Solun Türkiye’de ayağa kalkış ve geriye düşüşleri her zaman tüm parçalarıyla, her zaman hep birlikte oldu. Entelektüel faaliyetin ivmesi de, ki buna yalnızca, yankı alma, karşılık bulma, zemin edinme anlamında nitelikli yazılar yazma değil, kültür sanat cephesi, müziği, şiiri de dâhil, solun kudretiyle birlikte yükselip, geriliyor
Siyaset sahnesinde teorinin yeri, itibarı ve önemine dair yaklaşımlar bir miktar çelişkili durum arz eder. Bir kurucu olarak teorinin makamı kuşkusuz yükseklerdedir, ancak “teori kurulduktan sonra”, teorik çabayı sürdürmenin kendisi zaman zaman bir küçümsenme (“lafazanlık”) nesnesi hâlini alabilir.
Bu bakış, ortada bir sıcak savaş yokken, hatta yaprak dahi kıpırdamazken de görülür. Siyasetin aslanlı yolu olan pratik, teoriyi galebe çalar, bir basın açıklaması sebebiyle bir kez gözaltına alınmak, bin yazıya yeğdir. Tabii burada oklar “yazma çizme”nin kendisine değil, pratiksiz entelektüele yöneliktir. Sancılı bir ikrar olarak pratiksiz Marksist entelektüel de çoğu kez, kendi mertebesini bir militanın aşağısında işaretler. O militanın teorik donanımının daha düşük olma ihtimali de mühim değildir. “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez!” gibi “sert” bir sloganın gelenek olduğu bir ülkede aksi düşünülemez.
Teorik çabanın yer yer küçümsenebilir olması salt “hariçten gazelcilere” yönelik değil, bazen içeriye, örgütün içerisine de yansıyabilir. Var olan kurulmuş teoriyi bir kanun, rehber bilip tekrar etmektense, özgül bir teorik uğraşa girmek tepki, itham ve şüphelerin hedefi olabilir. Ve tecrübeyle sabittir ki teori, sonu gelmeyen ayrılıkların da menbaıdır. Temel meseleler üzerinden (silahlı mücadele/ demokratik mücadele, aşamalı/ aşamasız devrim, Türkiye’nin ya da Kürdistan’ın sömürgeliği, SSCB tahlili…) gerçekleşmiş büyük parçalı bölünmelerden doğan odaklardan daha “ufak tefek” ve(ya) güncel meseleler üzerinden muhtelif ayrışmalar vücut bulur. (Örneğin; TİP/ devrimciler kopuşması, devrimci çizginin kendi içinde üçe bölünmesi, THKP-C’nin çeşitli çevrelere parçalanması, Devrimci Yol’dan ’90 sonrası birçok grubun çıkması.)
Buraya kadar yazdıklarımızdan sanki teori çalışmanın “sakıncalı” olduğu, “yazma çizme”nin sanki saygın olmayan bir uğraş olduğu neticesi çıkabilir fakat elbette böyle bir şey yok. Bilakis “yazma çizme” eyleminin ve teori çalışmanın kendine özgü bir azameti ve saygınlığı var. Teorik üretimi daha yoğun olan fraksiyonlar için bu bir iftihar, diğer yapıların taraftarları için bu bir özenme sebebidir. Örgütler birbirlerinin teorik yayınlarını ilgiyle takip eder, buradan iştahlı ve çoğu kez karşılıklı alaycı polemikler doğar, kuramsal bir dergi çıkarmak bir rüşt ispatıdır, “havalı” bir iştir vesaire…
Hatta Mahir Çayan’ın bir önder, bir savaşçı olarak saygınlığındaki mühim parçalardan biri onun bir silahlı teorisyen oluşudur. Mahir’in teorisyenliği onun “karizma”sını inşa eden hakikatte temel taştır.
Buradan hareketle “entelektüel”lik solculuğun adeta bir alamet-i farikası, bir ayrım çizgisidir. Solculukta “entelektüel” olma, “okuma” durumu -bilhassa yaşanan nicel daralmayla da birlikte- neredeyse “tabana yayılmış” bir gerçek olarak dahi değerlendirilebilir.
Ülkücülük denilince akla gelenler vurdu kırdı, mafyacılık, maçoluk, kabalık, cehalet vesaireyken, solcu denildiğinde düşmanın bile aklına ilk gelen şeylerden biri çok okumak olmaktadır. Elbette bu çok okuma, bazen kıskanılan bir hâli işaretlese de daha çok “entel dantellik” diye tahkir edilir, bu tahkirle “Türk’ün ideolojisi” tahkim edilir.
Türk milliyetçiliğinde entelektüeli bulabilmek için onun ta Tatar “kurucu babalar”ına, Gökalp’e dek inmek gerekir. Ülkücülük ve entelektüel uğraş/ birikimle birlikte anılabilecek insan sayısıysa ancak birkaç tanedir. Onların çabası da hâliyle ideolojilerinin öz darlığıyla maluldur.
Burada solla diğer akımları karşılaştırırken İslamcılar için ayrı bir parantez açılabilir. İslamcılık içinde entelektüel bir damar uzun zamandan beri hep var oldu. Bu damar, hareketin geneline hep sınırlı etkilerde bulunmuş ve geniş tabana sirayet edememiş olsa da itibar gördü. Fakat İslamî entelektüellik, hem (edebiyat alanı istisna) solla yarışamadı, hem AKP’nin özellikle de 2010 sonrası döneminden sonra iktidar nimetiyle bütünleşerek eridi, kalan unsurlarıyla bir kimlik bunalımına girdi.
Fakat bunalımdan, üstelik varlık yokluk meselinde sol da bağımsız değildir. Dahası bugünlerde bunalımı bütün bir Türkiye siyasetinin göbek adı diye de kodlayabiliriz. Sadece, sol, nicelik, itibar, mevzi kayıplarının ağırlığıyla bu bunalımı daha yoğun yaşıyor ve telafiler bulmada daha çok güçlük çekiyor.
Bu bunalımın bir ayağında da entelektüeller, solcu yazarlar var elbette. Mücadelenin, “ateş içindeki pratiğin” geri çekilmesi onlara bir alan açmadı, tersine onları köksüz, zeminsiz bıraktı. Felsefî kuram ve tartışmaların tamamen içine gömülmüş, okur yazar kişinin bile anlayamadığı “ağır metin”lerin erbabını, alıntının tezenelerini ise burada ayrı tutuyoruz. Zira bu kesimin çoğu için mücadele gibi temel bir sıkıntı olmadığı gibi, okuma yazmanın kendisi de bir araç değil, amaç işlevi görür.
M-L entelektüel içinse içinden ya da yanından, yöresinden konuşulacak bir mücadele olmaması doğaldır ki büyük bir boşluk hissini besler. Bunalımın da büyük paydası buradadır, motivasyon da burada medfundur.
Solun Türkiye’de ayağa kalkış ve geriye düşüşleri her zaman tüm parçalarıyla, her zaman hep birlikte oldu. Entelektüel faaliyetin ivmesi de, ki buna yalnızca, yankı alma, karşılık bulma, zemin edinme anlamında nitelikli yazılar yazma değil, kültür sanat cephesi, müziği, şiiri de dâhil, solun kudretiyle birlikte yükselip, geriliyor. Bireycileşmeyle, boşvermişlikle kuşatılan bir evrendeyiz. Bu evrede entelektüel eğer o da boş vermemişse ya kendini kifayetsiz bir tekrarın ya da siyaseten “alternatif/ popüler/ tek tek alanlarda ‘uzmanlaşma’-tekelcileşme istidadındaki akımlara” bağlanmanın ipinde cambazlık yaparken bulabilecektir.
Ne diyelim, kolay gelsin. Öğrenme, üretme ve anlatma haz ve hırsının tükenmemesi umuduyla…
(14.10.2019 sendika.org)