Suudi Arabistan 14 Eylül’de bir saldırıya uğradı. Yemen’deki savaşın taraflarından Husilerin üstlendiği saldırıdan bu yana ABD yönetimi “Kesin İran yaptı. İran’dan başka kim olabilir? Vur de vuralım Salman” tarzında açıklamalar yapıyor.
Suudi Arabistan dün gerçekleştirdiği basın toplantısında saldırının kuzeyden güneye yapıldığını (Yemen güneyde), kullanılan silahların İran’a ait olduğunu söyledi. Suudi Arabistan, ABD’nin aksine İran’a dönük bir müdahaleye, hele kendisinin finansmanını sağlayacağı bir girişime, sıcak bakmıyor. Bu tavrın siyasal nedenleri kadar ekonomi politik ve enerjiye yaslanan nedenleri de var. Bu yazıda Körfez ülkelerinin İran’a müdahaleye neden sıcak bakmadığını ekonomi politik penceresinden ele alacağız.
HEP AYNI NAKARAT: TEHDİTLE MASAYA ÇEKME
ABD yönetiminin küresel siyasette uyguladığı stratejiler şöyle: Yıkıma uğrat, yaptırım kıskacına al, askeri müdahale için el yükselt ve karşı tarafı masaya oturmaya ikna et. Masaya gelen lider, çok taraflı değil, ikili bir görüşmeyle karşılaşıyor. BM Güvenlik Konseyi, Avrupa, Rusya ve Çin bir zahmet geri duracak. Masada sadece ABD ve sıkıştırdığı ülke olacak. Bu stratejinin örneği Kuzey Kore ile ABD arasında yürütülen görüşmeler. Kore görüşmeleri altı ülkenin katıldığı bir formattan Trump ile Kim’in başında olduğu biçime evrildi. Aynı yöntem İran için de uygulanmak isteniyor.
Trump yönetimi (TY): Çok taraflı nükleer anlaşmadan çekiliyoruz, İran yönetimi gelin konuşalım.
İran: Hayır. Anlaşma çok taraflı ve BM ile yapıldı. Sizinle neden görüşelim?
TY: Yaptırımlar uyguluyoruz gelin konuşalım.
İran: Yaptırımlara karşıyız. Bizi tehdit ediyorsunuz. Gelmiyoruz.
TY: Petrol ihracatınızı bitiriyoruz, pazarlığa gelin.
İran: Hayır. Yaptırım BM yaptırımı değil. Yaptırıma karşıyız. Gelmiyoruz.
TY: BM Genel Kurulu başlıyor, ey İran yönetimi gelin konuşalım.
İran: Emrivaki ve şartlarla geliyorsunuz. Ruhani’nin BM Genel Kurulu görüşme ajandasında Trump yok. Saldırıyı biz yapmadık. Bize dönük bir saldırı olursa buna da misliyle karşılık veririz.
ABD yönetiminin tüm stratejik ataklarına karşın İran yönetimi, bire bir görüşmeye sıcak bakmıyor. Üstelik ABD çekilse de nükleer anlaşma konusunda Avrupa, Rusya ve Çin ile koordine gitmeye çalışıyor. İşte bu Trump açısından sorunlu. Dahası saldırı konusuna ABD kamuoyu, Senato ve Kongre sıcak bakmıyor. Üstelik Trump müdahaleye istekli olsaydı, İran’a saldırma planları yapan, Körfez’de kapıları aşındıran John Bolton görevden alınır mıydı? ABD’nin 2020’de seçime gideceği dikkate alındığında ABD açısında müdahale zor bir ihtimal gibi görünüyor. Peki bölge ülkelerinin dengeleri ne yönde?
İRAN’A SALDIRMAK KOLAY AH ŞU HÜRMÜZ OLMASAYDI
İran’ın kontrolündeki Hürmüz Boğazı, dünya petrol arzının yüzde 20’sinin, gemiyle taşınan petrolün üçte birinin taşındığı önemli bir geçiş güzergahı. Suudi Arabistan, İran, Kuveyt, Irak, Katar gibi üreticilerin Asya Pasifik bölgesine giden petrolü buradan taşınıyor. Hürmüz Boğazı’ndan günlük 17-19 milyon varil petrol geçiyor. Ancak Hürmüz’de 12 Mayıs’tan bu yana sabotaj eylemleri meydana geliyor. Her sabotaj üreticiler için yük. Bunun iki nedeni var.
İlk olarak Hürmüz’deki sabotaj eylemleri petrol hedge fonlarına yatırım yapan alıcılar için bu fonların maliyetini artırdı. İkincisi, üreticiler için kötü haber anlamına geliyor. Bir üreticinin petrolünün olması kadar, bunu istenen tarihte belirlenen adrese kazasız teslim etmesi de önemli. Dolayısıyla üretici ülkenin kendisi ve çevresinde olan gelişmeler, piyasadaki satış oranına etki ediyor. Kendi tankeri olan ülkeler biraz şanslı olmasına karşın, tanker kiralayan üreticilerin sigorta masraflarında artış var. Yani petrol veya yan ürünü taşıyan tankerin sağ salim belirlenen adrese ulaşması için ekstra önlem alınması (sigorta) gerekiyor. Bu masrafı da üreticiler sırtlanacak. Örnekle açıklayalım.
Basit bir hesapla, varil başına 1 dolarlık artış geldiğini düşünelim. 1 dolar kulağa küçük gelebilir. Ancak bir tankerin 2 milyon varil taşıdığını dikkate alırsak, tanker başına 2 milyon dolar ek masraf demek. Basra Körfezi üreticilerinin önemli adresi Çin. Çin’in ortalama petrol alımı günlük 12-15 milyon varil düzeyinde. Yani Hürmüz’den geçecek tankerler üreticilerin sırtına 12-15 milyon dolar günlük ek masraf yüklüyor.
Suudi Arabistan’ın kendi tankerleri var. Maliyeti sırtlaması daha kolay. İran, yaptırımlar nedeniyle piyasada etkin değil. Ancak Irak, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerin böyle bir şansı yok. Bununla beraber olası bir İran müdahalesinden en fazla zarar görecek olan da Suudi tankerleri olacaktır. Sabotaj eylemleri bu yöne kayabilir.
2014 PETROL ŞOKU SONRASI YENİ EKONOMİ POLİTİKALARI VE SAVAŞ
Körfez bölgesinde bulunan ülkelerin ana gelir kaynağı enerji ihracatı. 2014’teki petrol şoku sonrasında Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Ürdün gibi ülkeler ekonomik çeşitlendirme için yoğun çaba sarf ediyor.
Suudi Arabistan örneğinde bakacak olursak Krallık, 2016’da ülkenin enerjiye bağımlılığını azaltama hedefine sahip “2030 için Ulusal Dönüşüm Planı”nı yayınlandı. Ulusal Dönüşüm Planı, Suudi ekonomisinde 350 hedef için doğrudan yabancı yatırım teşviki ve uluslararası projelerde Suudi yatırımcıların yer almasına dayanıyor. Bu anlamda en dikkat çeken örnek, geçtiğimiz yıl Çölün Davos’u olarak bilinen Suudi Arabistan Yatırım Zirvesi’ydi. Riyad, dünyadaki çeşitli yatırım şirketlerinin, bankaların ülkesine yatırım yapması çağrısında bulunuyor, onları teşvik ediyor.
Yatırım için “kapımız açık” denen aktör, geleneksel müttefik ABD değil, Çin. Pekin, küresel stratejiyle uyumlu bu davete elbette koşarak geldi. Yatırımlara bakarak durumu anlamaya çalışalım. Çin’in 2005-2019 arasında Körfez ülkelerine yatırımları şöyle: Çin 2015-2019 arasında Suudi Arabistan’a 31.3, Birleşik Arap Emirlikleri’ne 27.4, Irak’a 20.8, Katar’a 7.3, Ürdün’e 5.8, Umman’a 4.3 milyar dolarlık yatırım yaptı. Bu yatırımların büyük bir kısmı 2014’ten sonra geldi. Çin’in bölgedeki varlığı yatırımlarla sınırlı değil. Bir de kredi cephesi var.
Xi yönetimi, aralarında değinilen ülkelerin de olduğu Ortadoğu’ya 2017’den bu yana 21 milyar doların üzerinde kredi sağladı. Bölgede Çin’in dışında Avrupa ve Japonya gibi Asya Pasifik’ten yatırımcılar da mevcut.
BU İŞ ÇOK ZOR TRUMP
Hürmüz Boğazı’nın kullanımının ve ekonomik çeşitlendirilmesinin lideri Suudi Arabistan. Hal böyle olunca ABD’nin ekonomik masrafı Suudi Arabistan’a yıktığı “İran’a hücum stratejisi”, Tahran’a büyük hasar verecektir. Ancak ekonomik ilişkilerin kırılganlığı ve veriler, Tahran’ın bu yıkımı tek başına yaşamayacağı, Riyad’ın da bol sıfırlı ve gelecek öngörüsünü sarsan bir faturayla karşılaşacağı sinyalini veriyor.
Dumanların yükseldiği Hürmüz’de, karşılıklı asimetrik saldırıların olduğu Körfez’de yatırımcıları tutmak zor. Ayrıca İran’ın coğrafi konumu gözetildiğinde özellikle petrol piyasasında yaşanacak çalkantı en çok Körfez ülkelerinin zararına olacaktır.
Hürmüz Boğazı’nın kritik konumu ve burada güvenlik riski oluşması petrol piyasasının sadece kısa değil, orta vadeli projeksiyonlarına büyük darbe vuracaktır. Fiyatların çıkacağı seviyeyi kestirmek en son dert edilecek unsur olacak. Bu fırtınadan Körfez ülkeleri zarar görecek, zira İran saldırıları karşılıksız bırakmayacağını söyledi. Dahası Asya Pasifik başta olmak üzere küresel ekonomide yeni bir dengesizlik ve kriz için yeterli koşullar da oluşacaktır.
“Trump istedi, Suudi Arabistan olur verdi” tarzı bir müdahalenin, yaratacağı göç dalgası, Yemen’de yaşanan cehennemin benzerinin yaşanması, son bir yılda Yemen’de 89 bin bebek açlıktan öldü, belli ki bazılarına önemsiz geliyor. Elinde banka olan her şeyi dolar olarak görüyor. Yine de şunu söyleyerek bitirelim: Ekonomi ve enerji dinamikleri, paradan ve güçten başka derdi olmayanlara müdahalenin evdeki hesaba uymayacağını söylüyor. Ancak biliyoruz ki savaşlar, ‘vuralım gitsin’ler zaten çok mantıkla da izah edilmiyor. Bu noktada şunu söylemek mümkün: “Bu iş çok zor Trump”.
(20 Eylül 2019, Gazete Duvar)