Şunu açık biçimde ifade etmek gerekiyor; bu ateşkes anlaşmasının anlamı, Kuzey Suriye-Rojava’daki Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çerkez halklarının tüm kazanımların yitirilmesi, bölgenin Türkiye oligarşisine bırakılması ve Tayyip Erdoğan’ın içine düştüğü ağır kriz ve dünya çapındaki yanlızlaşmadan kurtulması için gerekli zeminin verilmesidir. ABD emperyalizminin başındaki Trump ve kliğinin 2018 sonunda Suriyeden çekilme ve bölgeyi AKP rejimine bırakma kararının güncellenmiş halidir.
Amerikan Barışı (ateşkesi): Kuzey Suriye-Rojava’nın AKP Rejimine Teslimatı…
ABD Başkan yardımcısı Mike Pence ile Tayyip Erdoğan arasında yapılan görüşmede Tayyip Erdoğan’ı kurtarma ve bölgeyi Türkiye oligarşisine bırakma „ateşkes“i çıktı. Pax-Amerikana dünyanın her yerinde olduğu gibi, sömürgecilik ve savaş için yeni yolların döşenmesi anlamına geliyor.
Amerikan imalatı „ateşkes“ anlaşması aşağıdaki 13 maddeden oluşuyor:
„1- Türkiye ve ABD, iki yakın NATO üyesi olarak bu ilişkilerini teyit eder. ABD, Türkiye’nin güney sınırına dair meşru güvenlik kaygılarını anlar.
2- Türkiye ve ABD, kuzeydoğu Suriye başta olmak üzere sahadaki gelişmelerin, ortak çıkarlar temelinde daha yakın eşgüdüm gerektirdiğini kabul eder.
3- Türkiye ve ABD ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ anlayışıyla, NATO topraklarını ve halklarını tüm tehditlere karşı koruma taahhütlerini muhafaza eder.
4- Her iki ülke, insan hayatı, insan hakları ile dini ve etnik toplulukların korunmasına yönelik taahhütlerini yineler.
5- Türkiye ve ABD, Suriye’nin kuzeydoğusunda DEAŞ’la mücadele faaliyetlerinin devamında kararlıdır. Bu, önceden DEAŞ kontrolünde olan alanlarda yaşayıp yerinden edilen şahıslar ile alıkoyma merkezleri hususlarında uygun şekilde gerçekleştirilecek eşgüdümü de içerir.
6- Türkiye ve ABD, terörle mücadele harekatlarının yalnızca terör unsurları ile bu unsurlara ait barınak, sığınak, mevzi, silah, araç ve gereci hedef alması gerektiği üzerine mutabık kalır.
7- Türk tarafı Türk kuvvetleri tarafından kontrol edilen güvenli bölgedeki tüm meskun mahal (güvenli bölge) sakinlerinin dirliği ve güvenliğini sağlayacağını taahhüt eder, sivillerin ve sivil altyapının zarar görmemesi için azami dikkati göstereceğini vurgular.
8- Her iki ülke Suriye’nin siyasi birliği ile toprak bütünlüğüne ve Suriye ihtilafını Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararına uygun şekilde sonlandırmayı hedefleyen, BM öncülüğündeki siyasi sürece olan bağlılıklarını yineler.
9- Her iki taraf Türkiye’nin, YPG ağır silahlarının toplanması ve YPG tahkimatları ile tüm muharip mevzilerinin kullanılmaz hale getirilmesi dahil, milli güvenlik kaygılarının giderilmesini teminen bir güvenli bölge kurulmasının devam eden önemi ve işlevselliğinde mutabık kalır.
11-Türk tarafı Barış Pınarı Harekatı’na, güvenli bölgeden YPG’nin 120 saat içinde geri çekilmelerini teminen ara verecektir. Barış Pınarı Harekatı, bu geri çekilmenin tamamlanmasını müteakip durdurulacaktır.
12- Barış Pınarı Harekatı’na ara verildiğinde ABD, Blocking Property and Suspending Entry of Certain Persons Contributing to the Situation in Syria başlıklı 14 Ekim 2019 tarihli Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen yaptırımlara ilavelerini getirmeme ve Kongre nezdinde uygun şekilde çalışmalar ve istişareler yürüterek Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda Suriye’de barış ve güvenliğin teminine dönük kaydedilen ilerlemenin altını çizmek hususunda mutabık kalır. Barış Pınarı Harekatı 11. paragraf uyarınca durdurulduğunda, yukarıda bahsi geçen Başkanlık Kararnamesi uyarınca hayata geçirilen mevcut yaptırımlar kaldırılacaktır.
13. Her iki taraf bu açıklamada kaydedilen tüm hedeflerin uygulanması için birlikte çalışma taahhüdünde bulunmaktadır.“
Anlaşma içeriği çeşitli muğlaklıklar içermesine rağmen, esas olarak Minbiç’ten Derik’e kadar tüm SDG kontrolündeki tüm Kuzey Suriye-Rojava bölgesini 30-32 km derinliğe değin içerdiği görülüyor. Yani Trump’ın 2018 Aralık ayında yaptığı açıklamada ifade ettiği „Kuzey Suriyeyi Türkiye’ye bırakıyoruz“ söyleminin bir anlaşmaya dönüştürülmüş hali.
Anlaşmanın açıklamansının ardından Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’nin komutanı Mazlum Kobani yaptığı açıklamada anlaşmayı kabul ettiklerini, fakat sadece şu anda savaşın sürdüğü Tel Abyad ve Serekaniye bölgeleri için geçerli olduğunu, diğer bölgeleri kapsamadığını ifade etti. Öte yandan, bölgedeki özerk yönetimin yöneticilerinden Aldar Xelil yaptığı açıklamayla anlaşmanın bölge yönetimi tarafından değerlendirileceğini ve bir karara varılacağını ifade etti. Bu açıklama bölge yönetiminin ve daha da ötesinde Kürt ulusal demokratik hareketinin henüz anlaşmaya ilişkin net bir kararı olmadığını da ifade etmiş oldu.
Ardından ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey ABD ile Türkiye’nin güvenli bölgeyi ‘Türkiye’nin Suriye’nin kuzeydoğusundaki harekat sırasında girdiği yerler’ ve ‘bu bölgelerin 30 kilometre derinliği’ olarak tanımladığını açıkladı. Diğer bölgelerin yani Münbiçten Tel Abyad’a değin uzanan ve Kobani’yi kapsayan bölge ile Serekaniye’den Irak sınırındaki Derik’e değin uzanan ve Kamışlı, Dırbesiye, Amude ve pek çok Kürt yerleşim bölgesini kapsayan alanlar için ise ‘Ankara’nın diğer bölgeler için ‘Rusya ve Suriye ile kendi görüşmelerini yaptığını’ belirtti. Kısacası bu bölgelerin kaderi ise esas olarak Suriye ve Rusya’ya bırakılmış oldu. Böylece ABD emperyalizmi ve AKP rejimi arasındaki anlaşmanın ve pratik planlamaların içeriği önemli ölçüde açıklığa kavuşmuş oldu.
Aynı gün gece yarısına doğru, AKP rejimine karşı geniş bir yaptırım için ABD senatosunda aktif biçimde çalışan Senatör Van Hollen „anlaşma Erdoğan’ın aşırı taleplerine boyun eğiyor, yaptırımların takipçisi olmaya devam edeceğiz“ diyerek, Trump’ın Erdoğan’ı kurtarma çabasına karşı duracaklarını açıkladı.
18 Ekim’de ise Trump „Kürtlerle Türklerin biraz savaşması gerekiyordu, biz de araya girdik“ diyerek, aslında savaşın önünü açtıklarını açık biçimde ifade etti. ABD dışişleri ve savunma bakanlıklarının açıklamaları ise tümüyle muğlak bir sürecin önünü açtıklarını itiraf niteliğindeydi. Avrupa ve diğer alanlarda devletlerden gelen tepki ise temkinli bir iyimserlik tonuna sahipti.
Ve ateşkes 17 Ekim saat 22.00 itibariyle başladı. Daha doğrusu başılayamadı. AKP ordusu başta Serekaniye olmak üzere tüm bölgelerde saldırılarını sürdürüyor.
Toplamda bakıldığında, bu sözde „ateşkes“ anlaşmasıyla, SDG denetimindeki Kuzey Suriye-Rojava toprakları Minbiç’ten Irak sınırına değin, 444 km uzunluğunda 32 km derinliğinde olacak tarzda esas olarak AKP faşist rejiminin denetimine bırakılıyor. Serekaniye ve Tel Abyad gibi, savaşın şu anda yoğun biçimde sürdüğü alanlarda bu işgalin resmileştirilmesi söz konusuyken, henüz işgal harekatının düşük bir yoğunlukta sürdüğü diğer alanlarda, AKP rejimi ile Rusya ve Suriye arasındaki görüşmelerle durumun netleştirilmesi öngörülüyor. Başta Kürtler olmak üzere bölgenin halkları mı? Onlara düşen ise bu işgali kabullenmek, ağır silahlarını teslim etmek, 32 km’nin altındaki çöl bölgelerine çekilmek…
Amerikan barışı (ateşkesi) neyi hedefliyor?
Daha baştan şunu açık biçimde ifade etmek gerekiyor; bu „ateşkes“ anlaşmasının anlamı, Kuzey Suriye-Rojava’daki Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, Türkmen, Çerkez halklarının tüm kazanımların yitirilmesi, bölgenin Türkiye oligarşisine bırakılması ve Tayyip Erdoğan’ın içine düştüğü ağır kriz ve dünya çapındaki yanlızlaşmadan kurtulması için gerekli zeminin verilmesidir. ABD emperyalizminin başındaki Trump ve kliğinin 2018 sonunda Suriyeden çekilme ve bölgeyi AKP rejimine bırakma kararının güncellenmiş halidir.
Savaşın başlangıcında ifade ettiğimiz gibi, bu savaşın asıl amacı birincil olarak, Tayyip Erdoğan’ı ve AKP rejimini ona küçük yada büyük bir „zafer“ sunarak kurtarmak, en azından sıkışıklığını kısmen de olsa hafifletmek ve ABD emperyalizminin Ortadoğu’daki hegemonya planlarında Türkiye’nin rolünü arttırarak onu daha sıkı denetim altına almaktır. İkinci amacı, SDG ve bölgedeki özerk yönetim sürecini ağır biçimde darbeleyerek, daha sınırlı bir alana ve çok sınırlı bir politik, askeri ve toplumsal zemine sıkıştırmak ve daha sıkı bir denetim altına almaktır. Üçüncü amacı ise Trump ve ekibinin Rusya ile uzlaşma ve küresel hegemonya savaşında esas olarak Çin’i hedef alma stratejisine uygun olarak Suriye’de Rusya ile daha uyumlu bir çalışma zemini yaratmaktır.
Kısacası, bu sürecin bütününün asli yürütücüsü ABD emperyalizminin başındaki Trump ve ekibidir. Ortada klasik anlamda, yani iki veya daha fazla taraf arasında müzakkere edilerek üzerinde mutabakata varılmış bir anlaşma vb. yoktur. Esas olarak ABD emperyalizminin başındaki Trump ekibinin hazırladığı ve AKP rejimine de onaylattığı tek taraflı bir ve bölgedeki tüm aktörlere yönelik bir dayatma söz konusudur.
Yapılan „anlaşma“ esas olarak bu üç hedefe de tam olarak ulaşılmasını sağlayacak bir içeriğe sahiptir.
Herşeyden önce, Serekaniye ve Tel Abyad bölgelerini AKP faşizmine bırakmakta ve böylece AKP faşist rejiminin istediği ölçüde olmasa da bir „zafer“ kazanmasını sağlamaktadır. ABD emperyalizmi aynı zamanda tehditler eşliğinde yürüyen bu süreçte, kendisinden bağımsız bir bölge politikası yürütülemeyeceğini de hem AKP faşist rejimine, hem de tüm dünyaya göstermiş olmaktadır. AKP faşizmi hem yaşadığı ağır aşağalanmayı yiyip yutmak zorunda kalmış, hem de yürüttüğü bölge politikalarında, dahası tüm politikalarda ABD’den bağımsız hiç bir hamle geliştirmeyeceğini, geliştirse bile başarıya ulaşamayacağını görmüştür. Anlaşmanın ilk üç maddesinin özellikle ABD ile ittifak ilişkisinin ve NATO ilişkisinin teyidine ağdalı biçimde (birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için gibi pek de fiyakalı ve göz yaşartıcı bir söylemle) ayrılması bunun apaçık ifadesi olmuştur. Adeta zoraki bir nikah tazeleme söz konusudur.
Rusya ve dolayısıyla Suriye rejimine de, bölge de ABD’den bağımsız herhangi bir planın (moda deyişle oyunun) yürüyemeyeceğini, ABD’nin hem oyun bozucu, hem de oyun kurucu olduğu bir kez daha gösterilmiştir. Verilen mesaj açıktır; „sizin hareket alanınız ancak bizim belirlediğimiz ölçülerde ve biçimlerde olabilir. Size izin veriyorum, gidin Türkiyeyle, Kürt hareketini nasıl boğacağınız konusunda anlaşın…“
SDG bağlamında Kürt ulusal kurtuluş hareketine bırakılan zemin ise belirsiz, zayıf, dar bir zemindir. Üstelik de apaçık biçimde şu yaklaşım dayatılmaktadır; „bu oldukça sınırlı ve güdük zemine de ancak bizim sayemizde sahip olabilirsiniz…“
Bu aşağılık paylaşım anlaşması, üstüne üstlük büyük bir barış, milyonların katliamdan kurtulması vb. olarak Trump tarafından daha ilk dakikadan itibaren pazarlanmaya başlanmıştır.
Tüm bölge halkının yerinden yurdundan edilmesi, bölgenin etnik olarak temizlenmesinin yolunun açılması, tüm kazanımların ortadan kaldırılması, bölgenin yeniden sömürgeleştirilmesi bu anlaşmanın ilk sonuçları olacaktır. Önümüzdeki günlerde, aylarda, yıllarda ise yaşanacak daha ağır bedeller ve yıkımlar olacaktır.
Bu sonuçlar açıktır ki, bölgede yeni ve büyük savaşların kapısının aralanması, sınır değişimlerinin zorlanması ve ucu açık kanlı ve büyük hesaplaşmalar döneminin başlaması gibi önemli gelişmelerin zeminin oluşmasını sağlayacaktır.
Herşeyden önce, AKP devletinin bölgeye bu tarz yerleşmesinin anlamı, ele geçirdiği tüm bölgelerin hızla sömürgeleştirilmesi ve bu topraklarda demografinin hızla değiştirilerek 1930’larda Hatay bölgesinde olduğu gibi, yada KKTC gibi uydu bir devletçiğin oluşturulmasının ve orta ve uzun vadede ise ilhak edilmesinin önünün açılması demektir. ABD emperyalizmi böylece AKP devleti gibi, sadık yeni-sömürgesi üzerinden Suriye’den büyükçe bir parçayı koparmış olacaktır. Ve bu yoldan, on yıllar sürecek bir savaş ve çatışma zincirinin başlaması, İsrail’e yönelik Suriye tehdidinin önemli ölçüde bertaraf edilmesi de mümkün olacaktır.
Sadece bu mu? Elbette değil…
AKP rejmi Suriye, Rusya, İran’la karşı karşıya…
ABD emperyalizminin başındaki Trump ekibi, bölgenin kolayca ve itirazsız Türkiye oligarşisine kalmayacağını biliyor. Emperyalist-kapitalist dünyadan iki temel itiraz kaynağı bulunuyor; birincisi ve en önemlisi Suriye rejimi ve esasta da Rusya ve İran… Ve Türkiye oligarşisinin önünü açarak ABD emperyalizmi çatışmayı bu güçlerle kendisi arasında olmaktan, Türkiye oligarşisi ile bu güçler arasındaki bir çatışmaya dönüştürmüştür. Türkiye oligarşisine söylenen açıktır; Tel Abyad ve Serekaniye dışındaki bölgeler için git Suriye ve Rusya ile konuş. Yani git onlarla çatış! Bu yoldan, Trump ekibi ortaya bir kemik atarak, her iki kuduz saldırgan tarafa hanginiz kaparsanız, onun olacak, aranızda dalaşın diyor. Böylece AKP rejimi ve Rusya arasında gelişen ve kendisine karşı kullanılan flörtleşmeyi de, kısa yoldan bir çatışmaya, yeniden nefret ilişkisine çevirmenin zeminini yaratmış oluyor. Hem de kimseyi kendisine küstürmeden, kendini yormadan; „aranızda halledin!“. Böylece, ne Türkiye oligarşisinin, ne Rusya, ne Suriye, ne de İran’ın kendisine söyleyecek fazlaca sözü kalmayacak diye düşünüyor. Bu noktada, her dört ülkeyi de aralarında yaşanacak ayrılık ve dalaşmalarla başbaşa bırakıyor. Elbette uzun süre için değil, bu dalaşmalardan ve çatışmalardan, önümüzdeki dönemde özellikle Türkiye’nin İran’a karşı kullanılması için önemli malzemeler çıkmasını da umuyor ABD emperyalizmi…
Ve evet, tam da bu nokta da, AKP rejiminin önünde oldukça ağır sancılarla dolu bir Rusya macerası duruyor. Rusya, İran ve Suriye rejiminin bu anlaşmayı olduğu gibi kabul etmeyeceği gün gibi açık. Suriye rejimi daha ilk andan itibaren, AKP rejiminin işgal saldırısını kabul etmediğini ve buna bütün cephelerde karşı duracağını açıkladı. Böylece en azından devletler hukuku bağlamında kalıcı yada geçici bir işgalin hiç bir hukuki ve siyasi zemini kalmadı. Adana Mutabakatı, Astana garantörlüğü vb. söylemler daha ilk andan havaya uçmuş oldu. Rusya’nın da, ABD’nin hamlelerini görmediği düşünülemez ve en fazlasından Tel Abyad ve Serekaniyedeki işgal durumunu geçici olarak kabullenme dışında bir taviz vermesi beklenemez. İran’da daha ilk andan itibaren işgal saldırısına karşı çıktı. Bu devletlerin hızla SDG ile bir anlaşma yoluyla Suriye ordusunun Tel Abyad ve Serekaniye dışındaki sınır hatlarına yerleşmesini sağlamaya çalışması en büyük olasılık olarak görünüyor. Böylece AKP rejiminin elinde en fazlasından geçici de olsa Tel Abyad ve Serekaniye’nin kalacağı açıktır. Dahası, AKP rejiminin ABD emperyalizminin Suriye planlarının baş temsilcisi haline gelmiş olması, onu Rusya ve İran açısından bölgede güvenilmez bir ittifak olmaktan çıkararak, Suriye bağlamında, dahası bölgedeki olası başka çatışmalar açısından başlıca düşman unsurlardan biri haline getirmesi kaçınılmazdır. Böylece AKP’nin İran ve Rusya ile olan yalancı aşkının bitmek üzere olduğunu, daha sert ve çatışmalı bir sürecin başlayacağını öngörebiliriz.
Yetmedi, dahası var! Suudi Arabistan, Mısır, BAE ve diğerleri…
AKP rejiminin Kuzey Suriye-Rojava işgal saldırısı, bölgede kendisine karşı zaten harekete geçmiş olan başkaca güçleri daha da tahrik edeceği ve saldırıya geçireceği açıktır. Suudi Arabistan, Mısır ve Birleşik Arap Emirliklerinin başını çektiği bölgedeki gerici Arap devletleri bloğundan söz ediyoruz. Mısır’ın çağrısıyla toplanan Arap Birliği daha saldırı başlar başlamaz toplanarak AKP rejimini işgalci ilan etti. İşgalin genişlemesi ve uzaması bu devletlerin her türlü yoldan ve daha agresif biçimde AKP rejimine karşı harekete geçeceğini gösteriyor. Bu durum, Kürt ulusal kurtuluş hareketi için daha geniş bir hareket alanı açacağı gibi, Suriye rejiminin meşrulaştırılmasını hızlandıracak ve AKP rejiminin hem ekonomik, hem de siyasal açıdan hareket alanını ve meşruiyetini önemli ölçüde zayıflatıcı bir rol oynayabilecektir. ABD emperyalizminin bu durumu bir sıkıntı olarak göreceğini düşünenler tümüyle yanılır. ABD emperyalizmi, dünya emperyalist-kapitalist sisteminin hegemon gücü olarak pek çok müttefikini aralarındaki tüm çatışmalara rağmen, hatta çoğu durumda bu çatışmalardan yararlanarak idare ediyor. Dolayısıyla, ABD emperyalizmi bu tür gelişmeleri kendi hegemon rolünü daha güçlü bir biçimde oynayabilmek için menmuniyetle karşılıyacaktır.
Peki ya ABD emperyalizminin kendi iç çatışma dinamikleri…
ABD emperyalizmi kendi içinde dünya hegemonyasının nasıl sürdürüleceği konusunda, Trump ekibinin iktidara gelişiyle birlikte tümüyle açığa çıkan ciddi irade yarılması yaşıyor. Ayrıntılara ve arka planına girmeden ifade edecek olursak; ABD emperyalizminin 1990’da reel sosyalizmin çöküşünün hemen ardından rakip emperyalist güçlerin güçlenmesini önlemek ve geniş yeni-sömürgeler dünyasını kontrol altında tutmak için belirlediği ana strateji, 1990’lara değin arkasına aldığı ana güç olan batılı emperyalistleri (buna Japonya, Avusturalya ve Yeni Zelanda da dahildir) ana ittifak güçleri olarak arkasında tutma, dünyanın geri kalanındaki emperyalistleşen güçleri (başta Rusya ve Çin) düşmanlaştırma ve yeni-sömürgeleri ise çeşitli biçimlerde bölme, güçten düşürme kendine bağlamadır. Bu stratejinin ideolojik arka planı „Medeniyetler Çatışması“ tezi ve söylemi ile oluşturulmuştur. Batı medeniyeti üstün ve öncü medeniyettir ve onun ABD emperyalizmi öncülüğünde egemenliğinin diğer medeniyetler (İslam, Slav, Hint, Çin, Latin vd. medeniyetler) üzerinde sağlanması insanlığın yegane geleceğidir; söylemin özü budur. 2000’lerden itibaren, bu strateji Latin Amerika’da „Plan Kolombiya“, Ortadoğu’da ise Büyük Ortadoğu Projesi ile somut ve çatışmalı biçimde devreye sokulmuştur. Ve 2010’lara geldiğimiz de, her iki uygulama planı çökmüştür. Plan Kolombiya daha ciddi bir uygulaması görülmeden 2000’lerin başında devre dışı kalırken, BOP ise Arap baharıyla çökmüştür. Diğer yandan, 2000’lerden itibaren Rusya bir emperyalist güç olarak toparlanıp, özellikle arka bahçesi olarak gördüğü Orta Asya ve eski Sovyet cumhuriyetlerinde ve Doğu Avrupa’da agresif hamlelere girişirken, Çin siyaseten sessiz sedasız biçimde, fakat ekonomik olarak giderek diğer tüm emperyalistleri geride bırakan ve ABD’ye yaklaşan bir güç haline gelmeye başlamıştır.
Tam da bu noktada, ABD emperyalizmi açısından tüm dünya ölçeğinde belli ülkelerle sıkı işbirliği halinde sistematik ve düzenli işleyen bir dünya hegemonyası tesis etmenin imkansız olduğu açığa çıkmıştır. Evet, „medeniyetler çatışması“ söylemi ve tezi hala geçerlidir, fakat artık sistematik ve her bölgede tanımlanmış ilişkiler temelinde ve bir tür Amerikan barışı (pax-Amerikana) zemininde bir dünya hegemonyası değil, Kaos ve Yıkım Planı diyebileceğimiz, sürekli çatışma ve savaşlar temelinde çok daha karmaşık ve agresif bir yaklaşım esas alınmıştır. Çin ve Rusya tehdidinin sınırlanması, batılı emperyalist güçler içindeki karşı çıkışların önüne geçilmesi, yeni-sömürgeler dünyasında gelişen ve Amerikan politikalarıyla örtüşmeyen merkez kaç eğilimlerin bastırılması için her yerde büyük Amerikan sopası herkesin başının üstünde sallandırılacak, kaotik durumlar yaratılacak, yıkıma gidilecek ve hegemonya sürdürülecektir. Burada kritik soru şudur; ABD emperyalizmini tehdit eden asli sistem içi güç kimdir, kim şeytanlaştırılacaktır? İslam medeniyeti, „radikal islam“ yoluyla şeytanlaştırılıp, Ortadoğu 2010’lardan itibaren tam bir kaos ve yıkıma uğratılmıştır. Fakat asıl soru, gelişen emperyalist kuvvetler olarak Çin ve Rusya’da düğümlenmektedir. Hangisi öncelikli hedef olacaktır?
İşte ABD emeperyalizmi içindeki irade yarılmasını yaratan soru budur. Trump ve ekibinin bu soruya yanıtı Çin’dir. Rusya ile şimdilik daha ihtiyatlı ve olumlu bir ilişki kurmak, onu Çin’den uzaklaştırmak ve önemli bir destekten mahrum bırakmak, Çin ve bir bütün olarak ise dünyanın şimdilik ekonomik, gelecekte ise bunun yanısıra siyasi ve askeri güç merkezi olacak güneydoğu Asya’ya yüklenmek, çatışma zeminlerini bu alanda geliştirmek… ABD emperyalizmindeki diğer siyasal güç odağı olan Demokratlar ise ekonomik olarak zayıf olmasına rağmen özellikle siyasal ve askeri alanda agresif bir politika izleyen ve Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Orta Asya’da zaman zaman meydan okuyan, Çin’le ilişkilerini derinleştirmesi durumunda büyük bir bela haline gelebilecek olan Rusya’yı asıl düşman olarak görüyor. Bu iki farklı büyük düşman tanımlaması doğal olarak dünya ölçeğinde izlenecek siyasal, askeri ve ekonomik saldırı taktiklerinde büyük farklılaşmalara yol açıyor.
Trump’ın ve ekiibinin ABD başkanlık seçimlerinde Rusya’yla işbirliği yaptığı, hatta Rusya’nın ABD başkanlık seçimlerini manipüle ettiği iddiaları, Trump seçildiğinden bu yana yoğun biçimde saldırı malzemesi olarak kullanılıyor. Dahası Trump’ın dünya politikaları bağlamında attığı her adım, Demokratlar tarafından bu bağlam içinde değerlendirilip Trump kriminalize edilmeye çalışılıyor. Ki iş Trump’ın azil edilmesi için soruşturma açılması noktasına değin varmış durumda. Trump, partisi Cumhuriyetçilerin senato ve temsilciler meclisinde çoğunlukta olmasından yararlanarak, epeyce yara almasına rağmen durumu idare etmeyi şu an’a değin başardı.
Fakat küçük Rojava 2018’den bu yana Trump ve ekibi için adeta kabus haline geldi. Trump’ın 2018 Aralığında Rojavadan çekilme ve bölgeyi Türkiye’ye bırakma kararı Trump karşıtı cepheyi hızla harekete geçirdiği gibi, içine Pentagonu da katarak büyüttü. Kuzey Suriye-Rojava’daki ABD varlığını, Rusya’nın geriletilmesinde önemli bir mevzi olarak gören ve AKP rejiminden hem Trump’a destek vermesi ve hem de Rusya ile çevirdiği dalaverelerden ötürü hiç hazetmeyen Demokratlar ve esasen Trump’la pek sorun yaşamasalarda Suriye’den çekilmeye razı olmayan Pentagon generalleri, Trump’a karşı hızla birleşti. Trump cephesinde savunma bakanının yani Pentagon temsilcisinin ve daha başkaca yöneticilerin istifası ve kamuoyunun sert tepkisi Trump’a kısmi geri attırdı ve ABD, Rojava’daki varlığını sürdürdü. Trump’ı bu beladan o dönemde kurtaran faktör esas olarak Senato ve Temsilciler cephesinde desteğinin sürmesiydi. Ekim başında Trump’ın AKP rejimi ile anlaşarak Rojava’dan çekilmesi, küllenmiş olan bu yangını yeniden ve eskisinden belki de daha güçlü biçimde alevlendirmiş durumda. S 400 hava savunma sisteminin alınması, Tayyip Erdoğan’ın tüm benzer diktatörlerden çok daha fazla ABD hegemonyasına karşı merkezkaç eğilimler sergilemesi ve Rusya ve İran’la Astana görüşmeleri bağlamında ABD’ye rağmen Suriye’ye ilişkin işler çevirmesi, Suudi Arabistan ve Mısır gibi önemli Amerikan müttefikleriyle sert ve uzlaşmaz bir rotayı devam ettirmesi gibi faktörler, Trump’ın yukarıda ifade ettiğimiz Kuzey Suriye-Rojavayı AKP rejimi ve Rusya’nın kucağına yeniden bırakmasını artık sadece Demokratlar ve Pentagon için değil, Cumhuriyetçi partinin küçümsenemeyecek bir ölümü için de tümden kabul edilemez hale getirdi. Trump’ın çekilme kararını ilan etmesinin hemen ardından buna karşı çıkışın ve Türkiyeye yönelik ağırlaştırılmış bir yaptırım paketinin Cumhuriyetçi Partinin önemli isimlerinden ve Trump’ın baş destekçilerinden L. Graham ve Demokratlar tarafından ortaklaşa gündeme gelmesi ve batılı emperyalistlerin hemen hemen tümünün şu veya bu düzeyde bu karara karşı çıkması, dünya kamuoyunun neredeyse tümünün karşı koyuşu Trump’ı her zamanki gibi çelişkili ve oldukça zor bir duruma düşürmüştür. Üstelik bu kez, Trump’ın kararına karşı ABD içinde gösterilen tepki nihai olarak AKP rejimi üzerinde yıkıcı etki gösterecek bir yaptırım ve soruşturma (Tayyip Erdoğan’ın mal varlığını soruşturma) olarak gelişmektedir. SDG’nin muazzam direnişi ve bu tepkiler bu kez Trump’ı boş bir „ateşkes“ eşliğinde, kararını aynı içerikle de olsa yeniden bir anlaşma olarak formüle etmeye zorlamıştır. Şu an itibariyle, Demokrat ve Cumhuriyetçilerin tepkileri kısmen duraksamış olsa da, savaşın yeniden alevlenmesine bağlı olarak yeniden güçlü biçimde gündemleşebileceği açıktır.
SDG’nin işgali kabul etmeyerek direnişi sürdürmesi ve Suriye rejimi ile gireceği ittifak ilişkileri ABD emperyalizmi içindeki çelişkilerin yeniden ve hızla derinleşmesinin yolunu açabilir. Ki bu durum sahadaki güç dengelerinin yeniden biçimlenmesine değin varabilir.
Kıssadan hisse, küçük Rojava, büyük hegemonların dünyasını karıştırmıştır ve öyle görünüyor ki karıştırmaya devam edecek. Göreceğiz…
Emperyalistlerin ve Gerici-Faşist İktidarların Unuttuğu Şey; Halkların Özgürlük, İnsanca Yaşam İradesi ve Mücadelesi
ABD’siyle, Rusyasıyla, Çiniyle, AB’siyle emperyalistlerin hesapları ve çatışmaları, iç bölünmelerinden, Türkiye, Suriye, İran, Suudi Arabistan, Mısır, BAE’siyle gerici, faşist yeni-sömürgelerin çürümüş rejimlerinin yarattıkları yıkım ve çelişkileriyle bir dünyadan söz ettik. Bu dünya emperyalist-kapitalist sistemin dünyasıdır. Yıkımın, talanın, sömürünün, sömürgeleştirmenin, ezmenin, ezilmenin dünyası… Evet, onların insan ve doğaya düşman karanlık ve karmaşık hesapları var, hem de „büyük“ ve „çok“ hesapları var… Onların bu „çok“ ve „büyük“ hesaplarının merkezinde hep kendileri vardır, kendilerinin dışındakiler ya gönlü yapılacak ya da bir ihtimal kandırılacak efendiler, yada alt edilecek rakip böceklerdir.
Ya işçiler, halklar ve tüm emekçiler, haksızlığa uğrayanlar? Onlar ise sadece ve sadece her zaman olduğu gibi, bir kez daha ezilecek, sözü, iradesi ve gücü olmayan ayak takımıdır. Bugün Kuzey Suriye-Rojava bağlamında da tam da böyle düşünüyor ve davranıyorlar. Sözde bir „ateşkes“ anlaşması, ama esasta bölgenin paylaşılması anlaşması yapıyorlar, ama kendi aralarında bir alım gülüm/ver gülüm anlaşması… Bölge halkının, onun iradesi özerk yönetimin ve askeri gücü SDG’nin iradesi, sözü ve kabulü alınmadan.
Fakat özerk yönetimde ve SDG somutlaşan bir söz, irade, güç ve eylem var! Bu irade ve eylem, IŞİD faşistlerini ezdi, Suriye rejiminin saldırılarını göğüsledi, Türkiye oligarşisinin saldırılarına boyun eğmedi ve direndi, bölgedeki tüm güçlerin ayak oyunlarıyla baş etme mücadelesi yürüttü. Dolayısıyla bu irade ve güce rağmen, hiç kimse planlarını, hesaplarını ve saldırılarını sonuca götüremez. Öncelikle bu noktanın altını çizmek gerekiyor.
SDG ve özerk yönetim ne yapıyor, ne yapabilir?
SDG şu an’a değin yaptığı açıklamaya göre, zaten savaşın yoğun biçimde sürdüğü ve AKP rejiminin kısmen yol katettiği Tel Abyad ve kent merkezinde henüz direnişin sürdüğü Serekaniye de geçerli bir ateşkesi kabul etmiştir. Yani sadece oluşmuş olan fiili durumu kısmen kabullenme söz konusudur. Bunu esas olarak bir nefes alma, toparlanma ve süreci yeniden değerlendirme için bir fırsat olarak görme biçiminde değerlendirmek mümkün. ABD emperyalizminin dayattığı „ateşkes“ anlaşmasının diğer kısımlarına ilişkin henüz açık bir irade beyanı bulunmuyor.
SDG böylesi bir teslimiyet anlaşmasını tümüyle kabul etmesi durumunda, bölgenin kaderi gerici, faşist bölge devletlerine ve ABD ve Rus emperyalizminin insanfına bırakılmış olacaktır. Ve bu durum esas olarak onun tüm iddialarının ve siyasal varlığının sonu olacaktır. Ağır bedellerle özgürleştirilen Rojava (Suriye devleti sınırları içindeki Kürdistan bölgesi) topraklarının tümünü, hatta daha fazlasını Türkiye oligarşisine ve Suriye devletine terk eden, bölgede tek karar verici olarak ABD emperyalizmini tanıyan bir SDG esas olarak sadece ve sadece kendi siyasal varlığını inkar etmiş olur.
Fakat SDG’nin de bir parçası olduğu Kürt ulusal kurtuluş hareketinin belirleyici olmasalarda değişik alanlarda yer alan sözcüleri bu anlaşmanın kabul edilemez olduğunu daha ilk günden ifade etmeye başlamışlardır.
SDG bu „anlaşma“yı kabul etmemelidir. Bunun için gerekli zemin bulunmaktadır. Herşeyden önce, direnişi gerçekten kahramanca sürdüren bir halk ve örgüt gerçeğine sahiptir. Enternasyonalist savaşçılara ve örgütlerin desteğine sahiptir. Dahası, dünya tarihinde eşine az rastlanır ölçüde, tüm dünya halkları ve ezilenleri nezdinde muazzam bir desteğe ve meşruiyete sahiptir. Şu an’a değin 56 ülkede SDG’ye destek gösterileri düzenlenmiştir. Denilebilir ki, faşist güçler hariç, tüm dünya kamuoyunun yüreği şu veya bu düzeyde SDG savaşçılarıyla birlikte atmaktadır. Hatta IŞİD faşizmiyle yürüttüğü büyük mücadele nedeniyle dünya devletlerinin büyük bir bölümü tarafından da meşru bir güç olarak görülmektedir ve uğradığı saldırıya gönülsüzce de olsa tepki gösterilmektedir.
SDG’nin direnişi sürdürmesi durumunda, emperyalistlerin ve AKP faşist rejiminin ve diğer bölgesel gerici güçlerin bütün hesaplarını bozacak zeminleri yaratabilir. Herşeyden önce, AKP rejiminin önünü açan, ABD emperyalizminin kendi iç çelişkilerini hızla yeniden derinleştirerek, Trump ve ekibine geri adım attırtabilir ve AKP rejiminin saldırılarının önünü kesebilir. (Hatta gelişmeler Trump ve ekibinin bile Senato soruşturmalarıyla çöküşünün önü açabilir.) AKP rejiminin ne siyasal, ne ekonomik, ne dış politika ve ne de askeri olarak böylesi bir saldırıyı uzun bir süre devam ettirme gücü yoktur. Çöküş halinde bir güçtür, meşruiyeti her alanda oldukça zayıftır. Direnişin iç ve dış gelişmelerle bağlantılı olarak AKP rejminin saldırılarını sınırlaması veya geriletmesi durumunda AKP rejiminin çöküşünün çok daha hızlanması kesindir. Direnişin şu veya bu düzeyde başarısı, hem Türkiye’de, hem de Kuzey Kürdistan’da devrimci, yurtsever güçler arasında şu veya bu düzeyde yaşanan sinmişlik atmsoferinin kırılmasında muazzam bir katalizör rolü oynayacaktır. Direnişin yarattığı/yaratacağı muazzam etki başta Kuzey Suriye-Rojava bölgesinde yaratılan tüm devrimci, yurtsever, demokratik ve halkçı değerlerin daha güçlü biçimde yaşamasının önü açar. Direniş dört parça Kürdistan’da Kürt halkının uluslaşma sürecinde muazzam bir sıçrama yaratacağı gibi, SDG demokratik halkçı yurtsever çizgisinin, Kürdistanın diğer parçalarındaki işbirlikçi burjuva-feodal çizgiler karşısında kesin bir üstünlük sağlamasını da mümkün kılacaktır.
Dahası şimdiden destansı bir nitelik kazanmış olan direniş, en kötü olasılık olarak yenilse bile, yarattığı etkiyle hem dünya ölçeğinde, hem de bölge bağlamında pek çok taşı yerinden oynatacak ve başta Kürt halkı olmak üzere tüm insanlığa küçük Rojavadan büyük bir direniş geleneği armağan edecektir.
Türkiye devrimci hareketinin bütün bölükleri, tüm emekçiler, işçiler, yurtseverler Kuzey Suriye-Rojava direnişinin bütün bu devrimci dinamiklerini ve kazanımlarını bilince çıkararak tüm mücadele yol ve yöntemleriyle emperyalist planlara ve yardakçı AKP rejimine karşı, direnişin yanında yer almalıdır. Onların aşağılık paylaşım anlaşmalarında yazdıkları sahte „hepimiz birimiz için, birimiz hepimiz için“ palavralarına karşı, KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ şiarıyla Kuzey Suriye-Rojava direnişinin yanında saf tutalım.
18.10.2019
F. Kızılırmak