Seçimler, Ekonomi ve Muhalefet – Ümit Akçay (gazete duvar)

Bu köşede uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya 2023 seçimlerinin hemen sonrasında başladım. Başlarken temel derdim, muhalefetin seçim yenilgisini ve bunda ekonominin (özel olarak da muhalefetin ekonomi hakkında kurduğu dilin ve stratejinin) yerini detaylıca tartışmaktı. 8 Haziran’dan bu yana yazdığım aşağı yukarı benzer temaları işlediğim 25 yazı olmuş. İleride tekrar yeri geldikçe değinirim ama bu yazı ile bu 25 yazılık seriyi tamamlamak istiyorum. Dört maddede bu zamana kadar yaptığım tartışmayı özetleyebilirim.

MUHALEFETİN VAADİ, MEHMET ŞİMŞEK’Lİ AKP İDİ

Seçim öncesi dönemde Altılı Masa’nın iktisatçıları epey aktifti. Muhalif kanallarda saatlerce düşündüklerini anlatma imkanı buldular. Altılı Masa’yı oluşturan dört partinin (CHP, İYİP, Gelecek ve Deva) ekonomik programı büyük ölçüde örtüşüyordu. Temel faaliyet alanı sosyal medya olan ve partilerinin ekonomi hakkındaki görüşlerini kamuoyuna aktaran ekran yüzlerinin şimdilerde ne kadar muhalif iddiaları kaldığını bilebilmek zor. Zira seçim sonrasında Mehmet Şimşek başta olmak üzere ekonomi yönetimini övmekle meşguller.

İşin daha ilginci, bu sert dönüşü maharetle yapan muhalifler, sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam ediyorlar. Uzatmayayım. Bu kişileri zaten biliyorsunuz. O zaman bu özetteki ilk tespiti yapalım: Bu dönüşü mümkün kılan, Altılı Masa muhalefetinin temel vaadinin Mehmet Şimşek’li bir AKP kurmak olmasıydı. Tabii ki bu bir metafor. Esas amaç, 2002-2008 arasındaki uygulamalara, liberallerin ‘iyi AKP’ olarak adlandırdıkları döneme dönüş idi.

MUHALEFET, İKTİDAR SAFLARINA GEÇTİ

Muhalefetin ufkunun bu kadar sığ olması, iktidarın elini muazzam şekilde kolaylaştırdı. Seçim öncesinde Mehmet Şimşek’in adı zikredilerek muhalefetin altı oyuldu. Seçim sonrasında ise Altılı Masa muhalifleri (büyük ölçüde ideolojik olarak) AKP’ye huruç etti. Dünün Altılı Masa muhalifleri, şimdi ekonomi yönetiminin uyguladığı ve hayat pahalılığı krizinin yükünü ücretli çalışanların üzerine yıkan ekonomi programına meşruiyet sağlamakla meşguller. Bazıları ara sıra eleştiri yapıyormuş gibi görünen birkaç şey söylese de, hemen hepsi yeni yönetime olan itimatlarını eksiksiz dile getiriyorlar. O zaman, ikinci tespitimizi yapabiliriz: Türkiye’de ana akım muhalefet iktidarla bütünleşmiştir. Üstelik bu bütünleşme sadece ekonomi alanında değil, dış politika hatta iç güvenlik konularını da kapsıyor.

BURAYA NASIL GELDİK?

Nasıl oldu da iktidarla bütünleşen bir muhalefet tablosu ortaya çıktı sorusuna verilecek yanıtlar, aynı zamanda bugüne nasıl geldiğimizi de, buradan nasıl çıkacağımızın ipuçlarını da içinde barındırıyor. Temel neden olarak, 2000’li yıllarda AKP iktidarının IMF programı eşliğinde ve AB’ye üyelik gündemiyle uyguladığı ve emek hareketini tasfiye etmeyi amaçlayan yapısal uyum programının etkili olduğunu düşünüyorum. Yani, liberallerin ‘iyi AKP’ dönemi diye övdüğü, Altılı Masa muhalefetinin ise dönmek istediği dönem, Türkiye’de otoriter neoliberalizmin kurumsallaştığı dönemdir. 1990’larda gerçekleştirilemeyen özelleştirmelerin tamamlandığı, alt-sözleşme ve taşeronluk ilişkilerinin yasallaştırıldığı, sendikaların, emek hareketinin ve onun da temel dinamosunu oluşturan radikal solun gücünün kırıldığı dönem, 2000’lerdir. O zaman üçüncü tespiti yapabiliriz: Bir kere toplumsal muhalefet gerilediğinde, ana akım siyaset, farklı sermaye fraksiyonlarının ya da iktidar kliklerinin çıkarlarının yarıştığı, iktidar bloğu içi bir uğraş haline gelmektedir.

OTORİTER KONSOLİDASYON GİRİŞİMİ VE ÇELİŞKİLERİ

Önümüzdeki dönemin yol haritasını çıkaran Orta Vadeli Program’a baktığımızda, 2024’te özel tüketim harcamalarının sert bir şekilde azalacağı bir dönemin öngörüldüğünü görebiliriz. Bunun anlamı, enflasyonla mücadele programının maliyetinin tamamen halkın üzerine yıkılmış olmasıdır. Yüksek enflasyon döneminde süper kârlar açıklayan ve bizzat enflasyon artışında katkısı olan sermaye kesimleri, bu faturadan muaf tutulmuş durumda. Ancak ironiktir ki, hayat pahalılığı krizinin ortasında sert bir kemer sıkma programı uygularken AKP, 21 yıllık iktidarının en rahat dönemini yaşıyor. Bunu, yani mevcut otoriter iktidarı kalıcılaştıran ve konumunu tahkim etmeyi (otoriter konsolidasyonu) mümkün kılan, kemer sıkma programına toplumsal ve teknik meşruiyet sağlayan Altılı Masa muhalefetidir.

AKP’nin kendisi açısından ‘dikensiz gül bahçesi’ yaratan iktidar projesi başarılı olsa da, otoriter konsolidasyon girişiminin çelişkilerinin aşılması mümkün değil. İlk olarak, devlet krizi ve birikim modeli krizinden oluşan yapısal kriz konjonktürü, iktidar bloğu içi mücadelelerin süreceğini gösteriyor. Bir yanda iktidar partisinin seçim kazanma zorunluluğu ve bunun bir uzantısı olarak gelen istihdamı ve büyümeyi artırma baskısı, diğer yandan da bağımlı iktisadi yapı nedeniyle oluşan ödemeler dengesi krizi riski, 2018 sonrasında sıklıkla karşılaştığımız ‘u-dönüşlerini’ ve AKP’nin zikzaklarını şekillendiriyor. Dolayısıyla, yapısal krizin yeni bir hegemonya projesiyle şekillenmiş yeni bir büyüme stratejisiyle aşılmasına halen uzağız.

İkincisi, her ne kadar iktidar ana akım muhalefeti hiçleştirecek adımlar atarak iktidarla bütünleşmiş bir muhalefet yaratabilmiş olsa da, kemer sıkma programının etkileri daha net bir şekilde ortaya çıktığında, bu alanın siyasi sahipleri de ortaya çıkabilir. Bir başka ifadeyle, temel stratejisi toplumsal muhalefeti sönümlendirmek olan Altılı Masa muhalefetinin iktidar saflarına geçmesi, olumlu bir gelişme olarak dahi görülebilir. Meğer ki, muhalefette boşalan bu alan düzen karşıtı güçler tarafından doldurulabilsin.

Not: Bu yazı, aynı zamanda 30 Kasım’da Berlin’de yapacağım bir konuşmanın da çerçevesini oluşturuyor. Berlin’de olup, detayları tartışmak isteyenleri 19:00’da Bavul Cafe’ye beklerim.

Kaynak: gazete duvar