Kızıldere’ye Giden Yol – Önder Hazar

Kızıldere’ye Giden Yol

-I-

Mahir, Maltepe firarından sonra Levent’te ki evde Küpeli-Aktolga ikilisine „yanlış düşünüyorsunuz. İki cephe var. Biri silahlı devrim cephesi, diğeri pasifistler cephesi..“ dediğinde, olağanüstü koşullarda Kızıldere’ye giden yol’u da tayin etmişti.

Döneme dair politik koşullar tartışmaya açılmayacak kadar netti. Bu koşullar aynı zamanda devrimci önderliğin  (THKP-C’nin politik görüşlerinin) bir yol ayrımında hayat bulmasıydı.

‚Silahlı devrim cephesi‘ üç kelimeden ibaret bir tümce değildi. İşci sınıfının  eziyet dolu yaşamında mücadeleyle geçen tarihsel sürecin bir birikimiydi. Bu birikimde var olan kazanımlar her daim devrimci kalkışmaların ve ihtilalci ruhun eseriydi. Tıpkı PARİS KOMÜN’ünde olduğu gibi, tıpkı EKİM DEVRİMİ’nde olduğu gibi, tıpkı ÇİN DEVRİMİ’nde olduğu gibi. Tıpkı KÜBA DEVRİMİ’nde olduğu gibi. Yani yirminci yüzyıla ait tüm devrimlerde olduğu gibi nesnel olan bir olgu idi. Yani pasifistlerin iddia ettiği gibi, üç-beş maceracının kalkışması değil, emperyalizmin kıskacında bağımsızlık iradesini kaybetmiş yeni sömürge bir ülkede devrimci durumun etkilediği politikaların hayata geçmesiydi.

„Zor“ diyor Engels „şartlar müsait olduğunda işci sınıfının iktidarı için kaçınılmaz bir mecburiyettır.“ Bütün çaba sınıfı bu mecburiyete hazırlamaktı. KESİNTİSİZ DEVRİM 1’de tam da bahsedilen budur.

OLİGARŞİ’nin namlularını halka ve devrimcilere doğrulttuğu bir dönemde, sayısı bir elin parmakları kadar olan önder kadroların ara vermeden mücadeleyi kaldığı yerde sürdürmeleri Türkiye devriminin dününun ve bugününün kesintisiz devrim felsefesinin de kader tayin edici öğreticileri oldular.

Esas mesele; dünden bugüne kalan mirası bugünden yarına taşımanın sorumluluğunu üstlenmektir.

-II-

70’li yıllarda ülkenin sosyo-ekonomik yapısını sosyo-politik değerlendirmelerle sıralamak ‚Harc-i alem‘ bir uğraş değildi. Somut bir tahlildi. Bu tahliller  çoğu zaman devrimcilere karşı başlatılan sürek avının bitmek bilmeyen koşullarında not edildi. Bu tahliller sadece bir kaç yoldaşı ikna etmek(!) değil, bütün bir ülkenin devrim ve sosyalizm mücadelesinde engelleri aşan kapı eşiği idi. Bu tahliller aynı zamanda THKP-C’nin devrim programıydı.

Bu programa göre: evrimci sürecin devrimci sürece evrildiği (evrim ve devrimin iç içe olduğu) devrimci duruma rağmen, yönetenlerin yonetemediği, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilemediği, toplumu alt-üst eden milli bir krizin varlığı ve bu krize rağmen, gerek zorla, gerekse nispi refahla toplumun tepkisini nötralize eden ’suni denge’nin kitleleri sistemin içinde tutması, kaçınılmaz olarak milli krizin derinleştirilmesi ve var olan suni dengenin kırılması için politik mücadelenin en üst biçimi olan silahlı mücadelenin gerekliliğini savunulur kılmıştır.

PASS (Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi) mücadelenin esasını teşkil ederken aşamalı bir devrim programı olduğunu unutmamak gerekir. Başlangıç olarak  mücadelenin en üst biçimi olan ’silahli propaganda‘ tarif edildiği gibi „askeri değil politiktir. Ferdi değil kitlevidir. Pasifistlerin bu iddia ettiği gibi kesin olarak terörizm değildir. Bireysel terorizmden amaç ve biçim olarak farklıdır“. Mücadele kendi içerisinde  üç aşamalı olarak kategorize edilmiştir. Birinci aşama  öncü savaşı. Kent gerillacılığını geliştirme  ve yaygınlaştırma. İkinci aşama kır gerillacılığını. kırlarda kitle tabanı oluşturma ve düzenli ordu aşamasına geçiş. Üçüncü aşama kırlardan şehirlere doğru uzun evrimli ‚ halk savaşı‘ stratejisini hayata geçirmek.

Bu üç aşamada kategorize edilen devrimci strateji PASS’ın ana karekteridir.

-III-

PASS: Emperyalizmin 3. bunalım dönemine özgü Türkiye gibi ‚yeni sömürge‘  ülkelerde  DEMOKRATİK HALK DEVRİMİ’ni bir devrim modeli olarak savunan teoremin  politik örgütlenmesini içinde ihtiva eden ana gövdesidir.

PASS, halk Savaşı’nı üç aşamada ele alır. W. POMEROY „nihai kalkışma, nihai denge, nihai saldırı olarak değerlendirirken, MAHİR stratejik savunma,stratelik denge ve stratejik saldırı olarak betimler. Her bir dönem kendi içindeki mevcut koşullar üzerinden  örgütlenir.

Birinci koşulda, emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı esastır. Kır koşullarında kitlelere bu anlayışla  örgütlenme çalışmaları yapılır. İkinci aşama  politik dengenin sağlanması ve kurtarılmış bölgelerde ordulaşma çalışmalarının  yapıldığı aşamadır. Üçüncü aşama kırdan şehirlere doğru topyekün yapılan saldırı aşamasıdır. Bu aşamada aynı şekilde şehirlerde de yığınların baş kaldırısı örgütlenir. MAHİR; bu aşamada kır ve şehirlerde diyalektik bir bütünlük ten bahseder ve son aşamayı BİRLEŞİK DEVRİMCİ SAVAŞ olarak değerlendirir.

Kısa ömrüne rağmen muhtevası geniş bir devrim anlayışını en zor koşullarda kaleme almak ve sonraki kuşaklara ulaştırmak olağanüstü bir çabanın eseridir.  Ve bu eser KIZILDERE’YE GİDEN YOLDA  bize elli yıl önceden miras bırakılmıştır.

Yukarda izah edildiği gibi, stratejik ve taktik aşamalar özet olarak ayrı ayrı başlıklarla anlatılan, izaha muhtaç olmayacak kadar bütünsellik arz etmiştir. O günlere bakıldığında, Kızıldere’ye neden gidildi? Kızıldere bir feda eylemi miydi? gibi hamasi sorulara cevap aramak Türkiye sol’una bir şey kazandırmamıştır. Aslolan  yukardaki başlıkları dönemin koşullarına göre irdelemek, yorumlamak ve hatta zenginlik olarak ele almaktı. Ne var ki, her yenilgi döneminden sonra kuşak olarak önümüzü açacak ve siyasal kargaşadan bizleri kurtaracak arayışlara girdikçe „MAHİR ve DEVRİM“ ilişkisini sadece hayal ederek andık. Oysa önümüzde bir düstur olarak elli yıl sonra bile nesnel bir perspektif olarak durmaktadır. Bu perspektifi geliştirmek ve güncellemek temel Şiarımız olmalıdır.

Ve bu şiarla bir kere daha KURTULUŞA KADAR SAVAŞ diyoruz.