Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini


 

 

30. Sayı - Mayıs/Haziran 2005

Bir dönem sadece P-C çizgisini savunan yapılara özgü bir kavram gibi algılanan oligarşi kavramı, günlük politik söylemde giderek daha fazla ve daha değişik kesimlerce kullanılıyor. Buna bağlı olarak kavramın en dar anlamı aynı kalmakla birlikte, günlük politik kullanımdaki içeriği giderek bozulma riski taşıyor.
Öte yandan, P-C literatüründe 71'de kullanılmaya başlanan oligarşi kavramının içeriğini dolduran olgular aradan geçen süre içinde önemli değişimler yaşadı.
Tam da bu noktada, kavramın genel çerçevesini bir kez daha somutlaştırmak yararlı olacaktır.

Genel Olarak Oligarşi ve Oligarşik Diktatörlük
Oligarşi, siyasi gücün birkaç kişilik bir grubun elinde toplandığı yönetim, aristokrasinin daralmış biçimi, takım erki olarak tanımlanıyor sözlükte. Sözlük bize en dar anlamı veriyor.
Oligarşinin bu dar anlamında da görüleceği üzere, kavram ile sınıflı toplumlarda çok küçük bir azınlığın yönetimindeki devlet biçimi ifade ediliyor. Burada kilit olgu gücün az sayıda insanın, kesimin elinde merkezileşmesi, yoğunlaşmasıdır.
Bir üstyapı ilişkisi, kurumlaşması olarak siyaset, devlet vb. esas olarak bir toplumsal alt-yapı üzerinden yükselir. Sınıflı toplumlarda ekonomik ve toplumsal yaşama egemen olan sınıf, doğal olarak siyasi iktidara da egemen olur. Ekonomik alt-yapıya egemen olmayan bir sınıfın siyasal alana egemen olması ya mümkün değildir ya da oldukça geçici durumlarda söz konusu olabilir.
Her sınıflı toplum ortaya çıktığı ve geliştiği ilk dönemlerde ilerici dinamikler taşır. Toplum yapısına egemen olan sınıf içindeki farklılıklar henüz büyük değildir. Egemen sınıf içindeki ilişkiler az-çok birbirini dengeleyecek, eşitleyecek düzeye yakındır. Ekonomik ve siyasal güçte merkezileşme ve yoğunlaşma henüz zayıftır. Köleci toplumda köleci sınıf, feodal toplumda feodal sınıf, kapitalist toplumda ise burjuvazi içindeki güç ilişkileri bu toplumların ortaya çıktığı süreçlerde henüz çok zayıf bir hiyerarşik zemindedir ve çok çatışmalı değildir.
Ancak tüm sınıflı toplumlarda toplumsal gelişme, ekonomik, siyasal ve toplumsal gücün ve olanakların egemen sınıflar içinde giderek daha küçük bir kesimin elinde toplanması yönünde işler. Başlangıçta üretici güçleri geliştiren nispi özgür gelişme ortamı, giderek gücü elinde toplamaya başlayan daha az sayıdaki unsur tarafından engellenmeye ve denetlenmeye başlanır. Toplumsal ilişkilerde ve egemen sınıf içindeki katmanlaşma ve hiyerarşi derinleşir, büyür, toplumsal yapının tüm hücrelerine sızar. Ekonomik güç, egemen sınıf içindeki küçük bir azınlığın elinde merkezileşmeye ve yoğunlaşmaya başlar. Böylece, giderek üretim ilişkilerinin üretici güçlerin gelişiminin önünde engel haline geldiği bir düzeye ulaşılır. Bu süreç aynı zamanda hem ezilen sınıfların, hem de egemen sınıf içinde daha geri konuma düşmüş kesimlerin muhalefetinin büyüdüğü, çelişkilerin keskinleştiği ve açık çatışmalara dönüştüğü bir süreçtir. Bu nedenle, ekonomik gücü elinde toplamış olan hiyerarşinin en tepesindeki küçük kesim siyasal gücü de elinde merkezileştirir. Devlet aygıtı özellikle ezilen sınıflar karşısında egemen sınıfların kolektif baskı aygıtı olma özelliğini korur. Egemen sınıflar arasındaki ilişkilerde ise ekonomik gücü kendisinde yoğunlaştıran küçük ama güçlü kesimin aracı haline gelmeye başlar. Ezen sınıf(ın)ların diğer kesimlerinin siyasal gücü, yetkileri zayıflatılır. Devlet aygıtı buna göre düzenlenir. Devletin kilit kurumları ve kadroları egemen sınıf içindeki küçük azınlığın siyasal uzantıları haline gelir. Küçük azınlık hem ezilenlerin tepkilerini bastırmak, hem de egemen sınıfın diğer kesimlerinin homurtularını kesmek için baskı aygıtını büyütür, daha da sıkılaştırır, siyasal katılımın içini boşaltır, giderek gerici terörü yoğunlaştırır, koşullara göre biçimlenişi değişen bir diktatörlük kurar. Hiç kuşkusuz, bu diktatörlük ve güç ilişkisi salt oligarşinin gücüne dayanmaz. Küçük bir azınlık olan oligarşi sömürücü sınıfların geniş kesimlerini kendisine ve sisteme bağlayan bir ilişki sistemi kurar. Hatta buna ezilenler içinden küçük kırıntılarla ayartılmış kesimleri de katar.
İşte tüm sınıflı toplumlarda yaşanan bu gelişme seyri, ekonomik ve siyasal egemenliğin, egemen sınıf içindeki küçük bir azınlığın, yani oligarşinin elinde toplanması ile sonuçlanır. Ortaya çıkan siyasal yönetim ise oligarşinin devlete egemen olması ve tüm siyasal erkin kendisinde merkezileştirilmesi ve diğer kesimleri siyasal yönetimin dışına atması anlamında bir oligarşik diktatörlüğe dönüşür.

Emperyalist Ülkelerde Oligarşik Yapı: Mali Oligarşi
Marksist literatürde oligarşi kavramının popülerleşmesi esas olarak emperyalizm tartışmaları ile birlikte başlar. 19. yy'ın sonlarına gelindiğinde, serbest rekabetçi kapitalizmin küçük ve orta boy kapitalist sanayiciler, atölyeciler, tüccarlar, tefeciler, bankacılar denizi yerini, artık tüm ekonomik yaşama egemen olmaya başlamış olan tekellere bırakmaktadır. Tekeller üretimin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin ve bununla bağlantılı olarak sanayi ve banka sermayesinin kaynaşmasının ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Bu kaynaşma ile ortaya çıkan tekeller daha özgün bir kapitalist yapıyı; mali sermaye (finans kapital) olarak tanımlanan küçük bir azınlığı ortaya çıkarmaktadır. Mali sermaye, yani egemen kapitalist sınıf içinden çıkan bu küçük egemen azınlık, kapitalizmin emperyalist aşamasının en önemli aktörlerinden, unsurlarından biridir. Sayısız küçük ve orta boy işletmeyi, tefecileri, tüccarları yutarak büyüyen, sermayeyi ve üretimi merkezileştirip yoğunlaştıran mali sermaye, kapitalist ülkeleri ve uluslar arası ilişkileri yeniden biçimlendirir. Toplumsal ve uluslar arası hiyerarşi ve katmanlaşmayı hızla derinleştirir. Mali sermaye, oligarşik bir yapıdadır ve kendi egemenlik sistemini geliştirir. Emperyalist kapitalist ülkelerde mali sermaye oligarşiyi oluşturduğundan, mali oligarşi olarak tanımlanmıştır.
Kapitalist toplumda oligarşinin ve dolayısıyla emperyalizmin gelişmesine bağlı olarak siyasal açıdan ezilen sınıfların siyasal katılımının içeriği boşaltılmış, diğer kapitalist kesimlerin siyasal gücü ise önemli ölçüde etkisiz hale getirilmiştir. Tüm toplumsal ve siyasal süreçleri belirleyen, gücü elinde merkezileştiren oligarşidir. Hiç kuşkusuz güçlü bir sınıf mücadeleleri tarihine sahip olan, proletaryanın büyük mücadelelerinin derin izlerini taşıyan bu ülkelerde oligarşik diktatörlüklerin siyasal hakları ve devleti biçimlendirme konusundaki tutumları farklı süreçlerde ve ülkelerde ciddi farklılıklar gösterebilmiştir. 1930'larda Almanya ve İtalya ve Japonya'da faşist karakter kazanırken, genel olarak içi boşaltılmış, olağanüstü ölçüde askerileşmiş (bunu iyi biçimde kamufle de edebilmektedirler), siyasal bir şova dönüştürülmüş, baskı aygıtlarının daha çok geride durduğu bir burjuva demokrasisi karikatürü söz konusudur. Oligarşi, sistemi yalnız kendi gücüne dayanarak ayakta tutamaz. Bunun geniş bir ittifaklar sistemi kurarak gerçekleştirir. Sömürücü sınıfların geniş kesimlerini ve işçi aristokrasisini kapsamlı bir ödüllendirme ve cezalandırma sistemi içinde kendine bağlayarak sistemi daha geniş toplumsal zemine oturtarak garanti altına almaya çalışır.

Yeni-sömürgelerde Oligarşi
Farklı biçim ve içeriklerde de olsa yeni-sömürgelerdeki kapitalist yapıda da egemen olan küçük bir azınlıktır.
Yeni-sömürgecilik öncesinde ezilen halklar dünyasının önemli bir bölümü sömürgeci egemenlik altındadır. Bu nedenle, asıl egemen güç emperyalistlerdir. Yerli sömürücü sınıfların ekonomik ve siyasal gücü kendilerinde merkezileştirmeleri söz konusu değildir. Yarı-sömürgelerde ise 19. yüzyılın ortalarından itibaren gelişen komprador burjuvazi ile büyük feodal güçlerin ortak yönetimleri ağırlıktadır. Bunların da esas olarak oligarşik bir yapı kazanmaları söz konusudur. Ancak yarı-sömürgeci kapitalist yapının zayıflığı ve feodal ilişkilerin ise çözülmekte oluşu, yani feodalizmden kapitalizme doğru bir geçiş süreci yaşanması, bu oligarşilerin özellikle günümüzdeki oligarşik yapılara nazaran çok daha zayıf olmasını, kimi durumlarda belirsizleşmesini beraberinde getirmiştir.
Ezilen halklar dünyasında oligarşik yapılar gelişkin biçimiyle esas olarak, 1945 sonrası yeni-sömürgeciliğin gelişmesine bağlı olarak ortaya çıkmışlardır.
Savaş sonrasında muazzam ölçülerde birikmiş olan sermayeye (özellikle ABD sermayesine) yeni pazar alanları açmak amacıyla sömürgelerin ve yarı-sömürgelerin pazarlarının kapitalist üretime ve dolayısıyla tüketime açılması yönünde büyük ve stratejik bir hamle geliştirildi. Emperyalist tekeller, yerli işbirlikçileri aracılığıyla bu ülkelerde tekel niteliğinde büyük kapitalist işletmeler, finans kurumları vb. kurarak kapitalist üretim ilişkilerini derinliğine ve genişliğine bu ülkelere sokmaya başladılar. Böylece kapitalizm, ülkedeki kapitalist girişimcilerin kendi birikimleri ile kapitalizmi geliştirmeleri, ülkenin dinamiklerinin tümünü harekete geçirmeleri temelinde aşağıdan yukarıya doğru değil, emperyalistlerin istemlerine, ihtiyaçlarına, kar hesaplarına uygun olarak yukarıdan aşağıya doğru çarpık tarzda geliştirilmeye başlandı. Bu kapitalist yapı herhangi bir serbest rekabetçi aşamadan geçmeden, doğrudan emperyalist tekeller eliyle ve dolayısıyla tekelci tarzda geliştirildi. Bu yoldan, işbirlikçi yerli tekelci burjuvazi geliştirildi. Ülkedeki başka olası dinamikler tekel gücüyle boğuldu. Üretici güçlerin gelişimi daha baştan tekellerin kar istemlerine bağımlı kılındı, yani önemli ölçüde sakatlandı. Mahir yoldaş tüm ara aşamaların atlanması ile oluşturulan bu çarpık tekelci yapılanmayı emperyalist üretim ilişkileri olarak tanımladı. Emperyalizmin yerli işbirlikçileri her yeni-sömürgenin tarihsel-toplumsal yapısındaki özgünlüklere bağlı olarak belli farklılıklar içermesine karşın, ağırlıklı olarak bir önceki dönemin komprador burjuvaları, henüz palazlanmamış sanayicileri, yiyici bürokratlar, kapitalist gelişme dinamiklerini gören büyük toprak sahipleri vb. arasından çıktı. Yeni-sömürgeci kapitalist yapının bu çarpık, yukarıdan aşağıya doğru tepeden inmeci tarzda gelişmesi, daha ilk aşamasından itibaren kapitalist yapının küçük bir azınlığın; yani emperyalist tekeller ve işbirlikçi tekelci burjuvazi denetimi altına girmesini beraberinde getirdi. Daha ilk andan oligarşik bir çekirdek oluştu. Ancak oligarşik çekirdek gelişmesinin ilk aşamasında henüz diğer egemen sınıfların (büyük feodaller, büyük tarım kapitalistleri, büyük tefeci-tüccarlar, vb.) ekonomik ve politik gücünü kıracak konumda değildir. Bu nedenle, ekonomik ve siyasal güç diğer kesimler ile paylaşılır. Bu ittifak aslında çatışmalı bir ittifaktır. Oligarşik ittifak, tüm sömürücü sınıfları kendisine bağlayan geniş bir ilişkiler ve ittifaklar ağı da yaratmıştır. Orta sınıfların geniş kesimleri ve küçük burjuvazinin bir bölümü de buna dahildir.
Öte yandan, gelişmenin yönü doğal olarak feodalizmin ve diğer geleneksel tefeci-tüccar kesimlerinin ve diğerlerinin tasfiyesi yönündedir. Emperyalistler ve yerli tekelci burjuvazi sürecin her adımında, her anında ekonomik ve siyasal gücünü büyütür. Diğerleri ise konumlarını korumak ve/veya kendilerine işbirlikçi tekelci burjuvazi içinde yer açmak için çabalarlar. Siyasal alan ve devlet yapısı da, oligarşik karakter kazanır. Tüm devlet mekanizması olağanüstü düzeyde merkezileştirilir. Baskı aygıtı büyütülür ve denetimi yoğunlaştırılır. Çarpık tekelci kapitalist yapı sürekli krizlerle sakatlanmış bir yapıdır. Emperyalistlerin mali oyunlarla krizler yaratarak ekonomileri sürekli biçimde boşaltması, sanayinin bağımlı yapısı, hortumculuğun olağan bir sömürü yöntemi haline gelişi, vb. pek çok faktör krizleri süreğen hale getirir. Bu ise emekçi sınıfların yoğun sömürüsü, çelişkilerin hızla derinleşmesi, sürekli çatışmalı bir ekonomik, politik ve toplumsal atmosferin oluşması demektir. Bu nedenle, oligarşiler devlet aygıtına faşist bir karakter kazandırır. Bu kimi zaman askeri darbeler yoluyla hızla yapılır ve faşist uygulamalar, kurumlaşmalar ve hukuki, siyasi altyapı buna uygun düzenlenir. Faşist terör açık biçimde uygulanır. Kimi zaman ise bu süreç daha yavaş gelişir. Devlet aygıtı ve siyasal alana faşist bir karakter kazandırılması süreci burjuva parlamentosunun varlığı koşullarında adım adım gerçekleştirilir. Siyasetin altı boşaltılır. Karar alma mekanizması bugünkü moda deyişiyle devletin çelik çekirdeğinde, yani oligarşilerin ve onun devlet aygıtındaki unsurlarında merkezileşir.
Bu sürecin genel olarak tüm yeni-sömürgelerde 1970-80'lere değin sürdüğünü söyleyebiliriz. Bu yıllara gelindiğinde, oligarşik ittifaklar içinde emperyalizm ve yerli tekelci burjuvazilerin egemenliği artık adeta rakipsiz konuma yükselmiştir. Feodal kesimler hemen hemen tümüyle tasfiye edilmiştir (bir bölümü ekonomik ve sosyal gücünü yitirirken, daha küçük bir bölümü ise burjuvazinin değişik kesimleri içine hatta tekelci burjuvazi içine dahil olmuştur) ve oligarşiler içinde temsiliyeti kalmamıştır. Büyük tefeci-tüccar kesimleri ise öncelikle emperyalizm ve oligarşilerin büyüyen gücü karşısında cılız kalarak, diğer yandan da neoliberal politikalar sonucu güçlerini önemli ölçüde yitirmişlerdir.
Neoliberal politikalar sonucu, büyük tefeci ve tüccar kesimleri önce yasal alana çekilmiş, banka ve bankerlik kurumlarıyla geniş ölçüde emperyalizmin ve yerli tekelci burjuvazilerin egemen olduğu alana dahil edilmiştir. Ardından da, çeşitli mali oyunlarla bunlar iflasa sürüklenmiş ve olanaklarına el konulmuş, oldukça zayıf konuma düşürülmüşlerdir. Oligarşiler içindeki çatışmalı süreç ve yeniden yapılanma sadece bunlarla sınırlı kalmamıştır. Yerli tekelci burjuvaziler içinde de olağanüstü bir katmanlaşma ve rekabet yaşanmaktadır. Özellikle emperyalistlerle güçlü ilişkilere sahip ve banka sermayesine sahip olan tekeller ile, bu ilişkileri zayıf ve banka sermayesine sahip olmayan kesimler arasında kıran kırana mücadeleler yaşanmış ve bankalara sahip olmayan yada bu alan geç girip güçsüz kalan kesimler önemli tasfiyelere uğramıştır.
Böylece günümüze gelindiğinde yeni-sömürgelerde oligarşinin bileşimi önemli değişimlere uğramıştır. Oligarşi içinde emperyalizm ve yerli tekelci burjuvazi kesin bir üstünlük kurmuştur. Emperyalizm, IMF, Dünya Bankası, Kredi Dereceleme Kuruluşları, doğrudan yatırımları, finans kurumlarıyla oligarşi içindeki en etkin unsur konumdadır. Yerli tekelci burjuvazi içinde katmanlaşma yaşanmış ve büyük banka sermayesine sahip emperyalistlerle daha sıkı ve sağlam ilişkiler kurmuş olan tekeller, banka sermayesine sahip olmayan tekellerin gücünü önemli ölçüde kırmışlardır. Büyük tefeci-tüccar kesimi oligarşi içindeki eşit olmasa da, güçlü konumunu yitirmiş, önemli ölçüde tekelci burjuvaziye ve emperyalizme tabi, oligarşinin zayıf bir bileşeni haline gelmiştir. Neoliberal politikalara uyum sağlayamayan kesimleri ise oligarşinin dışına düşmüş vaziyette giderek daha da zayıflamakta ve sistemden kopmadan varlığını sürdürme gayreti içindedir.
Oligarşi içindeki hiyerarşinin böylesine derinleşmesi, yeni-sömürgelerdeki oligarşilerin emperyalist ülkelerdekine benzer tarzda homojenleşmesi, oligarşinin geçirdiği evrimin en belirgin ve hala sürmekte olan yönüdür.
Oldukça dinamik olan yeni-sömürge ekonomileri içinde sürekli biçimde, yeni büyük sermaye gruplarının palazlanması, bunların oligarşi içine dahil olmaya çalışması, kimilerinin dahil olması kaçınılmazdır. Oligarşik yapı oldukça dinamik olmuştur, olacaktır.
Yeni-sömürgelerde oligarşinin yapısı böylesi bir evrim geçirirken, diğer kapitalist sınıflar ile olan ilişkisi de sürekli biçimde değişimler yaşamaktadır. Oligarşi ile geleneksel orta sınıflar ve küçük burjuvazi (tekelci burjuvazi ile doğrudan bağı olmayan küçük ve orta tüccar, bakkal, manav, geleneksel üretim yapan orta ve küçük boy işletme sahipleri, küçük memur kesimleri, küçük ve orta köylü vb.) arasındaki çelişkiler, tekelleşmenin olağanüstü düzeydeki yoğunlaşması nedeniyle derinleşmektedir. Öte yandan, oligarşi ile doğrudan bağı olan küçük ve orta burjuva kesimler (tekellerin acentaları, büyük şirket yöneticileri, vb.) kısmen büyümekte ve oligarşi ile bağları güçlenmektedir. Yine neoliberal politikaların dolaysız sonucu olarak gelişen ve emperyalist tekellere ve pazarlara dönük ara malı yada nihai ürün üreten, ticaretini yapan orta ve küçük boy işletmelerin kaderleri önemli ölçüde emperyalist tekellere bağlı olduğundan sistemle bağları güçlenen bir kesimi oluşturuyorlar.
1980'ler sonrasında yeni-sömürgeler dünyasının burjuva siyasal alanında, oligarşi dışında hiçbir burjuva siyaset gücünden sözedilemez. Oligarşi içinde emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin kesin bir ağırlık kazanmasıyla bu siyaset alanına da yansımış, tüm burjuva siyasal aktörler esas olarak emperyalizm ve tekelci burjuvazinin onayı ile siyaset yapar hale gelmiştir. Yeni-sömürgelerde devletin oligarşinin kesin egemenliği altında olduğunu, devleti oligarşi ve onun devlet içindeki uzantısı olan, devletin çelik çekirdeğini oluşturan bürokratik, askeri ve siyasal elit ile birlikte oligarşik bir yönetim; daha doğru bir ifadeyle oligarşik diktatörlük oluşturarak yönettiğini belirtmiştik. Oligarşik diktatörlüğün yönetim tarzı faşizmdir. 1980 sonrasında yeni-sömürgelerde açık ve gizli faşizm uygulamaları yerini yavaş yavaş açık ve gizli faşizm uygulamalarının iç içe geçtiği bir faşizm uygulamasına bırakmıştır. Bir yandan içeriği tümüyle boşaltılmış, bir gösteriye dönüştürülmüş burjuva parlamentarizmi, diğer yandan her türden ciddi hak arama mücadelesinin azgın saldırılarla bastırılması...
Yeni-sömürgelerdeki oligarşilerin tarihsel gelişim seyirlerinin ana hatlarını kısaca böyle özetleyebiliriz.

Türkiye Oligarşisi
Türkiye oligarşisinin gelişim seyri de esas olarak yukarıda yeni-sömürgeler için çizdiğimiz tabloyla yaklaşık olarak benzer biçimdedir.
1945'den itibaren ABD eliyle yeni-sömürgecilik zincirine dahil edilen Türkiye'de tüm toplumsal yapı yeniden organize edilir. Komprador burjuvazinin, büyük toprak ağalarının ve bürokrat burjuvaların bir bölümü hızla emperyalist tekellerle ilişkilenerek sanayi alanında doğrudan yatırımlar yaparak tekelleşirler. Bunlara paralel olarak emperyalistlerin doğrudan yatırımları ve büyük çaplı borç verme ilişkisi gelişir. Emperyalistler ve işbirlikçi yerli tekelciler hemen en önemli ekonomik ve siyasal güç haline gelirler. Ancak bu küçük azınlık özellikle 1950 ve '60'lı yıllarda henüz tek başına egemen güç olabilecek durumda değildir. Bu nedenle, büyük toprak ağaları ve büyük tefeci-tüccar kesimiyle işbirliğine giderler. Bu kesimlerin ittifakı ile oligarşik bir yapı oluşur. Bu yıllarda oligarşi hem kendi içinde güç ve rant paylaşımı mücadelesi vermektedir, hem de henüz devlet içindeki ve ekonomik alandaki gücünü koruma uğraşısı içinde olan küçük ve orta burjuvaziyle ve giderek gelişmekte olan emekçi sınıfların mücadeleleriyle karşı karşıyadır. Ancak oligarşik ittifak içinde tüm ibreler esas olarak emperyalizm ve oligarşinin yükselişin göstermektedir. 1970'lere gelindiğinde bu dengelerin tümü kırılma noktasına gelmiştir. Ve oligarşi hamlesini 12 Mart 1971 darbesi ile yapar. Saldırının görünen yüzü emekçilere ve devrimci güçlere yönelik boyuttur. Ancak hesaplaşma çok boyutludur. Oligarşinin aynı zamanda küçük ve orta burjuvazinin ordu ve devlet içindeki gücünü tümüyle kırmayı da hedeflemektedir. Ordu OYAK yoluyla zaten ayartılmış ve oligarşinin bileşimi içine dahil edilmiş durumdadır. Oligarşi tüm kademelerdeki ilerici, devrimci yada orta sınıf reformistlerinde temizlenmesini ve böylece Ordunun bir bütün olarak kazanılmasını hedeflemektedir. Ve bunu da kısa sürede başarır. Çatışmanın bir diğer boyutu ise oligarşinin kendi içindeki tasfiye girişimleri oluşturmaktadır. Emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazi oligarşi içinde asıl ağırlığı oluşturmasına karşın, tekel dışı kesimlerin hala küçümsenemeyecek düzeyde olan ekonomik ve siyasal gücünü kırmayı hedefler. O güne değin Odalar ve Borsalar Birliği içinde örgütlü olan tüm burjuva kesimlerin bu örgütsel birliği, bu dönemde TÜSİAD'ın işbirlikçi tekelci burjuvazi tarafından kuruluşu ile parçalanır. Emperyalist kuruluşlardan OECD'in "tavsiyeleri" ile işbirlikçi tekelci burjuvazi lehine bir dizi tebdir uygulamaya konulmaya çalışılır. Ancak Partimizin ve THKO'nun bir dizi eylemiyle cuntacıların planları ve "ilerici" imajları önemli ölçüde bozulur. Oligarşi içinde sadeleştirme planları yapan işbirlikçi tekelci burjuvazi bu durum karşısında kendi saflarında çatlakları büyütmemek için diğer kesimler aleyhine olan "tedbir"leri uygulamayı durdurur. Böylece oligarşi içinde emperyalizm ve işbirlikçi tekelci kesimler biraz daha ilerleyip ağırlıklarını arttırmalarına karşın asıl amaçlarına ulaşamazlar.
Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin yaşadığı yapısal krize karşı 1980'lerden itibaren giriştiği büyük restorasyon süreci, yeni-sömürgecilik sisteminin de baştan aşağıya yenilenmesi anlamına geliyordu. Türkiye'de bunun yolu ancak emekçilere dönük büyük bir saldırıyla açılabilirdi. Saldırının adı 12 Eylül oldu. 12 Eylül darbesi ile oligarşi, darbeye karşı siyasal, askeri, örgütsel, teorik vb. alanlarda ciddi bir hazırlığı olmayan devrimci güçleri ağır bir yenilgiye uğratarak ilk elde sistemin geleceğini güvence altına aldı.
IMF'nin planı olarak gündemleşen 24 Ocak kararlarıyla ve daha sonraki uygulamalarla tüm ekonomik alan emperyalizm ve yerli işbirlikçi tekelci burjuvazinin istemlerine uygun olarak yeniden dizayn edilmeye başlandı. Toplumsal gücü zaten kalmamış olan, ya büyük burjuvaziye dönüşmüş, ya da silinmiş olan feodal kalıntılar oligarşinin tümüyle dışına atıldı. Büyük tefeci-tüccar kesimlerinin gücü 1983'lerden bu yana süregelen banka-banker operasyonları ve krizler içinde önemli ölçüde kırıldı. Her on yılda bir, bu kesimlere dönük kriz süreçlerinde gündemleşen büyük temizlik operasyonları yapıldı. 1994’ün 5 Nisan kararları, 2001 banka operasyonları, bunların başlıcalarıdır. Bu operasyonlarla aynı zamanda tekelci burjuvazi içinde de büyük hesaplaşmalar gerçekleşmiştir. Banka sermayesine sahip olmayan ya da yada bu alanda (mali alanda) zayıf olan, bankaları küçük ve güçsüz olan tekellerinde gücü de önemli kırılmıştır. Bu anlamda, tekelci burjuvazi içinde de bir homojenleşme ve ayrışma yaşanmış, emperyalistlerle güçlü ilişkilere sahip olan, büyük güçlü bankalara sahip bulunan tekeller oligarşi içinde en güçlü kesimi oluşturmuştur.
Öte yandan, süreç göstermektedir ki, her on yılda bir palazlanan yeni bir büyük burjuva kuşağı gelmektedir. 80'li yıllarda Özal'ın prensleri, 1990'larda ANAP ve DYP çeperinde yemlenenler, aynı dönemde büyüyüp bugün iyice palazlanma hevesinde olan MÜSİAD'cılar bunun örnekleridir. Bunlar bir biçimde oligarşi içinde yer alan, temsiliyet bulan, ancak oligarşinin çekirdeğinde yer almaya çalıştıklarında, tekelci burjuvazinin sınırlarını zorladıklarında ciddi biçimde güçleri kırılan ve püskürtülen kesimler.
Bu bağlamda, Türkiye oligarşisinin, tüm yeni-sömürge oligarşileri gibi oldukça dinamik ve değişken bir yapıya sahip olduğunu, oligarşi içi hiyerarşi piramidinin aktörlerinin sürekli bir değişim yaşadığını söyleyebiliriz.
Gelinen noktada, Türkiye oligarşisini kimlerin oluşturduğunu saptamak için en somut gösterge zaman zaman İş Adamları Çevresi adı altında yapılan toplantılara katılan isimlerdir. Türkiye oligarşisinin çekirdeğini, başlıca karar alıcılarını bu toplantılara katılanlar oluşturmaktadır ve en temel politikalar bu toplantılarda belirlenmektedir. Toplantıların başlıca aktörleri Koç Grubu, Sabancı Grubu, Doğuş Grubu, Doğan Grubu, Dinçkök Grubu, Çukurova Grubu (bu grup oligarşi içi rekabet sonucu şu anda oldukça zayıflatılmış durumda ve öyle görünüyor ki çekirdekten uzaklaştırılmış vaziyette.), TÜSİAD temsilcisi ve zaman zaman TOBB temsilcisidir. Bu ekibe emperyalistleri temsilen IMF, Dünya Bankası ve Ordunun temsilcisi OYAK'ı da katmak gerekiyor. Kısacası, oligarşi içinde gücün odağında emperyalizm ve 7-8 tane en büyük işbirlikçi tekelci grup bulunuyor. Bu 7-8 büyük tekelci grup TÜSİAD içinde bulunmalarına ve onu kontrol etmelerine karşın kendilerini TÜSİAD'ın geri kalanından da ayırıyorlar. TÜSİAD temsilcisi, bu anlamda 7-8 büyük grubun hemen çeperini oluşturan birkaç yüz büyük burjuva grubun temsilcisi olarak bu karar toplantılarına katılıyor. Yine tekel dışı büyük burjuvazinin daha geniş kesimlerinin temsiliyetini ise bu kesimlerin denetimindeki TOBB tek üye ile yapıyor. Evet, oligarşik ittifak sürüyor, oligarşik azınlık emperyalizm, yerli tekelci burjuvazi ve büyük burjuvazinin bileşiminden oluşuyor. Ancak bu ittifak artık emperyalizmin ve yerli tekelci burjuvazinin büyük banka sermayesine sahip en iri birkaçının kesin egemenliği altında yürüyor.
Oligarşinin diğer burjuva kesimlerle (küçük ve orta burjuvaziyle) ilişkisine gelince; oligarşik ittifakın tüm yeni-sömürgelerde olduğu gibi, küçük ve orta burjuvazinin geleneksel kesimleriyle olan bağları oldukça zayıflamıştır. Öne çıkan olgu, bu kesimlerin uygulanan ekonomi politikaları sonucu hızla yıkıma uğrayarak tasfiyeleridir. Bu kesimler hala demagojik söylemler temelinde ağırlıklı olarak sağ partilerin etkisi altındadır ve bu yoldan oligarşinin siyasetine bir biçimde bağlanmaları dışında sistemin dibe itilenleri konumundadırlar.
Sayıları hızla büyüyen tekellerin acentaları, büyük şirket yöneticileri, uzmanları, ihracata dönük üretim yapan küçük ve orta boy işletmeler vb. den oluşan neoliberal politikaların ürünü olan yeni küçük ve orta burjuva kesimler ise oldukça güvencesiz bir çalışma ortamında bulunmalarına karşın oligarşi ile doğrudan bağ içindedirler ve kaderlerini önemli ölçüde oligarşi ile birleştirmiş durumdadırlar.
Yukarıda belirttiğimiz üzere, 1980 sonrası yeni-sömürgelerdeki siyasal sistem yeniden biçimlendirilmiştir. Bu değişim sürecini Türkiye'de çok somut gözlemek mümkündür. Herşeyden önce, devletin tüm hücrelerine değin, faşistleştirilmesi ve oligarşinin denetimi altına alınması 1980'lerin başlarında tamamlanmıştır. Emperyalizmin belirlediği "düşük yoğunluklu demokrasi ve çatışma" konsepti temelinde, faşizm yeniden yapılandırılmıştır. Artık darbeler ve göstermelik parlamentolar döngüsüne son verilmiş, açık ve gizli faşizm uygulamaları parlamentoların sürekli olduğu bir sahnede iç içe uygulanmaya başlanmıştır. Bir yandan en vahşi faşist terör, bir yandan içi boşaltılmış, ağır bedellerle alınmış sınırlı hakların kullanımı... Siyasal alanın yeniden yapılandırılması sürecinin başlıca aktörü elbette oligarşidir, ama özellikle de emperyalizme ve yerli tekelci burjuvazidir. Burjuva siyaset alanına giren herhangi bir aktörün emperyalistlerden, özellikle de ABD emperyalizminden onay almadan, IMF politikalarına tam sadakat bildirmeden, TÜSİAD'dan icazet almadan güçlü bir politik hareket yaratması, hele hele iktidara gelmesi, es kaza hükümet olduğunda uzun süre dayanabilmesi artık kesinlikle mümkün değildir. Bu bağlamda, şu yada bu sınıfın partisi diye bir şey artık yoktur burjuva siyaset alanında. Aslında tek bir parti var... Partilerin değişik kesimlere daha yakın durması ve bunların özgül çıkarlarını daha fazla gündemleştirmesi bu gerçeği değiştirmez. Hiçbiri asli görev olarak önlerine konulmuş emperyalizmin ve oligarşinin (dar anlamda tekelci burjuvazinin) çıkarlarını koruma görevinin üstünden atlayarak başka kesimlerin çıkarlarını öne çıkaramaz. Bunu yaptığında uzun süre hükümette kalamaz. Hatta parti olarak varlığını sürdürmesi bile tehlikeye girer. Siyasetçi olarak "üstü çizilir", çoğu yolsuzluk batağından geldiği için kısa sürede mahkeme kapılarına düşerler. Bunun uygulamaları son 10 yılda sıkça görülmüştür.
Kısacası, oligarşi içi güç dengelerinin değişimi, siyaset alanına da güçlü biçimde yansımış, oligarşik diktatörlük buna uygun olarak yapılanmıştır. Emperyalizm ve yerli tekelci burjuvazi siyaset alanının tüm boyutlarına, devletin tüm kademelerine ve biçimlenişine damgasını güçlü biçimde vurmaktadır.

Anti-Emperyalist Anti-Oligarşik Devrim
Oligarşi çözümlemesi basitçe bir durum çözümlemesi değildir.
Oligarşinin yapısı, kapsamı, bileşenleri vb., aynı zamanda devrimin stratejik hedefini de önemli ölçüde belirler.
Partimiz stratejik hedefini anti-emperyalist anti-oligarşik devrim (bir diğer deyişle demokratik halk devrimi) olarak belirlemiştir.
Devrimimiz, emperyalizmin coğrafyamızdaki tüm varlığını sona erdirmeyi, tüm bağımlılık ilişkilerinin yok edilmesini, oligarşinin bütün kesimleriyle tasfiyesini, ittifak ilişkileriyle kendisine bağladığı ve sistemin dayanağı haline gelmiş yeni orta ve küçük burjuva kesimler bundan vazgeçmedikleri ölçüde tasfiyelerini, oligarşik diktatörlüğün tüm siyasal ve toplumsal aygıtının yok edilmesini hedefleyecektir.
Proletaryanın öncülüğünde diğer halk kesimleriyle birlikte demokratik halk iktidarı kurulacak ve halk iktidarı kesintisiz biçimde, araya hiçbir aşama, süre vb. konulmadan, hızla sosyalist toplumun inşasına yönelecektir.

 



 


 

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Devrimci Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Nurtepe Mah. Cemre Sk. No: 2 Kağıthane-İstanbul