Kızıldere hakkında 50 yıldır hemen aynı şeyler tekrar ediliyor ve aynı güzellemeler diziliyor, artık farklı konuşmalıyız. Kızıldere’nin güzellemeye ihtiyacı yok, Kızıldere doğru anlaşılarak devrim savaşını yükseltmek için yeni yollar arayışına işaret eder. Kızıldere’nin halk yığınları açısından ve devrim savaşçıları açısından değerlendirilmesi aynı yönlere bakmaz. Devrim mücadelesinin içinde olanlar burjuvaziyle savaşta kahramanlık düzeyindeki eylemlerin yüceltilmesiyle yetinemez. Devrim savaşçıları, Kızıldere üzerine konuşurken mutlaka ölçüyü sınıflar savaşının düzeyi ile, Kızıldere’den bugüne geldikleri aşama açısından değerlendirmek zorundadır.
Artık ’71 ve komünist önderler hakkında Lapalist hakikatları düzeyindeki tekerlemeleri terketmek gerekir. En bilindik ve dillere pelesenk olan “onlar başka bir örgüt için kendilerini feda ettiler” tekerlemesi Kızıldere’deki komünistlerin anlayışı değildir. Koşullar, ortam ve tartışmalar yollarını ayırmış olsa bile onlar aynı cephenin değişik mevzilerinde aynı düşmana karşı savaşan devrim savaşçılarıydılar. Devrim savaşçıları “kendilerini başka bir örgüt için feda ettiler” gibi bir burjuva ideolojik etkiler içinde düşünmüyorlardı. Geçekten de devrim için savaşanlar hangi eylemde olursa olsun “kendilerini başkaları için fede etmiş” olarak düşünülmezler. Onlar inandıkları değerler için devrimci görevlerini yaparken çarpışarak toprağa düştüler. Deniz ve yoldaşları, niçin döğüştüyse, Kaypakkaya niçin döğüştü ve düştüyse Kızıldere’deki komünistler de aynı değerler için, inandıkları devrim savaşında toprağa düştüler. Ancak bugünden bakan bir sıradan solcu, onlar için, başka bir örgüt için kendilerini feda ettiler gibi bir cümle kurabilir, bir devrimci asla böyle bir cümle kurmaz.
Bu mantıkla birlik ruhunun öne çıkarıldığını ve bunun bayraklaştırıldığını düşünebiliriz ama bu konuda da Kızıldere’deki birlik ruhuna methiyeler dizenler, en çok kendini beğenmiş benmerkezci eğilim içindedirler. Genel olarak değerlendirilirse, evet zor bir dönemde, ölüm yaşam koşullarında düşmana karşı birlik, gerçek bir savaş birliği her zaman önemlidir. 50 yıl önceki bu örnek birliğin oluştuğu koşullardan daha sert ve kanlı dönemler yaşandı. Ama Kızıldere dayanışmasını göklere çıkaranlar, bırakalım savaş birliğini, akılda kalan anlamlı eylem birlikleri dahi gerçekleştirmediler. Özellikle 12 Mart, 12 Eylül dönemlerini de aşan sinsi, kesintisiz ve tüm emekçiler üzerinde en acımasız terör eşliğinde süren AKP-MHP faşizmine karşı, ona anladığı biçimde karşılık verecek birlikler oluşturmaktan ısrarla kaçınılmaktadır. Bu, sözle eylemin kopukluğunu gösteren bir sakatlanmadır ve hala devam ediyor.
Bugün Kızıldere’den 50 yıl sonra teori; sınıf mücadelesinin yolunu, stratejisini çizen görevler olarak değil, diğer sollarla bir münazara ve haklı çıkmaya yarayan usturuplu sözler derekesinde tartışılmaktadır. Yıllardır en pespaye legalizm bataklığında debelenenler söz olarak, Kızıldere’nin izinde olduklarını, daha öteye Kızıldere’ye varan dönemin biricik mirasçıları gibi ahkam kesiyorlar. Sol ve ilerici harekette kimseye Kızıldere’yi savunma yasağı koyamayız, ama hem yüksek düzeyde Kızıldere mirasçılığı yapıp hem Kızıldere’nin pratiği ve teorisiyle tüm bağlarını çoktan koparıp aynı zamanda Kızıldere’nin yolunda yürüdüğünü iddia eden ikiyüzlülükleri teşhir etmek hakkımızdır. Zamanında goşizm, maceracılık diye yerden yere vuranlar, bir dönem sonra devrimci barutunu yitiren mirasçılardan maceracılık eleştirisi getirenler, Kızıldere’nin prestijinden yararlanmak için her türlü ilkesizliği yapıyorlar. Legal bir parti, Kızıldereli komünistleri küçük burjuva olarak yerden yere vuruyor ama kendi tarihinde benzer tek bir olay bulamadığı için küçük burjuva maceracılarının en maceracı eylemlerini bayrak yapmaktan geri durmuyor.
Kızıldere zirvesine varan ’71’in komünist önderleri görüşlerini yaşam ilkesi olarak pratikleştirdiler, doğru veya eksik söylediler ama söylediklerini yaşama geçirmek için Türkiynin zorbalarına karşı silah elde eyleme kalkıştılar. ’71 eleştirimiz, bunların dışında devrim savaşında durduğumuz yer ve yürümemiz gereken yollarda bize bıraktıkları derslere dönük, faşist sistemle savaşta başarıya dönük arayıştır. ’71 sürecindeki devrim tartışmaları, devrime giden yol arayışları, devrim ve burjuvazinin iktidarının yıkılması fikrini pekiştirdi. İkinci olarak, devrime giden yol arayışları, bu yolların hangi araçlar ve yöntemlerle açılacağını, pratiğin gündemine soktu; devrimi güncel mücadele sorunu haline getirdi. 1971 devrimciliği, öncesinden kesin olarak iki alanda, pratik ve örgütsel anlamda kesin bir kopuş gerçekleştirdi. İki yeni adım attı; yasa dışı savaş örgütleri kurdu ve devlete silah doğrultarak, devrimci şiddeti pratiğe soktu.
Bir dönemi kapsayan ve yeni bir çağı açan olaylar, tarihe milat olarak geçer. Kızıldere, TDH için bir milattır. Aynı zamanda Türkiye siyasal mücadeleler tarihinde ve Türkiye toplumunun çok geniş kesimlerinde, 50 yıl sonra dahi kendisini konuşturan derin izler bırakmıştır. Kutsal günleri ifade edenler değişmez ama siyasal mücadelede milatlar, anılmaktan çok aşılmak için işaretlenir. Sınıflar savaşı, kesintisiz sürer ve her aşamada aşılması gereken yeni zirvelerle karşılaşılır. Kızıldere’nin 50 yıldır kendisini konuşturması, bu eylemin; Türkiye Kürdistan toplumlarının belleğine kazındığını gösterir ama aynı zamanda sınıflar savaşının 50 yıldır Kızıldere eşiğinde patinaj yaptığını, devrim savaşımızın 50 yıl önceki eşikte bocaladığını gösterir.
’71 devrimcileri, elbette haklı eleştirellikleriyle birlikte, kendilerinden önceki 50 yılın var olan birikimi ile yola koyuldular ama yeni bir dönemin kapısını açtılar. Ne yeni bir devrimci kopuştan ne de yeni bir dönemden söz ettiler. Devrim sorununu güncel olarak anlayıp, yasadışı silahlı örgütler kurup, devrim için yola çıktılar. Çok hızlı örgütlendi ve çok kararlı silahlı eylemlere giriştiler ama çok kısa sürede yenildiler. Bu yenilgi, devrimler tarihinde çok bilinen başarı ve zaferin yolunu döşeyen 1905 benzeri tarihsel yenilgilerdendir. 1971 pratik anlamda açık bir yenilgidir, ama moral anlamda büyük bir zafer olarak tarihe kazınmıştır. Gericisi, faşisti, dincisi, mafyacısı, Kemalisti tüm gerici cephe bir olup Kızıldere’yi unutturmak istediler. Ne oldu; 50 yıl sonra baş eğmek zorunda kaldılar. Hiçbir gerici mihrak, açıktan Kızıldere’ye ve ’71 devrimcilerine saldıramıyor.
Olay olarak Kızıldere’den çok süreç olarak Kızıldere’yi doğru anlamak önemlidir. Şimdiye kadar, daha çok hikaye olarak Kızıldere konuşuldu. 50 yıl önce Tokat, Niksar ilçesi, Kızıldere köyünde 1960’lardan itibaren yükselen devrimci kavganın bir etabı yaşandı. Kızıldere bir çatışmadan çok Türkiye tarihinde bir dönem süren özgürlük ve sosyalizm mücadeleleri sürecinin zirvesidir. Kızıldere ve Kızıldere’ye varan ve sonrasında da kısa dönem devam eden olaylar silsilesi çıkarıldığında, Türkiye’de siyasal mücadele olarak konuşulacak ne vardır? TİP’in Köylücü popülist Aybar dönemi esen rüzgarı hariç, kitlelere dokunan ve hatırlanan tek olay 15-16 Haziran eylemleridir. Ama bugün TİP ve 15-16 Haziran da ’71 direnişi vesilesiyle hatırlanıyor. ’71’in en önemli yanı, yeni bir yol açmasıdır. Türkiye ve Kürdistan devriminde bir devri kapatıp yeni bir devri açması, devrimci kopuş yanı bizim için en önemli yanıdır. Türkiye ve Kürdistan’da bu dönemden sonra devrimcilik, yeni bir tarz ile bu kanaldan, ’71’in açtığı yoldan akmıştır.
1960’larda Türkiye toplumu, tarihinin en büyük altüst oluşunu ve sıçramayı gerçekleştirdi. Daha öncesi olmayan boyutlarda köylüler, üniversiteliler, işçiler, aydınlar tarih sahnesine çıktılar. ‘65 sonrası güçlenerek mücadeleyi yükselttiler. Bu kıran kırana kavganın içinde değişik aşamalardan geçerek üç özne, tarih sahnesine çıktı ve fiil olarak Kızıldere’ye varan olayların faili oldular: THKO, THKP/C, TKP/ML. Bu örgütler, Türkiye ve Kürdistan düzeyinde süren bu mücadelenin ürünleriydi. Durdurulamayan bu mücadeleleri, Türk burjuvazisi faşist bir diktatörlükle ezmek için 12 Mart darbesini gerçekleştirdi. Kızıldere öncesi ve sonrasındaki yaşananlarla bu dönemin en yüksek eylemli zirvesidir. Kızıldere THKP/C’nindir, THKO’nundur ve aynı zamanda TKP/ML’nindir; hepsi birlikte ’71 Devrimciliğidir. Kaypakkaya ve TKP/ML, Kızıldere’de fiilen olmasa da ideolojik ve politik olarak Kızıldere’nin ve bu sürecin asli öğelerinden biri olarak içindedir. Başka mevzilerden aynı savaşın içindedir.
Kızıldere’de 12 Mart faşizmi, tüm bu dönemi bitirmek ve “bir daha asla” dedirtmek amacıyla, imha etmek, kök kazımak bilinciyle saldırdı. Kızıldere’de iki sınıf karşılaştı, faşizm ve devrim güçleri karşıkarşıya geldi. Devrim güçleri, çıplak silahlarıyla on kişiydiler. Onlar, havan toplarıyla, helikopterler ve asker, subay, polis müdürleri, MİT şefleri olarak yüzlerceydiler. Sonradan öğreniyoruz ki, CIA ve MOSSAD ajanları da yanlarındaydı. Devrimciler, Türkiye işçi ve emekçi sınıfını temsil ediyorlardı. Onlar burjuvazinin temsilcisiydiler. Devrimciler, THKP/C ve THKO savaşçılarıydılar. Onlar, NATO’nun askerleriydiler. Ve kerpiç bir evde kuşatılmış durumda, 30 Mart 1972 yılında karşı karşıya geldiler.
“Teslim ol!” çağrılarını ellerinin tersiyle ittiler. Eşitsiz, kalleş bir çatışma yaşandı, hiçbirini sağ bırakmadılar. Yaralı olanları, kurşun yağmuruna tutarak öldürdüler. O zamanki gazetelerde yayınlanan resimlere bakılabilir, bedenler paramparçaydı. NATO’cu TSK subayları yırtıcılar misali yoldaşlarımızdan yaralıları kurşunlayarak öldürmüş, bedenlerini paramparça etmişlerdi. Bu kin, bu intikamcılık neyin nesiydi? Bu soru gereksiz: Türk burjuvazisi -Mustafa Suphi ve 15 yoldaşımızı katledetmişti-, başlangıçtan itibaren aynı karakterdedir. THKO ve THKP/C, emperyalizme ve siyonizme silah doğrultmuştu. TC devleti, güvenlik şefleri, NATO’cu TSK subayları, CIA ve MOSSAD ajanlarıyla birlikte emperyalist ve siyonistlerin intikamını alıyorlardı. 12 Mart darbecileri, Kızıldere katliamıyla yetinmediler; 6 Mayıs’ta Ankara’da Deniz, Yusuf ve Hüseyin’i idam ettiler. 18 Mayıs’ta Diyarbakır zindanlarında İbrahim Kaypakkaya’yı uzun süren işkencelerle katlettiler. Her yıl mart ve mayısta, bizimkiler biraz daha büyüyor; katilleri ise lanetleniyor.
Görev: ’71 Devrimciliğini yaşatmak değil aşmak
71’in öncüsü genç komünist önderlerin teoriye ilgileri, eksikleriyle birlikte temelden doğru kurulmuştur. Teorik olarak, dünya çapında döneme hakim uluslararası kamplaşmanın etkileri içindedirler, ama teoriyi güncel olarak devrim yoluna çıkmak yönünde kurarlar. Kaypakkaya, dönemin rüzgarı Maoculuğun etkisinde, Türkiye’nin sosyoekonomik yapısını Çin’e benzetir ve mücadele tarzını, Çin deneyinin bir benzeri çizgi temelinde geliştirmeye çalışır. THKO, teorik ve ideolojik olarak daha geriden gelir, ama Türkiye Devrimci Hareketi içinde ilk silah kullanan örgüt olarak buzkıran rolü oynar, ilk adımları atma cüretini gösterir. THKP/C teorik gelişkinliğiyle arkadan gelerek pratikte de öne fırlar. TKP/ML devrimci pratiği en zayıf olandır. Öte yandan Kaypakkaya, geliştirdiği politik tezlerle üç akım içinde farklı bir yerdedir. Diğer yandan Kaypakkaya, ne kadar farkına varabildi bilmiyoruz ama daha hayattayken yalnız Sovyetler Birliği değil, ÇHC de sosyalizmden vazgeçme yoluna girmişti; 1972 yılında Mao Pekin’de ABD başkanı Nixon’u ağırlıyordu. İbrahim’in birçok konudaki yanılgıları bu bağımlılıktan kaynaklanmaktaydı. İbrahim Kemalizm ve ulusal sorun konusundaki tezleriyle politik olarak ileridedir ama dönemin ideolojik, siyasal, örgütsel olarak en önde ve ilerden temsilcisi Mahir Çayan’dır. Ancak kim hangi tartışılmaz kutsallığı atfederse etsin her üç devrim odağı ve önderleri, dönemin ve ilk olmanın bariz eksikliklerini, geriliklerini ve yetersizliklerini taşıyorlardı. Bu, doğanın ve toplumların gelişme yasasına uygun gerçekliğidir: İlkler doğum lekeleriyle varolurlar.
THKO, THKP/C, TKP/ML olarak devrimci şiddeti esas alan üç hareket içinde, politik olarak İbrahim Kaypakkaya ileri bir çizgidedir, ancak Mahir Çayan teorik olarak daha gelişkindir ve Marksizm içinde kopuş ve süreklilik eksenini kurmaya çalışır. Yapmak istedikleri, Marks, Engels ve Lenin’in teorik çerçevesine tam oturmaz, ama o yine de bu geleneğin içinden bir yol açmaya çalışır. Ana izleği, ML olur. Mahir’in emperyalizmin “içsel olgu” tespiti, bugün çok daha somut ve teorik bir katkıdır. “Suni denge” ve “askeri politik önderlik” kavramları da yürümeyen devrimciliğe yeni yol ve tarz yaratma çabaları olarak söylendikleri dönemden bugün daha önemle üzerinde durulan kavramlardır. Bugün kapitalizme ve emperyalizme karşı, tek başarılı mücadele biçimi “silahlı mücadele”yi temel alan devrimci savaş stratejisidir. Mahir, kendi döneminde bunu teorik, örgütsel ve pratik olarak bütünlüklü ele almıştır.
Komünarlar, THKO, THKP/C ve TKP/ML’yi mülk edinme anlayışını reddediyor ve üç örgütü de ’71 Devrimciliği olarak, kendi öncelleri kabul ediyor. Kızıldere’yi, Nurhakları, Vartinik’i savunmak ve izleyicisi olmak çok değerli bir devrimci tavırdır. Özelleştirmek, mülk edinmek aynı şey değildir.
’71 hem çok genç, hem çok radikal, hem çok yaratıcı, hem çok reddiyeci ve atakdır. ’71’in pratik ataklığından, örgütçülüğünden, eylemciliğinden teorik ataklığı ve cüreti daha öndedir. Büyük bir teorik arayışı vardır ve teorik olarak müthiş bir ufuk genişliği içindedir ve maalesef başlangıç halindeki bu büyük teorik cüret tamamlanamamıştır, tamamlanma doğru anlatmıyor, aşılamamıştır. ’71 ve düz devamcıları arasında tam bir tezat vardır. ’71’in önderleri teorik ataklıkta ne kadar cüretli ve yaratıcı ise devamcılar aynı oranda tutucu, taşlaştırıcı ve muhafazakârdır. Mülkleştirerek miras edinenler, eleştirilerimize rağmen devrimci bir kulvardadır. Ama pratik ve teorik olarak hala elli yıl öncede kalmışlardır, ne pratik ne teorik ’71’in üzerine bir şey koyamamışlardır.
Bitmez tükenmez bir kaynak ve her dönem daha büyüyen prestijinden dolayı birçok tür ’71’cilik vardır. Bir türüne poster ’71’ciliği denebilir ne teorik, ne pratik ’71 ile bir ilgileri kalmamıştır ama posterlerini taşır, hatta herkesten çok mülkleştirirler. Çok ucuz ve dogmatik biçimde ’71’i küçük burjuva maceracılığı olarak reddetmelerine rağmen kullanmaya devam ediyorlar. Bir dönem çok rahat ve yüksek sesle maceracılık olarak reddedenler, ’71 büyüdükçe daha utangaçça aynı ucuz reddiyeciliği devam ettiriyor, ama daha fazla sahipleniyorlar. En oportünist ’71’ciler sessiz kalarak, Dr. Kıvılcımlı’nın dediği gibi “susuş kumkuması”na getirenlerdir. ’71’in eylem ve örgüt tarzından vebadan kaçar gibi kaçarlar ama açık eleştirel tek bir kelime etmezler, Mahirciliği de kimseye bırakmazlar.
’71’i o tarihte dondurup üzerine şimdiye kadar söylenenlerden farklı değerlendirmeler yapmak zordur. ’71’i bir başka açıdan değerlendirmeyi denemek daha öğretici olabilir. ’71’i süren mücadele üzerinden değerlendirmek belki daha geliştirici olabilir, ’71 devam ediyor, iki koldan devam ediyor. Bir kol Kürdistan’da boy veriyor; diğeri; birçok kolları, tabir uygunsa dalları budaklarıyla Türkiye kolu. Kol değil de, bütün kolları taşıyan devrim ağacı diyebiliriz tüm bunlara.
Büyük Kürt Halk isyanı Kızıldere’nin devamı ve aşılmasıdır
’71’in Türkiye koluna 1975 yılından itibaren kitleler sel olup aktılar. Büyük bir devrimci dalga doğdu ve Kürt devrimciliği de bu dalganın içinden çıktı. Metinlerimizde ayrıntılı değerlendirdiğimiz için kısaca geçiyorum. Bugün daha net olarak söyleyebiliriz. Türkiye tarafı yeterince devrimci olamadığı için bu dev dalgayı değerlendiremedi. Bir tür sekter ve demagojik solculuk tüm ortama hakim oldu ve büyük halk potansiyelini paramparça etti. Türkiye tarafı, gereğince devrimci olamayınca Kürdistan kolu kendi yolunu ayırdı. Türkiye tarafı, bir dönem sürekli büyüdü, büyüdüğü oranda sekterliği büyüdü ve kendi içinde çatışarak daha fazla bölündü. Hâlâ bu dönemin yanlışlıkları ve alışkanlıkları devam ediyor.
Kuruluş metinlerinden başlamak üzere ve bütün mücadelesi boyunca, Kürt devrimci hareketi PKK ve önderi Abdullah Öcalan, kendisini ve partisini ’71’in devamı kabul eder. Kabulden öteye bu olan durumdur. Abdullah Öcalan, ’71 Devrimciliğini çok yüksek bir yere koyar ve inatla ’71’den müthiş öğrendiğini söyler. Cüretini, ataklığını örnek aldığını söyler. En çok eksiklerinden ders çıkardığını mealen şöyle ifade eder: “’71’den müthiş öğrendim, bugün bu savaşın sürekliliğini sağlayabildiysek, bu azgın güçlere yem olmadıysak, bu ’71’den büyük öğrendiğimiz içindir”
PKK, ’71’in devamıdır, hatta düz devamcılarından daha ortadoks devamcısıdır. PKK, doktrinerlik anlamında ortadoks değildir ve kendisinin de bu anlamda bir iddiası yoktur. Ama pratik ve örgütsel olarak, tamı tamına ’71’in örgütlerinin başlatıp devam ettiremediklerini, onları da aşarak yaşamda gerçekleştirmiştir. Kim hangi itirazda bulunursa bulunsun, PKK teorik ve pratik olarak bütün ’71 mirasçısıyım diyenlerden çok daha ’71’e yakındır. Mahir Çayan’dan üç beş makale okuyan ve okuduğunu anlayan herkes bu söylediklerimizin doğruluğunu görür. O zaman sorun iddia değil somut yaşamda gerçekleşendir.
TDH, 1971’den öğrenemedi, öğrenemediği için 1980’de darmadağın oldu. 1971’e kadar yaşananlardan öğrenebilseydi ‘80’lerde bu boyutlarda çöküş yaşanmazdı. 1980’den günümüze Türkiye çok şiddetli krizlerle sarsıldı ama bu krizleri siyasallaştıracak dinamikler gökyüzünde değil, tarihsel birikim olarak bu toplumun bağrındaydı. Ayrıca, öncüller olarak ’71 devrimcileri bu süreci başlatmıştı. Devrimci yaratıcılık bunu görüp, süreci bir üst seviyeye sıçratma yeteneğini gösterebilmekti. Bu krizi siyasallaştırmanın olanaklarını PKK gördü ve gereklerini yaptı. Öcalan’ın, 1971’in bütün öncülerine ve özellikle Parti-Cephe geleneğine bağlılığını sürekli vurgulaması bir güzelleme değil, devrimci stratejik yönelimiyle ilgilidir. Kaypakkaya Kürt sorununu gündemleştirdi, PKK ona hayat verdi. THKP/C ve suni denge! Sadece Kürt sorununda değil, Türkiye toplumunda suni denge deniyorsa; suni dengeyi PKK bozdu mu, bozmadı mı? Toplumsal anlamdan öteye, Türk egemenlik sisteminin tüm dengelerini bozdu. Mahir Çayan, PASS’ı (politikleşmiş askeri savaş stratejisini) savunuyordu, PKK bunu ete kemiğe büründürdü. Silahlı propaganda, dedi. Silahlı propogandayı PKK, Türkiye Kürdistan sınırlarından taşırarak tüm bölge düzeyinde gerçekleştirdi. Parti-cephe, TİKKO ve THKO geleneğini, ’71’in üç örgütünün yarım kalan bütün hedeflerini PKK gerçeğe dönüştürdü. PKK, kendi hakikat arayışını, ’71 geleneği üzerinden inşa etti. TDH, ‘80’li yıllarda, darbe karşısında direnemeyip tasfiyeyi yaşarken; PKK, gerilla savaşına cüret etti ve tüm Kürdistan’ın halk gerçekliğini temsil düzeyine yükseldi. Halk denilen soyutluğu, gerçekliğe büründürdü. Gramsci’nin hegemonya kavramı, PKK tarafından Kürdistan’da inşa edilmiştir.
Komünar çizgi, ’71’i ileri fırlatma ve halklaştırma hamlemizdir
TDH’nin primitif, hala birbirine hasmane gruplar hâlindeki duruşu kabul edilemez. ’71 direnişini savunuyor ve devam ettirdiğimizi iddia ediyorsak, devrimci hareketin mevcut durumuna savaş açmak zorundayız. Komünar başlangıcımız, bizzat bu yönde bir çıkıştır. Komünarlar olarak, yeryüzünde zulme ve zorbalığa ilk başkaldıranların mirasını devam ettiriyoruz. Devrimciliğimiz, bu ilk başkaldırılardan günümüze, hem bir sürekliliği taşıyor hem bir kopuşu temel alıyor. Biz, Kızıldere’nin büyük devrimci dayanışmasını örnek alıyor ve devam ettirmek için büyük bir çaba gösteriyoruz. Kızıldere’nin birlik ve dayanışma ruhunu temel kabul ederek, ’71’i bir bütün olarak kabul ediyoruz. Komünar kuruluşumuzu, ’71’in üç devrimci akımının sentezi ve büyük, yenilmez Kürt halk isyanının deneyleri üzerinden, yeni bir devrimcilik olarak kurma çabasındayız. İlk aşamada kendi içimizdeki eskiyi savunan lumpen unsurlarca geri döndürülmek istenen budur.
’71 Devrimciliğine iki tür yanlış yaklaşımı reddediyoruz. Sağcı, reformist reddiyecilerle olduğu gibi düz devamcıları ile de ayrışıyoruz. ’71 devrimci cüretinden öğrendik, ’71’in eksiklerine karşı da cesuruz; inkârcı ve donduruculara karşı ’71’in hata ve eksiklerini devrimci eleştiri temelinde aşmak için mücadele ediyoruz.
Hiçbir akımın düz devamcısı değiliz ama Türkiye devriminin tüm birikimini olduğu gibi, bugün kan revan içinde direnişi sürdüren tüm devrimci örgütleri de (birçok yönden eleştirsek de) kendi örgütümüz olarak kabul ediyoruz. Türkiye devrimci hareketine ciddi eleştirilerimiz var ama en çok kendimizi eleştiriyoruz. Örgütlerdeki kendini beğenmişliği, bir tür kendine sevdalılığı şiddetle, burjuva bir hastalık olarak görüyor ve reddediyoruz. Kendimizde övündüğümüz ve devrimci bir kazanım olarak gördüğümüz ileri yanımız, grupçuluğu aşma ve bu burjuva hastalığını tüm devrimci ortamdan defetme çabamızdır.
Toplumsal, ekolojik, kültürel her anlamda dünyanın yok oluşa doğru gidişine bir çare bulunmak zorunludur. Dünyayı bu duruma kapitalizm getirdi ve kapitalizm altında bütün imdat çığlıklarına, kurtuluş arayışlarına rağmen, her şey daha kötüye gidiyorsa, artık kapitalizmin dışına çıkmak, insanlığın tek çaresidir ve toplumlar her zamankinden daha fazla bu gerçeklikle karşılaşıyor. İnsanlık artık gerçek anlamda boğuluyor, batıda da boğuluyor, doğuda da boğuluyor. Ama en çok bu coğrafyada en inanılmaz, tahayyül dahi edilemeyen geriye, en geriye olduğu gibi ileri doğru arayışların en keskin şekilde ve karşı karşıya geldiği, tam da tarihin doğum sancıları denilebilecek ve bunun göstergesi ağır çelişkilerinin kıran kırana yaşandığı bu tem
elde yeninin, kurtuluşun en fazla uç verdiği bir dönem ve coğrafyadayız diyebiliriz.
Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin ve bizzat Kızıldere’nin kendisi bize güçlerimizi birleştirmeyi emrediyor. Tek tek bireylerden, tüm devrim ve sosyalizm için yüreği çarpanları, Kızıldere’nin birlik ve dayanışma yolunu takip etmeye ve birliğe çağırıyoruz. Komünar savaşçılar bu birliğin emrindedir.
Kaynak:komündergi7.com