Birlik büyük bir şiardır. Birlik sorununun özünü,
devrimin temel sorunu olan iktidar sorunu oluşturur.
Devrim nesnel bir zemin üzerinden yükselir; bu
zemin kapitalizme özgü tüm çelişkilerdir. Ve çelişkiler
ancak büyük bir toplumsal eylem, alt-üst oluş
olan devrimle çözülür. Devrim için nesnel koşulların
olgunlaşması, yani tüm çelişkilerin derinleşmesi
zorunludur, ancak tek başına yeterli değildir.
Bununla birlikte, öznel koşullar olarak ifade
ettiğimiz, emekçi kitlelerin devrimci saflarda
örgütlenmesi, savaşma yeteneğine kavuşması ve
tüm bunlara öncülük eden bir Komünist Partinin
varlığı şarttır. Ancak nesnel ve öznel koşul ve
olguların bileşkesi devrimi olanaklı kılar. Yani,
devrim rasgele, kendiliğinden bir sürecin sonucu
değil, yıkma ve yeniden kurma eyleminin iradi
olarak örgütlenmesi sonucu gerçekleşir.
Devrimin örgütlenmesi aynı zamanda devrimci sınıfların,
onların öncü kesimlerinin örgütlenmesi, değişik
biçimlerde ve düzeylerde örgütlenmiş devrimci,
demokratik güçlerinin birliğinin sağlanması demektir.
Bu bağlamda, tüm devrimci parti, çevre ve bireyler
için birlik sorunu vardır. Devrimci savaşımda
iddialı olmak; sekter ve dışlayıcı olmadan, “ben
merkezci” olmadan, kapsayıcı ve devrimin güncelliğini
temel almak, her adımda mücadeleyi büyüterek örmeyi
gerekli kılar.
Evet, Lenin’in ifadesiyle, birlik büyük bir şiardır.
Ancak bir birlik çalışmasını büyük yapan devrim
mücadelesine hizmet etmesi, iktidar savaşında
proletaryanın ve emekçi sınıfların ilerleyişine
büyük ivmeler katmasındadır. Sadece ve sadece,
devrim ve sosyalizm mücadelesine hizmet eden,
açık ve ilkeli birlik ve birlik tartışmaları anlamlıdır
ve geliştiricidir. Devrim ve iktidar sorununu
merkeze koyan bir birlik yaklaşımı, skolastik
tartışmaları aşarak, devrimi ve partili mücadeleyi
büyütür. Veya en azından bu yönde olumlu katkılar
sunar. Devrimin yükseldiği tarihsel dönemlerde
devrimci birlikler iktidar mücadelesi ile daha
çok bütünleşip, ön açıcı olurken; devrimin gerilediği
dönemlerde oluşturulan birlikler, karşı devrimin
saldırılarına karşı barikat rolü oynayabilir.
Devrim ve iktidar sorunundan uzak bir birlik şiarı
ve çalışması ise sadece gösterişli, ancak kof
bir şiardır. İlerletici değil, tüketici ve yanıltıcıdır.
İster parti birliği biçiminde olsun, isterse ittifak
veya güç birliği biçimlerinde olsun sınıf mücadelesinin
ihtiyaçlarına yanıt olmayan, mücadeleye hizmet
etmeyen, önüne hızla sınıflar mücadelesine somut
müdahaleyi koymayan hiçbir adım anlamlı olamaz.
Devrimci güçlerin birliği, tek parti/örgüt çatısı
altında, ideolojik-politik-örgütsel birlik olacağı
gibi; cephe, güç birliği, eylem birliği gibi değişik
biçimler altında da gerçekleşebilir. Aynı parti
çatısı altında örgütsel birlik, birlik süreçleri
içinde en ileri düzeyi ifade eder. Devrimci sosyalist
örgütsel birlik; esas olarak aynı parti/örgüt
çatısı altında, programatik platform ve eylem
birliğinde, yani temel ideolojik-politik sorunlarda,
kültürde, pratiğe ve örgütsel yaşama yaklaşımda
asgari bir ortaklaşmayı zorunlu kılar.
Programatik platform; kapitalizmin eleştirisi
üzerinde somutlaşan devrim programı ve stratejisi,
devrimin çözeceği sorunlara bakış açısı (politik,
örgütsel, ulusal sorun vb..), sosyalizm ve parti
anlayışını içerir. Eylem birliği ise, oluşan bu
irade birliğinin yaşamda taktik politikalarla
somutlaşmasıdır. Özce, iktidar için devrimci parti
birliğin yolu, dünya ve ülke gerçeğine aynı pencereden
bakmayı, değiştirme yöntemlerinde aynı anlayışa
sahip olmayı gerektirir. En az bu ideolojik-politik
çerçeve kadar önemli bir başka çerçeve ise, aynı
amaç için savaşanların, sosyalist kültür ve tarzda
ortaklaşmasıdır. Yani; güven, sorunları ele almada
ve çözüme kavuşturmada samimiyet, ortak ruhsal
tutum ve yaklaşım, sosyalist demokrasiyi içselleştirme,
vb. noktalarda da, örgütsel birlik için, ideolojik-politik
çerçeve kadar önemlidir. “Aynılar aynı yerde,
ayrılar ayrı yerde..” betimlemesi de tam bunu
ifade eder..
Günümüzde genel olarak birlik sorunu, özelde ise
örgütsel birlik sorunu 1990 sonrası gelişen yeni
tarihsel süreç ve onun bütünlüklü muhtevasından,
sonuçlarından bağımsız olarak ele alınamaz.
Tarihsel-toplumsal gelişmenin önemli dönemeç noktaları,
devrimci örgütlerinde dışında kalamadığı büyük
alt-üst oluşlarla karakterize olurlar. Toplumsal
alt-üst oluş, nesnelliği yeniden anlamayı ve değişime
uygun olarak kendini yeniden kurmayı, toplumsal
devrim pratiğini yeni koşullara uygun olarak yeniden
geliştirmeyi zorunlu kılar. Bunun somut sonuçlarından
biri arayışların yoğunlaşması ve buna bağlı olarak
ayrışma ve birlik çabalarının her zamankinden
çok daha fazla gündemleşmesidir.
1990 başlarından itibaren gelişen yeni tarihsel
süreç de benzer bir durum yaratmıştır. Arayışlar,
ayrışmalar ve birlik çabaları her zamankinden
daha güçlü ve yoğundur.
Devrimci sosyalistlerin bu noktada tavrı nettir;
yeni bir tarihsel süreç gelişirken, düne takılmak,
eski ideolojik-politik referanslarla siyasal-toplumsal
mücadeleye hizmet etmeyen tartışmalar yapmak mümkündür,
ama yararlı değildir.
1990 başlarında reel sosyalist ülkelerin çöküşü
ile birlikte, emperyalist-kapitalist sistemin
ve sosyalist hareketin bir dönemi kapanmış, tüm
dünyada ilişki ve çelişkiler yeni güç dengeleri
üzerinden yeniden yapılanma sürecine girmiştir.
Hiç kuşkusuz, bu süreç 1990’larda bir anda ortaya
çıkmış bir süreç değildir. Emperyalist-kapitalist
sistemdeki dengeler ve yeniden yapılanma süreci
1970’lerde uç vermiş, 1980’lerde neoliberalizm,
yeni-sağ ve postmodernizm temelinde bir programa
kavuşmuş ve gelişmiş, 1990 başlarında reel sosyalizmin
çöküşü ile yeniden biçimlenerek en olgun düzeyine
ulaşmıştır. Reel sosyalist sistemin sorunları
ise çok daha kapsamlı irdelemelerin konusudur
ve bunlar belirli ölçülerde devrimci sosyalistler
tarafından yapılmıştır. Devrimci sosyalistler
bu değerlendirmelerin daha da derinleştirilerek
mücadelenin önünü açacak pratik çözümlemelere
değin geliştirilmelerini bir görev olarak görmektedirler.
Sonuç olarak; 1990 başlarında ortaya çıkan dünya
tablosu proletarya ve tüm emekçiler için oldukça
karanlıktır ve ciddi bir gerilemeyle karakterize
olmaktadır. Neo-liberal ekonomi politikaları temelinde
dayatılan vahşi sömürü, reel sosyalizmin çözülüşü
ile birlikte dizginsiz bir hale gelmiş, emekçilerin
kazanımlarının tümüne saldırılmış ve pek çoğu
gasp edilmiştir. Yeni-sömürgecilik derinleştirilmiş,
ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşları gerilemiş,
halklara yeni-sömürgeciliğin yanı sıra yeni mandacılık
ve işgal dayatılmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerde
burjuva demokrasisi tümden budanmış, 11 Eylül
saldırıları sonrasında polisin ve diğer baskı
aygıtlarının tüm toplumsal ilişkiler üzerinde
tam bir egemenliği sağlanmıştır. Vahşi sömürü,
sömürgeci savaşlar, koyu gericilik, dünyadaki
tüm dengelerin ve çelişkilerin yeniden biçimlenişi
ile karakterize olan bu süreç, her açıdan yeni
bir tarihsel süreçtir. Ve doğal olarak, tüm devrimci
güçlerin önünde, öncelikle içinde bulunduğumuz
bu yeni sürecin ilişki ve çelişkilerini, ülkemiz
sınıf savaşımına yansımasını kavramak görevi durmaktadır.
Doğru bir emperyalizm ve dönem anlayışına sahip
olunmadan, doğru bir mücadele ve devrim anlayışına
sahip olmak mümkün değildir.
Ancak sadece bu değil, hayatın bütün süreçleri,
bütün gelişmeler her alanda bütünlüklü çözümleler
geliştirmemiz gerektiğini, her alanda mevcut düzeyi
daha ileri noktalara, süreklilik içinde kopuş
diyalektiği temelinde, sıçratmamız gerektiğini
ortaya koymaktadır. Bir çok kez ifade ettiğimiz
gibi, nesnel koşullar; neo-liberal emperyalist
saldırı programı, krizler, özelleştirme, emperyalist
işgaller ve savaş, işsizlik, derinleşen yoksulluk
ve yozlaşma, yabancılaşma, demokrasinin tümden
inkarı ve özgürlükler sorunu, vb. pek çok yaşamsal
sorun birçok devrimci imkan yaratmaktadır. Ancak
bununla birlikte, uzun yıllara yayılan bir sürecin,
bu nesnel koşullara devrimci sosyalist bir alternatifin
yanıt olmamasının yarattığı bir dizi yıkım ve
olumsuzluk söz konusudur. 12 Eylül yenilgisi ile
reel sosyalizmin yenilgisinin üst üste düşmesi,
Kürt ulusal hareketine tasfiyeciliğin egemen olması
ve 19 Aralık operasyonu ile Türkiye devrimci hareketindeki
gerileme ve tasfiyeciliğin tüm nihai sonuçlarına
vardırılması; birbirini izleyen bu ağır yenilgi
ve gerileme süreçleri önemli sonuçlar yaratmıştır.
Emperyalist-kapitalist sistem krizleriyle, giderek
derinleşen ve vahşileşen sömürü, yozlaştırma,
baskı düzeneğiyle tüm emekçiler için devrimden
başka çıkış seçeneği bırakmıyor; bu nesnellik
devrimi, devrimin örgütlenmesi sorununu uzak geleceğin
değil, hemen bugünün sorunu haline getirip güncelleştiriyor.
Ancak bu nesnellik ile devrim ve sosyalizm cephesi
arasında yaşanan gerileme ve süreci anlayamamak,
bu yönde müdahalede bulunamamaktan kaynaklanan
büyük bir mesafe oluşmuştur. Dahası bu mesafe
uzun süredir kapanmak yerine açılmaktadır.
Sol ve devrimci hareketin politik özne olmaktan
uzak bu hali, KUKM de yaşanan liberal tasfiyecilik
ve düzenle bütünleşme iradesi önümüze bir resim
koyuyor, önemli fikir veriyor. Bu gerilemeye rağmen
süreç; reformizm ile devrimcilik, proletarya enternasyonalizmi
ile milliyetçilik, liberal sol ve devrimci demokrasi
(demokratizm) ile sosyalizm, daha ötesi devrimci
yenilenme ile dogmatik tutuculuk ve devrimci olmayan
yenilenme arayışları arasındaki ayrımlar gündemleştiriyor.
Sol ve devrimci güçler bu temelde bir kez daha
tasnif oluyor, ayrışma eğilimi gösteriyor. Aynı
zamanda bu gericilik atmosferi içinde yeni arayışları
ve birlik çabalarını da ortaya çıkarıyor.
Bu atmosfer içinde devrimci güçlerin birlik arayışları
ve çalışmaları, demek ki, basitçe, taşların yerli
yerine oturmuş olduğu dönemlerde görülen birbirine
yakın ideolojik-politik, örgütsel, pratik ve kültürel
yapılara sahip olan devrimci güçlerin ortak çatıda
birleşme çabaları olarak görülemez. Bugün tüm
taşların yerinden oynadığı ve yeniden biçimlendirildiği
bir tarihsel süreçten geçiyoruz. Bu sürecin devrimci
öznesi ancak bütünsel bir devrimci yenilenme zemininde
yaratılabilir.
Kapitalist sistemin yeni bir aşamaya, emperyalizm/
tekelci kapitalizm aşamasına evrildiği, bununla
bağlantılı olarak dünyanın çehresinin büyük bir
değişim yaşadığı; bunun yanı sıra Marksizmin revize
edilerek yozlaştırılmaya çalışıldığı, Lenin’in
ifadesiyle “kriz” yaşadığı bir dönemde, 20. yüzyılın
başında, Leninizm yenilenme iradesi olarak ortaya
çıkmıştır. Elbette bugün, yüzyılın başında Lenin
ve Bolşeviklerin karşılaştığı sorunlardan kimi
yönleriyle çok daha karmaşık bir tablo vardır.
Devrimci yenilenme sadece ülkemiz devrimi için
değil, evrensel boyutta bir ihtiyaçtır. Marksizm’in
21. yüzyılda, Lenin’in işaret ettiği yenilenmeye
ihtiyacı vardır, dahası bu zorunludur. Evrensel/enternasyonal
boyutu da olan bütünsel bir yenilenme teorik,
siyasal, kültürel, örgütsel, ideolojik boyutları
içerir. Ve bu ancak ve ancak örgütlü ele alındığı
ölçüde ön açıcıdır.
Devrimci örgütsel birlik, bu tarihsel sürecin
ve bu sürecin görevlerinin tanımlanmasında, buna
uygun bir pratiğin örülmesinde, yani devrimci
yenilenme zemininde ortak paydalarda buluşmak
olarak geliştiği ölçüde, sürecin gereksindiği
devrimci özne/öncü sorununa yanıt olmada ileri
bir adım olacaktır.
Bu bağlamda yenilenme ihtiyacı ve eylemi ve bu
temelde saflaşma, ayrışma ve birlik süreçleri
sadece yapılarımızla sınırlı değildir. TDH’nin
bir çok kesimi, özellikle geleneksel sol uzak
olsa da, bu nesnel-öznel süreçten muaf olamaz.
Zaten bu ihtiyacı gören ve ele alan bazı kesimler
vardır, bu yöndeki çabaları görmek gerekir. O
halde devrim ve sosyalizme karşı sorumluluk, yenilenme
ihtiyacını hisseden, bu yönde açılım içinde olan
birey, çevre ve örgütlülüklere karşı doğru yaklaşmayı
gerektirir. Yani, bir yanda parti saflarında daha
güçlü bir yenilenme eylemini yaratmak, diğer yanda
yenilenme eylemi içinde olan devrimci birey, çevre
ve örgütlülüklerle, eşit, demokratik, ilerletici
ilişkiler kurmak anlamlıdır. Devrimci yenilenmede,
politik çizgi ve açılımlar, yaşam ve mücadelede
içinde derinleşecek; kendi yolumuzda, kendi tarzımız
ve politikamızla yürürken, devrimci yenilenme
eylemini benimseyen dışımızdaki çabalara azami
duyarlılık ve sorumlulukla yaklaşılacaktır.
Birlik süreçleri açısında yaşamsal öneme sahip
olan iki önemli faktör daha bulunuyor.
Birincisi, ilkeli bir parti için “birleşmeden
önce ayrılıkları ortaya koymak” ilkesinden hareketle,
ikna olmaya ve ikna etmeye açık bir tarzla ideolojik-politik
çerçevenin mümkün olduğu kadar bütünsel ele alınmasıdır.
İkincisi ise, en az birincisi kadar önemli olan,
ismi ne olursa olsun, ister güç birliği, ittifak
vb., isterse parti birliği (ki biz bunu hedefledik
ve başardık) olsun, sürecin tam bir güven ve ortak
politik tarz ve kültür ortaya çıkarmasıdır. Yürütülen
tartışmaların ilerletici, samimi ve açık yapılması,
yakalanan ortak paydalarla, ayrılıklardan daha
çok birlik ruhu ve anlayışının sürece egemen olması
devrimci bir birlik sürecinin olmazsa olmaz unsurlarıdır.
1990’larda Örgütsel
Birlik Deneyimleri
Burada bir parantez açarak, reel sosyalizmin yıkılmasının
ardından, özellikle ağırlıklı olarak reformist
çevrelerce gündeme getirilen “yenilenme” ve “solun
birliği” söylemlerinin ve pratiklerinin üzerinde
durmak gerekiyor.
Özellikle ÖDP’de somutlaşan birlik anlayışı devrim
merkezli bir birlik değil, yasalcı, tasfiyeci,
liberal zeminle sınırlı bir birlikti. Birbirine
benzemez kesimlerin, genel geçer ve esas olarak
devrimci duruştan uzaklaşma temelindeki sol liberal
bir “yenilenme” söylemiyle birlik gerçekleşmiştir.
‘Parti olmayan parti’ ÖDP; çatısı altında tuttuğu
güçlerin yeniden ayrışması sonucu, kısa sayılabilecek
sürecin ardından tasfiye olmuştur. Bugün yeni
ayrışmalarla, iç tasfiyelerle sol liberal iddialarının
arkasındauma konumunu yitirme durumu ile karşı
karşıyadır.
Ayrıca, 1990 yıllarda ortaya çıkan keşmekeş atmosferinde
yoğunlaşan arayışları toparlama gayreti içinde
“Komünistlerin birliği” şiarıyla hareket eden
eğilimler, yapılarda ortaya çıkmıştır. Ekim’in
ilk süreçleri, DPG bu tarzda yorumlanabilir. Bu
birlik eğiliminde solun bütünsel eleştirisinin
yapılmaya çalışılması (bu eleştirilerin içeriğinin
doğruluğundan, yanlışlığından bağımsız olarak)
bir çıkış arayışı olarak olumlu görülebilir. Ancak
iddiaların büyüklüğüne karşın bakış açılarındaki
sakatlıklar, bütünsel bir yenilenme yaklaşımının
zayıflığı, örgütsel ve güncel politik yaşamda
zayıf bir konumlanış bu birlik çabalarını sıkıntıya
sokmuş ve giderek bu yapıları geleneksel yapıların
bir versiyonuna dönüştürmüş, yada atomize olmayı
beraberinde getirmiştir.
Dönemin bir başka birlik anlayışı TKP-ML Hareketi
ile TKİH’in birliğidir. Bu birlik anlayışı gelişmekte
olan yeni tarihsel süreci çözümleme, bu temelde
bütünlüklü bir devrimci yenilenme geliştirme zemininde
yapılmaması, geride kalan dönemin referansları
üzerinde gelişmesi anlamında sürece yanıt oluşturmayan
bir birliktir. Ancak bu eksikliklerine karşın,
kalıcı örgütsel ve politik birliği ve aynıların
aynı yerde toplanmasını sağlaması, Türkiye devrimci
hareketinde oldukça eksik olan bu beceriyi göstermesi
bağlamında olumlu bir birlik pratiği olarak değerlendirilebilir.
Ayrıca pratik taktik dinamizm anlamında da bu
yapıların içinde bulunduğu durgun politik konumlanışı
aşmalarını sağlayan yeni araç ve yollar bulma
arayışını da bu birlik süreci sağlamış görünmektedir.
Bu pratiklerden de hareketle kiminle ve nasıl
bir birlik sorusunu tekrar sorduğumuzda yaşadığımız
birlik sürecinde yanıtımız açık olmuştur;
Reel sosyalizmin çöküşüyle birlikte Marksizm’in
ruhuna el fatiha diyenlerle ya da dünün referanslarıyla
dünyayı tanımlamaya çalışanlarla örgütsel birlik
olamaz. Böylesi bir birlik gerçekçi de değildir.
Örgütsel birlik, ancak an’ı kavrayan ve Marksist
hareketin 150 yıllık tarihiyle, coğrafyamızdaki
85 yıllık sol/devrimci hareketin tarihine eleştirel
yaklaşarak ortak sonuç çıkaranların birliği olarak
gelişebilir. Bu zemine oturmayan bir birliğin
dönemin ihtiyaçlarına yanıt verebilmesi mümkün
değildir.
Evet, dağınıklığı gidermek, güçlü bir devrimci
özne yaratmak Türkiye devrimci hareketinin ihtiyacıdır.
Ancak bunun yanıtı tüm devrimci parti ve örgütlerle
girilecek “devrimci örgütsel birlik” kurma çalışmaları
değildir. Bu gerçekçi de değildir. Birliğe giden
yol, yukarıdaki perspektifle yürütülecek birlik
çalışmalarıdır.
Cephe, Güç Birliği,
Eylem Birliği vb. Bağlamında Birlik
Burada ikinci bir parantez açarak, devrimci ve
sol güçler arasındaki birlik ilişkilerinin bir
diğer boyutuna, ittifak ilişkilerine; cephe, güç
birliği, eylem birliği, vb. ilişkilere de değinmek
gerekiyor. Bu tür birlik ilişkilerine doğru yaklaşım,
girilen ilişkilerin özgül amaçlarına daha güçlü
biçimde hizmet edeceği gibi, daha büyük örgütsel
birlikler için uygun zeminlerin yaratılmasına
da ciddi katkılar sunabilir. Bu tür birlik ilişkileri
farklı ideolojik-politik çerçeveye sahip olanların,
bir program yada somut tekil bir hedef doğrultusunda
devrimin ihtiyaçları ve güven temelinde birlikte
hareket etmelerini ifade eder. Bu tip birlikler
doğası gereği en geniş kesimi çatısı altında toplar;
burada eşitlikçi, demokratik bir yaklaşım, tutarlılık
ve sözünün arkasında olmak, bağımsız politika
ile birlikte mücadelenin sorumluluğu arasında
doğru bağlar kurmak vb. önemlidir. Sürecin ihtiyaçlarına
göre değişik biçimler alan bu tür birlikler doğası
gereği geçicidir, koşullar değişince, sınıf ilişki
ve çelişkileri yeni boyutlar alınca varlık koşulları
ortadan kalkar. Ancak böyle de olsa bağımsız tavırla
bütünleşmiş, içinden geçilen dönemi kavramış bir
politik kimlik ve pratik tutum, ittifak ilişkilerinin
de doğru bir zeminde gelişmesi için olmazsa olmazdır.
Türkiye Devrimci Hareketinin yaşadığı bir çok
deneyimde görüldüğü gibi, bağımsız tarzını ve
kimliğini billurlaştıramamış, süreci kavramaktan
uzak, bunlara bağlı olarak “kimlik bunalımı” yaşayanların,
geçici de olsa ittifak ve güç/eylem birliklerinde
istenilen rolü oynayamayacağı açıktır. Bu tür
deneyimlerin önemli ölçüde başarısız olmasında
devrim ve sosyalizme yaklaşımdaki farklılıklardan
kaynaklanan sorunlar kadar, bu tür yapısal sorunların
da rolü bulunmaktadır.
Bizlerin bu tip oluşumlara; somutta “Irak’da İşgale
Hayır” platformu vb. gibi platformlarda cisimleşen
birliklere karşı tutumumuz yukarıdaki yaklaşımı
esas almaktadır. Her bir girişimi kendi sürecimiz
ve mücadelenin ihtiyaçlarıyla bağlantılı olarak
somut değerlendirmek esas alınmaktadır. “Irak’da
İşgale Hayır” vb. gibi platformlarda olduğu gibi
desteklemekte ve içinde yer almaktayız, yer almayı
gerekli görmekteyiz.
Kısacası, öncelikle kendi ideolojik, politik,
örgütsel hedeflerimize kilitlenmemize karşın,
bununla çelişmeyen, mücadelenin somut ihtiyaçlarına
yanıt olabilecek çeşitli birlik girişimlerini
desteklemekte ve özne olmaktayız. Geçici ve dönemsel
olan bu birlikler, hem genel olarak mücadeleye,
hem de özelde kendi öz pratiğimize, sürecimizin
ana yönelimine hizmet etmelidir. Sürecimizin ana
sorunu devrimci sosyalist öznenin bütünlüklü bir
tarzda yaratılmasıdır. Buna hizmet etmeyen hiçbir
birlik yaklaşımı ve pratiği geliştirici olamaz.
Devrimin temel sorunu iktidar sorunudur, iktidar
sorunu birlikten, birliklerde somut ve gerçekçi
yaklaşımlardan koparılamaz!
Devrimci Sosyalist Hareket
Birlik Hareketidir
Birlik sorunu, Partimiz için “P-C lilerin birliği”
bağlamında, bu alt başlıkta özel bir yer tutmuştur.
Devrimci Sosyalist Hareketin ilk oluşumundan bu
yana, P-C lilerin birliği” şu veya bu ölçüde güncel
bir başlık ve pratik görev olmuştur...
Konuyu daha iyi anlamak için, öncelikle, daha
önce bir başka yazımızda açıkladığımız gibi, “köken”
kavramı,bu temelde de “P-C’lilik..” üzerine kısa
bir açılama/veya değerlendirme yapmakta yarar
vardır. Çünkü bu kavram bugün doğru ele alınmazsa,
bugün ayakları üzerine dikilmezse, bir karmaşanın
da kapısı açılmış olur. Kaba bir değerlendirme
ile pekala bugün, “köken..” kavramından hareketle,
bir dizi reformist- revizyonist, sivil toplumcu
liberallerle veya sol sekter dogmatik devrimcilikle
aynı platformda buluşmak mümkündür. Ama bu doğru
değildir, gerekli ve gerçekçi de değildir. Birçok
kavram veya tanımlama gibi, “köken..” kavramı
veya tanımlaması da koşullara, zamana, mekana
göre farklı içeriklere sahip oluyor. Hatta bir
dönem için doğru olan, bir başka dönem için anlamını
yitiriyor. Doğaldır; çünkü değişim ve dönüşüm,yaşamın
her alanında olduğu gibi, siyasal yaşamda da içseldir,
hiçbir olgu veya kavram bunun dışında kalamıyor.
Bundan dolayı, örneğin 1972 Kızıldere yenilgisi
sonrası, birçok P-C gücü vardır ve bunları tanımlarken,
o tarihsel dönemde “P-C kökenli..” olarak tanımlamak
çok da yanlış değildir. Ama yaşam, hele de bu
sınıflar mücadelesinin ortaya çıkardığı siyasal
yaşam söz konusu olunca, eşitsiz ve sıçramalı
gelişim bu güçleri değiştiriyor, dönüştürüyor,
hata başkalaştırıyor. Sadece politik çizgideki
değişim değil, kültürel ve politik tarz açısından
da değişim yaşanıyor, bir dönem “P-C gücü..” olan
bir başka dönem bu niteliklerinden uzaklaşıyor.
Hatta bu uzaklaşma, kimi zaman dogmatizmle “savunma..”
adına karikatürleşme, kimi zamanda liberal rüzgarlarla
devrimcilikten kopma, reformizmle buluşma olarak
ortaya çıkıyor. Marksizm eleştirel yöntemi içerir,
değişmeyen tek yasa “değişim yasası” dır. Buna
bağlı kalarak kendini yenileyen, değiştirip dönüştüren
Marksizm’in özüne bağlıdır.Bu ‘P-C lilik’ kavramı
için de geçerlidir.Yani,bir dönem, 1975-80 döneminde
birçok P-C gücü siyasal yaşamın bir parçasıyken,
gerek 12 Eylül yenilgisi, gerekse de sonrası tarihsel
süreç, tek başına bu ölçü ile, “köken..” kavramı
ile yetinilemeyeceğini, bu tarihsel süreçte oluşan
politik anlayış, kültür ve tarzla birlikte düşünsek,
yeni tasnif yapmayı zorunlu kılmaktadır. Bizim
için bugün, TDH’ni tümden kapsayan yenilenme ihtiyacı,
bu temelde bir “köken..” veya P-C’lilik anlayışı
anlamlıdır. Hatta tek başına P-C lilerle sınırlı
bir yenilenme eylemi politik hedefi ve yönelimi
daraltır.
Bu ön açıklama sonrası devam edelim... Devrimci
Sosyalist Hareket Kızıldere yenilgisi sonrası,
dağılan örgütsel yapıyı yeniden inşa etmek ve
savaşı kaldığı yerden devam ettirmek iradesi ile,
1975 yılında ilk kuruluş adımını atmış; bu adımı,
o günün koşularında “sendikacılar” (Ömer Çimeken
vb. yoldaşlar.), “Orta Öğrenim Derneği..” (Fehmi
Gökçek vb. yoldaşlar..”), “Galatasaraylılar”(A.
Ermutlu vb. yoldaşlar.) oluşumlarının katılımları
izlenmiştir.
Görüldüğü üzere, 1975’de artık, “Kesintisizleri
sonuna kadar savunuyoruz” diyen, “temel mücadelenin
örgütlenmesi partinin örgütlenmesidir” anlayışı
ile politik-askeri bir irade vardır, Devrimci
Sosyalist Hareket sınıf mücadelesinde politik
bir öznedir. Bu tarihsel süreçte birbirinden bağımsız
bir çok P-C çevreleri vardır, her bir çevre bir
örgütlülük içindedir. Devrimci Sosyalist Hareket,
P-C’liliği kendi ile sınırlı görmemekte, TDH’
de bir yol ayrımını ifade eden Kızıldere ve 71
silahlı mücadelesi değerlendirmeleri üzerinden,
kendini net tanımlarken, P-C’li güçlerle de birlik
hedefini önüne koymuştur. Bir yandan kendi politikası
ve özgücüyle ile politik- askeri savaşı yürütmek,
diğer yanda, P-C’li güçlerle partiyi inşa etmek
bu sürecin temel politikasıdır. THKP-C/ E.B (Eylem
Birliği) ile başarısız ittifak veya güç birliği,
bu amaçlıdır; bu süreçte EB ile birlikte ortak
bir kimlik olarak kullandığımız, “DK” bir kazanım
olarak tarihimizde yerini almıştır.
Bu dönemde partimiz “İstanbul örgütlülüğü..” olarak
tanımlanıyor, ancak 78’lerde bu tümden aşılıyor.
N.Gürateş yoldaş önderliğinde Ege ve Güney örgütlülüğü,
o günün koşularında Kemalizm üzerine eleştirisi
ile, aynı ideolojik-politik anlayış içinde olanların,
güven ilişkileriyle örgütsel birliğin yapıcı,
olumlu bir örneğini sunuyor. Ve böylece partimiz
Anadolu ve Kürt coğrafyasında güçlü bir örgütlülüğe
ulaşan bir yapıya dönüşüyor. Bu yazının amacı
bir dönemin ayrıntılı değerlendirmesi değildir,
bunu çeşitli vesilelerle, bir çok açıdan ele aldık,
parti literatürümüzde vardır. Ancak konumuz olan
parti birliği açısından altı çizilmesi gereken
noktalar, bu dönemde, 1975-80 döneminde, partimizin
P-C’lilerin birliği için yola çıktığı, bu yönde;
a) aynı ideolojik- politik çerçeveye sahip olanlarla,
b) güven ve samimiyetli, c) politik ve askeri
savaşın yüklediği sorumluluk ve kültürle bir dizi
olumlu adımı attığıdır. Hatta partimiz için “birlik
hareketi” demek yanlış değildir..
12 Eylül açık faşizmi, yeni bir dönemin başlangıcını
ifade ediyor. Bu süreçte, TDH ağır bir yenilgi
yaşadı, direniş çizgisi ve çabası partimiz içinde
yenilgiden kurtuluşu sağlayamadı. Ancak, bu dönemde,
özellikle 12 Eylül yenilgisinin nispeten gerilediği
bir dönemde, 1987’lerde bir dizi örgütsel kriz
yaşansa da, bugün yönelimimize egemen olan, yenilenme
eylemi, en çokta ideolojik-politik alanlarda güçlenerek
sürecimizde kazanıma dönüştü.
Ve bu süreç, artık eski ölçülerle değil, sınıf
mücadelesinin ortaya çıkardığı yeni olgu ve ölçülerle
sorunlara yaklaşmanın önemini ortaya çıkardı.
Konumuza paralel olarak bir dönem “P-C gücü..”
olarak tanımlanan birçok yapı, fiziki ve ideolojik
olarak tasfiye oldu. 1990’lardan itibaren DS pragmatizmle
karışık bir doğmatizm yoluna girerken, DY’un gövdesi
liberal sol tasfiyecilikle düzen içine evrildi.
Daha sınırlı bir bölümü ise devrimci duruşunu
koruyarak, ancak DY çizgisini yeni koşullarda
üretmede ciddi sorunlar yaşayarak yoluna devam
etti. Birçok yapı iç sorunları ile boğuştu, yenilenme
arayışları güçlenemedi, 89 sonrası yükselme eğilimi
gösteren sınıf mücadelesine istenilen düzeyde
yanıt oluşturulamadı.
Yenilenme bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı; Partimiz
bunu gördü, bu yönde açılımlar da yaptı. İşte
bu dönemde, HKG’den yoldaşlarımızla birlik sürecimiz
ortaya çıktı, Serpil Polat hevalın ateşi ile bu
birlik, Parti birliğinde cisimleşti. Birliğimiz
P-C’nin temel tezleri üzerinde gerçekleşti. Ancak
o dönem yayınlanan belgelerde de görüleceği üzere
kesin biçimde kendisini devrimci yenilenme hedefi
üzerine kurdu. Devrimci yenilenme hedef ve perspektifinin
birliğimizin temel harcı olduğu vurgulandı.
Bugün bu adımlar, yeni adımlarla derinleşmiştir,
derinleşmelidir.
Bir dönem, P-C’li olmanın ölçüsü, “Kesintisiz
devrimi savunmak..” iken, bugün Mahir Çayan yoldaşın
yöntemi ile, P-C’lilik ruhu ile, devrimci yenilenme
eylemi içinde olmaktır.
Sonuç: Veya Devrim Ve Birlik
Dikkatli bir bakış; TDH tarihine göz gezdirince,
“devrim” ve” birlik” tartışmaları arasında önemli
bir ilişki olduğunu görür. Çok kaba olarak, 1968-71
döneminde TDH’ de “devrim..” eksenli tartışmaların
çok yoğun olduğunu; ülke değerlendirmeleri, emperyalizm
ve dönem değerlendirmeleri, bunların üzerinden
devrimin sorunları, yani strateji, mücadele biçimleri,
örgütlenme vb. oldukça ön planda olduğu görülür.
İlk programatik platformumuz olan KESİNTİSİZ DEVRİM
1-2-3 tam da budur.
Yine, 75-80 döneminde sol ve devrimci hareket,
bunun devamı tartışmalara şahit oldu. Yani, özetle
1968 ile 1980 döneminde, elbette başka tartışma
başlıkları olsa da, devrim eksenli tartışmalar
ön plana çıktı. Özellikle 12 eylül yenilgisi ve
sonrasında; bu yenilginin yarattığı ortama, “reel
sosyalizm”de yaşanan çözülme eklenince, sosyalizm
tartışmalarının yanı sıra “birlik” tartışmaları
ön plana çıktı.. Kuruçeşme tartışmalarının, ÖDP
oluşumunun, yaşanan başka deneylerin ortak paydası,
“birlik” ihtiyacının ve tartışmalarının olduğudur.
Elbette, ‘birlik’ bir ihtiyaç olarak ortaya çıkıyor,
ama bunun yanı sıra, birlik kültürü ve anlayışının
zayıflığı nesnel koşulların yarattığı bir dizi
olumsuzluk, TDH’de yaşanan kimlik bunalımıyla
birleşince olumsuz deneyler kaçınılmaz oluyor.
Dahası bu olumsuz deneyler, birlik ihtiyacı ile
“mesafeli duruşu” ifade eden bir gerilime de kaynaklık
ediyor.
Aynılar aynı yerde, ayrılar ayrı yerde; çoğu kez
bu tanımlama veya doğru sonuç, birlik tartışmaları
içinde anlamını bulmuyor, hatta tam tersi örnekler
yaşanıyor. Bu “birlik” tartışmalarında veya “birlik”
talebinin ön plana çıktığı dönemde, “aynı” olmayan,
birbirine hiç benzemeyen, “sosyalist demokrasi”,
“kanatlı parti..”, “parti olmayan parti..” vb.
gibi tanımlamalarla yan yana gelenler olduğu biliniyor.
Bir anlamda, “nasıl birlik olunmaz”ın tersten
okunuşu olan bu örnekler, yaşamın geçekliği ile
uyum sağlayamıyor, bu kez, ayrışma süreci yaşanarak
bitiyor. Tersten verebileceğimiz örnekler de bulunuyor:
programatik düzeyde önemli farkları olmayan geleneksel
solun kimi yapıları, küçük burjuva kültürünün
egemenliği altında adeta amip gibi bölünüyor.
TKP-ML geleneği (çeşitli bölümleriyle) bunun bir
örneğidir...
Konumuzla bağı açısından, devrim ve iktidar perspektifinden
uzaklaşmanın, “birlik” adına savrulmanın yaşandığını
bize öğretmektedir. Yine de yaşam ve mücadele
ayrıştırıyor ve birleştiriyor; aynıları aynı yere,
ayrıları ayrı yere sürüklüyor, ayrışma ile birlik
eğilimi yan yana görülebiliyor. Başka ayrım noktalarının
yanı sıra, devrim ile reform ayrışmasında, devrimci
olmak, devrimci birlik için bir ölçüdür, ama yeterli
değildir. Reformist -legalist- liberal solu bir
yana bırakırsak, devrimci yenilenmeden uzak bir
devrimciliğin, güncel ve somut mücadele süreçlerinde
“devrimci birlik” içinde olmak da mümkün (F tipine
karşı Ö.O eksenli birleşik mücadelede olduğu gibi);
ama tüm bunların parti birliğinden uzak olduğu
açıktır.
Partimiz, bu noktada, yenilenme eylemine özel
bir önem vermektedir... Devrimci birlik süreçleri
yeni tarihsel sürecin dinamikleriyle buluştuğu
ölçüde, yani bir devrimci yenilenme sürecinin
bir parçası olarak geliştiği ölçüde gerçek bir
devrim hareketinin yaratılmasının önünü açabilir.
Bu anlamda, artık devrimci birlik süreçlerinin
tartışmaları ve görevleri devrimci yenilenmenin
görevleri ile birlikte ele alınmak zorundadır.
Sol harekette ayrışma, tasfiye, yenilenme, birlik
arayışlarının iç içe geçtiği günümüzde, devrimci
yenilenme temeline dayanan devrimci birlikler,
devrimci bir halk hareketinin, güçlü bir proletarya
partisinin ve sarsıcı devrimci atılımın yaratılması
mücadelesine büyük bir dinamizm ve ivme kazandıracaktır.
Birlik sorununa bu bilinçle yaklaşıyoruz. Bu bilinç
ve iradeyi yeni kazanımlarla somutlaştırmak için
her türden çabayı harcayacağız...
|