Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
 
8 (69). Sayı
Arşiv
Makale Dizini



 

 

İletişim İçin:
emekveozgurluk09@gmail.com
eoc.int@gmail.com
barikat@mail.com


MUSTAFA ERDEN (MUYO MURİC) YOLDAŞI YİTİRDİK...

Yüreği hep özgürlük, insanca yaşam ve sosyalizm için çarpan, her anında mücadele için birşeyler yapma kaygısı taşıyan ve emek veren, insan ve halk sevgisiyle dolu Muyo yoldaşı bugün sabah kalp krizi sonucu yitirdik...

Acımız çok büyük...
Anısını ve mücadelesini sonsuza dek yaşatacağız...

MUYO YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
ANISI VE MÜCADELESİ HEP YAŞAYACAK!

EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

(Cenaze töreni önümüzdeki günlerde netleşecek.)

FAŞİZME KARŞI HEP BİRLİKTE!

Halklarımız 31 Mart seçimlerinde AKP faşizmine güçlü bir tokat attı. AKP faşizmi büyük kentlerin çoğunluğunda yenilgiye uğradı. İşçiler, emekçiler, yoksullar, tüm ezilenler AKP faşizminin yarattığı yoksullaşma, yıkım ve özgürlükten yoksunluk çemberine karşı direnişini giderek daha güçlü biçimde ifade edeceğini gösterdi.

AKP faşizminin bu durumu hazmetmesi elbette mümkün değil. Çünkü o, devleti ABD emperyalizminin "ılımlı islam", BOP projeleri temelinde yeniden inşa ederek iktidarlaşmayı, devletleşmeyi hedefliyor. Böylesi büyük bir hedefle yola çıkan her burjuva partisi gibi, AKP'nin durması, yenilgiyi kabullenmesi mümkün değildir. Durmak veya yenilgiyi kabullenmek, üstelik de kendisinin koyduğu kurallara göre işleyen bir seçim oyununda bile mümkün değildir. Çünkü burjuva devleti yeniden inşaya girişen her Parti gibi o da katliam, yolsuzluk, hırsızlık vb. pek çok suçun failidir, pek çok kesimin düşmanlığını kazanmıştır. Durmak veya yenilgiyi kabullenmek böylesi faşist partiler açısından yokoluş demektir.

Yargılanmak ve ağır sonuçlarla karşı karşıya gelmek demektir.

İşte İstanbul seçimleri bu nedenle AKP için hayatidir. İstanbul, Türkiyenin siyaseten de, kültürel ve sosyal olarak da, ekonomik olarak da kalbidir. İstanbul, Türkiye siyasetinde kazanmanın başlangıç noktası olduğu gibi, kaybetmenin de başlangıç noktasıdır. AKP faşizmi İstanbulu ne pahasına olursa olsun kazanarak yaşadığı gerilemeyi, çözülmeyi bir nebze olsun durdurmak, yeni hamleleri için zaman kazanmak istiyor. İstanbul'da yerel seçimlerin iptalinin temel nedeni budur;

Türkiyedeki kentsel rantın büyük bir bölümü İstanbulda üretilmektedir. İstanbul'da belediye tarafından kontrol edilen kent rantı AKP faşizminin destekçisi büyük burjuva kesimlerin, oligarşi bileşenlerinin, yandaş kesimlerinin, dahası en başta RTE ve çevresinin en önemli finans kaynağıdır. Bu kaynağı yitirmek, etkisi dalga dalga Anadoluya yayılacak büyük bir siyasal ve ekonomik kayıp olarak ortaya çıkacaktır. AKP faşizmi böylesi bir kaybı kabullenememektedir.

İkincisi, yerel seçimden önce de zaten apaçık olan merkez sağda, özellikle eski AKP'liler eliyle yeni Parti arayışları, 31 mart seçimleri sonrasında alenen ifade edildi. AKP faşizmi bunun yaratacağı, nereye varacağı belli olmayan irili ufaklı çözülmeleri, tehlikeleri en azından bir süreliğine ötelemek için de İstanbul seçimine ihtiyaç duymuştur. Seçim süreciyle birlikte bu tür arayışlar en azından sonbahara kadar ötelenmiştir. RTE bu süreçte hem partisini yeniden konsolide etmeyi, hem de iç çözülmelere karşı tebdirler geliştirmeyi ummaktadır.

Üçüncüsü, AKP faşizmi İstanbul seçimleri yoluyla, MHP ve Avrasyacı asker-sivil faşistlerle yürüttüğü koalisyonun geleceğini belirlemek ve gücünü sınamak istemektedir. Seçimin kazandıracağı zamanla yeni ittifak stratejileri ve arayışları geliştirmek istemektedir.

AKP'nin İstanbul seçim sonuçlarını çalması halk muhalefeti açısından da öğreticidir.

Herşeyden önce, hür seçimlerin, seçmenin özgür iradesi vb. söylemlerin kapitalist sistemde, onun faşist rejimlerinde tam bir palavra olduğu ortaya çıkmıştır. 7 Haziran 2015 seçimlerinin ardından, İstanbul yerel seçimleri de iptal edilmiştir. Sadece seçim iptalleri de değil, muhalif milletvekilleri hapse atılmış, yüze yakın belediyeye kayyum atanmıştır. Halk muhalefeti söz konusu olduğunda yasa ve seçim, adalet ve özgürlük kesinlikle yoktur.

İkinci olarak, bugün muhalefetin en etkin partisi olarak öne çıkan burjuva partisi CHP bırakalım temel hak ve özgürlükleri, kendi siyasal haklarını korumayacak ölçüde sinik ve teslimiyetçi bir parti konumundadır. İstanbul yerel seçimleri iptal edildiğinde İstanbulun pek çok bölgesinde halk sokaklara dökülürken, CHP yönetiminden deyim yerindeyse çıt çıkmamıştır. Artık AKP'nin yönettiği kapitalist sistemin, faşist devlet yapısının zarar görmemesi, oligarşinin çıkarlarının korunması, Yenikapıda AKP ile yapılan ittifakın korunması onların başlıca derdi durumunda. CHP yönetimi, CHP'nin ilerici, yurtsever tabanının mücadeleci, anti-faşist, anti-AKP direnişini dizginlemek için sokak mücadelesinden, hakların mücadeleyle korunmasından adeta vebadan korkar gibi korkmaktadır. Tüm burjuva partileri gibi, CHP yönetimi de halklarımızın ve CHP tabanının gücüne ve iradesine güvenmemektedir.

Herşeye karşın, CHP'nin sol demokratik tabanının HDP ve diğer tüm demokratik, sol, devrimci güçlerin mücadele içinde oluşan anti-faşist birliğini korumak hayati önemdedir. Büyük Haziran-Gezi direnişi, 6-8 Ekim direnişi bu birliğin mührüdür, bu birliğin içinde doğduğu büyük halk ateşidir. Ancak bu birliği, AKP faşizminin oyunları içinde kalarak, sinik tutumlar alarak büyütemeyiz, koruyamayız. Bu birliği büyütmenin yolu, onu gerçekten demokratik, gerçekten mücadeleci, gerçekten özgürlükçü ve anti-şöven doğrultuya çekmemizle mümkündür.

Birliğimizi koruyalım! Fakat bunun yolunun sokaktaki mücadelede, kazanımlarımızı sinmeden korumakta olduğunu görelim. Büyük Gezi direnişi bize sinmeyi değil, isyanı, başkaldırmayı ve diktatörü halkın gücüyle yıkabileceğimizi gösterdi. Devrimin, isyanın hayal değil, halkın mücadelesiyle gerçek olabileceğini gösterdi. Bizler Denizlerin, Mahirlerin, İboların izindeyiz. Devrim istiyoruz! Halkın demokratik iktidarını kurarak kesintisiz sosyalizme yürümeyi hedefliyoruz. Düzen içi her kazanımı da bu yolda atılan küçük bir adım olarak görüyoruz. Ancak halkın kazanımlarını koruma iradesi göstermek koşuluyla...

Biz devrimci sosyalistler olarak muhalefetin tutarlı rotaya girmesinin tek yolunun haksızlığa, adaletsizliğe, baskıya itilen, yoksulluğa mahkum edilen herkesin yanında olmak olduğunu biliyoruz. AKP faşizminin oyunlarını hepimiz biliyoruz. CHP yönetiminin sinik ve düzeni koruma gayretlerinin de farkındayız. Fakat her iki düzen tavrının panzehiri tutarlı bir biçimde tabanda halkın demokratik birliğini korumak ve her türlü haksızlığa, adaletsizliğe karşı durmaktır. Bu bilinçle, İstanbul'da halkın iradesini gasp edenlere, tüm demokratik halk güçleriyle birlikte karşı duracağız. İstanbulda yenilenen yerel seçimlerde gaspçı, hırsız, yağmacı faşizme karşı, hak gaspına uğrayan muhalefetin adayını destekleyelim. Muhalefetin demokratik kesimlerinin gelişmekte olan duygudaşlığını, birlikte davranma tutumunu büyüterek tüm halkı kucaklayan güçlü ve tutarlı bir demokratik muhalefet yaratmak, bu yoldan devrimci savaşımı geliştirmek bugünün görevidir.

FAŞİZM YENİLECEK HALK KAZANACAK! ÖZGÜRLÜK VE İNSANCA YAŞAM MÜCADELE SAFLARINA! YAŞASIN TÜM HALK GÜÇLERİNİN DEMOKRATİK BİRLİĞİ! EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

 

FAŞİZMİ YENME İRADESİYLE 1 MAYISTA ALANLARA!

Emekçi Ezilen Halklarımız!

1 Mayıs'ı, AKP faşizmine attığımız 31 Mart tokatı ile karşılıyoruz. Coğrafyamızı ağır bir felakete sürüklemiş olan AKP faşizminin tüm saldırılarına, baskılarına rağmen, işçiler, köylüler, emekçiler, gençler, kadınlar ve tüm ezilen halklar olarak özgürlük ve insanca yaşam irademizi ve tavrımızı güçlü biçimde koruduğumuzu bir kez daha ortaya koyduk. Direnen halkın yenilmeyeceği bir kez daha net biçimde ortaya çıktı.

Ekonomik krizin derinleşeceği açıktır. Ve bu krizin yükünün emekçi halka yüklenmeye çalışılacağı da açıktır. Sadece bu da değil, AKP faşizminin dış politikası da iflas etmiştir. Dış politika dedikleri şey; Suriye'deki suçlarını örtbas etme ve Kürt düşmanlığı kapanına kadar daralmıştır. İçeride ve dışarıdaki hareket ve rant alanlarının daralması süreci, büyük belediyeleri kaybetmeleriyle birlikte artık tam bir çözülme sürecine dönüşecektir. Kısacası, rant, yalan ve saldırganlık üzerinden yüzen AKP gemisi ve inşa etmek istedikleri yeni devlet aygıtı artık batmaya başlamıştır.

Kardeşler!

Önümüzde büyük ve karmaşık bir mücadele süreci durmaktadır.

Bilmemiz gereken en temel şey; AKP faşizminin kendiliğinden yıkılmayacağı, bir seçim yoluyla da gitmeyeceğidir. 

AKP, ABD emperyalizminin eliyle bir proje partisi olarak kurulmuştur. 2013'den itibaren ABD emperyalizminin desteği giderek azalmış olsa da, AKP, devleti yeniden dizayn etmede ciddi yol kat etmiştir. Buna bağlı olarak, büyük rant kapıları açmış, büyük suçlar işlemiştir. Bu nedenle, AKP açısından iktidarı kaybetmek, herşeyi kaybetmektir. Evet, seçimle iktidar yapıldılar, ama seçimle veya başka bir yoldan gitmemek için her şeyi yapacak, her suçu işleyeceklerdir. Bunu, 2015 Haziran seçimlerini kaybettiklerinde gördük. Seçim sonuçlarını kabul etmediler, Türkiye tarihinin en büyük katliamlarını (Suruç, Ankara, Antep) yaparak, zorla, hile ile seçim "kazandı"lar. Yaptıkları tüm hilelere rağmen kaybettikleri 31 Mart seçimlerinin ardından, CHP lideri Kılıçdaroğlu'na yapılan saldırı, İstanbul seçimlerini yenileme çabaları ve faşist MHP'nin lideri Bahçeli'nin seçimi kaybetseler de iktidarı vermeyeceklerini açıklaması, seçimle yönetim değişikliğini kabul etmeyeceklerinin açık göstergeleridir.

Diğer yandan, artık koşullar 2015'deki gibi değildir. Çözülüyorlar ve azimle direnen halklarımızı sindirmelerinin koşulları çok daha zayıftır.

Ancak direnen halk güçlerinin kazanması da kendiliğinden olamaz. Direnen halk güçleri parçalıdır. CHP yönetimi tabanındaki güçlü sol, demokratik yönelime karşın, sağcı ve milliyetçi politikalara angajedir. HDP, özgürlük ve insanca yaşam isteyen tüm kesimleri demokratik bir cephede toparlayacak konumdan uzaktır. Devrimciler, sosyalistler, komünistler ise oldukça zayıf ve dağınıktır. Bu zayıflıklarımıza rağmen, AKP faşizmine güçlü bir tokat attık.
Onu yenebiliriz de!

Sınıfsal, ulusal, dinsel, mezhepsel, cinsel vb farklılıklarımızı biliyoruz. Fakat esas olarak ortak paydamız olan özgürlük ve insanca yaşam isteklerimizin bizleri birleştirdiğini de görmeliyiz. Tabanda ve tavanda AKP faşizmini alt edecek bir halk hareketi yaratmak için birleşmemiz gerekiyor.

Birleşik halk hareketini değişik biçimlerde, en sertinden, en esnek biçimlerine değin hayatın içinde örmeliyiz. Bunu sadece çağrılarla yapamayacağımızı bugüne kadar yaşananlar gösterdi. Parola basittir; mahallende, işyerinde, fabrikanda, okulunda her yerde inisiyatif al, tüm anti-faşistleri, özgürlük ve insanca yaşam isteyenleri gizli yada açık, öz savunma yada başka mücadele biçimleri etrafında, koşullar hangisine uygunsa mücadele birlikleri içinde birleştir!

31 Mart seçimlerinin yarattığı moral ancak bir halk hareketi yaratırsak, sokaklarda, meydanlarda bir mücadele süreci yaratırsak gerçek bir güce dönüşür. Bunun için gerekli olan kazanma azmimiz büyüyor, mücadele zeminleri büyüyor, özgürlük ve insanca yaşam talebi büyüyor. Her yerde, her kesimde mücadele isteği mayalanıyor.

İşçi sınıfının ve tüm emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs, tam 130 yıldır tüm özgürlük ve insanca yaşam taleplerinin, mücadelelerinin en güçlü biçimde söze ve eyleme dönüştüğü gündür. 1 Mayıs'ı yoksullaşmaya, işsizliğe, zamlara, çocuklara dönük her türlü saldırıya, doğamızın tahrip edilmesine, kadınlara yönelik artan saldırganlığa, gençliğin işsizliğe ve yoksulluğa mahkum edilmesine ve hapishanelerdeki tecride karşı özgürlük, demokrasi ve insanca yaşam için sokaklarda, meydanlarda büyük bir direniş gününe dönüştürelim.

1 Mayısta bu mücadele ruhuyla ve bilinciyle alanları dolduralım. AKP faşizmine, soyguncu kapitalizme ve emperyalizme karşı devrim ve sosyalizm bayrağını yükseltelim.

1 MAYISTA ALANLARA!

DİRENECEĞİZ, BİRLEŞECEĞİZ, KAZANACAĞIZ!

FAŞİZM YENİLECEK HALK KAZANACAK!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

 

 

 

DEMOKRATİK KAMUOYUNA!

Kardeşler!

AKP faşizminin devletleştiği ve her türlü demokratik muhalefeti ağır baskı altında aldığı koşullarda yerel seçimlere gidiyoruz.

Onbinlerce devrimci, demokrat, yurtsever ve muhalif tümüyle legal ve meşru siyasal, sosyal ve kültürel faaliyetlerinden ötürü hapishanelerde. Söz, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ağır baskı altında. Onbinlerce soruşturma dosyası işleme konulmak üzere bekletiliyor. İşkence, katliam vb. normalleştirilmiş durumda. Türkiye adaletin ve özgürlüğün olmadığı ülkeler kategorisinde...

Bu faşist baskı politikalarının ve AKP devletini inşa etme sürecinin bir uzantısı olarak seçimlere dönük hileler artık abartı boyutunu aşıp, absürd bir noktaya varmış halde. Sahte seçmenler, sahte oy pusulaları, sayım hileleri, merkezi düzeydeki bilgisayar oyunları vb... artık rejimin seçim oyunlarının temel unsurları durumunda.

Dahası, AKP faşizmi devrimci, demokrat, yurtsever ve muhalif belediye başkanlarına yönelik kayyum atama politikasıyla yerel seçimleri fiilen işlevsiz hale getirmektedir. Bunun anlamı seçilecek hiçbir muhalif yerel yöneticinin bir gram garantisi olmadığıdır. İkincisi, AKP faşizmi yerel yönetimlerin başta mali kaynakları olmak üzere tüm faaliyetlerini merkezi yönetimin idaresi altına sokarak, onları adeta kötürüm haline getirecek önlemleri daha şimdiden almıştır.

Bu koşullarda altında meşru ve adil seçimler yapılabileceği asla söylenemez. Muhalefetin alacağı her oy olağanüstü baskı ve teröre, hile ve dalevereye rağmen alınmış oylar oluyor, olacak. Kazanılan yerel yönetimlerin ise ne kadar yönetimde kalacağı ve ne yapacağı ise tümüyle AKP faşizminin keyfiyetine bağlı olacaktır.

Herşeye rağmen, seçimler ve somut olarak yerel seçimler mevcut koşullarda demokratik, devrimci mücadelenin geniş halk kesimleriyle buluştuğu demokratik mücadele zeminleridir. Ve hiçbir demokratik mevziyi, emekçilere ulaşmada ve onları toplumsal mücadelelerin birer öznesi yapmada rol oynayan hiç bir imkanı asla AKP faşizmine bırakmayacağız.

Yerel seçimlerde, belediye başkanlığı, il ve ilçe belediye meclisleri ve muhtarlık seçimlerinde, devrimci, sosyalist, demokrat, yurtsever, sol, halktan yana, emekten yana, AKP faşizmini geriletmede işlevi olan parti ve/veya adayları destekleyeceğiz. Onlarla omuz omuza mücadeleyi büyüteceğiz.

Daha somut olarak;

- Hangi parti ve adayların destekleneceği konusunda devrimci, demokrat ve yurtsever kesimler arasında ciddi tartışmalara neden olan Dersimden başlayarak ifade edecek olursak; Dersim'de devrimci, demokrat ve yurtsever kesimlerin ortak adaylar çıkarması elbette istenen ve tüm halk güçlerinin en çok gereksindiği şeydir. Ancak bu başarılamamıştır.

Gelinen noktada, Dersim Demokratik Halk Dayanışması'nın Dersim merkez ve ilçelerinde gösterdiği adayları destekleyeceğiz. Dersim Demokratik Halk Dayanışmasının bir bileşeni olarak hareket edeceğiz.

EÖC olarak Ovacık belediyesinde sınırlı düzeyde de olsa yürütülen halkçı demokratik belediyecilik anlayış ve pratiğinin desteklenmesi ve büyütülmesi gerektiğine inanıyoruz.

Türkiye devrimci ve sol hareketi her alanda olduğu gibi, legal çalışma alanında da büyük bir gerileme yaşamaktadır. Tam da bu nokta da, son yıllarda legal faaliyetlerde en önemli ve geniş kamuoyu tarafından destek ve değer görmüş başlıca çalışmalardan biri Ovacık belediyesinin pratiğidir. Bu çalışma salt çalışmayı yürüten SMF'ye değil, tüm ülke çapında genel olarak Türkiye sol ve devrimci siyasetine değer ve prestij kazanmıştır. Aynı zamanda attığı sınırlı adımlarla bile olsa halkçı demokratik belediyecilik konusunda tüm kamuoyunda prestijli bir örnek yaratmıştır. Türkiye devrimci ve sol hareketleri bu çalışmaya sahip çıkmalı ve hep birlikte bu çalışmayı daha da büyütmelidir.

İkinci olarak, Dersim açısından yukarıda belirttiğimiz istisnai durum haricinde tüm Kürt kentlerinde HDP'yi ve adaylarını destekliyoruz.

HDP halkçı demokratik bir hareket ve Kürt halkının demokratik bir sözcüsü olarak faşizme karşı direnişte en önemli bileşenlerden biridir. HDP ile omuz omuza olmayı devrimci, demokratik mücadelenin büyütülmesinin zorunlu bir adımı olarak görüyoruz.

Türkiye genelinde ise AKP faşizminin geriletilmesi ve demokratik, halkçı mevzilerin kazanılması için devrimci, sosyalist, sol, demokrat, ilerici, halkçı adayları parti farkı gözetmeden destekliyoruz.

Yerel seçimlerin sonuçları salt yerel yöneticilerin seçilmesi ile sınırlı  olmayacaktır. Yerel seçimler AKP faşizmine karşı direnişin sürdüğünü, diz çökülmediğini, halkın kazanma umudunun büyütüldüğünü göstermenin de araçlarından biri olacaktır. Salt bu da değil. Seçim hilelerine, hırsızlığa, her türden halk düşmanlığına karşı direniş süreci olacaktır.

Bütün bu boyutları ve hedefleriyle yerel seçimleri devrimci, demokratik, anti-faşist direnişin bir mevzisine dönüştüreceğiz.

Yaşanan ağır ekonomik krizle birlikte çözülmeye başlayan AKP kitlesini, gericiliğin etkisi altındaki tüm kitleleri kazanmak, demokratik, sosyalist fikirlere yaklaştırmak için yerel seçimler zeminini kullanacağız.
CHP dahil tüm kendini sol olarak tanımlayan tüm kesimleri devrimci, demokratik güçlerle birliğe yaklaştırmak için yerel seçimler zeminini kullanacağız.
Anti-faşist, demokratik güçlerle, devrimci güçlerle somut mücadele içinde birleşip ortak mücadeleler yürütmek için yerel seçimler zeminini kullanacağız.

Yerel seçimlerde devrim, sosyalizm ve demokrasi güçlerinin kazanması için bir kez daha;

BİRLİK, MÜCADELE, ZAFER!

AKP FAŞİZMİNE KARŞI DEVRİM VE DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN BİRLİĞİYLE KAZANACAĞIZ!

ÖZGÜR ÜLKE, İNSANCA YAŞAM İÇİN MÜCADELE SAFLARINA!

TEK YOL DEVRİM!

14 Şubat 2019

EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

 


Devrimciler var,
devrimcilik yok;
fakat çıkışsız değiliz!

F. Kızılırmak


A- Yaşadığımız devrimcilik krizdir; devrimcilik yok...

Türkiyeli tüm devrimci ve sol hareketler ve kişiler belki de tarihlerinde ilk kez bir konuda anlaşıyorlar; milli kriz derinleşiyor, mücadele dinamikleri ve potansiyeli artıyor ama devrimci öncülük yok. Yani Türkçe’de zaman zaman kullandığımız bir ifadeyle; "Herşey var ama hiçbir şey yok". Nasıl ifade edersek edelim; olağanüstü acayip, olağanüstü absürd bir tabloyla karşı karşıyayız.
Daha baştan meramımızı açık biçimde ifade edelim; Türkiyede devrimciler var, devrimci örgütler var ama devrimcilik yok... Burada bir söz oyunu yok.
1990'lardan bu yana sınıflar mücadelesinde yaşanan oldukça büyük altüst oluşun devrimcilikte yarattığı ağır yıkımın ve çarpılmanın vardığı noktadır, devrimciler ve devrimci örgütler varken, devrimciliğin olmayışı. Yaşanan durumun adı tam olarak devrimcilik krizidir. Açalım...


B- Devrim ve devrimciliğe ilişkin kısa hatırlatmalar.


"Devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarıya- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir." (M. Çayan)1


Devrimcilik devrimin gerçekleştirilmesini aktüel bir sorun olarak görerek, bütün bir devrim sürecinin kesintisiz ve sürekli biçimde üretilmesini sağlayan, öncü faaliyetler eksenindeki tüm faaliyetlerin/pratiğin toplamıdır. Devrimci örgüt/parti/ hareket ise bu öncü çalışmaları örgütleyen, koordine eden, doğrudan gerçekleştiren, öncü kadroların çekirdeğini oluşturduğu devrimin ve devrimciliğin kalbi, beyni ve ruhu olan organizasyondur. Devrim, devrimcilik ve devrimci örgüt (ki buna devrimci kadro da eklenebilir) birbirinden ayrılamaz. Biri olmadan diğerinin pratik değerini yitirdiği yada yok denecek ölçüde azaldığı kavramlar ve dinamik olgular, hareketler bütünüdürler.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın ve ülkenin nesnel gerçekliğine, devrimin temel sorunlarına, devrimin ve sosyalizmin içeriğine ilişkin içinden geçilen tarihsel döneme ve konjonktürel sürece uygun güçlü bir teorik ve politik kavrayış, güçlü bir ideolojik çizgi gerektirir. Başka bir ifadeyle, devrimin toplumsal güçlerinin en ileri kesimlerinde "evet, kurtuluş işte bu fikirlerde", "evet, işte bu fikirler tartışmaya değer" dedirtecek ışıklı ve güçlü bir paradigma/kavramsal çerçeve gerekir.

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci siyasetin stratejik temelini oluşturacak bir stratejik plan gerektirir. Bu stratejik planının sacayakları olarak devrimin stratejik hedefini (sosyalist devrim, demokratik devrim vb.) ve devrimin stratejik çizgisini (uzun süreli halk savaşı, ayaklanma yada farklı bir kombinasyon) ve devrimde sınıfların stratejik mevzilenmesini (temel ve tali güçler ve ittifaklar) belirlemek gerekir. Devrimin stratejik planı devrimci teorinin yaşamla bağının pratik üzerinden sürekli biçimde kurulmasının yolunu ortaya koyar. Dinamik bir plandır; sınıflar mücadelesinin temel unsurlarında değişime yol açan her faktörden etkilenir ve yeniden yeniden biçimlenir.

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt ideolojik çizgi ve devrimin stratejik planı temelinde ülkedeki temel ve tali büyük siyasal ve toplumsal çelişki alanlarını tespit etmeyi gerektirir. Kapitalist toplumun temel çelişkisi olarak emek ve sermaye
çelişkisi belirli bir tarihsel süreçte ve konjonktürde ülkede ve dünyada oldukça farklı biçimler altında kendini gösterir. Yoksulluk ve yoksunluk, özgürlükler ve faşist terör, emperyalist baskı ve işgaller, ulusal sorunlar ve sömürgecilik, ekolojik sistemin kapitalizm tarafından ağır tahribi ve varoluş sorununa dönüşmesi, cinsler arası eşitsizlik ve baskı, ağır kültürel çürüme ve birey ve toplumun yaşadığı çok yönlü yıkım, vb.; emek ve sermaye çelişkisinin başlıca temel görünümleridir. Devrimcilik bu çelişkilerin içinden devrimci güç çıkarmaya, işçi sınıfı ve emekçileri devrim için örgütlemeye dönük politika üretmeyi ve bu temelde politik (daha doğru bir ifadeyle politik-askeri) pratik geliştirmeyi gerektirir. Devrimin stratejik planı bu toplumsal çelişkilere dönük politikalar ve pratikler içinde oluşur, gelişir, derinleşir. İçinden geçilen her bir süreçte bu çelişkilerden hangisinin hemen veya yakın gelecekte keskinleşip sınıf çatışmalarının asıl alanı olacağı ve hangi devrimci politikayla buna müdahale edileceği, devrimci pratiğin hangi araçlarla yürütülmesi gerektiği vb. sorular temelinde belirlenecek günlük ve dönemsel devrimci politika devrimciliğin olmazsa olmazıdır.

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimin stratejik planını ve dönemsel olarak öne çıkan çelişki alan/lar/ına dönük politikaları, içinden geçilen her dönemde güç ilişkilerine bağlı olarak hayata geçirmek için dönemsel (süre ve hedef temelli) pratik planlamalar olarak somutlaştırmayı gerektirir. Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt devrimci ideolojik çizgiyi, stratejik planı ve stratejik pratik planlamları hayata geçirecek örgütü, kurucu ve yürütücü kadroyu, pratik altyapıyı, kitle bağlarını her süreçte asgari düzeyde yaratabilmektir. Stratejik pratik planlamaya bağlı olarak mücadelenin her cephesinde stratejik ve taktik altyapıları hazırlamak, yani her stratejik alanda ve taktik adımda hazırlık aşamasını uzun vadeli yani stratejik bakıştan kopmadan gerçekleştirmektir. Devrimcilik; devrimci bilinç ve devrimci enerjinin en ileri planlama temelinde devrimci pratik olarak bireşimidir. Stratejik bir devrimci plandan, taktik plandan, hazırlıktan ve çalışma için gerekli birikimden yoksun, yarı planlı, kendiliğindenci, işi şansa bırakan, olayların ardından sürüklenen bir pratik devrimci pratik olmaz. 6 ay, 1 yıl, 2 yıl veya daha uzun bir süre için somut bir pratik hedefe, bu hedeflere ulaşmak için bir bütünlüklü bir stratejik ve taktik plana sahip olmayan bir faaliyetçilik sadece kısır bir direnişçilik yaratabilir.

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt dünyanın her yerinde en asgarisinden bir devrimci öz savunma gücü, Türkiye bağlamında ise politik-askeri bir güç olmayı gerektirir. Emperyalizm çağında, devrimler çağında, devrimin aktüel bir sorun olduğu bir tarihsel süreçte kılıcı olmayanın hiç birşeyi yoktur, olamaz. Kendini savunamayan, düşmanın terörünü devrimci savaşla karşılayamayan bir devrimciliğin halkı savunması/halkla birlikte bir savunma hattı yaratması, halkta, işçi sınıfında, gençlikte kurtuluş umudu, azmi ve cüreti yaratması mümkün olmadığı gibi, varlığını da sürdüremez. Ya yok olur ya da öz savunma ve devrimci savaş çizgisini terk ederek düzen içileşir. Bu bağlamda, öz savunma ve faşist teröre, gizli ve açık işgale, sömürgeciliğe ve yeni-sömürgeciliğe karşı devrimci savaş devrimciliğin, devrimci örgüt olmanın ve devrimci kalmanın en merkezi unsurlarından biridir.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt kadrolarda, kadroların pratiğinde, yarattıkları örgütlerde, hayatı örgütleme tarzlarında, kendi aralarında ve işçi ve emekçilerle kurdukları ilişkilerde somutlaşır. Her devrim süreci ve fikri, her devrimcilik iddiası ve pratiği, her devrimci örgüt, her devrimcilik dönemi kendi kadrosunu yaratır/ yaratmak zorundadır. Kurucu ve taşıyıcı kadrolar... Kendi kadrosunu yaratamayan bir devrim süreci/fikri, bir devrimcilik pratiği/iddiası ve bir devrimci örgüt yenilmeye mahkumdur. Sıradanlık, bütünlüklü bir devrimci pratik ve örgütsel faaliyetten kopukluk devrimci kadro yaratmaz, olanı da öldürür. Bir devrimci kadro devrimci pratik, devrimci eğitim, devrimci ilişkiler, örgütlü kolektif yaşam, kitleler
içinde mücadeleyi üretme ve örgüt yaratma süreçlerinin toplamının ürünü olarak gelişir ve somutlaşır. Sistematik, örgütlü ve hedefli bir kadrolaşma süreci devrimin kadrolarını yaratır.

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin devrim için devrimci saflarda örgütlenmesi ve mücadelenin öznesi haline getirilmesi demektir.
Sadece işçi ve emekçi kitlelerinin devrimci mücadeleye kazanılmalarına hizmet eden bir faaliyet, bir pratik, bir süreç devrimcilik üretebilir, tutarlı bir devrimci
çalışma olarak tanımlanabilir. Doğrudan buna hizmet etmeyen hiç bir süreç, hiç bir faaliyet, hiç bir pratik güçlü ve uzun erimli bir devrimcilik üretemez. Bunun anlamı,
devrimciliğin işçi ve emekçi kitleleriyle yani halkla doğrudan, kesintisiz bir mücadele bağı olduğudur. Halkın her haklı talebinde, her mücadelesinde kendi rengimizle
ve onları devrimci mücadeleye kazanma perspektifiyle yer almak, devrimci eylemimizle en ileri kesimlerin dikkatini faaliyetlerimize çekmek, kazanmak, birlikte mücadelenin her türlü kanalını kullanmak, asla ukalaca önden öncülük taslamamak, sıra neferi olarak işe girişerek öncülüğü kazanmak... Ve her ne olursa olsun, tüm devrim
fikrinin merkezi unsurunun işçi ve emekçileri devrimin öznesi haline getirmek olduğunu unutmadan, her türlü faaliyetimizi bu temelde geliştirmek...

Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt işçi sınıfı ve diğer emekçi sınıf ve tabakaları ve onların devrimci, demokratik, sol örgüt ve temsilcilerini, sendikal ve diğer toplumsal örgütlerini her bir dönemde sürecin ihtiyaçlarına ve bu örgütlenmelerin
niteliklerine uygun biçimde farklı biçim ve düzeylerde birleştirmeyi gerektirir. Eylem birlikleri, cepheler, platformlar, bloklar, parti birlikleri vb. pek çok biçim altında
kapsamlı bir birlik ve ittifak politikası geliştirerek tüm devrim güçlerinin mücadele birliğini sağlamak devrimciliğin olmazsa olmazıdır.
Devrim/devrimcilik/devrimci örgüt yukarıda bir kısmını sıraladığımız noktaların en elemanter düzeyde çekirdek unsurlarını oluşturduğu, ancak daha da ötesinde yeni komünist uygarlığı yaratmaya dönük herşeyi içeren bilinç ve eylem bütünlüğüdür.

İşte devrimcilik yok derken, kastettiğimiz şey esas devrimciliğin olmazsa olmazı olan bu bilinç ve eylem bütünlüğünün, en elemanter düzeyde yokluğudur.


C- Devrimcilik 25 yılda adım adım eriyerek yok noktasına gelmiştir...

Türkiyede bugünkü devrimciliğin son büyük ayağa kalkışı, yükselişi 12 Eylül sonrasının ağır yenilgisinin ardından gelen 1987-92 yükselişidir. Bu dönemde, 1986-87 yıllarından itibaren devrimci ve demokratik öğrenci hareketinin yükselişe geçişi, 1989'da Bahar eylemleriyle ayağa kalkan Zonguldak Madenci greviyle büyük bir ivme yakalayan işçi hareketi, Kürdistan'da gerillanın kitlesel mücadele dinamiği
yakaladığını gösteren 1989'la birlikte başlayan köylü eylemleri ve arkasından gelen kent serhildanları ve bu zeminlerde yeniden toparlanan Türkiyeli devrimci örgütlerin faaliyetlerinin ciddi bir büyüme yaşamasıyla somutlaşan önemli bir yükseliş yaşamıştır. 1987-1992/3 arası dönemde yaşanan bu yükseliş, 1965-72 atılımı ve 1975-80 büyük yükselişine nazaran oldukça zayıf olmasına karşın, Türkiye devrimciliğinin son yükselişi olmuştur.
Türkiye devrimci hareketi açısından 1995-6'dan bu yana gelişen süreç tüm devrimci pratiğin, yani bütünen devrimciliğin adım adım zayıflaması törpülenmesi, düşmanın tolere edebileceği sınırlar içine çekilmesidir. Yaklaşık 2010'dan bu yana ise yok denilecek noktaya değin gerilemiştir.

Hemen belirtelim; faşizmin 1990'lardan bu yana uyguladığı ağır terör kampanyaları bu gerilemeyi ortaya çıkaran unsurlardan biri olmasına karşın, asli birunsur değildir. Karşı-devrimin işi her dönem, her koşulda her türlü aracı kullanarak
devrimci güçlerin bastırılmasıdır. Bir devrimci faaliyet düşmanın olası ve yada mevcut saldırıları hesaba katılarak örgütlenir ve başarı bu temelde hedeflenir. Düşmanın saldırıları adeta hesap dışı, sürece sonradan dahil olan bir unsurmuş gibi ele alınamaz ve yenilgilerin asli nedeni olarak gösterilemez. “Ringe çıkacağım ve maçı alacağım” diyorsanız, bir boksörle kavga edeceğinizi, onun size acımasızca saldıracağını biliyor ve kabul ediyorsunuz demektir. “Yenildik, çünkü düşman şöyle saldırdı,
şu kadar yoldaşımızı hapse attı, şöyle işkence yaptı, şu kadar yoldaşımızı katletti” diyemezsiniz. Düşmanın bunları yapacağını bilerek ve buna rağmen düşmanı alt edeceğinizi iddia ederek mücadele arenasını çıkıyorsunuz. Bu nedenle, devrimci hareketin yaşadığı yenilgi durumunu düşmanın saldırılarıyla açıklamak, yada bunu en temel nedenlerden biri olarak göstermek gerçek dışı bir tutumdur. Gerçeklik bilincini yitirmekten ve/veya toplumu bu temelde aldatma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır.

Devrimci hareketin yaşadığı ağır yenilgi esas olarak hareketin kendini devrimci tarzda üretememesinden kaynaklıdır. Halk deyişiyle "her elmanın kurdu kendindedir", ya da diyalektiğin ifadesiyle "çelişki içtedir".

Türkiye Devrimci Hareketi 12 eylül faşizminin saldırılarıyla politik, örgütsel, kadrosal, kitle bağları vb. her alanda ağır bir yıkım yaşamış, iç çelişkiler ve bölünmelerle dağınıklaşmış, teorik gelişmeyle ve dünyadaki büyük değişim süreciyle bağı zayıflamıştır. 1987-92 arasında yaşadığı zayıf yükselişin etkisiyle bütünlüklü bir yenilenme perspektif geliştirmek yerine, bu zayıf yükselişin üzerine binerek yol alabileceğini düşünmüştür.

Bu mümkün değildi.

Birincisi ve herşeyden önemlisi, dünyadaki ve Türkiye'deki tüm stratejik güç ilişkileri hem emperyalist-kapitalist sistem bağlamında, hem de dünya sosyalist hareketi açısından bütünlüklü ve köklü biçimde değişmişti. Dünyadaki toplumsal, sistemsel ilişkiler 1-2 yıl gibi çok kısa bir süre içinde niteliksel ve niceliksel olarak kökten değişime uğramıştı. Daha önceki denklemler, tüm dengeler tamamen
değişmişti. Dünya artık birkaç küçük istisna hariç emperyalist-kapitalist sistemin egemenlik alanı içine girmişti. Dünya emperyalist kapitalist sisteminde 1980'lerde başlayan restorasyon süreci kaçınılmaz olarak eski reel sosyalist ülkeleri de kapsayarak çok daha büyük bir genişlik ve içerik olarak da derinlik kazanarak yeni bir boyuta sıçradı. 1917 Ekim Devrimi ile başlayan bir sosyalizm deneyimi çökmüştü. Sosyalizme ve sınıflar mücadelesine ilişkin ön kabullerin büyük çoğunluğu tarumar olmuş, sol ve devrimci güçler saflarında dünya ölçeğinde derin bir varoluşsal kriz başlamıştı. Yeni-sömürge bağımlı çarpık Türkiye kapitalizmi de 12 eylül sonrasında, dünya kapitalizminin 1980'lerde başlayan restorasyon programına bağlı olarak siyasal, askeri, kültürel, sosyal vb. her alanda kapsamlı bir değişim, Özal'ın deyişle "transformasyon" yaşamaktaydı. 1990'larda ortaya çıkan yeni dünya durumuyla birlikte bu değişim, Türkiye'nin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, Orta Asya ilişkileri ve Kürt sorununun kazandığı boyutlarla bağlantılı olarak oldukça sarsıcı krizli bir yapı kazanmıştı.
Bu yeni koşullarda 1987-92/3 döneminin zayıf yükselişinin rüzgarını arkaya alarak bir çıkış mümkün olamazdı. Hem 12 Eylül sonrasının, hem de 1990 sonrası gelişen dünya ölçeğindeki yeni bir tarihsel dönemin ortaya çıkardığı nesnel ve öznel koşullara ancak mücadelenin bütün alan ve cephelerinde bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifiyle cevap oluşturulabilirdi. Yeni bir stratejik bakış; yeni bir mücadele düzeyi için iyi örgütlenmiş ve sabırlı bir devrimci yenilenme gerekiyordu.
Fakat 12 Eylül sonrası hem kadro yapısı, hem örgütsel ve toplumsal ilişkileri zayıflamış olan devrimci güçler 1987-92/3'ün zayıf yükseliş rüzgarları içinde binbir sorunla boğuşurken yaşanan değişim sürecinin çapını, anlamını, kısa, orta ve uzun vadede bizi karşı karşıya bıraktığı karmaşık ve zorlu tabloyu ve görevleri anlamaktan uzaktı. Bir yandan, sorunların yarattığı bin bir yük altında büyük zorlanmalar, bir yandan zayıf yükseliş rüzgarlarıyla şaha kalkmış subjektivizm, yakın devrim hayalleri... Bir yandan dar askeri bakış açısı, şişirilmiş bir iyimserlik ve gerici tasfiyeci dalgaya karşı genel teorik ve politik muhafazakarlık, diğer yandan 12 Eylül terbiyesini almış ve devrimcilikten uzak duran reformizm... Zaten zayıf olan devrimci birikim bu kıskaç içinde adım adım öğütülmeye başladı.
Bu tablo özellikle 1992'de oligarşinin başlattığı "topyekün savaş konsepti" ile birlikte ağır bir yıkıma dönüşmüştür. 1995'e gelindiğinde devrimci hareketlerin militan çizgide olanlarının tümünün yönetici kadrolarının ve militanlarının büyük bölümü tutsak düşmüş yada katledilmiş, devrimci hareketin büyükçe bir bölümü
ise reformist hat'a girmişti. Aslında Türkiye'de devrimciliğin pratik olarak bitişinde büyük kırılma için bir tarih vermek gerekirse 1995-6 tarihlerini vermek mümkündür. 2010-12 ise artık bir dip eşiğine varıştır.

Bu yıkım sürecini mücadelenin her cephesinde somut olarak görebilmek mümkün.

D- Her cephede çöküş somuttur!

Teori ve politikada, devrimcilik için düşünsel temel oluşturacak güçlü ve bütünlüklü bir çizgi yaratılamamıştır. İdeolojinin devrimci yenilenme temelinde yeni tarihsel koşullarda yeniden kurulması, inşa edilmesi perspektifiyle bütünlüklü kimi çalışmalar olsa da bunlar pratik sonuçlarına ulaşmamıştır. Teorik çalışmada genel olarak egemen olan durum ise kimi konu ve alanlara ilişkin parça ilerlemelerdir. Toplamda devrimin toplumsal güçlerinin; işçilerin, küçük burjuvazinin, öğrencilerin, gençlerin en ileri kesimlerinde "evet, işte kurtuluşun çizgisi budur", "bu fikirler kurtuluş çizgisini yaratmak için tartışılmaya değer" duygusu ve bilinci yaratan bir ideolojik düzey, bir paradigma/kavramsal çerçeve yaratılamamıştır. Daha da kötüsü son on yıldır devrimci güçler cephesinde herhangi bir konuda ciddi bir tek teorik-politik tartışma alanı açılmış değildir. Çoğu durumda gündelik ilişkilerde muhafazakar bir dar pratikçiliğe oynama, "İnsanlar devrimci örgüte gelirken fikirlerine mi bakıyor? Sosyalizmi mi tartışıyor?" gibi absürd izahatlar geliştirme egemen yaklaşım haline gelmiştir. Bununla bağlantılı olarak devrimci saflardaki kadro, militan ve taraftarlarda teorik-politik düzey ve eğitim de yerlerde sürünen bir noktaya genel olarak gerilemiştir. Bugün milyonlarca genç sol ve demokratik düşüncelere ve faaliyetlere ilgi duymasına ve Haziran direnişi ve sonrası mücadelelerde gördüğümüz üzere bunlara katılmasına karşın, devrimci güçlerin fikirleriyle, ideolojik-politik çizgileriyle ilişkilenme (kabul etme vb. değil, salt ilişkilenme) düzeyleri yok denecek kadar azdır. Devrimcilik teorik-politik üretim ve etki bağlamında yok noktasındadır.
Devrimin stratejik planı bağlamında 1970'lerde belirlenen stratejik planları 1990'ların yeni dünya koşullarında yeniden üretme yaklaşımı olmadığı gibi, eskileri kısmen de olsa koşullara uyarlama yaklaşımı da yoktur. Ne devrimin stratejik hedefi ve sosyalizm perspektifini, ne derimin stratejik çizgisi ve mücadele biçimleri perspektifini, ne de devrimde sınıflar mevzilenmesi bağlamında yaşanan değişimleri bütünlüklü bir yenilenme perspektifi ele alan bir devrimci çizgi üretilmiştir. Dahada vahimi devrimci faaliyetler önemli ölçüde devrimin stratejik planı bağlamından kopmuş, bunun yerine önemli ölçüde parça başı politik gelişmelere tepki niteliğinde sıradan protestocu ve düzen içi pratikler ikame edilmiştir.
Devrimcilik temel pratik politika eksenleri alanında da yok noktasına değin gerilemiştir. Türkiyede siyaset alanı kimi zaman yoksulluk, yoksunluk eksenli insanca yaşam talepleriyle, kimi zaman anti-faşist özgürlük talepleriyle, kimi zaman sahte yada gerçek emperyalizm karşıtı politik süreçlerle, kimi zaman Kürdistan’daki anti-sömürgeci savaşın etkileriyle, kimi zaman ekolojik mücadelelerle, kimi zaman özellikle kadınların eşitlik ve yaşam mücadeleleriyle, kimi zaman kültürel çürümeye karşı dayanışma ve insanca yaşam için mücadeleleriyle biçimleniyor. Bu başlıca
çelişki eksenlerinin belirlediği hiç bir toplumsal süreçte devrimcilerin son 25 yılda belirleyici bir rol oynaması ve büyük kitleleri saflarına toplaması söz konusu olmamıştır. Bazı örnekler özellikle çarpıcıdır. 2001'de Türkiye tarihinin en büyük ekonomik krizi yaşanır ve kitleler kendiliğinden sokağa dökülüp polisle çatışırken, ölümler yaşanırken, Türkiye Devrimci Hareketi bu büyük altüst oluşun tümüyle dışındadır. O, ölüm oruçları üzerinden kendi derdini gündeme yapmaya çalışmaktadır. 2013'de bu kez Türkiye tarihinin en büyük isyanı ülkenin 81 kentinin 80'inde aynı anda yaşanarken (bu isyan bu boyutuyla dünyada belki de eşi olmayan bir isyandır) Türkiye devrimci hareketi on milyonu aşkın kitlenin içinde sıradan bir unsur düzeyini aşamayan bir yerde durmaktadır. En fazlasından kitlenin en militan, ama milyonlara öncülük yapmaktan, onları daha ileri mücadelelere taşımaktan uzak bir bileşeni durumundadır. 2014 6-8 Ekiminde Kürdistan'da yaşanan en büyük isyan patladığında Türkiye Devrimci Hareketi bu isyanın önemli bir parçası olmaktan uzaktır. Son 4 yıldır milyonların eylemli olarak katıldığı önemli seçim mücadeleleri ve toplumsal
mücadeleler, gösteriler vb. durmaksızın devam etmektedir. Barış mücadeleleri, kadın mücadeleleri, ekolojik mücadeleler, adalet ve özgürlük eylemleri ülkenin dört bir
yanında gerçekleşmiş ve milyonlarca insanımız bu eylemlere katılmıştır. Devrimci güçlerin bütün bu mücadeleler bağlamında ne geliştirdiği ve toplumsallaştırdığı tek
bir politika ne de gelişen mücadelelerde öncü bir rol oynama durumu söz konusudur. Devrimci siyasetin güçlü biçimde üretilmesi için devasa nesnel imkanlar ve büyük
kitlesel mücadeleler neredeyse her yıl ortaya çıkmaktadır. Bırakalım bunlara güçlü biçimde müdahale etmeyi, bırakalım belirli bir politik tespit temelinde bu çelişki alanlarından birine veya birkaçına odaklanarak etkili bir çalışma yürütmeyi, sıradan katılımın ötesinde ortada devrimcilik yoktur.

Devrimci güçlerin pratik çalışmaları da toplamda esasen belirli bir stratejik ve taktik pratik planlamanın eseri olarak görünmüyor. Devrimci yazında 6 ay, 1 yıl veya daha fazlası için somut bir hedef ve hazırlık perspektifi bulunmuyor. Devrimci hareketlerin yürüttüğü etkili ya da etkisiz orta vadeli tek bir bütünlüklü politik pratik mücadele kampanyası neredeyse yoktur. Başlıca toplumsal çelişki eksenleri üzerinden bütünlüklü kampanyalar yürütme perspektifi artık neredeyse yoktur. En meşru toplumsal mücadele pratiklerinde bile devrimciler ya yoktur ya da dikkate alınmayacak ölçüde zayıf bir varlık göstermektedirler. Somut bir örnek olarak Flormar fabrikasında sendikalaşma nedeniyle işten atılan yüzü aşkın çoğu kadın işçi aylardır
bir direniş sürdürüyor. Bu kadın işçilerin çoğunluğu da devrimcilerin ve solun bir türlü ulaşamadığı dindar yoksul kesimden... Onlarla küçük bir noktadan da olsa bağ
kurmak, anlamak ve kendimizi anlatmak için önemli bir fırsat... Flormar kamuoyu tavrına ürettiği kozmetik ürünleri nedeniyle oldukça hassas olarak bir işletme. Kitlelere
tehşirden hızla etkilenecek bir firma. Flormar işçileriyle dayanışmanın onlarca farklı biçimi yaratılabilir, bu küçük mücadele büyük bir direniş zeminine dönüştürülebilir.
Üstelik direniş büyük meşruiyet zeminine sahip. Ancak devrimci güçlerde bu direnişe bulunulan alanlarda katılmak, dayanışma faaliyetleri örgütlemek, bunu büyük bir kampanyaya dönüştürmek yönünde tek bir adım yok. Direniş alanı pek çok işçi, sendika, aydın, sanatçı, çeşitli sol liberal kurumlar tarafından sık sık ziyaret edilirken, devrimci güçlerin ziyaretleri dahi yok denecek düzeyde.

Kısacası, ne stratejik ve taktik pratik planlama bağlamında, ne de gündelik, spontan, protestocu, parça başı pratikçilik bağlamında sınıf mücadelesinde az yada çok etki yaratan bir pratik devrimcilik kalmamıştır. Tekil ve protestocu faaliyetçilik bile olabilecek en az noktasına çekilmiştir. Bir dönem çok eleştirilen basın açıklamacılığı pratiği bile artık nadiren görülüyor. Parça başı politik-askeri nitelikteki
eylemler ise çok daha nadir görülen bir pratiktir. Yaygın pratik kimi protesto eylemlerine ve kendi dışındaki burjuva yada sol liberal muhalif faaliyetlere günlük olarak
katılmanın ötesine geçmiyor. Yapılan pek çok pratik artık işçi ve emekçi kitleleriyle buluşma kaygısının ötesinde, daralan örgüt ve kitle ilişkilerini ayakta tutmak, örgütün
varlığını sürdürebildiğini göstermek için yapılıyor. Yani halka ve hayata bir müdahale olarak değil, esasta içe dönük bir faaliyet olarak gelişiyor.

Devrimcilik halkın öz savunması ve devrimci politik-askeri güç ve pratik yaratma bağlamında da olabilecek en asgari düzeye gerilemiştir. Başarılı öz savunma
eylemi yada politik-askeri eylem ancak bir kaç yılda bir, yani istisnai olarak gerçekleşebilmektedir. Sokak mücadelesinde devrimcilerin öncülük ettiği barikatlar
ve sokak savaşlarıyla biçimlenen süreçler artık tarih olmuştur. Yada çok istisnai durumlara dönüşmüştür. Devrimci mahalleler olarak bilinen semtlerde bile devlet
destekli mafyacılar devrimcilere kafa tutmakta, hatta devrimcileri katlederek, kurumlara sürekli silahlı saldırılar düzenleyerek sindirip egemenlik kurabilmektedir.
Bu saldırıların hesabı dahi sorulamamaktadır. Devrimci hareketler kendilerini mafyacı çetelerden koruyabilecek bir öz savunma gücü ve pratiğine dahi sahip değiller.
Kırlarda özellikle Dersim sıkışan ve son yıllarda alınan darbelerle ağır bir tasfiye durumu yaşayan kır gerillası pratikleri ise son on yılda neredeyse hiç bir anlamlı
pratik üretememiş, tersine kadro ve olanak tüketen bir zemine dönüşmüştür. Üstelik bu vahim tablo, Türkiye devrimci hareketinin Rojava devrimine katıldığı, orada
ve medya savunma alanlarında askeri üsler ve karargahlar oluşturdukları, her türlü askeri eğitim ve tekniğe kavuştukları, kendilerini politik ve askeri olarak her açıdan eğitip, yenileyebilecekleri, hazırlayabilecekleri imkanlara tümüyle sahip oldukları koşullarda ortaya çıkmaktadır. Bu alanlarda varolan muazzam imkanlar ülkeye taşırılamadığı
gibi, çok sınırlı ölçülerde ülkeye taşırıldığında ise düşman tarafından kısa sürede tasfiye edilmektedir. Dahası, bu imkanlar günümüz koşullarına uygun bir politik-
askeri perspektif ve pratiğin yaratılması için değil, politik süreçlere denk güçlü vuruşlar için değil, sıradan bir askeri çalışmanın sürdürülmesi için kullanılmaktadır.
Yani Rojava ve medya savunma alanlarının sunduğu büyük askeri ve politik imkanlar bütünlüklü bir devrimci yenilenme perspektifi ile ele alınamadığında sadece sınırlı moral bir değere dönüşmekte, anlamlı bir politik-askeri güç yada öz savunma zemini yaratılmasına vesile olmamaktadır. Özellikle son beş yılın devrimci askeri pratiği bunun oldukça açık ifadesidir.

Öz savunma ve devrimci savaşın yürütülmesine ilişkin son on yıllarda ortaya çıkan teknolojik zorluklardan hareketle yapılan ve "hayatta kalmak için silahlı mücadeleyi ret teorileri" olarak tanımlayabileceğimiz teoriler ise aslında devrim fikrinden yüzgeri etmenin kılıflarıdır. Eğer "kılıcınız yoksa hiç birşeyiniz yoktur" tespiti doğruysa, zorluklar teferuattan ibarettir. Her silahın, her aracın anti'si vardır ve insan tarafından yaratılmış her engel başka insanlar tarafından aşılabilir. Yeter ki, devrimci politik çizgi-devrimci askeri strateji-örgüt-kadro-yaratıcı taktik-teknik-kitle bağları zincirini doğru bir tarzda oluşturalım. Devrimciliği bu alanda daha önce de ürettik, bugün de üretebiliriz. Yeter ki, doğru bir yoğunlaşma ve yaratıcı bir çizgiyle önümüzdeki engellere bakalım, kendimizi daha önceki mücadele deneyimlerimizden çıkmış kalıplarla bağlamayalım.

Devrimcilik kadrolaşma bağlamında da bitmiştir. 1992-3 sonrasında, Türkiye'de yeni dönemin devrimci tarzını yaratan, büyük devrimci sonuçlar ortaya çıkaran
kadrolar, önderler, militanlar kuşağı ne yazık ki çıkmamıştır. Bütünlüklü bir devrimci yenilenmenin olmadığı koşullarda, dönemin kadrolarının ortaya çıkmasını beklemek
sadece boş hayalcilik olabilir. Türkiye devrimci hareketinin son 25 yıldaki bini aşkın şehidine rağmen, büyük çıkışları örgütleyebilen kadro zemini yoktur. Devrimin
toplumsal tabanının en ileri kesimleriyle buluşacak bütünlüklü bir paradigması ve pratiği olmayan bir devrimci hareketin kadro bağlamında da adeta kuruması kaçınılmazdır.
Nihayetinde böyle de olmuştur. Devrimci hareket 2001 krizinde sokağa dökülen milyonların, 2013 büyük Haziran direnişinin on milyonlarının, 2014 6-8 Ekim isyanının milyonlarının, sonrasında sokaklara çıkmış on milyonların çok küçük bir bölümüyle dahi örgütsel olarak ilişkilenememiştir. Bırakalım örgütsel ilişkilenmeyi ve kadrolaşmayı, milyonların sokağa döküldüğü son beş yılda devrimci hareketlerin
bayrakları altında sokağa çıkanların sayısı bile her yıl daha da azalmıştır. Bu noktada, son 2 yılın İstanbul 1 Mayıs'larına devrimci hareketlerin katılımına bakmak yeterlidir. Diğer yandan, geçmiş dönemlerden gelen kadro birikiminin önemli bir bölümü de şu veya bu biçimde tasfiye olmuştur. Devrimci hareketlerin içinde oluşan her türlü geriliği ve çürümüş statükoları benimsemiş ve bu temelde kendini yaşatan,
hareketleri ise adım adım tasfiyeye götüren bir "kadro" tipi de küçümsenemeyecek bir yaygınlığa ve etkiye sahip olmuştur.

Devrimcilik işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin mücadelenin öznesi haline getirilmesi ve örgütlenmesi bağlamında da bitmiştir. Bu durum herkesin en kolay biçimde gözlemleyebildiği olgulardan biridir. Bu yönlü, günden güne eriyen mevcut
ilişkileri koruma çabasının ötesinde, yeni ve ileri zeminler yaratmaya dönük sistematik, çok yönlü, uzun erimli ve somut sonuçları gözlemlenebilen tek bir devrimci güç bulunmuyor. Somut olarak ele aldığımızda, ne işçi sınıfı mücadelelerinde ne öğrenci gençlik mücadelelerinde ne kadın mücadelelerinde ne ekolojik mücadelelerde
ne ulusal demokratik mücadelelerde ne kültürel mücadelelerde anlamlı bir devrimci etki yaratan bir pratik, bir örgütsel ve kadrosal birikim yoktur. Kitlelerle güçlü ve etkili bir ilişkilenme yoktur.

Flormar direnişi örneği üzerinden devam edecek olursak, hem sendikalaşma hem de ekonomik, sosyal ve demokratik haklar bağlamında içinde geçmekte olduğumuz
kriz sürecinde pek çok işyerinde işçi sınıfının direnişleri hızla mayalanmaya devam ediyor. İnşaat işçilerinin direnişleri, atanmayan yüzbinlerce öğretmenin direnişi, KHK'larla işten atılan akademisyenler, kamu emekçileri, işten atılmalara
karşı direnişler vb... Bütün bu direnişler gelişirken işçi sınıfını devrimci çalışmaya kazanmaya dönük bir devrimci faaliyet yoktur. Sendikalardaki sınırlı devrimci etki dışında sahnede devrimcilik yoktur. Mahallelerin, öğrencilerin, işçilerin karşılıklı dayanışmasını örgütlemeye, bu mücadeleler içinde devrimci çalışmayı örgütlemeye dönük belirgin bir iz emare görülmüyor. Flormar direnişinde olduğu üzere, ziyaret
bile örgütlenmiyor. Bu noktada yaklaşık 30 yıl önce, 1987 ve 1989'da Flormarla kimi yanlarıyla benzeşen Migros grevlerini ve ayrıca 1986 Netaş grevini anmadan geçmemek gerekir. Devrimci hareketin henüz yeni toparlandığı süreçte yüzlerce genç devrimci bu direnişlerle dayanışma mücadeleleri içinde ilk sınıf mücadelesi deneyimlerini kazandılar. Devrimci örgütler tüm zayıflıklarına rağmen binlerce öğrenciyi, esnafı, mahalle halkını vb. grev alanlarına taşıdı. Daha büyük mücadeleler pek çok şeyin yanı sıra bu mücadeleler içinde mayalandı. Devrimci hareketi 1980'lerin
ikinci yarısından, 1990'ların sert mücadelelerine bu mücadeleler, direnişler içinde yetişen genç kadro kuşağı taşıdı. Sınıf devrimciliği ve kitle mücadelesinin hayati rolüne
ilişkin edebiyat sürekli biçimde tekrarlanmasına rağmen, devrimcilik bu alanda da pratik olarak bitmiştir.

Devrimcilik, devrimin güçlerini çeşitli birlik ve ittifak ilişkileri zemininde birleştirmek, birleşik devrimci güçler yaratmak bağlamında da önemli ölçüde bitmiştir. Devrimci güçler kendi aralarında pratik olarak işleyen devrimci birlikler yaratamıyorlar. HBDH bunun son örneğidir. Oldukça olumlu bir zeminde geliştirilen HBDH ülkede somut bir karşılık üretememiştir. Açık ki, ülkede kendi varlığını sürdürmenin
derdine düşmüş, asgari düzeyde bile devrimcilik üretemeyen örgütlerin, HBDH gibi ileri bir birlik düzeyini ülkede geliştirmesi mümkün olmadı. Şu anda en geniş demokratik, anti-faşist, anti-emperyalist birlik zemini olan HDP ve HDK'de bütün potansiyeli kucaklamaktan uzaktır ve giderek çatırdamaktadır. Daha da ötesi devrimcilik üretemeyen devrimci hareketler giderek daralmakta, etkisizleşmekte ve çıkış yolu üretemediği her durumda bölünmeler yaşamaktadır. Son birkaç yıl içinde
çoğu devrimci hareket, yurtsever yapılar, sol parti ve çevreler ya bölünme yaşamış ya da küçümsenmeyecek kopuşlar nedeniyle zaten zayıf olan yapıları daha da
zayıflamıştır. Devrimin nesnel imkanları büyürken devrimci örgütler küçülmekte, devrimciler azalmakta ve parçalanmaktadır. Birliği ve ittifak ilişkilerini yani devrimciliğin çok önemli bir boyutunu üretmenin giderek daha da uzağına düşülmüştür.

***
Yukarıda çok kabaca, genel hatlarıyla ortaya koyduğumuz gerçeklik aslında
deyim yerindeyse buz dağının görünür kısmıdır. Ayrıntılara inildiğinde durum daha
da vahimdir.
Hatırlatmakta fayda var; biten salt öncü devrimcilik değildir. Devrimciliğin
daha alt biçim ve düzeyleri de bitmiştir yada kayda değer düzeyde değildir.
Ve yine bir kez daha hatırlatmakta fayda var; bu yeni bir durum değildir.
Devrimci hareketlerimizin içinden çıktığı 1945-90 arası dönemin devrimciliği Türkiye
özgülünde 1995-6'ya gelindiğinde bitmişti. Bugün varılan nokta, geride kalan
devrimcilik çabalarınında önemli ölçüde tasfiye olmasıdır.

E- Devrimciliğin bittiği iddiası aslında devrimcilerin büyük bir bölümünün
iddiasıdır

Devrimci hareketlerin kendi gerçeklerinin negatif yanları vurgulandığında, yaygın klasik refleks bunu kaba savunmacılıkla karşılama, kimi zaman bunu bir saldırı
yada hakaret olarak görmedir. Eleştiride kimi yanlışlar, hatalar, abartılar olması ya da eleştirenin de aynı hatalarla malul olması hemen eleştirileri boşa düşürecek
bir karşı saldırının zemini haline getirilir. Hele ki, devrimcilik bitti dediğimizde bu tespite şehitler üzerinden duygusal yaklaşanlardan tutalım, akla gelebilecek her türlü boşa düşürücü politik ve psikolojik vb. temalı saldırıları beklemek gerekir. Hiç kuşkusuz bunlar üzerinde duracak değiliz. Sadece tespitlerimizi açmakla ve bunlarla
ilgili olası kimi sorulara yanıt oluşturmakla yetineceğiz.

Öncelikle "devrimciler ve devrimci örgütler var, devrimcilik yok" tespitinin vurguladığı oldukça absürd olan gerçeklik durumunun ilk elde akla getirebileceği soruları yanıtlamakla başlayalım. Devrimciler ve devrimci örgütler olmasına rağmen devrimcilik nasıl olmaz? Yada devrimcilik yoksa devrimciler ve devrimci örgütlerin devrimciliğinden nasıl söz edilebilir?

- "Devrimci öncülük yok", devrimcilik yok demektir...

Her fırsatta devrimciler ve devrimci örgütler tarafından şu veya bu söylemle tekrarlanan; "devrimci öncülük yok" tespiti aslında devrimciliğin olmadığının en açık biçimde ifade edilmesidir. Çünkü devrimcilik esas olarak bir devrimci öncülük sorunudur. (Hiç kuşkusuz, devrimcilik, salt öncülük yapabilmeye daraltılamaz.
Fakat devrimcilik esas olarak bir öncülük pratiğidir. Devrimcilik ve öncülük kavramları birbirinden ayrı düşünülemez. Öncü nitelik taşımayan pratikler, ancak öncü
devrimci pratikleri tamamladıkları, onlarla bütünleştikleri ölçüde devrimci nitelik taşıyabilirler. Genel devrimci faaliyet açısından böyle bir katmanlaşmadan söz edilebilir.)
Yapılan tespitlerde öncülükten söz edilmesi, sanki öncü nitelik taşımasa da bir devrimcilik yapıldığı imasını taşımakta ve bu devrimcilik "ortalama solculuk/ devrimcilik", "sıradan devrimcilik" vb. gibi ne anlama geldiği pek belli olmayan
ifadelerle tanımlanmaktadır. Ayrıca kimse bu sıradan/ortalama solculuk ya da devrimcilik niteliğini üzerine alınmak da istememektedir. Çünkü yapıldığı söylenen bu
devrimcilik türü esas olarak imalı biçimde devrimcilik olarak görülmemektedir. Bir tür devrimcilikten kaçışın, devrimcilik iddiasını yitirişin dışa vurumu olarak ele alınmaktadır.

Bu tespitleri yapan devrimci hareketlerin her biri en az yirmi beş, otuz, kırk, hatta elli yıldır varolan ve hepsi en ateşlisinden öncülük iddiasına sahip olan hareketlerdir.
Stratejik belgelerinde hepsi kendini "proletaryanın öncü partisi/örgütü" olarak tanımlayan bu hareketler, ülkedeki toplumsal mücadeleler söz konusu olduğunda on yıllardır bu iddialarını unutarak, adeta örgütsüz ve çaresiz halk yığınları gibi "devrimci öncülük yok" tespitini yıllardır yapabiliyorlar. Onlarca yıllık devrimci hareketler veya kişiler açısından "devrimci öncülük yok" tespiti yapıyor olmak, hem de
yıllardır yapıyor olmak, "biz öncü değiliz, öncülük yapacak duruşa sahip değiliz, devrimciliğin hakkını veremiyoruz" demektir. İşin tuhaf tarafı; hala herkes "proletaryanın
öncü partisi/örgütü" olmaya devam ediyor.

Sonuç olarak, devrimci öncülük yok tespiti, utangaç ya da üstü örtük biçimde devrimcilik yapılmadığının, devrimciliğin olmadığının genel olarak kabulü anlamına gelmektedir. Biz burada devrimcilik yok derken, sadece bu genel kabulü açık
ve net biçimde ifade etmiş oluyoruz. Bir başka deyişle aslında "kral çıplak" diyoruz.

- Devrim ve sosyalizm için mücadele iradesi ve direnişçilik devrimcilerin
ve örgütlerinin varlığını ortaya koyuyor!

Eğer devrimcilik yoksa, devrimcilik üretilemiyorsa devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığından nasıl söz edebiliriz sorusuna gelelim.

Türkiye'de devrimcilerin ve devrimci örgütlerin varlığı, küçümsenemeyecek bir bölümü sahici bir devrimcilikle biçimlenmiş en az 50 yıllık bir tarihe dayanıyor.
(50 yılı yakın tarih açısından ifade ediyoruz. Yoksa bu tarih TKP'nin 1920'deki kuruluşuna
ve hatta daha öncesine kadar uzanır.) Devrimciler ve devrimci örgütler her ne kadar oldukça azalmış olsalar da (hiç kuşkusuz içlerindeki küçümsenemeyecek
miktardaki tasfiyeci, çürütücü unsurlara rağmen) 50 yıldır kendi devrim ve sosyalizm paradigmalarına bağlılıklarını sürdürüyorlar. (Bu paradigmaların bugün önemli
ölçüde işlevsizleşmiş olması, onların çekirdek düzeyinde devrimci karaktere sahip oldukları ve en azından geride bıraktığımız tarihsel süreçte önemli bir devrimci rol
oynadıkları gerçeğini ortadan kaldırmaz.) Samimiyet ve bu noktalardaki irade kendini hala sürmekte olan direnişçilikle, mücadele azmiyle ortaya koymaktadır. Sadece İstanbul, Dersim ve Rojava'da son bir yıl içinde verilen onlarca şehidimiz, yüzlerce gözaltı ve tutuklama ve bunlara rağmen ısrarla yürütülen çalışma bunun açık ifadesidir.
Bu faaliyetler, nicelik olarak sürekli zayıflamaktadır. Nitelik olarak ise toplumsal mücadelede devrimci bir rol oynamaktan uzak kendi varoluşunu korumaya dönük
bir direnişçiliğe dönüşmüştür. Buna rağmen devrimci savaşçılık iradesinin ve devrimci bir rol oynamaya dönük güçlü bir arzu ve çabanın ifadeleridirler. Devrimcilik
üretmeye dönük ısrar ve direnişçilik, Türkiye devrimci hareketinin en temel tarihsel özellikleri olarak varlığını sürdürüyor. Bu noktadan hareketle, Türkiye'de devrimcilerin
ve devrimci örgütlerin varlığından söz etmek mümkündür ve doğrudur.

F- Çıkışsız değiliz; devrimciliği yeniden var edeceğiz!

Bugün yaşadığımız devrimcilik krizi esas olarak hala sürdürmeye çalıştığımız ama sürmesi mümkün olmayan, yada sürdürmek istemesek de aşamadığımız 1945-90 dönemi devrimciliğinin krizidir. 1945-90 devrimciliği kendi tarihsel sahnesinde büyük devrimci roller oynamıştır. Ve büyük yetmezliklerde göstermiştir. Fakat o tarihsel sahne artık ortadan kalkmıştır.

O dönemin devrimciliği günümüzün yeni koşullarında devrimcilik üretemez. Yaşanan tüm pratik bunun apaçık ifadesidir.

"Hiç bir sorun onu yaratan bilinç sevyesiyle çözülemez." Bütün sorunlara ve çözüm yollarına bakışta temel hareket noktalarımızdan biri bu tespit olmak zorundadır.

Çıkış noktası; yeni bir bilinç ve pratik seviyesi yaratmaktır.

Birincisi, 1990 sonrası dünyada ve ülkede yeni bir tarihsel sürecin, insanlık durumunun ortaya çıktığını bütün boyutlarıyla görmek ve devrimci eleştiri temelinde ortaya koymaktır.

İkincisi, devrimin örgütlenmesini aktüel bir sorun olarak gören bir perspektifle ideolojik, politik, örgütsel, askeri, kültürel, sosyal vd. bütün alanlarda bütünlüklü bir devrimci yenilenme, bir yeniden kuruluş süreci geliştirmektir.

Bugün tüm devrimci güçler açısından devrimcilik krizi hangi kavramlarla ifade edilirse edilsin çok açık bir olgudur. Öte yandan, bütünlüklü bir devrimci yenilenme
perspektifinin tüm devrimci saflarda az yada çok karşılık bulmasının zemini her zamankinden daha fazla vardır. Türkiye devrimci hareketinin bugünkü tablosunun
farkında olan ve bunun acısını yaşayan tüm devrimciler, (ister devrimci hareketlerin saflarında bulunsunlar, ister örgütsüz olsunlar) artık tutuk davranmamalı, oluşmuş statükolar karşısında daha cesur adımlar atmalıdırlar. Bu tablodan menmun olan, yada menmun olmasa bile adeta bir kadermişcesine kabullenen bir devrimci, devrimci niteliğinin de uzun süre devam edemeyeceği daha vahim koşulların hızla geliştiğini artık anlamalıdır.

Hiç kuşkusuz bu hiç kolay değildir. Her bir devrimci örgütün bir yandan kendi kanalından devrimci yenilenmeyi üretmesi, diğer yandan yanı başında duran diğer devrimci güçlerle bu çabasını ortaklaştırması hızlı ve büyük bir devrimci yenilme
sürecinin ve büyük bir devrimciliğin çok güçlü üretilmesini sağlayacaktır.
Bunun için gerekli olan bilinç, cüret ve irade Türkiye devrimci hareketimizde hala var olan devrimci ateşin alevlerinde, korlarında mevcuttur.


6 Haziran 1981

HAZİRAN ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!

DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!


HAZİRAN ŞEHİTLERİMİZ KUTUP YILDIZLARIMIZ OLARAK YOL GÖSTERİYOR!

Devrim ve sosyalizm mücadelemiz insanlığın kurtuluşunun nihai aşamasıdır. Ve büyük kurtuluş mücadeleleri büyük bedeller gerektirir. Bu mücadelenin en büyük bedelleri şehitlerimizdir.

Şehitlerimiz yürüdüğümüz devrimci kurtuluş yolunda baş koymuşluğumuzun, dava insanı olmanın, sonuna kadar yürümenin en yalın, en açık ve en parlak ifadeleridirler.

Bu nedenledir ki, şehitleri bir an için bile olsa unutmamak, tüm mücadeleyi onların pratiğiyle, onların duruşuyla ve bilinciyle yürütmek ve ileriye taşımak temel düsturlarımızdan biri olmak zorundadır.

Özgürlük ve insanca yaşam isteyenlerin, demokratların, yurtseverlerin, ilericilerin, solcuların, anti-faşistlerin, devrimci sosyalistlerin önünde büyük ve zorlu mücadeleler duruyor. 21. yüzyıl Türkiye ve Kürdistan halkları için, tüm Ortadoğu ve dünya halkları için özgürlük ve sosyalizm uğruna büyük ve kanlı isyanların, mücadelelerin yüzyılı olacaktır.

Ufukta özgürlük ve insanca yaşam var... Sınıfsız, sömürüsüz, sınırsız, eşitlik, özgürlük, dayanışma, paylaşımın dünyası var... Ufka giden yolda ise büyük mücadeleler ve bedeller var... Şehitler var, zulümle, faşizmle, emperyalizmle dişe diş kanlı mücadeleler var.

Şehitlerimiz bu ufuk ve bu yoldaki mücadelede kazanmak için yaşam pahasına mücadele edeceğimizi gösteriyorlar. Korkmadan, yılmadan, geri adım atmadan... Cüretle, azimle, bilinçle, coşkuyla...

Haziran ayı, 1 Haziran 1971'de şehit düşen Partimizin önderlerinden Hüseyin Cevahir yoldaştan başlayarak, 6 Haziran 1981'de şehit düşen Tamer Arda, Doğan Özzümrüt, Atilla Ermutlu, Ercan Yurtbilir'e, 25 Haziran 1981'de idam sephalarında şehit düşen Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan'a, 1988'de şehit düşen Gökhan'a, 2012 5 Haziranında şehit düşen Talip Karasansar'a, 2 Haziran 2015'de şehit düşen Mahir Arpaçay'a, 27 haziran 2015'de şehit düşen Alper Çakas'a uzanan şehitlerimizle örülmüştür. Hareketimizin 50 yıla yakın bir zamandır sürdürdüğü savaşda Haziran ayı şehitler ayına dönüşmüştür.

Sadece Parti şehitlerimiz değil, 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin şehitleri, 2013 büyük Haziran isyanının şehitleri, daha başka binlerce devrimci ve yurtsever şehitin kanlarıyla sulandı Haziran... Direnişin, isyanının, devrimci eylemin ve şehitlerin ayı oldu.

Bu noktada, kahraman şehit yoldaşlarımızı, tüm devrim şehitlerini anarken onları anmanın gerçek anlamının yürüttükleri devrimci savaşımı zafere ulaştırmak için aynı cüret ve bilinçle mücadele etmekten geçtiğini biliyoruz.
<
Türkiye, Kürdistan ve bölgemiz Ortadoğu'nun büyük gerici savaşların, direnişlerin, halk isyanlarının ve savaşlarının arenasına döndüğü açıktır. Günümüzde devrim ile karşı-devrim arasındaki savaşımın düğüm noktası bölgemizdir. Bölgemiz 21. yüzyılın büyük devrimci dalgasının başlangıç noktası olmak için tüm nesnel zeminlere sahiptir.

Eksik olan bu büyük devrimci dalganın devrimci öncülüğüdür. Birkaç silahın patlaması da değildir eksik olan... 21. yüzyılın nesnel koşullarına, devrime, sosyalizme, enternasyonalizme, hayata ilişkin bütünlüklü bilgi ve bilinç, bunu özümsemiş ve savaş için hazırlanıp bilenmiş bir kadro, tüm halkı kucaklayıp örgütleme perspektifiyle ve organize olmuş bir örgüt, kolektif bir önderlik ve bunların toplamı olarak bir devrimci öncülüktür ihtiyacımız olan!

Ve bu herşeyden önce, şehitlerimizin cüretini, baş koymuşluğunu, bilincini ve pratik dinamizmini gerektirir. Buna sahip olan başlangıç kadrolarını gerektirir.

Hareketimiz son 10 yıldır düşmanın saldırılarını üzerine çekmemek için adım adım Hareketin tüm örgütlerini ve kadrolarını tasfiye eden, gizli ve açık tüm pratiğini ortadan kaldıran, adeta ölü takliti yaparak düşmanla uzlaşmayı ve böylece düzen içileşmiş varlığını sürdürmeyi esas almış sağ tasfiyeci bir anlayış tarafından önemli ölçüde tasfiye edilmiştir.

Sağ tasfiyeciliğin yarattığı tahribatı ortadan kaldırmak şehitlerimizin yürüdüğü Devrimci Kurtuluş yolunu açmak için olmazsa olmaz ilk adımlardan biridir. Sağ tasfiyeciliği her alanda ve biçimde mahkum ederek, Parti çizgisini yeniden güçlü bir ideolojik, politik, örgütsel ve pratik ifadeye kavuşturmak günün görevidir. Tasfiyecilik gerçeğini gören ve Hareketimizi ayağa kaldırma iradesi taşıyan herkesi bu göreve sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Ancak burada durmayacağız, durmuyoruz! Şehitlerimiz devrimci savaşın öncüleriydiler. Türkiye devriminin öncü devrimci güçlerini yaratmak için her yönlü ve her cephede çabalarımızı arttırarak sürdüreceğiz. Zorlu bir dönemden geçiyoruz. Ve oldukça sınırlı bir zemine sahibiz. Fakat biliyoruz ki, devrim küçük güçlerden büyük kuvvetler yaratma işidir. Şehitlerimiz bu bilinçle yürüdü... Onların izindeyiz.

Emekle, çabayla, bilinçle, şehitlerin cüreti ve iradesiyle Devrimci Kurtuluş yolunu açacağız.

Bu bilinç ve iradeyle tüm şehitlerimizin izinde yürüyeceğiz.

Onların eyleminde ve duruşunda cisimleşen değerleri ve çizgiyi daha da büyüteceğiz.


HAZİRAN ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

6 Haziran 2018







1 Mayıs'taydık


        İşçi sınıfının birlik, dayanışma ve mücadele günü 1 Mayıs'ta Emek ve Özgürlük Cephesi olarak İstanbul, Maltepe miting alanındaydık. Artan faşist saldırıların gölgesinde geçen bu yılki miting, kitleselliğine rağmen siyasal gidişatın izlerini yansıtırcasına kitleselliği oranında bir coşku taşımıyordu.
Miting için belirlenen üç yürüyüş güzergahından İdealtepe yönünü tercih eden Emek ve Özgürlük Cepheliler 1 Mayıs günü saat 11:00'de kortejlerini oluşturarak yürüyüşlerine başladılar. "Faşizme Karşı Tek Yumruk Tek Barikat" sloganının yazılı olduğu Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartla yürüyüşe geçen kitle "Yaşasın 1 Mayıs, Biji Yek Gulan!", "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!", "Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!", "Faşizme Karşı Tek Yumruk, Tek Barikat!" sloganlarını haykırdı.
        Kortejlerin alana girmesinin ardından saygı duşuruyla miting başladı. Emek örgütlerinin temsilcilerinin yaptığı konuşmaları, şiir, marş ve şarkılar izledi. Alandan ayrılmalar yaşanırken hala yeni yeni alana giren gruplar da vardı. Yıllardır kronikleşen, adeta sendikal bürokrasinin kürsüdeki yansımasına örnek gösterebilecek bir anlayışla kitlenin ilgisini ve heyecanını belirli bir tempoda tutabilecek bir performans ortaya konamadığı için toplanan kitlenin dağılması da olağandı. Ülkenin sınıfsal eksende olmasa da bu denli yoğun polika konuştuğu, tartıştığı bir süreçte bile bunu başaramayan bir anlayışın ciddi bir sorgulamayı hak ettiği ortada.
        Bu atmosferin ortaya çıkmasında Taksim'den uzaklaşmanın da payı büyük elbette. Bu arada Taksim diye yola çıkıp, önlerini polis kestiğinde yine polisin gösterdiği yer olan Saraçhane Parkında basın açıklaması yapıp, Maltepe'de toplananları itham etmek de bu 1 Mayıs'ın not edilmesi gereken ilginçlikleri arasındaki yerini aldı.
        Sürecin köşeye sıkıştırması sonucu erken seçime gitmek zorunda kalan AKP'nin, tüm olanaklar ellerindeyken içine düştüğü yönetememe tablosunu derinleştirmek için iyi bir fırsat olan bu yılki 1 Mayıs, deyim yerindeyse böyle bir işlevi görmekten uzak, sıradan bir tablo ortaya koydu. Ama alana topladığı kitle ile de egemenlere korkutucu bir mesaj gönderdi. Tüm bunlara bakarak daha yapacak çok işimiz var demek gerekiyor..

SEÇİMLER: TÜM ANTİ-FAŞİST DEMOKRATİK GÜÇLER BİRLİĞE...
"Türkiye kasım 2019'a dayanamaz."


Mırın kırın etmeden, sağından solun dolanmadan, çok açık ve net biçimde yapılan bir Türkiye değerlendirmesi gördük. Hani solcular, devrimciler söylediğinde, "tipik solcu felaket telallığı" olarak nitelendirilecek türden bir değerlendirmeydi bu. Hem de ülkenin baş faşistlerinden birinden, Devlet Bahçeli'den... Türkiye'nin yeni-sömürge çarpık kapitalist sisteminin güncel durumuna ilişkin değerlendirmelere "Türkiye kasım 2019'a kadar dayanamaz" diyerek Devlet Bahçeli son noktayı koydu. Bundan daha açık, daha doğru, daha net bir tanım yapılamazdı. Ve Bahçeli bir adım daha gitti ve "erken seçim" istedi. Aslında bu sözler kendisine değil, Tayyip'e aitti. Arkadaki süflör Tayyip'ti. Erken seçimler konusunda daha önce yaptığı sert karşıt açıklamalardan dolayı tükürdüğünü yalamak durumunda kalmamak için öne Bahçeli'yi itti. Bunun kadar önemli bir diğer neden, erken seçim isteyerek bir zayıflık durumu algılamasına neden olmamaktı. Ama Bahçeli açıklamasıyla zayıflık ötesi bir durumla karşı karşıya olunduğunu itiraf etmiş oldu.

Türkiye kasım 2019'a kadar dayanır mı? Türkiye dayanır, neden dayanmasın? Alınteriyle üreten işçiler, köylüler, esnaflar, emekçi halk her türlü zorluğa dayanır, yeter ki, hakça bir düzen olsun, çarklar insanca yaşam için dönsün, yada buna ilişkin bir umut olsun... Dayanamayacak durumda olan Türkiye'nin emperyalizme bağımlı kapitalist sistemidir. Dayanamayacak durumda olanlar hırsızlıkla, yolsuzlukla, tüm muhalefeti faşist terörle ezmeye çalışarak, ülkeyi nefessiz bırakarak, başkalarının ülkelerine işgalci barbar bir anlayışla göz dikerek ülkeyi tam bir bataklığa çeviren AKP faşizmi ve onun yardakçısı MHP vb.'leridir.

Kapitalist sistem gemisi, onu yöneten faşist devlet yapısı ve başındaki AKP ve yardakçıları batıyor. Ve acilen durumu hafifletecek, batıştan önceki son hamleyi yapmaya çalışıyorlar.

Batıyorlar, çünkü ekonomi tepeden tırnağa krizde ve çöküyor... Her hangi bir ekonomi bilgisi olmayan biri bile görüyor ekonominin battığını. Ülkenin içine düşürüldüğü borç batağını çevirecek yeni borçlar bulunamıyor artık. Halk bankasına ABD emperyalizmi tarafından kesilecek cezadan sonra bankacılık sisteminin ağır bir darbe alacağını herkes görüyor. Döviz artıyor, işsizlik artıyor, borçlar büyüyor. Emlak balonu patlamaya gerek kalmadan söndü bile... Türkiye oligarşisinin ağır topları Doğan Grubu, Şahenkler, Ülker/Yıldız holding vb. teker teker gemiyi terk etmeye çalışıyorlar. Tıpkı gemiyi ilk farelerin terk etmesi gibi... Bunlar semirmiş fareler ve artık en azından bir süre için geminin boşaldığının farkındalar. Daha bugünler iyi günler. Herşey hızla daha da kötüye gidecek...

Batıyorlar, çünkü tüm baskılara rağmen toplumsal muhalefeti bastıramıyorlar, ülkeyi yönetemiyorlar... OHAL ile onbinlerce devrimci, demokrat, ilerici, yurtsever insanımız hapse atılmasına, yüzbinlerce insanımız işinden gücünden edilmesine, ülkenin üçüncü partisi konumundaki HDP'nin parti örgütü adeta tümden hapse alınmasına rağmen AKP faşizmi kendisini güvende hissedemiyor. Halkın kendini ifade edebildiği adeta tek mecra haline gelmiş olan sosyal medya paylaşımları nedeniyle binlerce insanımız gözaltına alınmasına ve tutuklanmasına rağmen direniş hem sosyal medya da hem de toplumsal yaşamda sürüyor. Belki büyük patlamalar şimdilik yaşanmıyor ama halkın yaklaşık yüzde 60'a yaklaşan bir bölümü AKP faşizmine teslim olmuyor. İşçi ve emekçilerin örgütlü kesimleri teslim olmuyor, devrimciler teslim olmuyor. Kürtler teslim olmuyor. Aleviler teslim olmuyor. değişik ulusal topluluklardan ve dinsel inançlardan halk kesimleri teslim olmuyor. Laikler teslim olmuyor. Kadınlar, eşitlik ve yaşam hakkı mücadelesini yükselterek teslim olmuyorlar. Ekolojik hareket her yerde boy vererek teslim olmuyor. Anti-faşistler, anti-emperyalistler teslim olmuyor... "Sessizlik" bir teslim olmuşluğu değil, büyük patlamalar için inatla ayak direnilen ve öfke biriktirilen, teslim olunmayan bir duruşu ifade ediyor. AKP karşıtlığı nüfusun yaklaşık 60'ı için artık ortak bir duygu, ortak bir duruş ve kimliği ifade ediyor. Ve bu kesimler her türlü faşist baskı ve teröre rağmen bu duruştan geri adım atmıyor. AKP faşizmi ve yardakçıları toplumsal bir kabarmanın yaşandığını ve büyük patlamalara gebe olduğunu fark ediyorlar. Hele ki, ekonomik çöküşün derinleşmesiyle birlikte bu büyük patlamaların kaçınılmazlığı çok daha net belirginleşiyor.

Batıyorlar, çünkü Kürt halkına karşı saldırıları istenen sonucu vermiyor, tersine kendilerinin Kürt tabanı giderek zayıflıyor... Kürt halkına karşı giriştikleri saldırılar istedikleri nihai sonuçlara ulaşmadığı gibi, iki ağızlı bıçak gibi, bir yanıyla Kürt halkına ve Kürt ulusal özgürlük hareketine zarar verirken, diğer yandan Kürtler arasındaki taraftar kitlelerini zayıflatarak kendi zeminlerini daraltıyor. Efrine yapılan işgal saldırısıyla "büyük zafer" yaratma çabası, saldırının yaklaşık 60 gün sürmesiyle sönük bir işgal hareketine dönüştü. Buradan devşirilmek istenen "büyük fatih" havası ve yeni milliyetçi oylar istenenin çok ama çok gerisinde kaldı. Yaz aylarında savaşın şiddetlenmesi ve "şehit" sayısının hızla artmasıyla birlikte bu sönük "zafer"inde berhava olması olasılığı da söz konusu...

Batıyorlar, çünkü dış politika aslında çoktan battı. Ortadoğu'da hakim bölgesel güç olma hesapları çoktan hayal oldu. Bu hayalin yerini alan Kürt ulusal özgürlük hareketini durdurma ve fırsat olursa özellikle Suriye ve Irak'da küçük parsalar koparma planları da tam bir çıkmaza girmiş durumda. "Ümmetin lideri" Tayyip, Putin'in kolpasına dönüştü. İsrail'in önünde diz çöktü, Mavi Marmara gemisinde İsrail'in katlettiği insanlar ise günah keçisi haline geldi. Efrin'den sonra, Şehba, oradan Minbic, sonra... söylemleri şimdiden hikaye oldu. ABD, Fransa ve İngiliz emperyalistleri Suriye rejimine saldırınca, Putin'in kolpası, sözde sıkı Amerikan karşıtı Tayyip, birden ABD emperyalizminin kolpasına dönüştü. Füzeler esasen Tayyip'in Rusya ve İranla kurduğu ittifakı vurdu. Fırıldak dış politika o kadar baş döndürücü hızdaki, artık tüm medya tarafından sürekli manipüle edilen AKP tabanı açısından bile inandırıcılığı iyice aşındı. Dış politik süreçleri iç politikada çok güçlü biçimde kullanan AKP faşizmi açısından bu durum önemli toplumsal manipülasyon aracından yoksun kalmak anlamına geliyor.

Batıyorlar, çünkü eğitim çöküyor, ahlaki çöküntü büyüyor... Resmi devlet okullarındaki eğitim tümüyle çökmüş durumda. Herkes bu okullara devam eden öğrencilerin çok azının bir üniversite geleceği olabileceğinin farkında. Dahası bu eğitim sisteminin öğrencileri cahil ve ruhsal açıdan paramparça hale getirdiğinin farkında. İnsanların gözbebeği olan çocukları her yıl keyfi olarak değişen eğitim ve sınav sistemlerinin baskısı altında ciddi psikolojik ve eğitsel gerilimler yaşıyorlar. Bunlar birebir ailelere yansıyor. Eğitime biraz olsun önem veren tüm ailelerdeki tepki ve gerilim büyüyor. Ahlaki çöküntü de benzer etki yaratıyor. Öncelikle gençliği etkiliyor ve onlar üzerinden aileleri vuruyor. Hırsızlığın, rüşvetçiliğin, uyuşturucunun, fuhuşun, her türden sahtekarlığın olağanüstü artışı toplumun geniş kesimlerinde ahlaki ve kültürel yarılmalara yol açıyor. Tek tek bireyler, aileler, toplumsal kesimler parçalanıyor. Bu durumun yarattığı yarılmalar büyüyor.

Batıyorlar, çünkü milliyetçi taban parçalandı ve daha da önemlisi dindar tabanda giderek parçalanıyor... MHP'nin parçalanması bizzat Tayyip'in işiydi. Fakat bir yıl içinde Bahçeli tam bir paçavraya dönüştü. MHP, AKP faşizminin eklentisi haline geldi. Bu durum, MHP'nin tabanını önemli ölçüde parçaladı. Çünkü, MHP'den ayrılan Akşener ve ekibi, Tayyip ve Bahçeli'nin beklediği gibi zamanla sönümlenecek yeni ve daha küçük bir MHP kurmak yoluna gitmediler. ABD mamulatı projelendirme temelinde milliyetçi ve liberal söylemi içiçe geçiren merkez sağ bir parti kurmaya yöneldiler. Böylece hem MHP, hem de AKP'ye, hatta kısmen de CHP'ye alternatif bir parti kurma yoluna girdiler. Ve yıldızları parlatıldı, kurdukları İYİ parti, MHP'den daha büyük bir partiye dönüştü. Bu durum MHP'den daha büyük parçaları koparması için fırsat yaratıyor. Hiç kuşkusuz bundan çok daha önemli olan, AKP'nin tabanında yaşanan çözülmedir. Herşeyden önce, AKP'nin dindar tabanında AKP faşizminin yolsuzluklarına, ahlaksızlığına, nobranlığına, din tüccarı tutumuna karşı giderek artan belirgin bir kopuş yaşanıyor. AKP ile tabanının büyük bir bölümü arasındaki ilişki bildik anlamda dinsel bir ideolojik bağ olmaktan çıkıyor. Çok açık bir kötücül çıkar ilişkisine, yani açıkça yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, her türden ahlaksızlık temelinde bir yararlanma ilişkisine dönüşüyor. Bu iğrenç ilişki yeni Osmanlı söylemleriyle, milliyetçi yalanlarla, dinin en iğrenç biçimde kullanımıyla süslenmeye çalışılsa da artık her AKP'li bu ilişkinin esasta kötücül temelde somut veya gelecekte olabilecek bir çıkar ilişkisi temeline dayandığını biliyor. İşte tam da bu noktada, samimi dindar kesimler, ki bunlar çok büyük bir kitleyi oluşturmuyor, AKP ile ilişkilerini sorguluyorlar. Bu sorgulamanın derinleştiği, büyük kesimleri kapsadığı belki söylenemez. Ama dinsellikle örülen "biz dindarız, biz iyiyiz" büyüsü çoktan bozuldu. Ve samimi dindarların kopuş süreci başladı. Son bir ay içinde yapılan "deizim" tartışması aslında bu kopuş sürecinin bir başka boyutu. "Gençlik deizme yöneliyor" tespiti, aslında AKP taraftarı gençliğin önemli ölçüde AKP'nin (tabii aynı zamanda AKP'nin partnerleri IŞİD, El Kaide vb.'nin de) kirlettiği İslam'dan kopuşu anlamına geliyor. Çünkü AKP'nin İslam olarak topluma sunduğu uygulamaların, yarattığı dinsel ortamın ne denli büyük bir ahlaksızlık, adaletsizlik ve çürüme olduğunu görüyor genç insanlar. Ve "islam buysa, müslüman değilim" tutumu gelişiyor. Gençliğin refleksi buyken, orta yaş ve üstü dindarlar da ise AKP ile olan islami temeldeki gönül bağının koptuğuna dair veriler çoğalıyor. Bunu açıktan ifade etmenin yaratacağı ağır baskı nedeniyle belki açıkça ifade edilmiyor ama gelişmeler bu yönde... Bu durum, AKP açısından en kemik tabanında bir çöküş sürecinin ilk emarelerinin dışa vurması demek oluyor. Fakat AKP tabanındaki dağılma sadece dindar tabanda söz konusu değil. Daha liberal olan AKP tabanında da ekonomik krizin derinleşmesine bağlı olarak tereddütler artıyor, AKP'ye mesafe koyma tutumu gelişiyor... Bunun bir kopuşa dönüşmesi tümüyle ekonomik krizin seyrine bağlı...

Batış esaslıdır, batan emperyalizme bağımlı Türkiye kapitalizmini ve devletini BOP eksenli ılımlı islam temelinde kurma projesidir. AKP, ABD emperyalizminin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) temelinde kurduğu stratejik bir proje partisidir. Türkiye ılımlı islamın örnek, proje ülkesi, AKP'de örnek proje partisi olacaktı. AKP herhangi bir parti olarak değil, TC devletini BOP temelinde yeniden organize edecek, yeniden kuracak kurucu parti olarak tasarlandı. Devletin en derin noktalarına kadar nüfuz etmesi için önü açıldı. 2013'e gelindiğinde BOP battı... AKP yoluna devam etmeye çalışıyor. Çünkü kurucu parti olarak geliştirilen AKP ya devlet olmaya, yada paramparça olmaya mahkum bir partidir. Pek çok suçun failidir. Hükümet olmadığı anda paramparça olur ve yargılanır. Kaybederse sadece hükümeti kaybetmez, herşeyini kaybeder. Batan bir bütün olarak AKP ve kurmak istediği devlettir, bir bütün olarak sistemin tüm dinamikleridir. Kriz bu denli ağırdır...

Sonuçta, apaçık olan gerçek; AKP faşizminin dinci-milliyetçi temelde kurmak istediği devletin-sistemin freni patlamış vaziyette eğik düzleme girdiği ve kontrolsüz biçimde aşağı doğru yuvarlanmaya başladığıdır. AKP'nin bu süreci bütünlüklü olarak kontrol etme şansı bulunmamaktadır. Bu süreç, 2013'de AKP'nin varlık nedeni olan BOP'un Ortadoğu'da işlevsiz hale gelmesiyle başlamış, Büyük Haziran İsyanıyla apaçık belirginleşmiştir. 17-25 Aralık yolsuzluk operasyonları, Kobane direnişi, 6-8 Ekim Kürt halk isyanı ve son olarak 7 Haziran 2015 seçimleriyle AKP'yi net biçimde azınlık ve hükümet olamaz hale getirmiştir. 7 Haziran 2015 seçiminden bu yana, AKP faşizminin tüm hamleleri faşist terör yoluyla ve bölgesel süreçlerdeki boşluklara ve çatışan büyük aktörlere oynayarak durumu idare etme üzerine kuruludur. Darbe girişimi başarısızlığı AKP'ye iç dengeleri ağır bir faşist terörle düzenleme olanağı vermiş olsa da, diğer karşıt dinamikler işlemeye devam etti. Gelinen noktada, AKP faşiziminin kendisine karşı işleyen hiç bir dinamiği tam olarak etkisiz hale getirmediği, tam tersine kendi iç çözülmesi ve ağır ekonomik kriz de dahil olmak üzere kendisini kesin biçimde yıkacak karşıt güçlerle karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

< Yıkıcı ağır bir toplumsal kriz artık Türkiye'nin kaçınılmaz kaderi haline gelmiştir.

Erken Seçim Neyi Kurtaracak?

Hemen belirtmek gerekiyor; seçimler konusunda AKP faşizminin kasım 2019'u bekleme gibi bir derdi yoktu. Erken seçime karşı çıkışlar muhalefetten geldiği için söz konusu oluyordu. 2017 Nisanındaki başkanlık sistemi referandumu aslında AKP'ye çok net biçimde bir gerçeği göstermişti; AKP, MHP, BBP vb. güçlerin desteğine rağmen net biçimde azınlıktı. Yavru kurt/ların desteği çoğunluk olmaya yetmemişti. Ve daha o andan itibaren erken seçim hesabı vardı; en uygun zamanda, daha doğrusu çoğunluk olmaya en yakın zamanda seçim yapılacaktı. (Net bir çoğunluk sağlanamasa bile yüzde 45-50 arası bir aralıkta oy alınması ihtimalinde, yüzde 5-10 arası bir çalıntı oy katkısı ile seçim garanti altına alınabilirdi.) AKP'nin beklentisi 2019'a kadar böylesi uygun bir konjonktürün oluşacağı, işlerin kısmen toparlanabileceğiydi.

Peki şimdi çoğunluk olmaya en yakın zamandalar mı? Elbette ki, hayır! Öyleyse neden erken seçim? Sorunun cevabı yukarıda özetlediğimiz tablodadır. Yani çoğunluk olmaya değil, batmaya en yakın noktaya doğru dolu dizgin gidiyorlar. İşte o yüzden erken seçime gidiyorlar.

Burada yeni ve en önemli katalizör unsur ekonomik krizin artık davul çala çala, ekonomi bakanından sokaktaki esnafa kadar herkes tarafından bilinen, itiraf edilen, söylenen gelişidir. Ekonomik krizlerin siyasal sonuçları 1994 Nisan ve 2001 krizlerinin Çiller ve Ecevit'i yerle bir edişlerinden çok iyi biliniyor. Erken seçim kararı bu sondan kaçış çabasıdır. AKP faşizmi ve yardakçıları şunu apaçık görüyorlar; yakın ve orta vadede durum hiç bir biçimde onlar için iyi olmayacak. Kriz ve sert bir batış kaçınılmaz. Sürekli bir kötüye gidiş dibe vuruncaya kadar sürecek... Zaman 2019'a doğru aktıkça dibe vuruşa daha da yaklaşılacak ve seçim kazanma ihtimali artık sıfırlanacak. Öyleyse erken seçim, hem de en-en erken seçim onlar için bir zorunluluk haline gelmiştir. Seçime bir gün bile geç gitmek, daha kötü koşullarda seçime girmek anlamına geleceği için 2 ay gibi inanılmaz kısa bir süre içinde erken seçime gidiyorlar.

Tayyip ve avanesi hala net biçimde azınlıktır. Güvendiği üç şey, faşist terör, yasallaştırdığı sandıkta hırsızlık imkanları ve muhalefetin dağınıklığıdır. Muhalif güçlere yönelik hem polis eliyle, hem de örgütlenmiş sivil faşist çeteler eliyle sokak terörü ve tutuklamalar yoluyla yaygın bir sindirme faaliyeti yürütüleceği açıktır. Daha şimdiden seçimle ilgili bildiri dağıtan sosyalist güçlere yönelik sokak operasyonlarıyla işe girişmişlerdir. Sandıkta hırsızlık ise artık yasallaşmıştır. 2017 referandumunda yasadışı olan ne varsa, şu anda yasal hale getirilmiştir. En azından sonuçları itibariyle meşru bir seçim yapılması imkanları daha baştan ortadan kaldırılmıştır. En az yüzde 5 ile 10 arası bir hırsızlığın garanti altına alındığına kesin gözüyle bakmak gerekiyor. Dahası AKP karşıtı büyük blok dağınıktır. AKP, tüm faşist terörüne ve hırsızlığına rağmen başkanlık seçimlerini kazanamaması durumunda, ikinci turda muhalefetin dağınıklığı nedeniyle kazanacağını ummaktadır.
Peki erken seçim gelmekte olan büyük ekonomik krizi, siyasal ve toplumsal krizi engelleyecek mi? Elbette hayır... AKP'nin de böyle bir beklentisi yok. Peki, AKP erken seçimde kazanmasının kriz karşısında kendisine ne tür avantajlar sağlayacağını düşünüyor olabilir?

Öncelikle Tayyip, ne yapıp edip her türlü hırsızlık ve terör yöntemiyle de olsa bu seçimi kazanıp, iktidarını sağlamlaştırmak, garanti altına almak istiyor. 4 yıllık zaman kazanmak istiyor. Seçimi aldıktan sonra, patlayacak bir krizi bir biçimde yönetebileceklerini düşünüyorlar. Seçim henüz yeni yapılmış olacağı için, krizin patladığı koşullarda gündeme gelecek yeniden seçim taleplerinin zayıf kalacağını hesap ediyorlar. Gelişecek olası isyan dalgalarını sivil ve resmi faşist güçler yoluyla sert biçimde ve kısa sürede bastırarak krizin toplumsal dayanaklarını tıpkı Fetö darbesinde olduğu gibi uzun vadeli biçimde bastırabilecekleri hesabını yapıyorlar. Dahası, seçimi kazanarak özellikle ekonomik krizi üreten önemli faktörlerden biri olan emperyalist tekellere ve devletlere en az 5 yıl bizimle çalışmak zorundasınız, bunu hesap edin, krizi sürecini durdurun yada yavaşlatın mesajını verebileceklerini düşünüyorlar.

Kısacası, erken seçim, iktidarı 5 yıl için almanın yanı sıra, asıl olarak seçim sonrasındaki büyük çatışmalara hazırlığın temel bir bileşeni olarak ele alınıyor. Asıl büyük kapışma seçim sonrası gündeme gelecek büyük ekonomik ve toplumsal krizle birlikte ortaya çıkacak olası büyük isyan dalgalarıyla olacak. Erken seçimle kazanmayı umdukları 5 yıllık iktidar süreci de bu isyan dinamikleriyle çatışarak biçimlenecek.

Kim Kazanacak?

Öncelikle bir noktayı bir kez daha vurgulamak gerekiyor: çok net biçimde AKP ve yardakçıları azınlıktır! Ekonomik, siyasal, askeri, polisiye, kültürel, medya vb. tüm alanlarda gücü ellerinde toplamalarına rağmen, tüm yalanlarına, manipülasyonlarına, faşist terörlerine, saldırganlıklarına rağmen toplumun çoğunluğunu yanlarına çekemediler. Seçimler, anketler azınlık olduklarını apaçık ortaya koyuyor. Ama onlar hırsızlıkla, yalan ve manipülasyonla çoğunluk oldukları yanılsamasını yaratmaya çalışıyorlar.

AKP karşıtı halk kesimleri yüzde 55-60 civarındaki bir kitle olarak net çoğunluktur. Dolayısıyla AKP'nin ve yardakçılarının olağan koşullarda kazanma şansı sıfırdır. AKP'nin seçimi kazanacağına, çoğunluk desteği olduğuna dair tüm söylemler tümüyle manipülatiftir, yalandır. Adil olmayan seçim koşullarını ve hırsızlıkların üstünü şimdiden örtmeye dönük çabalardır.
Normal bir seçim zemininin oluşması durumunda AKP'nin seçimi kaybetmesi, muhalefetin belirli bir kombinasyonunun kazanması kesindir.

Ne Olacak?

Ne olacak sorusunun yanıtı çok parçalı ve uzundur. Ve seçime kadar olan 2 aylık sürede olacakları tümüyle kestirmek adeta imkansızdır. Ama ilk elde söylenmesi gereken, normal, burjuva demokratik normlara uygun bir seçimin kesinlikle olmayacağıdır. AKP faşizminin doludizgin faşist terörüyle, dayak, işkence, gösterilere saldırılarla, binlerce gözaltı ve tutuklamayla, yetmezse mitinglere saldırılarla biçimlenecek bir seçim süreci olacak. Dahası AKP faşizmi ve yardakçıları muhalefet oylarının en az yüzde 5 ile 10 arasında bir bölümünü çalmak zorunda. Bunları çalmak için her türlü yolsuzluk ve hırsızlık için hazırlık yapılacak ve oylar çalınmaya çalışılacak. Sol ve devrimci muhalefet sert biçimde ezilmeye çalışılırken, diğer muhalif kesimlerin ise biraraya gelişini engelleyecek, muhalif kesimler arasındaki farklılıkları öne çıkaracak bir yol izlenmeye çalışılacak.

AKP'nin çok büyük hırsızlıklara başvurması (yüzde 10'u da aşan büyük bir hırsızlık vakası) halinde ilk turda kazanması mümkündür. Bunun dışında, ilk turda kazanması asla mümkün değildir. Tüm çalma çırpmaya rağmen, Tayyip'in ilk turda başkanlığı kazanamaması durumunda, ikinci turda da kazanma umudu olmaması halinde seçimlerin iptali için her türlü provakasyon yapılacaktır. (Bir anda seçim meydanlarında çok sayıda IŞİD vb. bombasının patlaması, ya da Yunanistan'la ısıtılan ortamın zoraki bir çatışmaya dönüştürülmesi ve ardından seçimlerin iptal edilmesi ve belki de sıkıyönetim vb. ilan edilmesi hiç de süpriz olmayacaktır.) Bu durumda tümüyle çıplak zora dayanan ve tümüyle gayrı meşru bir iktidar olarak yola devam etmeye çalışacaklardır. Seçimlerin gerçekleşmesinin yegane yolu AKP faşizminin kazanmasıdır. Başka bir olasılıkta seçimler bir biçimde sabote edilecektir. Kısacası, AKP faşizminin seçimler yoluyla iktidarı terk etmesi olasılığı yoktur.

CHP'nin İyi Parti ve Saadet Partisi ile bir ittifak kurmaya çalıştığı açık. İyi partiyle MHP tabanına, Saadet Partisi ile AKP tabanına mesaj verilecek ve adres gösterilecek. Temel mesaj şudur; "AKP'nin kaybetmesi durumunda kazandığınız konumlara/haklara dokunulmayacak, batan gemiyi terk edin, bize gelin" İlk turda her partinin kendi adayları ile seçime girmesi ve mümkün olduğunca çok oy toplaması ve Tayyip'in ilk turda seçilmesinin engellenmesinin hedeflenmesi olasılığı yüksektir. İkinci turda ise HDP'nin ya biz, ya da AKP ikilemi ile baskı altına alınması olasılığı yüksektir. İlk turda sonucun belli olmaması durumunda kilit parti kesinlikle HDP olacaktır.

Ve bu aşamada oldukça süpriz politik gelişmelerin olması olasılığı çok yüksektir. HDP ve sol güçler, CHP-İyi parti- Saadet Partisinin oluşturacağı sağcı ve burjuva demokratik bir programdan dahi yoksun olan koalisyonu desteklemeye zorlanacaktır. HDP'nin CHP, İyi Parti ve Saadet Partisi ile birlikte hareket etmeyi seçmesi durumunda, AKP-MHP ittifakı kesinlikle kaybeder. Bu durumda AKP seçimin yapılmasını engelleyecektir.

Ne Yapmalı?

Devrimci sosyalistler açısından seçimlerin kurtuluş yolu olmadığı açıktır. Seçimler, devrimci sosyalistler açısından oluşan siyasallaşma atmosferiyle devrimci ve sol çalışmalara daha büyük bir zemin hazırladığı ve emekçi halk yığınlarıyla buluşma kanallarını daha güçlü yarattığı için önemlidir.

Devrimci sosyalistlerin ve devrimci ve sol güçlerin ciddi ve mücadeleci bir toplumsal tabana sahip olmalarına rağmen, esasen pratik devrimci mücadeleden düştükleri açıktır. Tek tek örgüt ve hareketler olarak devrimci ve sol güçlerin ciddi hiç bir faaliyeti örgütleyecek dinamizme sahip olmadıkları toplumsal mücadele pratiğinden apaçık görülüyor. Tabanda ise AKP faşizminin tüm baskısına karşın, pratik öncülükten yoksunluğa karşın direniş eğilimi sürüyor. Taban, AKP faşizmine teslim olmuyor. Sosyal medyadan, ekonomik demokratik mücadelelere, ekolojik ve kadın mücadelelerine değin uzanan geniş bir yelpazede düşük profilli gibi görünsede oldukça öfkeli ve dirençli bir halk mücadelesi sürüyor. Sorun öncülük iddiasında olanların adeta mücadele sahnesinden çekilmesidir.

Önümüzdeki seçimlerin her zamankinden çok daha büyük bir siyasallaşma dalgası yaratacağı açıktır. Sol ve muhalif cephede; umut, karamsarlık, karmaşa, öfke, halk militanlığı, büyük emekçi kitlelerin sokağa akması, vb. her türden duygu ve eylem biçimi zincirlerinden boşanarak sökün edecektir.

Olgu şudur; AKP karşıtı yüzde 55-60'lık blokun ezici çoğunluğu kendini sol olarak tanımlayan kitleden oluşmaktadır. Temel soru ise şudur; ağırlığını solun oluşturduğu bu büyük kitle sağcı, hatta gerici bir program ve kadronun peşinde mi saflaşacaktır, yoksa devrimci, demokratik, sol değerlerin ve adayların peşinde mi saflaşacaktır? En asgarisinden temel burjuva demokratik hak ve özgürlükleri esas alan bir programın arkasında mı saflaşacaktır?
Şu anda, başta CHP yönetimi olmak üzere, İyi parti ve Saadet partisinin planı, daha doğrusu başta ABD emperyalizmi olmak üzere batılı emperyalist güçlerin planı muhalif büyük kitleyi eski kontrgerilla devletini yeniden inşa edecek sağcı, gerici bir programın ve adayların arkasında saflaştırmaktır.

Devrimci, demokratik güçler bu planı kesinlikle ret etmelidirler. Halkın sol damarının, en ağır bedelleri ödeyen damarının sağcı, gerici, kontrgerillacı programların arkasında saflaştırılmasına kesin bir kararlılıkla karşı durmalıyız. Devrimci sosyalistler, tüm devrim güçleri, bir yandan devrim ve sosyalizm eksenli politikaları esas alırken, diğer yandan tüm muhalif odakların toparlanması bağlamında asgari olarak tüm burjuva demokratik hakları eksiksiz olarak teminat altına alan bir programı birleşik bir muhalefetin olmazsa olmazı olarak ele almalıdırlar.

İşçi sınıfının, yoksul köylülerin, küçük ve orta esnafın, kadınların, gençlerin, öğrencilerin tüm temel ekonomik ve demokratik talepleri esas alınmalıdır. Böyle olmayan bir birleşik hareketin gericiliğin ve faşizmin restorasyonunun farklı bir versiyonu olması kaçınılmazdır. Tayyip'in başını çektiği 2000'lerin din tüccar-milliyetçi faşizm mi, yoksa Meral Akşener'in de baş aktörlerinden biri olduğu 1990'ların onbinlerce insanımızın yaşamına mal olan milliyetçi-ırkçı faşizminin yeni bir versiyonu mu? ikilemine bizi mahkum etmeye çalışacak her türlü yaklaşımı ret etmeliyiz.

Kaldı ki, Tayyip'in seçim yoluyla iktidarı bırakması olasılığı sıfıra yakındır. Dolayısıyla, Tayyip'ten kurtulalım derken, milliyetçi faşist cephenin arkasında saflaşmak, Tayyip'ten kurtulmayı sağlamayacağı gibi, geride sadece faşistlerin arkasında saflaşmak gibi bir utancı bırakır.

CHP, İyi parti ve Saadet eğer Tayyip'ten kurtulmak istiyorlarsa, başta HDP ve diğer tüm devrimci, demokratik ve sol güçlerin demokrasi taleplerini kabul etmelidirler. Bir halk demokrasisi talebini kabul etmelerini beklemiyoruz. Asgarisinden temel burjuva demokratik hak ve talepleri kabul etmelidirler. Böylesi bir demokratik ekseninin gelişmesi, herşeyden önce devrimci sosyalistlerin, tüm devrimci ve demokratik güçlerin, tüm yurtsever güçlerin, HDP, HDK, DTK, Haziran Hareketi, Memleket Biziz, TİP, vb. gibi sol güçlerin, hatta CHP'nin tabanda gelişen sol kanadının güçlü bir ittifakını gerektirir. Tüm devrimci, demokrat, yurtsever ve sol güçlerin bu süreçteki acil görevi bu ittifakı gerçekleştirmektir.

Böylesi bir ittifak sadece seçim bağlamında gelişse bile, tüm demokratik ve sol dinamiklere muazzam bir moral verecektir. Bu ittifak yaratacağı sinerjiyle kısa sürede başlangıçtaki gücünün birkaç misli etki yaratacaktır. Daha da önemlisi, AKP faşizminin kaybedeceğini anladığında girişeceği seçimi erteleme provakasyonlarına, yada büyük çaplı hırsızlık operasyonlarına karşı tüm halkın isyanına ve mücadelesine öncülük edecek olan zemin yaratılmış olacaktır. Bir adım daha ilerlersek, bu ittifak AKP faşizmine karşı sonraki süreçte ekonomik kriz ve benzeri faktörlerle ortaya çıkacak isyan dinamiklerini büyük bir devrimci demokratik harekete dönüştürmek için de muazzam bir imkan olacaktır. İttifak sadece seçimle sınırlı olsun veya sonrasında devam etsin farketmez, böylesi bir ittifakın bir kez kurulmuş olması bile sol ve demokratik halk potansiyelinin bundan sonraki tüm süreçlerde büyük bir mücadele gücüne dönüşmesinde büyük bir başlangıç adımı olacaktır.

Devrimci sosyalistler, devrimciler, sol ve yurtsever güçler birlik, mücadele ve zafer şiarında ifadesini bulan yaklaşımı pratikleştirmeye her zamankinden çok daha fazla gereksinim duymaktadırlar ve başarabilirler. Kimi kesimlerin bu ittifaktan uzak durmaları bahane olmamalıdır. Birleşebilen tüm halk güçleri birleşmeli ve umut yeniden güçlü biçimde büyütülmelidir.
Devrimci sosyalistler olarak bu temelde rolümüzü oynamalıyız...
BİRLİK, MÜCADELE, ZAFER!

TEK YOL DEVRİM!

KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
23.4.2018

EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ



Afrin İşgaline Hayır!


        Sömürgeci oligarşi, Kürt ulusunun kendi kendini yönetmesini, özyönetim eksenli demokratik bir statüye kavuşmasını engellemek için, Rojova devrimine saldırıyor, Afrin’i işgal ediyor.
        Ortadoğu bir uçtan diğer uca, emperyalist saldırı, kışkırtma, işgal, savaş içinde. Birinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası emperyalist ve yerel gerici güçler tarafından çizilen sınırlar, 1990 sonrası yeni bir hegemonya ve nüfuz alanı savaşı içinde yeniden çiziliyor. Bu temelde halklar düşmanlaştırılıyor, mezhep çatışmaları kışkırtılıyor, sadece ekonomik sömürü değil, işgal ve savaşlar halklara dayatılıyor. Bu hegemonya savaşı içinde sadece emperyalist güçler değil, onların işbirlikçisi güçler de bu kan denizinden rant toplamaya çalışıyor, “bölgesel güç” olma, bu paylaşımdan pay kapma savaşı veriyor. Bunun için yeni yeni çeteler kuruluyor, akıl almaz para ve kaynaklar seferber ediliyor, bir dizi kirli ittifak kuruluyor, diplomasi hegemonya kavgasının bir unsuru oluyor, halkların iradesi yok sayılıyor. Tüm bunların karşısında, örgütlü bir halk olarak Kürt halkı, bu çok yönlü saldırıya karşı direniyor, Rojava’da kendi toprağını savunuyor, kendi kendini yönetiyor.
        Afrin, Rojava devriminin bir parçası olarak, sadece Kürt halkının değil, bölgedeki tüm halk ve inanç sahiplerinin özyönetiminin somutlaştığı bir yerdir.
        AKP, emperyalist güçlerden destek alarak, kriz içinde iktidara geldi; “özgürlük ve demokrasi” söylemini kullandı, ancak adım adım iktidar odaklarını ele geçirdi, sadece “yukarıdan” değil, aynı zamanda “aşağıdan” yani kitlelerden destek alarak, her fırsatı iktidarlaşma için kullandı. Artık saray etrafında kurumsallaşan açık faşizm söz konusudur. Emperyalist- kapitalist sistem son on yıldır yeni bir kriz sarmalı içindedir, bu kriz sarmalı ülkemize yansımakta, dahası içsel dinamiklerle yeni biçimler almaktadır. Kriz içinde, neo-liberal sömürü tüm sınırlarını zorlamakta, açık, vahşi sömürü işçi ve emekçilere dayatılmakta, sermaye kaba ve vahşi yöntemlerle el değiştirmekte ve yoğunlaşmaktadır. Demokratik hak ve özgürlükler özellikle 7 Haziran seçimleri sonrası bir çırpıda yok sayılmakta, burjuva anlamda bile “hak-hukuk” tasfiye edilmekte, eğitimden sağlığa, spordan çevreye her alan hem sömürü ve rantın hem de baskı ve dayatmanın birer alanı olmaktadır. Artık tüm düzen partileri, parlamento vb kurumlar sadece birer ayrıntıdır, hiçbir işlevi yoktur. 12 Eylül açık faşizminin bir ifadesi olan anayasa artık işlevsizdir, anayasa ve yasalar bir kenara atılıp saray ve onun çıkardığı KHK'ler ile ülke yönetilmektedir. Yüz binler işinden atılmakta, demokratik hakları savunmak “hainlik” olarak saldırı odağına dönüşmekte, sadece açık askeri zor aygıtları değil, sivil ve yarı-sivil yan aygıtlar devreye sokulmakta, tüm medya teslim alınıp sarayın hizmetine sokulmaktadır.
        İçte bunlar olurken, devlet yeniden açık faşizm ekseninde kurumlaşırken; dışta, tüm kirli unsurlar, ittifaklar kullanılarak, özellikle Kürt halkına karşı açık bir savaş ve işgal dayatılmaktadır. Artık, oligarşi için, Kürt ulusunun özgürlük sorunu sadece sınırlar içinde bir sorun olmaktan çoktan çıktı, aynı zamanda ortadoğu sorununa dönüştü. Bundan dolayı, sadece dağları bombalayıp on binlerce yurtseveri tutuklamakla kalmıyor, yeniden “Kürt yoktur”a dönüyor, Güney Kürdistandaki bağımsızlık referandumuna saldırıyor, Rojava devrimine savaş açıyor.
        Türk burjuvazisi, doğuşundan bu yana ırkçı ve şövenistir. Doğuşu emperyalizmin kucağında olmuştur ve onun “milliliği” daha küçük halklara, Kürt, Ermeni ve diğer halklara karşıdır. Güçlü karşısında el pençe divandır; Kürt, Ermeni ve diğer ezilen halklara karşı ise üstendir, ırkçıdır, sövenistir. İnkarcıdır, yalan ve demogoji genlerinde vardır, pervasız ve saygısızdır; dün Dersim, Koçgiri, Şeh Sait başkaldırılarında olduğu gibi bugün de aynı yöntemleri, daha gelişmiş biçimde devreye sokmaktadır.
        Başka bir ulusu ezen ulus özgür olamaz. Kürt halkına karşı on yıllar boyu kirli bir savaş yürüten oligarşi, en büyük kötülüğü Türkiye halklarına yapmaktadır. “Hey Amerika” söylemiyle karışık Kürt halkına karşı açık bir kin, nefret ve saldırı, sadece sahte bir anti-emperyalizm değil, aynı zamanda Türkiye halkının anti-emperyalist bilincini dumura uğratmaktır. Türkiye halkı, işçi ve yoksullar milliyetçilik zehiriyle zehirleniyor; böylece sadece sömürü gizlenmiyor, aynı zamanda halklar arasındaki ortak bağlar yıkılıyor, rüşvet ve rant üzerine oturmuş bir iktidar gizlenmeye çalışılıyor. Bir başka ifade ile Kürt halkının özgürlüğünün yok sayılması aynı zamanda Türkiye halkının köleleşmesi anlamına geliyor.
        Bu düzen böyle sürüp gidemez; bu saldırılara karşı direnmek meşrudur, haktır.
        Örgütlü Kürt halkı tüm bu saldırı, işgale karşı direniyor. İçte direniyor, dağda, şehirde direniyor; şimdi de Afrin'de direniyor. Afrin işgaline karşı olmak, sömürgeci oligarşin bu kirli savaşına karşı çıkmak demokrat olmanın birinci koşuludur. Afrin işgaline karşı çıkmak, eşitlik ve özgürlük taleplerimize sahip çıkmaktır. Afrin işgaline karşı çıkmak, sarayın iktidarına, pervasızlık ve yalanlarına karşı çıkmaktır. Afrin işgaline karşı çıkmak, Kürt halkıyla, ortadoğu halklarıyla kardeşleşmektir.
        Faşizme, sarayın iktidarına karşı direnenlere selam olsun; direneceğiz, faşizmi yıkıp halkın iktidar olduğu özgür bir ülke kuracağız.
        AFRİN İŞGALİNE SON
        KÜRT HALKI YALNIZ DEĞİLDİR
        KURTULUŞA KADAR SAVAŞ

Ekim Devrimi 100 Yaşında

Mahircan Karasansar

        Ekim Devrimi, insanlık tarihini değiştiren en önemli gelişmelerden biridir. Ekim Devrimiyle birlikte ilk defa geniş yığınlar, kendi kaderlerini çizmek için tarih sahnesine çıktılar. Elbette daha önce de ayaklanmalar, isyanlar yaşanmıştı. Ama bu defa gelip geçici bir durum yoktu ortada. Bundan sonra sömürü yok demişti işçi sınıfı. Bundan sonra patron yok, ağa yok, padişah, kral vb. yok. Olmayacak da.
        Tarih boyunca hep başkalarının belirlediği yazgıyı yaşamış olan en alttakiler, çalışmaktan başka bir hayat bilmeyenler almıştı bu defa ipleri eline. Önceleri alışılageldiği üzere küçümsendiler. Fazla yaşamaz dendi bu hiç görülmedik iktidar biçimi için. Ama çok dirençli çıktı. Fazla yaşamaz diye küçümseyenler hesaplarını değiştirmek zorunda kaldılar. Bundan sonra ondan kurtulmanın imkansızlığı üzerine yaptılar gelecek hesaplarını.
        İnsanlığın önünde ise yepyeni bir ufuk açılmıştı. Yeterince iyi örgütlendiklerinde en güçlü, en zalim egemen sınıf iktidarını bile devirebileceklerini gördüler. Çarlık Rusyası Avrupa'da karşı devrimin en büyük gücüydü. Yıkıldı. O halde neden biz de yapmayalım, yapabiliriz, yapmalıyız...
        Sosyalizm, bir düş, bir proje, bir avuntu, bir düşünce olmaktan çıkmıştı artık. Ete kemiğe bürünmüştü. Somut bir olgu haline gelmişti. Üstelik bunu yapanlar belki de Avrupa'nın en cahil işçi sınıfıydı. Herşeyi Avrupa ölçüsüne vurmaya alışkın olanlar, cehaleti okuma yazma oranı olarak hesapladıkları için burada yanıldılar. Rus köylüsünün sırtındaki kamçı izleri olarak, Rus proletaryasının her direnişinde çarlık ordularının kurşunlarıyla toprağa düşen bedenleri olarak, Sibirya sürgünleri, işkenceler, cezaevlerindeki açlık grevleri... ve burada daha fazla uzatmaya gerek olmayan diğer şeyler olarak Rus emekçilerinin "birikimini" hesaplayamadılar.
        Bugüne kadar neredeyse her yıldönümünde Ekim Devrimi ile ilgili birçok yazı yazıldı. Bunların birçoğunda devrim birçok yönüyle ele alındı, tarihsel bilgiler anımsatıldı. Bu nedenle bu defa işin bu kısmına fazla değinme gereği bulmuyoruz.
        Bunun yerine bu devrimin insanlığa armağan ettiği, kendi kaderini yapma pratiği üzerinde duracağız. Tanrı, ya da ona benzer başka bir güç tarafından değil de kendi kaderini kendi belirlemek. Kelimenin gerçek anlamında kölelikten kurtulmak. Geniş emekçi yığınlarına herbiri birer bilinçli ya da bilinçlenebilir insan değil de güdülmesi gereken koyun sürüleri gözüyle bakan egemenler açısından bu durum, en tehlikeli olguydu. Bu bulaşıcı hastalık yayılmaya başlarsa artık kimse, hiçbir güç, hiçbir silah bununla başa çıkamazdı. Hemen işe koyuldular.
        Parti diktatörlüğü dediler. Toplum mühendisliği dediler. Milleti gaza getiren propagandacılar dediler. Ana bacı tanımayan allahsız kitapsızlar dediler. Bunların hiç birini tutturamadılar. Çünkü kendi pislikleri ortadayken bunların etkisi kısa zamanda yok oluyordu. Çünkü insanlık, artık kendi kaderini kendi eline alabilecek olgunluk düzeyine gelmişti. O halde en büyük enerji, insanlığı bu düzeyin gerisine çekmek için harcanmalıydı.
        Görev zor, ama hayatiydi. Öncelikli olarak tarihin akışının zorunlu bir sonucu olan devrim düşüncesi bertaraf edilmeliydi. Bilmem neredeki telgraf telleri kesilmese asla gerçekleşemeyecek bir Bolşevik Devrimi masalı uydurdular. Bunu kendileri söylediğinde kimsenin inanmayacağını bildiklerinden solcu gibi görünen ağızlardan yaydılar ortalığa. Yani aslında herşey kötü bir tesadüftü. O kadar.
        Evet, zaten sağcı olanların etki alanı sınırlı olduğundan "sol"dan darbelenmeliydi bu umut, bu potansiyel. "İktidar"ın kötü birşey olduğu masalı da bunlardan biriydi. Anarşizm bunu uzun zamandır yayıyordu. Ama sosyalizm adına hareket ettiği iddiasında olan "aydın"ların ağzında bu sefalet, daha fazla etki gücü buluyordu. Reel sosyalizm deneyiminin çeşitli hatalarını abartan, çarpıtan ve bunlardan beslenen bu yaklaşım hemen egemen sınıflardan desteğini buldu ve hızla pompalandı emekçilerin düşünce dünyasına.
        Bizleri sömürenlerin iktidarı kötüydü. İktidar olup biz de onlar gibi kötü mü olalım? İyisi mi biz yine sömürülen olarak kalalım demenin, bu aptalca pasifizmin teorik söylemle parlatılmış halinden ibaret bu yaklaşımın özellikle emperyalist ülkelerin proletaryasında etki bulması doğaldı. Çünkü bu kesimlerde oluşan işçi sınıfı aristokrasisinin halkaları genişledikçe, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olanların sayısı da artıyordu. Bunun beraberinde getirdiği konformizm, iktidar savaşı gibi zorlu ve tehlikeli süreçlere yelken açmayı giderek çok uzak bir tercih haline getiriyordu işçi sınıfı için.
        Burada sosyalist siyasal hareketin ortaya çıkan bu yeni duruma uyum sağlamada gösterdiği başarısızlık da önemliydi. "Ekonomik altyapı belirleyicidir" önermesinden hareketle, ekonomik ajitasyonu temel alan bu yaklaşım tarzının zaten ciddi bir ekonomik sorun yaşamayan sınıfa vaad edebileceği bir şey yoktu. Zaten arabası olan birine daha iyi bir araba vaad etmek gibi bir şeydi bu. Oysa kapitalizm sadece ekonomik anlamda değil, kültürel, insani, ekolojik, cinsel vb... kısacası yaşamın tüm alanlarında sömürü ve çürüme demekti. Reel sosyalizmin etkisinde olsun ya da olmasın emperyalist metropollerdeki sosyalist hareketin bu potansiyelleri ıskalaması egemen sınıflara yeni çatlaklar yaratmak için büyük fırsatlar verdi. İnsanı/toplumu tüm ihtiyaçları ve özlemleriyle bir bütün olarak kavramaktan uzak sosyalizm anlayışı, 68'e seyirci kaldı. Daha sonrasında da hep seyirci oldu. Oysa sosyalizm seyircilerin değil, sahnedeki oyuncuların ideolojisidir. Sözkonusu yanılgıya, tekyanlılığa düşmemiş olan sosyalizm anlayışları ise 68'den güç alarak köklerini toplumun derinliklerine yayabildiler. Ülkemiz de dahil olmak üzere dünyanın birçok yerinde hala sosyalizm bayrağını dalgalandıranlar ya da şu veya bu biçimde soldan yana bir değer üretebilenler, bu anlayışın doğrudan veya dolaylı uzantılarıdır. Ve bu anlayışın en güçlü akımları, emperyalist metropollerden oldukça uzak coğrafyalarda ortaya çıkıp gelişmişlerdir.
        İnsanlığın gelişimini temsil edenler yine hor görülenler oldu. Dünyanın kırları da denilen sömürge ulusların halkları, emperyalizme karşı geliştirdikleri ulusal kurtuluş savaşları ile sosyalizme yeni bir soluk borusu açtılar. Ama ekonomik indirgemeci sosyalizm anlayışının etkisiyle bu soluk borusundan gelen oksijeni ciğerlerine doldurup kendine gelmek yerine kendi hastalıklarını bu dipdiri devrimlere ihraç etmeye çalışan reel sosyalist hareket, bu dinamiğin de sönümlenmesinde önemli etkilere sahip oldu.
        Nasıl ki burjuvazi sosyalist iktidarın ilk halini küçümseyip, hor gördüyse, emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşlarının muzaffer halkları da reel sosyalist anlayış tarafından "bizim nükleer silahlarımız olmasa emperyalizm sizi bir günde dümdüz eder" anlayışıyla küçümsendi. Daha sonra nükleer silahların uluslararası sözleşmelerle sınırlanması bu yaklaşımı demode hale getirince bu kez de "bizim ekonomik yardımlarımız olmaksızın bir gün bile ayakta duramazsınız" küçümsemesi icad edildi. Her ne hikmetse yaşadığı tüm krizlere rağmen Küba sosyalizmi bir gün değil, 16 yıldır hiçbir yardım almadan ayakta durmayı başarabiliyor. Daha çok uzun süre de ayakta duracak gibi duruyor.
        Bu ve bunun gibi daha bir çok hesap hatası, reel sosyalizmin sicilinin sadece küçük bir parçası. Burada detaylarına girme gereği görmediğimiz reel sosyalizmin kendi iç hastalıkları, ve en önemlisi politik yanılgıları, oluşturduğu devletler sisteminin çözülmesini beraberinde getirdiğinde emperyalist kapitalist sistem, kendini hükmen galip saydı. Tüm dünya bir şaşkınlık içindeydi. Dünyanın üçte birine hakim durumdaki sosyalist blok, sıcak bir savaş yaşanmaksızın, hatta soğuk savaş bile sona ermişken kendi içine çökmüştü. Emekçi yığınların bilincindeki kurtuluş umuduna dair en büyük kırılma, işte bu anda yaşandı. O güne değin tüm hatalarına rağmen emperyalist kapitalist sisteme alternatif olan, işçi sınıfının iktidarını, sosyalizmi temsil eden, yeryüzündeki tüm işçilerin, emekçilerin, ezilen halklarının umutlarının, özlemlerinin varlığında somutlandığı sosyalist blok, artık yoktu. Küba ve Kuzey Kore haricinde tamamı teslim bayrağını çekmişti. Kuzey Kore'deki sistemi ise sosyalizmle ilişkilendirmek oldukça sorunluydu.
        İnsanlığın kendi kaderini kendi eline alma umudunun aldığı en büyük darbe buydu. O güne kadar yaptıkları tüm çalışmalara rağmen emperyalist kapitalist kampın hiçbir saldırısı, böylesine büyük bir yıkım yaratamamıştı. Kendini sosyalizmle hiç ilişkilendirmemiş, gerici düşüncelerin etkisinde, beş vakit namazındaki bir emekçi bile devletin ya da patronların bir zulmüyle karşılaştığında aklından şu düşünceyi geçiriyordu eskiden: "Sizin de it gibi korktuğunuz birileri var elbet bu dünyada. Bir gün gelir hesap sorarlar sizden de...". Komünizme dair kafasına doldurulan tüm senaryolara inansa bile şunu geçiriyordu içinden "ha bunlar sömürmüş, ha onlar; benim için ne fark eder ki?". İşte bu umutlarla yaşama tutunanların yüreklerindeki o dal, kırılmıştı.
        Yaşanan kırılmanın daha vahim boyutu ise o güne kadar işçi olmayı, emekçi olmayı hiç olmazsa çıkarları gereği sol ile birlikte olmakta gören genel toplumsal kanı ortadan kalkmıştı. Çünkü solcu olmanın hiçbir avantajı, getirisi yoktu artık. Eskiden siyasal görüşü sağcı olsa bile çıkarları gereği solcu sendikalarda örgütlenen işçilerin nesli tükeniverdi birden. Zaten solcu sendikalarda solculuk yapamaz hale getirilmişti. Geçmişte Sovyetler Birliğinin uzantısı olarak ele alınıp yok edilmesi gereken düşman olarak görülen sendikalar ya sistemin içine çekildiler ya da birer tabeladan ibaret hale getirildiler.
        Bu defa işi zor olan sosyalizmdi. Bu denli yaygın ve yerleşik bir inancı, umudu yeniden diriltebilmek, gerçekten çok güçtü. Ekim devrimiyle açılan gedik kapanmamıştı elbet. Ama düşman çok güçlü bir biçimde onarmıştı surların o kısmını. Doğal olarak nerede hata yaptık tartışmaları da başladı.
Bu soruya her cepheden farklı yanıtlar verilse de, asıl önemli olan bundan sonra ne yapılacağı idi. Yaşanan sosyalizm pratiklerine bakarak ne yapmayacağını söyleyebilen çoktu ama reel sosyalizmin kendi içine çökmesinin yarattığı fırsatla ciddi bir hamle yapan emperyalist kapitalist sistem hızla evriliyordu. Bu durum, dünyanın verili durumunun da hızla evrilmesi anlamına geliyordu. Çünkü artık dünya neredeyse tamamen onların elindeydi. Dolayısıyla geçmişe dair olan "ne yapmayacağız" yanıtları da artık tatmin edici olmaktan uzaklaşıyordu. Ya da pratikte anlamsızlaşıyordu.
        İnsanlık tarihi açısından çok kısa bir süre sonra emperyalist sistemin zafer sarhoşluğu sona erdi. Dünyanın her yerinden emperyalizmin "yeni dünya düzeni" dedikleri sınırsız sömürü düzenine karşı muhalif sesler yükseliyordu. Bazısı sokak hareketi görünümlü bu gücün bazıları ise gerilla hareketi formundaydı. Emperyalizmin gömdüğünü sandığı hayalet yine sokaklarda dolaşmaya devam ediyordu. Bu defa adını geçmişte olduğu gibi her yerde açıkça "komünizm" olarak koymayan bu hayalet, aynı korkuyu salmaya devam ediyordu.
        İnsanlığın bu berbat sistemden kurtuluş umudu ve mücadelesi bitmiyordu. Bunun bitmesi, insanlığın bitmesi anlamına gelir.
        "İnsanlar kendi tarihlerini kendileri yaparlar, ama kendi keyflerine göre, kendi seçtikleri koşullar içinde yapmazlar, doğrudan veri olan ve geçmişten kalan koşullar içinde yaparlar. Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine çöker. Ve, onlar kendilerini ve şeyleri, bir başka biçime dönüştürmekle, tamamıyla yepyeni bir şey yaratmakla uğraşır göründüklerinde bile, özellikle bu devrimci bunalım çağlarında, korku ile geçmişteki ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını alırlar. ... İşte böyle, yeni bir dili öğrenmeye başlayan kişi, onu hep kendi anadiline çevirir durur, ama ancak kendi anadilini anımsamadan bu yeni dili kullanmayı başardığı ve hatta kendi dilini tümden unutabildiği zaman o yeni dilin özünü, ruhunu özümleyebilir." (Marx, Louis Bonaparte'ın 18 Brumaire'i, ilk sayfalar)
        Bugün dünya sosyalist hareketi, henüz kendini geçmişin ruhlarından arındırabilecek bir silkinmeyi gerçekleştiremedi. Bunu başarabilecek olan yeni bir devrimdir ancak. Bu devrimsel kopuşma gerçekleşmediği için hala geçmişin ruhları ortalıkta cirit atıyor. Geçmiş dediğimizde, bunun içinde Ekim Devrimi gibi, Vietnam Savaşı gibi görkemli zaferler de var, Berlin Duvarının yıkılışında sembolize olan dağılma gibi çok büyük yenilgiler de. Ancak geçmiş ruhların ortalıkta oldukça az görüldüğü durumlar da yaşanmıyor değil. Kendi coğrafyamız açısından bunun iki örneği var: Gezi ve Rojova.
        Gezi pratiği bize yukarıdaki alıntının özellikle son cümlesini çok iyi öğretti. Tarihin bu yeni sayfası, yeni bir dil öğrenmeyi gerektiyor. Bunu başaramayanların gelecek kuşaklarla konuşabileceği çok az ortak şey olacak. Ekim Devrimi de böyle bir etki yapmıştı. O güne kadarki marksist akımın kavrayışında böyle bir devrim olanaksızdı. Dolayısıyla bu devrim, o güne kadarki bütün düşünme biçimlerinin alt üst olmasını marksistler açısından da bir zorunluluk haline getirmişti. Gezi, kendi dilini oluşturamasa da önemli adımlar attı. Dünyayı ve toplumu algılamakta kullanılan yöntem araç ve ekollerin ciddi biçimde gözden geçirilmesi gerektiğini ve kendini bu yeni dile göre yeniden dizayn etmesi gerektiğini çarpıcı biçimde gösterdi. Reel sosyalizmin ekonomik ajitasyona dayalı söylemi nasıl ki 68'de sürece seyirci kaldıysa, günümüzü sol-sosyalist hareketi de Gezi sırasında seyirci kalmasa bile öncü olabilmenin oldukça uzağında kaldı. En az devlet kadar şaşkındı, çünkü hergün yeni birşeyler öğreniyordu. Üstelik bunlar çok şey bildiğini zannettiği konulara dairdi. Yeni hiçbir şey öğrenmedikleri, zaten her şeyi (!) bildikleri iddiasında olanlar için bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok elbette. Öğrenmek deyince de duvarlara bakıp bundan sonra küfür edelim/espri yapalım diye "ders çıkarmış" olanlara da diyecek bir sözümüz yok elbette.
        Rojova ise çok daha farklı bir olgu. Çok örgütlü, disiplinli, üzerine uzun yıllar kafa yorulmuş bir projenin hayata geçmesi. Uluslararası konjonktürün yarattığı fırsatlar üzerinden hayata geçmiş olması onun değerini bir gram olsun eksiltmiyor. Ekim Devrimini kötü bir tesadüf gibi açıklayan şarlatanların benzerleri bugün de Suriye'deki iç savaş olmasa Rojova devrimi falan olmazdı diyebilirler. Ama aynı koşulları sen elde etsen ne yaparsın sorusuna da verecek yanıtları yoktur, çünkü onlar sadece eleştirmeyi bilirler. Zamanında Lenin için de "fırsatı değerlendiren uyanık" yorumları yapanlar çoktu ama tarih onların tezlerine gereken değeri verdi.
        Kimilerince devrim olup olmadığı bile tartışılan Rojova Devrimi'nin de beğenmeyeni, küçümseyeni çok. Bugüne kadar karşılaştığı tüm saldırılara rağmen kendini var edebilmesi, koruyabilmesi bile dikkate değer bir başarıyken neden böyle bir muameleye layık görüldüğü başka bir yazının konusu. Bugün bizim için önemli olan tarafı şu: Ezilen emekçi yığınların kendi kaderlerini eline alma mücadelesinde Rojova ne anlam ifade ediyor.
Kendi kaderini eline alma mücadelesi diye ifadelendirmek sorunlu olabilir. Eğer geniş kitleler kendi kurtuluş umutlarını sosyalizmde (bizim anladığımız anlamdaki sosyalizmde) bulmuyorlarsa bu bizim sorunumuzdur. Ayrıca yeni tarihsel süreçte sosyalizmin nasıl şekilleneceğini de pratiğin kendisi gösterecektir. Tüm bu tartışmalar bir yana Rojova Devrimi, kendi yolunu, kendince çizmeye çalışarak gerek geçmiş ruhların gölgesinden uzak durdu, gerekse de bir ışık olarak gölgelerle uğraşmanın anlamsızlığını bir kez daha anımsattı.
        Çok şey bilen eleştirmenlerinin tüm yazı çizilerine rağmen Rojova Devrimi, her şeyden önce bir pratik olgu olarak karşımıza çıkıyor.
        Elbette tüm bunlar insanlığın sömürü ve zulümden kurtuluş umudunu yeniden yeşermesinde Ekim Devriminin oynadığı rolü oynayabilmekten oldukça uzaklar. Ama "hiç umut yok mu?" sorusunun yanıtı artık eskisi kadar soyut değil. Bu yanıtların az önce bahsettiğimiz sıradan emekçinin bilincine yansıdığını söyleyemeyiz elbette. Henüz o güce ulaşmış bir pratik yanıt ortada yok. Ama Ekim Devrimi de bu gücü tek başına kendi pratiğiyle oluşturmadı, oluşturamazdı. Dünya çapında devrim için, sosyalizm için çarpan milyonlarca yüreğin emeği ile birlikte ele alınmaksızın bu güç açıklanamaz. 1991 yılındaki yıkımda, yüreğindeki o saklı umudu kırılan emekçi, güvendiği o dağın çok da uzakta olmadığını biliyordu. Mahallesindeki yazılama kadar yakındı o dağ. Ama dağın kendisi yıkılınca, duvardaki yazı da gücünü/etkisini yitiriverdi.
        Yazının genel ekseninden hareketle görevimiz bir psikoloji, bir duygu yaratmakmış gibi anlaşılmasın. Görevimiz elbette ki bu psikolojiyi, duyguyu yaratacak olan somut durumu: Devrimi yapmak. Ama devrim yapmak, devrim olmaktan geçer. Bu umudu kendi ruhunda ve pratiğinde üretemeyenler bizden uzak dursun.
        Ekim Devriminin hayaleti dünyanın her yerinde dolaşmaya devam ediyor. Emekçi mahallelerinden, ıssız tarlalara, okul sıralarından atölyelere kadar bu düzene dair hiçbir umudu olmayanların, aksine öfkesi, hıncı olanların yüreğine değmeye devam ediyor. İnsan umutsuz yaşayamaz. Bu düzenden umudu olmayanın da elbet umudunu bağlayacağı yeni dağlar inşa edeceğiz.

Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı Andık


        19 Aralık 2000 Cezaevleri Katliamında, Ümraniye Cezaevinde yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı mezarı başında andık. 17 Aralık 2017 günü saat 13:00'te başlayan anmamıza Alp Ata Akçayöz şahsında tüm devrim şehitleri için yaptığımız bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. Ardından şu metin okundu:
        "Dostlar, Yoldaşlar,
        "19 Aralık, bu ülkenin katliamlar tarihine eklenirken Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı da aramızdan kopardı. Alp Ata Akçayöz Yoldaş, devrimciliği varoluşunun bir parçası haline getirmeyi başarabilmiş emekçi bir insandı. Onun için devrimcilik nefes almak kadar doğaldı. Devrimciliğini hiçbir zaman diğer insanlar karşısında bir üstünlük, bir farklılık olarak görmez, göstermezdi. Kendini devrimciymiş gibi pazarlayan insanların sahtekarlığını, ikiyüzlülüğünü yüzlerine vuracağı zaman bile kendini örnek göstermek yerine devrimciliğin, sosyalizmin genel doğruları üzerinden hareket ederdi. Bu mütevazilik onun devrimci kimliğinin bir parçasıydı. Hiç kendini göstermeden, hissettirmeden o kadar çok şeyi kotarırdı ki bütün bunları bir kişinin yapabildiğine insan inanamazdı.
        "Aynı mütevazilik birikim konusunda da karşımıza çıkardı. Çünkü birikimi de başkalarına üstünlük taslamak için değil düşün dünyasını özgürleştirmek, ufkunu daha da genişletmek için oburca okumalarının sonucu olarak oluşmuştu. Hayallerini anlattığı zaman daha iyi fark ederdik bunu. Çünkü belirli bir çerçevenin çok daha ötesini biliyor ve bunlara dair tasarımlar geliştirebiliyordu.
        "19 Aralığın katilleri kapımıza dayandığında aynı mütevazilikle direnişteki yerini aldı Alp Ata Akçayöz Yoldaş. Kahramanlık rolüne soyunmadan, yine birçok iş yapıyordu. Barikat başındakilere sadece çay değil, kendilerini koruma yöntemleri de sunuyordu. Onun için yaşamak, devrim için bir şeyler üretmek, bir şeyler yapmak demekti. Katiller sanki bunu fark etmişçesine hedef seçtiler Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı.
        "28 devrimci tutsağın yaşamdan koparıldığı bu katliama büyük bir utanmazlıkla “Hayata Dönüş” adını verenler, hala aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar. Ülkeyi hak, hukuk tanımadan tamamen keyiflerine göre yönetmeye doğru giderken “demokrasi”den bahsediyorlar. Yaptıkları tüm hilelere rağmen seçilebilmiş belediye başkanları, milletvekilleri hapislere tıkılırken “milli irade” sözcüğü ağızlarından düşmüyor… Kısacası yaptığının tam tersini söylemeye 19 Aralıkta başladılar ve bu geleneği sürdürüyorlar. Tıpkı katliamların da sürdüğü gibi.
        "Ama bu topraklarda sömürüye karşı isyan, özgürlük için savaşım, kısacası insanca yaşamak talebi ve mücadelesi hiç bitmeyecek. Ve bu mücadele her zaman yanımızda olacaksın Alp Ata Yoldaş. Senin gülüşünü, enerjini, sıcaklığını kısacası yoldaşlığını yaşadığımız her anda yanımızda hissediyoruz. Her zaman bizimlesin. Her zaman bizimle olacaksın."

        EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
        Metnin okunmasının ardından "Alp Ata Akçayöz Ölümsüzdür!", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganları atıldı. Daha sonra söz alan Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın babası bir konuşma yaptı. Duygu yüklü bu konuşmanın ardından Cephe Marşı okundu. Ardından da "Yiğidim Aslanım" türküsünü okuduk yoldaşımız için. Mezar başındaki anmanın ardından Maltepe Sahil'de bulunan Nazım Kültür'de Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızın Ailesinin her yıl yoldaşımızın anısına verdiği yemeğe katıldık. Anmamız böylece sona erdi.

Güney Kürdistan Referandumu ve "Sol"


        Güney Kürdistan'da 25 Eylül günü bir bağımsızlık referandumu yapılacak. Barzani son dakikada çarketmezse bunun önünde hiçbir engel yok. Üstelik bu referandum neredeyse Barzani haricinde bölgedeki ve dünyadaki tüm güçlerin karşı çıkmasına rağmen yapılacak. Bugüne kadar Güney Kürdistan'da diktatörce bir yönetim tarzı benimseyen, parlamentoyu silah zoruyla kapatan, ülke kaynaklarını yağmalayan, başta AKP olmak üzere bölge gericiliği ile çok sıkı ittifaklar geliştiren PDK lideri Barzani, bu yaptıklarıyla savunulacak bir siyasi aktör değil. Ancak tüm bunlara rağmen temsil ettiği ulusal değerler adına yapmış olduğu çıkış, asırlardır bağımsızlık düşü gören bir ulusun özlemlerini de ifade etmektedir. Ve bu referandumun ardından ortaya çıkacak olan ulus-devlet, kapitalist de olsa (şu an da sosyalist değil zaten), emperyalist gericiliğin basit bir parçası da olsa (kaldı ki şu andaki halleriyle de emperyalizmin bir dediğini iki etmiyorlar) ileriye doğru atılmış bir adımdır. Ulusal sorunun tek çözümü elbette ki ayrılma değildir. Ama bir ulus bu yönde irade beyan etmişse, bunun önünde de hiçbir güç duramaz, durmamalıdır. Ulusal sorununu çözüme kavuşturamamış herhangi bir ulusun, diğer demokratik sorunlarda ciddi bir adım atabilmesi olanak dışıdır. Bundan dolayı çözümüyle ortaya çıkacak tablo ne olursa olsun, ulusal sorunun çözümü ileriye doğru atılmış bir adımdır. Haklıdır, meşrudur ve savunulmalıdır.
        Bu anlamıyla günahımız kadar sevmediğimiz, bölge gericiliğinin ve emperyalizmin esaslı uşaklarından Barzani'nin referandum adımı da haklıdır, meşrudur, savunulmalıdır. Aksi yöndeki tüm tutumlar, gerekçesi ne olursa olsun Kürt düşmanlığının, şovenizmin, gericiliğin farklı görünümlerinden ibaret olacaklardır.
        Halihazırda devletin tüm partileri (AKP, MHP ve CHP) bir ağızdan bu referanduma ateş püskürtürken ilk adımı savaş tezkeresini meclisten geçirerek atmış bulunuyorlar. Böylelikle savaş kışkırtıcılığı ve şovenizm kampanyaları egemen medya üzerinden toplumun üzerine pompalanmaya başlandı bile. Kürt düşmanlığı üzerine kurgulanan AKP-MHP koalisyonunun, CHP'nin de desteği ile aldığı bu tavır sürpriz değildir. Emekçi halklarımızın kanını akıtmak için her fırsatı değerlendiren bu savaş meraklılarının IŞİD katliamdan geçirirken sahip çıkmadıkları Türkmenleri birden bire hatırlamak bir yana, "onlar için ölmeye hazırız" diye hava yapmaları "poz"dan başka bir şey değildir. Yeni bir Kürt düşmanlığı/şovenizm kampanyası karşısında Kürt ulusunun yanında yer almak, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını savunmak, ezilen, sömürülen, tehdit edilen ve geçtiğimiz günlerde Türk savaş uçaklarının Güney Kürdistan'ı bombalaması sonucunda katledilenler örneğinde olduğu gibi katliamlara uğrayan Kürt Halkının yanında yer almak tüm devrimcilerin, sosyalistlerin, demokratların temel görevidir. Çeşitli bahanelerin ardına sığınarak "sol" adına bu referanduma karşı çıkmak, TC devletine "sol"dan destek vermek demektir.
        Ve ne yazık ki ülkemiz "sol" hareketinde böylelerine rastlanmaktadır. Elinden gelse Burkina Faso'nun bölünmez bütünlüğünü kendine dert edecek derecede kendini dünya sol hareketinin trafik polisliğine adamış bir anlayış, yıllardır "sol" adına kafaları bulandırmaya devam ediyor. Ne Lenin zamanında Finlandiya'nın referandumla ayrılması akıllara getirilir ne de başka örnekler. Bayılırlar Kürt'lere akıl vermeye. Nedense onların yeterince "akıllı" olmadıkları konusunda çok emindirler. Katalonya referandumunu savunmak için basın açıklaması bile yapabilirler ama sözkonusu olan Kürt'ler olunca durum hemen değişir. Böylesi bir anlayışın "sol" ile hiçbir ilgisi yoktur. Mevcut Irak ya da Suriye devletleri sanki emperyalizmden bağımsızmış gibi bir hayal dünyasında yaşayanlara söyleyecek sözümüz olamaz. Ama kendi tarihimizde bu kadar çok yaşanmış örnek varken Kürt düşmanlığına, şovenizme bu kadar kolayca kapılıvermenin de affedilir, hoşgörülebilir bir yanı da yoktur.

Didar Şensoy Ölümsüzdür!


        12 Eylül 1980 darbesi, bu toprakların gördüğü en karanlık dönemlerden birinin de başlangıcıydı. Darbeyle birlikte ülkede demokrasiyi andıran ne varsa ortadan kaldırılırken topluma yöneltilen bütünsel şiddetin doruk noktası devrimci mücadelenin ezilmesi çabalarında kendini gösteriyordu. Katliamlar, işkenceler ve infazlar alıp başını gitmişken cezaevleri de tutsaklara yöneltilen baskı ve işkencelere karşı insanlık onurunu koruma mücadelesinin en kitlesel mevzilerinden biri olarak öne çıkıyordu.
        Cezaevlerindeki devrimci tutsakları bir savaş esiri gibi gören cuntanın hesaplamadığı bir şey vardı: Bu insanları sadece yoldaşları değil, aileleri, akrabaları da sahipleniyordu. Yoldaşlarının yapabilecekleri illegal kanal ve yöntemlerle sınırlıyken tutsak yakınlarının mücadelesini engelleyemiyorlardı. Ama örgütsüz ve ne yapacağını bilemeyen devrimci tutsak yakınlarının çabaları tekil kaldığından ne bir sonuç alabiliyor ne de kendini duyurabiliyordu.
        Bu durum fazla sürmedi. Cezaevlerinin kapılarında tanışan, dertleri, tasaları, endişeleri ve öfkeleri ortak olan tutsak yakınları, kısa sürede bir örgütlülük ihtiyacını yakıcı bir biçimde hissettiler. Ama tarihin böyle dönemleri, ilk adımı atacak birilerini gereksinir. İşte bunlardan biri de Didar Şensoy'du. İnsan Hakları Derneği'nin kurucuları arasında yer alan Didar Şensoy, tüm devrimci tutsak yakınlarının mücadelesinin örgütlenmesinde öncü oldu. Devrimci tutsakların dışarıdaki sesi soluğu oldu.
        Birçoklarının devrimcilere, hatta devrimcilerin yakınlarına selam vermekten bile korktuğu, çekindiği o karanlık günlerde cezaevlerindeki devrimci tutsakları gür sesiyle sahiplenen, "direnin aslanlarım, direnin yiğitlerim" diye haykıran Didar Ablamız, öncülük ettiği bu mücadelesiyle 12 Eylül karanlığının yırtılmasında önemli rollerden birini üslendi. Grevdeki işçiler, devrimci öğrenciler yanlarında onun gür sesini, kararlı duruşunu ve meydan okuyan tavrını buldular. Artık sadece devrimci tutsakların sesi soluğu değil, 12 Eylül cuntasına karşı duran herkesin yoldaşıydı Didar ablamız.
        Yine devrimci tutsakların direnişlerinin sokaktaki yansıması olmak için Ankara'daydılar. 1987 yılıydı. Tam da 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde saldırdılar. Meclis'e dilekçe vermek için toplanan 60 tutsak yakını dövülerek gözaltına alınırken Didar Ablamızı kaybettik.
        Bugün, içerde ve dışarıda işkencenin ve baskının alıp başını gittiği, 12 Eylülü aratmayan bir baskı ve zorbalık döneminden geçiyoruz. Böylesi dönemlerde ne yapacağımızı bize Didar ablamız öğretti. Kuşanacağımız cüret ve cesareti, alacağımız tavrı ondan öğrendik. Arjantin'li kayıp yakınlarından devraldığın beyaz eşarbın cumartesileri galatasarayda boy göstermeye devam ediyor. Hep yanımızdasın, hep yanımızda olacaksın.
        EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Not: Didar Ablamızı anmak için 1 Eylül 2017 günü saat 12:00'de Feriköy'deki mezarı başında kurucusu olduğu İHD'nin İstanbul Şubesi'nin düzenleyeceği anmada olacağız.

Herkes İçin Adalet


        CHP milletvekili Enis Berberoğlu'nun tutuklanması üzerine CHP Ankara'dan İstanbul'a doğru, temel talebi "adalet" olan bir yürüyüş başlattı. Peki tüm bu gelişmeler yaşanmadan önce nasıl bir ülkede yaşıyorduk? Kısaca özetlemeye çalışalım.
        Kanun Hükmünde Kararnamelerle binlerce emekçi işinden edildi. En yakıcı örneği Nuriye Gülmez ve Semih Özakça'nın işlerini geri isteme talepleriyle başlattıkları açlık grevi bu iki eğitim emekçisinin tutuklanmasıyla başka bir boyuta gelmişken 100 günü çoktan geride bıraktı. İntihar edenlerin toplam sayısı bilinmiyor.
        Kadın katliamı hiç hız kesmiyor. Katledilen ve şiddete uğrayan kadınların cangüvenlikleri için adım atılacağına onlara yönelik saldırılar yasalarla destekleniyor. Erkek egemen hukuk sorgulanacağına "Özgecan için idam" propagandaları ile farklı bir barbarlık pompalanıyor.
        İşçi katliamı hiçbir dönemde böylesine boyutlanmamıştı. Soma'nın, Torunlar'ın, Ermenek'in ardı arkası kesilmiyor. Ne hesap veren var, ne de bu cinayetleri durdurabilecek önlemler alan.
        Çocuklar. En çok da onların başlarına gelenler yürek yakıyor. Devlet yönlendirmesiyle tıkıldıkları cemaat yurtlarında diri diri yananlar mı dersiniz, devlet destekli dini vakıfların kurslarında, yurtlarında taciz edilenler mi dersiniz… Cezaevlerinde, okullarda; her yerde saldırıya uğrayan o küçücük bedenlere göz dikenler hiçbir dönemde bu kadar çoğalmamıştı. Hiçbir zaman Karaman'da olduğu gibi bunu yapanları "kurtarmak" için birileri para dökmemişti. Enes Ata'nın, Nihat Kazanhan'ın, Uğur Kaymaz'ın, Berkin Elvan'ın katilleri hiç bu kadar rahat olmamıştı.
        Ve yıllardır kanla, ateşle yıkanan Kürdistan topraklarında hiçbir zaman Cizre'deki bodrumlarda olduğu gibi canlı yayında katliamlar yapılmadı. Tüm dünyanın gözleri önünde işlenen cinayetlerin delilleri de yine göstere göstere yok edildi. Benzerleri Sur'da, Nusaybin'de, Yüksekova'da yinelendi. Kürt halkının oylarıyla seçilen belediye başkanları, milletvekilleri cezaevlerine dolduruldu. HDP'nin politika yapamaz hale getirilmesi için her türlü hukuksuzluğa başvuruldu.
        Kendi meşruiyetini yeniden üretmek gibi bir derdi olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Maraş Katliamı, Sivas Katliamı gibi olaylar için göstermelik de olsa davalar açıp birilerini yargılarken, Suruç, Ankara, Diyarbakır, Antep katliamlarının katilleri hala pis pis sırıtarak aramızda dolaşıyorlar, yeni katliamlar için fırsat kolluyorlar.
        İnsan doğada yaşar. İnsana düşman olan, elbette ki doğaya da düşmandır. Yediden yetmişe tüm ahalisiyle Hayır diye haykıran yörelere hala jandarma zoruyla kapkara asfalttan "yeşil" yol döşeme, HES'ler, RES'ler inşa etme, altın madenleri açma, Nükleer santraller dikme, zeytinlikleri sökmeyle bu düşmanlığını her fırsatta sergileyen başka bir hükümet, bu güne kadar görülmemişti.
        Yazarların, aydınların, bilim insanlarının, milletvekillerinin zindanlara tıkıldığı, "oluk oluk kan akıtma"yı vaat edenlerin el üstünde tutulduğu, ödüllere boğulduğu, gençliğin atölyelerdeki, stajlardaki sömürüden arta kalan zamanlarının tarikatlarca kapılamadığında üzerlerine tiner, bonzai boca edilerek çürütüldüğü, basınından müfredatına, ekranlarından sokaklarına kadar her alanda çürümenin pompalandığı kapkaranlık bir süreçten geçiyoruz.
        Toplumun artan faşist baskılarla cendereye alındığı bu süreçte belirli bir toplumsal tabana sahip olan CHP'nin başlattığı bu yürüyüş, yaratılan faşist ablukayı parçalayabilmek için iyi bir zemin olabilir. Elbette ki işler CHP yönetiminin insafına bırakıldığında bunun asla gerçekleşemeyeceğini söylemek mümkündür. Ancak yürüyüşün kendisi, şimdiden CHP sınırlarını aşmıştır. 15 yıllık AKP iktidarıyla bir biçimiyle derdi olan her kesim, kendini bu eylemin bir parçası olarak görmektedir. Bu anlamda yıllardır sokaklarda sürdürdüğümüz mücadelenin taleplerinden biri olan "Adalet" talebini, bugün daha geniş bir zeminde yürütebilmemizin olanakları ortaya çıkmıştır. Yürüyüş üzerinden gelişen toplumsal muhalefet dalgasını sistem dışı bir mecraya taşıyabilecek yegane güç olan devrimcilerin çabalarıyla bu yürüyüş anlamlı sonuçlara ulaşabilecektir. Bu başarılamadığında varolan umutsuzluk havasının daha da ağırlaşması gibi sonuç, devrimcilerin hareket alanını çok daha fazla daraltacaktır.
        Tüm bunlar hesaba katılarak Gezi'de birlikte direndiğimiz ve bu yürüyüşe destek eylemleri için yeniden sokağa çıkmış olan kitleyle bir araya gelmenin tüm olanakları zorlanmalı ve birlikte üretme, birlikte direnme pratikleri üzerinden 15 Temmuz'dan bu yana fiilen elimizden alınmış olan sokak insiyatifi yeniden ele geçirilmelidir. Elbette bu ne tek, ne de son fırsattır. Ama bizim irademiz dışında, CHP gibi bir partinin eylemiyle ortaya çıktı diye böyle bir olanağa sırt çevirme lüksümüz de kesinlikle yoktur. İrademizi CHP'ye teslim etmeden, kendi duruşumuz ve politikalarımızla sokak hareketine kendi rengimizi vermek yerine birilerine "dur", birilerine "geç" diyen bir trafik polisi pozisyonunu tercih etmek ise tarihi yazacak olanların rolü olamaz.

Haziran Şehitleri ve Birleşik Özgürlük Güçleri (BÖG) Kurucu Önderi Komutan Ulaş Bayraktaroğlu Almanya'nın Münih Şehrinde Anıldı

          Anma Haziranda düşen Yoldaşlarımız ve komutan Ulaş Bayraktaroğlu şahsında, Türkiye, Kürdistan ve tüm dünya devrim ve sosyalizm şehitleri adına 1 dakikalık saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından komutan Ulaş Bayraktaroğlu için hazırlanmış sinevizyon gösterimi gösterildi. Sinevizyon gösteriminin akabinde Birleşik Devrimci Parti temsilcisi, Komutan Ulaş Bayraktaroğlu şahsında tüm dünya devrim ve sosyalizm şehitlerine atfen konuşma yaptı. Konuşmasında 'tarihin hiç bir sayfası yoktur ki devrim ve sosyalizm mücadelesinde şehadetlerin olmadığı, hiç bir tek gün yoktur ki bedel ödenmedigi, düşenlerimizin olmadığı. Mücadelede yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımız özel ve anlamlıdır. Düşen hiç bir yoldaşımız diğerinden daha yüce ve degerli değildir.

Onlar bizlerin, bizde olanların somutlaşmış, cisimleşmiş halleridir. Ulaş yoldaş bu anlamda ayrı bir yere sahiptir. Ulaş yoldaş tüm devrimci kesimler tarafındanda bilinirki sıçrama yaratmış Devrimci Komünarlar Parti'sinin ve Birleşik Özgürlük Güçleri'nin kuruluşunda aktiv görev almış ve her alanda buna öncülük ederek en önde tüm mücadelelerde göğüs göğüse, siper sipere carpışmıştır. Ve yine dediği gibi birkez doğmuş ve birkez ölmüş, ikisinide bir devrimciye bir öndere yakışır şekilde layıkıyla yaşamış bizlere örnek olmuş, yürüdüğümüz yolda son nefesinde dahi bizlere öncü ve rehber olmuştur.

Ulaş yoldaş bire bir pratiğiyle yarattığı devrimci değerlerle, öncülüğün ve önderliğin ne olduğunu yeniden hepimize anımsatmış, önderliğin ve öncülüğün en önde olmakla var olabileceğini kanıtlamış ve bunun canlı kanıtı olmuştur.' diyerek komutan Ulaş Bayraktaroğlu'nu, tüm devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimizi andı. Birleşik Devrimci Parti temsilcisinin konuşmasının ardından anma şehidlerimiz Hazirancılar için hazırlanan sinevizyon gösterimi ile devam etti.

Sinevizyon gösteriminin ardından Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisi Hazirancılara, sürece ve yitirdiklerimize ilişkin konuşma yaptı.

          Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisi konuşmasında, Haziran ayının büyük direnişlerin, mücadelelerin ayı olduğu, newrozla başlangıcını bulan, baharda filizlenen mücadele dinamiklerinin Haziran ayında patladığını bunun en somut ifadelerinin yitirdiğimiz yoldaşlarımızın ve 1970 15-16 Haziran direnişi ile 2013 Büyük Haziran Direnişinin olduğunu ifade etti. Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisi konuşmasının devamında Haziran'da yitirdiğimiz yoldaşlarımızı anarak şu noktaları vurguladı: "Bölgemiz bir devrim coğrafyasıdır. Ödediğimiz bedellerin tümünün büyük bir devrim hareketi olarak ileriye sıçratılmasının koşulları mevcuttur. Devlet yarattığı büyük terör dalgasıyla güçlü olduğu ve her türlü muhalefeti ezebileceği imajını yaratmaya çalışıyor. Azgınca saldırıyorlar. Tam tersine en zayıf dönemlerinden geçiyorlar. Uluslararası alanda, kendi cephelerinde ve halk muhalefeti karşısında aslında en zayıf dönemlerini yaşıyorlar. Bu anlamda kazanmak için tüm nesnel koşullar vardır.

Asıl mesele devrimci hareketteki sağ tasfiyeci anlayışlar ve her türlü taktik ve stratejik yetersizliklerimizdir. Her cephede mücadelemizi bu sorunlarımız üzerinde yoğunlaştırdığımızda kazanmamız kesindir."

Emek ve Özgürlük Cephesi temsilcisinin konuşmasının ardından Partiya Yekîtiya Demokrat (PYD) temsilcisi konuşmasını gerçekleştirdi. Konuşmasında, şehidlerimize, enternasyonalizme ve Ortadoğu devrimine sıklıkla değindi. Konuşmaların ardından sohbet eşliğinde anmamız bir süre daha devam etti. Sohbet kısmında anmaya katılan dostlardan birisi, Ulaş Bayraktaroğlu ve ailesiyle olan bağınada değinerek Ulaş yoldaşla ilgili bazı aneknotlar anlatarak anmamıza katkıda bulundu. Anma acılarımızda, anmalarımızda ortaklaştığımız kadar mücadelede de ortaklaşmanın gerekliliği vurgulanarak sona erdirildi.

Emek ve Özgürlük Cephesi Avrupa İnsiyatifi

Mahir Arpaçay Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık

           2 Haziran 2015'te Rojova Kürdistan'ında IŞİD'e Karşı yürütülen savaşta yitirdiğimiz Mahircan Arpaçay Yoldaşımızı anmak için 4 Haziran 2017 günü saat 16:00'da Kayabaşı Mezarlığında buluştuk. Anmaya Devrimci Parti ve HDP'nin yanı sıra aynı süreçte yitirdiğimiz Alper Çakas'ın ve Aziz Güler'in ailesi de katıldı. Mezarlık girişinde buluşan kitle, sloganlarıyla mezar başına kadar kısa bir yürüyüş gerçekleştirdi. "Tamer Arda Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Mahir Arpaçay Ölümsüzdür", "Ulaş Bayraktaroğlu Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Mahir Hüseyin Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş", "Rojova'da Düşene, Dövüşene Bin Selam" sloganlarının atıldığı yürüyüşün ardından anma, Mahircan Arpaçay şahsında tüm devrim şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşuyla başladı. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganıyla son bulan saygı duruşundan sonra ilk olarak Emek ve Özgürlük Cephesi adına bir konuşma yapıldı. Konuşmanın tam metni şöyleydi:
      "Dostlar, Yoldaşlar,
      "Haziran. Sıradan bir insan için bir ay adından öte bir anlam ifade etmeyen bu kelime, bizler için ise bir inancın, öfkenin, kavganın, direnişin… kısacası devrimciliğin bir başka adı. Haziran, bizler için sadece birçok önder kadromuzu devrimci savaşta yitirdiğimiz bir ayın değil, direnişin, mücadelenin ve savaşmanın da adı. Ve artık bu topraklarda sadece bizler için değil, yüreği özgür bir ülkede insanca yaşamak için atan her insanın yüreğindeki kıvılcımın da adı; Haziran.
      "1 Haziran 1971'de İstanbul Maltepe'de çarpışan iki adalı, daha bir gün önce radyodan Nurhak Dağlarındaki yoldaşlarının katledildiği haberini marşlarıyla karşılamışlardı. Ertesi gün Hüseyin Cevahir faşist katillerin kurşunlarıyla şehit edildi. Devrimci önder olmanın, Nurhak'ta devrim için savaşıp düşenlere yoldaş olmanın hakkını veren Hüseyin Cevahir, böylece bizler için Haziran'ın anlamını farklılaştıran ilk şehidimiz oldu. Ardından 19 Haziran 1980'de faşistler tarafından Erzurum'da bıçaklanarak katledilen Mithat Koçulu geldi.
      "Tarihler 6 Haziran 1981'i gösterdiğinde bu defa adres İstanbul'du. Yine Maltepe'de kuşatılan bir evden Doğan Özzümrüt ve Ercan Yurtbilir'in marş sesleri yükseliyordu. Sefaköy'de ise Tamer Arda ve Mete Atilla Ermutlu için ayrı ayrı pusular kurulmuştu. Katillerin sağ yakalamak gibi bir derdi yoktu. Yerde yaralı yatan Tamer Arda'ya bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü bir şarjör mermi boşalttı.
      "Tarihler 25 Haziran 1981'i gösterdiğinde Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan, cuntanın kendi hukukunu dahi çiğnemesiyle ABD emperyalizminin emriyle darağacına gönderildiler. Marşları ve sloganlarıyla karşıladılar cellatlarını. Öyle bir yürüdüler ki ölümün üzerine, o anda bile katillerine korku salmayı ve onların saygısını kazanmayı bildiler.
Oligarşi, korkulu rüyası Tamer'den kurtulduğunu sanıyordu. Ama Tamer'lerin yoldaşları, onun yolundan yürümeye devam ettiler. 20 Haziran 1991'de Gürkan Özdemir'di bu defa Haziran'ı kızıllaştıran. 5 Haziran 2012'de ise Talip Karasansar yürüdü Hazirancıların açtığı yoldan.
      "Bir yıl sonra bütün bir ülkede değişmişti Haziranın anlamı. Direniş her yerdeydi. Ali İsmail Korkmaz, Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım, Berkin Elvan, Ahmet Atakan, Hasan Ferit Gedik yıllar boyunca toplumda faşizme karşı biriken öfkenin sokakları, meydanları zaptetmesi sırasında yitirdiğimiz yoldaşlarımız oldular.
      "Haziran direnişiyle kitleselleşen direniş hiç bitmedi. O direnişin ateşi Rojava'da, Kobani'de yanıyordu şimdi. Ortadoğu'nun gerici faşist iktidarlarının kuşatması kırılmıştı. Rojava Kürdistan'ındaki isyan, bir umut ateşi yakmıştı. Bu umudu söndürmek için kendi beslemeleri IŞİD eliyle azgınca saldıran faşizmin karşısında direnişin adı Kobane olmuştu. Yüreği devrim için atanları hiçbir güç durduramazdı.
      "Mahircan Arpaçay Yoldaşımızı da hiçbir güç durduramadı. 2014 yılında Rojava Devrimini savunmaya, Ortadoğu devrimini büyütmeye, devrimci savaşa neredeyse koşarak gitti. Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı olarak 2 Haziran 2015 günü girdiği çatışmada yaşamını yitirdi.
      "Mahircan Arpaçay, 22 yıllık kısacık ömrüne Kobane zaferini sığdırdığı gibi, Tamer Arda kod adıyla katıldığı savaşta ölümsüzleşirken, onun şehadetinin ardından şehit düştüğü tepeye Tamer Arda adı verildi. Enternasyonalist dayanışmanın sözcüklerle, yazılarla değil, eylemle, savaşla yapılabileceğini dosta düşmana gösterdi. Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın ölümsüzleştiği savaş sürüyor hala. Çünkü dünyanın başına bela kesilen IŞİD barbarlığı hala sokaklarımızda gezmeye devam ediyor. Bu savaşta Paramaz Kızılbaş'ı, Aziz Güler'i, Alper Çakas'ı, Ulaş Bayraktaroğlu'nu ve son olarak da 29 Mayıs günü Tufan Eroğluer'i ve Ayşe Deniz Karacagil'i yitirdik.
      "Bugün, devrim ve karşı-devrim arasındaki mücadelenin her geçen gün daha da boyutlandığı zamanlardan geçiyoruz. Artık her cephede Mahir olmanın zamanıdır. Bu cesareti ve cüreti kuşanmadan ne bir adım atılabilir ne de soluk alınabilir. Hazirancıların açtığı yoldan yürüyen Mahircan Arpaçay yoldaş, bize bir yol gösterdi. Girdiği bu yola bizleri de çağırıyor. Diğer haziran şehitlerimiz gibi, devrim için, sosyalizm için toprağa düşen tüm şehitlerimiz gibi.
      "Kavganız kavgamızdır!
      "Şavaşımızda Yaşanacaksınız!
      "Şavaşımızda Yaşayacaksınız!
      "DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR
      "MAHİRCAN ARPAÇAY YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR"
      Bu konuşmanın ardından Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın babası söz aldı ve kimi zaman oğlu ile dertleşerek, kimi zaman mücadele çağrısı yaparak duygusal bir konuşma yaptı. Daha sonra söz alan Devrimci Parti Genel Başkanı Mahir'lerin açtığı yoldan yürüyenlerin mücadelesinin sürdüğünü ve özellikle son süreçte birçok şehit haberinin geldiğini vurgulayarak, mücadelenin bunları göze almaksızın yürütülemeyeceğine vurgu yaptı. Daha sonra söz alan Devrimci Güç adına konuşan arkadaş gençliğin duygularını çok iyi yansıtan bir konuşmayla Mahircan Arpaçay ve tüm devrim şehitlerini selamladı. Onlara mücadele sözü verdi. Diğer konuşmalar sırasında yürüyüşte atılan sloganlar tekrarlanırken, Devrimci Güç'ten arkadaşın konuşmasının ardından "Mahir'in Namlusu IŞİD'in Korkusu" sloganı atıldı. HDP adına yapılan kısa bir konuşmanın ardından mezar başındaki anma sona erdi ve Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın ailesinin verdiği yemek için oturdukları mahalleye geçildi. Burada yapılan sohbetlerle anılar tazelendi. Herbir anı, şehitlerin bilinmedik yönlerini ortaya çıkarıyordu.

Haziran Şehitleri İçin

     Şimdi uzak bir geçmiş gibi duruyor ama daha dün gibi canlı anıları… 6 Haziran 1981 sabahını Türkiye siyasi tarihinin kara bir sayfası haline getiren o büyük kıyımdan bugüne 36 yıl geçti ama ne ihanet, ne de Haziran'ın o destansı direnişi unutulmadı.
      Haziran hep ağır geldi devrim güçlerine; ağır bir havayla onurlu ve umutlu bir tavır hep yanyana oldu Haziran'da. Nurhak dağlarında Sinan'ları daha Haziran'ın arifesinde kaybettik. Türkiye devriminin kutup yıldızlarından Hüseyin Cevahir Maltepe kuşatmasında şehit düştüğünde ise Haziran daha yeni başlamıştı.
      Yıllar sonra, onların efsaneleriyle büyüyüp, onların yolundan uzun bir yürüyüşe çıkan dört yiğit devrimci, cuntanın kiralık katilleri tarafından katledildiğinde, bu kez 6 Haziran 1981 sabahındaydık. O sabah, 12 Eylül cuntasına ve emperyalizme karşı bir devrimci eylem için hazırlık yapan MLSPB kadroları, uğradıkları ihanet sonucu üç ayrı yerde katledildiler.
      Kocamustafapaşa ve Şehremini'den yolculuğuna başlayıp, birçok devrimci eylemden sonra tutuklandığı cezaevinden firar ederek yeniden saflara katılan Ercan Yurtbilir, Maltepe'de bir evdeydi. Yoldaşı, Doğan Özzümrüt de oradaydı. İzmir'den İstanbul'a, İDOD'dan MLSPB'ye yürüyen Özzümrüt ve Yurtbilir kaldıkları evde, Cevahir gibi yine Maltepe'de kuşatıldılar ve yine teslim olmayı değil, savaşmayı seçtiler.
      Bir emekçi çocuğu olarak MLSPB ile genç yaşta buluşan ve İstanbul'un neredeyse her köşesinde bıkıp usanmadan çalışan Tamer Arda ise o sabah, yine aynı ihanet sonucu Sefaköy'de pusuya düşürüldü ve yaralı olarak ele geçirildi. Ama bu kadarı yetmedi onlara, Yerde yatarken dönemin Emniyet müdürü Şükrü Balcı tarafından üzerine çok sayıda kurşun sıkılarak katledildi.
      Kars'tan üniversite eğitimi için geldiği İstanbul'da devrimci çevrelerle tanışan ve gençlikten başlayarak devrimci çalışmanın her türüne katılan, MLSPB'nin kuruluşundan sonra bütün varlığıyla örgüte katılan Atilla Ermutlu ise aynı sabah, arabasıyla buluşma yerine doğru giderken ehliyet kontrolü bahanesiyle durduruldu. Atilla, sol şakağından sıkılan kurşunlarla sabah saat 8 sularında katledildi.
      Böylece o kanlı sabah 4 canımızı aramızdan almıştı ama Haziran o kadarla yetinmedi.
      Daha 6 Haziran şehitlerinin anısı capcanlıyken, bu kez cunta şefleri, Amerikalı efendilerine iki genç devrimcinin kellelerini armağan etmeye karar vermişlerdi. 16 Nisan 1980'de Amerikan subaylarını cezalandırma eylemine katılan Kadir Tandoğan, Ahmet Saner ve Hakkı Kolgu, uzun süren bir çatışmanın ardından yakalanmışlar, çatışma sırasında ağır yaralanan Kolgu, pis bir hastane odasına atılmıştı. Kolgu daha sonra orada şehit düşerken, Tandoğan ve Saner işkencelerden geçirilip cunta mahkemelerinin önüne çıkarılmışlardı. İdam cezasına çarptırılan iki devrimci, 25 Haziran 1981 sabahında, tam da üst düzey bir ABD heyeti havaalanında karşılanırken idam sehpasına çıkarıldılar. İkisi de ölüm karşısında küçülmedi, geri adım atmadı. Son anlarında bile devrimci sloganları haykırmaktan geri durmadılar.
      Ama o kanlı Haziran'dan geriye sadece acı ve hüzün kalmadı. Aynı zamanda yoldaşlık ve devrime bağlılık konusunda unutulmaz dersler de kaldı geriye.
      İşte bu bağlılığın sonucunda, yine bir haziran sabahında Gürkan Özdemir yoldaş şehit düştü kendisinden öncekileri anmak için.
      İşte bu bağlılığın sonucunda, yine bir haziran günü Talip Karasansar yoldaş şehit düştü kendinden öncekilerin anısını yaşatmak için.
      İşte bu bağlılığın sonucunda, Rojava'da IŞİD barbarlarına karşı Tamer Arda adıyla savaşırken Mahir Arpaçay yoldaş şehit düştü.
      Bugün onların cüretini, onların devrime ve yoldaşlarına bağlılığını kuşanıp daha ileriye taşımak görevi ve sorumluluğu hepimizin omuzlarındadır. Bunun yolu ise anıları tazelemekten değil, onların mücadelesini kaldığı yerden sürdürmekten, daha da ileriye taşımaktan geçer.
      Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

HAZİRANCILAR BRÜKSELDE ANILDI

Haziran şehitleri 3 Haziran günü Brüksel'de yapılan bir anma etkinliği ile anıldı.

Anma tüm devrim ve sosyalizm şehitleri için yapılan bir dakikalık saygı duruşu ile başladı.

Saygı duruşunun ardından Emek ve Özgürlük Cephesi adına günümüz mücadelesi bağlamında Haziran şehitlerinin mücadelesini anlatan bir konuşma yapıldı.

Konuşmada Haziran ayının büyük direnişlerin, mücadelelerin ayı olduğu, baharda filizlenen mücadele dinamiklerinin Haziran ayında patladığı, 1970 15-16 Haziran ve 2013 Büyük Haziran Direnişinin bunun somut ifadeleri olduğu belirlendi.

Devamla şu noktalar vurgulandı;

"Ve büyük direnişler, büyük mücadeleler kaçınılmaz olarak büyük kayıplar demek. Bu nedenledir ki, Haziran büyük şehadetlerin ayı...

15-16 Haziran 1970 büyük işçi isyanında verilen 3 şehit, yüzlerce yaralımız vardı. 2013 büyük Haziran isyanında on'u aşkın şehit ve onbinlerce yaralımız vardı. Büyüyen mücadele, büyüyen kayıplar, şehitler ve fakat aynı zamanda büyüyen devrim, büyüyen onur, büyüyen öfke anlamına geliyor...

Değerli yoldaşlar, dostlar,

Şehitlerimiz bağlamında Haziran ayının Hareketimiz açısından daha özgün bir anlamı da...

1 Haziran 1971'de Partimiz Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi'nin Genel Komite üyesi değerli bir savaşçıyı Hüseyin Cevahir yoldaşı İstanbul'da Mahir Çayan yoldaşla birlikte çatıştığı Maltepe'de şehit verdik. Dersimli Cevahir yoldaş Partimizin devrimci savaşının ilk şehidi oldu...

10 yıl sonra, yıl 1981, aylardan Haziran 12 eylül faşizminin en karanlık günlerinde sokaklarda, meydanlarda direnişi ilmek ilmek dokuyan Parti-Cepheli, MLSPB'li gerillalar büyük bir eylemin öngünlerinde direnişin kenti İstanbul'un değişik semtlerinde çatışmaların, pusuların içinden geçerler... Emperyalizme ve oligarşiye korku salmış, ABD emperyalizmi ve siyonizmin hedef tahtasına çaktığı dört gerilla 6 Haziran günü şehit düşer. Atilla Ermutlu, Tamer Arda, Ercan Yurtbilir, Doğan Özzümrüt devrimci savaşçılığın, devrimci şehir gerillacılığının dört kahraman yıldızı Haziran da ölümsüzleşir. 25 Haziran 1981'de CIA ajanlarını cezalandıran Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan yoldaşlar, ABD dışişleri bakanının geldiği gün idam edilir. Oligarşinin idam sehpasında devrim ve sosyalizm sloganlarını haykırırlar.

Yıl 1989 aylardan yine Haziran... Bu kez yine bir genç bir şehir gerillası Gürkan Özdemir bir devrimci savaş eylemi sırasında şehit düşer...

Yıl 2012, 5 Haziran... Talip Karasansar yürür ölümsüzlüğe... 6 Haziran şehitlerini anmaya dönük bir devrimci savaş eyleminin hazırlığında şehit düşer Talip yoldaş...

2 Haziran 2015 Mahir'lerin, Cevahirlerin izinde yürüyen 21 yaşında genç bir fidan, genç bir savaşçı adını Mahir Çayan'dan alan Mahir Arpaçay yoldaşdadır devrimi ve devrimci değerleri ölümüne koruma ve geliştirme sırası... Azeri halkının yiğit evladı, önce büyük Kobane direnişinde ardından Rojava devriminin bütün hamlelerinde yer alır. Gire Spi hamlesinde şehit düşer...

2015 Haziranın sonlarında Mahir Arpaçay yoldaşın şehit düşmesinin ardından Alper Çakas yoldaş düşer devrim toprağı Rojava'da. DAİŞ çeteleriyle savaşta son an'a değin ön cephede ve tereddütsüz savaşır.

Sadece Hareketimiz şehitleri değil elbette, değişik devrimci örgütler içinde yer alan Türkiye ve Kürdistan'ın pek çok değerli yiğit savaşçısı da ölümsüzleşti Haziran'da... Geride bıraktığımız Mayıs ayında yitirdiğimiz iki simge savaşçıyı burada mutlaka vurgulamak gerekiyor.

Bunlardan biri birkaç gün yitirdiğimiz kırmızısını devrimin kızıllığından alan fularıyla kamuoyuna mal olan MLKP savaşçısı Deniz Karacalgil yoldaştır. Güleç ve aydınlık yüzüyle Deniz yoldaş bir kuşağın, içinde bulunduğumuz dönemin devrimci savaşçılığının önemli simgelerinden biridir. Büyük Haziran isyanının çocuğudur Deniz... Büyük isyanların sönmeyen ateşidir onlar...

Ve DKP kurucusu, BÖG Başkomutanı Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş... 1990 ve 2000'li yılların yüz akı, devrimciliğin, kurucu kadro ve önder olmanın simgesidir Ulaş yoldaş...

Örgütünü sağ tasfiyeciliğin girdabından çekip çıkarıp devrimci savaşçılığın en ön mevzilerine taşıyan, devrimci güçlerin birliği için yılmaz bir çaba gösteren ve önemli başarılar gösteren bir devrim savaşçısıdır Ulaş yoldaş...

Ve önderler en önde olur tanımıyla, günümüz devrimciliğini, 71 devrimciliğinin önderlik tarzına bağlayan en önemli halkalardan biridir. O, Denizler gibi, Mahirler gibi, İbrahimler gibi en önde yürüdü, önderliği en önde yürüyerek pratikleştirdi. Unutulanı pratiğiyle hatırlattı, dahası '71 devrimcilğinin tarzını günümüzde yeniden enternasyonalist savaşçılıkla ayağa kaldırdı. Karadenizin çocuğu, Rojava'da enternasyonalizmin, devrimci savaşçılığın ve devrimci önderliğin nasıl olacağını yeniden devrim tarihimize silinmez tarzda yazdı...

Onların izindeyiz... Onlarla yürüyoruz, yürüyeceğiz. 60'lar, 70'ler, 80'ler, 90'lar, 2000'ler, 2010'lar, tam 6 kuşaktır, Hareketimiz ve Türkiye devrimci hareketinin ve Kürdistanın devrimci savaşçı güçleri devrim ve sosyalizm davasını yeni genç kuşaklarla kan ve ateş denizinin içinde ileriye taşıyorlar...

Mücadelemizde her kazanımı büyük bedeller ödeyerek elde ediyoruz. Biliyoruz devrimlerin yasası bu! Savaşan ve bedel ödemeyi göze alanlar kazanabilir ancak!

Son 6 yıldan bu yana, birbirine eklenerek büyüyen ve Türkiye ve Kürdistan toplumlarında büyük değişimlerin önünü açan emekçi halk mücadeleleri, özgürlüğün ve devrimin kazanılması için büyük alanlar açmıştır.

Tüm Türkiye halklarının özgürlük ve insanca yaşam özlemlerinin ifadesi olan Büyük Haziran Gezi isyanı, Türkiye'deki faşist oligarşik devleti, onun partisi AKP'yi milyonların başkaldırısıyla derinden sarsarak halk uyanışının Türkiye cephesinde on yıllardan sonra ilk halkası oldu. Ali İsmail Korkmaz, Berkin Elvan, Ahmet Atakan ve diğer şehitlerimiz ve onbini aşkın yaralıyla, yani büyük bedellerle yaşandı bu büyük uyanış.

Bu halkaya Rojava devriminin, sadece Rojavayla sınırlı kalmayan, tüm Kürdistan ve Türkiye'yi ve bölgemiz Ortadoğu'yu, giderek dünyayı sarsan büyük direnişi eklendi. Kobane'den yükselen büyük direniş, dinci gericiliğin ve vahşetin merkezi olarak gösterilen Ortadoğu'da kadınıyla erkeğiyle genci yaşlısıyla 7'den 70'e direnen onurlu bir halkın olduğunu ve direnişin, insanlık onurunun, özgürlük ve insanca yaşam iradesinin kazanacağını tüm dünyaya, herkese gösterdi...

Fas'ın Atlantik kıyılarından Afganistan dağlarına kadar olan büyük Ortadoğu'yu dinci faşist ajan çeteleri ve faşist dikta rejimleriyle cehenneme çevirenlerin karşısında, Büyük Gezi İsyanıyla uyanışı yaşayan Türkiye halklarımız ve Rojava devrimiyle, bir bütün olarak Kürdistan devrimiyle yeni bir yaşamı örmeye girişen Kürdistan halkı özgürlüğün bütün ışıltısıyla duruyor.

(...)

Devrimci güçlerimiz bir yandan büyük direnişlere, büyük savaşımlara öncülük yaparken, bir yandan da büyük sorunlarla boğuşuyor...

Sağ tasfiyecilik hala etkili ve devrimci ve sol cepheyi kemiriyor. Tüm devrimci saflara şu veya bu düzeyde sızıyor, etkiliyor...

Öte yandan, devrimci hareketin savaşçı bölükleri süreci ileriye taşıyacak, büyük devrimci çıkışlara ulaştıracak taktik ve stratejik adımları atmakta zorlanıyor.

Bir yandan biriken büyük devrimci dinamikler, büyük direnişçilik söz konusuyken, bir yandan sağ tasfiyecilik ve kendi taktik ve stratejik açmazlarımız söz konusu...

Birleşik ve büyük bir devrim hareketi yaratmakta zorlanıyoruz. Öncülerin zorlandığı noktada, özgürlük ve insanca yaşam arayışı içindeki kitleler tıkanıyor...

Bu bağlamda önümüzdeki dönem, devrimci savaş güçlerinin sistemle savaş içinde birleşik bir devrim hareketi yaratma süreci olarak biçimlenmek zorundadır... Politik-askeri, pratik alandan başlayarak, her cepheden içinden geçtiğimiz karmaşık döneme güçlü, esnek karşılıklar üreten bir devrim hareketi yaratmak zorundayız.

Herşeyden önce, Türkiye, Kürdistan ve bölgemiz Ortadoğu tartışmasız bir devrim coğrafyasıdır.

Emperyalistlerin bölgeye ilişkin bütün planları yerle bir olmuştur. BOP yerle bir olmuştur. Bölgemizi sözde radikal siyasi islamla savaş, ılımlı islamla düzenleme planları ve hayalleri yerle bir olmuştur. Kaos ve yıkım planları temelinde belirsizliklerle dolu bir savaş içinde bölgemizi yıkıma uğratma ve bu yıkım içinde sonuçlar elde stratejisi devrededir.

BOP'un kirli çocuğu AKP faşizmi, BOP'un tarihin çöp sepetine yuvarlanmasıyla birlikte çaresizdir. Devleti yeniden BOP konsepti temelinde restore etme planları hem bölgemizin gerçeklerine, hem de demokratik halk muhalefeti ve devrimci gelişmeye çarpmıştır. Bu süreç kaçınılmaz olarak büyük çatışmalarla ilerleyecektir.

Bütün bunların anlamı, halklarımız için büyük acılar ve aynı ölçüde umutlu süreçlerin devrede olduğudur.

Bu anlamada Rojava devrimi, bir bütün olarak Kürdistan devrimi ve Türkiyenin devrimci dinamikleri bölgemiz açısından büyük devrimci çıkışlar için büyük devrimci dinamikleri bağrında taşımaktadır...

(...)

Türkiye devrimci hareketi Kürdistan devrimiyle birleşik bir devrim süreci yaratarak hem kendi açmazlarını aşma, hem de Türkiye cephesinde büyük devrimci atılımları geliştirmenin koşullarına sahiptir.

En geniş halk muhalefetini, en esnek temelde cephesel bir örgütlülüğe kavuşturmak birincil önceliklerden biridir.

On yılların özlemi olan Türkiye gerillasını geliştirme imkanı orta yerdedir. Buna yüklenmek temel görevdir.

Devrimci güçlerin zayıflığı ile halkın savunmasının acilliği arasındaki gerilime çözümler üretmek sürecin bir diğer öncelikli görevdir. Bu bağlamda, örgütlü yada örgütsüz tüm halk gençliğinin esnek, geniş bir halk savunması örgütlülüğü temelinde silahlı-silahsız direnişini örgütlemek bir diğer öncelikli görev olarak önümüzde durumundadır.

Bir diğer öncelikli görevimiz, yeni dünya, bölge ve ülke koşullarında yeniden saflaşan devrimci hareketin savaşçı bölüklerinin ideolojik ve örgütsel birliği için mücadele etmektir. Birliğin koşulları mevcuttur...

(...)

Haziran ve tüm şehitlerimiz için izinde yürümek bizim açımızdan bu hedeflerin izinde yürümektir. Yürüyeceğiz ve mücadeleyi büyüteceğiz!

Tarihsel olarak kazanmak için tüm koşullar mevcuttur. Devrim öncüsünü aramaktadır. Az önce ifade ettiğimiz hedefler doğrultusunda yürüyerek öncüyü yaratacağız!

Bu bilinç ve kararlılıkla, bir kez daha

Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!

Şehit Namırın!

Kurtuluşa Kadar Savaş!

Biz Kazanacağız!"

EÖC adına yapılan konuşmanın ardından etkinliğe katılanlara söz verildi.

Söz alan ESP Avrupa Temsilcisi Ziya Ulusoy esas olarak Haziranda şehit düşen çeşitli devrimci hareketlerden devrimcilere ilişkin anıları temelinde devrim şehitleri üzerine bir konuşma yaptı. Konuşmasında Selimiye hapishanesinde kısa bir süre bir arada bulunduğu Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan yoldaşlara da vurgu yapan, Haziran'da şehit düşmüş pek çok devrimciye ilişkin anılarını anlatan Ulusoy sözlerini, şehitlere sahip çıkmanın esas olarak işçiler, emekçiler, ezilenler arasında örgütlülüğü büyütmekle mümkün olacağını ifade ederek bitirdi.

Etkinlikte Aydın Parıltı'nın Kadife Zamanlara şiiri okundu.

Geniş katılımla salonu dolduran kitle etkinliğin tamamlanmasının ardından yaklaşık 2 saat daha salonda kalarak güncel konulara ilişkin sohbet etti...

Ulaş Bayraktaroğlu Ölümsüzdür!

        Birleşik Özgürlük Güçleri komutanı Ulaş Bayraktaroğlu şehit düştü. Politik ve askeri liderliğin birliği ilkesini sözde değil, yaşamıyla, pratiğiyle savunan ve bunun hakkını veren Ulaş Bayraktaroğlu, zor zamanlarda "yeni bir yol açma" cesaretine, cüretine sahip bir önder olarak Türkiye Devrimci Hareketinin tarihindeki özgün yerini şimdiden aldı. İçinde bulunduğu hareketin kaderini değiştiren bu yeteneğin adı önderliktir, önder olmaktır. Önderlik sayfalar dolusu yazılar yazılarak, daha fazla taraftar toplayarak değil, düşmana karşı daha çok savaşarak, daha çok dövüşerek hak edilir. Ulaş Bayraktaroğlu bunun en yakın örneklerinden biridir. Tıpkı 70'lerin başlarında olduğu gibi devrimci savaş üzerine, gerilla üzerine sayfalar dolusu yazan/yazabilen/konuşabilen birçokları yerine tarih Mahir'i, Deniz'i, İbrahim'i yazdıysa, gelecek kuşaklar da bugünlere baktığında onun adını görecekler. O, yazmakla, konuşmakla yetinmeyip, inandıklarını, savunduklarını pratiğe geçirerek ve bunun bedelini ödeyerek bunu hak etti. Şimdi de onun gibi yapıp, sözü fazla uzatmadan onunla ilgili açıklamamızı paylaşıyoruz.

        ULAŞ BAYRAKTAROĞLU ÖLÜMSÜZDÜR!

       Devrim mücadelesinin tarihinde her dönem yaşandığı gibi, en karanlık ve ağır dönemler kendi spartaküslerini yaratır... Her kriz kendi çıkış yolunuda içinde barındırır ve komutan Ulaş Bayraktaroğlu o Spartaküslerden biridir, devrimci çıkış için irade ve eylemin adıdır, özetidir. O tıpkı adını aldığı Ulaş Bardakçı gibi devrimci kopuşun, devrimci yenilenmenin, devrimci görevlere sahip çıkmanın, Türkiye, Kürdistan proletaryasına ve devrimcilere karşı sorumluluğun bilincinde olmanın ve devrim icin iradenin ve eylemin özetidir. Devrimcilğin özetidir Ulaş Bayraktaroğlu yoldaş. Sana devrimci görevlerimize kesin bir şekilde sahip çıkıp devrimle taçlandıracağımızın sözünü veriyoruz Ulaş yoldaş! Hiçbir şey yarım kalmayacak, bilrikte zafere yürüyeceğiz! Dövüşenler konuşacak demiştik. Ulaş yoldaş konuştu... Şimdi sıra bütün devrimcilerde...

       Ulaş Bayraktaroğlu Yoldaş Ölümsüzdür!
       Kurtuluşa Kadar Savaş!

       EÖC - EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

       Komünarlar ve Özgürlük Güçlerinin Komutan Ulaş Bayraktaroğlu için yapmış olduğu açıklamanın tümünü sizlerle paylaşıyoruz:

       “‘İnsan bir kez yaşar, bir kez ölür. Devrimci ikisini de doğru yapandır.’ -Başkomutan Ulaş Bayraktaroğlu

       Türkiye Devrimci Hareketi’nin en zorlu dönemlerinde doğan, mücadele içerisinde yetişen ve bu hareketi zaferle buluşturmak için her barikatta her mevzide canını ortaya koyan Ulaş Bayraktaroğlu Rakka hamlesinde, en ön cephede ölümsüzlüğe erişti. Devrimci Komünarlar Partisi’nin kurucu önderi, Birleşik Özgürlük Güçleri’nin başkomutanı, Gezi ayaklanmasının tartışmasız önderi devrim için ölümsüzleşenlerin saflarına vardı.

       Ulaş Bayraktaroğlu tüm yaşamı boyunca hiç durmadan ve yılmadan barikatlarda ve mevzilerde bir kez olsun gözünü kırpmadan bir kez olsun geriye bakmadan, soluksuz bir savaş sürdürdü. Hem insanın insan olma mücadelesinde hem emperyalist-kapitalist, faşizme karşı sürdürmüş olduğu mücadelesinde yalnızca zaferi hedefledi. Eşi benzeri bulunmayan, kendisinin tabiriyle ‘mayasında devrimcilik olan’, yalnızca Türkiye ve Ortadoğu devrimleri için değil tüm dünya devrimleri için hayatını adamış olan bir komutandır.

       Devrimci hareket içerisinde yılgınlıkların ve umutsuzluk çığlıklarının yayıldığı dönemlerde yalnızca pratik olarak değil teorik olarak da vermiş olduğu emekler kendisinin zafere olan inancının bir ürünüdür. Onun bitmek tükenmek bilmeyen büyük inancı dokunduğu her alanı eylem alanına, dokunduğu her insanı eylemciye dönüştürdü. İnsanlığa ait bütün değerleri sahiplendi ve mücadelesini bu insanlıkla birleştirdi.

       Büyük bir cesaret ve cüretle devrimin tüm değerlerine sahip çıktı. Statükoya saplanmadan eski olan ne varsa kararlılıkla savaştı. İnsanı ve insanın gerçekliğini buldu, karanlığı yıktı geçti. O, adını almış olduğu Ulaş Bardakçı gibi kendi döneminin devrimci kopuşunu örgütleyendir.

       Önderlik, teoriden pratiğe ve pratikten teorinin yeniden genişletilmiş üretimine doğru bir yolculuksa eğer, ölümsüz Komutan Ulaş Bayraktaroğlu bu yolculuğa çıkandır. Onu Türkiye devriminin kurucu önderlerinden biri haline getiren tam da bu duruşudur.

       Fazla söze gerek yok; herkes sussun artık, “dövüşen anlatsın”. Ulaş Bayraktaroğlu anlatsın! Türkiye’nin sokakları, meydanları, üniverisiteleri, fabrikaları nasıl kavga ve özgürlük alanları haline getirilirmiş, anlatsın. Gezi’de soluğuna özgürlük rüzgarını katarak barikat barikat nasıl dövüşülürmüş, anlatsın. Faşist devletin işkencehanelerinde, hapishanelerinde, mahkeme salonlarında devrim ve sosyalizm davası nasıl savunulurmuş, anlatsın. NATO’ya karşı, iki gün boyunca İstanbul’u savaş mevzisi olarak kurgulayıp kitlelerin en önünde nasıl çatışılırmış, anlatsın. Rojava’da DAİŞ çetelerine karşı nasıl pusu eylemi koyulur, eylem örgütlenir, mevzi mevzi nasıl savaşılır, anlatsın. “Hiçbir yerdeyken her yerdeyiz” şiarıyla bir devrimci savaş örgütü, Birleşik Özgürlük Güçleri, nasıl inşa edilir ve savaştırılır, anlatsın. Evet dövüşen anlatsın, Ulaş Bayraktaroğlu anlatsın!

       Özgürlük Gücünün, Komün Gücünün, Komünarların bütün savaşçılarının özünde, yapılarının temelinde Komutan Ulaş vardır. Hepimiz Ulaş Bayraktaroğlu’yuz!

       Komünarlar ve Özgürlük Güçleri! Hiçbir yerdeyken, her yerde olanlar! Nasıl yaşanır, nasıl ölünür; bizlere yolumuzu yine önderimiz, komutanımız gösterdi. Kuşkusuz ki onun yolu nettir, apaçıktır, dönüşsüzdür.

       Zafer onsuz olacaksa, ne kadar ağır ve şanlı bir zafere yürüdüğümüzü düşmana anlatın!

       Başkomutan, önderimiz Ulaş Bayraktaroğlu, halkımızın vicdanıdır, yüreğidir, öfkesidir, önderidir. Düşman bilsin, aldığımız suyu unutmayacağız, her birimizi kendisinden de öte devrimcileştirmek için ömrü boyunca savaşan Komutan Mehmet’i, Başkomutan Ulaş’ı, yaşatacağız.

       Bir gider bin gelir değil,
       Bir gittiyse bin hazırdır!
       Başkomutan Ulaş Bayraktaroğlu ölümsüzdür!
       AKP-IŞİD Faşizmini Ezeceğiz!”

Elimize e-posta Yoluyla Ulaşan Aşağıdaki Metni, Haber Değeri Taşıdığı Düşüncesiyle Sizlerle Paylaşıyoruz

30 MART KIZILDERE DİRENİŞİ SÖMÜRÜ VE ZULÜM DÜZENİNE KARŞI DEVRİM MANİFESTOSUDUR!
İşçiler, Emekçiler, Gençler, Kadınlar, Tüm Ezilen Halklarımız!

       
        Bundan tam 45 yıl önce, 30 Mart 1972'de Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) önderi Mahir Çayan ve dokuz THKP-C ve THKO'lu yoldaş Tokat Niksar'da Kızıldere köyünde emperyalizm ve işbirlikçisi oligarşinin ordusuna, polisine ve tüm kontrgerilla güçlerine karşı Türkiye ve Kürdistan halkları için devrimci bir milat olan büyük bir direniş destanı yazdılar.

        ON yiğit devrimci, on can yoldaşı özgürlük ve insanca yaşam için bir an bile tereddüt etmeden sömürü ve zulüm düzeninin baskı güçlerine karşı ölüm pahasına direniş bayrağı açtılar. Mahir yoldaşın Kızıldere'de direniş esnasında haykırdığı gibi onlar teslim olarak "dönmeye değil", direnişi "ölüm" pahasına büyütme hedefiyle oraya gelmişlerdi.

        Eylemleri büyük devrimci önderler Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan yoldaşların idamını engellemeye, tutsak devrimcileri, aydınları, demokratları özgürleştirmeye yönelikti. Devrimcilerin sömürü ve zulüm düzeni önünde asla diz çökmeyeceğini, her koşulda direnişi ve devrim mücadelesini büyütmek için savaşın sürdürüleceğini göstermek içindi.

        ON'lar binlerce asker, polis ve kontrgerilla gücü karşısında büyük bir direniş savaşı yürüterek şehit düştüler. Fakat zaferi kazanan katliamcı faşist ordu ve polis çeteleri değil, ON'lar oldu. ON'ların görüşlerin, idealleri ve eylemleri milyonların rehberi oldu. İsimleri yüzbinlerce, milyonlarca çocuğun ismi ve haksızlığa, sömürü ve zulme karşı direnenlerin bayrağı oldu.

        ON'lar Kızıldere direnişiyle, Türkiye ve Kürdistan halklarının tarihinde yeni bir sayfa açtılar, bir milat yarattılar. Sömürüye, zulme, faşist baskılara boyun eğme, diz çökme, uzlaşma sayfasını kesin biçimde kapatarak, onurla, kararlılıkla direniş ve devrim sayfasını, devrimci savaş dönemini açtılar.

        O günden bu yana, Türkiye ve Kürdistanlı milyonlarca genç, milyonlarca işçi, emekçi, kadın tüm faşist teröre, işkence ve katliamlara karşı, ON'ların yükselttiği özgürlük ve insanca yaşam şiarıyla, onların izinde, onların bayrağıyla yürüdüler.

        Tamer Arda'lar, Necdet Erdoğan Bozkurt'lar, Selçuk Küçükçiftçi'ler ve daha binlerce devrim şehidi bu bayrağın yere düşmeyeceğini gösterdiler. 2015'de Rojava'da şehit düşen ve Mahir Çayan yoldaşın ismini taşıyan Mahir Arpaçay yoldaş ismiyle ve direnişiyle Kızıldere direnişinin her an ve her dönem ne denli canlı olduğunu gösterdi.

        Kürdistan ulusal özgürlük hareketi de Kızıldere de açılan büyük devrim yolundan geçerek, ON'ların izinde yürüyerek ortaya çıktı ve gelişti. 28 Mart 1986'da şehit düşen Kürdistan halkının yiğit evladı, 15 Ağustos 1984 Atılımının komutanı Mahsum Korkmaz yoldaş, Kızıldere de açılan yolun büyük önderlerinden biri oldu.

        Kardeşler!

        Türkiye ve Kürdistan ve dahası bölgemiz Ortadoğu'nun tümü bugün sömürü ve zulümle egemenliklerini sürdürmek isteyen emperyalistler ve yerli işbirlikçileriyle, özgürlük ve insanca yaşam mücadelesi yürüten ezilen halkların büyük savaş arenası haline gelmiştir.

        Emperyalizme bağımlı çarpık Türkiye kapitalizminin adeta lağım çukuru olan Tayyip-AKP faşizmi bugün Türkiye ve Kürdistanın ezilen halklarına diz çöktürmek, sistemi, kendi kişisel ve sınıfsal çıkarlarını sağlama almak için büyük ve çok yönlü bir saldırı yürütüyor. Gündemde olan referandum da bu saldırı dalgasının bir parçasıdır. Önümüzde iki seçenek bulunuyor; ya diz çökmek, Tayyip-AKP ve MHP faşistlerinin mutlak egemenliğini kabul etmek, yada direnişi ve özgür ve insanca yaşam mücadelesini yükseltmek!

        Onurlu, bugününe ve geleceğine sahip çıkan her emekçinin, işçinin, köylünün, gencin, kadının seçeceği tek yol, 30 Mart 1972'de Kızıldere'de açılan diz çökmeme, direnme ve devrimci savaş yoludur. Referandumdan ne sonuç çıkarsa çıksın önümüzde duran faşizme karşı şiddetli mücadelelerle dolu bir dönemdir. Bu dönemi ancak Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin, Mahsum'ların cüretiyle, savaşma iradesi ve pratiğiyle göğüsleyebiliriz. Zalimlerin, sömürücülerin, hırsızların, katillerin, mafyacıların faşist şiddetini ancak direnişçi halk savunmasıyla, halkın şiddetiyle ve devrimci gerilla savaşıyla yenebiliriz.

        İşçiler, Köylüler, Gençler, Kadınlar!

        Özgürlük ve insanca yaşam halkın direnişi ve devrimci savaşıyla mümkündür. İktidar için, güç için, sömürüden daha fazla pay almak için, daha büyük hırsızlıklar için birbirleriyle it dalaşına girmiş olan faşist devletin içindeki çeteler; Tayyip-AKP çetesi, MHP çetesi, tüm kontrgerillacılar güçlü değildir. Tam tersine tarihlerinin en zayıf dönemindeler. Bu çeteleri yenebiliriz. Mahirlerin izinde halk savunmasını örgütleyelim! Tayyip-AKP, MHP ve onların devletinin şiddetine karşı devrimci gerilla savaşına katılalım!

        KIZILDERE SON DEĞİL, SAVAŞ SÜRÜYOR, SÜRECEK!

        FAŞİZMİ YENECEĞİZ!

        YAŞASIN ÖZGÜRLÜK VE İNSANCA YAŞAM MÜCADELEMİZ!

        KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

                                                30 Mart 2017

.THKP-C/MLSPB

Dün, Bugün ve Geleceğin Prizmasında
SÜREÇ
SİYASAL DİNAMİKLER VE
DEVRİMCİ ÇİZGİ

       Elimize e posta yoluyla geçen uzunca bir değerlendirme yazısının ilk bölümünü 15 Mart'ta sizinle paylaşmıştık. Önümüzdeki referandum sürecine ilişkin bölümlerinden dolayı güncelliğini yitirmemesi için hemen size sunduğumuz bu yazıdaki düzeltme fırsatını bulamadığımız kimi yazım hataları için şimdiden özür dileriz. Yazarı tarafından gözden geçirilmiş ve kimi düzeltmeleri yapılmış halini, 18 Mart 2017, saat 23:30 itibariyle yeniden okurlarımıza sunuyoruz. Yazının hazırlandığı süreçte henüz IŞİD'in El Bab'dan çekilmediğini de okurlarımıza anımsatırız.
      Sosyalist Barikat

       GİRİŞ
        Türkiye ve Kürdistan büyük bir alt-üst oluş sürecinden geçiyor ve daha büyüklerine de gebe. Milli krizin/devrimci durumu en olgunlaşmış biçimleriyle yaşıyoruz. Halk iktidarının, sosyalizmin ülkesinin doğumu için, devrim için bütün koşullar olgunlaşıyor!.. Zaman sıkışıyor!.. Ve sürecin bütün özneleri için, devrim ve karşı-devrim güçleri için büyük hesaplaşmaların zamanı yaklaşıyor. Bir kez daha büyük kazananlar ve büyük kaybedenler olacak. Kürdistan kim ne derse desin, beğensin ya da beğenmesin bu büyük süreci öncüsüyle, öncüsünün saflarında örgütlenmiş halkıyla karşılıyor. Türkiye cephesinde ise belirsizlik ve kaos hükmünü yürütüyor.

              (Yazının Devamını Okumak İçin Burayı Tıklayın)

Özgür Bir Ülke, İnsanca Yaşam İçin
'HAYIR!' BARİKATINDAYIZ!

      Yıllardır ülkeyi kan ve gözyaşı içinde bırakan AKP iktidarı, bugüne kadar kurmuş olduğu fiili diktatörlük düzenini "başkanlık" yasal görünümüyle "meşrulaştırmak", 12 Eylül'den beri egemen sınıfların hep hayalini kurduğu açık faşist sistemi kurumsallaştırmak istiyor. Bunu da ırkçı faşist cephe yaratarak gerçekleştirmek istiyor.

      Kutsallığına toz kondurulmayan Meclis'ten tekme tokat geçirdikleri "Anayasa değişikliği" adı altındaki "diktatöre biat et" emrini, OHAL koşullarında bir oldu bitti referandumuyla dayatıyorlar.

      Ya bunu kabul edersiniz ya da memleketi daha fazla kana boyarım tehdidiyle sokaktaki yurttaşı korkutan AKP iktidarı, muhtemelen referandum günleri yaklaştıkça devlet terörünü en üst seviyeye çıkaracak, devrimcilere, Kürtlere ve bütün muhalif kesimlere şimdiye kadar olduğundan daha da azgınca saldıracak, bizi yok etmeye, sokakları da korkutmaya çalışacak. Bunu bir yandan Kürt hareketine büyük bir operasyon, diğer yandan da Ortadoğu bataklığına daha da gömülerek yapması, böylece şovenist dalgaları körüklemesi çok mümkün.

      Bu saldırı ve zulüm dalgası bizleri korkutmuyor, yılgınlığa düşürmüyor! Hızla ve inatla toplumun her kesiminden AKP ve sistem karşıtı "Hayır!" tepkileri yükseliyor. Çeşitli halk kesimlerinin içinde yer aldığı güçlü bir "Hayır Barikatı" kuruluyor.

      Giderek yayılan 'hayır' tepkileri, sıradan bir 'hayır' kampanyası sonucu değildir ve bundan çok daha fazla şeyleri, tıpkı Gezi'de olduğu gibi haklı demokratik toplumsal tepki ve birikimleri içermektedir.

      İşte şimdi baskılara, zulme, karanlığa ve geleceksizliğe karşı daha sıkı örgütlenmek ve mücadeleyi yükseltmek için çalışmalıyız. Mahallede, fabrikada, okulda, sokakta gelişen ilerici ve demokratik muhalif halk dalgasının kalıcı kazanımlara ulaşması için güç vermeliyiz.

      Elleri Berkin'in, Ali İsmail'in, Taybet Ana'nın, Miray bebeğin kanına bulaşmış olanlar, şimdi bundan daha fazlasını yapabilmek için sandığı önümüze koyuyorlar.

      Osmanlı hayalleriyle Suriye maceralarına atılıp tokat üstüne tokat yiyenler, bir sonraki aşamada Rojava'nın varlığına yönelmek için yeni tezgâhlara niyetleniyorlar.

      AKP ile Gülen Cemaati çetesinin iktidar ortaklığının sona ermesiyle gündeme gelen iktidar kavgaları 15 Temmuz darbe girişimiyle yeni bir sürece evrildi. Hemen ardından gelen OHAL düzenlemeleri ile her türlü muhalif ses bastırılmaya başlandı. KHK'larla devlet yapılanması yeniden düzenlenerek faşist kurumsallaşmalar ve uygulamalar artırıldı. Gazeteciler, akademisyenler, HDP milletvekilleri ve yöneticileri, devrimciler, sosyalistler, sendikacılar ve sendika üyeleri gözaltına alınıyor ve tutuklanıyor.

      İşçi sınıfının sendikal örgütlerine, direniş ve grevlerine, en küçük hak arama mücadelesine saldırılar giderek artıyor. İş cinayetleri, işsizlik, yoksulluk yaşamımızda daha fazla yer tutarken emekçilerin susturulduğu ve daha fazla sömürüldüğü kölelik düzeni dayatılıyor.

      Başta eğitim alanı olmak üzere yaşamın bütün alanlarını yobazlıkla kuşatıp yıllardır çocuklarımızın geleceğini ipotek altına almaya çalışanlar, şimdi Ortaçağ'dan beter bir gericiliği toplumun yaşam biçimi yapmak istiyorlar. Üniversiteleri gericiliğin kaleleri haline getiriyorlar, ticarileştiriyorlar, bilimsel bilgi üretimini ve namuslu bilim insanlarını üniversitelerden kovuyorlar.

      Her fırsatta kadınları köleleştirmek isteyen DAİŞ kafalı tecavüzcüler, istismarcılar, şimdi kimsenin kendilerinden hesap soramayacağı bir padişahlık düzeni inşa etmek istiyorlar.

      İşte faşizmin kurumsallaşmasının derinleştirildiği OHAL koşulları sürecinde devlet yapılanması ve toplumsal yönetim biçimi 'başkanlık' adı altında değiştirilmek istenmektedir.

      Tüm bu saldırılar adına 'Türk tipi başkanlık' denen bir kılıfla topluma dayatılmak isteniyor.

      Hayır, bin kere hayır!
      Buna izin vermeyeceğiz!
      Güçlü bir 'hayır' çığlığıyla üstümüze üstümüze gelen bu kör karanlığı püskürteceğiz!

      Güçlüyüz, çok güçlüyüz; gücümüze ne kadar inanıyorsak o kadar güçlüyüz ve istersek onlara unutamayacakları bir ders verebiliriz.

      Derslerini aldıklarında da azgınlaşacaklardır; olsun! Bu hengâmeden biz de güçlü çıkacağız ama; daha büyük bir moralle yeniden yola düşeceğiz o zaman!

      Yapabiliriz! Yapmalıyız! Yapacağız!

      Biz sadece hayır demiyoruz; bizim kendimize özgü 'evet'lerimiz de var!

      Biz bütün yetkileri ve hayatın kontrolünü tek bir adamın elinde toplayan bir yasaya 'hayır' diyoruz. Çünkü biz ülkenin yönetiminde en alttan en üste kadar halkın söz, karar ve yetki sahibi olduğu, bütün ezilen toplumsal kesimlerin doğrudan yönetime katıldığı bir düzen istiyoruz.

      Biz, en sıradan demokratik temsiliyetleri bile ortadan kaldıran keyfi yönetime "hayır!" diyoruz; ama biz, 4 yılda bir sandığa gittikten sonra aptal yerine konularak hiç dikkate bile alınmadığımız bugünkü parlamenter düzeni de istemiyoruz.

      Biz bütün ezilen toplumsal kesimlerin doğrudan yönetime katıldığı bir düzen istiyoruz. Biz, halkın her alanda örgütlenerek demokratik meclisler biçiminde kendi yönetim ve denetim mekanizmalarını yarattığı bir halk demokrasisi istiyoruz.

      Biz, yalnızca kendisini yönetmeye muktedir olduğunu zannederek bütün emekçileri ve toplumsal kesimleri defalarca "ayak takımı", "çapulcu" olarak niteleyen bir diktatörün tebası olmak istemiyoruz. Biz, bu ülkenin emekçi, üreten insanlarının memleketi bugünkü hırsızlardan çok daha dürüstçe ve akıllıca yönetebileceğine inanıyoruz.

      Biz, ülkemizi Ortadoğu'nun çöllerinde kör maceralara sürükleyen Kürde düşman DAİŞ'e dost 'başkomutan'lar filan istemiyoruz. Biz bütün Ortadoğu halklarının omuz omuza emperyalizme ve soytarı diktatörlere, şeyhlere karşı ayağa kalktığı büyük bir halklar demokrasisi istiyoruz.

      Biz çocuk istismarcılarının, din tüccarlarının kör karanlığını istemiyoruz. Biz, bilime ve aydınlığa dayalı, parasız, eşit, anadilde, bilimsel eğitim istiyoruz.

      Biz herkesi susturan ve kendi sesinle her gün kulaklarımızı kirleten bir diktatörün nutuklarını istemiyoruz. Biz gerçeği istiyoruz, gerçeği yazanları ve söyleyenleri cezaevinde değil yeniden omuz başımızda görmek istiyoruz.

      Bütün bunlar için ayaktayız!

      Sadece sandığa gidip oy kullanmak için değil; hayatın her alanında, her yerde ve her zaman zulme, sömürüye, ahlaksızlığa, yalanlara HAYIR diyoruz.

      Emekçilerin, işçilerin, ezilenlerin, ötekileştirilenlerin geleceğini karartanlara karşı başkanlık adı altında bize dayatılan referandumda faşizme, diktatörlüğe, halkın iradesini hiçe sayan tek adam yönetimine HAYIR! diyoruz. HAYIR! Barikatını güçlendiriyoruz.

      Yapabiliriz! Yapmalıyız! Yapmaya mahkumuz! Yapacağız!
      Yarın başlayalım, hemen şimdi başlayalım!
      Onlara unutamayacakları bir ders vermek boynumuzun borcu olsun!


      Özgür bir ülke, insanca yaşam için!

      Umutlarımız ve geleceğimiz için!


      "HAYIR!" BARİKATINDAYIZ!

      EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

TC'de Olağan Hal Devam Ediyor!

       Faşizmin gece yarısı operasyonlarına bir tanesini daha ekledi… Kapılar kırıldı, eş başkanlar başta olmak üzere HDP miletvekilleri (şu ana kadar ki bilgilere göre 13 kişi) yer yer zor kullanılarak REHİN alındılar… Bu esasta OHAL değil ya da OHAL'in sonucu değil, bilakis TC'nin Olağan Halidir! Sömürge Tipi Faşizmin bu gün için Erdoğan ve AKP eliyle uygulanan halidir...
        Evet bu bir rehine operasyonudur!
       Osmanlı artığı TC Devleti, Suriye ve Irak'ta masada olmayı ve pastadan kırıntı düzeyinde de olsa pay almak için her türlü kirli komplo, katliam ve korsanlığı yapmayı göze almış durumda. Uluslararası arenada Rusya-ABD çelişkisinden faydalanmak, AB'ye karşı göçmen kozunu kullanmak, Irak ve Suriye hükümetlerini yıllardır IŞİD gibi İslamcı faşist çetelerle yıpratmak ve işgal hareketiyle tehdit etmek suretiyle kurtlar sofrasında kendisine yer açılmasını dayatmaktadır. Ve çoğu zamanda bu dayatmalarında kısmi başarılar elde edebilmektedir. Rojava'nın bazı bölgelerinin işgalinin uluslararası camiada kısmen kabul edilmesi TC devletinin Irak'a dair umutlarını arttırmıştı. Ama bu sefer Rojava'daki gibi kolay olmayacağa benziyor. Irak hükümetinin karşı çıkmasının yanında esas olarakta Kürt özgürlük hareketinin bölgedeki gücü ve tavrı TC'nin Musul, Kerkük rüyasının önündeki en büyük engel olarak duruyor.
        Musul, Kerkük ve Halep rüyalarının gerçekleşebilmesi için cephe gerisinin de dizayn edilmesi gerekir. Lozan tartışma konusu yapılıp ve Lozan sisteminin militan savunucuları CHP ve Kemalistlere çeki düzen verilmelidir. CHP başkan yardımcısı kurşunlanır… Lozan'ın basın ayağı Cumhuriyet hizaya çekilir böylece de bu cenahın kendi derdine düşmesi sağlanmış olur...
        Irak ve Suriye'deki hedef bölge Kürdistan'dır… Parçalanmış büyük Kürdistan'ın parçalarıdır… Oraya gitmenin ve orada kalabilmenin yolları Kürdistan'ın büyük parçasından, iç sömürge Kuzey Kürdistan'dan ve Kürdistan'ın başkenti Amed'den geçmektedir. Amed (Diyarbakır) belediye eş başkanlarının ve Kürt özgürlük hareketinin daha yüzlerce aktivistinin, son olarak da HDP'li milletvekillerinin rehin alınmasıyla, onların Kürt özgürlük hareketine karşı pazarlık unsuru olarak kullanılması amaçlanmaktadır. Rehinelerin Musul, Kerkük ve Halep ile takası pazarlığı yapılacaktır. Bunda başarılı olunmazsa eldeki rehinelerin yıllarca zındanlara atılarak imha edilmeleri ve dışarıdaki direniş hareketinin de her türlü vahşetle imhası amaçlanmaktadır. Musul, Kerkük ve Halep rüyasının önündeki en büyük engel olarak gördüğü Kürt özgürlük hareketi ve onunla birlikte mücadele eden dost halklardan devrimcileri dize getirmek istenmektedir.
        O yüzden diyoruz ki; bugün hukuktan, demokrasiden, halkın iradesinden insan haklarından söz etmek ve bu operasyonları bu çerçevede değerlendirmek doğru değildir, bu devleti tanımamaktır.
        Bu bir rehin almadır!
       Rehinelerimizi kurtarmak devrimcilerin tarihsel görevi ve sorumluluğudur… Onların özgürlüğü bizlerin mücadelesiyle olacaktır… Kürdistan'ın diğer parçalarının işgali, var olan savaşın bölgedeki diğer halkları da içine alarak daha da büyümesi demektir… Bu savaş haksız bir savaştır… Bu savaşta başta Türkiye halkları olmak üzere, işçiler, emekçiler, yoksullar, yaşlı-genç, bölgedeki bütün halklar yıllardır kaybetmektedirler. Sömürgeci devletlerin egemenleri ve onların emperyalist efendileri bu savaşlardan her yönden kârlı çıkanlardır. O yüzden başta devrimciler olmak üzere herkesin bu savaşın engellenmesi için, engellenemediği durumda da TC faşizminin yenilgisine dönüştürülmesi için elinden geleni, barışçıl, barışçıl olmayan her türlü eylemi yapması gerekmektedir.
        Emperyalist merkezlerden medet ummak, onların müdahalelerine bel bağlamak Afganistan'dan, Irak'tan, Libya'dan ve Suriye'den ders çıkarmadığımız anlamına gelmektedir. Bu savaşlar, halkların boğazlanmaları, onların daha çok silah satması anlamına gelir, onların emperyalist sisteminin sonucu ve kışkırttığı savaşlardır. Aynı şekilde, sömürge tipi faşizmin günümüzdeki uygulayıcısı Erdoğan ve AKP rejiminden demokrasi ve adalet beklemek gaflet olacaktır.
        Faşizme karşı birlikte uzun süreli devrimci savaş için hazırlanmak ve bütün planların buna göre yapılması önümüzdeki ana görevdir.
        Daha fazla örgütlenme! Daha fazla emek! Daha fazla Mücadele! Ve Faşizme Karşı Zafer!

       Kahrolsun Faşizm!
       Zafer Direnen Halkların Olacak!
       Kurtuluşa Kadar Savaş!

04.11.2016

EÖC - Emek ve Özgürlük Cephesi

Susturamayacaksınız!

      16 Ağustos akşamı olgarşinin kolluk kuvvetleri Özgür Gündem Gazetesindeydi. Özgür Gündem Gazetesi bir kez daha kapatıldı, basıldı, çalışanları dövülerek gözaltına alındı.
      Kendine yönelik darbe girişimine bir karşı-darbeyle yanıt veren AKP, böylece sıranın sola geldiğini de duyurmuş oldu. Aslında "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisine imza atan akademisyenlerden, sol sendikalara üye olan memurlara varana kadar bir dizi emekçinin işten atılmasıyla çoktan başlamış olan saldırı dalgası, deyim yerindeyse bayrak açtı. Tüm seçilmiş belediye başkanlarını görevden alma gibisinden 12 Eylül'den anımsadığımız uygulamalarla her geçen gün kapsamını genişleten darbe, elbette ki basına el atmakta da gecikmeyecekti.
      Mınbiç zaferinin kuyruk acısını Özgür Gündem'i kapatarak, çalışanlarına işkence yaparak dindirmeye çalışan oligarşi ve yardakçılarının bu yaptıkları hiçbir işe yaramayacak. Ne halklarımızın özgürlük yürüyüşünü durdurabilecekler, ne de bu yürüyüşün adımlarını duymamızı engelleyebilecekler.
      Özgür Gündem susmayacak! Yıllardır baskınlarla, kapatmalarla, cinayetlerle, bombalamalarla, işkencelerle ve her türden baskılarla susmadığı gibi yine susmayacak. Gerçekleri engelleyemeyeceksiniz. Gerçekler inatçıdır. Üzerine dökülen beton ne kadar kalın olursa olsun, onu çatlatmanın, filizlenip çiçek açmanın bir yolunu mutlaka bulur. Bunu ne 12 Eylül generalleri engelleyebildi ne de siz engelleyebileceksiniz. Gerçekleri saklamaya çalışanların sonu, 12 Eylül generallerinden de kötü olacak.
      Darbe mağdurluğunun arkasına sığınıp, darbecileri aratanların saldırıları daha da artacaktır. Buna karşı sesimizi yükseltmek, dayanışmayı büyütmek, yalanlarını boşa çıkarmak için tüm gücümüzle Özgür Gündem'in yanında olmalıyız. Sadece basın alanında değil, tüm alanlarda yaşanan ve yaşanacak olan saldırılara karşı daha örgütlü, daha birleşik bir dayanışmanın ve direnişin örgütlenmesi için de çabalar büyütülmelidir.
      EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Ne AKP Faşizmi Ne Darbeci Faşistler!
Özgür Ülke, İnsanca Yaşam İçin
TEK YOL DEVRİM!

      Emekçi Türkiye ve Kürdistan Halkları!
      Sömürü ve zulüm düzeninin yağmacı, hırsız, faşist sahipleri arasında uzun süredir devam eden it dalaşı 15 Temmuz akşamı itibariyle kanlı bir darbe girişimiyle yeni bir boyut kazanmıştır.
      Halklarımızın iki kanlı düşmanı AKP faşizmi ile darbeci faşist ordu kliği arasındaki çatışma demokrasi güçleriyle darbeciler arasındaki çatışma değildir. Yada laikler ile din tüccarları arasındaki bir çatışma da değildir. Özgürlük ve adalet isteyenlerle karanlık güçler arasındaki bir çatışma hiç değildir. Halen sürmekte olan çatışma bu halk düşmanı düzenin iki faşist kesimi arasındaki güç ve iktidar dalaşıdır, kavgasıdır. Kimin bu sömürü ve zulüm düzenini yöneteceği, gücün, iktidarın, sömürü ve yağma olanaklarının başında kimin olacağı kavgasıdır.
      AKP faşizminin de, darbeci faşistlerinde bu sömürü ve zulüm düzenine karşı tek sözleri yoktur. Tam tersine onun bekçisidirler. AKP faşizmide, darbeci faşistlerde dünya çapında halklara saldırılar düzenleyen NATO'nun sadık kullarıdır. Her ikiside NATO'ya bağlılık ilan etmektedir.
      AKP faşizmi de, darbeci faşistlerde İsrail siyonizmini dost ilan eden güçlerdir. Her ikisi de siyonist faşizmle ortaktır.
      AKP faşizmi de, darbeci faşistlerde ABD emperyalizminin sadık uşaklarıdır. Her ikisinin de ABD emperyalizmine ve onun dünya çapındaki saldırganlığına karşı tek bir sözleri ve tutumları yoktur.
      AKP faşizmi bu sömürü ve zulüm düzenini sürdürmek, NATO'ya, ABD'ye, Siyonizme hizmet etmek için, coğrafyamızı yağmalamak için halkı düzene bağlamada esas olarak iğrenç bir din tüccarlığını kullanıyor.
      Darbeci faşistler ise aynı şeyi yapmak için gücün, iktidarın kendisinde olmasını istiyor. Ve bunun için iğrenç bir laiklik, sosyal devlet vb. tüccarlığını kullanıyor. Darbeci faşist generallerin icraatlarını 12 martlardan, 12 eylüllerden biliyoruz. Burjuva hükümetleri devirerek iktidar oldular. Fakat milyonlarca devrimciye, demokrata, emekçiye saldırdılar.
      AKP faşizminin icraatlarıda ortadadır. Her türlü demokratik hak tümden ortadan kaldırılmaktadır. Din tüccarlığı yaparak, azgın bir faşist saldırganlıkla haklarını arayan herkese saldırıyorlar. Hırsızlık, cinayet, yolsuzluk, adam kayırma vb. her türlü yozlaşma AKP faşizminin ve onun kuyruğuna takılanların normali haline gelmiştir.
      Kardeşler!
      AKP faşizminin ve darbeci generallerin halka özgürlük ve insanca bir yaşam ve gelecek vermesi mümkün değildir. Onların it dalaşında halkın yeri ve geleceği yoktur. Silahlar konuştuğunda onların bir avuç olduğu da ortaya çıkmıştır. Faşist darbeci generaller kliğinin bir avuç olduğu, emir kulu durumundaki askerlerini bile ikna etmekten uzak oldukları ortaya çıkmıştır. Faşist AKP kliği için de aynı şey geçerlidir. AKP faşizminin çağrısıyla sokağa çıkanlarda milyonlar değil, AKP faşizminin örgütlediği faşist milis grupları ve çok sınırlı sayıda halktan insan olmuştur.
      Faşist darbeci klik yenilmiştir. Onca tankına, topuna, uçağına rağmen, kendi inançsızlığına, korkaklığına yenilmiştir. Sabaha karşı yaptığı açıklamalarda korkudan dili dolaşan, gözünün feri kaçmış, korkak kediye dönmüş olan Tayyip ise darbecilerin yenildiği anladığı anda sahte bir kaplan rolüne geçmiştir. Tayyip ve AKP faşizmi, darbecilerin yenilgisini, kurmak istedikleri din tüccarı AKP diktatörlüğü için bir fırsata dönüştürmek istemektedir. Ölen insanlar için başsağlığı dilemeden, bu darbenin orduda ve toplumda yapılacak tasfiye hareketleri için bir fırsat olduğunu söyleme iğrençliğini göstermiştir.
      Kardeşler
      Türkiye ve Kürdistanın ihtiyacı özgür bir ülke ve insanca yaşamdır. Düzenin bütün çivileri çıkmıştır. Düzenin hiç bir kurumunun; ordusunun, yargısının, meclisinin, bürokrasisinin halka vereceği hiçbir şey yoktur. Yağmacılık, sömürü, hırsızlık, cinayet, katliam, cinsenl, dinsel ve ulusal ayrımcılık ve ezme, çevrenin yok edilmesi, özgürlüklerin ortadan kaldırılması onların temel işidir. Açıkça ortaya çıkmıştır ki; bu pislik düzeninde iş gören güçler arasındaki güç ve iktidar çatışmasında artık silahlarda devrededir. Ve bu silahlar bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra misliyle daha fazla halka, halkın haklarına, özgürlüklerine, taleplerine de karşı dönecektir. AKP faşizmininde, faşist darbe kliklerinin de hiçbir meşruiyeti yoktur.
      İşçiler, Emekçiler, Kadınlar, Gençler, Kürtler, tüm ulusal topluluklardan halkımız, Aleviler, Ekoloji Mücadelesi Yürütenler, Tüm Emek, Özgürlük ve Demokrasi Güçleri!
      Kardeşler!
      Güçlü değiller! İt dalaşındalar! Paylaşamıyorlar! Halka saldırdılar, şimdi daha yoğun saldıracaklar! Haklarımız için, insanca yaşam için, özgürlükler için, adalet için ayağa kalkmak, sokaklara çıkmak, devrimci ve demokratik mücadeleye katılmak dışında başka bir yol yoktur. Açığa çıkmıştır ki, AKP faşizmi başta olmak üzere tüm faşistlere, gericilere karşı savaşan, savaşacak olan yegane güçler devrimcilerdir. Tek seçenek, tek yol devrim ve devrimcilerdir. Devrimci parti ve örgütlerdir. Ne darbeciler, ne de başka bir güce bel bağlanamaz! AKP faşizminin darbecilerin yenilmesinden güç alarak halka saldırmasına, demokratik haklarımıza saldırmasına izin vermemeliyiz. Devrimciler ve halkın gücünü birleştirerek AKP faşizmine karşı mücadeleyi silahlı, silahsız her yoldan ve esas olarak eylemli biçimde sokaklara taşırarak yürütmek bugünün görevidir.
      Tereddütsüz biçimde, bir an bile düşünmeden saflarımızı sıklaştırırak bulunduğumuz her alanda yüzümüzü devrimcilere dönerek mücadeleyi büyütme günüdür!
      NE DARBE NE AKP! TEK YOL DEVRİM! KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
      16.07.2016
      Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi/Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği (THKP-C/MLSPB)

Neriman Deniz Yaşamını Yitirdi

      İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi'nin aktivistlerinden Neriman Deniz, 29 Aralık günü sabaha karşı 05.00 cıvarında yaşamını yitirdi. Bir süredir kanser tedavisi gören Neriman Ablamızın henüz bilinci yerindeyken ağzından çıkan son sözleri "Barış oldu mu?" sorusuydu. Son olarak 14 Kasım 2012'de başbakanlık çalışma ofisi önünde, cezaevlerinde sürmekte olan açlık grevlerine dikkat çekmek için diğer İHD İstanbul Şubesi yöneticileriyle birlikte yaptıkları eylemde gözaltına alınan Neriman Abla hiçbir zaman devrimci kimliğinden taviz vermedi. Cenazesi 30 Aralık 2015 günü Haznedar Mehmet Ülker Camiisinden öğlen vakti kaldırılarak Kanarya Mezarlığına götürülecektir. Tüm devrimcileri cenazesine bekliyoruz.

MLKP Rojova Savaşçısı
İsmet Şahin (Pirsus Armanc)
Şehit Düştü

       Rojova Devrimini savunmak için devrimci enternasyonalizm bilinciyle Batı Kürdistan topraklarına savaşmaya giden bir devrimci daha ölümsüzleşti. MLKP savaşçısı İsmet Şahin (Pirsus Armanc) 24 Aralık 2015 perşembe günü sabah saatlerinde, Rojova'nın güneyini IŞİD'den temizleyerek özgürleştirme hamlesi sırasında şehit düştü. Demokratik Suriye Güçlerine ait bir aracın isabet almasıyla İsmet Şahin'in şehit düştüğü yerde 5 savaşçı da yaralandı. 1991 doğumlu olan İsmet Şahin'in ardından MLKP Rojova örgütünün yaptığı açıklama şu ifadelere yer verildi:
        "Pirsus yoldaşımız, AKP/DAİŞ faşizminin karanlık güçlerine karşı İstanbul'da, son mermilerine kadar dövüşerk ölümsüzleşen Berçem Renas ve Ekin Su (Yeliz Erbay-Şirin Öter) komutanlarımıza atfederek katıldığımız bu operasyonda, büyük bir istek ve kararlılıkla yerini almış, şehitlerin hesabını sorma isteğiyle dolu bir heyecanla cepheye koşmuştu.
        Pirsus yoldaşımız, Kürdistan'ın özgürlüğüne sevdalı bir sosyalist yurtsever olarak, Rojava'ya gelmiş, kendini şehitlerin hesabını sormaya adamıştı. Aslen Urfa/Suruç'lu olan ancak Antep'te yaşayan Pirsus yoldaşımız, işçilikten gelen disiplini v emekçiliği ile öne çıkmış, öğrenme isteğini ve savaş kararlılığını günlük yaşamda da ortaya koymuştu. Olası bir hamlede yerini alabilmek için, sabah sporlarına BKC ve mühimmatlarıyla çıkarak, kendini hazırlamış, böylece operasyon grubumuzda yerini almıştı."
        Çetecilerin saldırılarına rağmen Demokratik Suriye Güçlerinin ilerlemesi devam ediyor. Şehitler pahasına.
       DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
       İSMET ŞAHİN ÖLÜMSÜZDÜR!
       YAŞASIN ROJOVA DEVRİMİ!

Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık

      19 Aralık 2000'de gerçekleştirilen cezaevleri katliamı sırasında Ümraniye Cezaevinde katledilen Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı mezarı başında andık. Anma için 20 Aralık 2016 günü saat 13.00'te mezar başında buluştuk. Anmaya yoldaşımızın ailesi de katıldı. Saygı duruşu ile başlayan anmada "Alp Ata Akçayöz Ölümsüzdür", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Daha sonra Emek ve Özgürlü Cephesi adına şu metin okundu:
      "Dostlar, Yoldaşlar
      "19 Aralık 2000, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin katliamlar tarihinin belki de en anlamlılarından biriydi. Devletin cezaevlerinde tutsak olan, hayatları devlete emanet olan insanlar devlet tarafından katledildiler. 28 devrimci tutsağın katledildiği 19 Aralık Cezaevleri katliamında Ümraniye Cezaevinde katledilen Alp Ata Akçayöz Yoldaşımız da onlardan biriydi.
      "Emekçiydi yoldaşımız, yüreği sevgi doluydu. Sevgisini olduğu kadar öfkesini, nefretini de hiç saklamazdı. Daha yapacağı çok şey vardı. Çok planı, çok projesi, ama en çok da düşleri vardı. Düş dünyasında yaşamazdı, ama düş kurmanın bir erdem olduğunun da farkındaydı. Çok değişik kaynaklardan besleniyordu düş dünyası. Emekçi kimliğinden dolayı neler yapabileceğinin farkındaydı. Geniş okuma yelpazesi ise yapabilecekleri ile düşgücünün kapasitesini daha da artırıyordu. Cezaevindeki bozuk buzdolaplarından fırın yapmak, onun için iş bile değildi. Ama o en çok güzellikleri üretmeyi seviyordu. Neredeyse bütün kapasitesiyle her insanla dostluğu, insan sıcaklığını sonuna kadar yaşamanın, paylaşmanın derdindeydi en çok.
      "Onu ve diğer 19 Aralık şehitlerini andığımız şu günlerde yeni yeni katliamlar giriyor hayatımıza. Roboski'nin hesabı sorulmadan, Suruç, Ankara, Nusaybin, Cizre, Sur ve daha doğru bir ifadeyle tüm Kuzey Kürdistan'da katliamlar her geçen gün boyutlanarak başdöndürücü bir hızla insanları katlediyor. Bundan 16 yıl önce cezaevlerindeki devrimci tutsaklara "teslim olun" diye seslenen katiller, bugün de sokağa çıkma yasağı ilan ettikleri Cizre'de halka aynı anonsu yapıyorlar: "Teslim Olun". Ancak bir kenti işgal etmeye gelen yabancı bir güç böylesi bir anons yapabilir. Yapıyorlar da.
      "Katliamlar tarihi, direnişler tarihidir aslında. Direndiğimiz, teslim olmadığımız için katlediliriz. Cezaevlerinde yaptılar bunu. Ne direnişi bitirebildiler, ne de teslim alabildiler. Kürdistan'da da bitiremeyecekler, teslim alamayacaklar. Hiçbir katliam halklarımızın devrimci kurtuluş mücadelesini durduramayacak. İnsanlık varolduğu sürece kaybedenler onlar olacak. Biz kazanacağız. Kürdistan'dan, metal işçilerine, fakültelerden, Kobani'ye, Talip'ten Mahircan'a, şehitlerimizle, direnişimizle, savaşımızla her zaman seninleyiz Alp Ata Yoldaş; Her zaman bizimlesin."
      ALP ATA AKÇAYÖZ YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR
      DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR
      YAŞASIN DEVRİMCİ KURTULUŞ MÜCADELEMİZ

       Metnin okunmasının ardından sloganlar atıldı ve daha sonra Alp Ata Akçayöz yoldaşımıızın yazdığı "Dokuz Otuz ve On Gün" şiiri okundu. Şiirden sonra yoldaşımızın Annesi Günay Akçayöz duygularını kaleme aldığı bir metni okudu. Cephe Marşı ve Yiğidim Aslanım türküsünün ardından yeniden sloganlar haykırıldı. Anmamıza katılan Devrimci Kültür Derneği de kendilerine söz verilmesi üzerine Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızla ilgili duygularını ifade ettiler. Böylece sona eren anmadan sonra Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızın anısına ailesinin verdiği yemeği yemek üzere Maltepe Beşçeşmeler'de bulunan Sokak Kültür Merkezi'ne gidildi.
Tahir Elçi Ölümsüzdür

       Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi devlet tarafından 28 Kasım 2015 günü katledildi. Kürt Ulusuna karşı savaş ilan eden devlet, böylece cinayetler zincirine bir halka daha ekledi. Tahir Elçi, birkaç ay önce katıldığı bir TV programında "PKK terör örgütü değil, silahlı bir siyasal harekettir" dediği için hakkında hukuki soruşturma açılmış ve devlet yanlısı yayın organları ve siyasetçiler tarafından hedef gösterilmişti.
       O gün Diyarbakır'ın Sur İlçesinde bulunan tarihi dört ayaklı camii minaresinin kentteki çatışmalar sırasında polis kurşunlarıyla tahrip edilmesini protesto eden bir basın açıklaması için oradaydı Tahir Elçi.
       Tarih, Kürt Ulusunu bir kez daha ateşle sınıyor. O ulus ki her sınamada bağımsız, kendi istediği gibi yaşama iradesini defalarca ama defalarca tüm benliğiyle ortaya koymasını bilmiştir; Bu defa da en değerli evlatlarını kurban etmek pahasına iradesinden asla vazgeçmiyor, vazgeçmeyecek.
       Tahir Elçi de Vedat Aydın gibi, Musa Anter gibi sömürge bir ulusun aydını olmanın bedelini hayatıyla ödedi. Ne dağa çıkmıştı, ne de eline silah almıştı. Sömürgeci de olsa devletin hukuk mekanizmasını kullanarak onunla mücadele etmeyi seçmişti. Kendisinin de maruz kaldığı işkencelerin yanı sıra faili "meçhul" cinayetlerin, köy boşaltmaların/yakmaların kısacası sömürgeciliğin Kürt Ulusuna reva gördüğü tüm haksızlıkların, katliamların ve işkencelerin hesabını hukuk yoluyla sormak için çabalıyordu. Özellikle toplu mezarların bulunup açılması, ve faillerinin yargı önüne çıkarılmasında önemli bir emeğin sahibiydi.
       Devlet ve devlet yanlıları hala yaptıklarının ayırdında değilmişçesine cinayetin PKK'den kaynaklandığını ispatlama derdine düşmüş durumdalar. Bir an için onların tüm iddialarının doğru olduğunu varsayalım. Tahir Elçi'nin bulunduğu sokaktan kaçanlar onların söylediği gibi PKK, ya da ona yakın bir grubun insanları olsun, hatta Tahir Elçi bu kaçan insanların silahından çıkan bir mermi ile yaşamını yitirmiş olsun. Dicle Haber Ajansı'nın çektiği görüntülerde bu insanların kaçarken silahlarını kullanmadıkları açıkça görülüyor olmasına rağmen varsayalım öyle olsun. Peki bu çatışmalı ortamı yaratan kim? Çözüm süreci masasını deviren, süreci "yok" ilan eden ve çatışmaları başlatan kim? Tahir Elçi'nin basın açıklaması yapmasına neden olan çatışmalar bundan altı ay önce yokken, niye şimdi var? Tüm bunları bir araya getirdiğimizde milyonlarca insanın kafasını bulandırmak için tüm enerjilerini ortaya koyan soytarılar sürüsünün yaldızlı yalanları birer birer dökülecektir. Ve gerçek, tüm çıplaklığıyla karşımıza çıkacaktır: Tahir Elçi'yi Devlet Öldürdü.
       Haziran seçimleriyle boyutlanan, Kasım seçimlerinin ardından ise kelimenin tam anlamıyla ipten kazıktan kurtulan katiller sürüsü ve onların patronlarının bu saldırıları, katliamları bitmeyecek. Dış politikada bütün kartlarını IŞİD'e oynadığı için, sürekli kaybetmeye mahkum olan hükûmet, uğradığı tüm yenilgilerin hıncını bizden; Kürt Ulusundan ve devrimcilerden çıkarmaya devam edecek. Suruç ve Ankara Katliamı bunun ilk adımlarıydı. Tahir Elçi'nin katli, sürece yeni bir halka olarak eklendi.
        IŞİD katlettiği birkaç ABD vatandaşı esiri saymazsak hiçbir zaman ABD ve İsrail'i doğrudan hedef alan bir eylem yapmadı (hatta Hizbullah sözkonusu olduğunda İsrail ile ortak düşmana sahipler). AB ülkeleri ise Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı "şu mültecileri durdurun da ne isterseniz yapın" noktasındalar. Bu durum, herhangi bir ciddi dış baskının en azından kısa vadede işe yaramayacağını, hatta hiç gerçekleşmeyeceğini açıkça ortaya koyuyor. İktidardakiler de bunun farkında. Kısacası AKP hükümetinin katliamlarını sürdürmesinin önünde hiçbir engel yok. Bizlerden başka.
       12 Mart sonrasının devrimcileri o günleri şöyle anlatır: "Artık cenaze kaldırmaktan bıkmıştık". Tarihten öğrenmek için daha fazla düşünmeye, tartışmaya gerek yok. Bu gidiş durdurulacak.
       Kimse tutup da devlet bu savaşı tırmandırma sürecini ne kadar sürdürebilir ki diye ellerini bağlamayı düşünmesin. Bu süreç, devletin insafına bırakılacak bir süreç değildir. Bizler onu yıkmadığımız sürece bu devlet, kan dökmeye ve can almaya doymayacaktır.

 

Aziz Güler'in Cenazesi Türkiye'de

       Tüm dünyanın başına bela olan faşist IŞİD çetelerine karşı Kürdistan'ın Rojava parçasında savaşırken 21 Eylül günü mayın patlaması sonucu hayatını kaybeden Birleşik Özgürlük Güçleri komutanlarından Aziz Güler'in cenazesinin Türkiye'ye girişine 59 gün boyunca izin verilmedi. Acıyla ve sabırla direnişlerini sürdüren Aziz'in ailesi ve yoldaşlarının direnci nihayet 20 Kasım günü sonuç verdi ve Aziz Güler'in Cenazesi Türkiye'ye getirildi.
       İcad ettiği bu yeni işkence yöntemiyle, cenazeleri ailelerine vermeyerek İsrail'e örnek olan TC, daha sonra da gerilla mezarlıklarını bombalayarak İsrail'in bile cesaret edemediği yeni yeni işkence yöntemleri geliştirdi. Ama tüm bu işkenceler halklarımızın direnişlerini kıramadı, kıramayacak da...
       Aziz Güler'in cenazesi, aynı gün akşam saatlerinde uçakla doğum yeri olan İstanbul'a getirildi. Bürokratik işlemlerin tamamlanmasının ardından saat 23.00 sıralarında teslim alınan cenazeyi havaalanında "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganıyla karşılayan Aziz'in ailesi ve yoldaşları, devrimci dostları, uzun bir konvoy oluşturarak cenazeyi Gazi Mahallesine götürdü. Aziz Güler'in cenazesini karşılayanlar arasında Haziran ayında Rojova'daki devrimci savaşta yitirdiğimiz Mahir Arpaçay Yoldaşımızın ailesi de vardı.
        Gazi Mahallesinde Aziz Güler'i karşılamak için bekleyen kitle kızıl bayrakları, meşaleleri, pankartları ve gür sloganlarıyla yoldaşlarını bağrına bastı. Burada yapılan saygı duruşunun ardından kitle sloganlar eşliğinde Gazi Cemevine doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüşte Aziz Güler'in yanı sıra Mahir Arpaçay ve Bedrettin Akdeniz'in de resimleri taşındı. "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Aziz Güler Ölümsüzdür", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Şehid Namırın", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak", "Yaşasın Birleşik Özgürlük Güçlerimiz" sloganlarının atıldığı yürüyüş, Gazi Cemevinde son buldu. Burada alkışlar eşliğinde arabadan alınan cenaze cemevinin morguna kaldırıldı. Daha sonra yapılan konuşmalarda devrimci mücadelede yitirdiğimiz canlarımıza yenilerinin ekleneceği, ama insanlığın özgürlük yürüyüşünün asla durdurulamayacağı vurgusu yapıldı. Burada "Bedrettin, Mahir, Aziz, Sürüyor, Sürecek Mücadeleniz" sloganı da atıldı. Burada açılan taziye çadırının cenaze kaldırılana kadar burada kalacağı da belirtildi.
       Aziz Güler'in cenazesi 22 Kasım Pazar günü saat 13.00'te Gazi Cemevinden alınarak Gazi Mezarlığında toprağa verilecek. Tüm halkımızı bu yiğit devrimcinin cenazesine çağırıyoruz.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Ankara'da Yitirdiğimiz Neferlerimiz İçin Anma Etkinliği

       Emek ve Özgürlük Cephesi olarak 18 Ekim Pazar günü İstanbul Avcılar Kemal Bozan Kültür Ve Sanat Merkezi'nde Ankara katliamında yitirdiğimiz siper yoldaşlarımızı, mücadelelerini andık.
       Çok önceden belirlediğimiz ve birkaç defa ertelemek zorunda kaldığımız 12 Eylül Anneleri Belgesel gösterimini Ankara katliamı nedeniyle yitirdiğimiz canlarımıza atfen gerçekleştirdik.
       Anma ve belgesel gösterimine; HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan, 12 Eylül anneleri (rahatsızlığı nedeniyle daha önceki etkinliklerimize katılamayan Tamer Arda'nın annesinin ve teyzesinin aramızda olması bizi ayrıca çok onurlandırdı), Rojava'da ölümsüzleşen yoldaşımız Mahircan Arpaçay'ın babası Necefkulu Arpaçay, Suruç Katliamında yitirdiğimiz Uğur Özkan'ın babası Mehmet Özkan, Ankara Katliamında ölümsüzleşen İnşaat İşçileri Sendikası Örgütlenme Sekreterei Serdar Ben'in ağabeyi Ali Haydar Ben, 19 Aralık hapishaneler katliamında ölümsüzleşen Alp Ata Akçayöz yoldaşımızın annesi Günay Akçayöz, Suruç Aileleri Dayanışma İnisiyatifi adına Süleyman Başer, Cumartesi insanlarından gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren'in kardeşi İkbal Eren, Emekliler Dayanışma Sendikası Genel Başkanı Mahinur Şahbaz, Avcılar Firuzköy HDP'den, Avcılar Halkevinden ve çeşitli demokratik kitle örgütlerinden dostlarımız ile Kültür ve sanat merkezini etkinliğimize açan Erhan Bozan katıldı.
        Dostlarımızı Ruhi Su ve Dostlar Korosu'nun yıllar önce seslendirdiği "Bu Meydan Kanlı Meydan (Ellerinde Pankartlar)" ezgisi ile karşıladık...
        Anma ekinliğimiz 9 Ekim 1967'de katledilen önderlerimizden Ernesto Che Guevera şahsında tüm devrim ve sosyalizm mücadelesinde ölümsüzleşenler için bir dakikalık saygı duruşu ile başladı.
        Saygı duruşunun ardından Emek Ve Özgürlük Cephesi'nin Ankara Katliamı sonrasında yaptığı açıklama (sitemizde bu haberden sonra yer alan metin) okundu. Daha sonra HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan konuşmasını yaptı. Hesabı sorulmayan katliamların yeni katliamlar için zemin hazırladığı vurgusunu yaptığı konuşmasında bundan 100 yıl önce kendisinin de mensubu olduğu Ermeni halkına yapılan katliamın, bunun en başta gelen örneklerinden olduğunu belirtti. 7 Haziran seçimleriyle yeşeren umudun kanla boğulmaya çalışıldığını vurgulayan Garo Paylan, buna izin vermeyeceklerini de söyledi. Barış ve mücadele vurgusu yapan Paylan'ın ardından Ankara Katliamında yaşamını yitiren İnşaat İşçileri Sendikası'ndan Serdar Ben'in ağabeyi Ali Haydar Ben söz aldı.
        Etkinlikte Ruhi Su Dostlar Korosu'ndan Ümran Serhan Ruhi Su ezgilerini enstrümansız, salonda bulunan dostlarımızla birlikte seslendirdi, Ahmet Arif'ten şiirler okudu. Sözleri Berthold Brecht'e ait "Kaldırmadıkça Başlarınızı, Sefaletiniz Bitmez" şarkısı ve "O Vay Beni Ağlarım" ağıdını okuyan sanatçı, sanatın ölümsüzlüğünü bir kez daha duyumsattı.
        Etkinliğe son anda elinde olmayan sebeplerden dolayı katılamayan Berkin Elvan'ın babası Sami Elvan ve annesi Gülsüm Elvan mesajlarını ilettiler.
       Daha sonra Cumartesi insanlarından gözaltında kaybedilen Hayrettin Eren'in kardeşi İkbal Eren söz aldı. Ermeni, Roboski, Reyhanlı, Kızıldere ve son olarak Ankara katliamının da gösterdiği gibi, devrimci önderlerin "devrim yolu engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır" sözlerinin bir bir gerçekleştiğini, bu engelleri aşa aşa ilerleyeceklerini, bu yolda yitirdiklerimizi anısına sahip çıkıp asla bağışlamayacağımızı, unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı söyledi.
       Rojava'da 21 Eylül'de ölümsüzleşen ve cenazesi hala faşist TC tarafından Türkiye'ye girişine izin verilmeyerek ailesi ve yoldaşlarına teslim edilmeyen siper yoldaşımız BÖG Komutanı Aziz Güler'in kardeşi Umut Güler'in yazılı gönderdiği mesajı kürsüden okundu. Mesajında AKP iktidarıyla yönetilen TC'nin zalimlikte İsrail'e örnek olduğunu, TC'nin ardından İsrail'in de katlettiği Filistinlilerin cenazelerini ailelerine vermemeye başladığını söyleyen Umut Güler, mücadele ve dayanışma duygularını paylaştı.
        Ardından söz alan Rojava'a şehit düşen Mahircan Arpaçay'ın babası Necefkulu Arpaçay'ın konuşması salonda büyük alkış aldı. Mücadele coşkusunu arttıran, heyecanlandıran bir konuşmaydı... Daha kendi acısını yaşarken, Suruç katliamının yaşandığını, orada ölümsüzleşenleri konuşurken ardından Ankara Katliamının geldiğini söyleyen Necefkulu Arpaçay, kod adı Tamer Arda olan oğlu Mahir'in ardından bir torununun, bir yeğeninin daha gelmekte olduğunu, yeni mahirlerin yetişmekte olduğunu söyleyerek tüm devrim şehitlerini selamladı. Konuşmasının ardından sahneden inerken Tamer Arda'nın anne ve teyzesinin Necef abimizi durdurarak sarılmaları, Uğur Özkan'ın babası Mehmet amcamızın kucaklaşması izleyicileri duygulandıran anlardı... Necefkulu Arpaçay'ın konuşma videosunu izlemek için burayı tıklayın.
        Yine her etkinliğimizde bizleri yalnız bırakmayan şair Keremo Kürtçe şiirlerini bizlerle paylaştı.... Her zamanki gibi dinleyicileri derinden etkiledi...
       Suruç Katliamında yaşamını yitirenlerin ailelerinden Kerem Özkan söz aldı daha sonra. Kerem Özkan'ın konuşmasından sonra Ankara Katliamında kızı ile birlikte yaralanan ve hala hastanede tedavisi devam eden hasta tutsak Erol Zavar'ın eşi sevgili Elif Zavar, bir gün öncesinden ziyaret ederek çektiğimiz video kaydı ile salondaki kitleye seslendi. Bu bombayla bizi parçalamak isteyenlere inat daha çok birlik olacağız diyen Elif Zavar, birlik- dayanışma- mücadele- barış çağrısını yineledi. Elif Zavar'ın görüntülü mesajını izlemek için burayı tıklayın.
       Daha sonra Suruç Dayanışması adına söz alındı. Aramıza sağlık sorunu nedeniyle katılamayan 12 Eylül Annelerinden ve İHD kurucularından Şükriye Nazari'nin gönderdiği, kürsüden okunan yazılı mesajında Devrimci Kurtuluş mücadelesine ve Didar Şensoy (Didar ablamıza) yapılan vurgular öne çıktı. Salon mesajı alkışlarla selamladı. Yine sağlık sorunu nedeniyle etkinliğimize katılamayan 12 Eylül Annelerinden Nedime Çevik'in sözlü mesajını kızı Alev Çevik salondaki katılımcılara iletti...
        Tüm mesaj, konuşamalar, şiir ve ezgilerin ardından 12 Eylül Anneleri Belgesel gösterimi yapıldı. Belgesel Yönetmenlerinden Memik Horuz gösterim sonrası tüm anneleri sahneye davet etti ve anneler sahnede duygularını paylaştı izleyicilerle. Ardından belgesel üzerine kısa bir söyleşi gerçekleşti. Oldukça verimli önerilerin ifade edildiği, paylaşıldığı söyleşi sonrası Devrimci Kurtuluş marşı ile etkinlik sona erdi.
        Üç saat ara vermeden gerçekleştirdiğimiz anmayı sonuna kadar izledikleri ve aslında bizi değil Ankara katliamında yitirdiğimiz canlarımızı, onların mücadelesini yalnız bırakmayan tüm dostlarımıza teşekkür ediyoruz.
        Yüreklerinizi yüreğimize, omuzlarınızı omuzlarımıza yasladığınız için, sıkılı yumruklarımızla acımızı da öfkemizi de bizimle paylaşıp, birleştirdiğiniz için teşekkür ediyoruz... Özgür yarınlara giden yolda daima hep birlikte... dostça, yoldaşça...
        Fotoğraflar için sevgili Ömür Eğribel dostumuza ayrıca teşekkür ediyoruz....

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Barış İsteyen, Onurlu İnsanlar Seni Döktüğün Kanda Boğacak
Unutmayacağız, Unutturmayacağız,
Asla Affetmeyeceğiz!

       DİSK, KESK, TTB ve TMMOB’nin çağrısıyla düzenlenen barış mitinginde patlatılan bombalar ile halkların- emekçilerin barış demokrasi ve özgürlük taleplerine saldırılmıştır.
        Bir kez daha görüldü ki bir yanda inadına barış ve diğer tarafta inadına kan diyenler var!
        Türkiye ve Kürdistan’da ortamı terörize ederek; halkı baskı ve korkuyla yıldırarak siyaseti dizayn etmeye çalışan egemen güçler daha önce de aynı senaryoyu Diyarbakır mitingi ve Suruç Katliamında denediler.
        Hiç kuşku yok; Suruç'un ve Diyarbakır’ın failleri kimse Ankara katliamının da faili odur, bu organizasyonların sorumlusu Saray’dır!
        Ey diktatör bilesin ki; katliam yaparak Sarayını koruyamayacaksın!
        Ey diktatör bilesin ki; senin zulmünü özgür bir gelecek için mücadele edenler bitirecek!
        Ey diktatör bilesin ki; son sözü direnenler söyleyecek, faşizm yenilecek!
        Emek Ve Özgürlük Cephesi olarak barış mitingine yapılan saldırıyı lanetliyor, tüm halkımızı özgür yarınlar için bu faşist saldırı ve provokasyonlara karşı mücadele etmeye çağırıyoruz.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Seçim ve Tavrımız

       Yeni bir seçim süreciyle karşı karşıyayız. Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu'da çelişki ve çatışmaların yoğunlaştığı, tüm bu çelişki ve çatışmaların günlük yaşamda derin izler bıraktığı bu süreçte, AKP ve Sarayın dayatmış olduğu yeni seçim son derece önemlidir. Bu açıdan bir kez daha doğru devrimci bir tutum almak zorunludur.
       İşçiler, Emekçiler, Kadınlar, Öğrenciler, Tüm Ezilenler;
       Yeni-sömürge ülkemizde, 1980'den bu yana kapitalist sömürü, neo-liberal politikalar temelinde yürümüş; ancak AKP elinde bu sömürü politikaları kendi sınırlarını tüketmiştir. Bu açıdan, çıplak sömürü eşliğinde işsizlik, kitlesel yoksulluk, geleceğe güvensizlik yoğunlaşmış, sınıfsal ve toplumsal farklılık derinleşmiş, işçi sınıfı ve emekçi halklara, örgütsüzlük dayatılmıştır. Başta Kürt Ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere, tüm demokratik sorunlar inkar ve baskıyla yok sayılmış, hak ve özgürlük arayışları baskı ve katliamla bastırılmaya çalışılmıştır.
       Sömürge tipi faşizm, Kemalizm'in tüm gerici, baskıcı yanlarına dayanarak, emperyalizm ve tekelci sermayenin elinde yeniden ve yeniden biçim almıştır. İçte sömürü ve baskı, tüm demokratik hak ve özgürlüklerin inkarı; dışta başta Ortadoğu olmak üzere halklara karşı savaş ve işgalin birer parçası olmak oligarşinin ana yönelimi olmuştur.
       AKP, hem içte hem de dışta tükenmiştir. İçte talan ve yağma düzenini sürdürmüş, kentleri, doğayı, kültürel kazanımları yağmalamış, dışta emperyalizme bağlılık, özellikle Ortadoğu'da halklara karşı savaşta en önde yer almaya kadar uzanmış, denizlerimizde yoksul mülteci çocuk cesetleri, yollarda mülteci dramları günlük yaşamın parçası olmuştur.
       Burjuva alanda ciddi bir alternatifi olmayan AKP, ilk büyük darbeyi Haziran Halk Direnişiyle yaşamış; özel savaşın tüm yalan aygıtları kullanılmasına rağmen gerçekler tarihte yerini almıştır.
       AKP ve oligarşinin Kürt özgürlük mücadelesi karşısında tüm kırmızı çizgileri yok oldu. Rojava Devrimini bastırmak ve sömürge savaşını Rojava'ya taşımak için Başta IŞİD olmak üzere örgütleyip beslediği çeteleri Kürt halkının üzerine gönderdi; ama bütün kirli hesaplar Kobani direnişiyle yerle bir oldu.
       Haziran ve Kobani direnişine eklenen yeni halka 7 Haziran seçimleridir. 7 Haziran seçimlerinde sol ve devrimci hareketin önemli bir kesimiyle ittifak kurarak oluşturulan Halkların Demokratik Partisi, Kürdistan'da AKP ve diğer tüm burjuva partilerini yenilgiye uğrattı; Türkiye'de ise demokrasi mücadelesi için yeni bir soluk oldu. İşte bunu hazmedemeyen, korku ve panik içindeki Saray ve AKP, bir yandan, daha önceden hazırlanan yeni bir savaş konseptini Kürt halkı ve özgürlük hareketine, sol ve devrimci harekete dayattı. Özel savaşın tüm kirli argüman ve aygıtlarını devreye soktu; diğer yandan bu ortamda hiçbir kural, yasa tanımadan, yeni bir seçimi gündemleştirdi.
       AKP sözde ifade ettiği "demokrasi ve özgürlük" söylemini çoktan unuttu; ırkçı ve şovenist söylemi dilinden düşürmez oldu. Hedefine Kürt özgürlük hareketini ve devrimci hareketi koydu, yalan ve demagoji pompalandı, kendine bağlı havuz medyası, oligarşinin tüm kurumları özel savaşın hizmetinde saf tuttu. Kitlesel tutuklamalar, sınır içi ve dışı operasyonlar yoğunlaştı. Ormanlar ateşe veriliyor, dağlar bombalanıyor, halkın inançlarına, kutsallarına, mezarlarına vahşice saldırılıyor. Silvan'dan Diyarbakır'a, Cizre'den Beytüşşebap'a kentler harap edilip halka açık savaş açıldı. Neredeyse her sabah katliamlara uyanır olduk. Çocukların cenazeleri kokmasın, çürümesin diye annelerinin elleriyle buzdolaplarında muhafaza edildi. Bu acılar öfkemizi bilerken sabrımızı da zorladı.
       Ve AKP tüm bu yaşanan vahşeti dünyaya duyurmaya ve halkın doğru haber alma hakkını yerine getirmeye çalışan başta Kürt basını olmak üzere basın emekçilerini ve olayları yerinde inceleyip raporlarla kamuoyuna doğru bilgi veren insan hakları savunucularını da hedef tahtasına koydu.
       Halkımız;
       Tükenen sadece devlet partisi AKP değil, tüm burjuva/devlet partileridir. AKP'den CHP'ye, MHP'den diğer burjuva partilere tüm partiler düzen ve devlet partisidir. Neo-liberal sömürü politikalarının tümden iflas ettiği, bu politikaların sınıf mücadelesinde yeni imkan ve savaşım biçimleri ortaya çıkardığı, oligarşinin sınır ve kural tanımaksızın ideolojik, politik, hukuki, askeri saldırılarının yoğunlaştığı, toplumsal ve kültürel ilişkilerin bu temelde yeniden kalıba döküldüğü, sürekli faşizmin "tek kişi" temelinde yeniden biçim aldığı bu dönemde, "ara yol" yoktur. 7 Haziran'dan bu yana yaşanan süreç bir kez daha gösterdi ki, tek yol devrimdir; kurtuluş halk devrimindedir. Bu kapsamlı saldırılar karşısında bize düşen birleşmek, direnmek, Sarayı, AKP'yi ve mevcut düzeni yıkmaktır.
       Demokrasi ve devrim kavgasında Kürt halkının mücadelesi Türkiye halklarının mücadelesinin stratejik ittifakıdır. Demokrasi mücadelesinde Kürt ulusunun özgürlük talebi ve kavgasını atlanarak hiçbir demokratik kazanım elde edilemez. Emek ve özgürlük kavgasıyla Kürt ulusunun özgürlük kavgası iç içedir, bunlar kopmaz bağlarla birbirine bağlıdır. Bununla birlikte, bu kapsamlı saldırı karşısında, emek ve özgürlükten yana güçlerin birliği zorunludur. Bu açıdan, aynı ideolojik düzlemde olanların parti birliğinde, devrimcilerin cephe birliğinde, halkların eşitlik ve mücadele birliğinde yan yana gelmesi zorunludur. Bu sadece stratejik değil dönemsel de bir ihtiyaçtır.
       O Halde;
       Devrimci sosyalist hareket; kendi yolunda kendi ayakları üzerinde yürürken, AKP ve Sarayın dayatmış olduğu seçimin üzerinden atlamayacaktır. Bir yandan Halk devrimi programımızı bir bayrak gibi yükseklerde taşıyacak, halklara ulaştıracak, dönemsel görevlere sahip çıkacak ve yeni adımlar atacaktır. Diğer yandan, AKP ve Sarayın saldırılarını geriletmek, Türkiye halklarının demokrasi mücadelesine, Kürt ulusunun özgürlük kavgasına güç vermek, Türkiye ve Kürdistan halkları arasında barış ve eşitliği sağlamak için tüm burjuva partiler karşısında Halkların Demokratik Partisi'ni destekleyecektir.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Bir Yiğit Özgürlük Savaşçısı Daha Ölümsüzleşti

       Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı Aziz Güler (Rasih Kurtuluş), 21 Eylül günü IŞİD çetelerine yönelik düzenlenen operasyonda mayının patlaması sonucu şehit düştü.
        Mahir Arpaçay, Bedrettin Akdeniz, Serkan Tosun, Sarya Bulutların devrimci enternasyonalist bayrağını düşürmeyerek DAİŞ çetelerinin kalelerine diken, Ortadoğu Devriminin harcını kanıyla sulayan Aziz Güler yoldaş, Türkiye ile Kürdistan halkları arasında yıkılmaz bir köprü kurmuştur.
        Çağının devrimci görevini başarıyla tamamlayan Aziz Güler yoldaş, Kobane'de yürütülen şehir savaşında tek bir sokağı teslim etmemek için göğüs göğüse çarpışmış, Serekaniye'yi özgürleştirme hareketinde yer almıştır. Şehit Rubar Qamışlo hamlesinde en ön safta savaşmıştır.
        Başta yoldaşları, ailesi, arkadaşları olmak üzere Türkiye ve Kürdistan halklarımızın başı sağolsun. Anısını mücadelemizde yaşayacağız.

       Aziz Güler Ölümsüzdür,
       Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ - BARİKAT DERGİSİ- GENÇLİK CEPHESİ

Birleşik Özgürlük Güçleri Karargah Komutanı Aziz Güler Şehit Düştü

       Rojova Devrimini savunmak için gönüllü olarak savaşa katılan, Birleşik Özgürlük Güçleri Karargah Komutanı Aziz Güler (Rasih Kurtuluş), 21 Eylül 2015 günü, IŞİD çetecilerinin döşediği bir mayının patlaması sonucu şehit düştü. Konuya ilişkin olarak Birleşik Özgürlük Güçleri'nin yaptığı açıklama şöyle:
       “İşçi sınıfına, emekçilere, ezilenlere, halklarımıza…

       “Birleşik Özgürlük Güçleri Rojava Komutanı Rasih KURTULUŞ mücadelemizde yaşayacak!

       “Birleşik Özgürlük Güçleri Rojava Karargâhı Komutanı Aziz Güler (Rasih Kurtuluş) yoldaş 21 Eylül tarihinde, Birleşik Özgürlük Güçleri tarafından DAİŞ çetelerine yönelik düzenlenen operasyon sırasında çetelerin yerleştirdiği mayının patlaması sonucunda şehit düşmüştür. Başta ailesi olmak üzere, işçi sınıfının, ezilenlerin, Türk ve Kürt halklarının başı sağ olsun! Komutan Rasih Kurtuluş’un silahı silahımız, mücadelesi mücadelemizdir.

       “Komutan Rasih yoldaşa söz veriyoruz, kanın yerde kalmayacak, bayrağın yerde kalmayacak, silahın yerde kalmayacak! Komutan Rasih yoldaş mücadeleye üniversite yıllarında katılmış, başta öğrencisi olduğu Yıldız Teknik Üniversitesi olmak üzere ve tüm gençlik hareketinin önemli önderlerinden biri olmuştu. İşçi sınıfı ve ezilenlerin kurtuluşu için mücadelede her zaman en önde savaşmış, televizyon kanallarında hedef gösterilecek kadar oligarşiye korku salmıştı.

       “Halklarımız Komutan Rasih’i IMF barikatlarından, Dolmabahçe eylemlerinden, 1 Mayıs ve Tekel direnişlerinden ve Gezi Ayaklanmasından tanır. O tüm bu direnişlerde bir ÖZGÜRLÜK savaşçısı olarak en ön safta dövüştü. Komutan Rasih yoldaş, DAİŞ çetelerine karşı yürütülen savaşın öncüsü olarak, Kobane’de şehir savaşında, Serekaniye’yi özgürleştirme hareketinde ve Şehit Rubar Qamışlo hamlesinde her zaman en önde savaştı. Şehit Bedreddin Akdeniz’den ve Şehit Mahir Arpaçay’dan aldığı bayrağı tereddütsüz bir şekilde taşıyarak bizlere devretti. Kobane savaş cephelerinde, AKP-DAİŞ çetesinin ‘Kobane düştü düşecek’ dediği günlerde, Komutan “Saatlerimizi devrime ayarlamalı, ayakkabılarımızın bağcıklarını sıkı bağlamalıyız” sözüyle, zafere ve devrime olan inancın cisimleşmiş haliydi.

       “Şimdi zaman, Komutan Rasih yoldaşı, onun zafere ve devrime olan inancını aynı bağlılık ve kararlılıkla sokaklara çıkma ve şehidimizi sahiplenme zamanıdır.

       “Şimdi görevimiz binlerce Rasih olup, zulmün üstüne yürümektir! Selam olsun şehitlerimize!

       “Aziz Yoldaş Ölümsüzdür!

       “Yaşın Devrim, Yaşasın Sosyalizm!”

 

Mahir Arpaçay Yoldaşımızı Sonsuzluğa Uğurladık

       2 Haziran'da Rojova'nın Cizire Kantonu, Nestel Köyü'nde IŞİD ile girdiği çatışmada yaşamını yitiren Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı Mahir Arpaçay Yoldaşımızın cenazesi 10 Haziran Çarşamba günü düzenlenen bir törenle toprağa verildi. Mahir Arpaçay Yoldaşımızın cenazesi öğlene doğru Mardin'den hareket eden uçakla İstanbul Atatürk Havaalanına geldi. Buradan bir araç konvoyu eşliğinde alınan cenaze, namazın kılınacağı Halkalı Zeynebiye Camiine getirildi. Burada Caferi geleneklerine uygun olarak yapılan cenaze namazının ardından önce imam sonra da Şehidimizin babası Necefkulu Arpaçay bir konuşma yaptı. Cephede Tamer Arda adını aldıktan sonra onunla aynı ay içerisinde şehit düşmesine vurgu yapan konuşmasında baba Necefkulu Arpaçay oğluyla gurur duyduğunu bir kez daha belirtti ve şunları söyledi: "Mahir, IŞİD'e karşı savaşırken iki arkadaşını kurtarmak için kendisini ön cepheye attı ve iki kurşunla yaşamını yitirdi. Azeri halkı bizi kucakladığı ve yalnız bırakmadığı için teşekkür ederiz. Azeri halkının geçmişi matemle doludur. Tamer Arda benim önderimdi, oğlum da onun adını aldı. Onu da Haziran ayında kaybetmiştik"
       Daha sonra dini sloganların yanı sıra "Mahir Arpaçay Onurumuzdur", "Mahir Arpaçay Ölümsüzdür", "Katil IŞİD Hesap Verecek", "Yaşasın Halkların Kardeşliği" ve mahalledeki cemaatin o an geliştirdiği "Kahrolsun IŞİD, Kahrolsun Amerika", "Suriye IŞİD'e mezar Olacak" "Azeri Eğilmez, Mahirler Ölmez" sloganları ile naaş, cenaze arabasına yerleştirildi ve yola çıkıldı. Fatih Caddesine kadar kalabalık bir kortejle yapılan yürüyüşte yine sloganlar atılmaya devam etti. Burada "Mahir, Hüseyin, Ulaş, Kurtuluşa Kadar Savaş" sloganı da atıldı. Birçok ilçeden gelen otobüsler ve mahalleden kalkan otobüslerle kalabalık bir kitle bu şekilde Kayabaşı Mezarlığı'na doğru yola çıktı.
       Mezarlığa yaklaşık 200 metre kala uygun bir alanda araçlardan inen kitle, burada bir yürüyüş korteji oluşturdu ve buradan mezarlığa kadar sloganlarla yüründü. Mezarlıkta Mahir Yoldaşımızın cenazesi toprağa verilip dini tören tamamlandıktan sonra Mahir Arpaçay için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı ve sloganlar atıldı. Mahir Arpaçay'ın vasiyeti üzerine önce "Bir Oğul Büyütmelisin" şarkısı çalındı. Sloganlardan sonra Mahir Yoldaşımızın Annesi Yüksel Arpaçay'ın isteği üzerine Grup Yorum'un "Büyü" şarkısı çalındı. İlk olarak HDP temsilcinin yaptığı konuşmada Mahir Arpaçay'ın azeri kimliğine vurgu yapılarak, ortadoğudaki halkları birbirine düşman etme politikalarının boşa çıkarıldığına, Mahir Yoldaşın bunun en somut ve en güzel örneği olduğuna vurgu yapıldı.
       Daha sonra söz alan ve yaklaşık Mahir'den bir hafta önce şehit düşen Bedrettin Akdeniz'in annesi ise bugünün bir yas günü olmadığına vurgu yaptı. Ölülerin arkasından ağlanır, bizim evlatlarımız ölmedi, yaşıyorlar sözlerinin öne çıktığı konuşma kitleden büyük alkış aldı ve ardından "Bedrettin Akdeniz Ölümsüzdür", "Bedrettinden Mahire Sürüyor Mücadele" sloganları atıldı.
        Daha sonra Mahir Yoldaşımızın eniştesi onun için "Sen Ölmedin Yiğidim" şarkısını söyledi. "Cephe" Marşımızın da söylendiği mezar başındaki konuşmalar Emek ve Özgürlük Cephesi, SDP, Türkiye Gerçeği, ESP, TÖP-G adına yapılan açıklamalarla devam etti.
        Cenazeye Kaldıraç, BDSP, Alınteri, YAKAY-DER ve yine Rojova'da şehit düşen Niyazi Ağrınaslı'nın (Paramaz Kızılbaş) annesi Nuran Ağrınaslı ve daha bir çok devrimci, Mahir'in seveni ve yakını katıldı.
        Cenazenin ardından Mahir Yoldaşımızın ailesinin oturduğu Halkalı'daki Kamışlı Yöre Derneğinde verilecek yemeğe katılmak üzere yeniden yola çıkıldı. Aile, üç gün boyunca bu dernekte taziyeleri kabul edecek.
        Emek ve Özgürlük Cephesinin Cenazede Okunan Metnini ve Cenazenin Diğer Fotoğraflarını Görmek İçin Burayı Tıklayın.

Mahir Arpaçay Yoldaşımızın Babasının Kaleminden

       Değerli Dostlar
       Bugün bir genç fidanı daha toprağa verdik. Birçok anne ve baba gibi benim de canım yanıyor. Öte yandan çok gururluyum. Mahir gibi devrimcienternasyonalist bir oğlum oldu. Acım büyük ama gururluyum. Oğlum Mahir'in vurulduğunu duyduğumda ailem, dostlarım, yoldaşlarım yanımda oldular. Siz burada bulunan dostlar, yoldaşlar yanımdasınız. Hepinize teşekkür ederim.
       Sevgili yoldaşlar, oğlumun adı Mahir idi; Adını Mahir Çayan'dan almıştı. Oğlumun Mahir Çayan'ın çizgisinde bir devrimci olmasını istemiştim. Ve öyle de oldu. Adına yaraşır bir şekilde yaşadı ve Tamer Arda cesaretiyle çarpışarak toprağa düştü.
       Azeri halkının bir evladı olarak Kürt halkıyla, Kürt Özgürlük savaşçılarıyla Türkiye'li yoldaşları ile omuz omuza vererek çağın yeni vebası olan, halkların baş belasına dönüşen barbar DAİŞ çetelerine karşı savaşırken şehit düştü.
       Değerli dostlar,
       DAİŞ denilen faşist çete örgütü, uluslararası bir örgüt olup, sadece Kürt halkına karşı savaşmıyor, Ortadoğu'da kendisine biat etmeyen Kürt, Arap, Ezidi, Şii,Türkmen vb farklı olan kimlik ve inançlara sahip tüm halklara karşı son derece barbar yöntemlerle savaşmaktadır. Hiçbir insani kural tanımamaktadır. Kadın, çocukve yaşlı demeden boğazlamaktadır. Genç kadınları cariye yapmakta, pazarlarda satmaktadır.
       Bu anlamda Rojava 'da DAİŞ denilen faşist sürülerine karşı süren direniş, son derece tarihsel öneme sahiptir. Rojava ve özellikle Koba'nin kendisi Ortadoğu'nun Stalingrat'ıdır. Stalingrat'ların yaratılması büyük bedeller verilerek oluşmuştur. Bu güne dek nice genç insanımız toprağa düştü, düşüyor. Benim payıma da biricik oğlum Mahir oldu. Büyük şairin dediği gibi "günler ağır, günler ölüm haberleri ile geliyor". Acımız büyük, yaramız derin. Ama özgürlük bahşedilmiyor, tırnaklarla sökülüp alınıyor.
       Bu coğrafya devrimcilerin nice görkemli direnişine tanık olmuştur. Bunların hiçbiri boşa gitmemiştir, gitmeyecektir.
       Biricik oğlum Mahir'in şahsında Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya, Deniz Gezmiş, Mazlum Doğan ve tüm özgürlük savaşçılarının anısı önünde saygıyla eğiliyor, selamlıyorum.
       Siz dostlarıma, akrabalarıma, yoldaşlarıma bu acılı günde beni yalnız bırakmadığınız için, bana omuz verdiğiniz için teşekkür ederim.
       Hepiniz sağolun, varolun…

Mahir Arpaçay Yoldaşımız İçin Hack

       Rojova'da insanlık düşmanı IŞİD'e karşı savaşırken ölümsüzleşen Mahir Arpaçay Yoldaşımız için Alevi Hackers adlı bir grup tarafından T.C. İstanbul İl Dernekler Müdürlüğü Resmi Web Sitesi'nin duyurular sayfası (http://istanbuldernekler.gov.tr/duyurular.php) hacklenerek Mahir Arpaçay Yoldaşımızın resmi ve şu açıklama konuldu:
"MAHIR ARPACAY OLUMSUZDUR

GERICILERE KARSI SAVASIRKEN SEHID DUSEN YOLDAS MAHIR ARPACAYI SELAMLIYORUZ
YASASIN DEVRIMCI DAYANISMA
YASASIN SIPER YOLDASLIGI
SELAM OLSUN HALK KURTULUS MUCADELESI VERENLERE
OKMEYDANINDAN KOBANEYE DUSENE DOVUSENE SELAM OLSUN
SOSYALIST ALEVI HACKERS"

Mahir Arpaçay
Yoldaş'ımızın Annesinin Kaleminden...

       Mahircan Arpaçay Yoldaşımızın annesi, onun ardından duygularını bir mektuba döktü. Caferi inancının motiflerinin yoğun olarak yer aldığı bu mektubu yayınlamamız için bize ulaştırdığında mektubun ardından Grup Yorum'un iki şarkısının sözlerini de eklememizi istedi. Mektubu olduğu gibi aktarıyoruz.

      " Ben kendini zulüme, işkenceye karşı feda eden adı güzel, kendi güzel Mahircan'ın annesiyim.
       Oğlum daha yirmi üçüne tam girmedi, doğum gününü toprak kutlayacak.
       O kendini 14 masuma, çöllerde şehit düşen masumlarına layık gördü.
       O kendini eli kına görmeyen Kasım'a layık gördü. Kendini çöllerde yiğitlerini bekleyen Zeyneb'e borçlu, Rugeyye'ye borçlu bildi, onların tattığı, içtiği güzel şerbeti içti.
       Tüm dünya ve Türkiye; benim yavrum da onlar gibi çölde şehit suyu içti, çok gurur duyuyorum çünkü o kendini dünyaya, özel olarak mazluma adadı. Her insana, her anaya babaya, bacıya nasip olmazdı. Oğlumla, yiğidimle gurur duyuyorum.
       Kendi her ne kadar özel ise arkadaşları benim yanımda özel ve değeri biçilmezdir.
       Şimdi şehidimi, o dünyada Hz. Fatma gibi özel bir anaya, Yezidin karşısında dik duran Hz. Zeyneb'e onun gibi eli kına görmemiş Kasım'a emanet ediyorum. Benim fidan boylum anasını incitmeyen oğlum Mahir'im yiğidim aslanım...
       Mahirimin arkadaşları yandaşları, siz Mahirimin, benim misafirimsiniz ve başımın üstünde yeriniz var. Mahir olmadanda sizinle sofra kurar otururum, çünkü siz onun emanetisiniz. Aslandı mertti, kaya gibi sertti benim yavrum, ciğer parem, mazlumun ve ezilenin yanında yan yana omuz omuza yer aldı. Gözbebeğimdi benim herşeyimdi.
       Uyuda büyü yavrum benim. Kendi küçük yüreği büyük adam, büyük yavrum, seninle gurur duyuyorum."

Mektubun orjinal halini görmek için burayı tıklayın


Oğula Ağıt (Binbir Çileyle)

Binbir çileyle büyüttüm oğlumu
Yemedim yedirdim bu güne getirdim
Cesurdu mertti kaya gibi sertti
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu

Beni kınama ardımdan ağlama
Ne yaptımsa bilki halkım için derdi
Aslan gibiydi sözünün eriydi
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu

Yaşlı gözlerle beklerdim yolunu
Oğlum ya giderde dönmezse diye
Göz bebeğimdi benim her şeyimdi
Bir gün geldi ki vay vay
Vurdular O'nu

BÜYÜ
büyü de baban sana
büyü de büyü
acılar alacak yokluklar alacak
büyü de baban sana

büyü de baban sana
büyü de büyü
bitmez işsizlikler açlıklar alacak
büyü de baban sana

büyü de baban sana
büyü de büyü
baskılar işkenceler kelepçeler gözaltılar
zindanlar alacak

büyü de baban sana
büyü de büyü
büyüyüp de on yedine geldiğinde baban sana
idamlar alacak

 

Mahircan Arpaçay
Yoldaş Ölümsüzdür!

       Birleşik Özgürlük Güçleri Savaşçısı Mahir Arpaçay Yoldaş Ölümsüzdür!
       Mahir Arpaçay (Tamer Arda) Yoldaşımızı 2 Haziran 2015 günü IŞİD’e karşı vermiş olduğu mücadelede yitirdik. Rojova’nın IŞİD’den temizlenmesi operasyonu çerçevesinde Cizire Kantonu’nun Serekaniye Cephesinde, Nestel Köyünde bir eve gizlenen IŞİD’lilerin açtığı ateş sonucu aldığı iki mermi yarası ile yaşamını yitiren Mahir Yoldaş, 5 Temmuz 1993’te İstanbul’da dünyaya geldi. Hayata gözlerini açtığında babası THKP/C MLSPB davasından cezaevindeydi. Ancak 9 yıl sonra birbirlerine kavuşabildiler.
       Zincirlerinden başka kaybedecek birşeyi olmayan bir ailedendi Mahir. Sınıf bilinciyle genç yaşlarda tanıştı. İlk olarak SDP saflarında örgütlü mücadele ile tanışan Mahir Yoldaş, daha sonra Devrimci Sosyalist Hareketimizin saflarında mücadelesini sürdürdü. Birleşik Özgürlük Güçleri saflarında Kobane Direnişine katıldı. Kobane Zaferinin ardından Rojova’nın tamamının IŞİD mikrobundan temizlenmesi için savaşımını sürdürdü. Bedrettin Akdeniz’in ardından Birleşik Özgürlük Güçlerinin ikinci şehidi olarak ölümsüzleşti.
       Serpil Polat'tan devraldığı enternansyonalizm bayrağını Devrimci Sosyalist Hareketimize yakışır biçimde taşıyan Mahir Yoldaş, bizlere mücadelesini miras bıraktı. 21 yıllık kısacık yaşamına yeryüzündeki tüm insanlığa umut aşılayan Kobane Zaferini sığdırmayı başardı.
       Umudun, direnişin, kavganın ve zaferin ancak savaşılarak üretilebileceğinin, yaşanabileceğinin ve yaşatılabileceğinin somut bir ifadesidir Mahir Yoldaş. Eline silah değmeden, kan görmeden devrimcilik yapabileceğini zannedenlere verilmiş ağır bir cevaptır onun hayatı. Paramaz Kızılbaş'ın, Serkan Tosun'un, Coşkun İnce'nin, Kader Ortakaya'nın, İvana Hoffmann'ın ve daha bir çok enternasyonalist devrim şehidinin yanındaki, onurlu, mütevazı yerini almasını bilmiştir.
       Onu katledenler Mahir Çayan'ı ve yoldaşlarını öldürdüklerinde de "bitti" dediler, Tamer Arda'nın yaralı gövdesine şarjör boşalttıklarında da "bitti" dediler, 19 Aralık 2000'de de "bitti" dediler… Ama hep yanıldılar. Çoğlarak geldik dikildik karşılarına. Yine dikileceğiz. Binlerce, milyonlarca Mahir Arpaçay olup yürüyeceğiz düşmanın üzerine. Her yerde ve her zaman. Hep bizimle olacak Mahirimizin gülüşü.
       MAHİRCAN ARPAÇAY YOLDAŞ ÖLÜMSÜZDÜR!
        YAŞASIN DEVRİMCİ KURTULUŞ MÜCADELEMİZ!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

        Mahircan Arpaçay ile ilgili Birleşik Özgürlük Güçleri'nin yaptığı açıklama ise şöyle:


        Devrim şehitleri ölümsüzdür! An Serkeftin, An Serkeftin

        Birleşik Özgürlük Güçleri savaşçısı Mahir Arpaçay (Tamer Arda) yoldaş dün (02.06.2015) saat öğlen 12.00 sularında YPG’nin Cizire Kantonu’nun Serekaniye cephesinin başlatmış olduğu Şehit Rubar hamlesine bağlı olarak Nestel Köyü’nün özgürleştirilmesi operasyonunda DAİŞ çeteleriyle girilen çatışmada vücuduna isabet eden iki mermi sonucu ölümsüzleşmiştir.

        Başta ailesi olmak üzere tüm yoldaşlarının, kurtuluşu uğruna canını ortaya koyduğu işçi sınıfı ve ezilen halkların başı sağolsun! Mahir yoldaşa sözümüz olsun her geçen gün kavgayı dahada büyüterek hesabını kat be kat fazlasıyla soracağız.

        Daha geçen hafta Bedrettin yoldaşımızı toprağa verdik. Komutanımıza hesabını soracağımıza dair söz verdik! Mahir yoldaş da verdiğimiz sözü tutmak için, şehidimizin hesabını sormak için düşmanın üstüne en önde gidenlerdendi. O da tıpkı komutanı gibi Kobane cephelerinde kahramanca savaşmış bir çok zorlu görevin altından başarıyla kalkmış ve sonuç olarak yine pratiğine yakışır bir biçimde kahramanca vuruşarak şehit düşmüştür.

        Mahir Arpaçay yoldaş genç yaşında enternasyonalist komünist değerlere sahip çıkmış ezilen Kürt halkının yanında olmayı görev bilmiş bu kararlılıkla Kobane’ye geçerek BÖG saflarında savaşa dahil olmuştur. Burada Tamer Arda adını almış daha sonra da BÖG savaşçısı olarak şehit düşmüş mücadelemizin yolunu aydınlatan bir meşale olmuştur.

        O Bedreddin’den devraldığımız bayrağı daha yukarılara taşıyan yoldaşlarımızdan biri oldu. BÖG savaşçıları olarak tekrar söz veriyoruz ki, faşist DAİŞ çetelerine diz çöktürene kadar, başta Rojava, Türkiye, Ortadoğu olmak üzere tüm dünya topraklarından Kapitalist Emperyalist düzeni ve onun karşımıza çıkardığı tüm unsurları kazıyıp parçalayana kadar hesap sormadık, kurşun atmadık tek bir gün bırakmayacağız.

        Mahir yoldaş Özgürlük Gücümüzün toprağa düşen ikinci tohumu oldu. Onun cesaretine, cürretine, mütevaziliğine ve samimiyetine layık olacağız. Mahir bizim silahımızda, sloganlarımızda, bayrağımızda ve intikam ateşiyle tutuşan yüreklerimizde yaşayacak.

        Halklarımız ve yoldaşlar; evladınızı bağrınıza basın, o size layık bir kahraman olarak şehit düştü. Şimdi ona layık bir karşılamanın ve görkemli bir sahiplenmenin yükü sizin omuzlarınızdadır.

        Yaşasın Devrim ve Sosyalizm

        Yaşasın Halkların Kardeşliği

        Yaşasın Birleşik Özgürlük Güçleri

        BİRLEŞİK ÖZGÜRLÜK GÜÇLERİ

 

7 Haziran Parlamento Seçimleri ve
Devrimci Tavrımız

       Egemenlerin Seçim Sevdası ve Önümüze Dayatılan Sandıklar

       2011 seçimleri sonrasında yaptığımız değerlendirmede seçimlerin kapitalist sistemdeki rolünü şöyle tanımlamıştık;

       "Seçimler parlamentolu burjuva siyaset makinesini meşrulaştırmanın ve yenilemenin en temel aracıdır. Geniş emekçi yığınların kendi kendini yönetme yanılsaması, bu yanılsamanın merkezi unsuru olan seçimlerin yinelenmesiyle sağlamlaştırılır. Seçimler yoluyla burjuva siyasetinin vitrini yenilenir, egemen sınıfların değişik kesimleri arasında partiler aracılığıyla yürütülen güç ve rantın paylaşım mücadelesinde sağlanan toplumsal destek somutlaştırılır. Bütün bu boyutlarıyla seçimler, kapitalist sistemin toplumsal meşruiyetinin yeniden üretilmesinin en temel araçlarından biridir.

       Egemen sınıflar açısından seçimler, geniş işçi ve emekçi yığınların, halkın politikleşmeleri gereken yegane andır. İşçi ve emekçiler, halk sadece ve sadece seçim süreçlerinde egemen sınıfların çıkarlarını koruyan partilerin gösterdiği doğrultuda politikleşmelidirler ve oylarını bu partilerden biri için kullandıktan sonra, politikayı bir sonraki seçime değin unutmalıdırlar."

       Son dört yıldır, AKP bu yaklaşımın en uç örneklerinden birini oluşturuyor. En gerici burjuva demokrasilerinde bile olmayacak ölçüde, her türlü demokratik arayışı, mücadeleyi gayrı meşru sayıyor ve hak aramanın tek yolu olarak seçim sandığını gösteriyor. Seçimleri kazananın dışında hiç kimsenin söz hakkı, mücadele etme, hak arama hakkı olmadığını iddia ediyor. Kapitalist sistemde seçim sandığının, en gerici faşist uygulamaların meşrulaştırılmasının aracına nasıl dönüştürülebileceğinin en ileri örneğini oluşturuyor.

       Ve 2015 7 Haziran'ında yeniden seçim sandıklarına çağrılıyoruz.

       Seçime Giderken...

       7 Haziran parlamento seçimlerini sınıflar mücadelesi açısından nasıl okumak gerekiyor?

       2011 genel seçimlerinin ardından yaptığımız değerlendirmelerde, AKP'nin "zafer" kazandığını, ancak bu "zafer"in aynı zamanda onun sınırı olduğunu ifade etmiştik. Sınır çizgisi, hem toplumsal muhalefetin direnişi, hem de kendi iç cephesinde yaşayacağı rant ve bölüşüm sorunlarının bir sonucu olarak gelişecek iç çatışmalar olarak ifade edilmişti. Ve AKP'nin iktidarını sağlamlaştırmak için ne yapacaksa var gücüyle bu süreçte yapmaya çalışacağını, bu nedenle sert ve çatışmalı bir sürecin önümüzde durduğunu ifade etmiştik.

       Neden "AKP Sınırlarına Vardı" Demiştik?

       Herşeyden önce, AKP, Türkiye'deki toplumsal sınıf ve kesimlerin burjuva siyasal arena bağlamındaki geleneksel siyasal tercihlerini altüst eden bir durum yaratamamıştır. Geleneksel olarak % 60-70 civarındaki sağ, % 30-40 civarındaki sol oy potansiyelinin varlığı değişmemişti. Alevilerin, Kürtlerin, işçi sınıfının ileri kesimlerinin ve değişik toplumsal tabakaların kemikleşmiş sol oy potansiyelinin değişmesi de mümkün değildi. Öte yandan, AKP'nin % 60-70 civarındaki sağ oy potansiyelinin tümünü kapsaması, % 10-15 civarındaki MHP gibi açık faşist milliyetçi kemik oyun varlığı, % 5-10 gibi SP vb. diğer dinci partilere ve sağ partilere giden kemik oyların varlığı nedeniyle mümkün değildi. % 50'lik oy bile aslında kısmen bu kesimlerden kaymış ve her an geri gidebilecek önemli bir oyu kapsıyordu. Bu nedenle, AKP'nin mevcut parlamenter sistem içinde bu oy oranının çok fazla üstüne çıkması mümkün değildi. Bu anlamda, geldiği nokta sınırdı.

       Öte yandan, AKP'nin kendisine destek veren tekeller lehine alacağı her tutum, ki bunu sonuna kadar yapacaktı, oligarşinin geleneksel kanatlarının muhalefetini doğal olarak şiddetlendirecekti. Bunun anlamı, hem iç de, hem de uluslararası alanda AKP'ye dönük ciddi çatışma ve direnç alanlarının oluşması demekti. AKP'nin yapacağı her hatanın, oligarşi içi çatışmada rakip güçler için açık veya örtük olarak AKP'nin yıpratılması ve geriletilmesi için şiddetli mücadelelerin konusu olması kaçınılmazdı.

       AKP'nin, emperyalistler tarafından ılımlı islam/BOP projesi temelinde bölgesel olarak kendisine biçilen "öncü" rolü, bir bölgesel hegamonya projesine dönüştürme isteği açıktı. AKP, 2010 sonunda başlayan Arap baharının kendisine bunun için muazzam bir fırsat yarattığını düşünmekteydi. Bu tutumun emperyalist güçlerin hegamonya alanlarına girmeyi, onlardan rol çalma, mevzi kapma demek olduğu açıktı. Ve bu, kaçınılmaz olarak emperyalist güçlerle şu veya bu düzeyde ve sertlikte karşı karşıya gelişleri, çatışmayı kaçınılmaz olarak beraberinde getirecekti.

       AKP, yukarıdaki olgularla da bağlantılı, fakat esas olarak kendi iç dinamiklerinden kaynaklı olarak da şiddetli çatışmalara gebeydi. Kendi içinde Milli Görüşçülerden, Fetullahçılara ve değişik cemaatlere kadar uzanan bir tür koalisyonu ifade eden AKP'nin kazandığı seçim zaferiyle birlikte büyük bir ekonomik ve siyasi güç mücadelesine sahne olması da kaçınılmazdı. Özellikle en büyük cemaat olarak öne çıkan Fetullahçıların devlet bürokrasisi içindeki gücüyle ortaya çıkan fırsatı kaçırmayacağı, siyasal ve ekonomik ranttan daha büyük pay isteyeceği açıktı. Yani AKP içi bir savaş/yarılma kapıda durmaktaydı.

       Yukarıda sayılan faktörlerin tümü kadar, hatta bunların toplamından da önemli asıl faktör; AKP'nin girişeceği arsız saldırgan politikaların kaçınılmaz sonucu olarak başta işçiler, emekçiler, Kürtler, Aleviler, laikler ve tüm ezilenler olmak üzere bütün muhalif kesimlerde şiddetli bir direniş potansiyelinin birikecek olmasıydı. Türkiye ve Kuzey Kürdistan taşıdıkları büyük çelişki dinamikleri nedeniyle, Latin Amerika'dan Avrupa'ya oradan Arap baharına uzanan büyük kitlesel mücadeleler dalgasının dışında kalamazdı. Direniş AKP'nin sorunsuz ilerleme dinamiğini kıracağı gibi, çevre/çeper kitlesinden başlayarak kopuşları da tetikleyeceği açıktı.

       Başlıcaları bunlar olan nedenlerden ötürü, AKP 2011'de kazandığı "zafer"le aslında siyasal ilerleyişinin sınırlarına varmıştı. Ve kendisi de bunun farkındaydı.

       AKP; Hükümet mi, Devlet mi Olmak?

       Bu noktada, ya mevcut statükoyu korumaya çalışacak ve kendine özgü biçimde daha önceki düzen partilerinin kaderini paylaşacaktı, ya da çok büyük ve iddialı biçimde hükümet olmaktan devlet olma hedefine, yani tüm devleti kendi politikaları temelinde dönüştürerek on yıllara yayılan bir iktidar kurma hedefine yönelecekti. AKP, ülke ve dünya konjonktürünü ve % 50'lilik sınırlarına varmış oy oranını korumanın yolunu ikinci seçenekte gördü. Yukarıda saydığımız çelişki alanlarındaki çatışmalarda başarıyla çıkmanın yolunu, salt hükümet olmakta değil, devlet olmakta gördü. Tüm devlet aygıtını ve toplumsal ilişkileri, yaşamı kendi planlarına uygun olarak dönüştürmesi, ideolojik, politik, kültürel, kurumsal, hukuki ve kadrosal olarak yeniden yapılandırması gerekiyordu. Seçimler vb. yoluyla daha ileriye gidemeyecek olan, sınırlarına varmış olan "siyasal zaferi", ancak bu yolla istikrarlı hale getirebilir, uzun vadeli kılabilirdi. Hükümet olmaktan, devlet olmaya geçiş planında, varını yoğunu ortaya koymak onun için tek yoldu. Ve bunun için ne yapacaksa, bu dönemde yapmak zorundaydı.

       Son dört yıllık süreç tam da bunun mücadelesi ile geçti.

       Devlet Olma Yolunda AKP...

       2002-2011 arası dönemde bir yandan emperyalizme tam bir sadakatle uyguladığı neoliberal politikalar, bir yandan demokrasi söylemleriyle iktidarını sağlamlaştıran AKP, 2011 seçimleri sonrasında ise görünürde ılımlı islam, gerçekte ise onu tümden aşan yeni bir saldıgan politikayla devleti tümüyle dönüştürmek için harekete geçti. Artık hükümet olmak değil, devlet olmak için, devletin bütün kurumlarını, kendi politik çizgisine göre yeniden kurumlaştırma planları üzerinden hareket etmekteydi.

       Yeni devlet düzeninin, ideolojik olarak Sunni İslam'ın emperyalistlerin belirlediği "Ilımlı İslam" anlayışını temel alması, açık bir hedef olarak konuldu. Siyaset, kamu yaşamı, kültür vb.bütün alanlarda buna dönük çok yönlü bir saldırı başlatıldı. "Dindar bir nesil yetiştirme" hedefinden, kürtajın yasaklanmasına, insanların giyim kuşamından, kadın-erkek ilişkilerine, yediklerinden içtiklerine, sosyal dayanışma ve devletin sosyal görevlerine, "Alevi açılımı" vb. yalana dayalı söylemlerle iç içe geçmiş tarzda tüm diğer inançların, ulusal aidiyetlerin "afedersiniz"le başlayan söylemlerle aşağılanıp, baskı altına alınmasına ve islamlaştırılmak istenmesine, 4+4+4'lü imam hatipleri esas alan eğitim sistemine, vb. değin her alanda sosyal yaşamı, kültürü, eğitimi, siyaseti dinselleştirmeye dönük yoğun saldırılar aralıksız olarak sürdürüldü. Öyle ki, pragmatist din tüccarı AKP'nin, ABD emperyalizminin imalatı olan "Ilımlı İslam" anlayışını her alanda aşacağı, katı şeriatçılıkla, pragmatist din tüccarlığının ve faşist Türk milliyetçiliğinin omurgasız, şekilsiz bir birliğini ifade eden, saldırgan bir politikanın uygulanacağı da ortaya çıktı.

       Yeni dinci devlet düzeniğinin bir diğer adımı, devlet kurumlarını ve tüm kadrolarını AKP'nin çizgisine uygun olarak yapılandırmaktı. Eğitim, yargı, iç güvenlik vb. her alandaki kritik yasalar değiştirilerek, dinci kurumlaşma en az 10 yıllık süreç açısından garanti altına alındı. AKP'li olmayan tüm devlet yöneticileri, kritik kurumlar (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Milli Eğitim, Polis, MİT vb.) başta olmak üzere önemli ölçüde tasfiye edildi. Ordu'da ABD emperyalizminin açık desteğiyle, çürümüş ve sürece cevap olamayan kesimler, Ergenekon ve Balyoz davalarıyla tasfiye edildi. Böylece, Ordu'da önceden belli olan üst rütbelere yükselme zinciri kırıldı. Mevcut politikalara uyum sağlayacak yeni bir kadro Ordu`nun yönetimine getirildi.

       Türkiye oligarşisinin belkemiğini oluşturan, eski dönemin geleneksel çizgisindeki ve esas olarak TÜSİAD'da örgütlü tekelleriyle, çatışmalı süreçler içinde kısmi uzlaşmalar sağlandı. Milyar dolarlık cezaların kesildiği vergi denetimleri, verilmiş devlet ihalelerinin iptal edilmesi veya iptal tehdidi, ihale verilmemesi, kamuoyu önünde açıkça hedef alarak tehdit etme vb. yollarla kısmen sindirilen bu kesimler (Doğan Holding, Koç Holding, vb.) geri adım atıp, şu veya bu düzeyde uzlaşmak zorunda kaldılar. Hiç kuşkusuz, bu durum çatışmanın bitmesi anlamına gelmiyordu. Sadece kısmen küllendirilmesi, kısmen de örtük hale getirilmesi ve daha geri bir düzeyden sürdürülmesi anlamına geliyordu. Öte yandan, AKP'nin ana destekçileri olan "islamcı" tandaslı tekellerin, orta ve büyük burjuvazinin önü ise sonuna değin açıldı.

       2008'de başlayan dünya kapitalist sisteminin büyük krizinin ilk döneminde yaşanan düşüşünün ardından, özellikle ABD merkez bankasının piyasaya sürdüğü büyük miktardaki paranın bir bölümünün, yüksek faizle borçlanan Türkiye gibi orta düzeydeki yeni sömürgelere akışı, "Ilımlı İslam" projesinin finansörlüğünü üstlenmiş Suudi ve Körfez sermayesinin desteğiyle kısmi bir toparlanma yaşayan ve aynı zamanda dış sermaye akışına bağımlılık düzeyi olağanüstü artan Türkiye kapitalizminin bütün imkanları, "yandaş" sermayeye akıtıldı. Ülkenin imkanları kelimenin gerçek anlamıyla yağmalandı. Elbette AKP yöneticileri de bu yağmadan aslan payını almayı unutmadı. Tayyip Erdoğan'ın adının, bu dönemde dünyanın en zenginleri arasında sayılması tesadüf değildir. TC tarihinin hiç bir döneminde görülmeyen ölçüde rüşvet, kayırma, yolsuzluk ve keyfilik bu dönemde yaşanır.

       AKP'nin 2011 seçimlerinde elde ettiği "sınırlarına varmış zaferi", Ortadoğu'daki büyük halk mücadeleleriyle çakıştı. Ortadoğu'nun Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insanca yaşam talepleriyle başlayan isyanları ne yazık ki, devrimci ve/veya güçlü demokratik bir önderlikten yoksundu ve isyan süreçleri içinde de bu önderlik yaratılmadı. Daha da kötüsü özellikle isyanın başladığı Tunus ve Arap dünyasının kalbi Mısır'da, AKP ile aynı eksende olan islamcı örgütlerin (Müslüman Kardeşler vb.) isyana katılmamalarına rağmen, en örgütlü güç olmaları nedeniyle isyanlar sonrasında yapılan seçimlerde en yüksek oyu alarak hükümeti oluşturdular. Güçlü devrimci ve demokratik önderlikler ortaya çıkması ve bölgede, dünya emperyalist-kapitalist sisteminden kopuşun başlamasından korkan, başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalist ülkeler de başlangıçta bu gelişmeyi şartlı olarak desteklediler.

       Bu tablo, AKP tarafından her alanda bir sıçrama tahtası olarak görüldü. ABD'nin BOP/Ilımlı İslam projesinin pilot uygulaması olarak gelişen AKP, başta Mısır ve Tunus olmak üzere, Müslüman Kardeşler üzerinden kendine bir tür "öncü" inisiyatif alanı açmak için harekete geçti. Bu örgütlerin ve kurdukları hükümetlerin dünya emperyalist-kapitalist sistemine hızla entegre edilmelerini hızlandıracağı düşüncesiyle, ABD emperyalizmi başlangıçta bu "öncü" inisiyatife göz yumdu. Fakat AKP, tam da bu noktada ortaya çıkan fırsatı, Yeni Osmanlıcılık olarak tanımladığı, Osmanlı İmparatorluğu`nun Ortadoğu'daki (ve tabii ki Balkanlar ve Kafkaslar`daki) eski işgal bölgelerinde başat güç olma, başat hegemonyacı olma iddiasını içeren bölgesel bir emperyal hegemonyacılık politikasının zemini haline getirmek istedi. Böylece, Ortadoğu`nun yeni fatihi, tüm İslam dünyasının öncüsü ve elbette bölgenin yağmalanmasında en büyük pay sahiplerinden biri olacak, siyaseten ve iktisadi olarak sistem hiyerarşisinde birkaç basamak birden ileriye fırlayacaktı.

       Derhal, Mısır'da ve Tunus'ta kurulan Müslüman Kardeşler hükümetlerine ağabeyliğe soyundu. Bunlarla birlikte, kendisinin hegamon olduğu yeni bir bölgesel güç ekseni oluşturmaya girişti. Suriye'deki demokratik taleplerle halk isyanı başladığında, yine Müslüman Kardeşler yoluyla buradaki süreci yönlendirmeye çalıştı. İsyanın, Suriye`nin Arap bölgelerinde gerici-faşist bir silahlı harekete dönüşmesinde bu müdahaleler ciddi bir rol oynadı. Ve AKP, bu silahlı gerici-faşist çeteleri tereddütsüz olarak destekledi. Yeni-Osmanlıcılık, Sunni Arap dünyasında bölgesel hegamonya oluşturma biçiminde artık pratikleşmişti. Bütün bunlar artık ABD emperyalizminin "Ilımlı İslam" projesinin fersah fersah ötesine geçmişti. Pragmatist din tüccarlığı ile katı sunni şeriatçılık, hem de silahlı ve en saldırgan biçimleriyle iç içe yeni bir siyaset oluşturuyordu.

       Sonuç olarak; AKP, hükümet olmaktan devlet olma hedefine yönelmekle birlikte, adım adım "Ilımlı İslam"dan, dışarıda Yeni-Osmanlıcılık, içeride Yeni-Türkiye söylemleriyle pragmatist bir din tüccarlığı ile katı sunni şeriatçılığın iç içe geçtiği, üstüne Türk milliyetçiliğinin eklendiği saldıgan bir strateji temelinde tüm siyasal, kültürel ve toplumsal yaşamı ve devleti biçimlendirmeyi hedefledi.

       "Zafer"den Düşüşe AKP...

       AKP, 2011 seçimleri sonrasında 2013'e değin bu politikalardan oluşan stratejiyi uygularken, tüm sömürücü sınıflar ve onların iktidar sahibi siyasal temsilcilerinin sıkça düştüğü bir hataya; kendisine karşı işleyen dinamikleri görmeme ya da kibirle hafifseme hatasına düştü.

       Türkiye ve Kürdistan'da bir işçi sınıfı vardı, emekçiler, yoksullar ve ezilenler vardı. Kürt ulusu başta olmak üzere ezilen ulusal topluluklar vardı. Aleviler başta olmak üzere ezilen inançlar vardı. Yaşam biçimlerini korumak isteyen laikler vardı. Her gün adeta kıyımdan geçirilen kadınlar vardı. Boyun eğdirilmiş "dindar gençlik" olmak istemeyen, gelecek kaygısı taşıyan, özgürlük isteyen gençlik vardı. Ve bunların şu ya da bu düzeyde eylemlerle ifadesini bulan insanca yaşam, demokrasi, özgürlük ve eşitlik talepleri vardı. Ezilen, adeta yok sayılan, her fırsatta baskıya uğrayan ve aşağılanan bu kesimlerde, uygulanan politikalara karşı giderek büyük bir öfke ve mücadele isteği birikiyordu.

       Sadece bu da değil, AKP hedefleri büyüttükçe, yağmanın, hırsızlığın, rantın, gücün alanı ve çapı büyüdükçe, AKP çatısı altında toplanmış değişik burjuva fraksiyonların bu yağmadan, ranttan ve güçten aldıkları payı büyütme mücadelesi de alttan altta büyüyordu. Bu güç ve rant mücadelesinin en görünür olanı, Fetullahçılar ile AKP`nin belkemiğini oluşturan Milli Görüş geleneğinden gelenler arasındaydı. Ancak daha örtük olarak Milli Görüş geleneğinden gelenler arasında da için için devam eden bir mücadele söz konusuydu. Ve süreç ilerledikçe çatışma noktaları hem büyümekte, hem de belirginleşmekteydi.

       Öte yandan, emperyalist-kapitalist sistemin efendisi ABD emperyalizmi, AKP'nin dış politikadaki "Yeni Osmanlıcılık" ve içdeki "Yeni Türkiye" heveslerini ve uygulamalarını, kendi hegemonya alanını daraltma, karşı bir hegamonya oluşturma, deyim yerindeyse "besle kargayı oysun gözünü" riskini içeren bir politika olarak algıladı. Bu politika aynı zamanda, ABD karşıtlı politikalara sahip ya da buna eğilimli silahlı şeriatçı örgütler içinde uygun bir ortam yaratmaktaydı.

       Bu üç çelişki/çatışma dinamiği/zemini 2013'de AKP'nin devlet olma stratejisine karşı açıkça meydan okuyarak harekete geçti.

       2013 büyük Haziran Direnişi, Türkiye'nin tüm kentlerinde milyonların isyanı olarak, AKP'nin düşüş sürecinin startını verdi. Bir ayı aşkın bir süre devam eden ve büyük kentlerin meydanlarının halk tarafından ele geçirildiği, başta işçi ve emekçiler olmak üzere tüm sınıf ve tabakalardan ezilenlerin özgürlük ve insanca yaşama sloganlarıyla ayağa kalktığı ve AKP'ye meydan okuduğu halk direnişi böylece Türkiye ve Kürdistan'da yeni bir devrimci, demokratik mücadele döneminin de başlangıcı oldu. Şehitler ve binlerce yaralı pahasına sürdürülen, Türkiye ve Kürdistan'ı mücadele arenasına dönüştüren Haziran Direnişi, AKP'nin baskı ve terör yoluyla sindirme politikalarının da sınırlarına vardığını gösterdi. Sokaktaki milyonlar karşısında daha da saldırganlaşan AKP rejimi, artık muhalefeti, demokrasiyi vb. şeyleri meclise ve seçim sandığına hapsetme girişimlerinin anlamsızlaştığını gördü ve polis terörünü en azgın biçimleriyle kullandı. Ancak amiyane deyişle, artık "cin şişeden çıktı". Sokaktaki eylemleriyle direnen milyonlar, tüm topluma ve dünyaya AKP rejiminin meşru dayanaklarının artık iyice zayıfladığını gösterdi. Haziran Direnişi`nin ardından kitle hareketi kısmen geri çekilmiş olsa da, direnişin yarattığı meşruiyet bilinci, AKP'nin yenilebileceği fikri, mücadeleyi kıran kırana sürdürme gereğine olan inanç diri kaldı. Her önemli sorunda devletin güçleriyle her düzeyde karşı karşıya gelişte kitleler Haziran Direnişi`nin anısı ve birikimiyle, meşruluk inancıyla hareket etmeyi sürdürdü. Yeni Haziran'lar kitlelerin umudu ve hedefi olurken, AKP'nin de yaptığı her hesapta korkulu rüyası haline geldi. Artık "ne yapsam kuzu kuzu kabul etmek zorundalar" dönemi bitti.

       Büyük Haziran Direnişi ile ağır bir yara alan AKP`nin iç çatışmalarıda hızla derinleşti. AKP yönetiminin zayıfladığını gören ve iktidardaki payının artması için bütün gücünü ortaya koyan ve bunun için herşeyi yapmaya hazır olduğunu gösteren Fetullahçılar, Aralık ayında büyük bir operasyon gerçekleştirdi. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, AKP yönetiminin yolsuzluklarını açık kanıtlarıyla internet üzerinden açıkladı. AKP, böylece kendi içinde de ciddi bir yol ayrımına geldi. Ağır bir darbe aldı. Fetullahçılarla tüm ipler koptu ve "paralel yapıya karşı mücadele" adı altında büyük bir savaş başladı. Böylece AKP'nin iç dinamiklerinin çözülmesi sürecinin de ilk adımı atılmış oldu.

       Kürt ulusal demokratik hareketinin 2012'den itibaren gerçekleştirdiği atakları; gerillanın Kuzey Kürdistan'da alan tutması, bir tür kurtarılmış bölgeler yaratması düzeyine ulaşması, AKP`nin Kürt politikasının da iflası anlamına geliyordu. Dahası Suriye politikasının iflasına paralel olarak Rojava'da demokratik özgür bir alanın açılması, PKK'nin bu alanda da büyük bir sıçrama yaratması anlamına geliyordu. Kürt sorunu cephesinde tam bir sıkışma yaşayan AKP, bu sorunu en azından dönemsel olarak uykuya yatırmak ve kendini toparlamak için "barış süreci"ni geliştirdi. Bu aynı zamanda, Kürt özgürlük hareketinin farklı ayakları (İmralı, Kandil, Avrupa, legal siyaset, vb.) arasında çelişkiler, parçalanmalar yaratmak için de bir fırsatlar yaratabilirdi. PKK lideri Öcalan'ın 2013 Newroz'unda yaptığı barış açıklaması ve geri çekilme Kürt özgürlük hareketi açısından ise ikili bir anlama sahipti. Birincisi, Kürt sorununun demokratik çözümü için bir şans daha tanımaktı. Hiç kuşkusuz bu noktada büyük beklentiler yoktu, halen de yok. Ancak şiddetlenen çatışmalar ve AKP'nin PKK'yi yok etme planlarının tümüyle boşa çıkması ve sıkışma, zayıfta olsa barış için bir şans yaratabilirdi. İkincisi ve daha da önemlisi, Rojava'nın kurtarılması ve orada demokratik halkçı bir yönetim zemininin oluşması söz konusuydu. Ve Kürt özgürlük hareketinin bu kazanımı koruyabilmesi ve geliştirebilmesi için hem siyasi ve diplomatik, hem de askeri açıdan bir soluklanmaya ve manevra alanına ihtiyacı bulunuyordu. İran'la yapılan ateşkesten sonra, TC ile girilen "barış süreci" bu fırsatı verebilirdi. Güçlerin Rojava'ya aktarılması, bu alana odaklanma açısından bu süreç önemli bir rol oynayacaktı. 2013 Newroz'undan bu yana süren "barış süreci" de iki yıl içinde kendi sınırlarına geldi dayandı. Özellikle Kobane direnişi, AKP'nin ve bir bütün olarak TC oligarşisinin esas olarak barış derdi olmadığını, her fırsatta Kürt özgürlük hareketini boğmaya çalıştığını gösterdi. Rojava direndi ve TC'nin kimi zaman açıktan kendi güçleriyle, kimi zaman KDP eliyle ve esas olarak ta Suriye'deki dinci faşist IŞİD ve El Nusra gibi güçler aracılığıyla yaptığı yok etme girişimlerini boşa çıkardı. Dahası 6-8 Ekim'de Kobaneyle dayanışma amacıyla gelişen halk isyanı, AKP'nin ve Türkiye oligarşisinin bütün planlarını bozdu. Kürt özgürlük hareketi bu süreçte büyük Haziran Direnişi ile buluşamamanın yarattığı eksikliği önemli ölçüde giderdi. HDP güçlendi. "Barış süreci" ile Kürt özgürlük hareketini pasifize etmeyi uman AKP ve Türkiye oligarşisi, tam tersine bu süreçte Kürt özgürlük hareketinin hem Kürdistan'da, hem de Türkiye'de meşruiyetinin büyümesi ile yüz yüze kaldı.

       AKP, uluslararası arenada da kendisine biçilen rolün dışına çıktığı, bunu zorladığı ölçüde, emperyalistlerin ona verdiği krediler azaldı ve artık tükendi. Ortadoğu politikasında bölgesel başat güç olma, hatta emperyalistlerin hegamonya alanlarına sızma, "Yeni Osmanlıcılık" vb. politikaları hem Mısır ve Tunus'ta, hem de Suriye'de tek kelimeyle duvara tosladı. Halkların direnişi AKP'yi Ortadoğu'da politik olarak El Nusra, IŞİD gibi vahşi faşist örgütlere muhtaç hale getirdi ve son olarak da, Yemen`i işgal etme çabalarında görüldüğü üzere, Suudi Arabistan'ın kucağına düşürdü. ABD ve AB emperyalistleri açısından artık güvenilmez ve zamanını doldurmuş bir müttefike dönüştü. Emperyalist tekeller AKP ile işlerinin bittiğini kimi zaman açık, kimi zaman örtük olarak kendilerinin sözcüsü konumundaki, The Economist vb. yayınlar üzerinden ifade ediyorlar.

       Bütün bu gelişmelere bağlı olarak, Türkiye ekonomisinin de çivileri çıkıyor. Yeni ve şiddetli bir ekonomik krizin kapıda olduğu, bütün kriz dinamiklerinin giderek daha hızlı işlemeye başladığı artık genel bir kabul görüyor. Ekonomideki büyüme düşüyor. Kilit yağma sektörü olan inşaat alanında küçülme devam ediyor. Döviz fiyatları yükseliyor. Döviz rezervleri azalıyor. Faizler düşmüyor. Dış borçlarda alarm zilleri çalıyor. Türkiye'nin kredi notlama kuruluşlarındaki pozisyonu 2011'e göre ciddi bir gerileme yaşıyor. Bu durum, oligarşinin AKP'ye destek veren kesimlerinde ciddi sarsıntılara yol açıyor. Anadolu`daki kimi büyük sermaye kesimleri yeni arayışlar içinde. İşsizlik oranları artıyor ve işçi sınıfı ve emekçiler arasındaki hoşnutsuzluk büyüyor.

       AKP'nin 2011 seçimlerinden sonraki şaşalı görüntüsü artık hayal oldu. İktidarda olmasına rağmen, iktidarı artık kırık döküktür. Ve tablo öyle bir hale gelmiştir ki; iktidarı kaybetmek, onlar için her şeyi kaybetmek anlamına geliyor. Yaptıkları yolsuzluk ve hukuksuzluklar, TC gibi bir devlet için bile normalin çok ötesindedir. Bu nedenle, iktidarı kaybetmek aslında onlar için hapishane ile eş anlamlıdır. Ne pahasına olursa olsun, koltuğu korumaları gerekiyor. Bunun için bir iç savaş da dahil herşeyi yapmaya hazırlar. Son bir yıldır yaptıkları kimi manevralarla bu durumu toparlamaya ve şiddetli bir mücadeleye hazırlanmaya çalışmaktadırlar.

       Fetullahçılarla girdikleri savaşın yarattığı boşluğu, eski düşmanları Ergenekoncularla doldurmaya çalışmaktadır. Birkaç yıl önce müebbet hapis cezaları isteyerek yargıladığı ve cezalar yağdırdığı darbecilere muhtaç hale gelmiştir. Doğu Perçinek gibi bir siyaset maymununu bile yanına alma ihtiyacı duymuştur.

       Yeni güvenlik paketi ile bir iç savaş olasılığına hazırlanıyor. Yeni güvenlik paketi,Ordu ve Ergenekoncularla yaptığı uzlaşma ile birlikte anlam kazanıyor. Bu, halka karşı savaş hazırlığıdır. Savaş hazırlığı, AKP'nin devlet olma stratejisini artık seçimler yoluyla uygulama şansının olmadığını görmesiyle doğrudan bağlantılıdır.

       Hızla yaklaşmakta olan ve bir yanıyla AKP'den artık kurtulmak gerektiğine inanan emperyalist güçler tarafında da hazırlanan ekonomik kriz karşısında, AKP ve Tayyip adeta panik yaşıyor. Tayyip ile Merkez Bankası arasındaki çatışma, bu paniğin en görünen yüzü oldu. AKP, sürekli bir sıcak dış para girişine ihtiyaç duyan bağımlı ekonomiyi, düşe kalka da olsa ayakta tutmak için Ortadoğu'unun petrol ekonomilerine daha çok avuç açıyor. Son bir ayda Türkiye ekonomisine giren, kaynağı belirsiz (!) 4 milyar doların esas olarak bu ekonomilerden geldiği biliniyor. Bu tür pansuman tedavilerinin çare olamayacağı açık olsa da, bu alanda AKP için başkaca bir kaynak bulunmuyor.

       Dış siyasette de, "Yeni Osmanlı" hayali zorunlu olarak geriye çekiliyor. Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerinin mali desteğine muhtaç olan AKP, Yemen krizi ile birlikte oluşan Suudi Arabistan, Katar ve Mısır eksenli Sunni bloğa kıyısından dahil olmuş durumda. Ortadoğu'ya öncülük iddiaları Suudi Arabistan'ın dolarlarına takılı kalmış durumda. Hiç kuşkusuz buradan özellikle Rojava ve Suriye'ye dönük bir saldırı planı çıkartılmaya çalışılacağı, böylece yeniden sahnenin önünde yer almaya çalışılacağı açıktır. Ancak bu toparlamalar artık Sunnilerin öncülüğü, vb. iddiaların çok uzağındadır.

       Ve AKP asıl hamleyi, başkanlık sistemi ve bunu meşrulaştıracak yeni anayasa ile yapmayı hedefliyor. Tek kurtuluş yolu olarak, Tayyip'in öne çıkacağı ve kazanmasını umdukları bir başkanlık seçimi ve sistemini görüyorlar. Tasarladıkları başkanlık tüm yetkilerin tek kişide toplandığı, dolayısıyla parlamentonun ve diğer burjuva denetim mekanizmalarının, partilerinin rolünün tümüyle sıfırlanacağı, her türlü muhalefete karşı en acımasız bastırma yöntemlerinin uygulanabileceği bir sistem. Bu aynı zamanda, AKP'nin devlet olma sevdasının da doruğu olacak.

       Bu nedenle, 7 Haziran seçimleri; AKP ve tüm burjuva partileri açısından, aynı zamanda tüm devrimci ve demokratik güçler açısından da oldukça kritik bir seçim. AKP ve burjuva partileri açısından bir tür "varolma, varlığını koruma" seçimi. Devrimci ve demokratik güçler açısından ise demokratik mevzileri koruma ve ileriye sıçramak için basamaklar oluşturma seçimi.

       CHP, MHP ve Burjuva Siyasetinin Diğer Aktörleri

       Burjuva siyasetinin AKP dışındaki diğer aktörleri, AKP iktidarı öncesi burjuva siyaset zemininin restorasyonu dışında, özgün bir politik hedef oluşturmaktan tümüyle uzaklar.

       CHP`nin, burjuva anlamda da olsa demokratik bir Türkiye yaratma konusunda hiç bir fikri ve hedefi bulunmuyor. İçindeki açık milliyetçi faşist unsurların ayrılması ile birlikte sosyal-demokrat bir çizgiye yaklaştığı izlenimi yaratsa da, açık ve somut bir demokratikleşme çizgisi yoktur. Son dört yıl içinde CHP, bütünlüklü bir demokratik çizgi geliştirmekten uzak, dağınık, bölük pörçük, iddiasız bir parti oldu. Dahası, Kemal Derviş gibi bir IMF tahsilatçısını, seçimleri kazanmaları halinde başbakan yardımcısı olarak atayacağını açıklaması, vb. aslında TÜSİAD çizgisinde olduğunu, 2002 öncesi dönemin makyajlanmış bir halini istediğini apaçık ortaya koyuyor. CHP'nin bugünkü konumuyla, AKP karşısında sistem içi bir alternatif olmaktan uzak olduğu açıktır.

       MHP'nin Kürt özgürlük hareketinin, devrimci hareketin bastırılması dışında tek bir politikası bulunmuyor. Hiç bir zamanda olmadı. MHP, Kürt özgürlük hareketinin kazanımlarından rahatsızlık duyan gerici kesimlerin en geniş bölümünü kendi etrafında toplama çabası dışında, 4 yıl boyunca tek bir politika geliştirmedi. MHP'nin sistem açısından bir iktidar seçeneği olmadığı açıktır. Gerici- faşist kesimlerin, işçi ve halk hareketlerine karşı mobileze edilmesi ve çeşitli hükümet kombinasyonlarında denge sağlanmasında rol oynayan faşist bir partidir. Önümüzdeki dönemde de ancak bu kadarlık bir rolü olacaktır.

       Diğer düzen partileri olarak SP, DP, BBP ise, esas olarak siyasal varlıklarını sürdürme çabası içindedirler. Herhangi bir politik seçenek oluşturma konumunda değildirler.

       Halkçı ve Demokratik Seçenek; HDP

       2013'den bu yana Türkiye'deki çarpık kapitalist sistemin krizi hızla derinleşmektedir. Düzen karşısında tek seçeneğin devrimci ve demokratik güçler olduğu da açıktır. Ancak Türkiye devrimci ve demokratik güçleri açısından bakıldığında hiç bir düzeyde büyük bir toplumsal direniş gücü yaratılamadığı da aynı ölçüde açıktır. Büyük Haziran Direnişi`nin ortaya çıkardığı muazzam toplumsal mücadele dinamiklerine, Ortadoğu'nun tümünün içine çekildiği büyük işgal ve iç savaşlar, altüst oluşlar tablosuna ve bunun sunduğu mücadele olanaklarına rağmen öncü bir devrimci ve demokratik güç ortaya çıkarılmış değildir.

       Bu tablo içinde, demokratik, halkçı temelde mevziler kazanan, toplumsal tabanını büyüten ve sadece Türkiye ve Kürdistan'da değil, tüm Ortadoğu'da önemli bir siyasal aktör haline gelebilen yegane güç Kürt ulusal demokratik hareketi olmuştur.

       Kürt hareketinin HDP üzerinden Türkiye'de geliştirdiği ortak cephe çalışması, kapsadığı geniş kesimlerle özellikle son bir yıl içinde, Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki en önemli halkçı ve demokratik mevzi durumundadır.

       Seçimlerde Devrimci Tutum

       Hiç kuşkusuz, devrimci sosyalistler açısından, kapitalist sistem içinde seçimlerin işçiler, emekçiler ve tüm ezilenler için köklü bir çözüm olamayacağı açıktır. Çözüm, kapitalist sistemin tümüyle ortadan kaldırılması demokratik halk iktidarının kurulmasıyla mümkündür.

       Öte yandan, burjuva seçim süreçleri devrimci ve demokratik güçlerin daha geniş kesimlere ulaşması ve mevziler kazanması açısından da önemli fırsatlar sunar.

       Seçimler karşısındaki pratik taktik tutum bağlamında bugün asıl önemli noktalar şunlardır;

       - AKP'yi ve oligarşiyi, onun arkasında saflaşan kesimlerini teşhir etmek, her cephede geriletmek,

       - Büyük Haziran Direnişi ve 6-8 Ekim isyanlarında ortaya çıkan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın (ki buna Rojava'yı da eklemek gerek) devrimci, demokratik dinamiklerini birleştirmek ve mümkün olan en geniş kesimleri bir araya getirmek,

       - Büyük bir işgal ve iç savaşlar alanına dönüşmüş olan bölgemiz Ortadoğu'daki süreçler karşısında birleşik devrimci, demokratik bir direniş tutumuyla yer alabilmek ve bu savaşların Türkiye ve Kuzey Kürdistan'a sıçraması durumunda ortak mevziler yaratabilmek,
için nasıl bir yol izlemeliyiz?

       Lafı dolandırmadan ifade etmek gerekiyor; her üç noktada da bugün açısından devrimci sosyalist bir alternatif bulunmuyor.

       Öte yandan, asgari düzeyde de olsa, halkçı demokratik bir seçenek olarak HDP, yukarıdaki her üç noktada devrimci ve demokratik güçlerin seçim birliği açısından yegane alternatifi oluşturuyor. Bunu ifade ederken şu noktaları unutuyor değiliz; HDP sosyalizm iddiası olan, devrim iddiası olan bir parti değildir. Böyle bir iddiası da yoktur. Halkçı demokratik bir programa ve siyasal iddialara sahiptir. Bunun yanı sıra, Kürt ulusal demokratik hareketi tarafından domine edilmiştir. Bunun anlamı, uzun vadede Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki mücadelelerin farklı gündemlerinin yükü altında kalacağıdır. Fakat bu, mevcut koşullar altında seçim sürecinde işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin halkçı demokratik birliğinin HDP saflarında sağlanabildiği gerçeğini ortadan kaldırmaz.

       Seçim sürecinde HDP'nin desteklenmesi, seçim çalışmalarının ortağı olunması, AKP'nin geriletilmesi, devrimci ve demokratik güçlerin en geniş kesiminin mücadele birliğinin sağlanmasında mesafe alınması ve Ortadoğu`yu cehenneme çevirmeye çalışan emperyalistler ve yerli işbirlikçilere karşı, ortak bir demokratik halkçı duruşun gösterilmesi açısından önemli ve gereklidir. HDP'nin yüzde on barajını aşması, AKP'nin hem parlamentoda gerilemesi, hem oy oranının gerilemesi ve kaçınılmaz olarak yaptığı bütün hesapların bozulması anlamına gelecektir. Dahası bu durum, tüm devrimci ve demokratik güçler açısından önemli bir moral kazanımı olacağı gibi, seçim sonrasında gelişecek daha büyük mücadeleler içinde önemli bir mevzi kazanımı olacaktır.

       Seçimleri boykot tutumunun veya ne anlama geldiği belli olmayan ortacı tutumların, bugün Türkiye ve Kuzey Kürdistan'daki devrimci ve demokratik güçleri ileriye taşıma ve siyasete etkin biçimde müdahale etmek açısından pratik bir değerinin olmadığı açıktır.

       Devrimci sosyalistler, seçim sürecinde HDP ile omuz omuza bir yandan devrim ve sosyalizm propagandası ve çalışması yaparken, öte yandan ortak paydaların da mücadelesini yürütecektir.

Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık

       19-22 Aralık katliamında Ümraniye Cezaevinde yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı ailesi ve dostları ile birlikte Mezarı başında andık.
       Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı anmak için 21 Aralık 2014 pazar günü mezarı başında buluştuk. Anma etkinliğimize Türkiye Gerçeği'nden dostlarımız da katıldı. "19-22 Aralık, Kanla Yazılan Tarih/Katliamın Hesabını Soracağız" yazılı, Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı pankartın açıldığı anma, saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından "Alp Ata Yaşıyor, Savaşıyor", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz" sloganları atıldı. Daha sonra Emek ve Özgürlük Cephesi'nin açıklaması okundu. Açıklamanın ardından anmamıza konuk olan Türkiye Gerçeği'nden dostlarımız bir konuşma yaptılar. Konuşmalardan sonra "Ben İhtilal" şiiri okundu. Cephe Marşı ve Yiğidim Aslanım türküsü okunduktan sonra mezar başındaki anma sona erdi.
       Daha sonra buradan Maltepe Beşçeşmeler'de bulunan Sokak Kültür Merkezi'ne geçildi ve burada Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızın ailesinin her yıl verdiği yemek yenildi. Burada da yoldaşımızın annesi, Günay Teyzemiz kısa bir konuşma yaptı. Yemeğin ardından 19 Aralık katliamını yaşayan iki yoldaşımızın anlatımları ile 14 yıl önce yaşananlar anımsatıldı. Bugün ile benzerliklerine, tarihteki örneklerine göndermelerde bulunuldu. 12 Eylül sürecinde cezaevlerinde bulunanların anlatımlarıyla zenginleşen sohbetin ardından anma etkinliği sona erdi.

Avcılar'da 19 Aralık Çalışmaları

       19 Aralık katliamını protesto etmek için Avcılarda bir dizi etkinlik gerçekleştirildi. 19 Aralık Cuma günü sabah saatlerinde üzerinde "19 Aralık Cezaevleri Katliamını Unutmadık, Hesap Soracağız" yazılı EÖC imzalı bir pankart metrobüs üst geçidine asıldı. Yaklaşık bir saat kadar asılı kalan pankart daha sonra metrobüs güvenliği tarafından kaldırıldı.
       Aynı gündemle 20 Aralık Cumartesi günü EÖC tarafından Avcılar Marmara Caddesi üzerinde bir sergi açıldı. 19 Aralık katliamını teşhir ve protesto eden çeşitli döviz ve karikatürlerden oluşan serginin açıldığı yerde üzerinde "19 Aralık 2000 Cezaevleri Katliamlarını Unutmadık Unutmayacağız" sloganı yazılı, EÖC imzalı bir pankart da açıldı. Burada yaklaşık 2 saat boyunca ajitasyonlarla bildiri dağıtan EÖC'lüler zaman zaman halaylarıyla katliama karşı devrimci tutsakların gösterdiği direnişi de selamladılar. Eylemlerini ''Alp Ata Yaşıyor Savaşıyor'' sloganıyla bitiren derimci sosyalistlerin astıkları pankart gece yarısına kadar asılı kaldı.
       Avcılardaki bir diğer 19 Aralık protestosu ile EÖC, SYKP, SDP, HDP ve Halkevleri tarafından ortak düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasıydı. 20 Aralık cumartesi akşamı saat 19:30'da Marmara Caddesi girişinden başlayan yürüyüş, katliamı protesto eden sloganlarla belediyeye kadar sürdü. Burada gerçekleştirilen basın açıklaması ile katliam bir kez daha teşhir edilirken hesap sorulacağı vurgusu yapıldı.
       Etkinliklerin diğer fotoğrafları için bu linki tıklayabilirsiniz.

İzmir ve İstanbul'da 19 Aralık Protestoları

       19 Aralık 2000 tarihinde, dünyada eşine az rastlanır bir katlim yaşandı. 20 cezaevinde bulunan devrimci tutsaklara eş zamanlı olarak gerçekleştirilen operasyonla 28 devrimci tutsak katledildi. Operasyon sadece cezaevleriyle sınırlı değildi, basından demokratik kitle örgütlerine örgütlerine kadar toplumun konuyla ilgili tüm kesimlerine aynı anda operasyon yapılmıştı. 12 Cuntasını aratmayacak şekilde egemen medyanın tüm gazeteleri katliamı alkışlayan manşetlerle çıkarken, tutsakların sesi soluğu olmaya çalışan demokratik kitle örgütleri polis baskınları, gözaltılar ve değişik türdeki kuşatmalarla etkisiz hale getirilmeye çalışılmıştı.
       Aradan geçen 14 yıla rağmen hiçbir katil cezalandırılmadı. Cangüvenlikleri devlete emanet olan tutsaklar katledildiler ve yine sorumluluk onların üzerine yüklenmeye çalışıldı. Tıpkı 6-7 Ekim'de olduğu gibi. Devlet, katliamcı geleneğine yeni örnekler ekleyerek faşist terörünü sürdürüyor.
       19 Aralık katliamı İstanbul ve İzmir'de devrimci sosyalistlerin de katıldığı yürüyüşlerle protesto edildi.
       İstanbul
       İstanbul'da 19 Aralık 2014 günü saat 18:30'ta Tünel'de toplanan kitle, Galatasaray Meydanı'na kadar bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüş sırasında "19 Aralığı Unutma, Unutturma", "İnsanlık Onuru İşkenceyi Yenecek", "Katil Devlet Hesap Verecek", "Susma Sustukça Sıra Sana Gelecek", "İçerde Dışarda Hücreleri Parçala", "Yaşasın 19 Aralık Direnişi", "Devrimci İrade Teslim Alınamaz", "Devrimci Tutsaklar Yalnız Değildir", "Yaşasın Devrimci Dayanışma", "Bıji Berxwedana Zindana", "Devrimci Tutsaklar Onurumuzdur", "Anaların Öfkesi Katilleri Boğacak", "Tecriti Kaldırın Ölümleri Durdurun", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür" sloganları atıldı. Ellerinde "Hayata Dönüş Katliamı Devam Ediyor" ve "19 Aralık Katliamının sorumluları Yargılansın" yazılı pankartlarla ve 19 Aralık katliamında şehit düşenlerin resimleriyle yürüyen kitle Galatasaray Meydanı'na geldiğinde ilk olarak katliamda yaşamını yitirenlerin anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulundu. Daha sonra ortak basın metni okundu. Basın metninin ardından yinelenen sloganlarla eylem sona erdi. Eylemi İHD, TİHV, EÖC, DHF, Partizan, ESP, ÖTSP ve TUAD gerçekleştirirken SDP, Kaldıraç, Türkiye Gerçeği ve Devrimci Çözüm de destek verdi.
       Diğer resimleri görmek için burayı tıklayınız.
       Yürüyüş ve basın açıklamasının videosunu aşağıdaki linkten izleyebilirsiniz:
        http://www.youtube.com/watch?v=-A6AVMHnYDM&feature=youtu.be
       İzmir
       İnsan Hakları Derneği'nin öncülüğünde 19 Aralık Cuma günü Saat 18.30’da YKM önünde toplanan İHD’liler, Eski Sümerbank önüne yürüdü. Eylemde “19 Aralık’ı unutmadık, unutturmayacağız / İHD” ve 19 Aralık Katliamı’nda şehit düşenlerin fotoğraflarının olduğu pankartlar taşındı. Meşalelerle başlayan yürüyüşte dövizler de taşındı. Yürüyüş boyunca “19 Aralık katliamdır!”, “İçerde dışarda hücreleri parçala!”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek!”, “Devrimci/siyasi tutsaklar onurumuzdur!”, “Devrim şehitleri ölümsüzdür!” sloganları atıldı. Eski Sümerbank önüne gelindiğinde basın açıklamasını İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan okudu. Türkdoğan açıklamaya şu sözlerle başladı: “19 Aralık 2000’den 19 Aralık 2014’e hapishanelerde değişen bir şey yok. Türkiye ve dünya kamuoyu 19 Aralık 2000 tarihinde büyük bir şaşkınlık ve üzüntü içinde Türkiye’de 20 cezaevine yapılan operasyonu izlemişti. İnsanlık, yüzlerce tutuklu ve hükümlünün maruz kaldığı şiddete, yanmış vücutlara, cezaevlerinde yükselen alevlere tanık olmuştu. ”19 Aralık günü yaşananlar ve katliamın boyutları hakkında bilgi verdi. Yapılan operasyonun F tiplerine geçiş için yapıldığını söyledi. Operasyonu üzerinden 14 yıl geçmesine rağmen operasyonun sorumlularının yargılanmadığına vurgu yaptı. 19-22 Aralık Katliamı’nın ardından sorumluların değil tutsakların cezalara çarptırılmasına tepki gösterdi. Türkdoğan, İHD olarak 16-17 Kasım 2002 tarihlerinde gerçekleştirdiği genel kurulda 19 Aralık gününü “Cezaevlerinde İnsan Hakları İçin Mücadele ve Dayanışma Günü” olarak ilan etiklerini söyledi. Türkdoğan, bu yıl 19 Aralık’ı İzmir merkezli andıklarını ve çeşitli illerden İHD temsilcisi 60 kişinin 19 Aralık Katliamı’nı protesto etmeye geldiklerini “ifade etti.Türkdoğan, İran Urmiye Cezaevi’nde 29 Kürt siyasetçinin açlık grevinde olduğunu belirterek cezaevlerindeki yaşam koşullarının düzeltilmesini talep etti. Açıklamasının ardından İzmir Müzisyenler Derneği müzik dinletisi sundu. Eyleme EÖC, BDSP, Kaldıraç ve Partizan’ın da bulunduğu devrimci ve ilerici güçler destek verdi.

Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı Anıyoruz

       19 Aralık katliamında yitirdiğimiz Alp Ata Akçayöz Yoldaşımızı ailesi ile birlikte Mezarı başında anacağız.
       Devrimci kamuoyunu, Emek ve Özgürlük Cephelileri, Barikat okurlarını, devrimci kurumları anmamıza çağırıyoruz.
       Mezar başında yapılacak anmadan sonra ailesinin vereceği yemek için Maltepe Sokak Kültür Merkezi'nde olacağız.

       TARİH: 21 ARALIK 2014 (PAZAR)
       OTOBÜS HAREKET SAATİ: 11.00
       OTOBÜS KALKIŞ YERİ: AVCILAR CAMİ ÖNÜ

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

FHKC Merkez Komite Üyesi Adnan Cebir (Ebu Mithqal) Yaşamını Yitirdi

       Ömrünü İsrail’in Filistin’in işgaline karşı özgürlük savaşı için adamış olan, İsrail zindanlarında direnişini son ana kadar sürdüren Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Merkez Komite Üyesi Adnan Cebir (Ebu Mithqal)’ın yaşamını yitirdiğini büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyoruz.
       Devrimci Sosyalistler olarak Enternasyonal dayanışma yoldaşlığımız ile geçmişte ve bugün omuz omuza mücadele verdiğimiz FHKC ve Filistin halkına başsağlığı diliyor, acılarını paylaşıyoruz.

       Yaşasın Ortadoğu Devrimci Çemberi!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

19 Aralık Katliamının Yıldönümünde Yürüyoruz

       14 yıl geçti aradan. Tek bir katil cezalandırılmadı. 14 yıl önce 20 cezaevinde bulunan devrimci tutsaklara yönelik bir katliam yaşandı. 28 derimci tutsağın katledildiği bu katliamın ardından devrimci tutsaklar zorla, işkencelerle F Tipi hücrelere tıkıldılar. Ama ne katliamlar, ne de hücreler devrimci tutsakları teslim alabildi. Hiç bitmedi direniş, sürüyor, sürecek...
       19 Aralık katliamının yıldönümünde katliamda yaşamını yitirenleri anmak ve direnen tutsakların sokaktaki sesi olmak için yürüyoruz. Katliamın 14 yıldönümünde 19 Aralık 2014 cuma günü saat 18:30'da Tünel'de toplanarak Galatasaray Meydanı'na yürüyeceğiz. Yürüyüşü İHD, EÖC, DHF, Partizan, ESP, TİHV ve TUAD düzenliyor.


İstanbul Avcılar'da "Rojova Devrimi Ekseninde IŞİD, Türkiye, Emperyalizm İlişkileri" Başlıklı Panel Gerçekleştirildi

       Günlerdir Kobanê halkı bütün dünyanın takdirini kazanan bir direniş gösterirken yaşanan gelişmelerin politik arka planını bir parça olsun aydınlatabilmek amacıyla Emek ve Özgürlük Cephesi tarafından İstanbul Avcılar'da bir panel gerçekleştirildi. Panele konuşmacı olarak HDP Eşbaşkan Yardımcısı Ayhan Bilgen, Özgür Gündem Gazetesi yazarı Muharrem Ender Öndeş ve Emek ve Özgürlük Cephesi adına Hasan Yüksel katıldı. Kobanê direnişinde ve 6-7 Ekim sürecindeki devletin ve sivil faşist çetelerin saldırılarında yaşamını yitirenler için bir dakikalık saygı duruşu ile başlayan etkinlikte, saygı duruşunun ardından "Biji Berxwedane Kobanê" sloganı atıldı.
       Panele başlanmadan önce Suruç'a giden kadın heyetinde yer alan bir arkadaşımız orada yaşadıklarını anlattı. Devletin engellemelerinin halkın desteğiyle aşıldığının anlatıldığı konuşmada, Suruç'taki göçmenlerin birçok şeyin yanı sıra insangücüne de ihtiyaç olduğunu vurguladı.
       Daha sonra panele geçildi. İlk olarak söz alan Ayhan Bilgen, "İslam Devleti" adlandırmasının yanlışlığına dikkat çekerek sözüne başladı. Kendisine karşı çıkan herkesi kafir ilan eden ve kendisine karşı çıkanın Allaha karşı çıktığı iddiasıyla hareket eden IŞİD'in mantığının Kerbela ile benzerliğine dikkat çeken Ayhan Bilgen, cihat edebiyatının emperyalizm tarafından ucuz asker bulmak için 1.ci Dünya Savaşı zamanında da kullanıldığını anımsattı ve bunun dinin araçsallaştırılması olduğuna dikkat çekti.
       İnsanı, insanın düşünebilme kapasitesini hiçleştiren ve sadece yüzlerce yıl önceki bir yaşam tarzını aynen uygulamayı temel bu düşünce yapısının sünniliğin bir kolu olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
       Suriye'nin nüfus yapısı üzerine yanlış bilgilerden hareket eden Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti'nin sünni nüfusun da tamamının Esad karşıtı olduğu gibisinden bir yanlış hesapla hareket ettiğini söyleyen Bilgen, tüm bu hesapların boşa çıktığını da ekledi.
       Şengal sonrasında TC'nin tüm dünya çapında teşhir olduğunu söyleyen Bilgen, Kürt hareketinin ise dünya çapında meşruluk kazandığı bu dönemecin çözüm süreci açısından bir dönüm noktasına işaret ettiğini söyledi.
        Son olarak 6-7 Ekim sürecinde kendi cephemizden 40'tan fazla kayıp vermemize rağmen tam tersi bir kamuoyu oluşturulmasının bir başarısızlık tablosu olduğuna değinen Ayhan Bilgen böylece konuşmasını noktaladı.
       Daha sonra söz alan Muharrem Ender Öndeş ise konuşmasında Rojova'daki sistemin emperyalizm ve bölgedeki tüm gerici güçler, devletler için bir tehdit, bir kötü örnek olduğunu belirterek söze başladı. Kadınların her yerde olduğu bu devrimde özellikle yakın bir süre önce röportaj yapmak için gittiği Kandil'de haber dilinde sadece YPG'nin adının anılıp YPJ'nin anılmamasından dolayı yoğun eleştiriler aldığını da ekledi.
       Honduras'tan Afganistan'a, Hindistan'dan Avusturalya'ya kadar dünyanın dört bir köşesinde 1 Kasım Kobane Günü gösterilerinin gerçekleştiğini belirten Öndeş, Türkiye'nin tecrit olduğuna dikkat çekti.
       Şengal katliamına PKK'nin yaptığı müdahalenin ayrıntılarına yer verdiği konuşmasında, bu olaydan sonra artık PKK'nin Güney Kürdistan'ın her köşesinde rahatlıkla hareket edebildiğini de ekledi.
       KDP politikalarının Rojova'da yaşanılan gerçekliği anlayamadığını vurgulayan Öndeş, KDP'nin Batı Kürdistandaki uzantısı olan ENKS adına verilen bir röportajda Rojova Kanton yönetiminin ilan ettiği "Toplum Sözleşmesi"nde "Kürt" sözcüğünün neredeyse hiç geçmemesinin eleştiri konusu yapıldığını; oysa Kanton yönetimlerinin çok kimlikli, çok inançlı, çok etnisiteli yapısıyla zaten bunu bilinçli olarak tercih ettiğini belirtti.
       KDP ile PKK karşılaştırması da yapan Ender Öndeş, PKK'nin KDP gibi bir feodal aile temeli üzerinde yükselmediğini, üniversitelerdeki yoksul Kürt gençleri tarafından kurulduğunu ve bu geleneğin sürdüğünü belirterek bundan hareketle Rojova Devrimini zehirlemeye yönelik her girişime karşı "panzehirin sağlam" olduğuna vurgu yaptı.
       Daha sonra söz alan Hasan Yüksel ise konuşmasına Ender Öndeş'in bıraktığı yerden başlamayı tercih etti ve bu panzehirin literatürümüzdeki adının "sınıf tabanı" olduğuna vurgu yaptı. Daha sonra peki biz nasıl bakmalıyız diyerek sürdürdüğü konuşmasında ilk olarak Ortadoğu Devrimci Çemberi olgusunun açılımını yaptı. Ernesto Che Guavera'nın Latin Amerika için öne sürdüğü kıtasal devrim düşüncesinin Ortadoğu versiyonu olan bu düşüncenin, benzer sosyo ekonomik koşullara sahip, benzer çelişkilerin girdabındaki, benzer kültürlere sahip bu sömürü bölgelerindeki devrimlerin birbirlerini tetikleyeceğine dair bir açılım olduğunu söyledi.
       Ortadoğu Devrimci Çemberini oluşturan Filistin, Kürdistan, Türkiye ve İran'da yaşancak her devrimci gelişmenin tüm bölgeyi etkilediği ve etkileyeceği vurgusu ile devam eden konuşmada Rojova Devriminin emperyalizmin ve her türden gericiliğin her yöntemle cirit attığı Ortadoğu'da, bu çümüşlüğe, bu bataklığa temiz havanın girdiği bir pencere açtığını söyledi.
       Kitaplardaki devrime pek benzemeyen bu devrimin birçok özgünlüğü olduğunun belirtiliği konuşmada, 1917 Bolşevik Devrimi'nin bile hedeflenen ve gerçekleşen arasında bir açı taşıdığını örnekleyerek Rojova Devriminin bu özgünlüklerinin de değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Bir başka özgünlük olarak halen tartışma ve sistemi geliştirme sürecinin devam ettiğini, dolayısıyla kendisini sabitliklere hapseden bir sistem olmadığını ve bu yaklaşımın da diyalektiğe uygun olduğunu belirten konuşmacı, en yüksek ücret ile en düşük ücret arasındaki makasın darlığının kimi sosyalizm pratiklerinden bile daha olumlu olduğunu da belirtti.
       Tüm yol ve yöntemlerle bu devrimin desteklenmesi gerektiğini belirten Hasan Yüksel, ABD bombardımanı gibi emperyalist hamlelerin göstermelik olduğunu da vurguladı. Eğer gerçekten destek vermek isteselerdi IŞİD'in Kobanê saldısı için kullandığı 10 tankın, ve çok uzak yerlerden karayolu ile getirdiği destek güçlerin çok rahatlıkla havadan vurulabileceği halde ABD güçlerinin Kobanê'yi bombalamayı tercih ettiğine dikkat çekti. 1 Kasım eylemleriyle açığa çıkan ve Vietnam'dan bu yana görülen belki de en yaygın desteğin cisimleştiği tüm dünya kamuoyu baskısı ile ABD'nin bunu yapmak zorunda kaldığına da dikkat çeken konuşmacı, aslolanın Kobanê direnişçilerinin kahramanlığı olduğuna da ekledi.
       Daha sonra soru cevap kısmına geçildi. Burada en dikkat çekici olan ise Kobanê'ye destek için geçen peşmerge güçlerinden birisinin gömleğindeki ABD bayrağı ve atılan "Biji Serok Obama", "Biji ABD" sloganları üzerine idi. Emek ve Özgürlük Cephesi adına soruyu yanıtlayan Hasan Yüksel, KDP'nin Güney Kürdistandaki iktidarının ABD'nin Irak işgali sonucu oluştuğunu anımsattı ve KDP'nin iktidarını borçlu olduğu ABD'ye sempati duymasının normal bir olay olduğunun altı çizildi. KDP çizgisinin Türkiye'de de taraftarları olduğununu hatta geçenlerde bu çizgide bir parti de kurduklarını anımsatan konuşmacı daha sonra da medyanın tekil olayları öne çıkararak yarattığı algı operasyonlarına 1991 birinci körfez savaşındaki petrole bulanmış kuş görüntüsünü örnek göstererek açıklamaya çalıştı. Bu görüntülerin de benzer bir algı operasyonunun parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirten konuşmacıdan sonra aynı konuya dair söz alan Ender Öndeş de "Oralarda yurtsever halk sadece bir kişi için 'serok' sözcüğünü kullanır" dedi.
       Soru cevap bölümünün ardından panel sona erdi.

İzmir'de Soma ve Ermenek İçin Pankart

       Geçtiğimiz Salı günü Karaman'ın Ermenek ilçesinde Has Şekerler'e ait maden firmasında yaşanan facia bugün 5. gününe girdi ve halen 18 emekçi kardeşimiz yerin yüzlerce metre altında. Bir yandan Çalışma Bakanı Faruk Çelik ve Enerji Bakanı Taner Yıldız'ın pervasızca açıklamaları gün gün basından verilirken facianın yaşandığı 3. günde firma sahibi yaşananları "Doğal afet" olarak özetledi. Soma, Zonguldak, Şırnak, Ermenek... Kar hırsıyla ölüm kusan madenlere ruhsat verilerek kan emiciliğe doymayan devlet yine rolünü iyi oynamakta ve medya üzerinden yaşananları manipüle etmektedir. Ermenek'te yaşananlar kapitalist sömürü düzenine bir kez daha ayna tuttu. Kapitalist sömürü düzeni, daha fazla kar, daha fazla ölüm ve katliam demektir. Madenler, işçi kardeşlerimize bir kez daha mezar olurken kapitalist sömürü düzeni ölüm kusmaya devam ediyor. 18 işçi kardeşimiz halen yerin altındayken bir katliam haberi de Isparta'dan geldi. Isparta'nın Yalvaç ilçesinde tarım işçilerini taşıyan minibüs kaza yaptı. 17 işçi kardeşimiz öldü, 28 işçi de yaralandı. Tablo yine aynı... Olması gerekenin iki katı "balık istifi" misali yollara düşen işçileri bekleyen katliam kaçınılmaz oldu. Madende ya da yer üstünde işçi katliamları, ölümler bu sömürü düzeni devam ettikçe ne ilk ne de son olacaktır. Ta ki sömürüsüz, insanca yaşama ve insanca çalışma koşullarına kavuşana dek!
       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi; Soma, Ermenek maden kazalarının ve işçi katliamlarının katilinin, kapitalist sömürü düzeni ve bu düzenin bekçileri olduğunun teşhiri için pankart asma eylemi gerçekleştirdi. Gediz-Göksu üst geçitine asılan pankartta "Soma ve Ermenek'in Katili Devlettir" sloganı ve EÖC imzası yer aldı.

İstanbul'da 1 Kasım Dünya Kobanê Günü Yürüyüşü

       IŞİD çeteleri tarafından kuşatılan Kobanê ile dayanışmak için 1 Kasım günü Dünya Kobanê Günü ilan edildi ve dünyanın neredeyse her yerinde, Honduras'tan Afganistan'a kadar her yerde Kobanê direnişiyle dayanışma amacıyla yürüyüşler gerçekleştirildi.
        Bu kapsamda İstanbul Kobanê Dayanışması'nın çağrısıyla 1 Kasım cumartesi günü İstanbul Taksim Tünel'de biraraya gelen binlerce kişi, Galatasaray Meydanı'na doğru yürüyüşe geçti. "Biji Berxwedane Kobanê", "Yaşasın Halkların Kardeşliği", "Katil IŞİD İşbirlikçi AKP", "Kürdistan Faşizme Mezar Olacak" sloganlarının atıldığı yürüyüşte neredeyse tüm devrimci gruplar yer aldı. Oldukça kitlesel ve coşkulu geçen yürüyüşe HDP'nin yerellerden araçlarla insan taşıdığı gözlendi.
       Galatasaray Meydanı'na gelindiğinde ise basın açıklamasına başlanılmadan önce Kobanê'deki direnişte yaşamını yitirenler anısına bir dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. Saygı duruşunun ardından basın açıklamasına geçildi. HDP milletvekillerinin de konuşmalar yaptığı eylem, konuşmalar ve sloganların ardından sona erdi.

İzmir'de 500. Hafta Eylemi

       Yıllardır Galatasaray Meydanını her Cumartesi mesken tuttular Cumartesi Anneleri...Oğullarının, kızlarının, eşlerinin akibetini sordular. Yıllardır coplandılar, yerlerde sürüklendiler, gözaltına alındılar. Ama onlar her Cumartesi kayıplarının akibetini sormaktan vazgeçmediler ve 500. Hafta da alanlarda tek ses tek yürek oldular. 25 Ekim Cumartesi günü İstanbul başta olmak üzere bir çok ilde İHD nin çağrısıyla alanlarda oturma eylemi gerçekleştirildi. İzmir'de de bir çok devrimci kurum ve sendikaların katılımıyla saat 13.00'te Konak Sümerbank önünde bir araya gelindi. Kayıp yakınlarının söz almasıyla başlayan açıklamanın ardından basın açıklamasına geçildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi; Bu eylem bugün 500. Haftaya girdi. Bu gün 500. hafta… 500 haftadır çocuklarının, eşlerinin, kardeşlerinin, babalarının akıbetini soruyorlar. “Hiç olmazsa bir mezar” diyorlar. Türkiye’de yüzlerce kişi güvenlik güçlerince gözaltına alınarak kaybedildi. Kayıpların akıbetinin soruşturulmasını önleyen hukuksal mekanizmalar yaratıldı. Kaybetme suçunda fail ve sorumlu konumda olan kamu görevlilerine yasal, yargısal ve idari koruma sağlandı.
       Gözaltında kaybetmeyi suç olmaktan çıkaran bu zihniyet, yalnızca adaletsizlik üretmekle kalmadı, aynı zamanda toplumu zehirleyerek ortak bir adalet duygusunun oluşmasını engelledi. Fail kamu görevlisi olunca, yurttaşın öldürülmesinin ve yok edilmesinin suç sayılmayacağı algısını yarattı. Güvensizlik ve korku üreten bir politik iklim yaratarak toplumu suskunluğa sürükledi. Temel hak ve özgürlüklerine sahip çıktıkları için, Kürt, Süryani, Keldani doğdukları için, sosyalist oldukları için evlatlarımızı düşmanlaştırarak kaybeden ve onlara yönelen devlet terörünü cezasız bırakan siyasi iktidarlar, hakikatlerin ortaya çıkarılması ve adaletin sağlanması talebimize kulaklarını tıkadı.
       Cezasızlık politikasına son verilerek, insanlık suçları ve bu suçların failleri görünür kılınsın! Devletin kaybettiği evlatlarımızın akıbetleri açıklansın ve failleri yargılansın! Hakikat ve adalet hakkımız yasal güvence altına alınsın!
       Türkiye, yıllardır imzalamaktan kaçındığı BM Herkesin Zorla Kaybedilmesinden Korunmasına Karşı Uluslararası Sözleşmeyi imzalasın! Biz kayıp aileleri ve insan hakları savunucuları olarak cumartesi annelerinin oturma eyleminin 500. haftasında bir kez daha ilan ediyoruz; mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Biliyoruz ki, biz vazgeçersek evlatlarımız asıl o zaman kaybolacak. İnsanlık onuru asıl o zaman yara alacak. Cumartesi annelerinin oturma eyleminin 500. Haftası vesilesiyle bu topraklarda yaşayan herkese sesleniyoruz: Yok edilmek istenen yalnızca evlatlarımız değil, insanlığın vicdanıdır. İnsanlık onurunu hedef alan bu suç karşısında susmayın!
       Kayıplar mücadelesini destekleyin!
       Hakikat ve adalet talebimize sesinizi katın!"
        Açıklamanın ardından İzmir Müzisyenler Derneği kısa bir dinleti sundu. Eylem, "Anaların öfkesi katilleri boğacak, İnsanlık onuru işkenceyi yenecek, Katil devlet hesap verecek sloganlarıyla son buldu.

İstanbul Kobanê Dayanışması Yürüyüş Gerçekleştirdi

       IŞİD vahşetine karşı 40 günü aşkın bir süreden beri insanlık onuru bayrağını yükselten Kobanê halkıyla dayanışmak için oluşturulan İstanbul Kobanê Dayanışması, 25 Ekim 2014 cumartesi günü Tünelden Galatasaray Meydanı'na bir yürüyüş gerçekleştirdi. Saat 18:00'de başlayan yürüyüş sırasında kitlenin önünde “IŞİD'e desteğe son! Kobanê'ye yardım koridoru açılsın” yazılı pankart açıldı. “Katil IŞİD, işbirlikçi AKP!”, “Biji berxwedana Kobanê!”, “Her yer Kobanê her yer direniş!” sloganlarının atıldığı yürüyüş, Galatasaray Meydanı'na ulaştığında ilk olarak Kobanê direnişinde yaşamını yitirenler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı.
       Daha sonra okunan basın açıklamasında ise Kobanê Direnişi selamlanarak emperyalizm ve bölge gericiliği eliyle şişirilen IŞİD çetesinin tüm dünya halkları karşısında teşhir olması sonucunda bir ay boyunca düşmesi beklenen Kobanê'ye emperyalistlerin bile yardım etmek zorunda kaldığı vurgulandı.
       Tüm bu gelişmelere rağmen AKP'nin insanlık düşmanı çeteleri kollamaya devam ettiğini belirten basın açıklaması, Kobanê'ye destek verenlerin hala AKP hükümeti tarafından hedef gösterilmekte, hatta bununla suçlanarak gözaltına alınmakta olduğuna da dikkat çekildi.
       (Fotoğraf: Kızıl Bayrak)

İzmir'den Kobanê'ye Destek

       Kobane'de haftalardır bizzat emperyalizmin ve AKP'nin yarattığı IŞİD çetesine karşı Kürt halkı onurlu bir direniş vermektedir. Ortadoğu'da Rojava gibi bir model görmek istemeyenler bu katliama sessiz kalmanın yanı sıra yapılan destek eylemlerine saldırıp onlarca insanın ölümüne neden olmuştur. Fakat Kürt halkı bu saldırılara karşı direnmiş ve kaybettiği noktalardan bazılarını geri alabilmiştir. Ayrıca kadın savaşçılarda ilk günden beri bu direnişin en önemli parçası olmuştur.
       Bu süreçte İzmir'de direnişe destek vermek için yazılamalar yapılmıştır. Ayrıca Manisa yoluna Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı üzerinde 'Selam olsun Kobane'de direnen kadınlara' yazılı pankart asılmıştır.

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Kobanê’ye Destek Eylemi

       Bir aydır Kobanê’de gerçekleşen IŞİD saldırısına karşı ve Türkiye’de bu saldırıyı kınamak, Kürt halkının direnişine destek vermek amacıyla sokaklara çıkan halka azgınca saldıran devlet onlarca insanı katletti. Yaşanan bu gelişmelerin ardından 15 Ekim Çarşamba günü İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Öğrencileri Kobanê’ye destek eylemi gerçekleştirdi.
        Yabancı Diller Yüksek Okulu önünden başlayıp tüm fakülte içerisinde yürüyüşü gerçekleştiren öğrenciler, tekrar YDY önüne gelip basın metnini okudu. Okunan basın metninde;
        Emperyalizmin ve onun işbirlikçisi AKP’nin Ortadoğu planlarına ve bu planları doğrultusunda IŞİD gibi gerici dinci çeteleri nasıl beslediğine, koalisyon güçlerinin yaptığı hava saldırılarının IŞİD’i geriletmekten çok Kobanê’ye yönlendirildiğine, dikkat çekildi.
        Rojava Devrimi’nin savunulmasının gerekliliği, ayrıca kadının bu devrimdeki rolü üzerinde de özellikle duruldu.
        Basın metninin sonuna gelindiğinde ise ; “Stalingrad düşmedi Kobanê de düşmeyecek!” vurgusundan sonra Rojava marşı okunarak eylem sona erdi.

Rojova Direnişi Sadece Kürtlerin Değil, Tüm Ortadoğu Halklarınındır, Bizimdir!
Emperyalizmin, İşbirlikçi Oligarşilerin ve Onların Yarattığı Çetelerin Saldırılarına Karşı Tüm Ortadoğu Halklarıyla Birlikte Omuz Omuza Direnişi Büyütelim!

       Rojava'da bir direniş destanı yazılıyor! Kürdistan halkının yiğit evlatları, emperyalistler ve başta Türkiye oligarşisi olmak üzere bölgenin alçak işbirlikçi yönetimleri tarafından yaratılan IŞİD çetelerine karşı haftalardır her anı kahramanlıklarla dolu, soluksuz büyük bir direniş sürdürüyorlar. Küçük Kobane, küçük Kürdistan Rojava büyük bir insanlık direnişinin, büyük bir demokratik direnişin kalesi haline gelmiştir.
       Küçük Kobane onları neden bu kadar korkutuyor?
       Bölgemiz Ortadoğu, emperyalistler, uşak yerli işbirlikçiler ve onlar eliyle geliştirilen, din tüccarlığı yaparak serpilip büyütülen vahşi örgütler aracılığıyla katliam, tecavüz ve her türlü insanlık dışı vahşetle yıkılıp yakılıyor. Toplumlar arasındaki her türlü farklılık görülmemiş bir vahşetle soykırımların, katliamların gerekçesi yapılmaya çalışılıyor. Alevilere, Hıristiyanlara, Ezidilere, Süryanilere, Kürtlere, Türkmenlere, Kakailere, Berberilere, Şiilere, Sunnilere, kısacası kendisi gibi olmayan herkese karşı en vahşi katliamları yapmaya hazır vahşet örgütleri kol geziyor. Başta TC olmak üzere, bölgenin tüm devletleri ya bu çetelerle birlikte katliamlara katılıyor, ya da onların katliamları, vahşetleri için büyük destekler sunuyorlar.
       Suriye, Irak, Kürdistan, Filistin, Yemen, Libya, Mısır sahnede vahşetin, katliamın en vahşi örneklerinin sahnelendiği ülkelerin başlıcaları. Türkiye, Katar ve diğer Körfez emirlikleri, Suudi Arabistan, ABD ve İngiltere ise bu katliamların ve katliamcı örgüt ve devletlerin baş destekçileri.
       ABD emperyalizminin yeni stratejisi açıktır; bölgedeki genel kaosun sürmesi, halkların dinsel, ulusal, mezhepsel vd. açılardan mümkün olduğunca paramparça olması, demokratik birleşik mücadele zeminlerinin yok edilmesi, yarattığı IŞİD vb. vahşi örgütlerin katliamları ve saldırganlığı sonucu oluşan dehşet atmosferinde kurtarıcı olarak dilediği zaman bölgeye müdahale etme konumuna sahip olmak.
       AKP'nin yönettiği TC ve diğer işbirlikçi devletler ise ABD emperyalizminin bu yeni stratejisi ekseninde parçalanmayı derinleştirmeyi ve bölgesel güç konumuna yükselmeyi hedefliyorlar.
       Bu vahşet stratejisini bozan/bozacak olan tek şey ise; halkların birleşik demokratik mücadelesi. Kobane'nin ve genel olarak Rojava'nın ağır ve ısrarlı saldırılara hedef olmasının nedeni de budur. Bu durum, Ortadoğu haritasına bakan, savaşan güçlere bakan ve akıl ve vicdan sahibi olan herkesin görebileceği bir şeydir.
IŞİD'in, El Kaide'nin, El Nusra'nın ve daha pek çok vahşi örgütün ve barbar devletlerin görülmemiş bir katliam ve vahşetle kana boyadığı Ortadoğu coğrafyasında, Kobane ve Rojava, Kürdüyle, Süryanisiyle, Ermenisiyle, Türkmeniyle, Çeçeniyle, Arabıyla, Alevisi, Sünnisi, Hıristiyanı, Ezidisiyle tüm halkların ve inançların asgari bir demokratik zeminde kardeşçe yaşadıkları, kadınların özgür olabildikleri, faşizme, din tüccarlığına, her türden vahşet örgütüne karşı birleşmiş tek toprak parçasıdır. Bu küçük örnek, halkların, inançların, cinslerin asgari demokratik koşullar altında, halkçı bir temelde bir arada kardeşçe yaşayabileceklerini göstermektedir.
       Ortadoğu'yu ayrımcılığın, mezhepçiliğin, faşist milliyetçiliğin vahşet örnekleriyle paramparça edenlerin Rojava'nın kardeşlik, demokratik halkçılık örneğine tahammül etmeleri beklenemezdi. Ve daha ilk andan itibaren Rojava özellikle emperyalistler tarafından kurulan ve başta TC oligarişisi olmak üzere bölge gericiliği tarafından beslenen din tüccarı vahşet örgütlerinin saldırılarına maruz kaldı.
       Bu saldırganlığın son adımı Kobane saldırısıdır.
Ve Kobane haftalardır direniyor. Kürt halkının yiğit savaşçıları vahşet örgütlerine karşı, onların tanklarına, toplarına karşı ferdi silahlarla her gün onlarca şehit vererek halkların kardeşliğini savunuyor. Ortadoğu'da halklarımızın tek seçeneğinin vahşi bir mezhepçilik, vahşi bir din tüccarlığı, vahşi bir faşist milliyetçilik olmadığını tüm dünyaya gösteriyor.
       İşte bu nedenle, Kobane sadece Kürtlerin direnişi değildir, sadece onların kenti değildir. Kobane eşitlik, kardeşlik, özgürlük, dayanışma, demokrasi isteyen herkesin kentidir, herkesin direnişidir. Kobane ve Rojava, din tüccarlığına, mezhepçiliğe, faşist milliyetçiliğe karşı çıkan tüm insanlığın ortak yurdudur.
       ABD emperyalizmi kendi kurduğu vahşet örgütünü kontrol altına almak için sınırlı ve çoğu zamanda göstermelik hava saldırıları düzenliyor. Ve apaçık ilan ediyor; "önceliğimiz Kobane değil, petrol rafinerileri". ABD emperyalizmi ve işbirlikçilerinin tantanalı insanlığı kurtarma söylemleriyle kurduğu koalisyonun, insana dair hiç bir derdinin olmadığı/olamayacağı apaçık ifade edilmiş durumda. Onlar, kendi kurdukları IŞİD vb. vahşet örgütlerini durdurmak değil, sadece kontrol altında tutmak istiyorlar.
       AKP ve TC oligarşisi, Kobane'nin düşmesi için vahşet örgütü IŞİD'e desteğini sürdürüyor. Kobane'nin düşmesiyle ulusal demokratik Kürt hareketini zayıflatmanın hesabını yapıyor. Ardından Suriye topraklarına kara harekatı koşullarının oluşacağını ve Suriye yönetimini devirebileceğinin hayallerini kuruyor. Tayyip, önce Kürt, ardından Alevi katliamı yoluyla Ortadoğu'da sunniliğin önderliğini ele geçirebileceğini ve büyük bir din tüccarı devlet kurabileceğini sanıyor.
       Bütün bu vahşi hesaplar, Rojava halkının direnişine çarpmıştır. Direniş büyüyor. Başta Kuzey Kürdistan olmak üzere, Kürdistan'ın bütün parçalarında, Türkiye kentlerinde, Avrupa'da ve dünyanın pek çok kentinde Kobane ve Rojava halkıyla dayanışma ve ortak mücadele için milyonlar ayağa kalkmıştır.
       Kürdistan ulusal demokratik hareketinin talepleri çok açıktır;
- IŞİD vb. vahşi örgütlere TC tarafından verilen desteğin derhal kesilmesi,
- Kobane direnişine destek amacıyla Güney Kürdistan ve diğer bölgelerden gelecek yardımlar için bir yardım koridorunun açılması.
       Bu en temel ve insani talepler, AKP iktidarı tarafından reddedilmektedir. Tersine IŞİD canilerine verilen yardımlar devam etmektedir.
       Kuzey Kürdistan'daki serhıldanlarda şu ana kadar 20'ye yakın yurtsever şehit düşmüştür. Başta Amed, Siirt, Mardin, Hakkari olmak üzere, Kuzey Kürdistan'ın bütün kentleri serhıldanlarla direniş denizine dönüşmüştür. İstanbul, İzmir, Adana, Mersin ve pek çok Türkiye kentinde yurtsever Kürt halkı ve Türkiye halkının demokratik güçleri omuz omuza Kobane ve Rojava için direnmektedir.
       Rojava'da, Kobane'de yaşanan direnişde son sözü direnen Kürt halkı ve bölgenin tüm işçileri, emekçileri, demokratik, devrimci güçleri söyleyecektir. Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, dayanışma, demokrasi ve sosyalizm isteyen herkes, "Kobani direnişi bizimdir" derse, buna uygun bir dayanışma ve ortak mücadele sergilenirse, bölgemiz Ortadoğu'ya musallat olmuş olan emperyalistlerin, işbirlikçi rejimlerin ve onların vahşet çetelerinin başarı şansı kalmayacaktır.
       Emek ve Özgürlük Cephesi bu bilinç ve iradeyle sesleniyor;
       Türkiyeli İşçiler, emekçiler!
Ortadoğu'yu cehenneme çeviren emperyalistlerin, AKP yönetimindeki Türkiye oligarşisinin ve çetelerin başarı kazandığı koşullarda insanca ve özgür bir yaşam olamaz. Senin ekmeğinden çalınan IŞİD'in barbar çetelerine verilmektedir. Kobane senindir! Kobane'de direnen yurtsever demokratik güçler senin özgürlüğün ve ekmeğin içinde direnmektedir. Kobane'ye sahip çık! Direnişe katıl!
       Kadınlar!
Direnen Kobane insanca, özgür bir yaşam için direnen kadınlar demektir. Kadınları satan, onları sadece bir mal olarak gören barbarlara karşı direnen Kobane senin için de direnmektedir. Kobane senindir! Kobane'ye sahip çıkmak, kadının insanca yaşam özlemlerine sahip çıkmaktır. Direnişe katıl!
       Aleviler!
Saflarınızda Kürt halkına karşı yaratılmaya çalışılan düşmanlığa dur demelisiniz. Mazlum Kürt halkının yenilmesi sizlerinde yenilmesi demektir. Düşman ortaktır. Kobane senindir! Kobane ve Rojava da direnen yurtsever Kürt halkı, ilk fırsatta sana da saldıracak olan barbarlara karşı direnmektedir. Kobane'ye sahip çıkmak, kendi haklarına, kazanımlarına sahip çıkmaktır! Direnişe katıl!
       Laikler!
Laik bir yaşam kültürünün, emperyalizmin kuklası olmuş TC'den, Nato'nun maşası ordu'dan veya başka bir yerden gelmeyeceği apaçık ortadadır. Ortadoğu'da laik ve demokratik yaşamın asgari koşullarının sağlandığı tek yer Rojava'dır. İnsanların inançlarını demokratik bir biçimde yaşadığı Kobane senindir! Kobane'ye sahip çık! Direnişe katıl!
       Samimi dindarlar!
Ortadoğu'da din adına vahşet yaratanlar, samimi dindarlar değildir, emperyalizmin ve işbirlikçi yönetimlerin barbar uşaklarıdır. İslamı kendi çıkarları için kullanan vahşi din tüccarlarıdır. Esir alınan kadınları, çocukları satmak, tecavüz etmek, insanları parçalamak, kendisi gibi olmayan herkesi barbarca yok etmeye çalışmak samimi bir dindarın işi olabilir mi? Kobane ve Rojava Ortadoğu'da tüm inanç sahiplerinin özgürce inançları yaşadıkları tek yerdir. Kobane senindir! Sahip çık! Direnişe katıl!
09.10.2014
       KOBANE DİRENİŞİ BİZİMDİR!
       FAŞİZME KARŞI KOBANE'YLE OMUZ OMUZA!
       ORTADOĞU FAŞİZME, EMPERYALİZME MEZAR OLACAK!
       BİJİ BERXWEDANA KOBENE! BİJİ BERXWEDANA ROJAVA!
       ROJAVA KAZANACAK! EZİLEN HALKLAR KAZANACAK!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Gün Namus Günüdür!
Kobane İçin Her Şeyi Yapmanın Günüdür!

       Günlerdir AKP'nin desteklediği IŞİD saldırılarına karşı kahramanca direnen Kobane halkını katletmeye yeminli TC Oligarşisi, bu sabah üç tarafından kuşatılan Kobane'nin Mürşitpınar sınır kapısındaki askeri güçlerini çekip, bu alanı da IŞİD katillerine bırakarak Kobane'nin dört bir taraftan kuşatılmasını sağladı. Böylelikle askeri gücünü kullanarak Kobane'ye Kuzey Kürdistan halkının yardımını tamamen kestiği gibi direnen Kobane halkını da katillerin insafına bıraktı.
       Yaşanan ikinci bir Sabra Şatilla'dır. Sabra Şatilla'da Hristiyan Falanjistleri katliam yaptırmak için kampa salan İsrail güçlerinin başındaki Ariel Şaron neyse, Tayyip Erdoğan da odur. İnsanlık düşmanı, eli kanlı bir katilden başka hiçbir şey değildir.
       Gün, günlerdir ağır silahların, tankların topların ateşi altında kahramanca direnen Kobane için sokağa çıkma günüdür. Gün, işbirlikçi olmayan Kürde ölüm fermanını yazmış olan emperyalizmden, işbirlikçilerinden ve bunlarla birlikte hareket eden her kesimden hesap sorma günüdür. Gün, Direnen Kobane Halkı İçin Elden Gelen Her Şeyi Yapmanın Günüdür!
       Günlerdir ülkenin her köşesinde başlayan protestoları daha da yaygınlaştırmak ve bulunulan her alana yaymak, Kobane için yapılabileceklerin başlangıcıdır. Bu savaş bizim savaşımızdır. IŞİD, Adana'da halka karşı ilk kurşunlarını sıktı bile. Bu savaşın her cephesinde yer almak için tüm güçlerimiz seferber olmalıdır.
       Bugün (7 Ekim 2014) saat 20:00'de İstanbul'da Kadıköy Altıyol ve Taksim Galatasaray Meydanı'nda yapılacak olan gösterilerin yanı sıra tüm ilçelerde de AKP bürolarına yürüyüşler düzenlenecek. Ayrıca 9 Ekim günü HDP'nin İstanbul Saraçhane'de saat 14:00'te yapacağı yürüyüşe destek verilecek. Bugün yapılacak olan tüm eylemlerin listesi ise şöyle:
       İSTANBUL
Bağcılar DBP önü saat 14:00
Beşiktaş Kartal saat 18:00
Kadıköy Boğa saat 12:30
Sultangazi DBP ilçe örgütü saat 13:00
Esenler Dörtyol Meydan saat 15:00
Şirinevler Meydan saat 15:00
Sarıgazi HDP önü saat 17:00
Gaziosmanpaşa DBP önü saat 15:00

       Diğer İller:
İzmir Konak Eski Sümerbank önü saat 16:00
Ankara Sakarya caddesi 15:00
Adana İnönü parkı saat 16:00
Artvin Hopa Meydan saat 13:00
Çorum Özdoğanlar Kavşağı saat 18:00
Antalya Kapıyol Halkbank önü saat 14:00
İzmit Merkez Bankası önü saat:14.00
Bursa Kent meydanı 14:00
Gemlik Dereboyu Taşköprü saat 18:00
Antakya Eğitim Sen önü 14:00
Marmaris Atatürk heykeli önü 19:00
Eskişehir Adalar Miğros önü saat 14:00
Batman DBP il örgütü önü saat 12:00
Mersin Özgür Çocuk Parkı saat 17:00
Tarsus Yarenlik alanı saat 15:00
Yalova DBP önü 13:00
Van Sebze hali kavşağı saat 13:00
Siirt DBP il örgütü önü saat 14:00
Dersim Sanat Sokağı saat 17:30
Bingöl DBP il merkezi önü 13:00
Elazığ DBP il merkezi saat 12:00
Denizli Çınar Meydanı saat 11:00
Çorum Özdoğanlar Kavşağı saat 18:00
Amasya Anıt önü saat 15:00


       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

İstanbul'da İşçi Katliamı:
10 İşçi Katledildi

       İşçi katliamları sürüyor. İstanbul Mecidiyeköy'deeski Ali Sami Yen Stadyumunun ve Tekel Likör Fabrikasının bulunduğu araziye yapılan Torun Center adlı Rezidans inşaatında 6 Eylül günü inşaat asansörünün 32 kattan yere çakılması sonucu asansörde bulunan 10 işçi parçalanarak yaşamını yitirdi. İnsanlık dışı koşullarda yaşayan ve çalıştırılan işçiler, yaşamak için çalışmak zorunda olan işçiler, tıpkı Soma'daki sınıf kardeşleri gibi "yaşamak için" öldüler. Mantıkta böyle cümlelere "paradoks" denir. Ama kapitalizm öylesine mantık dışı bir sistemdir ki paradoksları bitmez. Güya suçluları yakalamak için son sistem silahlarla ve teklonojik araçlarla donatılmış olan polis güçleri, bu cinayeti protesto edenlere saldırır. Sömürücü katil sistemin basındaki uşakları "olay" sonrasında "güvenlik önlemlerinin artırıldığını" yazar. Sözkonusu olan patronların güvenliğini sağlayan polislerin oraya yığılmasıdır. Sağlık ekibinden, kurtarma ekibinden çok polis görürsünüz cinayet yerinde. Kapitalizmin işçilere verebileceği başka bir şey de yoktur zaten: sadece yaşamını sürdürebilecek bir ücret, polis copu, biber gazı, işkence ve ölüm.
       Ülkemizde yaşanan durum diğer kapitalist ülkelerde yaşananların daha ötesindedir. Ülkemizde işçi sınıfının mücadelesinin zayıflığı ve dağınıklığı, sendikaların çoğunlukla sistem içi "uzlaşma" mekanizmaları haline getirilmesi işçi sınıfına siyasal önderlik yapma iddiasındaki devrimcilerin, sosyalistlerin zayıflığı ve dağınıklığı gibi unsurlar yaşanan katliamlar karşısında hesap sorma hareketlerinin de yeterli toplumsal etkiye ulaşamamasını beraberinde getirmektedir.
       Tüm dünyada egemen olan neo-liberal sömürü modelinin ülkemizde bu denli vahşice uygulanabilmesini sadece devlet baskısı, polis terörü ile açıklamanamaz. Bu mekanizmalar elbette etkilidir ama bunların para etmediğini sınıf mücadelesi tarihi defalarca göstermiştir. Neo-liberal politikalar sonucu "sosyal devlet" uygulamalarının birer birer tasfiye edilmesi yıllardır bilinen, yazılan bir gerçek. Özellikle AKP iktidarı döneminde ise ortadan kaldırılan bu uygulamaların yerini çok daha ideolojik farklı mekanizmalar almıştır. Daha Turgut Özal döneminde Fak Fuk Fon (Fakir Fukaraya Yardım Fonu) ile başlayan ve yeşil kart ile devam eden bu tarz, AKP döneminde çeşitlenerek, zenginleşerek ve ideolojik anlamda da derinleşerek yeni bir toplumsal kontrol mekanizmasına dönüşmüştür. Deyim yerindeyse suni dengeye yeni bir unsur olarak eklenen bu mekanizmalar Deniz Feneri, evde bakım hizmetleri, kömür, erzak dağıtımı, bakıma muhtac olanlara ve onlara bakacak olanlara maaş bağlanması gibi birçok "sosyal devlet" uygulamasını "şükretme" şartına bağlayarak siyasi-ideolojik bir silah haline getirmiştir.
       Sendikal hakları ve örgütlülükleri her geçen gün gerileyen işçi sınıfı, bu farklı mekanizmalar aracılığıyla sisteme ideolojik ve politik olarak boyun eğmek şartıyla yaşamını sürdürebilecek, ya da biraz daha nefes alabilmesini sağlayabilecek bu olanaklar aracılığıyla kendisini iliklerine kadar sömüren ve öldüren bu sisteme "duacı" hale getirilmiştir.
        Bu katliam sisteminde bir toplu cinayet daha yaşandı. Daha Soma katliamı belleklerden silinmeden yaşanan bu katliam sonrasında da herkes elinden gelen her şeyi yapıyor, yapacak. Ancak mevcut sınıf iktidarının toplumda oluşturduğu bu yeni tipteki denetim ağını parçalayacak, en azından zayıflatacak yeni ideolojik-politik araç ve yöntemler geliştirilmeksizin bu "makarna kömür dağıtım sisteminin dıştaladığı" kitlenin dışında bir etki alanı oluşturmanın güçlüğü de ortada. Bu koşullarda ideolojik mücadelenin önemi ve etkisi tekrar kendini gündeme getirmek zorunda. Çünkü böylesine bir kuşatmayı yarabilecek yegane güç (daha etkin bir sosyal yardım mekanizmasını kendimiz oluşturamayacağımıza göre; çünkü biz onlar gibi zengin değiliz) ideolojik ve örgütsel güçtür.
       Bu mücadelenin sonuç alabilmesi için ise bu mücadeleyi yürütecek olanların ideolojik donanımlarının buna yeterli olması gerekir. Yaşayabilmek için bu mekanizmalara muhtac olan insanları rencide etmeden, suçlamadan, yapılmakta olanın politik anlam ve içeriğini deşifre eden ve bu sistemin bizleri nasıl katlettiğine vurgu yapan bir çalışma, ancak uzun vadede sonuç alabilcektir. Ancak sistemin ideolojik tekelini, bu ideolojinin toplumsal dokuya her geçen gün daha fazla nüfuz etmesinin önüne geçmenin tek yolu da budur. Kaba bir ekonomik, siyasal teşhir yer yer çok çarpıcı olsa da, insanların inanç sistemlerinin nasıl sömürü malzemesi olarak değerlendirildiğini basamak basamak izleyerek gözler önüne seren bir mantık mekanizması başlangıçta belirttiğimiz "mantıksızlığın" yerini almadıkça dengelerin değişmesi kolay olmayacak.
       Karşımızda ciddi bir iç tutarlılıkla örülmüş bir ağ var. Bu ağı en zayıf noktasından tutup parçalamaksızın yaşanacak yeni katliamlar karşısında benzer protestolar, tepkiler ve TOMA-biber gazı kuşatmasında herkesin "kendi üzerine düşen görevi yaptığı duygusuyla" giderek sönümlenecek bir mücadele hattıyla sınıfın yaşamına ulaşabilmemiz ve bu temaslardan kalıcı sonuçlar çıkarabilmemiz daha da güç olacaktır. Sözkonusu ideolojik mücadele ise sistemi hedef alan ve çözüm olarak devrimi, sosyalizmi gündeme getiren bir mevcut hükümetin teşhiriyle yetinen bir noktada kaldıkça asla kalıcı sonuçlara ulaşamayacaktır. Ölüme karşı yaşamı, sömürüye karşı adaleti, baskı ve zulme karşı özgürlüğü savunmanın, kısacası insanlığı savunmanın yolu buradan geçmektedir.

Didar Abla
Mezarı Başında Anıldı

       12 Eylül sonrasında başta cezaevlerindeki insanlık dışı koşulların, işkence ve katliamların durdurulup sorumlularından hesap sorulması ve tüm bunlara karşı direnişleriyle insanlık onurunu ayakta tutan devrimci tutsaklara sahip çıkılması mücadelesini örgütleyen bir avuç devrimci tutsak yakınının en önünde yürüyen, onlara her adımda cesaret ve coşku veren; ve bu başlangıç noktasını 12 Eylül cuntasının tüm anti-demokradik uygulamalarına karşı bir mücedele hattına yükselterek İnsan Hakları Derneğinin kurucuları arasında yer alan Didar Ablamızı 1 Eylül 2014 pazartesi günü, mezarı başında andık. O dönemde yanında olan yoldaşlarıda bu onurlu günde bizimle birlikteydi. Saat 12.30'da mezarı başında Emek ve Özgürlük Cephesi pankart ve filamalarıyla anma gerçekleştirdi. Anma bir dakikalık saygı duruşu ile başladı, Didar Şensoy ölümsüzdür, yaşasın devrimci mücadele, devrim şehitleri ölümsüzdür sloganları atıldı. Basın metni ve şiirlerle anma sona erdi. Devrimci mücadelenin kadın önderlerinden olan Didar ablamızın döneminde yanında olan yoldaşları bizlere Didar Şensoy’la ilgili anılarını paylaştılar.
        İnsanlık tarihinde ışıklı günler için çarpışmış, mücadele etmiş sayısız kadınlar vardır. Bunlar arasında 1871 tarih komunü’nün barikatlarda korku ve bezginlik bilmeyen kahraman öğretmen Lause Michel ve Paris komünü için savaşan rus kadını Elizabeth Dimitriev, I. Dünya Savaşı sırasında Almanya genel kurmayının emriyle katledilen Rosa Luxemburg, Proleter Enternasyonalizim timsali J.Annelabourbe, Arjantin’de cunta sırasında ortadan kaybolan çocuklar için mücadele eden Plaz de Maya Anaları, Bolivya’da maden direnişlerinde ön saflarda yer alan, olmadık eziyet ve işkencelere uğramış DAMİTİLA, NİKARAGUA’da SANDİNONUN KIZLARI, II. Dünya savaş’ında Nazi işkalcilerine karşı yiğitçe direnen partizan TANYA ilk akla gelen insanlığının kartallarıdır.
        İşte Didar Şensoyda böyle bir kartaldı. O bütün Türkiye devrimcilerinin anısında aziz olmakla kalmayacak, insan onurunu korumak mücadelesinde gelecek kuşaklara örnek olacaktır. Onun en koyu baskı, işkence ve karanlık günlerde ” Dayanın Aslanlarım, Dayanın Yiğitlerim, Boyun Eğmeyin ” diyen sesi insan onurunu yaşatma mücadelesini yürütenlerin her zaman kulaklarında olacak ve yol gösterecektir.
        Hepimizin annesi, ablası ve kardeşi olan Didar Şensoy, onurlu ve ölümsüz bir kavganın unutulmayacak olan alevidir.
        Bu bir tarihtir.
       Didar Şensoy ismi Türkiye’nin bir döneminin içinde kendince bir yeri tutar. Bu dönem generaller çetesinin ülkeyi kana buladığı bir dönemdi. Bütün ülkenin kocaman bir işkence haneye çevrildiği, dar ağaçlarında halkın en yiğit çocuklarının katlediğildiği, cezaevlerinin dolup taştığı günleri yaşıyorduk. Toplumsal muhalefetin kitlesel biçimleri ve örgütleri ezilmiş, devrimciler büyük darbelerle sarsılmışlardı.
        Bugün anti-militarist kabadayılıklar yapan basın tekelleri cunta şakşakcılığı içinde gırtlaklarına kadar batmışlar, burjuva aydın takımı ise fırtanın geçmesini yüzkızartıcı bir sessizlikle bekliyorlardı.
Bu ortamda içi-yüreği yanmış bir avuç insan sokaklaradaydı.
Bir avuç dertli insan, oğullarının, kızlarının ardından hapishane hapishane, karakol karakol koşuşturuyorlardı. Yaralı kartallar gibi zulüm yuvalarının üzerinden uçuyordu.
        Önce kendi dertlerinin peşinde koşuyorlardı. Daha sonra, yavaş yavaş kendi oğullarını, kızlarını bir büyük ailenin parçası olduğunu farkettiler ve sonra, bir gün kendilerininde o büyük ailenin bir parçası olarak gördüler. Yağmur, çamur, hakaretler, coplar ve ölüm tehditleri onları yıldıramadı. İnatla ve inatla zulmün üstüne üstüne yürüdüler.

       ONLARA BORÇLUYUZ !
       Devrim davasının, özgürlük davasının bu yılmaz savaşçısına çok şey borçluyuz.
       VE DİYORUZKİ DİDAR ABLA

SOYLU ANILI KUŞANARAK
SAVAŞACAĞIZ !
ZAFER HESABINI SORMANIN
GERÇEK BEDELİ OLACAK…
SAVAŞIMIZDA YAŞAYACAKSIN !
SAVAŞIMIZDA YAŞANACAKSIN !
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Aydın Sıral Yaşamını Yitirdi

       12 Eylül öncesinde Devrimci Sosyalist Hareketimizin saflarında yer alan Aydın Sıral, yaşamını yitirdi. Aydın Sıral'ın cenazesi 22 Ağustos 2014 cuma günü Büyükçekmece Merkez Camisinden, öğle namazının ardından alınarak Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığında toprağa verilcek.

Rojova ve Şengal Halkıyla Dayanışmayı Büyütelim

       Başta ABD olmak üzere, tüm emperyalistlerin Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etme planları vahşi kanlı adımlarla sürüyor.

       Filistin, Lübnan, Suriye, Rojava, Irak ve şimdi de Güney Kürdistan bu kanlı planların ürünü olan vahşetle sarsılıyor. Emperyalistler bölgemiz Ortadoğu'nun ulusal, dinsel, mezhepsel ve benzeri her açıdan sürekli eşitsizlikler, çatışmalar ve kaos içinde kalmasını ve böylece işbirlikçilerini diledikleri gibi yönlendirmeyi, bölge halklarını kendi "insani yardımları"na muhtaç bırakmayı, kendilerini "huzuru" sağlayacak "yardımsever" son çare olarak göstermeyi hedefliyorlar.

       IŞİD Nedir? Kimler Yaratmıştır? Onunla Ne Yapılmak İsteniyor?

       Bu noktada, Suriye ve Rojava'da, Irak ve Güney Kürdistan'da kullandıkları en son araç kendini Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) yada (İD) olarak tanımlayan vahşi bir çete.

       Tüm kamouyunun apaçık gördüğü üzere, IŞİD çetesi kuran, büyüten ve destekleyen ana güç ABD emperyalizmidir. Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan gibi bölgesel gerici faşist işbirlikçi devletler ise IŞİD çetesine her türlü yardımı sağlayarak onun gelişmesinin önünü açıyorlar.

       ABD emperyalizmi, IŞİD aracılığıyla Suriye'deki gerici, faşist çete güçlerinin en azından büyük bir bölümünü toparlamayı, Irak'da mevcut Irak devleti tarafından kontrol edilemeyen sunni Arap bölgelerinden başlayarak, Suriye'yi de kapsayan birleşik yeni, vahşi bir sunni Arap devleti yaratmayı hedefliyor. Aynı zamanda, Kürtlerin Rojava Kürdistanında yarattığı ve bölge açısından yegane demokratik halkçı iktidarlaşmanın kendisi için yaratabileceği tehlikeleri tasfiye etmeyi planlıyor. Bunların mümkün olamadığı koşullarda ise yarattığı bu canavarın oluşturduğu kaos ortamından yararlanarak, bölgedeki bütün ülkeleri ve güçleri istikrarsızlaştırmayı, dilediği zaman ve biçimde kendi müdahalelerine açık hale getirmeyi hedefliyor.

       Katar ve Suudi Arabistan gibi işbirlikçi faşist devletler, IŞİD çetesini destekleyerek bir yandan ABD emperyalizminin aşağılık kuklaları olarak ona hizmet ediyorlar. Diğer yandan, İŞİD çetesine ve oluşturdukları başkaca gerici-faşist çete gruplarına verdikleri destekle, Arap baharı ile birlikte bölgede oluşan demokrasi ve özgürlük istemlerini, bölgede oluşabilecek her türlü demokratik seçeneği boğmayı, bölgeyi mezhepler temelinde kutuplaştırmayı ve sunni mezhebine dayalı, kendilerinin başını çekeceği bir blok oluşturmayı hedefliyorlar.

       TC ve onun egemen partisi AKP'de Katar ve Suudi Arabistanla benzeri plan ve hedeflerle IŞİD'in baş bölgesel destekçisi konumundadır. AKP;
       - ABD emperyalizminin bölgesel planlarına destek vermek,
       - IŞİD veya başkaca vahşi çeteler eliyle oluşacak sunni devletini kontrol ederek bölgede mezhepsel temelde oluşacak kutuplaşmaya önderlik etmek
       - ve tabii ki daha özel bir hedef olarak Rojava Kürdistan'ında Kürt ulusal demokratik hareketinin yarattığı halkçı demokratik seçeneği yok ederek, Kürt ulusunun ulusal demokratik mücadelesine ağır bir pratik ve moral darbe vurmak için
       IŞİD çetesine büyük bir destek sağlıyor.

       Halklarımız, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin IŞİD eliyle yarattığı vahşet ve korkuya teslim olmadı, olmuyor! Vahşet ve rezil saldırganlık kahramanca direnişle karşılığını buluyor!

       Her türden insani değerden, kuraldan yoksun olan ve bunu da apaçık ilan eden IŞİD çetesi Suriye'de başta Arap Aleviler olmak üzere kendisi gibi düşünmeyen herkese karşı kafa kesme, tecavüz, toplu katliam vb. en vahşi biçimde saldırıyor. Suriye devletinin sınırları içinde kalan Rojava Kürdistan'ı ise bu saldırılara en yoğun biçimde maruz kalan bölgeyi oluşturuyor. Rojava halkı ve onun silahlı direniş gücü YPG, kahramanca direnişlerle IŞİD çetesine karşı koydu onları püskürtüyor ve pek çok bölgeden söküp atıyor. Direniş hala sürüyor.

       Suriye ve Rojava Kürdistan'ında şimdilik bozulan planlar ve oyunlar, Irak'da ve Güney Kürdistan'da daha vahşi biçimler altında yeniden gündemde.

       IŞİD Çetesi Neden Yeniden Irak ve Güney Kürdistan'ın Üzerine Salındı?

       Ortaya çıkan belgeler, ABD emperyalizminin önderliğinde Suudi Arabistan, Türkiye, Ürdün gibi bölgesel işbirlikçi güçlerin ve IŞİD, Saddamcı güçler vb. gerici-faşist Iraklı grupların katılımıyla bir süre önce Ürdün'de bir toplantı yapıldığını ortaya koyuyor. Rojava halkının büyük direnişiyle gerileyen, barbar IŞİD çeteleri bu toplantı da alınan kararlar doğrultusunda, bu kez Musul başta olmak üzere Irak'ın sunni bölgelerine yönlendirildi. IŞİD çeteleri yanlarına aldıkları diğer yerel gerici faşist güçlerle birlikte, Irak'ın sunni bölgelerinde hiç bir itibarı ve otoritesi kalmamış olan, mezhepçi ayrım yapan çürümüş şii Irak hükümetinin güçlerini Musul başta olmak üzere pek çok sunni Arap kentinden doğal olarak kısa sürede ve eşine az rastlanan bir vahşet örneği yaratarak söküp attı. Binlerce şii Arap'ı, Türkmen'i ve esir askeri kurşuna dizerek, başlarını keserek katletti. Yüzbinlerce insan en ağır koşullarda evlerini terk etti. Sadece bu da değil, binlerce yıldır bölgede yaşayan yüzbinlerce Hıristiyan Arap ve Süryani de sadece Hıristiyan oldukları için topraklarından atıldılar. Yüzlerce Hıristiyan katledildi.

       Son bir haftadır IŞİD çeteleri yüzlerini Güney Kürdistan'a dönmüş durumda. Güney Kürdistan'ın bir parçası olan, ancak ABD emperyalizmi ve gerici Irak hükümeti tarafından Federal Kürt bölgesinin sınırları dışında tutulan Kerkük, Şengal, Mahmur ve Diyala bölgeleri, IŞİD çetelerinin yoğun saldırısı altında.

       Musul'da kazandıkları alanları Güney Kürdistan'a doğru büyütmeye çalışan IŞİD çeteleri, Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal bölgesine dönük büyük bir saldırı başlatmış durumda. Hemen ardından, 1990'lı yıllarda TC'nin yürüttüğü kirli savaşta köyleri yakılarak göçe zorlanan onbeş bin civarındaki Kuzey Kürdistanlının göç ederek yerleştiği Mahmur bölgesine saldırı başlatıldı. Ezidi Kürtlerin yaşadığı kasabaları ve bir çok köyü ele geçiren IŞİD çeteleri büyük bir katliamın startını da verdiler. Şu ana değin üç bine yakın Ezidi Kürt katledilmiş durumda. 500'ün üzerinde kadın cariye yapılmak ve satılmak üzere kaçırıldı. Mazlum Ezidi halkından yüzbinlerce insan aç, susuz dağlara sığındı. Tam bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Yüzlerce kadın, çocuk ve yaşlı insan açlık ve susuzluk sonucu yaşamını yitirdi, yitirmeye devam ediyor. Rojava'nın direniş gücü YPG, ardından HPG güçlerinin saldırıya karşı Şengal bölgesine gelerek direnişi başlatmasıyla birlikte, faşist barbar IŞİD güçleri şimdilik durduruldu. IŞİD çeteleri, saldırıyı başlattığında kaçan peşmerge güçleri, YPG ve HPG'nin bölgeye gelerek direnişi başlatması ve bölge halkını Şengal Direniş Birlikleri içinde özsavunma gücü olarak örgütleyip direnişi büyütmesinin ardından geri dönerek direnişe katılmış durumdalar.

       IŞİD Çetesinin Kendi Hesapları Nedir?

       Emperyalistlerin ve bölgesel gerici-faşist devletlerin IŞİD vb kontra örgütler kurarak yaptığı hesaplar hiç bir zaman tam olarak tutmamıştır. Bu tür silahlı kontra çeteleri hiç bir zaman onu yaratanlar tarafından tam olarak kontrol edilememiştir. IŞİD gibi kontra örgütlerin güçlendiklerinde, kendilerini kuran ve destekleyen emperyalistlerin ve işbirlikçi devletlerin planlarının dışında daima kendi özel hesapları da olmuştur. Bu tür hesapların bir sonucu, kendisine sınırsız destek veren TC'nin Musul Konsolosluğunu basarak 49 görevliyi rehin almasıdır. TC'nin herhangi bir nedenle kendisine verdiği desteği kesmesini bu yoldan önlemeyi hedeflemiştir. Bölgedeki tüm vahşi gerici örgütlerin destekçisi olan, sağa sola efelenen Tayyip'in eli kolu bir anda bağlanmıştır. Ezidi Kürtlerin yaşadığı Şengal'e, Kuzey Kürdistan'dan göçerek Mahmur'a yerleşen ve demokratik halkçı nitelikler taşıyan halka, ardından Hıristiyan kenti Karakuşa'a saldıran faşist IŞİD'in bu vahşi adımlar üzerinden yaptığı hesap ise, Rojava ile sınır olan Şengal bölgesini ele geçirerek Rojavayı kuşatmak, Mahmuru ele geçirerek yurtsever halka korku salmak ve mümkünse Hewler ve daha ilerisine doğru ilerleyerek egemenlik alanını büyütmektir.

       ABD Emperyalizmi Neden IŞİD'e Küçük Çaplı Saldırılar Düzenliyor?

       Güney Kürdistan'daki Barzani yönetiminin bölge petrolünü Türkiye üzerinden satma, bağımsızlık ilanını gündeme alma vb. gibi adımlarını, "başına buyruk" davranışlar ve kendi kontrolünü ve planlarını bozan durumlar olarak gören ABD emperyalizmi başlangıçta IŞİD'in Güney Kürdistan'a saldırılarını sessizce izleyerek, Barzani'nin yardım çağrılarına kulağını tıkayarak IŞİD'e zımni destek verdi. Ancak, Ezidi ve Hıristiyan halka yönelik yaşanan katliamın dünya kamuoyuna mal olmaya başlaması ve daha da önemlisi Rojava'nın ve Kuzey Kürdistan'ın ulusal demokratik halkçı direniş güçleri YPG ve HPG'nin bölgeye giderek büyüyen bir direniş başlatması üzerine, ABD emperyalizmi "yardımsever", "demokratik" büyük güç olarak "harekete" geçmeye karar verdi. Yurtsever demokratik halkçı güçlerin direniş inisiyatifini almaları ile birlikte, emperyalistlerin, bölge gericiliğinin ve IŞİD çetelerinin hesabı bozulmuş, saldırı siyaseten geri tepmiştir.

       Güney Kürdistan'daki Barzani yönetimine ders vermek isterken, kendileri için çok daha tehlikeli olan demokratik halkçı seçeneğin büyümesi imkanları açılmıştır. Rojava ve Kuzey Kürdistan'da zaten oldukça büyük bir halk desteğine ve örgütlü güce sahip olan Kürt ulusal demokratik hareketi Güney Kürdistan'da, ABD emperyalizmi ve bölgesel gerici-faşist güçler ile işbirliği içindeki Barzani güçleri tarafından sürekli sınırlanmış ve pek çok kez saldırıya da maruz kalmıştır. Emperyalist ve bölgesel gerici-faşist güçler, yurtsever halkçı Kürt ulusal demokratik güçlerin Şengal ve Mahmur direnişini örgütleyerek Güney Kürdistan'da prestij kazandığını ve onları sınırlayan Barzani'nin bu sınırlamaları sürdüremediğini görmüşlerdir. Tam da bu noktada, ABD emperyalizmi IŞİD'e yönelik sınırlı hava saldırılarını gerçekleştirdi. Barzani yönetimine desteğini açıkladı ve sınırlı silah desteği sağladı. IŞİD'e yönelik bu sınırlı saldırıların arkasında esas olarak yurtsever demokratik güçlerin direniş başlatarak inisiyatif ele geçirmelerini engelleme, en azından gölgeleme ve Barzani güçlerini yeniden aktifleştirme ve öne çıkarma çabası vardır. IŞİD'e verdikleri desteği gizleme, onun engellenmesinde kendilerinin de pay sahibi olduğu imajını yaratma isteği vardır. Dahası IŞİD çetesine de artık dur, Irak'da sunni Arap bölgesinin dışına fazlaca taşma denilmiştir. Aynı oyun, IŞİD çeteleri Musul'u ele geçirirken de oynanmıştı. ABD emperyalizmi Musul'un ve pek çok sunni Arap kentinin IŞİD çetesi tarafından ele geçirilmesini sessizce izledi. İşbirlikçi şii Irak hükümetinin yardım taleplerine cevap dahi vermedi. Ancak ne zaman ki, IŞİD Irak'ın başkenti Bağdat'a yaklaştı, hem şii hükümet gerekli dersi aldığı için, hem de IŞİD'e dur mesajı vermek ve dünya kamuoyuna IŞİD çetelerine karşısında sessiz kalmadığını göstermek için şii Irak hükümetine çok sınırlı bir destek verildi. Patronun kim olduğu, "büyük kurtarıcı"nın kim olduğu, herkesin sınırlarını belirleyenin kim olduğu gösterilmişti. Şimdi bu bu oyunun Güney Kürdistan versiyonu oynanmaya çalışılmaktadır.

       Emperyalist Plan ve Oyunların Çarptığı Duvar Neresidir?

       Emperyalistlerin ve bölgenin gerici-faşist devletlerinin bu saldırganlığı, oyunları Rojava'da, Şengal'de, Mahmur'da yurtsever halkçı Kürt ulusal demokratik hareketinin, YPG ve HPG'nin kendi özgücüne güvenerek başlattığı direniş duvarına çarpmıştır.

       Direniş ve Dayanışma Halkların, Emekçilerin En Büyük Silahıdır!

       Rojava'daki halkçı demokratik iktidar ve direniş güçleri Güney Kürdistan'a umut oluyor. Halkçı yurtsever demokratik direniş Güney Kürdistan'da Şengal'de, Mahmur'da boy veriyor. Unutmayalım, bölgemiz Ortadoğu'da bugün kendi özgücüne güvenerek halkçı, demokratik bir iktidarın filizlendiği tek yer Rojavadır. Rojava bölgemizde yaratılmak istenen karanlıklar denizinde direnen, kökleşen yegane ışıklı alandır. Onu desteklemek, demokrasi ve özgürlük isteyen her insan için bir görevdir.

       Direniş büyüyerek sürüyor. Ancak tehlikede sürüyor. Rojava halkına, Ezidi Kürt halkına, Hıristiyan Arap ve Süryani halkına, Şii Türkmenlere, demokratik özgürlükçü güçlere yönelik katliamlar henüz sona erdirilebilmiş değildir.

       Katliamcı çetelere dur demek için, var gücümüzle bölgedeki halklarla dayanışmamızı büyütelim! Dayanışmaya dönüşmeyen, öfkenin hiç bir anlamı yoktur. Aç susuz, saldırı altında hayatta kalmaya çalışan çocuklar, kadınlar, yaşlılar, tüm insanlarımız için her birimizin, hepimizin yapacağı küçük büyük bir dayanışma biçimi mutlaka vardır. Her türlü dayanışma biçimiyle halklarımızın yanında olalım!

       Rojava, Şengal, Mahmur için yaptığımız her dayanışma pratiği emperyalizmin bölgedeki kanlı oyunlarını bozan bir yumruk olacaktır.

       Rojava, Şengal, Mahmur için yaptığımız her dayanışma pratiği, IŞİD çetelerini destekleyen gerici-faşist AKP politikalarının ülke içindeki ve bölgemizdeki barbar planlarına, hayallerine vurulmuş bir darbe olacaktır.

       Rojava, Şengal ve Mahmur için yaptığımız her dayanışma pratiği Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Lazı, Boşnağı, Pomağı, Süryanisi, Ermenisi, Sünnisi, Alevisi, Ezidisi, Hıristiyanı tüm halklarımızın, inanç sahiplerinin, emekçilerin, işçilerin, yoksulların, ezilenlerin demokratik, özgür ve insanca bir yaşamı birlikte kurmaları için tuğla olacaktır.

       IŞİD, EMPERYALİZMİN VE BÖLGE GERİCİLİĞİNİN VAHŞİ, BARBAR ÇETESİDİR!

       HALKLARIMIZ KORKU VE VAHŞETLE TESLİM ALINAMAYACAK!

       YAŞASIN ROJAVA, ŞENGAL VE MAHMUR DİRENİŞİ!

       YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ VE DAYANIŞMASI!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEHPESİ

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ / AVRUPA İNİSİYATİFİ

Basına,
Devrimci-Demokratik Kurumlara
ve Halklarımıza

       Nurtepe'den başlayarak daha sonra Gazi, Okmeydanı ve Sarıgazi gibi bölgelere de sıçrayan olayları kaygıyla izlemekteyiz.
       En son bu çatışmalı ortamda 16 yaşında bir gencimizi kaybettik.
       Son yıllarda, benzer olaylar yaşanmakla birlikte, sonuçları itibariyle en ağır olan olay bu oldu.
       Biz Emek ve Özgürlük Cephesi ve Barikat Dergisi olarak, devrimci-demokratik kurumlar arası ilişkilerin sağduyu, diyalog ve siper yoldaşlığı çerçevesinde yürütülmesi gerektiğini düşünüyoruz. Yine bu kurumlar arasında çıkan sorunların da aynı anlayışla çözülmesi gerektiğine inanıyoruz.
       Aksi yöndeki davranışlar ve açıklamalar provokasyona ve devletin müdahalesine açık ortamlar yaratmaktadır. Bugün yaşanan da budur.
       Bu yaklaşımdan hareketle Halk Cephesi ve HDP'yi birbirlerine yönelik olarak uyguladıkları şiddeti kayıtsız şartsız durdurmaya, en azından bundan sonrası için sağduyulu ve diyaloğa açık bir tutuma davet ediyoruz. Sorunlar bir anda köklü olarak çözülemese bile öncelikli adım, tüm devrimci harekete zarar veren bu durumun derhal sona erdirilmesi olmalıdır. Bu halklarımıza karşı da bir sorumluluktur. Gerek bu adımın atılması, gerekse de hiç yaşanmaması gereken bu sorunun ortadan kaldırılması için üzerimize düşen neyse yapmaya hazırız.

        Emek ve Özgürlük Cephesi-Barikat Dergisi

                                                        1 Ağustos 2014

Yaklaşan Seçimler...

       Bir kez daha bizleri sandık başına çağırıyorlar. Hayatın diğer her alanlarında susturulan, politika yapma olanakları her geçen gün biraz daha daraltılan, bırakalım politika yapmayı, yaşaması bile her geçen gün daha da zorlaşan milyonlara "bahşedilen" biricik "demokratik hak" olarak görülen genel oy hakkı, bu defa da cumhurbaşkanlığı seçimleri için kullanılacak.
       Soma'daki katliamdan kurtulan işçiler, onca afra tafradan sonra çıkarılan torba yasada yaşam odaları kanunen zorunluluk olarak getirilmeyip yönetmeliklere havale edildiğinden, Türkçesi işverenin insafına bırakıldığından (o da yaşam odası olarak değil de ihtiyaç halinde işçilerin birkaç saat daha yaşayabilmelerini sağlayacak malzemelerin bulunacağı odalar olarak… O işe yaramaz malzemelerden Soma işçilerinde zaten vardı ve ne işe yaradıkları katliamla ortaya çıkmıştı) bu haliyle yeniden kömür ocaklarına döndüklerinde ölmez, sağ kalırlarsa bu haklarını kullanabilecekler.
       Artık her gün kaç kadının öldürüldüğü üzerine farklı rakamların ortalıkta dolaştığı bu topraklarda yaşamın yarısı olan kadınlarımızdan kaç tanesi erkek-egemen kültürün ve onun en örgütlü ifadesi olarak yasaları, polisi ve yargısıyla devletin ölümcül şiddetinden paçasını kurtarırsa bu hakkını kullanabilecek.
       Daha Roboski katliamının hesabı sorulmadan, bir kişi bile bu katliamdan dolayı cezalandırılmamışken bu defa da adına IŞİD dedikleri kiralık katil sürüleri eliyle Ortadoğu'nun yegane özgür yaşam vahası Rojova Devrimini boğmaya çalışanlara karşı dişiyle tırnağıyla direnen; ve direnişinin bedelini kanıyla, canıyla ödese de asla özgür yaşama iradesinden taviz vermeyen Kürt ulusunun yiğit evlatlarından kaç tanesi sağ kalabilirse bu hakkını kullanabilecek.
       Kendi yaşamına, kentine, kültürüne, doğasına sahip çıktığı için, mevcut sınıf iktidarının kendisine dayattığı, sermayeye hizmetten başka bir anlamı olmayan tüm uygulamalara hayır dediği için, özgürlük ve demokrasi istediği, bunu yüksek sesle ve sahibi olduğu sokaklarda haykırdığı için Gezi Direnişinde, Haziran günlerinde devletin polis şiddetiyle katledilen, kör edilen, sakat bırakılan milyonlar, hala sürmekte olan bu katliamlardan kurtulabilirlerse bu haklarını kullanabilecekler.
       Yavuz Selim'in seferlerinden beri her fırsatta katledilen, varlığı inkar edilen, devlet diliyle hakaretlere uğrayan, Maraş'ta, Sivas'ta, Gazi'de, Suriye'de devletin silahlarıyla katledilen ama bunca yıldır kimliğini, isyancı kişiliğini ve değerlerini korumaktan asla vazgeçmeyen aleviler Cemevi avlularında polis kurşunlarıyla vurulmayıp sağ kalabilirlerse bu haklarını kullanabilecekler.
       Ve daha sayamadıklarımız…
       Bu katliamcı sistemin adına onlar ne derse desin biz demokrasi değil, faşizm diyoruz. Bu sistemi kimin daha iyi sürdürebileceğine dair bir seçim, bizim seçimimiz değildir. Tüm iddiaları bu kapıya çıkan her iki adayı da reddediyoruz.
       Yıllardır sürdürdükleri mücadeleleriyle bu sistemin temellerinde derin sarsıntılar yaratan, Rojova'daki özgün iktidar biçimleriyle Ortadoğu'da emperyalizmin oyunlarını bozan ve ezilen emekçi halklara bir alternatif sunmayı başarabilen Kürt Halkının yanında olduğumuzu haykırıyoruz. Ve cumhurbaşkanlığı seçimlerini de bu desteğimizi somut olarak ortaya koymanın bir fırsatı olarak değerlendiriyor, emekçi halklarımızı bu desteği sandıklarda göstermeye, Selahattin Demirtaş'ı desteklemeye çağırıyoruz.
       Faşizme karşı, ölüme karşı yaşamı, özgürlüğü ve halkların kardeşliğini savunmanın yolu, yaşananlara tavırsız kalmak değil, taraf olmaktır. Bu doğrultuda onların ihtiyacı oldukça önümüze konan sandıklarla yetinmeyip hayatın her alanında Emek ve Özgürlük Cephesi saflarında örgütlenip, faşizme karşı mücadele ederek kendi iktidarımızı kurmanın zamanıdır. Yüreği Kobani siperlerinde dövüşenlerle birlikte atanlar için Rojova çok uzak değildir!
       Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği!
       Yaşasın Rojava Devrimi!
                                          24.07.2014
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Avcılar'da Sivas Katliamı Protesto Edildi

       1993 2 Temmuz'unda Pir Sultan Abdal Şenlikleri için orada bulunan çoğunluğu aydın ve sanatçı 35 kişinin Sivas Madımak Otelinde yakılarak katletmesinin üzerinden 21 yıl geçti. Sivas'ın hesabını soracağız, unutmadık, unutturmayacağız.
       Katliamı protesto etmek için 2 Temmuz 2014 günü saat: 21.00'de Avcılar'da meşaleli bir yürüyüş gerçekleştirildi. Eylem EÖC, SYKP, HDP, Halkevleri, SDP, BDSP, EMEP, ÖDP ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği tarafından örgütlenmiştir. “Sivas’ın hesabı sorulacak!, Faşizme karşı omuz omuza!, Sivas’ın katili Faşist T.C. Devleti!, Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!, Yaşasın devrimci dayanışma!” sloganlarıyla Avcılar Marmara caddesinden belediyenin önüne yüründü. Burada yapılan saygı duruşunun ardından 35 canımız YAŞIYOR sloganlarıyla anıldı ve basın metni okundu. Basın metninde özetle “ Koçgiri, Dersim, Maraş, Çorum , Malatya, Madımak, Gazi, Roboski Katliamlarının T.C. Devleti tarafından planlı katliamlardır. Faili devlet olan bu katliamlar unutturulmaya çalışılınıyor aynı Gezi'de Okmeydanı’nda Lice'de olduğu gibi . Bu katliamları unutmayacağız, yapanları da. ‘ denildi..

Diğer Resimler ve Basın Metninin Tamamını Okumak İçin Burayı Tıklayın

Bir Taşeron İşçisinin Kaleminden...

       Kapitalizmin meyvesi olan taşeronluk, insan emeğinin yeni sisteme göre sömürme biçimi. Yani bir başkası tarafından alınan bir işi, ucuz fiyatlarla çok iş yaptırması ve yapılan iş tarafından iş verenin para kazanması.
        Ülkemizde devlet tarafından ihale ile (özelikle inşaat sektörü) işler şirketlere verilmektedir. Şirket ise işleri hızlandırmak ve daha az ücretlerle işçi çalıştırmak için işleri bölüm bölüm ayırıp taşeron firmalara vermektedir. Burada çalışan işçilerin iş güvenliği ve sağlığı göz ardı edilerek, sürekli olarak çalışanlar binbir türlü kaza ve sağlık sorunları ile karşılaşıyorlar. Kapitalist sistemde işçi her zaman ezilen, sömürülen ve toplum tarafından 2. Sınıf insan olarak görülmektedir ve taşeron işçileri en pis denilebilcek işlerde asgari ücretle çalıştırılmakta, iş verenin ihtiyacı bittiğinde ise kolayca kapı dışarı edilmektedir. Yani taşeron-işçi ilişkisi az para çok iştir.
        İşsizliğin ülkemizde fazla olmasından dolayı taşeron firmaları işçileri köle gibi kullanmaktadırlar. Bunları sigortasız, yani kayıt dışı yövmiye sistemi olarak günde 10-12 saat çalıştırılmaktadır. Bunlar da ucuz işçi ordulardır. Bu işçilerin başına bir kaza geldiğinde kayıt dışı olduğu için ve bu çalıştığı ispatlanamadığından firma hiçbir şekilde ceza almaz. Böylece işçi sürekli hakları yenilen kişi oluyor. Taşeron uygulamasının başka sebebi ise çalışma mevzuatının getirdiği bazı yasal yükümlülüklerden kaçınmaya yöneliktir. İş verenin çalıştırılan işçi sayısına bağlı olarak ödemesi gereken sigorta-sağlık gibi temel yükümlülüklerden kaçmak için taşeron, işçi sayısını az göstermektedir.
        Taşeronun diğer bir amacı ise işçilerin sendikal örgütlenmesini engellemektir. Çünkü haklarının bilen arayan işçiler onların işine yaramamaktadır. Çok sayıdaki işçiyi kontrol edebilmek için ise işçileri başka iş verenlere (taşeron) bölerek az sayıda ki işçiyi kontrol edebilmesi ve sömürmesi de kolaylaşmaktadır.
       Sonuç olarak taşeron işçileri haklarını bilmedikleri ve paraya ihtiyaç duydukları için emeğinin sömürülmesine izin veriyor. Bu sisteme karşıda işçileri bilgilendirmek onlara haklarının nasıl savunulacağını öğretmekte bizim görevimizdir

Avcılar'da Lice ve Adana'daki Katliamlar Protesto Edildi

       Kürdistan'da yapımı sürmekte olan kalekol inşaatlarına engel olmak için yol kesme eylemleri yapan halka Lice'de ateş açılması sonucunda iki yurtsever, Hacı Baki Akdemir ve Ramazan Baran katledilmişti. Yaşanan bu katliamı protesto etmek isteyenlere devletin yaklaşımı farklı olmadı ve Adana'da 15 yaşındaki İbrahim Aras da katledildi.
       Yine Mersin'in Tarsus ilçesinde protesto gösterileri sırasında en son bir çıkmaz sokağa girdiği ve daha sonra aynı sokağa bir akrep tipi bir polis aracının girdiği görülen ve sonrasında 5 gün kendisinden haber alınamadıktan sonra cesedi Berdan Irmağında bulunan Rıza Bayram...
       Tüm bu katliamları protesto etmek için 17 Haziran'da Avcılar'da bir yürüyüş ve basın açılması düzenlendi. Saat 20:00'de Marmara Caddesi girişinde bir araya gelen kitle "Roboski'den Gezi'ye, Gezi'den Lice'ye Devlet Terörüne Son" yazılı pankartı açarak Avcılar Belediyesi'ne doğru yürüyüşe geçtiler. Yürüyüş sırasında şu sloganlar atıldı:
-İbrahim Aras Ölümsüzdür!
-İbrahim'in katili Faşist T.C. Devleti!
-Berkin, Uğur, Ceylan, İbrahim 'e Bin selam!
-Yaşasın halkların kardeşliği!
-Biji Bratiya Gelan!
-Yaşasın devrimci dayanışma!
-Devrim şehirleri ölümsüzdür!
-Şehit namırın!
-Her yer Lice Her yer Direniş!
-Yaşasın Lice direnişimiz!
-Biji berxwedana Lice!
-Faşizme Karşı omuz omuza!
       Yürüyüşün ardından okunan basın açılması ise şöyleydi:
        Katliamlara doymayan bir devlet ve onun hükümeti var karşımızda.
        Katliamlara doymayan,ağızlarından salyalar akan, ellerinden çocuk kanı damlayan bir devletin uyrukları olmanın utancını yaşıyoruz
        Ve diyoruzki
        Evet en iyi siz bilirsiniz
        Maden ocaklarında, tersanelerde, lüks inşaatlarınızda iş güvenliği olmadan üç kuruş paraya güvencesiz işçi çalıştırıp,ölen işçileri maden ocağına gömmeyi ve ölü sayısını gizlemeyi en iyi siz bilirsiniz
        Evet en iyi siz bilirsiniz
        Rojava'daki devrimi boğmak için dinci faşist çetelere kol kanat geren ve orada yüzlerce çocuğu öldüren katillerin sırtını sıvazlamayı
        En iyi siz bilirsiniz
        İşid ve El nursa çetelerine destek vermeyi
        Bayrak yaktırmayı en iyi siz bilirsiniz
        2005 mersin Newrozunda gördük ki Mersinde iki halkı karşı karşıya getirmek için sivil polislerinize bayrak yaktırdınız.
        Evet en iyi siz bilirsiniz
        Berkin çocuğu öldürüp annesini halka yuhalatıp, terörist ilan etmeyi ve bundan oy devşirmeyi en iyi siz bilirsiniz
        Haziran direnişine çamur atmak için camide içki içtiler, başörtülü bacımıza saldırdılar yalanıyla halkı kışkırtmayı en iyi siz bilirsiniz.
        Ceylan Önkol'u Lice karakolundan atılan bir havan mermisiyle parçalamayı, Uğur Kaymaz'ın; bir çocuğun küçücük bedenini kurşunlarla doldurup çatışma süsü verip terörist ilan etmeyi en iyi siz bilirsiniz
        Topraklarını korumak için HES inşaatlarına karşı çıkan başörtülü bacıları dayaktan geçirmeyi, geçinemiyoruz diyen köylüye ananıda al git demeyi en iyi siz bilirsiniz.
        Ormanları talan etmeyi, halkın nefes alabilecekleri parklara AVM yapmayı, rant için her şeyi yapmayı en iyi siz bilirsiniz
        Roboskide 34 yoksul çocuğu öldürüp ama onlarda kaçakçıydı demeyi ve hesap vermemeyi en iyi siz bilirsiniz
        En doğal hakkı olan demokratik hakkını kullanırken öldürülen haziran şehitlerinin müdahale emrini ben verdim diyenlerin öldürme işini iyi bildiklerini biliyoruz
        Ayakkabı kutularına rüşvet paralarını saklamayı, paraları sıfırlamayı en iyi siz bilirsiniz
        Biz devleti tanıyoruz
        En iyi bildiğiniz işin provakasyon, yalan, demagoji olduğunu ve bu işte usta olduğunuzu biliyoruz
        Zindanlarında katliamlar yapan bu devleti tanıyoruz
        Köylülere dışkı yediren, ormanları yakan insanları göçe zorlayan bu devleti tanıyoruz
        Devletin efendileri olan kapitalistlerin karı için halkına her türlü aşağılık muameleyi tabi gören bu devleti tanıyoruz
        Dersim, Maraş, Malatya, Çorum, Gazi, Roboski, Gezi, Reyhanlı, Lice de bizleri öldürenin bu devlet olduğunu unutmadık.
        Kürt halkının en doğal hakları olan kendini yönetme taleplerini kanla bastıran bu devleti iyi tanıyoruz.
        Lice'de halka karşı girişilmiş katliamın üzerini kapatamayacaksınız ne kadar büyük bayrak yaparsanız yapın katliamlarınızın üzerini kapatamayacaksınız, örtüyü aralayacak ve sizi teşhir edeceğiz.
        Bir yandan barış deyip diğer yandan savaş politikaları yürüten AKP hükümeti Meskan ve Lice direnişi ile teşhir olmuştur.
        Adana'da sizin savaş politikalarınızı protesto ederken kafasına bomba atıp öldürdüğünüz İbrahim ARAS sizin yüzünüzü bir kez daha gösterdi. Hem en iyi bildiğiniz şeyin öldürme hem de yalan ustası olduğunuzu İbrahim çocuk kendi bedeninde tüm topluma gösterdi,
        Hiç kusura bakmayın, biz sizler gibi deri pantolonlu, maskeli, işemeli senaryolar yazacak kadar hayal dünyamız zengin değil. Siz BOMBA attınız ve 15 yaşında bir çocuğumuzu İbrahimi katlettiniz.
        Ateşi çalan İbrahim küçücük bedeni ve kocaman yüreğiyle Ceylanın, Uğurun, Berkinin yanına gökyüzüne yükseldi. Oradan aşağı bakarken onca yoksulluk, onca acı, yakılmış yıkılmış köyler, göç, savaş, kör kurşunlara, şarapnellere kurban verilmiş, kimsesiz ve sessiz bir şekilde parçalanmış bedenler, mezarı olmayan, asit kuyularına atılmış kemikler görüyor. Bizlere bakıyor İBO..
        Sözümüz söz çocuk… Katillerinizin ensesinde olacağız
        Sözümüz söz çocuk… Savaşsız sömürüsüz bir dünya için daha çok çalışacağız
        Sözümüz söz çocuk … Halkların kardeşliğini yaşatmak için mücadele etmeyi bileceğiz
        Mehmet'ten Apocan'a, Ethem'den Medeni'e, Ali İsmail'den Ahmet'e, Ceylan Önkol'dan Berkin Elvana, Hasan Ferit'ten Ramazan Baran'a ve İbrahim Arasa uzanan direnişin özünü anlamayan, Gülsuyundan Rojava'ya, Lice'den Okmeydanı'na, Tuzluçayır'dan Meskan'a Çukurova'nın sıcağına yayılan isyan ateşini kendi çıkarları uğruna söndürmeye çalışanlar direnişin fotoğrafına daha dikkatli bakmalıdırlar. İstanbul Beşiktaş'ta elkonulup poma yapılan kepçenin aynısı Lice de diren gezi parkı yazısı ile karşımıza çıkıyor. Halkları birbirine yakınlaştıran gezinin hayaleti taksimden Lice'ye dolaşmaya devam ediyor.
        Halkları birbirine düşman edemeyeceksiniz. Ve sakın unutmayın birlikte yaşama iradesi gösteren halklar faşizme karşı birlikte direnecek.

        Eylemi örgütleyen kurumlar;
-BARIŞ VE DEMOKRASİ PARTİSİ(BDP)
-EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ(EÖC)
-HALKEVLERİ
-HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ(HDP)
-ÖZGÜRLÜK VE DAYANIŞMA PARTİSİ(ÖDP)
-SOSYALİST DEMOKRASİ PARTİSİ(SDP)
-SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ(SYKP)
-TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ(TKP)
Destekleyen Kurumlar
-BAĞIMSIZ DEVRİMCİ SINIF PLATFORMU(BDSP)
-DEMOKRATİK HAKLAR FEDERASYONU (DHF)
-DEV-LİS
- LGBTİ
-ANARŞİSTLER

Barikat Dergisi İle Emek ve Özgürlük Cephesi'nden Zorunlu Açıklama

       Değerli dostlar; Barikatların Sesi adlı facebook sayfasının, devrim cephesi platformunun bizim yayın ve faaliyetlerimizle bir ilgisi yoktur... Bizim tespit ve görüşlerimizin dışında paylaşım yapılmaktadır. Bir süredir bundan dolayı yoğun eleştiri almaya başladık... Dolayısıyla bilgilendirme gereği duyduk, tüm okurlarımızın, takipçilerimizin dikkatine.

       Barikat Dergisinin facebook ve twitter hesabı bir tanedir...

       Emek ve Özgürlük Cephesinin facebook sayfaları ise şunlardır;

1- Avrupa Emek Ve Özgürlük Cephesi
2- Emek Ve Özgürlük Cephesi
3- Dersim Emek Ve Özgürlük Cephesi
4- Avcılar Emek Ve Özgürlük Cephesi
5- Adalıların Sesi
6- Mahir Hüseyin Ulaş

       İnternet siteleri

Barikat Dergisi
http://www.barikat-lar.de/

Avrupa Emek Ve Özgürlük Cephesi
http://www.eoc-avrupa.org/

Avcılar'da Lice Katliamını Protesto Pankartı!

       Lice'de yaşanan katliamı protesto etmek için Avcılar'da E-5 üzerindeki bir üst geçide üzerinde "Lice'de Katliam/Sessiz Kalma/Suça Ortak Olma" yazılı Emek ve Özgürlük Cephesi imzalı bir pankart asıldı.

Lice'de Katliam!

       Günlerdir yol kesme eylemlerini sürdüren silahsız Kürtlere bugün ('7 Haziran) uzun namlulu silahlarla saldıran TC askerleri Lice'de en az iki kişiyi katletti. Ramazan Baran ve Hacı adlı iki kişinin yanı sıra önce gaz bombası mermisiyle yaralandığı söylenen 50 yaşlarındaki bir kadının hayatını kaybettiği, Ahmet Akkalu adlı bir gencin ise ağır yaralandığı bilgisine ulaşıldı. Halen Lice'ler geniş bir araziyi kaplayan eylem alanlarında başka kayıpları olup olmadığını araştırıyorlar. Bölgede çatışmalar devam ederken Amed Halk İnsiyatifi serhıldan çağrısı yaptı. Bir kişinin de ağır yaralandığı katliamı protesto etmek için İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi 8 Haziran Pazar günü Saat 12:00'de konuya duyarlı olan herkesi Galatasaray Lisesi önüne çağırdı.

3Haziran: İsyanın, Direnişin ve Şehitlerin Ayı
Şehitlerimizin, İsyanın ve Direnişin Yolunda Yürüyoruz!

       Haziran’dayız!

       Haziran, büyük mücadelelerin ve şehitlerin ayı… Haziran büyük isyanların, ayağa kalkışın, özgürlük için, halk demokrasisi ve sosyalizm için ölümüne direnişlerin ayı.

       15-16 Haziran 1970, Türkiye işçi sınıfı sendikal hakları için isyanda. Bir tarih yazılıyor, büyük bir başlangıcın startı veriliyor; İstanbul’un bütün fabrikalarından yüzbinlerce işçi fabrikalardan çıkarak, Türkiye işçi sınıfının ilk büyük başkaldırısını başlatıyor. İşçi sınıfının başlamış olan büyük uyanışının önünü kesmek isteyen faşizmin çıkarmaya çalıştığı tek tip sendika yasasına karşı isyan başlıyor. Yüzler bin, binler yüzbinlere ulaşıyor. İşçilerin önü polis ve askerlerce kesiliyor. Daha ilk gün sıkıyönetim ilan ediliyor. İşçi sınıfı boyun eğmiyor, çatışmalar başlıyor. İşçi sınıfının isyan bayrağını taşıyan üç yiğit işçi; Mutlu Akü işçisi Yaşar Yıldırım, Vinleks işçisi Mustafa Bayram, Cevizli tekel işçisi Mehmet Gıdak askerler ve polis tarafından katlediliyor. İşçiler direniyor; saldırıya katılan bir polis ölüyor. Yüzlerce işçi yaralanıyor, yüzlercesi hapishanelere atılıyor ve yargılanıyor. Ve Haziran ayı Türkiye tarihine, işçi sınıfının ilk büyük direnişinin ayı olarak yazılıyor. Buzun kırıldığı, işçi sınıfının kendisini tarihin yapıcısı devrimci, isyancı güç olarak, kanıyla, canıyla ortaya koyduğu ay oluyor Haziran.

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       Gün dönüyor 1 Haziran 1971 oluyor. İstanbul Maltepe’de emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin av köpekleri olan polisler, MİT’çiler, kontr-gerillacılar tarafından sarılmış bir ev direniş adası oluyor. THKP-C’mizin önderleri Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir yoldaşlar devrim ve sosyalizm için ölümüne direnişin ve yoldaşlığın büyük adasını yaratıyorlar. Cevahir şehit düşüyor. Dersim’den İstanbul’a uzanan ışıklı yaşam, devrim yıldızı Cevahir yoldaş Mahir’in yüreğine gömülüyor. Önderler en önde devrimci savaş ve direniş bayrağını yükseltiyor!

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       19 Haziran 1980, bu kez Mithat Koçulu yoldaş bayraklaşıyor devrimci savaşda… Faşist çeteler hain bir pusuda Erzurum’da katlettiler onu. Devrimci Kurtuluşçular faşist çetelere karşı ülkenin dört yanında yürüttükleri gerilla eylemleriyle gereken cevabı veriyorlar!

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       6 Haziran 1981'deyiz. Faşizmin cunta yoluyla açıkça sürdürüldüğü, tüm toplumun teslim alınmaya çalışıldığı, vahşetin, katliamların, işkencelerin olağan hale getirildiği günlerdeyiz. Zor günler, hain pusuların, ihanetlerin kol gezdiği günler… Devrimci Kurtuluşçular savaş siperlerinde, elleri tetikte! Hesap sorma, direnişi her koşulda sürdürme bilinciyle donanmış, Cevahir’in katiline de hak ettiği cezayı vermiş şehir gerillaları eylem hazırlığında. Ve Devrimci Kurtuluşçu gerillar hain pusulara karşı Mahir’in, Cevahir’in, 15-16 Haziran’ın direnişçi işçilerinin yoldaşları olduklarını göstererek savaşıyorlar. Atilla Ermutlu, Ercan Yurtbilir, Doğan Özzümrüt, Tamer Arda; oligarşiyi ve emperyalistleri titreten Devrimci Kurtuluş gerillaları isyan ve direnişin bayrakları olarak göndere çekiliyorlar. 6 Haziran, ihanete, faşizme, teslimiyete karşı isyanın ve direnişin bayrağı oluyor.

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       25 Haziran 1981, devrim, halkın, işçilerin, yoksulların direnişi idam sehpasında. Devrimci savaşın, direnişin adı bu kez Ahmet Saner ve Kadir Tandoğan oluyor. Onurlu, genç yaşamları Amerikan emperyalizminin ajanlarının cezalandırılması ve faşizme karşı onlarca gerilla eyleminin gerçekleştirilmesiyle dolu. Amerikan emperyalizminin üst düzey bir yöneticisinin Türkiye’ye cuntacıları desteklemek için geldiği gün, bir Amerikan ajanının cezalandırılmasını gerçekleştirdikleri için kurban olarak sunuluyorlar. Sehpada korkusuz, dimdik, özgürlük, devrim ve sosyalizm sloganları haykırıyor Devrimci Kurtuluşçu gerillalar! Cuntacı uşakların ABD’li efendilerine kurban sunma töreni, devrimci savaş ve direniş ateşiyle tuzla buz oluyor!

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       20 Haziran 1991, Gürkan Özdemir, genç bir Devrimci Kurtuluş savaşçısı. Mahirlerin, Cevahirlerin, Tamerlerin izinde yürüyor… Hesap sormak, savaş bayrağını yüksekte tutmak için onların bayrağını taşıyor. Haziran şehitlerine adanmış bir devrimci savaş eyleminde İstanbul’da şehit düşüyor. Devrimci Kurtuluş bayrağı hep yüksekte, hep genç ellerde, hep direniş burçlarında!

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       5 Haziran 2012, Talip Karasansar; kuşaktan kuşağa geleceğe taşınan Devrimci Kurtuluş bayrağını yaşamı pahasına taşıyan devrim savaşçılarının yeni bir halkası. Özgür ülke, insanca yaşam şiarıyla, kurtuluşa kadar savaş şiarıyla devrimci savaşda yerini alıyor ve eylem hazırlığı içindeyken şehit düşüyor. Devrimci coşku ve militan kararlığın, Devrimci Kurtuluş iradesinin yıldızlaşan yeni bir halkası oluyor! Bayrak yere düşmeyecek! Yaşamıyla ve mücadelesiyle bunu gösteriyor!

       Savaş sürüyor! Direniş sürüyor!

       Haziran 2013'deyiz! Büyük isyan günlerinde, büyük direniş günlerindeyiz! Yer gök isyan, yer gök direniş! Faşizme karşı omuz omuza direniş, isyan, özgürlük, devrim sloganlarının sokakları güzelleştirdiği günlerdeyiz! On yılların emeğiyle, direnişleriyle santim santim ülkenin dört bir yanına atılan tohumların devrim şehitlerimizin kanlarıyla sulandığı ve artık büyük halk direnişi, isyanı olarak çiçek açtığı günlerdeyiz. Milyonların isyan olduğu, milyonların direniş olduğu, milyanların korku zincirlerini kırdığı, hiç değilse çatlattığı günlerdeyiz. Kapitalizmin, gericiliğin, faşizmin, emperyalizmin hükmettiği bir dünyada direniş ve isyan demek, can pahasına, kan pahasına mücadele demek. Ve bir kez daha işçiler, emekçiler, özgürlük isteyenler, insanca yaşam isteyenler bu bedeli ödemekten çekinmediler. Bu kez özgürlüğün bayrağı Ali İsmail oldu, Ahmet oldu, Abdullah oldu, Mehmet oldu, Ethem oldu, Medeni oldu, Berkin oldu!.. Şehitlerin, binlerce yaralının yanında, susmayan, susturulamayan “Bu Daha Başlangıç, Mücadeleye Devam!” şiarı.

       HAZİRAN, özgür bir ülke, insanca yaşam için, devrim için isyanın, direnişin ayı…

       HAZİRAN, isyanlar, direnişler, devrimci savaşımlar içinde bayraklaşan şehitlerimizin ayı…

       Devrimci Kurtuluşçular, Emek ve Özgürlük Cepheliler olarak şehitlerimizin kanıyla kızıllaşan isyanı, direnişi, devrim ve sosyalizm mücadelesini Kurtuluşa Kadar Savaş şiarıyla sürdürüyoruz, sürdüreceğiz!

       Şehitlerimize bağlılık ve onların hesabını kapitalist düzenden ve onların kiralık katillerinden sorma kararlılığı her Devrimci Kurtuluşçu için onurlu olmanın, devrimci olmanın, özgürlük ve insanca yaşam hedefine bağlılığın temel koşullarından biridir. Tüm devrim şehitleri direnişlerde, isyanlarda, devrimci savaş eylemlerinde ölüm pahasına mücadeleyi sürdürme kararlılıklarıyla, ışıklı anılarıyla hep en önde yürüyecekler, yolumuzu aydınlatacaklar!

       ŞEHİTLERİMİZLE YÜRÜYORUZ! ONLARLA KAZANACAĞIZ!
       DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!
       ONLARI UNUTMAYACAĞIZ!
       KATİLLERİ AFFETMEYECEĞİZ!
       YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM MÜCADELEMİZ!
       KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ/AVRUPA İNİSİYATİFİ

Hüseyin Cevahir Dersim'deki Mezarı Başında Anıldı

       31 Mayıs ve 1 Haziran günü Hüseyin Cevahir yoldaşı mezarı başında andık. 31 Mayıs ve 1 Haziran öncesi Şöbek köyü civarında yazılamalar yapıldı. 1 Haziran günü 3.30 civarı temsili olarak yaptığımız ziyarettte Hüseyin Cevahir şahsında ulusal bağımsızlık, devrim sosyalizm adına şehit düşen tüm devrimciler için bir dakikalık saygı duruşu yapıldı. Ardından bir arkadaşımızın söz alarak, Hüseyin Cevahir ve yoldaşlarımızın açtığı bu yolda bayrağı ileri taşımamız gerektiğini ve ardılları olarak bizlere olan sorumlulukların görevlerin daha fazla olduğunu vurguladı. Cevahir yoldaşın ailesi de sohbete katıldı. Hüseyin Cevahir yoldaşın kız kardeşleri ilk olarak geç geldiğimiz için gözlerinin bizleri aradığını belirttiler daha sonra hem Cevahir yoldaşı anlattılar hem de Gezi halk ayaklanmasından sonra korkuların uzun zamandan sonra ilk defa aşıldığını, insanların 12 Mart ve 12 Eylülden sonra kabuklarını yeni yeni kırdığını ve umudun giderek filizlendiğini vurguladı. Bu yıl yaptığımız ziyaret halkın Hüseyin Cevahir'i sahiplenme bilincinin ne kadar olgunlaştığını görmek için önemli bir göstergeydi. Yapılan bu ziyaret gösteriyor ki bundan bir kaç yıl önce halkın sahiplenme bilincinin giderek düştüğünü görmemizle birlikte hem Halk Kültür Merkezleri hem de Emek ve Özgürlük Cephesi olarak yaptığımız çalışmaların halkın üzerinde olumlu etkisiyle beraber bu çalışmaların sahiplenme bilincini yarattığını gördük ve bu bizi mutlu etti. Bizden önce ziyaret ve anma gerçekleştiren kurumlar da oldu, bu kurumlar: Dersim Devrimci Güçbirliği, Halk Cephesi ve ÖDP.

Haziran/Gezi Direnişinin Açtığı Yoldayız
31 Mayıs'ta Taksim'deyiz!

       Büyük Gezi/Haziran Halk Direnişimizin yıldönümünde özgürlük ve insanca yaşam taleplerimizi bir kez daha halkın gücüne yaraşır biçimde haykırmak için,
      - Faşizme, faşist diktatör Tayyip'e boyun eğmediğimizi,
yalan, talan, katilam cumhuriyetinin halkı teslim alamadığını, alamayacağını göstermek için,
        -Yoksulun hakkını Bilal'e yedirtmemek için,
       - Roboski'den Soma'ya katliamların hesabını sormak için,
       - Mehmet'in, Ethem'in, Ali İsmail'in, Ahmet'in, Abdullah'ın, Medeni'nin, Berkin'in ve özgürlük mücadelemizde yitirdiğimiz daha nice canlarımızın anılarına sahip çıkmak ve yaşatmak için,
       - Özgür bir ülke, insanca yaşam için,
       - Bu Daha Başlangıç, Mücdaleye Devam! şiarımızın hakkını vermek için,
        TAKSİM'DEYİZ! ÜLKEMİZİN ALANLARINDAYIZ!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

FARC-EP'yi Kuruluşunun 50. Yılında Selamlıyoruz!

       50 yıl önce, 27 Mayıs 1964'de bir avuç devrimci Manuel Maralunda önderliğinde Kolombiya dağlarında FARC'ı (Kolombiya Silahlı Devrimci Kuvvetleri) kurdu.
        Kolombiya işçileri, köylüleri, emekçileri ve tüm ezilenleri 50 yıldır FARC saflarında soluk soluğa büyük bir devrimci savaş yürütüyor. FARC on bini aşkın gerillasıyla, Kolombiya oligarşisinin ve ABD emperyalizminin tüm saldırılarına karşı direniyor, mücadeleyi büyütüyor. Kolombiya kırlarının küçümsenemeyecek bir bölümünü denetliyor, ülkenin her karış toprağında silahlı devrimci savaşımı sürdürüyor. Yeni Kolombiya şiarıyla devrim ve sosyalizm mücadelesini yükseltiyor.
        Yürüttüğü devrimci savaşımla Latin Amerika ve tüm dünya halklarına örnek mücadele sunan FARC-EP'yi devrimci sosyalist enternasyonal yoldaşlık duygularıyla selamlıyor, kutluyoruz.
        YAŞASIN KOLOMBİYA HALKININ DEVRİMCİ ÖNCÜLERİ!
        YAŞASIN PROLETARYA ENTERNASYONALİZMİ!
        YAŞASIN ENTERNASYONAL DEVRİM VE SOSYALİZM MÜCADELESİ!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEHPESİ
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ/ AVRUPA İNİSİYATİFİ

Osman Mehmet Önsoy
Mezarı Başında Anıldı

 

       34. yılında ailesi ve yoldaşları (Emek Ve Özgürlük Cephesi) OSMAN MEHMET ÖNSOY'u önce mezarı başında, ardından Avcılar Kültür ve Sanat Derneğinde andı, anlattı.
        Zaman su gibi akmakta, dünden bugüne toplumun ve doğanın başına bela olan bencillik, asalaklık, sülük gibi başkasının kanıyla yaşayanlar hala yaşamlarına devam ettirmekte. Bir ağacın kıymetini bilmeyen ormanın kıymetini hiç bilemez, akan suyun, meyve veren ağacın, dalına konan kuşun hiçbir önemi yok; sabahın esen yeli, gün ortasındaki tepedeki güneş, akşam vakti dağların ardından batmakta olan güneşin kızıllığı, yazı kışı baharı, yağmuru karı bilmez, tarlayı sürmek, yaşamı kolaylaştıran makineler yapmak ve yapılanları gelecektekilere anlatmak gibi derdi yoktur; alınteri dökmek emek harcamak hele özgürlük gibi düşüncesi yoktur varsa yoksa daha çok zenginlik, daha çok şatafatlı yaşam sürmek, daha çok mal mülk ve daha çok insanın kendisi için çalışması.
        Her geçen gün bir öncekini aratır hale gelmekte, Taksim Gezi parkında ağaçları kesmek, yaşamı idame etmek için yerin yedi kat altında madenlerdeki ölümlere sebebiyet vermek, emeğini, özgürlüğünü haykırana bu uğurda her şeyi göze alana işkenceyi ve ölümü hak görmekte yani ‘fıtratında’ var!
        Dünden bugüne değişen hiçbir şey yok. Emek sömürüsü, sahte sendikacılık, yalancı yöneticiler, din bezirgânları, asker polisin baskısı, işkenceler, katliamlar, aç kalma korkusuyla hakkını arayamama örgütlü olamama ve devletin ceberrüt baskı/şiddeti. Oysa onların içlerinden biriydi Şeyh Bedrettin, Börklüce Mustafa, Pir Sultan, Mustafa Suphi, Mahir, Hüseyin, Ulaş, Deniz, İbrahim, İlker ve Osman Mehmet gibi niceleri için “emek ve özgürlük” hava gibi su gibi ekmek gibi kıymetliydi; boyun eğmeyi, pısırık gibi yaşamayı ve sürü gibi güdülmeyi kabullenmediler; sınıf mücadelesinde bayrağı en önde taşıdılar bir kılavuz gibi topluma önderlik ettiler ve onurlu yaşamları hala anılmakta.
        Onlardan biriydi Osman Mehmet ÖNSOY, 26 Eylül 1954 İstanbul doğumlu, Emekçi ana / babanın ilk çocuğu. İlk, Orta, Lise ve Üniversiteyi İstanbul'da okudu. Daha lise (Küçükçekmece lisesi) yıllarında (1968) sınıf ve devrimci mücadeleyle tanıştı. Babası PTT çalışanları sendikasının İstanbul yöneticisi olması nedeniyle sendikal çalışmalara katıldı. 1972'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesine girdi. O yıllarda Öğrenci Gençlik hareketi içinde özellikle İktisat fakültesinde THKP/C lilerin ağırlığı vardı, Politik tavrını THKP/C den yana yaptı. 30 Mart 1972 Kızıldere katliamı sonrası THKP/C’nin tekrar örgütlenmesi çalışmalarına katıldı. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Yüksek Öğrenim Gençliğinde Parti/Cephe örgütlenmesi içinde bulundu.
        Yüksek Öğrenim Gençliğinin İYÖD ve ikinci DEV-GENÇ örgütlenmesi içinde oldu. Orta Öğrenim Gençliğinin dernekleşmesini destekledi, THKP/C nin Kızıldere sonrası örgütlenmesi ve politik mücadelesini kararlı olarak devam etmesi içinde oldu. 1975 yılında Oturduğu Avcılar semtinde Halkevi’ni açtı; İstanbul’daki Halkevlerinin birbirleriyle koordinasyonda olmasını sağladı, Aynı yıllar içinde Ambarlı Elektrik Santralı ile İstanbul Üniversitesi Avcılar Kampusu’nun inşaatlarında çalışanları “İlerici Yapı İşçileri Sendikasında” örgütlenmesinde bulundu. Bölgedeki metal iş kollarında çalışanları eski polisi müdürü Ilgız Aykutlu’ nun başında olduğu sarı sendika Tekmetal-iş’den DİSK'e bağlı Maden-İş’e geçmelerini sağladı. Tekstil işçilerinin örgütlenmesinde fiilen bulundu, çalışanları “İlerici Tekstil İşçileri Sendikasında” örgütlerken DİSK Tekstil Sendikasıyla kardeşçe bağlar kurdurdu.
        5 Mayıs 1980 günü gözaltına alındığında Gayrettepe 1.Şubede ağır işkencelerden geçirilirken insanlık adına devrim ve sosyalizm adına önemli bir sınav verdi, “ser verip sır vermedi”. Türkiye işçi sınıfının ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi “SAVAŞCILARI”ndan biri olarak bayrağı dik tuttu. 22 Mayıs 1980 de son nefesini verirken işkence ve sorgu sınavından başarıyla çıktı.
        Anısı yolumuza ışık tutuyor...
        Kahrolsun işkenceciler, İşkencecilerden hesap soracağız
        Mahirlerin, Osman Mehmetlerin devrim mücadelesi devam etmekte.
       Ya özgür vatan ya ölüm, kurtuluşa kadar savaş!

Tayyip'e Dev Öfke

       RT Erdoğan’ın Almanya’nın Köln kentinde cumhurbaşkanlığı seçimine dönük olarak 24 Mayıs’da yapmaya çalıştığı show, onbinlerce göçmen işçi ve emekçinin dev öfkesiyle, protestosuyla karşılık buldu.
       Almanya’daki tüm devrimci, demokratik kurumların çağrısıyla yapılan yürüyüş ve mitinge polis kaynaklarına göre 50 bin, organizatörlere göre 150 bin kişi katıldı.
        Avrupa’nın bir çok ülkesinden gelen emekçiler ilk olarak Köln Ebertplatz’da toplandı ve mitingin yapıldığı Grüngurtel’e (Üniversite Parkı’na) doğru yürüyüşe geçildi.
        Oldukça renklilik ve çeşitlilik taşıyan yürüyüş kortejlerinde, Soma katliamına, Gezi direnişine, Alevilere dönük ayrımcılığa, faşizme karşı birlikte mücadeleye ilişkin sloganlar özellikle öne çıktı.
        Emek ve Özgürlük Cephesi, mitinge “Gezi Ruhuyla, Gericiliğe, Irkçılığa ve Faşizme Karşı Macadeleye” pankartıyla ve bayraklarla katıldı. Ayrıca miting için hazırlanan bildiri yürüyüş güzergahı boyunca dağıtıldı. Stikerler yapıştırıldı. Yol boyunca konuşmalar, coşkulu sloganlar ve marşlarla yüründü.
        Eyleme Türkiye ve Kürdistan devrimci hareketinin bileşenleri, ayrıca Ermeni ve Suryani örgütleri, Alman devrimci ve anti-faşist yapıları da bayrak ve pankartlarıyla katıldı.
        Miting göçmen emekçi kitlesinin mücadele istek ve kararlılığı oldukça güçlü olduğunu gösterdi.
        RT Erdoğan’ın düzenlediği etkinliğe ise 18 bin civarı ve bir kısmının parayla getirtildiği iddası olan insan katıldı.
       Avrupa EÖC

Soma İçin İstanbul'da Miting!

 

       Soma kömür madeni ocaklarında yaşanan işçi katliamını protetosta etmek ve "taşerona hayır" demek için DİSK, KESK, TMMOB, ve TTB'nin çağırısıyla 25 Mayıs Pazar günü Kadıköy'de bir miting gerçekleştirildi. Miting için iki koldan, Haydarpaşa Numune Hastanesi önünden ve Tepe Natilüs önünden yürüyüşe geçen kortejler Kadıköy Meydanında toplandılar. Birçok sendika yürüyüşün ardından miting konuşmalarının başlamasını beklemeden kitlesini alandan çıkardı. Bu nedenle miting başladığında alanda kalan kitle azalmıştı. Aynı gün Okmeydanı'nda Uğur Kurt'un Cemevi bahçesinde polis kurşunuyla öldürülmesini protesto etmek için birçok Alevi kurumunun Şişli'ye çağrı yapması da katılımı zayıflatan etkenlerden biriydi. DİSK Genek Sekreteri Arzu Çerkezoğlu'nun ve Soma katliamından kurtululan bir işçinin konuştuğu miting, kısa sürede sona erdi.
       Mitinge "Roboski'den Gezi'ye, Gezi'den Soma'ya, Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek" sloganının yazılı olduğu pankartla katılan Emek ve Özgürlük Cepheliler saat 12:00'de Tepe Natilüs önünde toplanarak "Soma'nın Katili Faşist TC Devleti", "Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek", "Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Kardeşliği", "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz", "Mahir Hüseyin Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş", "Faşizme Karşı Tek Yumruk Tek Barikat", "Soma'nın Katili Oligarşi", "Kahrolsun Ücretli Kölelik Düzeni", "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür", "Faşizme Karşı Omuz Omuza", "Maden İşçisi Onurumuzdur", "Soma'nın Hesabı Sorulacak" sloganlarıyla yürüyüşe geçtiler. Kortejimizin meydana varmasından kısa bir süre sonra miting başladı. Her ne kadar teşhir amacıyla da olsa burada da Tayyip Erdoğan'ın sesini duymak sinir bozucuydu. Kısa süren konuşmaların ardından sahneye çıkan Hilmi Yarayıcı, Grup Yorum'un bir parçası olduğu dönemden kalma "Madenciden" şarkısını banttan seslendirdi. Atılan ortak sloganların ardından miting sona erdi.

Uğur Kurt'un Cenazesinden Notlar

       23 Mayıs 2014 tarihinde polis kurşunuyla katledilen Uğur Kurt'un cenaze törenine Emek Ve Özgürlük Cephesi olarak katıldık. Saat 18:00'te Okmeydanı Cemevi'nde yapılan törende hiç bir siyaset flama ve pankart açmadı (sadece Halk cephesi kitlenin en sonunda flama ve pankart açtı). Cenazeye mahallenin dışından insanlar da gelmişti... Tahmini sayı 3 bin civarıydı.. Cemevinde dini tören yapıldıktan sonra evinin önüne kitle sloganlarla yürüdü, hellallik alındı. Daha sonra evden cenazenin Sivas'a gönderileceği araçların beklediği anayola kadar yine sloganlarla yüründü. Anayolun karşısında bekleyen polis güçleri kitlenin tepkisi üzerine geri çekildi. Kitle yolu uzun süre trafiğe kapattı, burada oturma eylemi yaptı. Ardından cenaze memleketi Sivas'ın Hafik İlçesine bağlı Üzeyir köyüne gönderildi. Polis gözönünde değildi. Ama beli noktalara yığınak yapmıştı. Havanın kararmaya başlamasıyla birlikte çatışmalar da başladı.
       Cenaze töreni sırasında kitle tarafından atılan sloganlar;
        Uğur'un katili AKP'nin Polisi,
        Katil devlet hesap verecek,
        Hırsız, katil AKP,
        Anaların öfkesi katilleri boğacak

Polisin Vurduğu Uğur Kurt Yaşamını Yitirdi!

       Devletin halka karşı açtığı savaşta bir canımızı daha yitirdik. Soma'daki toplu katliamın ardından bu kez de İstanbul Okmeydanı'nda polis kurşunuyla vurulan Uğur Kurt yaşamını yitirdi. Hepimizi öldüremeyeceksiniz. Biz halkız, öldürmekle bitmeyiz. Katiller Halka Hesap Verecek!

Faşist TC'nin Paralı Katilleri Yine İşbaşındaydı

       Bugün lise öğrencilerinin Okmeydanı İTO Lisesinde, Soma Katliamını protesto etmek için düzenlediği boykot eylemine polis TOMALARLA, AKREPLERLE, GERÇEK MERMİ ile saldırdı.
        Bu saldırının ardından ağır yaralanan Uğur Kurt’un sağlık durumu ciddiyetini koruyor.
        Adeta kan emici vampirlere dönüşen faşist devlet ve onun kiralık katilleri, emri verenler (İstanbul Emniyet Müdürü); “Bir vatandaşımız, nereden geldiği belli olmayan ateşli bir silahla yaralanmıştır...” açıklamasını yapıyor. “Sayın müdür“ bizlerin bu açıklamalara karnı tok, ama sizin söylediğiniz yalanlarınızla, döktüğünüz kanlarla hala doymadığınız belli! Bu sıkılan kör bir kurşun değil, katletmek amaçlıdır. Bu fotoğrafı biz Uğur Kaymaz ve Ceylan Önkol’lardan Roboski’ye, Roboski’den Gezi’ye hep gördük, tanığıyız!
        Gün oldu bombalarla, gün oldu onlarca kurşunlarla katlettiniz halkı… Ellerinizdeki kanı asla temizleyemeyeceksiniz. Bu katliamlar ne bir özür dilemeyle ne de o sizin dininiz, imanınız olan parayla geçiştirilebilecek bir şeydir. Tarih sizi çoktan yazdı, notunuzu düştü en “yıldızlısından”; eli kanlı katiller bu halk sizi hiç unutmayacak ve asla affetmeyecek!

       Dip not: “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner”… Gün gelecek devran dönecek, KATİLLER halka HESAP verecek!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Soma İçin Sokaklardayız, Alanlardayız!

       Kar, daha çok kar, daha çok kar… Gözü doymaz burjuvalar, işçi kanıyla besleniyorlar. Utanmıyorlar! Hiç utanmıyorlar! Yüzleri hiç kızarmıyor! Biz ölüme mahkumuz yani; onlar ise kasalarını doldurmaya! İşte asıl mesele budur! Ücreti düşür, sosyal güvenceyi kaldır, saatleri uzat… Yeter ki kasa dolsun taşsın! İşçilerin canı cehenneme, paralar cebe!
        Ya kanımız akacak patronlar için. ya da 15-16 Haziran’ı anımsayacağız yeniden. İşçi sınıfının o muazzam ayaklanmasını anımsayacak ve onun ışıklı yolundan yürüyeceğiz. Ya ölümün gölgesi düşecek geleceğimizin üstüne ya da direneceğiz, geleceğimiz ve çocuklarımız için. Ya kanımızı akıtacağız patronlar için, ya da ayağa kalkıp yürüyeceğiz, kafamızı bulandıranlara hiç aldırmadan. Başka yolumuz var mı?
        KAZA DEĞİL, KADER DEĞİL, İHMAL DEĞİL; SOMA'DA İŞÇİ KATLİAMI.
        SÖMÜRÜYÜ, İŞ CİNAYETLERİNİ, KATLİAMLARI HAK ETMİYORUZ.
        KATİL SERMAYEDİR, HÜKÜMETTİR, DEVLETTİR. AYAĞA KALKALIM, SOKAKTA HESAP SORALIM.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Soma'dan Gelişmeler

       Ege Emek Ve Özgürlük Cephesi olarak maden faciası sonrası hemen Soma'ya hareket ettik.
       Akhisar'dan itibaren havadan ve karadan bölge tam bir ablukaya alınmıştı. Yollarda cenaze arabaları ve ambülanslar sürekli gidip geliyordu. Özellikle Kırkagaç'da soguk hava depoları(askeriyeye çeşitli işletmelere ait) madencilerin cansız bedenleri ile dolu oldugu için ve bu gerçegin ögrenilmesini engellemek amacıyla yogun güvenlik uygulamaları ile karşılaştık. Giriş çıkışlar tutulmuştu.
       Soma'da durumlar çok daha vahimdi. Her köşe başı, her evin önü, çatılar, parklar, tüm sokaklar, devlet hastanesinin içi, bahçesi ve çevresi, madenci heykelinin oldugu alan, kısaca her yer degişik illerden getirilen çevik kuvvet, sivil ve resmi polis ve jandarma tarafından denetim ve kontrol altına alınmış durumdaydı. Halk bu durumu anlamakta zorlanıyor ve tepki gösterdiginde gözaltına alınmaya çalışılıyordu.
       Nerede ise dakikada bir hastane bahçesine ambülanslar gidip geliyor, insanlar getirilen madencinin kimligini ögrenmek için saglıklı bilgiye ulaşamıyor şok üstüne şok yaşıyorlar. Bakanların ve başabakanın varlıgı üstlerinde uçan helikopterler ve polislerin tavırları halkın sürekli tepkisine yol açıyordu. Ancak kesintisiz acı haberlerle sarsılan halk çaresiz durumdaydı. Edindigimiz bilgiler bizi iyice sarstı. Adli tıptan çıkarılan cenazeler mezarlıga gönderildikten sonra ailelere haber veriliyor, böylece tepkilerin örgütlenmesinin önüne geçiliyordu.
       Dün saat on sekiz sıralarında İzmir Kınık ilçesine 53 cenaze gitti. Şehir mezarlıgına ise 148 cenaze defnedildi. 200 mezarın da hazırlandıgı bilgisini aldık. Son dört yıl içinde Zonguldak'tan Soma'ya madenlerde çalışmak üzere gelen üç bine yakın işçi geldi.
       Ayrıca yaşları 18'in altında sayısı net bilinmeyen Suriyeli çoçukların madende çalıştırıldıklarını öğrendik. Bu çocukların varlıgından kimse sözetmiyor. Özellikle devlet tarafından saklanıyor.
       Maden bölgesine giriş çıkışlar sıkı kontrol altında. Dün sabah maden kazasından kurtulan bir işçinin verdigi bilgiye göre içerden canlı bir madencinin çıkmasının artık mümkün degildi. İçerde kaç madencinin daha oldugu bilgisi devlet ve yetkililer tarafından özellikle ve ısrarla saklanıyor. En son madene kireç ve mermer taşındıgını öğrendik.
       ŞİMDİ DEVLETE SORUYORUZ; ÜLKESİNDEN BİNLERCE KİLOMETRE UZAKTA, GÜNEŞE HASRET, ÇOCUK YAŞTA YERALTI DEHLİZLERİNDE KÖLECE KOŞULLARDA ÇALIŞTIRILAN VE KİMSE TARAFINDAN ARANILIP SORULMAYACAGINDAN EMİN OLDUGUNUZ SURİYELİ ÇOCUKLARI MADENE Mİ GÖMÜYORSUNUZ?
       Emperyalist-kapitalist sistemin yeni kölelik koşulları için uygulamaya koyduğu özelleştirme, taşeronlaşma, esnek ve güvencesiz çalışma koşulları her alanda insanları ölüme mahkum etmektedir. Kar, verimlilik gibi kavramlar insan yaşamının önüne geçmiştir. Son sendika seçimlerinde bu şirket yöneticisinin seçim sonuçlarına müdahale ederek iptal ettirdiiğni, tekrarlanan seçimde kendi özel güvenlik görevlilerini yönetime seçtirdiğini, devlete bağlı diğer üç (sarı) sendikaya da rest çekerek iradeyi ele geçirdigini de biliyoruz. Bunun sonucu olsa gerek ki şirket sahibi ile birlikte hiç bir sendikacıya ulaşılamıyor.
       Soma ölüm kokuyor. Soma'da ağıttan başka bir şey duyulmuyor. Halk ölümle yaşam arasına sıkıştırılmış bir suskunluk içinde, ama öfkeli.
Kurtarılan bir maden işçisi kendini kurtaranlara yalvarıyor ''Abi Mahmut çıkmadı. Mahmut çıkamadı. Beni bırakın bekarım onu alın abi. onun karısı hamile...'' Hangi sağanak yağmur insanların yüreğindeki yangını söndürebilir. Onlar evlerine simsiyah gelirdi. Ama yürekleri yüzlerce metre yerin altında çalışmalarına rağmen tertemiz ve sımsıcaktı. Katliamda ölen bir madencinin küçük kızı çıglık çığlığa soruyor, ''Babam eve hep simsiyah gelirdi anne, bugün neden beyaz giymiş anne?...

       EGE - EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Soma'nın Hesabı Sorulacak!

       Bu ülkenin tarihi katliamlarla dolu ve biz bu ülkeyi katliamlarından biliyoruz. Sivas'tan ,Maraş'tan, Çorum'dan, Roboski'den,19 Aralık'tan, Gezi'den tanıyoruz.. 2013 yılında yine Soma Holding'e ait taşeron maden ocağında en az 8 işçi yaşamını yitirmişti. Daha bundan iki hafta önce Soma'daki madenlerin araştırılması için verilen önerge reddedildi. Ve Holding patronlarının ve hükümetin pervasız açıklamalarıyla halen yüzlerce işçi kardeşimiz ve işçi coçuklar halen toprağın altında. Bu ne ilk ne de son. Bu katliam göz göre göre gelmiştir, çünkü, daha önce devlete ait olan bu işletme yine devlet eliyle özelleştirilmiş ve denetimden uzak tutulmuştur. Bu katliamın sorumluları özelleştirmenin ardından yapılan açılışa devletin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı katılmış ve buranın “son teknolojik gelişmelerle” işletilecek bir maden ocağı olduğunu belirtmiştir. Bu katliamın failleri; daha fazla kâr için işçi ve emekçileri yoksulluğa, düşük ücrete, güvencesizliğe, mahkum edenler; madende yaşanan iş cinayetlerini “kader” olarak görenler, işçi ölümlerini “güzel öldüler”, “tatlı ölüm” gibi tabir edenlerdir!
       İzmir emekçileri de 14.05.2014 günü saat 18.00'da Basmane'de öfkelerini kuşanarak toplanmaya başladı. Devrimci-demokrat kurumların, sendikaların yer aldığı yürüyüş kolu Konak Valilik önüne doğru yürüyüşe geçti. "Soma'nın hesabı sorulacak, İş kazası değil bu bir katliam, Roboski'den Soma'ya hesap sormaya, Katil devlet hesap verecek" sloganları yürüyüş boyunca öfkeyle haykırıldı. Konak Valilik önüne gelindiğinde kolluğun "yoğun" hazırlığıyla karşılaşıldı. Kitle burada bir süre sloganlarla bekleyişe geçti. Kolluğun yoğun biber gazı ve tazyikli su saldırısıyla karşılaşan kitle 1. ve 2. kordon üzerinden Alsancak'a doğru geriye çekildi. Saldırılara havai fişekle karşılık verildi. Basmane Konak üzerinden kitle yoğun biber gazı ve tazyikli suya maruz kaldı. Kıbrıs Şehitleri'nde kısa süren çatışmanın ardından 14 kişi gözaltına alındı.
       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi

KAZA DEĞİL, KADER DEĞİL, İHMAL DEĞİL;
SOMA'DA İŞÇİ KATLİAMI,
AYAĞA KALKALIM HESAP SORALIM!

       Alınterinin kömür karasına karıştığı, ekmeğin en zorunun kazanıldığı madenlerde, Soma madenlerinde şimdi kan ve ölüm var.
        Yıllardır pek çok iş cinayetinin yaşandığı madenlerde, karşımıza, hep kaza, kader, ihmal palavralarıyla çıktılar. Kapitalistler, hükümet, devlet YANİ ŞEYTAN ÜÇGENİ el ele kol kola hep yalan, hep aldatmaca, hep işçileri, emekçileri kurbanlık koyun görme alçaklığıyla hareket ettiler.
        Daha iki hafta önce faşist AKP, Soma madenlerindeki iş cinayetleriyle ilgili meclis araştırma önergesini ret etti. Onlara göre sorun yoktu. Her şey yolundaydı. İşçiler ölüyordu ama önemsizdi, her ay bir kaç işçinin ölmesinde bir sakınca yoktu. Karderdi, kazaydı, ihmaldi bunlar. İnşaat'ta ölüyorlardı, tekstilde ölüyorlardı, olağandı bunlar. Nasılsa ölenlerin yerini dolduranlar vardı. Nasılsa sömürü çarkı işliyordu.
        Şimdi Soma'da kömür karasının içinde yüzlerce sınıf kardeşimiz yatıyor. Ocaklar kömür değil, her dakika ölüm kusuyor. Yaşamını yitirenlerin sayısı çoktan yüzleri aştı.
       İşçiler, Emekçiler, halkımız!
        Bugün ayağa kalkmayacaksak ne zaman ayağa kalkacağız! Ne zaman sömürüye, iş cinayetlerine, katliamlarına dur diyeceğiz! Sessiz kalmak bunu hak ediyoruz demek değil midir?
        Hayır!
       SÖMÜRÜYÜ, İŞ CİNAYETLERİNİ, KATLİAMLARINI HAK ETMİYORUZ!
        KATİL SERMAYEDİR, HÜKÜMETTİR, DEVLETTİR!
        AYAĞA KALKALIM, SOKAKTA HESAP SORALIM!
        SOMA KATLİAMININ HESABINI SORMAK İÇİN SOKAKLARA!
        BU PİSLİĞİ DEVRİM TEMİZLER!
        SÖMÜRÜSÜZ, İNSANCA YAŞAM İÇİN TEK YOL DEVRİM!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ - BARİKAT DERGİSİ- EÖC AVRUPA İNİSİYATİFİ

1 Mayıs Kızıldır!

       1 Mayıs İstanbul'da devlet terörüne karşı direnişin ve mücadelenin günü oldu. Taksim'i yasaklayarak sınıfı belleğinden koparmayı hedefleyen devlet, bir kez daha amacına ulaşamadı. Ne kapatılan yollar, ne de iptal edilen seferler, emekçilerin ve devrimcilerin iradesine engel olamadı. Yürüdük düşmanın üzerine. Biliyorduk düşmanın daha güçlü olduğunu. Ama Vietnamlılar da biliyordu ABD emperyalizminin daha güçlü olduğunu. Bu yüzden savaşmaktan vaz geçmediler ve kazandılar. Biz de vaz geçmiyoruz savaşmaktan. Ve mutlaka kazanacağız. Bedeli ne olursa olsun kimse bizi yolumuzdan döndüremez. Burada uzun uzun ne yapıp yapmadığımızı anlatmayacağız. Bunun yerine sadece fotoğraflarla yetineceğiz. Aşağıdaki linki tıklayarak diğer 1 Mayıs fotoğraflarına ulaşabilirsiniz.

1 Mayıs 2014 fotoğrafları için burayı tıklayınız

1 Mayıs'ta Taksim'deyiz!

       Yeryüzündeki tüm değerleri yaratan ve üreten emeklerimizin hakkı için, ürettiğimiz her şeye el koyanlardan hesap sormak için, biz olmazsak yaşayamazsınız demek için yine çıkacağız sokaklara meydanlara. Hiçbir yasak bizi durduramayacak. Önümüze çıkan her engeli söküp atacağız. Hiç bir güç, bizi 1 Mayıs'ta Taksim Meydanı'ndan alıkoyamayacak. Bu 1 Mayısta da Taksim'deyiz. Tüm Emek ve Özgürlük Cephelileri, 1 Mayıs günü saat 10:00'da Şişli'deki DİSK binası önüne çağırıyoruz.

Emek ve Özgürlük Cephesinin 1 Mayıs Bildirisini Okumak İçin Burayı Tıklayınız

Katledilişinin 33. Yılında Nurettin Yedigöl Anması Yapıldı

       Onlarca tanığa rağmen gözaltına alındığı Gayrettepe'deki 1.ci şube işkencehanelerinde katledildikten sonra bedeni "yok" edilen Nurettin Yedigöl Yoldaş, 20 Nisan 2014 Pazar günü Avcılar Kemal Bozan Kültür Merkezinde düzenlenen bir etkinlikle anıldı. Emek ve Özgürlük Cephesinin Yedigöl ailesiyle birlikte organize ettiği "33. Yılında Nurettin Yedigöl ve Kayıplar Mücadelesi" başlıklı etkinlik saat 15:00'te başladı.
       Devrimci sosyalist Nurettin Yedigöl 1981 12 Nisanında gözaltına alınarak Gayrettepe 1. şubede derileri yakılarak, yüzülerek, kafasına çakılan elektrodlardan elektrik verilerek katil devlet tarafından katledildi. Nurettin yoldaşa yapılan işkencelerin tanıkları olmasına rağmen gözaltına alındığı hiç kabul edilmedi. İsmini dahi söylemeyerek, faşizmin işkencehanesinde düşmana direndi ve katledildi...
        4.'sü gerçekleştirilen anma etkinliğinin bu yıl ki teması; 33. yılında Nurettin Yedigöl Ve Kayıplar Mücadelesi oldu.
        Etkinliğe başta yoldaşları, ailesi, Cumartesi ve 12 Eylül Anneleri olmak üzere İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon ile kayıp yakınları da katıldı.
        Selamlama ve saygı duruşu ile başlayan anma programı, Nurettin Yedigöl yoldaşın yaşamını, devrimci mücadelesini anlatan belgesel şeklinde hazırlanan 20 dakikalık sinevizyon gösterisi ile devam etti.
        Sinevizyon gösteriminin ardından ilk sözü Nurettin Yedigöl'ün avukatı Eren Keskin aldı, Eren Keskin konuşmasında kayıplar mücadelesine değinerek, hukuki süreç hakkında bilgi verdi.
        Av. Eren Keskin'in ardından Emek Ve Özgürlük Cephesi konuşmasında; "12 Eylül işkencecilerin o dönemde asıl amaçlarının devrimcileri yok etmek, katlederek halkların mücadelesini sindirmek olduğunu biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından, egemenlerin sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden asıl korkanların onlar olduğunu biliyoruz. Sömürü düzenine karşı eşitlik, özgürlük, ve adalet için Gezi'de, Haziran Direnişinde, işçi direnişlerinde, öğrencilerin direnişinde Nurettin Yedigöl ve diğer toprağa düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları en öndeydiler ve hep önde olacaklar. 1 Mayıs'ı karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde özgür bir ülke ve insanca yaşam için toprağa düşen bütün direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun." dedi.
        Emek ve Özgürlük Cephesi’nden sonra söz alan Muzaffer Yedigöl konuşmasında ağabeyi Nurettin Yedigöl'ü 33 yıldır yılmadan aradıklarını ve bundan sonrada arayacaklarını, sorumlularının yargılanması için bu mücadeleden vazgeçmeyeceklerini söyleyerek, devrimci olan ağabeyi Nurettin Yedigöl'ün anısı önünde saygıyla eğildiğini söyledi.
        Yapılan bu konuşmaların ardından Kürtçe okuduğu şiir ile katılımcıları derinden etkileyen Keremo yer aldı.
        İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına söz alan Maside Ocak; Cumartesi Annelerinin 19 yıldır sürdürdüğü mücadelenin önemine değindi.
        Maside Ocak'tan sonra 1995 yılında Avcılar'da gözaltına alınarak kaybedilen Fehmi Tosun'un kızı Besna Tosun; " ben sadece yaşadığım coğrafyanın acıları var sanıyordum, gördüm ki acılarımız aynıymış... ortakmış. Sadece babamın kemiklerini değil, ben 12 yaşındayken evimize gelen ve gözlerimin içine bakarak babamı alıp götüren o üç kişiyi istiyorum... benim onlarla karşılaşma cesaretim var, onlarında varsa karşıma çıksınlar, hesap versinler..." diyerek belki de günün en anlamlı, en gerçek ve en duygusal konuşmasını yaptı. Bu esnada insanlar gözyaşlarını tutamadı, salonda yoğun duygusal anlar yaşandı.
        Besna Tosun'un konuşmasından sonra Oğul'a Yazılmış şiir formunda mektubu Mine Nazari bizlerle paylaştı, analardan oğullara bir duygu seli oluştu, yüreklerden yüreklere aktı. Şiirin ardından tüm kayıplar anısına hazırladığımız cumartesi annelerinin fotoğraflarından oluşan kısa bir sinevizyon gösterimi daha yapıldı.
        Yine kendi yazdığı şiiri katılımcılarla paylaşan Burcu arkadaşımız yoğun beğeni aldı, renk kattı etkinliğimize.
        İHD İst. Şb. Başkanı Ümit Efe Nurettin Yedigöl'ün gördüğü işkencelerin tanığıydı aynı zamanda... Ümit Efe konuşmasında kayıplar mücadelesine değindi, " bu siyasal iktidar öyle hırsız ki sadece dünümüzü değil yarınımızı ve emeğimizi de çalıyor. Bu iktidar öyle zalim ki halka gaz fişekleriyle saldırıyor ve öldürüyor" diyerek devletin dün olduğu gibi bugünde katlettiğini, ödürdüğünü belirtti. Ardından yine Nurettin ile aynı şubede ve zamanda işkence gören bir yoldaşı söz alarak Nurettin'in devrimci mücadelesine bağlılığını ve bir devrimciye yakışır şeklide direnişini anlattı.
        Son olarak devrimci sanatçı dostumuz Pınar Aydınlar sahne alarak, tüm devrimcilerin mücadelesini selamladı, İbolar'dan Mahirler'den Deniz'lere bu devrimci mücadelenin sürdüğünü ve süreceğini söyleyerek türkülerini katılımcılarla birlikte seslendirdi.
        Programın bitişinde 1 Mayıs çağrısı yapıldı ve Devrimci Kurtuluş Marşıyla etkinlik sonlandırıldı.
        Ayrıca Ermeni soykırımının yıldönümü nedeniyle kaybedilen Ermeni'lerin fotoğraflarıyla özel bir köşe hazırlandı.
        Yine salonda 1978 yılında yine devlet tarafından işkence edilerek katledilen ve mezarı belli olmayan Fehmi Gökçek yoldaşımız için de bir köşe hazırlandı.
        Salonunun giriş kısmında Berfo ananın, kayıpların, cumartesi annelerinin fotoğraflarından oluşan, karanfi ve mumlarla hazırlanmış bir sergi de düzenlendi.
        Tüm dostlarımıza, katılımcılara, Cumartesi ve 12 Eylül annelerine, İHD İstanbul şubesine teşekkür ediyoruz.

       Nurettin Yedigöl Ölümsüzdür!
       Nurettin Yoldaş Onurumuzdur, unutmadık, unutmayacağız, katillerini affetmeyeceğiz!
       Nurettin yoldaş devrimci sosyalist mücadelemizde yaşıyor!

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

       Etkinlikte çektiği fotoğrafları bizimle paylaşan Ömür Eğribel'e kattığı emekten dolayı teşekkür ediyoruz.

       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİNİN KONUŞMA METNİNİN TAMAMI;

       GÖZALTINDA KAYBEDİLİŞİNİN 33.YILINDA NURETTİN YEDİGÖL’Ü
ANIYORUZ

       “Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa
       Tohuma dururlar yeniden
        Ve halk, toprağa gömülü
        Tohuma durur bir yerde
        Buğday nasıl filizini sürer de
        Çıkarsa toprağın üstüne
        Güzelim kırmızı elleriyle
        Sessizliği burgu gibi deler de
        Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
                                                              P. Neruda

       Yıl 1981 12 Nisan… İstanbul’da İdealtepe’de karakol kurulmuş bir evde gözaltına alındı Nurettin Yedigöl. Ağır işkencelerden geçirildiğine dair tanıklıklar var. 1976-1977 yılları arasında İYÖD yönetiminde yer alan Nurettin Yoldaş, bir devrimci sosyalist olarak girdiği işkencehanede Muhammet olarak söylediği isminden hiç vazgeçmeden, son anına kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan 1981’de 1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.
        O’nu şimdi ve sonsuza dek ailesi, Cumartesi Anneleri ve devrimci sosyalistler arıyor ve arayacak… Aslında 12 Eylül İşkencecileri ve katillerinin asıl amacının devrimcileri yok etmek , halkların mücadelesini sindirmek olduğunu biliyoruz. Ezilenlerin başkaldırısından, egemenlerin sömürü ve zulüm düzenine karşı mücadeleden asıl korkanların onlar olduğunu da biliyoruz.
        12 Eylül sürecinde devletin savcısı Nurettin Yoldaşın ailesine “Bizim elimizde de oğlunuz hakkında bir tutuklama kararı var ama bulamıyoruz” derken 33 yıl sonra bugün de evine seçmen kağıdı gönderildi. Nurettin’in ağabeyi, Cumartesi Annelerinin 470. kez bir araya geldiği eylemde soruyordu: “Bu nasıl devlet, bu nasıl insanlık, bu nasıl adalet?”
        Bu, Gezi- Haziran Direnişlerinde Berkin Elvan’ı, Ethem Sarısülük’ü, Abdullah Cömert’i, Ahmet Atakan’ı, Mehmet Ayvalıtaş’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı, Hasan Ferit Gedik’i, Medeni Yıldırım’ı öldüren “adalet”…
        Egemenler bütün barbarlıklarına, gaddarlıklarına, akıl dışı ve insanlık dışı uygulamalarına karşın ezilen, sömürülen halkların, emekçilerin, işçilerin özgürlüğe kavuşmalarını engelleyemeyecekler.
Yolsuzluk, yoksulluk ve sömürü düzenine karşı eşitlik, özgürlük ve adalet için Gezi’de, Haziran Direnişi’nde, işçi direnişlerinde, öğrencilerin direnişlerinde Nurettin Yedigöl ve diğer toprağa düşen direnişçiler, özgürlük savaşçıları en öndeydiler ve hep önde olacaklar.
        Ezilenlerin mücadele günü 1 Mayıs’ı karşılamaya hazırlandığımız bugünlerde özgür bir ülke ve insanca yaşam için bütün toprağa düşen direnişçilere mücadelemiz selamımız olsun. Saygıyla, sevgiyle anıyoruz.

       Devrim Şehitleri Ölümsüzdür! Yaşasın Mücadelemiz! Yaşasın Devrim ve Sosyalizm

       Etkinliğin bir başka haberi için http://www.diclehaber.com/1/22/14/viewNews/397446

İşkencede Katledilip Kaybedilişinin 33.cü Yılında
Nurettin Yedigöl Yoldaşımızı Anıyoruz

       “Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa
       Tohuma dururlar yeniden
        Ve halk, toprağa gömülü
        Tohuma durur bir yerde
        Buğday nasıl filizini sürer de
        Çıkarsa toprağın üstüne
        Güzelim kırmızı elleriyle
        Sessizliği burgu gibi deler de
        Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.”
                                                              P. Neruda


       “Bir devrimci sosyalist olarak girdiği işkencehanede Muhammet olarak söylediği isminden hiç vazgeçmeden, son anına kadar direnerek ölümsüzleşti. 17 Nisan 1981’de 1.Şubede sorguda işkencedeki diğer devrimciler tarafından son defa görüldü. İşkencede direnişin simgelerinden biri olan Nurettin Yedigöl’ün gözaltına alınmasını ve gözaltında kaybedilmesini devletin kolluk kuvvetleri o günden bugüne reddettiler.”
       Nurettin Yedigöl Yoldaşımızı hiç unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız. Elimiz her zaman katillerinin yakasında olacak. Onu anmak için bu yıl da buluşuyoruz. Anma etkinliğimize tüm halkımız davetlidir.
       Yer: Kemal Bozan Kültür Merkezi, Çiğdem Cd. Ozan Şeker İş Merkezi Avcılar-İST.
       Tarih: 20 Nisan 2014
       Saat: 15:00
              EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Ethem İçin Ankara'dayız!

       Ankara'da bulunan ve Ankara'ya gidebilecek olan tüm Emek ve Özgürlük Cephelileri 7 Nisan Pazartesi günü, saat 09:00'da Ankara Adliyesinde görülecek olan Ethem Sarısülük davasına katılmaya çağırıyoruz.

Barikat'ın Yeni Sayısı Çıktı!

       Barikat'ın yeni sayısı çıktı. Seçimlerden önce çıkan ve daha çok bu gündem üzerine yoğunlaşan bu sayımızda seçimlerin yanı sıra Kızıldere ve AKP ile Gülen Cemaati arasındaki ilişkileri ele alan yazılarımız da yer alıyor. İyi okumalar.

Anne Zeycan Yedigöl: Katillerden İki Cihanda da Davacıyım!

       Yıllardır her hafta cumartesi günü saat 12:00'de Galatasaray meydanında oturma eylemi yaparak gözaltında kayıpları soran kayıp yakınları, bu hafta da Nurettin Yedigöl, Sabahattin Ali ve 14 Mayıs 1993'te Görümlü'de kaybedilenleri sordular. Oturma eylemi ile ilgili olarak ANF'de yayınlanan haberi ve fotoğraflarını aktarıyoruz. Nurettin Yedigöl ve Annesi Zeycan Yedigöl'e ait fotoğraflar Barikat arşivinden alınmıştır.

       Kayıp Nurettin Yedigöl'ün annesi Zeycan Yedigöl, sağlık sorunları nedeniyle bu haftaki eyleme katılamadı, mektup gönderdi. Anne Yedigöl, "Katillerden iki cihanda da davacıyım" diye seslendi. Baba İsmail Yedigöl, oğlunun kemiklerine kavuşamadan hayata veda etmişti.
       471. kez Galatasaray'da bir araya gelen kayıp yakınları bu haftaki eylemde, 12 Eylül döneminde gözaltına alınarak kaybedilen Nurettin Yedigöl'ün akıbetini sordu. Cumartesi Anneleri, 2 Nisan 1948'de kaybedilen yazar Sabahattin Ali'yi de unutmadı.

       CANSIZ BEDENİ GÖSTERİLDİ
        Bugünkü eyleme, Nurettin Yedigöl ile birlikte gözaltına alınan iki tanık da katıldı. 14 Nisan 1981 tarihinde Nurettin Yedigöl ile birlikte aynı operasyonda gözaltına alınan Battal Uygun, bir ara göz bandının açılarak Nurettin Yedigöl'ün cansız bedeninin gösterildiğini ve Nurettin'i bir daha görmediğini söyledi.
        Aynı operasyonda gözaltına alınan İHD İstanbul Şube Başkanı Ümit Efe de, Nurettin'le birlikte 4 gün boyunca işkence gördüklerini anlattı. 4. günün ardından Nurettin Yedigöl'den bir daha haber alamadıklarını söyleyen Efe, "O işkencecilere ismini bile vermedi, direndi. Tarihe adını böyle kaydetti" şeklinde konuştu.

       HUKUKİ GİRİŞİMLER SONUÇSUZ
        Avukat Eren Keskin, hukuki süreç hakkında bilgi verdi. Nurettin Yedigöl davasının yeniden açılması için hukuki süreç başlattıklarını söyleyen Av. Eren Keskin, yaptıkları bütün başvuruların takipsizlikle sonuçlandığını söyledi. Keskin, "Ergenekon davalarında 15 günde karar veren Anayasa Mahkemesi, bizim yaptığımız dava ile ilgili olarak 1 yıldır karar vermedi" dedi.

       ANNE YEDİGÖL'DEN MEKTUP
        Bu haftaki eylemde, Nurettin Yedigöl'ün annesinin gönderdiği mektup okundu. 86 yaşında olan ve hasta olduğu için eyleme katılamayan Zeycan Yedigöl, mektubunda, "Oğlumu kaybedenlerden, katillerini yargılamayanlardan iki cihanda da davacıyım" dedi.
        İHD İstanbul Şubesi Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon adına açıklama yapan Mine Nazari, her hafta Cumartesi eylemine katılan baba İsmail Yedigöl'ün oğlunu göremeden öldüğünü, anne Zeycan Yedigöl'ün de "Artık çok yaşlıyım. Oğlumu bulmadan ölmek istemiyorum" dediğini anlattı.
        Nazari, "33 yıldır Nurettin'in akıbetini gizleyen, faillerini koruyan tüm hükümetleri bu insanlık suçunun ortağı ilan ediyoruz. Kaç yıl geçerse geçsin, biz adalet aramaktan, evlatlarımızı kaybedenlerden hesap sormaktan, hukuksuzluğa karşı direnmekten vazgeçmeyeceğiz. Evlatlarımızı kaybederek, kaybedenleri koruyarak bizi sonsuz işkenceye mahkum edenler bilsin ki, işledikleri insanlık suçlarının unutulmasına izin vermeyeceğiz" şeklinde konuştu.

       GÖRÜMLÜ YAKINLARIN KAYIPLARI DA EYLEMDE
       Bu haftaki eyleme, 14 Mayıs 1993'te Görümlü'de kaybedilenlerin yakınları konuştu. Kayıp M. Salih Demirkan'ın oğlu Nurettin Demirkan, dün Ankara'da görülen davayı hatırlattı, "General Mete Sayar ve ekibi yargılanıyor güya. Ama mahkemeye sanki brifing veriyorlardı. Biz bu mahkemelerden adalet beklemiyoruz ama peşlerini de bırakmayacağız" dedi.
        Şemdin Cülaz'ın oğlu Kazım Cülaz da, Kürtçe yaptığı konuşmasında, "Katillerimizle göz göze geldik. Davanın takipçisi olacağız" dedi.

 

Devrimci 1 Mayıs Platformu'ndan Deklerasyon

     BASINA VE HALKLARIMIZA…

     2014 1 Mayıs’ı yaklaşıyor.
     2007, 2008, 2009’da sokak, sokak direnilerek kazanılan Taksim Meydanı’nda, 2010, 2011, 2012’de, üç yıl boyunca, her yıl kitlesi ve görkemi artan, milyonların katıldığı 1 Mayısları birlikte örgütledik.
     Toplumsal mücadelenin yükseldiği, devrimci-demokratik hareketin güçlenmeye başladığı bir süreçte, devlet 2013 1 Mayıs’ında, yeniden Taksim Meydanını 1 Mayıs’a yasaklayıp, halka karşı savaş ilan etti. Bu yasak karşısında, 2007’den bu yana Taksim’de 1 Mayıs’ı kutlamak isteyen ve kutlayan tüm güçler, 2013’te de görkemli bir direniş sergileyerek, devletin yasaklarını tanımadığını, Taksim’in 1 Mayıs Meydanı olduğunu ve halka kapatılamayacağını açık bir şekilde gösterdi.
     1 Mayıs sonrasında da, Taksim meydanı ve çevresinin her türlü eyleme yasaklanmasına karşı, yasakların tanınmadığı sokaklara çıkılarak gösterildi.
     1 Mayıs 2013 sonrası, halka karşı ilan edilen bu savaşta;
     İş cinayetlerinden, kadın cinayetlerine;
     İşçi sınıfının kazanılmış haklarının gaspından, eğitim sistemin deneme tahtasına çevrilmesine;
     Ortadoğu’da emperyalistlerin taşeronluğundan, Suriye’de savaş kundakçılığına;
     Halklara karşı imha-inkâr ve asimilasyoncu politikaların değişik biçimler altında sürdürülmesinden, halkın nasıl yaşaması gerektiğine;
     Kentlerin emekçi mahallelerinin ve tarihi bölgelerinin rant için yağmalanmasından, derelerimizin HES’çi şirketlere peşkeş çekilmesine;
     Hapishanelerde ve dışarıda baskı ve terörün azgınca arttırılmasına kadar her alanda baskılar yoğunlaştırıldı.
     27 Mayıs 2013’te, Taksim Gezi Parkı’na iş makinalarının girmesi ile başlayan ve 31 Mayıs akşamı, milyonların ayağa kalktığı görkemli bir direnişle beraber, 1 Haziran günü Taksim Meydanının geri alınması ile AKP hükümetinin ve burjuva egemenlerin tüm kibri, gösterişi yerle bir oldu.
     Artık yeter! Diyerek ayağa kalkan halk, korku duvarını yıkarak ölümün üzerine yürüdü. Başbakanın “destan yazan” polis gücünü Taksim Meydanından söküp attı. Taksim Meydanı, on bir gün boyunca, birçok kez vahşice saldırılara karşı savunularak, milyonlarca insanın özgürlüğü soluduğu, dayanışmayı, paylaşımı, insanlaşmayı yaşadığı bir alana dönüştü.
     Taksim’den başlayan isyan dalgası, dalga dalga bütün ülkeye yayıldı ve egemenlerin korkulu rüyası oldu.
     16 Haziran’da, devletin vahşi saldırısı sonucu Taksim Meydanı ve Gezi Parkı boşaltılsa da, sonrasında parklarda, mahallelerde forumlar, meclisler olarak devam etti.
     Taksim’den başlayan bu görkemli isyan, ayaklanma ve direniş, AKP’nin baskı ve zor dışında yönetemez hale gelmesine neden oldu. Aynı zamanda, emperyalist efendileri, yeni işbirlikçiler bulma arayışına iterken, egemenler arası çatışmanın da ateşini fitillemiş oldu.
     Bu görkemli direnişte, Ethem’i, Mehmet’i, Abdullah’ı, Ali İsmail’i, Medeni’yi, Ahmet’i, Hasan Ferit’i ve en son 15 yaşında fidanımız, Berkin’i güneşe uğurladık. Binlercemiz yaralandı, gözünü kaybedenlerimiz oldu. Yüzlerce tutsak verdik.
     Öncesini bir yana bıraksak bile, 2007’den bu yana omuz omuza yürütülen direniş ve son olarak 2013 1 Mayıs’ından bu yana yürüttüğümüz omuz omuza mücadele ile kazanabileceğimizi çok net bir şekilde gördük. Gördük ki; 31 Mayıs 2103’ten bu yana, bizim, halkın istemediği hiçbir şey, eğer biz kararlı isek yapılamaz.
     Şimdi, seçimlerden aldığı oyla saldırılarını arttıracağını deklare eden, yolsuzlukları, hırsızlıkları, katillikleri, savaş çığırtkanlıkları ile tüm pislikleri açığa çıkmış bu sömürü ve zulüm düzenine karşı, kitlesel, görkemli ve devrimci bir 1 Mayıs’ı Taksim’de örgütlemek, emekten ve halktan yana tüm devrimci, ilerici güçlerin önündeki en önemli görevdir.
     Sendikalar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler, devrimci güçler, platformlar, forumlar, kısacası tüm emek güçleri, birleşik, kitlesel ve devrimci özüne uygun bir 1 Mayıs’ı örgütlemek için bir an önce harekete geçmelidir.
     Bizler 2014 1 Mayıs’ının yukarıda çizdiğimiz çerçevede geçmesi için her türlü çabayı göstereceğimizi deklare ediyoruz.
     Tarihimize, mücadelemize, düşenlerimize yakışır 1 Mayıs’ı birlikte örgütlemeye çağırıyoruz.
     Bu sorumluluk hepimizindir.

     Yaşasın 1 Mayıs!
     Biji Yek Gulan!
     Gezi-Haziran Şehitleri Ölümsüzdür!
     1 Mayıs Şehitleri Ölümsüzdür!

                         4 Nisan 2014
     Devrimci 1 Mayıs Platformu

İzmir'de Kızıldere Yürüyüşü

       İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi'nin çağrısıyla bir araya gelen devrimci kurumlar Kızıldere'de direniş manifestosu yaratan yoldaşlarımız için bir anma yürüyüşü gerçekleştirdi. 31 Mart Pazartesi günü saat 19.00'da Konak-YKM önünde bir araya gelen kitle "Kızıldere Son Değil Savaş Sürüyor!" pankartı arkasında yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca "Kızıldere son değil savaş sürüyor, Devrim şehitleri ölümsüzdür, Mahir, İbo, Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz" sloganlarıyla Sümerbank önüne geldi. Burada yapılan saygı duruşunun ardından yapılan basın açıklamasında; "Kızıldere bizler için son değil, savaşını izinden sürdürdüğümüz bir eylem kılavuzudur. Bugün emperyalizmin dünyayı kan gölüne çevirdiği, sömürünün her boyutuyla azgınlaştığı, toplumsal hayatın devlet terörüyle kuşatıldığı, sokakların baskı ve terörle sindirilmeye çalışıldığı bu coğrafyada umudumuzu, coşkumuzu ve inancımızı bileyen, emperyalizme, sömürü ve zulme karşı mücadelemizde her zaman bizlerle olan Kızıldere şehitlerini bir kez daha saygıyla anıyor, andınız andımızdır diyoruz." ifadelerine yer verildi. Açıklamanın ardından Praksis müzik grubu kısa bir müzik dinletisi sundu. EÖC, Mücadele Birliği ve DHF'nin örgütlediği eyleme Partizan ve Devrimci Hareket destek verdi.

Kızıldere Son Değil!

     30 Mart 1972’de Kızıldere’de ölümsüzleşen Mahir Çayan ve yoldaşları, Emek ve Özgürlük Cephesi ve Devrimci Yolda Özgürlük tarafından yapılan bir etkinlik ile anıldı.
     Seçimlerden bir gün önce 29 Mart’ta İstanbul Avcılar’da Kemal Bozan Kültür Merkezi’nde saat 20:00’da yapılan etkinlikte ON’lar anıldı. Yapılan etkinlikte şiirler okundu, marşlar söylendi.
     Kızıldere ve Parti-Cephe sürecinin Türkiye Devrimci Hareketi açısından sisteme yedeklenen bir reformist anlayışa karşın devrimci çıkış, kapitalizmin çürüme ve yozlaşma kültürüne karşı dayanışma ve iktidarı cepheden karşılayan bir stratejik çizgi olduğu vurgulandı.
     29 MART 2014 GÜNÜ AVCILAR KEMAL BOZAN KÜLTÜR MERKEZİNDE GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLDUĞUMUZ KIZILDERE ANMASINDA OKUNAN ORTAK METNİMİZ;

     Kızıldere’yi farklı açılardan değerlendirip birçok tartışmaya konu etmek mümkün. Ancak bizce bugün itibariyle devrimci hareketin yakıcı problemi olması ve bir devrimci siyasetin ülke devrimine talip olmasının ön koşulu olması vesilesiyle cüret sorunsalıyla değerlendirmek en sahici olanıdır.
     Bugün dünyada değişen güç dengelerini büyük puntolarla yazarken halkın yükselen muhalefeti alanlara ve barikatlara yansıyor. Yaşanan bütün gelişmeler ve üzerine emperyalizmin zincirinden boşanmışçasına emekçi halklara saldırması tamda 30 Mart 72’de çınlayan onurlu ve cüretkâr haykırışı hatırlamanın gereğini ortaya koyuyor. Latin Amerika’da, Nepal’de, Bolivya’da Ortadoğu’da, Filistin’de, Kürdistan’da ve Gezi ve Haziran halk hareketinde yükselen sesin dalga dalga yayılarak Tuzluçayır’da ve ülkenin tüm sokaklarında kavganın, mücadelenin, direnişin adı olduğu gibi.
     Kızıldere ve cüretten bahsederken salt oligarşinin kolluk kuvvetleri önüne korkusuzca çıkmaktan bahsetmiyoruz elbette. Zira Kızıldere yalnızca bir direniş destanı olmanın ötesinde THKP-C nin kesintisiz 2-3 te ifadesini bulan politikleşmiş askeri savaş stratejisi perspektifiyle yaşanan bir sürecin sonucu olarak değerlendirildiğinde anlam kazanacaktır. İşte devrimci hareketin en önemli dönüm noktası da budur. O dönüm noktasına gelinceye kadar verilen ideolojik politik mücadele ve ülke devrimine kendi özgücüne dayanarak talip olma özgüveni de anlatmaya çalıştığımız cüretin en önemli boyutunu oluşturuyor.
     68’in dünyayı sarsan gençlik hareketi ve sosyalizmin yükselen grafiği ülkemizde farklı çağrışımlar yaparken THKP-C, ülkede neredeyse tüm bir sol hareketin dışarıdan ikame, revizyonist bir çizginin takipçiliğini yaptığı bir dönemde ülke özgülüne uygun ve sistemi cepheden gören bir siyasi hat geliştirmeyi başarmıştır. THKP-C kısa bir tarihsel döneme oturmasına rağmen geride bıraktığı devrimci deneyim ve stratejik mevzilenişiyle bugün hala Türkiye devrimci hareketinin ana eksenini oluşturmaya devam etmektedir.
     THKP-C’nin ve Mahir Çayan’ın gelişim seyrine bakılacak olursa, ilk durağın ideolojik\politik netliğin sağlanması yolundaki çabalar ve güncel tartışmaların baş aktörü olan revizyonist yaklaşımlardan bir kopuş olduğu görülecektir. Genellikle kabaca “70 yıllık revizyonist-pasifist gelenekten kopuş” diye nitelendirilen durum, aslında çok daha fazlasını ifade etmektedir. Yaşanan dünyanın sağlam bir çözümlemesiyle karşı karşıya olunan çelişkiler tespit edilmiş ve bu tespitler, tüm politik sonuçlarına dek götürülmüştür. Elbette bu kopuş, bütünüyle reddetmek anlamını içermeyen, ancak marksizmin tarihselcilik yöntemiyle tamamen örtüşen ve yaşanılan günün diyalektik sürecini geçmişten kopararak değil, onun gelişimini, vardığı uğrakları takip edip, çözümleyerek ortaya konan bir sonuçtur.
     Aslında Toplu Yazılar’da da çok açık görülebileceği gibi Mahir’in kendi düşüncesinin gelişimi de bu tarihselci diyalektiğin ve kopuş basamaklarının tipik bir örneğidir.
     Bugün, 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan hızlı dönüşüm ve bu dönüşümün yarattığı teorik ve pratik “açmazlar” devrimci hareket içinde yine ciddi savrulmalar yaratmaya devam ediyor. İşte tam da bu noktada bugün, THKP-C ve Kızıldere Manifestosu dünyadaki ve ülkedeki tüm gerici gelişmeler karşısında devrimci yenilenme ekseninde yeni bir kopuşun örgütlenmesinin modelini de oluşturuyor. THKP-C’den alınan referans noktaları hala yolumuza ışık tutmaya devam ediyor.
     İçinde bulunduğumuz tarihsel kesitte sisteme cepheden tavır alan, sistemi yıkmayı önüne hedef olarak koyan bir iktidar perspektifine sahip olmak ya da daha farklı bir deyişle ülke devrimine talip olma cüretini gösterebilmek bu günün devrimci kadroları açısından bir elzemdir. Bu anlamda Kızıldere yaratmış olduğu direniş geleneği ve yazılan kahramanlık destanından çok her zamankinden daha fazla bir siyasi cüret anıtı olarak sorumluluklarımızı hatırlatan bir olgu olarak önümüzde duruyor.
     Öte yandan THKP-C ve THKO kadrolarının Türkiye devrimci hareketine bıraktığı dayanışma geleneği kapitalizmin ezilen halklar üzerindeki tekilleştirme saldırısına karşı On’lardan devraldığımız bir sorumluluk olarak yolumuzu aydınlatmaktadır.
     İşçi sınıfının kazanılmış haklarına bir bir el konulduğu, her muhalif düşüncenin alabildiğine saldırıya uğradığı, sömürge tipi sürekli faşizmin kol gezdiği, devrimcilerin linç girişimlerine maruz kaldığı bir ülkede ve dahası yeni konsepti ve yeni tehdit algısı ile dünyayı cehenneme çeviren emperyalizmin yeni çığırtkanlıkları ile inleyen bir dünyada yaşıyoruz. Ve bu günün devrimci görevi kaybedilen bir muharebede mevzileri terk etmek için mazeret aramak, günah keçileri bulmak ya da dönemsel geri duruşları karakter haline getirmek değil bir adım öteye yeni siperler kazmaktır. Bu anlamda Kızıldere, döktükleri kanlarıyla tarihe yeni zaferlerin ilk kelimelerini yazmanın geleneğidir. İddiasının arkasında durabilmenin geleneğidir ve utangaçlık hiçbir zaman devrimcilerin harcı olmadığı gibi bu günde değildir. Halk adına istediklerini cüretle haykırmak bu uğurda dövüşmek Kızıldere’nin bize bıraktığı en büyük mirastır. Ve bu mirası taşımak ise ancak ve ancak aynı cürete sahip devrimcilerin harcıdır. Bizzat kendisi bir siyasi cüret anıtı olarak THKP-C'nin ve Onlar'ın yaratmış olduğu değer, kahramanlıktan ziyade karşılaşılabilecek her sonucun vehametinden bağımsız, ödenecek bedel ne olursa olsun, Marksizmin-Leninizmin gösterdiği yolda ısrardır, kararlılıktır. Buradan yola çıkarak devrimcilerin başarısı Kızıldere’de 10 yiğit yoldaşın ve THKP-C’nin bize bıraktığı teorik ve pratik mirasa sahip çıkmaya bağlıdır. Biz dün olduğu gibi bugün de, yarın da zafere kadar bu mirasa bağlıyız ve sahip çıkacağız. Devrime dair inancını, Marksizme-Leninizme olan bağlılığını ve düşmanı örgütlülüğü ile göğüsleyecek cesareti bilincinde muhafaza etmeyi başaranlar, zafer naralarıyla karşılayanlar olacaktır.

     KIZILDERE SON DEĞİL SAVAŞ SÜRÜYOR!

     YAŞASIN DEVRİMCİ DAYANIŞMA

     YAŞASIN DEVRİM VE SOSYALİZM

     EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ- DEVRİMCİ YOLDA ÖZGÜRLÜK

İzmir'de Newroz

       Demirci Kawa'nın yakmış olduğu özgürlük ateşi Newroz bu yılda coşkuyla karşılandı. 22 Mart Cumartesi günü saat 11.00 de Buca Hipodromda kutlanan Newroz, marşlarla başladı. Ardından devrimci-demokrat kurumların mesajlarına yer verildi. HDP İzmir İl Belediye Başkan Adayı Mustafa Özçelik ilk sözü aldı. Özçelik Newrozun tarihine ve direnişine değindi. Seçim sürecine değinen Özçelik halkların Newrozunu kutladı. HDP Eş Başkanı Sebahat Tuncel de Newroz ateşiyle bedenlerini buluşturan Rahşanları, Zekiyeleri anarak sözlerine başladı ve bir yıl önce Paris'te katledilen üç Kürt kadının failinin TC Devleti olduğunu vurguladı. BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da AKP, MHP, CHP'nin tekçi zihniyetlerine, HDP'ye yapılan saldırılara, 17 Aralık yolsuzluk operasyonlarına dikkat çekti. Konuşmaları sık sık sloganlarla kesilen Demirtaş hakların Newrozunu kutlayarak konuşmasına son verdi. Konuşmaların ardından yerel müzik grupları sahne aldı. Newroz sloganlarla ve halaylarla son buldu.

Halktan Yana Demokratik Yerel Yönetim İçin Devrimci Adaylarda Birleşiyoruz

     Yeni bir seçim süreci içindeyiz. Neo-liberal sömürü modelinin sınırlarını tükettiği, siyasal ve toplumsal kriz dinamiklerinin yeniden biçim alıp derinleştiği, oligarşi içi çatışmaların yeni boyutlar kazandığı, işçi sınıfı ve halkın tüm kazanımlarının tasfiye edildiği, başta Kürt ulusunun özgürlük sorunu olmak üzere hiçbir demokratik sorunun çözülmediği, rüşvet, yolsuzluk ve yağmanın tüm iktidar odaklarına sindiği, burjuva demokratik kavramların yerle bir olduğu, oligarşik devletin çeteleştiği, bu çete savaşında her gün yeni bir pisliğin açığa çıktığı bir süreci yaşıyoruz.
     AKP, içte ve dışta çözülmektedir, baskı ve tehdit dikiş tutmamaktadır. Mısır, Suriye ve Ortadoğu'da halklara karşı düşmanlık politikasında ısrar eden AKP, içte hiç bir sorunu çözememiş, tam tersine “ileri demokrasi” adına faşizmi daha da kurumsallaştırmıştır. Neo-liberal sömürü modelinin çocuğu, emperyalizmin işbirlikçisi olan AKP, bu modelin “yan ürünü” olan rüşvet, yolsuzluk ve yağmada sınır tanımamış; son çete savaşıyla bu kirli düzen her yerinden patlamıştır. AKP neo-liberal sömürü modelinin özetidir; AKP somutunda çözülen düzendir.
     Sadece AKP değil, tüm düzen partileri, CHP, MHP ve diğerleri neo-liberal sömürünün, bunun üzerine yeniden inşa edilen sömürge tipi faşizmin savunucularıdır. AKP, CHP, MHP ve diğer burjuva partiler vahşi kapitalizmin hizmetindedir; tümü rantçı, yağmacı yerel yönetim anlayışı ve programına sahiptirler. Tümünün savunduğu, şimdi AKP'nin elinde patlayan bu yağma düzenidir.
     Bu yağma düzeni kabul edilemez. Bu düzene karşı mücadele etmek haktır, meşrudur; direnelim, birleşelim, haramilerin düzenini yıkalım!
     Bu yağma düzenine karşı, işçi sınıfı ve halkın söz, yetki ve karar sahibi olduğu, halk meclisleri üzerine inşa edilen demokratik ve halktan yana yerel yönetim doğru ve devrimci programdır.
     Bu program etrafında işçiler, emekçiler, Kürt halkı ve tüm ulusal topluluklar, Aleviler, tüm ezilenler birleşmeliyiz.
     Gezi ve Haziran halk direnişi, bu yağma düzenine karşı direnmeyi ve birleşmeyi öğretti. Rojava'dan Amed’e Kürt halkı kendi özyönetimi için ayağa kalktı. Şimdi bunlardan güç alarak, haramilere karşı birleşmenin, yeni sömürgeci düzenin bize sunduğu sözde “seçenekleri”, elimizin tersiyle itmenin, kendi kaderimize sahip çıkmanın zamanıdır.
     Kürdistan ve Türkiye halkının birliği ve dayanışması için;
     Sol ve devrimci hareketin birlik zeminini güçlendirmek için;
     Haramilerin yağma düzenine karşı, eşitlik, adalet, özgürlük için;
     30 Mart Yerel Seçimlerde Devrimci Ve Yurtsever Adaylarda Birleşelim!
     EŞİTLİK, ADALET VE ÖZGÜRLÜK İÇİN İLERİ!
     KURTULUŞA KADAR SAVAŞ!
     EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

Berkin İçin Okmeydanı'na

       Sonunda öldürdünüz Berkin’imizi… 269 gün boyunca kocaman yüreğiyle direndi, savaştı, katillerine inat hayata tutunmaya çalıştı ama yetmedi. Tam da kontrgerilla şeflerinin, gırtlak kesen seri katilerin, Hrant’ın kanına girenlerin ellerini kollarını sallayarak aramıza karıştığı, davul zurna ile eğlendikleri günlerde, Berkin çocuğumuzu yitirdik.
       Şimdi alçaklık ve riyakarlık diz boyu! Kan içici katiller, polis sürülerini halkın evlatlarının üzerine saldırtıp “destan yazanlar”, hiç utanmadan sıkılmadan “sevgili yavrumuz” diyorlar, “muhterem ailesine” taziyeler bildiriyorlar. Türkiye hiçbir zaman bu kadar tiksinti verici bir dönem yaşamamıştı; Türkiye hiçbir zaman bu kadar rezil bir ülke olmamıştı. Çocuk katilleri hiç bu kadar pervasız olmamışlardı. Kendi aralarında kasetlerle tepişen kirli ittifakın leş kargaları da, cezaevi kapılarında “şu kadar ayımı çaldılar” dile ağlaşan operet generalleri de, hepsi ama hepsi Berkin’in kanına bulaşmış ellerini sonsuza kadar uğraşsalar temizleyemezler.
       Berkin’imizi öldürdüler, katlettiler! Onun geleceğini çaldılar; gülüşünü çaldılar. Ömrümüzün yarısını koparıp götürdüler.
       Şimdi onun için, o küçük gövde ve o büyük yürek için ayağa kalkma zamanıdır. Onun yaşanmamış ömrünü, devrimin ömrüne katma, çekilen acıların boşuna olmadığını gösterme zamanıdır. Onu unutulmaz bir törenle uğurlamak boynumuzun borcu olsun!

       Berkin için görev başına!
       Artık mazeret yok! Herkes ama herkes 12 Mart saat 12.00’de Okmeydanı’na!
       Faşizme karşı omuz omuza!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ

İstanbul'da Devrimci 8 Mart Mitingi

     Devrimci 8 Mart Platformunun çağrısıyla 8 Mart 2014 Cumartesi günü saat 15.30’da Kadıköy Boğa Heykeli önünde toplanan kitle 16.20’de yürüyüşe geçti.
      En önde Devrimci 8 Mart Platformunun pankartı açılırken, arkasında bileşenlerin kortejleri yerini aldı.
      Yürüyüş esnasında “kadın erkek elele mücadeleye!, kadın olmadan devrim olmaz devrim olmadan kadın kurtulmaz!, cinsel-ulusal-sınıfsal sömürüye son!, 8 Mart kızıldır kızıl kalacak! vb ortak sloganlar eşliğinde miting alanına gelindi.
      Emek ve Özgürlük Cephesinin (EÖC)’de bileşeni olduğu yürüyüşte EÖC ‘lü kadınlar Rosa Lüksemburg’un, Tanya’nın, Didar Şensoy’un, Zilan’ın, Krupskaya’nın, Hatice Alankuş’un, Serpil Polat’ın ve dünya devrim mücadelesinde yaşamını yitiren bazı devrimci kadınların fotoğraflarını en önde taşıdılar.
      Sokakta-evde-işte kadınlar her yerde mücadelede!, yaşasın devrimci kurtuluş mücadelemiz!, Jin Jiyan Azadi! vb sloganlar eşliğinde yürüyen EÖC kitlesi ellerinde
      KADIN ERKEK ELELE İnsanca Yaşam İçin Mücadele Ediyoruz, Kazanacağız!
      ROJAVA’LI KADINLAR KAZANDI!
     Kadın Olmadan Devrim Olmaz,
     Devrim Olmadan Kadın Kurtulmaz!

     KADINLARIN EZİLDİĞİ TOPLUM ÖZGÜR OLAMAZ
     Adalet, Eşitlik, Özgürlük İstiyoruz, Alacağız!

     KÖLELİK DÜZENİNE HAYIR!
     Zincirlerimizi Kıramazsak Kazanamayız

     HARAMİLERİN SALTANATINI YIKACAĞIZ!
     Bu Pisliği Devrimle Temizleyeceğiz

     ANLAYACAK KADAR ZEKA, İSTEYECEK KADAR CESARET
     ZORLAYACAK KADAR KUVVET
     Özgürlük Ellerimizde!

yazılı dövizleri taşıdı.

     Kortejler miting alanına geldiğinde yoğun yağmur yağışı altında programa başlandı. Selamlama sunumundan hemen sonra mücadele ederken yanarak ölen New Yorklu dokuma işçisi kadınlar şahsında dünya devrim mücadelesinde şehit düşen tüm devrimci kadınlar için 1 dakikalık saygı duruşunun ardından platform adına ortak metni EÖC’lü bir kadın okudu.
      Okunan metin sonrası Greif işçilerinden bir kadın mücadelelerini anlatan ve kitleyi selamlayan kısa bir konuşma yaptı. Kitle Greif işçisi yalnız değildir sloganlarıyla işçilerin selamını karşıladı.
      Greif işçisinden sonra sözü Gezi direnişi sürecinde sapanıyla tomalara karşı direnen Emine teyze aldı. Kadının direnişlerde ve mücadelede çok önemli biri yeri olduğuna değinen Emine teyze kitleyi selamlayarak sözlerini tamamladı.
      Yoğun yağmur yağışı nedeniyle konuşmaların kısa tutulduğu mitingde Grup Adalılar söylediği ezgiler hep bir ağızdan söylendi.
      Grup Adalıların ardından ise yurtdışı yasağı nedeniyle açlık grevinde olan Grup Yorum kitleyle buluştu. Seslendirdiği ezgilerle halaya duran kitle hep bir ağızdan zılgıtlar çekti, sloganlarla coştu.
      Son olarak Gezi sürecinde devletin polisleri tarafından gaz fişeği ile vurulan ve yaşam mücadelesi veren Berkin Elvan’a miting alanından selam gönderildi; "diren Berkin seninleyiz!","Berkin Elvan onurumuzdur!" sloganları hep bir ağızdan atıldı. Grup Yorum ve Adalılar Grubu Berkin için Büyü isimli ezgiyi birlikte söylediler.
      Kitle Berkin’in sağlık durumunun kritik olmasından dolayı Okmeydanı hastanesi önünde 24 saat tutulacak nöbete çağrıldı. Bu çağrının ardından yaşasın devrimci dayanışma sloganıyla miting sona erdi.

İbrahim Özalp Yoldaşımızı Mezarı Başında Andık

       1 Mart 1981'de oligarşinin katilleri tarafından katledilen İbrahim Özalp Yoldaş, mezarı başında anıldı. Yoldaşımızı anmak için 2 Mart 2014 günü saat 13:30'da Edirnekapı'daki mezarı başında toplanan ailesi, dostları ve yoldaşları, anmaya saygı duruşu ile başladılar. Saygı duruşunun ardından devrim şehitlerinin mücadeledeki yeri üzerine kısa bir metin okundu. Metnin ardındana "Devrim Şehitleri Ölümsüzdür!", "İbrahim Özalp Ölümsüzdür!" ve "Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz!" sloganları atıldı. Bu metnin ardından İbrahim Özalp Yoldaşımızı anlatan şu metin okundu:
       "BİR YİĞİT DEVRİM SAVAŞÇISI...
       Devrimci sosyalist hareketin Türkiye siyasal gündemine ağırlığını koyduğu yıllarda sıcak mücadele içerisinde yetişen genç kuşak devrimcilerinden İbrahim Özalp, lise yıllarından başlayarak, azmi, hiçbir görevden kaçmaması, örgütçülüğü ile kısa sürede saflarımızda önder ve sorumlu bir insan örneği oluşturdu. İbrahim yoldaş çalışkanlığı, fedakarlığı, yardımseverliği ile ilişkide olduğu herkesin sevgisini kazanırdı. Oligarşi tam da bu özelliklerinden dolayı onu hedef tahtasına koymuştu amacı onu yakalamak değildi, katletmekti. 1 Mart 1981 yılında oligarşinin katilleri onu içinde bulunduğu ekip aracından indirerek iki liseli yoldaşının gözleri önünde kurşuna dizdiler. İbrahim yoldaş son ana kadar sloganlarını haykırmış, onu yok etmek isteyenlere inancının sağlamlığını, devrimci iradenin teslim alınamazlığını göstermiştir.
       Özgür bir ülkede insanca yaşam için emperyalizme- faşizme ve oligarşiye karşı mücadele etti, savaştı. Tıpkı diğerleri gibi... faşizmin kör karanlığında düşmana meydan okuyandı O... halkların kardeşliği şiarı ile yola düşendi... emekçinin, yoksulun, ezilenin yanında omuz omuza durandı.
       Devrimciler onurlu bir yaşam sürer. Onların yaşamı halk kitlelerine, ardıllarına örnek olur. Şüphesizki İbrahim yoldaşta devrimci duruşundan en ufak bir taviz vermeden yaşadığı gibi onuruyla, yiğitçe öldü. Son nefesine kadar sloganlarını haykırdı düşman karşısında.
Ve bugün bizlere düşen görev devraldığımız bayrağı onların bize bıraktığı mirası, açtıkları yoldan yılmadan, tereddüt etmeden zafere kadar taşımaktır. Bugün burada yine and içiyoruz, İbrahim yoldaşımıza bir kez daha söz veriyoruz; ya özgür vatan ya ölüm şiarıyla devrimin sarp ve dolambaçlı yolunda, senin ışığınla zafere kadar savaşacağız. Kavgamızda senden öğrendiğimizle bir adım daha öne çıkacağız ve mutlaka biz kazanacağız!
       İddia ediyoruz son sözü biz söyleyeceğiz, Yaşasın Devrimci Kurtuluş Mücadelemiz! Yaşasın Devrim Ve Sosyalizm!
       EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ"
       Metnin okunmasının ardından tekrar sloganların haykırıldığı anmada daha sonra da bir şiir okundu. Şiirin ardından Cephe Marşı'nı okuyan kitle, anmayı İbrahim Özalp için yapılan konuşmalarla sonlandırdı. İbrahim Özalp Yoldaşı tanıyanların anılarla yüklü konuşmalarından sonra ağabeyinin oldukça dokunaklı cümleleri geldi. İbrahim Özalp'i Tozkoporan bölgesindeki mücadelesinden tanıyan bir yoldaşı o dönemde oldukça rutubetli bir bodrum katında kalmak zorunda oldukları bir gece İbrahim Özalp'in evde olması gerekirken geceyarısı duydukları çatışma seslerinin arasında İbrahim'in gelip evden mermi alıp gittiğini ve giderken de "bu rutubetli bodrumda çürümektense kavganın içinde olmanın çok daha iyi olacağını" biçiminde bir espri yaptığını anlattı. Ağabeyi ise konuşmasında kendinden küçük olmasına rağmen sendikal çalışmaya dair kimi şeyleri ondan öğrendiğini ve 80 öncesinde Oto Metal İş sendikasında mücadele ettiklerini anlattı. Bu konuşmalarla sona eren anmada son olarak İbrahim Özalp Yoldaşımızın ailesi tarafından hazırlanan yemek dağıtıldı. Emek ve Özgürlük Cephesinin düzenlediği anmaya ESP, Devrimci Yolda Özgürlük ve Atak Dergisi okurları da katıldı.

İzmir'de Ayakkabı
İşçileri Yürüdü

       İzmir Ayakkabıcılar Sitesinde ucuz işgücü olmayı kabul etmedikleri için çalışmayan ayakkabı işçileri 17 Şubat günü saat 10.00'da Ayakkabıcılar Sitesinde yürüyüş düzenledi. 'Bu daha başlangıç mücadeleye devam, Yaşasın sınıf dayanışması" sloganlarıyla başlayan yürüyüşte tezgahlarda çalışan işçilere yürüyüşe katılım çağrısı yapıldı. Yapılan açıklamada bir yılı aşkın süredir eylemlerine devam ettiklerine koşulların sağlanmasına kadar eylemlerin süreceği vurgusu yapıldı. Yarından itibaren imza kampanyası başlatacak olan işçiler imza kampanyasının duyurusuyla eylemi sonlandırdı.

İzmir'de Şubat Anması


     İzmir Emek ve Özgürlük Cephesi 16 Şubat Pazar günü saat 13.00 de Tümtis binasında Şubat Savaşcılarını Ulaş Bardakçı, Bedrettin Şınnak, Serpil Polat, Nazım Kuru, Davut Günay'ı anma etkinliği düzenledi. Etkinlik Şubat savaşcıları şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde yitirdiklerimiz adına saygı duruşuyla başladı. Saygı duruşunun ardından Emek ve Özgürlük Cephesi adına açıklama okundu. Sinevizon gösterimiyle devam eden etkinlikte savaşçıların yaşamlarına, mücadelelerine değinen metinler okundu. Karanfil ve Serpil'e adlı şiirlerin okunmasının ardından müzik dinletisi yapıldı. Müzik dinletisinin ardından serbest kürsüye dönüştürdüğümüz etkinlikte anmaların neden yapıldığına, önemine değinen konuşmalar yapıldı. Nazım Kuru yoldaş ile aynı süreçte mücadele eden bir yoldaşı, onun mücadelesine değinen açıklamalarda bulundu. Seçim sürecine bakışımız, kampanya, devrimci tavır üzerine yapılan sohbetlerin ardından etkinlik son buldu.

 

 



Halkın Gündemi Yazıları İçin

Emek ve Özgürlük Cephesi Ne İstiyor? Broşürü Çıktı

PDF formatı için...

 
Gizli İşgal:
Yeni Sömürgecilğin
Politik Karakteri
Bolivya'dan 38 Yıl Sonra Che Olmak
Herkes Bir Adım
Daha Öne
Devrimci Birliğin Köşe Taşları...
Parti Kültür: Politik Mücadele Gündem ve Kampanya Sorunu
James Petras: Toplumsal Değişimde Aydınların Rolü
James Petras: Yeni Bush, Diplomasi ve Ölüm Mangaları
Michael Cossudovsky: Amerika'nın Küresel Askeri Egemenlik Gündemi

 

 


Barikat / Aylık Sosyalist Dergi