Demokrasiden Faşizme… – Nabi Kımran (sendika.org)

Gezi isyanının coşkulu günleri “devrimin göz kırpışı” olarak nitelenmişti veciz bir ifadeyle. Gazze’deki soykırıma batı demokratik devletlerinin açık desteği ise ne yazık ki “faşizmin göz kırpışı” oldu.

Aşağı yukarı şöyle bir denklem kuruldu: Filistin direnişi=Hamas=IŞİD=terör=insansı hayvanlar=imha edilmeliler! Hamas’ın yok edilmesi olarak deklare edilen görünür amaçtan, iki milyon üç yüz bin Gazzelinin çöllere tehcir edilmesi hedefinin açıkça dillendirilmesine rahatlıkla geçiverdi ırkçı faşist Netanyahu rejimi. Yok eğer vatanlarını terk etmemekte ısrar ediyorlarsa, ölümün Filistinlileri çoluk çocuk ayırmaksızın her yerde; hastanelerde, okullarda, kilise ve camilerde bulacağını bombaların diliyle “anlatmaya” başladılar. Bu açıkça deklare edilmiş soykırım eylemine ABD liderliğindeki batılı devletler silah, bomba, para, lojistik, diplomatik, siyasi, psikolojik, “akademik”, medyatik her tür desteği sınırsızca sahaya sürdüler: Eğer eşya/olgu adıyla anılacaksa kolektif bir soykırım eylemidir dünyanın gözleri önünde sahnelenen. İsrail’e höykürüp el altından ticari-askeri-siyasi ilişkilerini sürdüren İslam dünyası devletleri de soykırımın sinsi suç ortaklarıdır. (7 Ekim’den bu yana Türkiye’den İsrail’e kaç gemi kalktığını merak edenler, kola-kahve dökme eylemlerinden başlarını kaldırıp, sürgün gazeteci Metin Cihan’ın ilgili haberine göz atsınlar bi zahmet.)[1]

Batılı demokratik devletler nasıl oldu da böylesine “çıldırdılar”? Kendilerini cazibe merkezi yapan “batılı değerleri”, itibarlarını iki paralık ederek neden ayaklar altına aldılar? Dünya önümüzdeki yıllar boyunca bu soruları tartışmaya devam edecek. Şimdilik görünür birkaç nedene değinip geçelim. Biden’ın, “İsrail olmasaydı yaratmamız gerekirdi” mottosunda dillendirdiği üzere İsrail, kendi özgün varoluş ve emellerinin yanı sıra ABD liderliğindeki kapitalist-emperyalist merkezlerin Ortadoğu’daki kolektif ileri karakolu, kapitalist sistemin bölgedeki “sigortasıdır”: Blok halinde arkasında durulması tam da bu kolektif çıkar ve varoluşun dışavurumudur. Hamas’ın 7 Ekim saldırısında -bu eylemin etik boyutuyla ilgili sonsuza dek sürdürülebilecek tartışmalar bir yana- sadece İsrail değil tüm kapitalist-emperyalist merkezler varoluşsal bir tehdit algıladılar. “Hadi canım sende” demeyin, Netanyahu’nun, Biden’ın vd.’nin “İsrail’in caydırıcılığı yara aldı, tekrar tesis edilmeli” mealindeki açıklamaları 7 Ekim’e biçilen anlamı göstermeye yetiyor. “Dokunulmaz” sanılana dokunuldu, bir sembolizme dönüşen İsrail’in şahsında kapitalist-emperyalist kibir yara aldı. Balta esirin elinde parladı, “insansı hayvan” “insana” baş kaldırdı. Soykırım pahasına yanıtlanmazsa “dünyanın sıra düzeni” bozulabilir, direniş, mücadele, isyan, itiraz yol olabilir; öyleyse “Kartaca yıkılmalı”, Filistin’de taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmamalı! Bırakalım direnişi, direniş fikri dahi yerin yedi kat dibine gömülmeli, dünyanın ezilenleri Filistin’in akıbetinden ders alarak paşa paşa oturmalılar oturdukları yerde: 50 günde yekûnde Hiroşima’ya atılanın atom bombasının iki katı bombanın Gazze’ye atılmasının nedeni budur; sadece Gazze’yi, Gazzelileri değil, direniş fikrini de gömmek istiyorlar yerin yedi kat dibine!

Sıfır toplamlı iğrenç (ve ne yazık ki çok kanlı) bir oyun oynanıyor dünyada. 1991-2023 arasında merkezinde Ortadoğu’nun durduğu kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan coğrafyada milyonlarca insanın hayatına mal olan, on milyonlarcasının evini barkını terk etmesine yol açan savaşları kışkırttı ABD liderliğindeki emperyalist ülkeler. Ve evi barkı yıkılan, ülkeleri tarumar edilen milyonlarca insan Avrupa’ya, (Latin Amerika’dan da ABD’ye) akmaya başladı. Oralara demokrasi, medeniyet götürmeyi vaat eden her bomba, Akdeniz’i aşan sallarla göçmenleri taşıdı Avrupa’ya. Sonra? E batıda yabancı düşmanlığı, faşizm gelişmeye başladı. Ay ne fena, faşizm Hitler ile birlikte terk etmemiş miydi demokratik batıyı, nasıl olurdu ayol!? Ortadoğu’ya atılan “medeni bombalar” batıya faşizm olarak geri döndü desek yanlış olmaz ama fazla yalınkat kaçar; doğrusu o bombaların bu kadar rahatlıkla atılabilmesi için zaten epeyce faşizm potansiyeline sahip olmanız gerekir. Göçmenler geldikçe faşizm yükselmeye, faşizm yükseldikçe sosyal demokratlar dahil herkes bir sağa kaymaya başladı, hala da kayıyorlar eğik düzlemde. “Sağın, ırkçılığın, faşizmin pozisyonlarını üstlenerek faşist partilerin önünü kesme” olarak yutturulan iğrenç bir oyun sahneleniyor gözlerimizin önünde. Batı demokrasileri “kurtları kovalamak için kurtlarla birlikte ulumuyor”, bizatihi kurt dişlerini biliyor, kurtlaşıyor: Gerçek tastamam budur! Yabancı düşmanlığı bile göreli; Ukraynalılara dair bir dışlamanın izi yok Avrupa’da -elbette olmamalı, kimseye olmamalı- ama Ortadoğulular, kara kafalar, kara derililer için aynı şeyi söylemek mümkün mü?

Irkçılık hastalık falan değildir; gayet anlaşılır rasyonalitesi, ekonomi-politiği vardır. Afrika’dan köle getirecekseniz, Kızılderili’nin toprağını işgal edecekseniz, Hindistan’ı, Ortadoğu’yu yağmalayacaksanız; emellerinizin önünde engel olan halkları aşağı insanlar, medenileştirilmesi gereken vahşiler, geri kalmışlar, hatta Netanyahu’nun dediği gibi “insansı hayvanlar” olarak nitelersiniz. Eyleminizi kendi halklarınız nezdinde meşrulaştırmak ve eyleminize maruz kalanların kafasına, “her şeye müstahak olan aşağılık varlıklar oldukları, ancak efendilerine itaat ederek medenileşebilecekleri” fikrini sokmak/kakmak zorundasınızdır. 19. yüzyıl sömürgeciliğine (ve 20. yüzyıldaki iki dünya savaşına) ırkçılığın altın çağlarının eşlik etmesi sebepsiz olabilir mi ya da tesadüf? Bu işin “yasasını” formüle etmek bile iddialı bir girişim sayılmamalı: Kapitalist emperyalist merkezler nereyi yağmalayacaklarsa o yöre halklarını ırkçı aşağılamanın nesnesi haline getirirler; bu işin doğası, rasyonalitesi, ekonomi-politiği budur. Hadi Ortadoğulunun, Müslümanın (eğer bu ülkelerin nüfus kağıdını taşıyorsanız ağzınızla kuş tutsanız, Marksist, komünist, ateist, liberal, Alevi, laik vs. olduğunuza yüce Zeus üzerine yemin de etseniz ortalama batılı bilinç ve hatta resmiyette “Müslüman olmaktan” -ve çağrıştırdıklarından- yakayı sıyıramazsınız) gördüğü muameleye alıştırıldı herkes; yahu düşman bellenen Rusya’dan hareketle Tolstoy, Dostoyevski bile ırkçılıktan nasibini aldı çok değil bir yıl önce! Trump, Covid salgınını “Çin virüsü” olarak adlandırarak ABD’nin asıl dişli rakibini hedefleyen ırkçı ideolojik hamlenin ilk adımını attı ama, şimdilik kolektif karara dönüşmedi bu “öncü adım”. Gelecekte bunları çok duyacağız, keza epeyce Lenin-Stalin diktatörlüğü, doğu despotizmi, Asyatik gerilik, Ortadoğu ilkelliği hikayesi de… Ve kuvvetle muhtemeldir ki kara Afrika şiddet deryasında boğulurken başını suyun üstüne çıkarıp -Ortadoğu kadar bile- görünür hale gelemeyecek… Düzenek-denklem çok açık: Savaş/sömürü/yağma makinesi yüzünü nereye çevirirse “oranın” ne kadar geri, ilkel, terbiye edilmesi, hizaya getirilmesi gereken bir yer/halk/millet olduğunu “idrak edeceğiz” demokrasinin izni, bilimin inayeti, medyanın kavliyle.

Gazze harabelerinin dumanları tüterken, demokratik batı rejimlerinin öfke nöbeti aralığında faşizmin göz kırptığına tanık olduk bir anlığına. Hayır Hollanda seçim sonuçlarından söz etmiyoruz ne de Batı’da, Arjantin’de vs. yükselen faşizmden. Tarihsel mücadelelerin ürünü olan demokratik değer ve normların, anayasal hakların, ifade özgürlüğünün, ezcümle batıda yerleşik olduğu sanılan tüm kazanımların bir anda ve bizatihi müesses nizam eliyle ayaklar altına alınmasından söz ediyoruz: Sokakta ve sandıkta yükselen faşizm ile rejimlerin demokratik maskelerinin altından göz kırpıveren faşizm gayet ahenkli dans edebiliyorlar; asıl tehlike burada. Bunları nereden mi çıkarıyoruz? Doğru soru bu değil şudur: Gözünüzün önünde olup bitenlerden siz nasıl oluyor da bu sonucu çıkaramıyorsunuz? Eğer sinik bir işbirlikçilikle “salağa yatmıyorsanız”, en yakın göz doktorunun kapısını çalmalısınız, çünkü bu gözlerle “trafiğe çıkılmaz”. Bir kadın yazara verilecek ödül salt Filistinli olduğu için iptal ediliyorsa bunun adı ırkçılık değilse nedir? Yoksa bunu da Jurgen Habermas’a mı soralım? Zizek’in hem nalına hem mıhına vuran konuşması -bile!- neden ve nasıl engellenebildi Frankfurt’ta? Ünlü Hollywood yıldızı Suzan Sarandon neden işsiz kaldı? Norveç Dışişleri Bakanı neden istifaya zorlandı? Fransız vatandaşı Afrika kökenli ünlü futbolcular neden yurttaşlıktan çıkarılma ile tehdit edildi? İklim aktivisti Greta Turnberg nasıl oldu da az kalsın terörist ilan edilecekti? Uzatmaya gerek yok, irili ufaklı, bilinen bilinmeyen binlerce olay, olgu bir gerçeği ve “temayülü” dillendiriyor: Burjuva demokrasisi gemisi fırtınada sallanmaya başladığında -ki bu fırtına salt Gazze olamaz, Gazze’yi de içeren ve onun aynasından yansıyan sistemin küresel boyuttaki çoklu krizidir bugün fırtınanın adı- savaş, militarizm, faşizm ve ırkçılık filikaları suya indirilmeye başlanıyor. Felaket tellallığı yapmayalım, faşizm iktidarda değil bugün Avrupa’da; İtalya’da, Hollanda ve Macaristan’da bile. Fakat burjuva demokrasisi gemisinin hiç de sağlam olmadığı ve bizzat sahipleri tarafından ufaktan terk edilmeye başlandığını, eğer emekçiler ve kelimenin geniş anlamıyla tutarlı bir sol damar tarafından durdurulmazsa gidişatın bu yönde olduğunu ifade etmek zorundayız.

Şükür ki faşizmin göz kırptığı topraklarda direniş, dayanışma ve özgürlük de göz kırptı!

Fransa, Almanya ve İngiltere’de Filistin ile dayanışma eylemlerini yasaklama ve kriminalize etme girişimleri tutmadı; yüz binler paspas gibi çiğnedi bu köhne bariyerleri. Belki de en önemlisi -ilk hafta bizi de yanıltan- suskunluk perdesi yırtıldı, rejimlerin sokağa ve halkın diri damarına ideolojik olarak nüfuz edemedikleri, halkları sustalı maymuna çeviremedikleri görüldü. Washington, Londra, Berlin ve Paris başta olmak üzere savaşın suç ortağı rejimlerin sokakları milyonların adımlarıyla sarsıldı. Atina’dan Madrid’e kadar tüm Akdeniz Avrupa’sı da yüz binlerin haykırışlarıyla çınladı. Belçika ve Barselona’da liman işçileri gemilere savaş malzemesi yüklemeyi reddetti. Ve sonunda İngiltere’de ibretlik bir olay yaşandı: Londra’da yüz binlerin yürüdüğü Filistin eylemini “nefret eylemi” olarak niteleyen İçişleri Bakanı görevden alındı. İnsanın “nerden nereye” diyesi geliyor; ya da görevden alana değil aldırtana bak! Batılı rejimlerin ufaktan çark edişinin çarpıcı göstergesidir bakanın görevden alınması. Çünkü hem kendi sokaklarında duvara çarptılar hem de Filistin halkının direnişini kıramadılar! Refah sınır kapısından Mısır’a kaçacağı var sayılan Filistinliler ateşkes başlar başlamaz -üzerlerine kurşun yağdırılmasına aldırmadan- harabe haldeki kuzey Gazze’ye akın ettiler: Boyun eğmeyen direnişin bundan daha çarpıcı nişanesi olabilir mi? Sistemin uzun vadeli asıl kaybı ise batılı rejimlerin inandırıcılıklarını tüketmeleri oldu, bunun Ukrayna savaşına etkileri dahi tartışılmaya başlandı şimdiden. İnandırıcılık tükenirse geriye süngü kalır; ona dayanarak iktidar olabileceğiniz ama üzerine oturamayacağınız süngü! Bunun farkına vardıkları için hasar tespiti yapmaya, İsrail’i -bir ölçüde- dizginlemeye, imajlarını pudralamaya çalışıyorlar.

Batı sokağı -bir kez daha- gösterdi ki, demokrasinin güvencesi sermaye grupları, devletler ve onlara eklemlenmiş medya, akademi vs. değil, halklardır, adının hakkını veren soldur.

Ezcümle, dünya bıçak sırtında yürüyor. Bir yanımız savaş, faşizm, ırkçılık, ekolojik yıkım; diğer yanımızda dünyanın sokakları gülümsüyor şafak yellerinin serinliğiyle.

Yolumuz uzun, çetin, kanlı; fakat kesinlikle dayanaksız, çaresiz ve umutsuz değiliz. İçinde debelendiğimiz varoluşsal krizin nereye evirileceği “dünyanın direnişinin” nasıl örgütleneceğine, ne kadar kararlı, sebatlı, maharetli ve dövüşken olacağına bağlı.

İradenin iyimserliği her zamankinden daha önemli bugün!

Dipnot:

[1] Gazze’de hastane bombalanırken Tayyip Erdoğan’ın oğlu Burak Erdoğan, İsrail’de gemisini yüklüyormuş https://sendika.org/2023/11/gazzedeki-hastane-bombalanirken-erdoganin-oglu-burak-erdogan-israilde-gemisini-yukluyormus-696870

Kaynak: sendika.org