Yüzde 5 mutlu azınlık ve panikleyen orta sınıf – Bahadır Özgür (gazete duvar)

Gelir dağılımında payı en fazla eriyen kesimi ‘yeni orta sınıf’ olarak adlandırılan kesim oluşturuyor. Resmi verilere bakıldığında nüfusun yüzde 60’ı, kısa bir dönem hariç payını hiç artıramadı. Son üç yıldır da bu payda kayda değer değişim yok. Oysa her dönem kazanan en tepedeki yüzde 5’in hemen altında bulunanlar, ekonominin bozulmasıyla en hızlı kayba uğrayanlar. Bu nasıl bir siyasi sonuç doğurur?

“Piyasada başarılı olan, zenginleşen ve dipten gelen bir dalganın taşıdığı yeni orta sınıflar burjuvazinin içinde güç kazanarak ön plana yerleşiyor…” Bu heyecanlı sözler, 2012’de Görüş dergisine bir makale yazan dönemin TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’e aitti. Yeni orta sınıf sayesinde artık tartışmaların kültürel kodlarla değil rasyonel işleyiş, yönetim ve karar kodlarıyla yapılmaya başlanacağını söyleyen Boyner; şeffaflık, hesap verme, mülkiyet hakkına saygı, hukukun üstünlüğü vb. anlayışların da önemli hale geleceğini düşünüyordu.

Boyner’in ümitvar yeni orta sınıfı, beklenen misyonu yerine getirebildi mi peki?

Buraya tekrar döneceğiz. Ama önce bazı basit veriler üzerinden, o yazıdan sonra yeni orta sınıfın halinin nasıl değiştiğini anlamaya çalışalım…

Dünya Bankası verilerinden seçilmiş aşağıdaki grafik, orta sınıfların gelirden aldığı paydaki değişimi gösteriyor. Seçilen ülkelerin otoriter rejimler olarak anılması dikkatinizi çekmiştir. Fazla karışık olmaması bakımından benzer ülkeler ihmal edildi, ancak oralarda da durumun parlak olmadığını not edelim. Dünya ortalaması yükselirken, bu ülkelerde 2008’den sonra ciddi bir erime söz konusu.

Şu tablo ise TÜİK’in gelir dağılımı araştırmalarını açıkladığı resmi bültenlerden alındı. 2013’ten sonra en tepedeki yüzde 20 dışındaki her gruptaki erime rahatlıkla görülüyor.

YÜZDE 20’LİK DİLİME GÖRE

Eğer bu tabloyu yüzde 10’luk dilimlere ayırırsak, karşımıza biraz daha farklı bir manzara çıkıyor:

YÜZDE 10’LUK DİLİME GÖRE

En tepedeki yüzde 10 hariç, diğerlerinin tamamında kayıp var. Lakin son yıllarda kaybın istikrarlı biçimde gerçekleştiği kesim, en tepedeki yüzde 10’a yakın olanlar. Gelin tabloyu biraz daha netleştirelim..

Sıradaki tablo en altta bulunan yüzde 40’ın, yüzde 5’lik dilimli hali:

YÜZDE 5’LİK DİLİME GÖRE EN FAKİR YÜZDE 40

Hemen hemen kayda değer değişim yok. Daha eskiye göre 0.1 puanlık düşüşler olsa da, son üç yıldaki payları aynı kalmış. Nüfusun orta katmandaki yüzde 40’ında da benzer bir sonuç çıkıyor. Onların da 2014 ile kıyaslandığında küçük oranlarda kayıpları olsa bile, son yıllarda aldıkları pay dikkate değer oranda değişmemiş.

Gelelim gelirden en fazla pay alan yüzde 20’ye… Onu da yüzde 5’lere böldüğümüzde işler iyice enteresanlaşıyor:

YÜZDE 5’LİK DİLİME GÖRE EN TEPEDEKİ YÜZDE 20

Burada toplumun alt kesimlerine nazaran büyük kayıplar yaşanıyor. Özellikle payını sürekli artıran en tepedeki yüzde 5’e yakın olanlar, aynı zamanda son üç yılda istikrarlı biçimde en fazla kayba uğrayan kesimler.

***

Tüm bu tablolar bize ne anlatıyor? Büyük sonuçlar çıkarmak bakımından yetersiz olsa da, bazı ipuçları sunmuyor değil.

Bir özet yaparsak; en yoksul kesimler ile, orta katmanın alt kesimlerinde herkesin payını artırdığı 2014 ile kıyaslandığında, ortalama kayıp 0.1 puan civarında. Nüfusun yüzde 60’ını oluşturan bu kesimin payı son yıllarda neredeyse değişmemiş. Bunun nedeni, artık duvara dayanmaları ve düşebilecekleri bir noktanın bulunmaması olarak yorumlanabilir.

Kalan yüzde 40’ta ise üst gelir gruplarına çıkıldıkça erime hızlanıyor. Orta grubun en üst sırasından, tepedeki yüzde 5’e kadar olan kesimin kaybı, 0.2’den başlayıp 0.5 puana yükseliyor. Orada zirvedeki yüzde 5 dışında kazanan hiç kimse görünmüyor.

Boyner’in umutla bahsettiği ve “burjuvazinin saflarına doğru ilerlediklerini” söylediği ‘yeni orta sınıf’ bunlar işte. “Azdan az, çoktan çok gider” lafı yerini bulmuş sanki. Alt sınıflar kısa bir dönem için payını az miktarda arttırabilse de, uzun süredir dramatik değişim olmadı. Orada sorun, neredeyse ceplerindeki nüfus cüzdanı kadar resmileşmiş, kimliklerinin parçası haline gelmiş ve giderek bir ‘yaşam tarzı’na dönüşmeye başlayan yoksulluk ve işsizliktir. Karaya oturmuş haldeler. Sabitlenmiş yoksullukla, siyasi donukluk arasındaki korelasyonun üzerine düşünmek lazım.

Ya onlara göre üst dilimde yer almasına rağmen elindekini hızla yitirenler? Kendi üstündeki mutlu azınlığa bakıp gıpta mı eder, yoksa aşağıdaki uçuruma dalıp panikler mi? Böyle bir panik nasıl siyasi tavırlara gebedir?

***

İtalyan edebiyat kuramcısı Franco Moretti, orta sınıfa, burjuvazinin ‘takma ismi’ der. Benzetmenin nedeni, sadece burjuvanın ‘ortada duran’, ‘ortadaki’ anlamına gelen bir kavram soyundan gelmesi değildir; orta sınıfın burjuva değerlerin, kültürünün, siyasetinin taşıyıcısı olmasıdır. Dolayısıyla demokrasi ile orta sınıf arasında kurulan bağ, sermaye sınıfı ile demokrasi arasındaki bağın tezahürüdür esasında.

Aşağıdaki herkesle köprüleri atmış bir sermaye sınıfı, kendi toplum tahayyülünün hegemonyasını kurabilmesi için bir konakçıya ihtiyaç duyar. O koza, yaşam standardıyla alt sınıfları cezbetmesi beklenen orta sınıflardır.

2000’lerden sonra neoliberal dönüşümün olanaklarını, eğitimlerinin kazandırdığı yetilerle birleştirerek yükselen kesime, ‘yeni orta sınıf’ denilmişti. Sermayeye malik olamadıkları için burjuvalaşması imkansız olan, ama iyi kazançları sayesinde burjuva yaşamını taklit edebilen bu kesim, küresel sermayeyi de heyecanlandırmıştı.

2009’da The Economist’in kapağı ‘yeni orta sınıf çağı’ydı. Derginin iddiası; kalkınma ve demokrasinin motorunun tarihte üçüncü kez bu sınıfların eline geçtiğiydi. Nitekim TÜSİAD’ın dergisinin diğer makalelerinde de AKP’nin ekonomi modelinin başarısı olarak, yeni orta sınıfların yükselişi gösteriliyordu.

Ekonomik kriz bu ‘umudu’ kalbinden vuruyor şimdi. Tarih dersinden öğrendiğimiz şey; krizlerin demokratikleşmeden ziyade, otoriterleşmeyle aşılmaya çalışıldığıdır. Nasıl ki ekonomik büyüme döneminde ‘makbul değerler’ sermaye adına orta sınıfça taşınırsa; otoriterliğin ihtiyaç duyduğu ideolojik harç da, vekaleten en fazla panikleyenin sırtına yüklenir.