Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

36. Sayı - Aralık 2005

Birlik büyük bir şiardır. Birlik sorununun özünü, devrimin temel sorunu olan iktidar sorunu oluşturur.
Devrim nesnel bir zemin üzerinden yükselir; bu zemin kapitalizme özgü tüm çelişkilerdir. Ve çelişkiler ancak büyük bir toplumsal eylem, alt-üst oluş olan devrimle çözülür. Devrim için nesnel koşulların olgunlaşması, yani tüm çelişkilerin derinleşmesi zorunludur, ancak tek başına yeterli değildir. Bununla birlikte, öznel koşullar olarak ifade ettiğimiz, emekçi kitlelerin devrimci saflarda örgütlenmesi, savaşma yeteneğine kavuşması ve tüm bunlara öncülük eden bir Komünist Partinin varlığı şarttır. Ancak nesnel ve öznel koşul ve olguların bileşkesi devrimi olanaklı kılar. Yani, devrim rasgele, kendiliğinden bir sürecin sonucu değil, yıkma ve yeniden kurma eyleminin iradi olarak örgütlenmesi sonucu gerçekleşir.
Devrimin örgütlenmesi aynı zamanda devrimci sınıfların, onların öncü kesimlerinin örgütlenmesi, değişik biçimlerde ve düzeylerde örgütlenmiş devrimci, demokratik güçlerinin birliğinin sağlanması demektir. Bu bağlamda, tüm devrimci parti, çevre ve bireyler için birlik sorunu vardır. Devrimci savaşımda iddialı olmak; sekter ve dışlayıcı olmadan, “ben merkezci” olmadan, kapsayıcı ve devrimin güncelliğini temel almak, her adımda mücadeleyi büyüterek örmeyi gerekli kılar.
Evet, Lenin’in ifadesiyle, birlik büyük bir şiardır. Ancak bir birlik çalışmasını büyük yapan devrim mücadelesine hizmet etmesi, iktidar savaşında proletaryanın ve emekçi sınıfların ilerleyişine büyük ivmeler katmasındadır. Sadece ve sadece, devrim ve sosyalizm mücadelesine hizmet eden, açık ve ilkeli birlik ve birlik tartışmaları anlamlıdır ve geliştiricidir. Devrim ve iktidar sorununu merkeze koyan bir birlik yaklaşımı, skolastik tartışmaları aşarak, devrimi ve partili mücadeleyi büyütür. Veya en azından bu yönde olumlu katkılar sunar. Devrimin yükseldiği tarihsel dönemlerde devrimci birlikler iktidar mücadelesi ile daha çok bütünleşip, ön açıcı olurken; devrimin gerilediği dönemlerde oluşturulan birlikler, karşı devrimin saldırılarına karşı barikat rolü oynayabilir.
Devrim ve iktidar sorunundan uzak bir birlik şiarı ve çalışması ise sadece gösterişli, ancak kof bir şiardır. İlerletici değil, tüketici ve yanıltıcıdır. İster parti birliği biçiminde olsun, isterse ittifak veya güç birliği biçimlerinde olsun sınıf mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt olmayan, mücadeleye hizmet etmeyen, önüne hızla sınıflar mücadelesine somut müdahaleyi koymayan hiçbir adım anlamlı olamaz.
Devrimci güçlerin birliği, tek parti/örgüt çatısı altında, ideolojik-politik-örgütsel birlik olacağı gibi; cephe, güç birliği, eylem birliği gibi değişik biçimler altında da gerçekleşebilir. Aynı parti çatısı altında örgütsel birlik, birlik süreçleri içinde en ileri düzeyi ifade eder. Devrimci sosyalist örgütsel birlik; esas olarak aynı parti/örgüt çatısı altında, programatik platform ve eylem birliğinde, yani temel ideolojik-politik sorunlarda, kültürde, pratiğe ve örgütsel yaşama yaklaşımda asgari bir ortaklaşmayı zorunlu kılar.
Programatik platform; kapitalizmin eleştirisi üzerinde somutlaşan devrim programı ve stratejisi, devrimin çözeceği sorunlara bakış açısı (politik, örgütsel, ulusal sorun vb..), sosyalizm ve parti anlayışını içerir. Eylem birliği ise, oluşan bu irade birliğinin yaşamda taktik politikalarla somutlaşmasıdır. Özce, iktidar için devrimci parti birliğin yolu, dünya ve ülke gerçeğine aynı pencereden bakmayı, değiştirme yöntemlerinde aynı anlayışa sahip olmayı gerektirir. En az bu ideolojik-politik çerçeve kadar önemli bir başka çerçeve ise, aynı amaç için savaşanların, sosyalist kültür ve tarzda ortaklaşmasıdır. Yani; güven, sorunları ele almada ve çözüme kavuşturmada samimiyet, ortak ruhsal tutum ve yaklaşım, sosyalist demokrasiyi içselleştirme, vb. noktalarda da, örgütsel birlik için, ideolojik-politik çerçeve kadar önemlidir. “Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde..” betimlemesi de tam bunu ifade eder..
Günümüzde genel olarak birlik sorunu, özelde ise örgütsel birlik sorunu 1990 sonrası gelişen yeni tarihsel süreç ve onun bütünlüklü muhtevasından, sonuçlarından bağımsız olarak ele alınamaz.
Tarihsel-toplumsal gelişmenin önemli dönemeç noktaları, devrimci örgütlerinde dışında kalamadığı büyük alt-üst oluşlarla karakterize olurlar. Toplumsal alt-üst oluş, nesnelliği yeniden anlamayı ve değişime uygun olarak kendini yeniden kurmayı, toplumsal devrim pratiğini yeni koşullara uygun olarak yeniden geliştirmeyi zorunlu kılar. Bunun somut sonuçlarından biri arayışların yoğunlaşması ve buna bağlı olarak ayrışma ve birlik çabalarının her zamankinden çok daha fazla gündemleşmesidir.
1990 başlarından itibaren gelişen yeni tarihsel süreç de benzer bir durum yaratmıştır. Arayışlar, ayrışmalar ve birlik çabaları her zamankinden daha güçlü ve yoğundur.
Devrimci sosyalistlerin bu noktada tavrı nettir; yeni bir tarihsel süreç gelişirken, düne takılmak, eski ideolojik-politik referanslarla siyasal-toplumsal mücadeleye hizmet etmeyen tartışmalar yapmak mümkündür, ama yararlı değildir.
1990 başlarında reel sosyalist ülkelerin çöküşü ile birlikte, emperyalist-kapitalist sistemin ve sosyalist hareketin bir dönemi kapanmış, tüm dünyada ilişki ve çelişkiler yeni güç dengeleri üzerinden yeniden yapılanma sürecine girmiştir. Hiç kuşkusuz, bu süreç 1990’larda bir anda ortaya çıkmış bir süreç değildir. Emperyalist-kapitalist sistemdeki dengeler ve yeniden yapılanma süreci 1970’lerde uç vermiş, 1980’lerde neoliberalizm, yeni-sağ ve postmodernizm temelinde bir programa kavuşmuş ve gelişmiş, 1990 başlarında reel sosyalizmin çöküşü ile yeniden biçimlenerek en olgun düzeyine ulaşmıştır. Reel sosyalist sistemin sorunları ise çok daha kapsamlı irdelemelerin konusudur ve bunlar belirli ölçülerde devrimci sosyalistler tarafından yapılmıştır. Devrimci sosyalistler bu değerlendirmelerin daha da derinleştirilerek mücadelenin önünü açacak pratik çözümlemelere değin geliştirilmelerini bir görev olarak görmektedirler.
Sonuç olarak; 1990 başlarında ortaya çıkan dünya tablosu proletarya ve tüm emekçiler için oldukça karanlıktır ve ciddi bir gerilemeyle karakterize olmaktadır. Neo-liberal ekonomi politikaları temelinde dayatılan vahşi sömürü, reel sosyalizmin çözülüşü ile birlikte dizginsiz bir hale gelmiş, emekçilerin kazanımlarının tümüne saldırılmış ve pek çoğu gasp edilmiştir. Yeni-sömürgecilik derinleştirilmiş, ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşları gerilemiş, halklara yeni-sömürgeciliğin yanı sıra yeni mandacılık ve işgal dayatılmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde burjuva demokrasisi tümden budanmış, 11 Eylül saldırıları sonrasında polisin ve diğer baskı aygıtlarının tüm toplumsal ilişkiler üzerinde tam bir egemenliği sağlanmıştır. Vahşi sömürü, sömürgeci savaşlar, koyu gericilik, dünyadaki tüm dengelerin ve çelişkilerin yeniden biçimlenişi ile karakterize olan bu süreç, her açıdan yeni bir tarihsel süreçtir. Ve doğal olarak, tüm devrimci güçlerin önünde, öncelikle içinde bulunduğumuz bu yeni sürecin ilişki ve çelişkilerini, ülkemiz sınıf savaşımına yansımasını kavramak görevi durmaktadır. Doğru bir emperyalizm ve dönem anlayışına sahip olunmadan, doğru bir mücadele ve devrim anlayışına sahip olmak mümkün değildir.
Ancak sadece bu değil, hayatın bütün süreçleri, bütün gelişmeler her alanda bütünlüklü çözümleler geliştirmemiz gerektiğini, her alanda mevcut düzeyi daha ileri noktalara, süreklilik içinde kopuş diyalektiği temelinde, sıçratmamız gerektiğini ortaya koymaktadır. Bir çok kez ifade ettiğimiz gibi, nesnel koşullar; neo-liberal emperyalist saldırı programı, krizler, özelleştirme, emperyalist işgaller ve savaş, işsizlik, derinleşen yoksulluk ve yozlaşma, yabancılaşma, demokrasinin tümden inkarı ve özgürlükler sorunu, vb. pek çok yaşamsal sorun birçok devrimci imkan yaratmaktadır. Ancak bununla birlikte, uzun yıllara yayılan bir sürecin, bu nesnel koşullara devrimci sosyalist bir alternatifin yanıt olmamasının yarattığı bir dizi yıkım ve olumsuzluk söz konusudur. 12 Eylül yenilgisi ile reel sosyalizmin yenilgisinin üst üste düşmesi, Kürt ulusal hareketine tasfiyeciliğin egemen olması ve 19 Aralık operasyonu ile Türkiye devrimci hareketindeki gerileme ve tasfiyeciliğin tüm nihai sonuçlarına vardırılması; birbirini izleyen bu ağır yenilgi ve gerileme süreçleri önemli sonuçlar yaratmıştır.
Emperyalist-kapitalist sistem krizleriyle, giderek derinleşen ve vahşileşen sömürü, yozlaştırma, baskı düzeneğiyle tüm emekçiler için devrimden başka çıkış seçeneği bırakmıyor; bu nesnellik devrimi, devrimin örgütlenmesi sorununu uzak geleceğin değil, hemen bugünün sorunu haline getirip güncelleştiriyor. Ancak bu nesnellik ile devrim ve sosyalizm cephesi arasında yaşanan gerileme ve süreci anlayamamak, bu yönde müdahalede bulunamamaktan kaynaklanan büyük bir mesafe oluşmuştur. Dahası bu mesafe uzun süredir kapanmak yerine açılmaktadır.
Sol ve devrimci hareketin politik özne olmaktan uzak bu hali, KUKM de yaşanan liberal tasfiyecilik ve düzenle bütünleşme iradesi önümüze bir resim koyuyor, önemli fikir veriyor. Bu gerilemeye rağmen süreç; reformizm ile devrimcilik, proletarya enternasyonalizmi ile milliyetçilik, liberal sol ve devrimci demokrasi (demokratizm) ile sosyalizm, daha ötesi devrimci yenilenme ile dogmatik tutuculuk ve devrimci olmayan yenilenme arayışları arasındaki ayrımlar gündemleştiriyor. Sol ve devrimci güçler bu temelde bir kez daha tasnif oluyor, ayrışma eğilimi gösteriyor. Aynı zamanda bu gericilik atmosferi içinde yeni arayışları ve birlik çabalarını da ortaya çıkarıyor.
Bu atmosfer içinde devrimci güçlerin birlik arayışları ve çalışmaları, demek ki, basitçe, taşların yerli yerine oturmuş olduğu dönemlerde görülen birbirine yakın ideolojik-politik, örgütsel, pratik ve kültürel yapılara sahip olan devrimci güçlerin ortak çatıda birleşme çabaları olarak görülemez. Bugün tüm taşların yerinden oynadığı ve yeniden biçimlendirildiği bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Bu sürecin devrimci öznesi ancak bütünsel bir devrimci yenilenme zemininde yaratılabilir.
Kapitalist sistemin yeni bir aşamaya, emperyalizm/ tekelci kapitalizm aşamasına evrildiği, bununla bağlantılı olarak dünyanın çehresinin büyük bir değişim yaşadığı; bunun yanı sıra Marksizmin revize edilerek yozlaştırılmaya çalışıldığı, Lenin’in ifadesiyle “kriz” yaşadığı bir dönemde, 20. yüzyılın başında, Leninizm yenilenme iradesi olarak ortaya çıkmıştır. Elbette bugün, yüzyılın başında Lenin ve Bolşeviklerin karşılaştığı sorunlardan kimi yönleriyle çok daha karmaşık bir tablo vardır. Devrimci yenilenme sadece ülkemiz devrimi için değil, evrensel boyutta bir ihtiyaçtır. Marksizm’in 21. yüzyılda, Lenin’in işaret ettiği yenilenmeye ihtiyacı vardır, dahası bu zorunludur. Evrensel/enternasyonal boyutu da olan bütünsel bir yenilenme teorik, siyasal, kültürel, örgütsel, ideolojik boyutları içerir. Ve bu ancak ve ancak örgütlü ele alındığı ölçüde ön açıcıdır.
Devrimci örgütsel birlik, bu tarihsel sürecin ve bu sürecin görevlerinin tanımlanmasında, buna uygun bir pratiğin örülmesinde, yani devrimci yenilenme zemininde ortak paydalarda buluşmak olarak geliştiği ölçüde, sürecin gereksindiği devrimci özne/öncü sorununa yanıt olmada ileri bir adım olacaktır.
Bu bağlamda yenilenme ihtiyacı ve eylemi ve bu temelde saflaşma, ayrışma ve birlik süreçleri sadece yapılarımızla sınırlı değildir. TDH’nin bir çok kesimi, özellikle geleneksel sol uzak olsa da, bu nesnel-öznel süreçten muaf olamaz. Zaten bu ihtiyacı gören ve ele alan bazı kesimler vardır, bu yöndeki çabaları görmek gerekir. O halde devrim ve sosyalizme karşı sorumluluk, yenilenme ihtiyacını hisseden, bu yönde açılım içinde olan birey, çevre ve örgütlülüklere karşı doğru yaklaşmayı gerektirir. Yani, bir yanda parti saflarında daha güçlü bir yenilenme eylemini yaratmak, diğer yanda yenilenme eylemi içinde olan devrimci birey, çevre ve örgütlülüklerle, eşit, demokratik, ilerletici ilişkiler kurmak anlamlıdır. Devrimci yenilenmede, politik çizgi ve açılımlar, yaşam ve mücadelede içinde derinleşecek; kendi yolumuzda, kendi tarzımız ve politikamızla yürürken, devrimci yenilenme eylemini benimseyen dışımızdaki çabalara azami duyarlılık ve sorumlulukla yaklaşılacaktır.
Birlik süreçleri açısında yaşamsal öneme sahip olan iki önemli faktör daha bulunuyor.
Birincisi, ilkeli bir parti için “birleşmeden önce ayrılıkları ortaya koymak” ilkesinden hareketle, ikna olmaya ve ikna etmeye açık bir tarzla ideolojik-politik çerçevenin mümkün olduğu kadar bütünsel ele alınmasıdır.
İkincisi ise, en az birincisi kadar önemli olan, ismi ne olursa olsun, ister güç birliği, ittifak vb., isterse parti birliği (ki biz bunu hedefledik ve başardık) olsun, sürecin tam bir güven ve ortak politik tarz ve kültür ortaya çıkarmasıdır. Yürütülen tartışmaların ilerletici, samimi ve açık yapılması, yakalanan ortak paydalarla, ayrılıklardan daha çok birlik ruhu ve anlayışının sürece egemen olması devrimci bir birlik sürecinin olmazsa olmaz unsurlarıdır.

1990’larda Örgütsel
Birlik Deneyimleri

Burada bir parantez açarak, reel sosyalizmin yıkılmasının ardından, özellikle ağırlıklı olarak reformist çevrelerce gündeme getirilen “yenilenme” ve “solun birliği” söylemlerinin ve pratiklerinin üzerinde durmak gerekiyor.
Özellikle ÖDP’de somutlaşan birlik anlayışı devrim merkezli bir birlik değil, yasalcı, tasfiyeci, liberal zeminle sınırlı bir birlikti. Birbirine benzemez kesimlerin, genel geçer ve esas olarak devrimci duruştan uzaklaşma temelindeki sol liberal bir “yenilenme” söylemiyle birlik gerçekleşmiştir. ‘Parti olmayan parti’ ÖDP; çatısı altında tuttuğu güçlerin yeniden ayrışması sonucu, kısa sayılabilecek sürecin ardından tasfiye olmuştur. Bugün yeni ayrışmalarla, iç tasfiyelerle sol liberal iddialarının arkasındauma konumunu yitirme durumu ile karşı karşıyadır.
Ayrıca, 1990 yıllarda ortaya çıkan keşmekeş atmosferinde yoğunlaşan arayışları toparlama gayreti içinde “Komünistlerin birliği” şiarıyla hareket eden eğilimler, yapılarda ortaya çıkmıştır. Ekim’in ilk süreçleri, DPG bu tarzda yorumlanabilir. Bu birlik eğiliminde solun bütünsel eleştirisinin yapılmaya çalışılması (bu eleştirilerin içeriğinin doğruluğundan, yanlışlığından bağımsız olarak) bir çıkış arayışı olarak olumlu görülebilir. Ancak iddiaların büyüklüğüne karşın bakış açılarındaki sakatlıklar, bütünsel bir yenilenme yaklaşımının zayıflığı, örgütsel ve güncel politik yaşamda zayıf bir konumlanış bu birlik çabalarını sıkıntıya sokmuş ve giderek bu yapıları geleneksel yapıların bir versiyonuna dönüştürmüş, yada atomize olmayı beraberinde getirmiştir.
Dönemin bir başka birlik anlayışı TKP-ML Hareketi ile TKİH’in birliğidir. Bu birlik anlayışı gelişmekte olan yeni tarihsel süreci çözümleme, bu temelde bütünlüklü bir devrimci yenilenme geliştirme zemininde yapılmaması, geride kalan dönemin referansları üzerinde gelişmesi anlamında sürece yanıt oluşturmayan bir birliktir. Ancak bu eksikliklerine karşın, kalıcı örgütsel ve politik birliği ve aynıların aynı yerde toplanmasını sağlaması, Türkiye devrimci hareketinde oldukça eksik olan bu beceriyi göstermesi bağlamında olumlu bir birlik pratiği olarak değerlendirilebilir. Ayrıca pratik taktik dinamizm anlamında da bu yapıların içinde bulunduğu durgun politik konumlanışı aşmalarını sağlayan yeni araç ve yollar bulma arayışını da bu birlik süreci sağlamış görünmektedir.
Bu pratiklerden de hareketle kiminle ve nasıl bir birlik sorusunu tekrar sorduğumuzda yaşadığımız birlik sürecinde yanıtımız açık olmuştur;
Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte Marksizm’in ruhuna el fatiha diyenlerle ya da dünün referanslarıyla dünyayı tanımlamaya çalışanlarla örgütsel birlik olamaz. Böylesi bir birlik gerçekçi de değildir. Örgütsel birlik, ancak an’ı kavrayan ve Marksist hareketin 150 yıllık tarihiyle, coğrafyamızdaki 85 yıllık sol/devrimci hareketin tarihine eleştirel yaklaşarak ortak sonuç çıkaranların birliği olarak gelişebilir. Bu zemine oturmayan bir birliğin dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilmesi mümkün değildir.
Evet, dağınıklığı gidermek, güçlü bir devrimci özne yaratmak Türkiye devrimci hareketinin ihtiyacıdır. Ancak bunun yanıtı tüm devrimci parti ve örgütlerle girilecek “devrimci örgütsel birlik” kurma çalışmaları değildir. Bu gerçekçi de değildir. Birliğe giden yol, yukarıdaki perspektifle yürütülecek birlik çalışmalarıdır.

Cephe, Güç Birliği,
Eylem Birliği vb. Bağlamında Birlik

Burada ikinci bir parantez açarak, devrimci ve sol güçler arasındaki birlik ilişkilerinin bir diğer boyutuna, ittifak ilişkilerine; cephe, güç birliği, eylem birliği, vb. ilişkilere de değinmek gerekiyor. Bu tür birlik ilişkilerine doğru yaklaşım, girilen ilişkilerin özgül amaçlarına daha güçlü biçimde hizmet edeceği gibi, daha büyük örgütsel birlikler için uygun zeminlerin yaratılmasına da ciddi katkılar sunabilir. Bu tür birlik ilişkileri farklı ideolojik-politik çerçeveye sahip olanların, bir program yada somut tekil bir hedef doğrultusunda devrimin ihtiyaçları ve güven temelinde birlikte hareket etmelerini ifade eder. Bu tip birlikler doğası gereği en geniş kesimi çatısı altında toplar; burada eşitlikçi, demokratik bir yaklaşım, tutarlılık ve sözünün arkasında olmak, bağımsız politika ile birlikte mücadelenin sorumluluğu arasında doğru bağlar kurmak vb. önemlidir. Sürecin ihtiyaçlarına göre değişik biçimler alan bu tür birlikler doğası gereği geçicidir, koşullar değişince, sınıf ilişki ve çelişkileri yeni boyutlar alınca varlık koşulları ortadan kalkar. Ancak böyle de olsa bağımsız tavırla bütünleşmiş, içinden geçilen dönemi kavramış bir politik kimlik ve pratik tutum, ittifak ilişkilerinin de doğru bir zeminde gelişmesi için olmazsa olmazdır. Türkiye Devrimci Hareketinin yaşadığı bir çok deneyimde görüldüğü gibi, bağımsız tarzını ve kimliğini billurlaştıramamış, süreci kavramaktan uzak, bunlara bağlı olarak “kimlik bunalımı” yaşayanların, geçici de olsa ittifak ve güç/eylem birliklerinde istenilen rolü oynayamayacağı açıktır. Bu tür deneyimlerin önemli ölçüde başarısız olmasında devrim ve sosyalizme yaklaşımdaki farklılıklardan kaynaklanan sorunlar kadar, bu tür yapısal sorunların da rolü bulunmaktadır.
Bizlerin bu tip oluşumlara; somutta “Irak’da İşgale Hayır” platformu vb. gibi platformlarda cisimleşen birliklere karşı tutumumuz yukarıdaki yaklaşımı esas almaktadır. Her bir girişimi kendi sürecimiz ve mücadelenin ihtiyaçlarıyla bağlantılı olarak somut değerlendirmek esas alınmaktadır. “Irak’da İşgale Hayır” vb. gibi platformlarda olduğu gibi desteklemekte ve içinde yer almaktayız, yer almayı gerekli görmekteyiz.
Kısacası, öncelikle kendi ideolojik, politik, örgütsel hedeflerimize kilitlenmemize karşın, bununla çelişmeyen, mücadelenin somut ihtiyaçlarına yanıt olabilecek çeşitli birlik girişimlerini desteklemekte ve özne olmaktayız. Geçici ve dönemsel olan bu birlikler, hem genel olarak mücadeleye, hem de özelde kendi öz pratiğimize, sürecimizin ana yönelimine hizmet etmelidir. Sürecimizin ana sorunu devrimci sosyalist öznenin bütünlüklü bir tarzda yaratılmasıdır. Buna hizmet etmeyen hiçbir birlik yaklaşımı ve pratiği geliştirici olamaz. Devrimin temel sorunu iktidar sorunudur, iktidar sorunu birlikten, birliklerde somut ve gerçekçi yaklaşımlardan koparılamaz!

Devrimci Sosyalist Hareket
Birlik Hareketidir

Birlik sorunu, Partimiz için “P-C lilerin birliği” bağlamında, bu alt başlıkta özel bir yer tutmuştur. Devrimci Sosyalist Hareketin ilk oluşumundan bu yana, P-C lilerin birliği” şu veya bu ölçüde güncel bir başlık ve pratik görev olmuştur...
Konuyu daha iyi anlamak için, öncelikle, daha önce bir başka yazımızda açıkladığımız gibi, “köken” kavramı,bu temelde de “P-C’lilik..” üzerine kısa bir açılama/veya değerlendirme yapmakta yarar vardır. Çünkü bu kavram bugün doğru ele alınmazsa, bugün ayakları üzerine dikilmezse, bir karmaşanın da kapısı açılmış olur. Kaba bir değerlendirme ile pekala bugün, “köken..” kavramından hareketle, bir dizi reformist- revizyonist, sivil toplumcu liberallerle veya sol sekter dogmatik devrimcilikle aynı platformda buluşmak mümkündür. Ama bu doğru değildir, gerekli ve gerçekçi de değildir. Birçok kavram veya tanımlama gibi, “köken..” kavramı veya tanımlaması da koşullara, zamana, mekana göre farklı içeriklere sahip oluyor. Hatta bir dönem için doğru olan, bir başka dönem için anlamını yitiriyor. Doğaldır; çünkü değişim ve dönüşüm,yaşamın her alanında olduğu gibi, siyasal yaşamda da içseldir, hiçbir olgu veya kavram bunun dışında kalamıyor. Bundan dolayı, örneğin 1972 Kızıldere yenilgisi sonrası, birçok P-C gücü vardır ve bunları tanımlarken, o tarihsel dönemde “P-C kökenli..” olarak tanımlamak çok da yanlış değildir. Ama yaşam, hele de bu sınıflar mücadelesinin ortaya çıkardığı siyasal yaşam söz konusu olunca, eşitsiz ve sıçramalı gelişim bu güçleri değiştiriyor, dönüştürüyor, hata başkalaştırıyor. Sadece politik çizgideki değişim değil, kültürel ve politik tarz açısından da değişim yaşanıyor, bir dönem “P-C gücü..” olan bir başka dönem bu niteliklerinden uzaklaşıyor.
Hatta bu uzaklaşma, kimi zaman dogmatizmle “savunma..” adına karikatürleşme, kimi zamanda liberal rüzgarlarla devrimcilikten kopma, reformizmle buluşma olarak ortaya çıkıyor. Marksizm eleştirel yöntemi içerir, değişmeyen tek yasa “değişim yasası” dır. Buna bağlı kalarak kendini yenileyen, değiştirip dönüştüren Marksizm’in özüne bağlıdır.Bu ‘P-C lilik’ kavramı için de geçerlidir.Yani,bir dönem, 1975-80 döneminde birçok P-C gücü siyasal yaşamın bir parçasıyken, gerek 12 Eylül yenilgisi, gerekse de sonrası tarihsel süreç, tek başına bu ölçü ile, “köken..” kavramı ile yetinilemeyeceğini, bu tarihsel süreçte oluşan politik anlayış, kültür ve tarzla birlikte düşünsek, yeni tasnif yapmayı zorunlu kılmaktadır. Bizim için bugün, TDH’ni tümden kapsayan yenilenme ihtiyacı, bu temelde bir “köken..” veya P-C’lilik anlayışı anlamlıdır. Hatta tek başına P-C lilerle sınırlı bir yenilenme eylemi politik hedefi ve yönelimi daraltır.
Bu ön açıklama sonrası devam edelim... Devrimci Sosyalist Hareket Kızıldere yenilgisi sonrası, dağılan örgütsel yapıyı yeniden inşa etmek ve savaşı kaldığı yerden devam ettirmek iradesi ile, 1975 yılında ilk kuruluş adımını atmış; bu adımı, o günün koşularında “sendikacılar” (Ömer Çimeken vb. yoldaşlar.), “Orta Öğrenim Derneği..” (Fehmi Gökçek vb. yoldaşlar..”), “Galatasaraylılar”(A. Ermutlu vb. yoldaşlar.) oluşumlarının katılımları izlenmiştir.
Görüldüğü üzere, 1975’de artık, “Kesintisizleri sonuna kadar savunuyoruz” diyen, “temel mücadelenin örgütlenmesi partinin örgütlenmesidir” anlayışı ile politik-askeri bir irade vardır, Devrimci Sosyalist Hareket sınıf mücadelesinde politik bir öznedir. Bu tarihsel süreçte birbirinden bağımsız bir çok P-C çevreleri vardır, her bir çevre bir örgütlülük içindedir. Devrimci Sosyalist Hareket, P-C’liliği kendi ile sınırlı görmemekte, TDH’ de bir yol ayrımını ifade eden Kızıldere ve 71 silahlı mücadelesi değerlendirmeleri üzerinden, kendini net tanımlarken, P-C’li güçlerle de birlik hedefini önüne koymuştur. Bir yandan kendi politikası ve özgücüyle ile politik- askeri savaşı yürütmek, diğer yanda, P-C’li güçlerle partiyi inşa etmek bu sürecin temel politikasıdır. THKP-C/ E.B (Eylem Birliği) ile başarısız ittifak veya güç birliği, bu amaçlıdır; bu süreçte EB ile birlikte ortak bir kimlik olarak kullandığımız, “DK” bir kazanım olarak tarihimizde yerini almıştır.
Bu dönemde partimiz “İstanbul örgütlülüğü..” olarak tanımlanıyor, ancak 78’lerde bu tümden aşılıyor. N.Gürateş yoldaş önderliğinde Ege ve Güney örgütlülüğü, o günün koşularında Kemalizm üzerine eleştirisi ile, aynı ideolojik-politik anlayış içinde olanların, güven ilişkileriyle örgütsel birliğin yapıcı, olumlu bir örneğini sunuyor. Ve böylece partimiz Anadolu ve Kürt coğrafyasında güçlü bir örgütlülüğe ulaşan bir yapıya dönüşüyor. Bu yazının amacı bir dönemin ayrıntılı değerlendirmesi değildir, bunu çeşitli vesilelerle, bir çok açıdan ele aldık, parti literatürümüzde vardır. Ancak konumuz olan parti birliği açısından altı çizilmesi gereken noktalar, bu dönemde, 1975-80 döneminde, partimizin P-C’lilerin birliği için yola çıktığı, bu yönde; a) aynı ideolojik- politik çerçeveye sahip olanlarla, b) güven ve samimiyetli, c) politik ve askeri savaşın yüklediği sorumluluk ve kültürle bir dizi olumlu adımı attığıdır. Hatta partimiz için “birlik hareketi” demek yanlış değildir..
12 Eylül açık faşizmi, yeni bir dönemin başlangıcını ifade ediyor. Bu süreçte, TDH ağır bir yenilgi yaşadı, direniş çizgisi ve çabası partimiz içinde yenilgiden kurtuluşu sağlayamadı. Ancak, bu dönemde, özellikle 12 Eylül yenilgisinin nispeten gerilediği bir dönemde, 1987’lerde bir dizi örgütsel kriz yaşansa da, bugün yönelimimize egemen olan, yenilenme eylemi, en çokta ideolojik-politik alanlarda güçlenerek sürecimizde kazanıma dönüştü.
Ve bu süreç, artık eski ölçülerle değil, sınıf mücadelesinin ortaya çıkardığı yeni olgu ve ölçülerle sorunlara yaklaşmanın önemini ortaya çıkardı. Konumuza paralel olarak bir dönem “P-C gücü..” olarak tanımlanan birçok yapı, fiziki ve ideolojik olarak tasfiye oldu. 1990’lardan itibaren DS pragmatizmle karışık bir doğmatizm yoluna girerken, DY’un gövdesi liberal sol tasfiyecilikle düzen içine evrildi. Daha sınırlı bir bölümü ise devrimci duruşunu koruyarak, ancak DY çizgisini yeni koşullarda üretmede ciddi sorunlar yaşayarak yoluna devam etti. Birçok yapı iç sorunları ile boğuştu, yenilenme arayışları güçlenemedi, 89 sonrası yükselme eğilimi gösteren sınıf mücadelesine istenilen düzeyde yanıt oluşturulamadı.
Yenilenme bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı; Partimiz bunu gördü, bu yönde açılımlar da yaptı. İşte bu dönemde, HKG’den yoldaşlarımızla birlik sürecimiz ortaya çıktı, Serpil Polat hevalın ateşi ile bu birlik, Parti birliğinde cisimleşti. Birliğimiz P-C’nin temel tezleri üzerinde gerçekleşti. Ancak o dönem yayınlanan belgelerde de görüleceği üzere kesin biçimde kendisini devrimci yenilenme hedefi üzerine kurdu. Devrimci yenilenme hedef ve perspektifinin birliğimizin temel harcı olduğu vurgulandı.
Bugün bu adımlar, yeni adımlarla derinleşmiştir, derinleşmelidir.
Bir dönem, P-C’li olmanın ölçüsü, “Kesintisiz devrimi savunmak..” iken, bugün Mahir Çayan yoldaşın yöntemi ile, P-C’lilik ruhu ile, devrimci yenilenme eylemi içinde olmaktır.

Sonuç: Veya Devrim Ve Birlik
Dikkatli bir bakış; TDH tarihine göz gezdirince, “devrim” ve” birlik” tartışmaları arasında önemli bir ilişki olduğunu görür. Çok kaba olarak, 1968-71 döneminde TDH’ de “devrim..” eksenli tartışmaların çok yoğun olduğunu; ülke değerlendirmeleri, emperyalizm ve dönem değerlendirmeleri, bunların üzerinden devrimin sorunları, yani strateji, mücadele biçimleri, örgütlenme vb. oldukça ön planda olduğu görülür. İlk programatik platformumuz olan KESİNTİSİZ DEVRİM 1-2-3 tam da budur.
Yine, 75-80 döneminde sol ve devrimci hareket, bunun devamı tartışmalara şahit oldu. Yani, özetle 1968 ile 1980 döneminde, elbette başka tartışma başlıkları olsa da, devrim eksenli tartışmalar ön plana çıktı. Özellikle 12 eylül yenilgisi ve sonrasında; bu yenilginin yarattığı ortama, “reel sosyalizm”de yaşanan çözülme eklenince, sosyalizm tartışmalarının yanı sıra “birlik” tartışmaları ön plana çıktı.. Kuruçeşme tartışmalarının, ÖDP oluşumunun, yaşanan başka deneylerin ortak paydası, “birlik” ihtiyacının ve tartışmalarının olduğudur. Elbette, ‘birlik’ bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor, ama bunun yanı sıra, birlik kültürü ve anlayışının zayıflığı nesnel koşulların yarattığı bir dizi olumsuzluk, TDH’de yaşanan kimlik bunalımıyla birleşince olumsuz deneyler kaçınılmaz oluyor. Dahası bu olumsuz deneyler, birlik ihtiyacı ile “mesafeli duruşu” ifade eden bir gerilime de kaynaklık ediyor.
Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde; çoğu kez bu tanımlama veya doğru sonuç, birlik tartışmaları içinde anlamını bulmuyor, hatta tam tersi örnekler yaşanıyor. Bu “birlik” tartışmalarında veya “birlik” talebinin ön plana çıktığı dönemde, “aynı” olmayan, birbirine hiç benzemeyen, “sosyalist demokrasi”, “kanatlı parti..”, “parti olmayan parti..” vb. gibi tanımlamalarla yan yana gelenler olduğu biliniyor. Bir anlamda, “nasıl birlik olunmaz”ın tersten okunuşu olan bu örnekler, yaşamın geçekliği ile uyum sağlayamıyor, bu kez, ayrışma süreci yaşanarak bitiyor. Tersten verebileceğimiz örnekler de bulunuyor: programatik düzeyde önemli farkları olmayan geleneksel solun kimi yapıları, küçük burjuva kültürünün egemenliği altında adeta amip gibi bölünüyor. TKP-ML geleneği (çeşitli bölümleriyle) bunun bir örneğidir...
Konumuzla bağı açısından, devrim ve iktidar perspektifinden uzaklaşmanın, “birlik” adına savrulmanın yaşandığını bize öğretmektedir. Yine de yaşam ve mücadele ayrıştırıyor ve birleştiriyor; aynıları aynı yere, ayrıları ayrı yere sürüklüyor, ayrışma ile birlik eğilimi yan yana görülebiliyor. Başka ayrım noktalarının yanı sıra, devrim ile reform ayrışmasında, devrimci olmak, devrimci birlik için bir ölçüdür, ama yeterli değildir. Reformist -legalist- liberal solu bir yana bırakırsak, devrimci yenilenmeden uzak bir devrimciliğin, güncel ve somut mücadele süreçlerinde “devrimci birlik” içinde olmak da mümkün (F tipine karşı Ö.O eksenli birleşik mücadelede olduğu gibi); ama tüm bunların parti birliğinden uzak olduğu açıktır.
Partimiz, bu noktada, yenilenme eylemine özel bir önem vermektedir... Devrimci birlik süreçleri yeni tarihsel sürecin dinamikleriyle buluştuğu ölçüde, yani bir devrimci yenilenme sürecinin bir parçası olarak geliştiği ölçüde gerçek bir devrim hareketinin yaratılmasının önünü açabilir.
Bu anlamda, artık devrimci birlik süreçlerinin tartışmaları ve görevleri devrimci yenilenmenin görevleri ile birlikte ele alınmak zorundadır. Sol harekette ayrışma, tasfiye, yenilenme, birlik arayışlarının iç içe geçtiği günümüzde, devrimci yenilenme temeline dayanan devrimci birlikler, devrimci bir halk hareketinin, güçlü bir proletarya partisinin ve sarsıcı devrimci atılımın yaratılması mücadelesine büyük bir dinamizm ve ivme kazandıracaktır. Birlik sorununa bu bilinçle yaklaşıyoruz. Bu bilinç ve iradeyi yeni kazanımlarla somutlaştırmak için her türden çabayı harcayacağız...




 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul