-gevşeme, nostalji-karnaval atmosferi bir dizi uyarıyı kaçınılmaz kılıyor. Yaklaşan fırtınanın çetinliği, hiç de karnaval esintileriyle göğüslenebilecek cinsten değildir. Ve 1 Mayıs’ın 30 yıllık devrimci tarihi, yeni döneme hazırlanmak için azımsanamayacak tarih bilinci ve manevi donanımla yüklüdür. Belleksizliğin, köksüzlüğün kol gezdiği bir dönemde hatırlamak ve hatırlatmak devrimci bir görevdir. Bu bilinçle, 1 Mayısların son 30 yıllık tarihinden kesitler aktarmaya çalışacağız bu yazıda.
1 Mayıs 1987
Cuntaya karşı alttan alta süren mücadele 1987 1 Mayıs’ında ilk kez kendini kamusal alanda ifade edecek güce ulaştı. Derby ve Netaş grevleri -bugün için alelade sayılabilecek bu grevler cunta koşullarında önemliydi-, tutsak ailelerin mücadeleleri, Kürt gerillasının hissedilmeye başlayan etkileri ve hepsinden önemlisi 1 Mayıs’ın öngününde, 14 Nisan eylemleriyle parlak bir çıkış yapan devrimci öğrenci hareketi, 1 Mayıs’ın kutlanmasını olanaklı kıldı. Aydınların girişimiyle Beyoğlu Emek Sineması’nda yapılan 1 Mayıs kutlamasına 700-800 civarı katılım oldu. Geceye damgasını Can Yücel’in Yalçın Küçük’le tartışması vurdu. Olayın hemen ardından sahneye çıkan Timur Selçuk, “Biz küçük burjuva aydınlar bu işi bu kadar yapabiliyoruz, iyisi mi gelecek yıllarda 1 Mayıs’ı asıl sahiplerine bırakmalıyız” dedikten sonra piyanosunun başına geçerek müthiş bir coşkuyla 1 Mayıs Marşı’nı okumaya başladı. Kitlenin yumruklar havada haykırdığı marşın coşkusuyla yankılanıyordu Emek Sineması’nın duvarları. Bu haykırış, 1 Mayıs’ın salonlara sığmayacağının ilk güçlü işareti oldu.
1 Mayıs 1988
1988 1 Mayıs’ının ön günleri, 1987’de başlayan sürecin devamıdır. Bu bir yıl içinde devrimci örgütler daha organize hale geldiler. Öğrenci hareketi militan bir çizgide gelişmeye devam etti. İşçi hareketinde ise, devrimci ve öncü işçilerin birliğini sağlamaya dönük girişimler (İstanbul Şubeler Platformu ve onu önceleyen Devrimci Sendikal İşçi Muhalefeti-DSİM) hız kazandı. Bahse konu işçi dinamikleri ve öğrenci derneklerinin örtülü anlaşmasıyla cunta sonrasında ilk kez Taksim hedefli 1 Mayıs örgütlendi. Sayıları bine yaklaşan eylemciler Galatasaray Lisesi önünden Taksim’e doğru yürüyüşe geçtiler. Kitlenin önü Taksim girişinde kesildi ve çatışma başladı. Tüm ara sokaklara yayılan çatışmanın bilançosu onlarca yaralı, 85 gözaltı ve eski Beyoğlu Karakolu’ndaki işkenceler oldu. (Gözaltında tutulduğum eski Beyoğlu Karakolu’nda bizzat Ünal Erkan’ın talimatıyla falakaya yatırıldım.) Fakat buz kırılmış, yol açılmıştı bir kez; bundan sonra gelecek dalgalar, ilk acemi adımlardan çok daha güçlü olacaktı.
1 Mayıs 1989
“Sizin tanklarınızla ezip geçtiğiniz
Öldü sandığınız çiçekler
Çekilip yeraltına
Çocuklarına dövüşmeyi öğretecekler!”
1989 1 Mayıs’ına bambaşka bir tabloyla ulaşıldı. İki milyon işçiyi Türkiye’nin her yerinde sokaklara döken (barışçıl) Bahar Eylemleri dizisinin en hareketli dönemi yaşanıyordu. Öğrenci hareketi, aynı yılın 1 Aralık’ında gerçekleşecek olan dönemin en militan eylemi Basın Yayın işgalinin provası niteliğindeki 28 Nisan İ. Ü. Rektörlük işgalini gerçekleştirmişti. 1987’de 30-40 kişilik sınırlı bir toplulukla güç bela yapılabilen 16 Mart anması, 88 ve 89’da bin civarı katılımla gerçekleşiyor ve devrimci öğrenciler Laleli’de önlerine çıkan ekip otosunu paramparça ediyordu. Dev-Sol, TKP/ML-TİKKO ve TKP-B (TDP)’nin şehir gerillası denemelerinin ilk adımları atılıyor, faşist rejim şehirlerde yargısız infazlara başlıyordu. Kürt illerinde serhıldanların ilk örnekleri filizlenmeye başlamıştı. Cunta yıllarının karanfilli 1 Mayıslarında mayalanan ruh, fırtına olup sokaklarda esmeye hazırdı artık. Sabah ilk gösteri haberi Kazlıçeşme’den geldi. Fabrikalardan Topkapı’ya doğru yürüyüşe geçen deri işçileri Topkapı’da saldırıya uğradı, onlarca yaralı ve gözaltı oldu. Aynı saatlerde grevdeki Coca-Cola işçileri İncirli’de E-5’i trafiğe kapatarak yürüyüşe geçtiler. Yine çatışma ve gözaltılar oldu. Sabah saat 08.00’de Merter Keresteciler Sitesi’nde üç devrimci grup (TKİH, TKP-ML Hareketi ve TDKP) ortak pankart açarak yürüyüşe geçtiler. Çaresiz kalan polis kitlenin üzerine ateş açtı. Çatışma Merter, Güngören civarı ve Tozkoparan’a yayıldı. Şans eseri vurulan olmadı. Tozkoparan polis karakolu işkencehaneye dönüştü. (Çatışma alanından Hasan Ocak, “Enişte”, H. ve ben Tozkoparan’da çevirdiğimiz bir kamyonete atlayarak çıkmayı başardık.)
O dönemde 1 Mayıs öncesinde, 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağına dair sendikalar, bazı sendikaların İstanbul şubeleri ve devrimci gruplar arasında ciddi tartışmalar yürütülmüş ve iki ayrı görüş ortaya çıkmıştı. 4 siyasi dergi çevresi (Yeni Demokrasi, Hedef, Çözüm, Emeğin Bayrağı) 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması konusunda ısrarcı olmuş ve bu karar doğrultusunda davranmışlardı.
89 1 Mayıs’ında Taksim civarında ilk kitlesel çatışma İstiklal Caddesi’nde oldu. Caddede 1 Mayıs sabahı 3000’i aşkın kişi toplandı. 4 dergi çevresi ortak pankart arkasında yürüyüşü başladıktan beş dakika sonra polis dört koldan kitleye saldırdı. İstiklal’de dağılan kitlenin önemli bir kısmı Şişhane-Tarlabaşı taraflarına çekildi. Oradaki çatışmalar gün boyu sürdü. Kitle Şişhane yokuşunda bu kez silahlı saldırıya uğradı ve 18 yaşındaki genç işçi Mehmet Akif Dalcı başından vurularak yaşamını yitirdi. Aynı anlarda Elmadağ’da toplanarak Taksim’e yürüyüşe geçen öğrenci gençlik de -öğrenci derneklerinin toplanma noktası Elmadağ idi- Taksim’e girmelerine ramak kala şiddetli bir saldırıya uğruyor ve çatışarak Dolapdere civarına çekiliyordu. Dolapdere üzerinden Şişhane’ye ulaşan gençliğin katılımıyla Şişhane’de sayıları beş bine yaklaşan kitle, Şişhane-Kasımpaşa sokaklarındaki dişe diş çatıştı gün boyu.
Öte yandan bir kısım sendikanın aldığı karar gereği sayıları 5-10 bin civarı olan işçi kitlesi ise saat 11.00’de Mecidiyeköy meydanında toplandı. Fakat polis tarafından ölümle tehdit edilen sendikacılar Mecidiyeköy’de toplanan işçileri yüz üstü bırakarak eylemi iptal ettiler. İlk saldırı ve çatışmalar Mecidiyeköy’de yaşandı. Devrimcilerin inisiyatifiyle toparlanan kitle Abide-i Hürriyet yönünde harekete geçti. (Şişli güzergahı polis tarafından kapatılmıştı.) Hedef Taksim! Abide-i Hürriyet girişindeki köprü altında tertibat alan polis, kitlenin bir kısmının geçişine izin verdikten sonra korteje yandan vahşice saldırdı. Dörtyol ağzında uygunsuz bir tuzağa düşen kitle, yol kenarındaki bir apartman boşluğuna yuvarlanmaya başladı. Boşluk ağzına kadar insanla dolmuştu, mucize kabilinden ezilerek ölen olmadı. (Hasan Ocak ve Süleyman Yeter yoldaşlarla birlikte o boşluğa yuvarlananlar arasındaydım.) Çatışma tüm bölgeye yayıldı. Apartman boşluğundan çıkanlar ve etrafa dağılanlar Şişli’ye doğru yürüyüşe geçtiler. Şişli Camii önünde çok ağır bir saldırı daha oldu. (Şişli Camii’nin arkasındaki kısıkta kalabalık bir çevik kuvvet ekibinin lincine maruz kaldım, gözaltına alınmadım, bitkin halde sokakta bırakıldım.)
2 Mayıs günü İstanbul Üniversitesi’nde dönemin en kitlesel ve militan forumlarından biri yapıldı. Mehmet Akif Dalcı şahsında 1 Mayıs Şehitleri anısına ant içen gençlik, forumda cenazeye katılma kararını haykırdı.
4 Mayıs günü Zeytinburnu’nun yoksul sokaklarını dolduran beş bin civarı devrimcinin coşkusu, deri işçilerinin disiplinli bir kortejle alana gelmesiyle daha da arttı. Yanılmıyorsak bir imamın oğlu olan Mehmet Akif Dalcı binlerce yoldaşıyla buluşmayı beklerken saldırı başladı. Kitle, bendini yıkan bir sel gibi püskürttü polisi. Kolluk kuvvetlerinin düzeni bozulurken, Zeytinburnu sokakları bir uçtan bir uca savaş alanına döndü. Polis minibüsleri devrilip barikat olarak kullanılırken, sokaklar polisin havaya sıktığı yüzlerce mermiyle yankılandı. Yer yer hala gecekondu özelliğini koruyan Zeytinburnu halkı göstericilere kucak açmakta, evinde saklamakta, su taşımaktaydı. Yanlış hatırlamıyorsak o gün ilk kez gaz bombası da kullandı polis. Nihayet çatışmaların ateşi düşmeye başladığında, devrimcilerin el koyduğu belediye otobüsleri yol boyunca topladığı göstericileri bölge dışına taşımaktaydı… Günün bilançosu onlarca yaralı, işkenceli gözaltılar ve polise uzun süre musallat olan “Zeytinburnu Sendromu” oldu. Dalcı’nın cenazesini izleyen bir yıl boyunca işkence gören hemen her devrimci, “o gün Zeytinburnu’nda mıydın ulan?” sorusuna muhatap olmuştur.
Dalcı’yı vuran trafik polisi Kazım Çakmakçı, yaklaşık altı ay sonra Dev-Sol tarafından cezalandırıldı.
1989 1 Mayıs’ı ile militan Taksim 1 Mayıs geleneği cunta yıllarının ezikliğini alt ederek geri dönülmezcesine ayağa dikildi.
1 Mayıs 1990
‘90 1 Mayıs’ının tek cümleyle özetlemek gerekirse, “büyük gözaltı” demek yeterlidir. Hedef yine Taksim’di. Devrimci grupların her biri belirledikleri toplanma noktalarından Taksim’e yürümek için organize oldular. ’89 1 Mayıs’ının şokunu hala atlatamayan diktatörlük, tüm İstanbul’u hapishaneye çevirerek yanıt verdi devrimcilere. Kim olduklarına aldırmaksızın, Taksim civarındaki her topluluk yerlere yatırılarak gözaltına alındı. Belediye otobüsleri doğruca emniyete çekildi. Beyoğlu’ndaki pasajların kepenkleri indirilerek içerideki herkes işkencehanelere taşındı. Emniyet binaları insanları almaz olmuştu. Kapalı spor salonları, Bayrampaşa’daki Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü civardaki tüm karakollar Gayrettepe işkencehanesi hınca hınç doluydu. Binlerce gözaltı vardı. Ertesi gün burjuva basın gözaltı sayısını 3 bin olarak verdi. Büyük gözaltı, trajikomik olaylara da sahne oldu. Gümüşsuyu Yokuşu’nda kabloları telden çıkan bir troleybüs (boynuzlu diye de anılırdı bu otobüsler) doğruca Gayrettepe girişine çekilmiş, ellerinde alışveriş fileleriyle yaşlı başlı insanlar Gayrettepe’nin meşhur garajına doldurulmuşlardı. Tersi örnekler de eksik değildi: Otobüslere el koyan birkaç polisi enterne eden göstericilerin çoğu da yollarda firar etmişti.
Tüm bunlara rağmen gözaltı cenderesini kırabilen devrimciler Taksim’i zorluyorlardı. Günün en şiddetli çatışmaları Dolapdere-Kurtuluş yokuşlarında yaşandı. Helikopterler ve özel timlerle takibe alınan kitlenin üzerine Kurtuluş yokuşlarında kurşun yağdırıldı. Gülay Beceren adlı İTÜ’lü yoldaşımız ağır yaralandı. Gülay Beceren, o gün o merdivenin başında aldığı kurşun yarasından dolayı hala tekerlekli sandalyeye mahkum yaşayan bir 1 Mayıs gazisidir.
1 Mayıs 1991
Dönemin haleti ruhiyesini anlatabilmek için şunu söyleyebiliriz ki; 1989-90 1 Mayıs’larından itibaren ölümü göze almadan 1 Mayıs’a katılmak mümkün değildi. Çoluk çocuğuyla gizli-açık vedalaşarak evinden çıkan pek çok insan olduğu biliniyordu. 1 Mayıs Taksim, işte bu inat ve iradenin adı oldu memleketimizde.
’91 1 Mayıs’ı polisin bir yıl önceki taktiğini boşa çıkarma esasına göre örgütlendi. Birkaçı hariç hemen hemen tüm devrimci gruplar, Taksim’e yürümek için nispeten uzak bir toplanma noktası belirlediler: Saraçhane Parkı. Bu taktik işe yaradı ve ilk bariyerlerini Şişhane civarında kuran polis atlatıldı. Sayıları 3-5 bini bulan kitle, örgüt pankartlarını açarak Saraçhane-Unkapanı hattından Taksime’ doğru yürüyüşe geçti. Grubun önü tam Unkapanı köprüsü girişinde kesildi ve şiddetli bir çatışma yaşandı. (Yanlış hatırlamıyorsak bir polisin gözü çıktı çatışmalarda.) Bazı gruplar ise önceden aldıkları karar gereği daha sonra toplanarak korsan gösteri yaptılar.
1 Mayıs 1992 ve yasal 1 Mayıslar dönemi
1987’deki salon toplantısını saymazsak 88, 89, 90 ve 91 yıllarında süren devrimci inat, faşist rejime geri adım attırdı. 1992’de ilk kez 1 Mayıs’ın yasal izinle kutlanmasıyla yeni dönem başladı. 1992-2006 arasındaki 15 yıl farklı özelliklere sahip inişli-çıkışlı yasal 1 Mayıslar dönemidir.
2007-2008-2009 yılları, ehlileştirme kıskacına dönüşen yasallığı Taksim meşruiyetiyle çiğneyen militan geleneğin yeni bir canlanmasına tanık oldu. Nihayet 2010’da 1 Mayıs yasal bir hak olarak kazanıldı ve Taksim’de kutlandı.
Yasallık döneminin kapıları 1992 1 Mayıs’ıyla aralandı. Doğu Perinçek’in partisinin yaptığı başvuru kabul edildi ve Gaziosmanpaşa Meydanı‘nda kutlamalara izin verildi. (İlerleyen yıllarda kontrgerillayla hemhal olduğu açığa çıkan Perinçek’in, militan iradesi önceki 4 yıl boyunca kırılamayan 1 Mayıs’ın yasallıkla ehlileştirilmesine aracılık eden bir misyonla 1992 kavşağında sahneye çıkması manidardır.) Perinçek, 2000’e Doğru dergisinde devletin Kürt illerindeki iğrenç suçlarını teşhir eden bir çizgi tutturarak, 1970’lerden kalan ihbarcı imajını silmeye çalışıyordu ve bunda nispeten başarılı da oldu. Devrimci saflarda ciddi tartışmalar yaratmasına rağmen, Gaziosmanpaşa 1 Mayıs’ı genel kabul gördü. 25-30 bin civarı kitle, 1 Mayıs’ı cuntadan sonra ilk kez yasal izinle meydanlarda kutladı. Bazı devrimci gruplar yasal 1 Mayıs’a katılmadılar. Beyazıt gibi merkezi yerlerde korsan gösteriler yaparak 1 Mayıs’ı kutladılar.
Devam edecek.
Kaynak: sendika.org