Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

Şafak Yargılanamaz 1. Cilt
Derleyen: Hasan Şensoy
Barikat Gazete ve Yayıncılık

TÜKENEN GÜN ŞAFAĞI YARGILAYAMAZ!..

* FAŞİZMİN MAHKEMELERİ, MLSPB'Yİ YARGILAYAMAZ VE ONDAN SAVUNMA İSTEYEMEZ!..
* MLSPB, SADECE EZİLEN HALKLARA VE TARİHE KARŞI YÜKÜMLÜDÜR!..
* EMPERYALİZME, OLİGARŞİYE VE FAŞİZME HESAP VERMEYİZ. BİZ ONLARI DEVRİMCİ İDEOLOJİMİZ VE SAVAŞIMIZLA YARGILIYORUZ!,,
* TARİHİN VE TÜRKİYE HALKLARININ KURTULUŞ KARARI KESİNTİSİZ DEVRİMLE İNFAZ EDİLECEK!..

Sunuş

Bu Kitap Dizisi ;TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ-CEPHESİ/MARKSİST-LENİNİST SİLAHLI PROPGANDA BİRLİĞİ'nin Emperyalizm, Oligarşi ve Faşizme yönelik gerekçeli hükmünün birinci ayağını oluşturmaktadır. Bu hükmün devamının yazılmasına ;sosyalizm için mücadele bayrağını onurla taşıyacak ve zaferden zafere koşacak yoldaşlarımız tarafından, Politikleşmiş Askeri Savaşımız boyunca devam edilicektir.

Aynı şekilde; reel sosyalizmin çöküşü, emperyalizmin daha etkin hale gelmesi ve benzeri gelişmelerin körüeklediği uzlaşmacı akımlara ve dünya çapındaki altüst oluşa karşı; bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm kavgasını kararlılık ve coşkuyla yürüten diğer ülkelerdeki Halk Savaşçısı yoldaşlarımızın; dünya emperyalizmine ve kendi oligarşilerine yönelik tarihsel yargıları ve bu yargınınl gerekleri için savaşma görevlerini gerçekleştirirken oluşturacakları GEREKÇELİ HÜKÜM'ler de, bizim yazınımızın bütünleyicisi olacak.Tıpkı, mücadelemizin ve kaçınılmaz zaferimizin olduğu gibi...

THKP-C/MLSPB; verili koşulların, siyasal, ekonomik, kültürel, askeri, felsefi gerçeklerince çevrelenmiş dünyanın Türkiye'sinde, sosyalizm için oluşturulmuş siyasal bir yapılanmadır.

Dolayısıyla, Gerekçeli Hükmün örgüsü de bu temelde oluşturuldu. Tarihsel gelişimin seyri içinde dünya koşullarının incelenmesi, dünyadaki gelişmelerin yanısıra, tarihsel örgüsü içinde ülkenin değerlendirilmesi; bu değerlendirmelerin sonuçlarının halklar yönünde çözümünün gerekçe, yöntem ve sonuçları ve değiştirmek amacıyla çözümlemek yönünde verilen bütüln bu yanıtların, siyasal ve örgütsel ifadesinin konulması, Gerekçeli Hükmün yapısını oluşturmuştur.

Gerekçeli Hükmün içeriğinin yanısıra, nasıl bir ortamdan yazıldığının ve kendi tarihsel seyrinin de önemi var.
1975'ten itibaren MLSPB örgütlülüğü ile, THKP-C'nin Kızıldere'de kesintiye uğrayan savaşımını sürdürmeye başlayan hareketimiz, ülkemizin bütünl siyasal yapılanmaları gikbi, 12 Eylül Açık Faşizmiyle birlikte yeni bir sürece girdi.
Bu süreçte esir alınan yoldaşlarımızın, sempatizanlarımızın ve diğer ilişkilerimizin bir kesimi, uğradıkları yoğun işkencelerden sonda, faşizmin zindanlarına kapatıldılar.
Buralarda, faşizmin 'yargı' tarzı da, niteliğine uygundu. Fiziksel ve siyasal imha!.. Ne var ki, hareketimizin açık faşizmin saldırılarına yönelik kararı da kesindi: Hiç bir anlamda teslem olmamak ! Ni işkencede ne de zindanlarda... Oligarşiye ve faşizme, siyasal onurumuzu zedeleyecek, kimliğimizi lekemeyecek niçbir ödün vermemek...
Bu mücadelede, kkaçınılmaz olarak, çeşitli kayıplarımızın yanısıra, firelerimiz de oldu. Onuruyla devrimin ve hareketin değerlerini, kültürünü yücelterek şehit olan yoldaşlarımızın yanısıra, tarihin bu şerefine layık olmadığını göstereln insanlar da oldu. Ne var ki, onları, herhangi bir ikirciklenmeye düşmeden, küçük burjuva liberalizmiyle nareket etmeden yargıladık, mahkum ettik... Bu süreçte, diğer bazı kentlerin yanısıra, en fazla sayıda tutsak alınan insanlarımızın olduğu İstanbul'da yaklaşık 300 kişilik bir dava açıldı.
Mayıs 1981'de başlatılan ve "ek iddanameler"le sürekli kabartılan bu dava, bugün, 1991'de henüz kesin sonuca ulaştırılmamıştır.
1981 Mayıs'ında başlayan 1984'de birinci etebı son bulan faşist yargılama süreci, "12 Eylül Hukuku"nun, tüm faşist karakteristiklerinin pervasızca sergilendiği, ülkemizde ve dünyada eşine ender rastlanan örneklerden biridir.
12 Eylül döneminin hukuksuzluğu sergilenmek istendiğinde, THKP-C/MLSPB dava dosyasında sayısız kanıt bulunabilir. Bu "dava"nın oluşturulması da, yürütülmesi de, herhangi bir hukukun değil, devlet terörizminin seyr-ü seferidir.
İstanbul Sıkıyönetim III Nolu Askeri Mahkeme heyetinin üyeleri, I. Ordu Komutanlığı'ndan aldıkları emirlere uyarak, dava dosyasındaki belgelerin elimize geçmesini engellediler, tanıklara baskı yaparak tanıkları yönlendirdiler,tanık ifadelerini tahrif ederek tutanaklara geçtiler, avukatlarımızı tehdit ettiler, bizleri mahkeme salonunldan zor kullanarak çıkardılar. Ve sözde "yargılama" sürecinin son birbuçuk yılında salona hiç alınmadık. Gıyabımızda sürdürdükleri sözde "yargılama"yı 1984'te 49 müebbet, 22 idam ve çok sayıda uzun süreli ağır hapis cezalarıyla kendilerince karara bağladılar.
Bugün artık bütünl kamuoyunca bilinen, o günlerin baskı, işkence ve yasaklar zinciri altındaki cezaevlerinin her döneminde; heçbir yaptırıma, hiçbir biçimde boyun eğmeden direnen MLSPB'nin tutsak savaşçıları, bu ödünsüz tutumlarını mahkemelerde de sürdürdüler. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm bayrağının onurlu sesi ve temsilcisi oldular.
Onlarca yıllık ek cezalarla mahkum edilmelerine rağmen faşizmin niteliğini lcelzaevlerinde ve mahkemelerde de vurgulamaktan geri durmadılar. Mahkeme heyetinin, Metris ve diğer Askeri Cezaevlerindeki baskı ve işkenceleri himaye eden tutumuna ve duruşmalar sırasındaki usulsüzlüklerine tavır alarak, İstanbul Askeri Mahkemelerinde (belki de Türkiye'de ilk kez) kimlik bildirmeyi ve sorgu vermeyi reddettiler.

Başta tek tip Elbise'yi giymemek olmak üzere, "mahkeme nizamını bozucu davranışları nedeniyle mahkemelerden atıldılar ve "yargılamayı izleme haklarını", "savunma haklarını ", "Savaş Hali Hükümleri"nin uygulandığı o mahkemelerin kendi prosedürü içinde dahi kullanamadılar.

İstanbul duruşmaları sırasında "siyasi savunma" metninin hazırlanması için yapılan çalışmaların taslakları, aramalarda, sevkler sırasında yitirildi. Aynı dönemde, bütün askeri cezaevlerinde uygulanan kitap, kağıt, kalem yasaklarını ve dava dosyalarındaki belgelerin tutsaklara verilmesini engelleyen mahkeme heyetlerinin ve cezaevi yönetimlerinin tutumlarına karşı bir tavır olarak, İstanbul Ve cezaevlerinde kalan siyasetler, mahkemelere savunma verilmemesini genel karar haline getirdiler. Bu genel karar uyarınca bizler de mahkemeye hukuki ve siyasi "savunma"vermedik.

Daha sonra 1988 başlarında konuyu gündemimize aldık ve yoğun bir çalışma sonucunda arkadaşlarımız, Emperyalizme, Oligarşiye ve Faşizme karşı hükmümüzün gerekçeli metnini hazırladılar.


Dipnot:
Bu çalışmalarda kullanılan çeşitli istatistik verilerin, gerçeği tam olarak yansıtmaması kuşkusunu doğal olarak taşıyoruz.Bunların, kendi çalışmalarımızın ürünü olmaması, araştırmacıları verileri arasında farklar olması, resmi istatistiklerin ise güvenilirliğinin tartışılır olması, bazı sorunları da birlikte getiriyor. Sonuç olarak bunları, saptamalarımızı destekleyen veriler olarak görmek gerekiyor. Öte yandan gösterilmeye çalışılan özene rağmen bazı tekrarların olması, konuların kendi iç bütünlüğünü sağlamak amacından kaynaklandı. Yararlanılan kaynaklar mutlaka belirtildi ve bunlar diğer dipnotlarla birlikte sonuca eklendi. Ve tüm devrimcilerin eleştirileri, kuşkusuz bu tarz çalışmaların önemli katkılarından biridir.

Dünya Şimdi Daha Hızlı Evriliyor

Bu çalışmaların bitiminden sonra, hatta çalışmalar sürerken, dünya, olağanüstü bir hızla devindi, değişti. Bambaşka bir çehre kazandı. Dengeler tümüyle farklılaştı. Sovyet Çin kutuplaşmasından sona bir dağınıklık arzetmeye başlayan sosyalist blok tümüyle dağıldı. Bölgesel savaşların patlak verdiği, reel sosyalizmin çözüldüğü, emperyalizmin dünya çapında sosyal, ekonomik, askeri reorganizasyonlara giriştiği, ülkemizde işçi sınıfının yeni boyutlar yarattığı, sosyal dinamiklerin değiştiği, Kürdistan halkının sömürgeci güçlere karşı tarihinin en ciddi mücadelesini yükselttiği yıllar yaşanmaya başlandı.
20. yüzyılın son on yılına, dünyadaki genel tıkanıklık ve bunalımın, kendisini giderek yoğunlaşan bir depresyon şeklinlde ifade ettiği çözümsüzlüklerle girildi.
Buk çözümsüzlüklerin ulaştığı boyutlar; emperyalizmin de, reel soslyalizmin de, kendilerine, bir biçimde yeni yollar açacağı noktalara ulaştı. Dünyada, birbirini infilak ettiren mayınlar gibi ardarda patlamaların meydana geldiği bir deprem sürecine girildi.
Marksizmin yasaları, böyle depremlerin ardından yoğun ve kökl tarihsel dönüşümlerin yaşanacağını vurgular ki, bu dönüşümleri halklar yaratır. Yaşadığımız süreç; dünya halklarının iki dev devrimci dalgasının arasında yaşanan bir geçiş, bir girdap sürecidir. 1917'yle yükselmeye başlayan birinlci dalga 80'lerde sönmeye başladı ve bu kısa aralıktan lsonra daha büyük bir dalga yükselecek...
Son birkaç yıldır dünya sahnesinde emperyalizmin ve onun ideolojisinin, tarihin yayını geriye doğru çektiği, halkları kasıp kavurduğu, onları kana, onları bellek ve kimlik yitimine, onları bilinç ve inanç zaafına mahkum ettiği bir oyun oynanıyor. Ne var ki, dünya halklarının dinamiği ve tarihin onlardan yana niteliği nedeniyle bu gerilin süreci, halkların bu kez kendisi için yaratacağı patlamalara ve mücadelelere dönüşecektir...
Eksiklikleri ve yanlışları ne olursa olsun, Ekim Devrimi'nden bu yana yaşanan yaklaşık 70 yıllık bir tarih diliminin gerçeklerinin- ki bu gerçekler aslında, Paris Komünü'nden bu yana dünya belleğine yazılmaya başlanmıştır- unutturulmaya , yokedilmeye çalışıldığı yılları, halkların gerçeklerinin yükseleceği yıllar izleyecek.
Bilimsel kaçınılmazlıklar ve halkların volantirizmi bunu sağlayacak güçedir.
Bu süreçte, birbirini koşullayan çelişkilerinin yanısıra, kendi özel seyirlerininde ayrıca değerlendirilmesi gereken emperyalist sistemle sosyalist sistem arasındaki ilişki, emperyalizm lehine ağırlık kazanmıştır.
Sürecin başında, emperyalizmin ekonomik, sosyal ve siyasal tıkanıklıkları en az sosyalist sisteminki kadar yoğundu. Avrupalı emperyalistlerin Avrupa Topluluğu çerçevesinde çözüm aradığı, Amerikan Emperyalizminin ise, Reügan'lı dönemde Amerikan ruhu şahlanışı ile atılım yaratmaya çalıştığı bu yıllarda emperyalizmin 3. Bunalım döneminin, 2. Paylaşım savaşı sonunda oluşturulmuş çözümleri eskimekte, dünya emperyalizmi yeni doygunluk yolları aramaktayı. Entegrasyonun iç çelişkileri de koşulların dayatmaları parelelinde yoğunlaşmıştı.
Son tahlilde Malta'da empeyalizme karşı teslimiyeti siyasal olarak belgeleyen Gorbaçov, elbette sosyalist bloku dağıtan değil, dağılmışlığı belgeleyen kişi olmuştur. Emperyalizm cephesinde yaşanan açmazların yanısıra karşı cephede yaşananlar tam bir kapağı kapalı buhar kazanı örneği iidi.
Sosyalizmin temel özelliklerinin dahi zaafa uğratıldığı ve emperyalizmin şiddetli kuşatması altındaki bu ülkelerde, siyasal devrim süreçlerinin, başlayan ama bitmeyen süreçler olmasının gerekleri yerine getirilemeyince, çözülme başladı.
Sovyetler Birliğinde, Lenin döneminde devrimin yeni ve canlı oluşu, o süreçteki parti önderliğinin özellikleriyle birleşince; gelişen ilerleyen bir dönem yaşanmıştı.
Stalin'li Sovyetler Birliği ise; dünyanın bütün olağanüstü koşullurına ve savaşın yıkıcı etkilerine, faşist saldırganlığa karşı sosyalist bir direniş gösterdi. Ne var ki, nesnelleştirilemeyen dönüşümlerin yarattığı olumsuz birikimler ve emperyalizmin yarattığı basınçla, izleyen dönemlerde olumsuzluklar ön plana çıktı.
Daha sonraki süreçlerde, sosyalizmi yaşatma ve ilerletmede; toplumda yaratılacak sosyalist ekonomi, kültür ve politika dinamiklerinin her zamankinden çok daha önemli olduğu gerçeği gerektiği gibi kavranamadığı için, buna uygun politikalar yaşama geçirilemedi. Toplumun bir bütün olarak, sosyalizmin yööntem, amaç, ve prensiplerini içselleştirmesi en önemli çözüm stratejisi iken, parti bunun tam aksi bir rotaya girdi. Bir çok değeri ve gerçekliği kendisiyle menkul hale getiririk kitlelerden koptu.
Çeşitli terimlerle tanımlahmaya çalışılan Sovyetler Birliği ve diğer eski reel sosyalist ülkelerdeki çözülmenin ene temesı budur.Marksizmin, Marksizm adına çarpık bir şekilde savunullası ve uygulanması nedeniyle sosyalizm adına sergilenen pratiğin modern revizyonizm olduğunu 80 öncesi süreçte ifade ettiğimiz bu ülkelerdeki reel sosyalizmin, ileriye dönük yeni toplumsal dinamikler yaratmadan yaşamını bu statükoda sürdürmesi müemkün değildi.En azından onunla her planda sürekli çatışan koskoca bir emperyalist sistemin varliğina karşi güçlenmesi zorunluydu.Ama bu zornluluğu nükleer silah yarışmasi sinirlarinda kavrayıp siyasal,ideolojik ve toplumsal plandaki ğelişmenin önemini ğöremyen partiler, reel sosyalist sürecin sonunu hazırladılar.
Grafiğin sosyalizm lehine alaildiğine yükseldigi. sosyalizmin başta yeni sömürgeler olmak üzere tüm dünya halkları üzerinde geniş
bir prstij yarattıği dönemin ulusal kurtuluş savaşları dönemi olarak belirginleştiği yıllar, 60'lı yıllar oldu. Bugün, (Küba'nın ve bir kaç ülkenin daha özem durumları dışında ) son olarak sıranın Sovyetler Birliğine geldiği çözülme, daha oyıllarda, doğal olarak en zayıf halkadan uç vermeye başladı.
Doğu Avrupa ülkelerinde, başından beri iç dinamiği zaaflı devrimler yaşanmasının yanısıra, reel sosyalizm her planda indirgemeci mantıklar üretiyordu.İçerde ekonomik indirgemicilik bu politikanın en somut mantığı ve uygulamaları olarak belirginleştirilirken, dış ilişkilerde de özünde çok farklı bir durum söz konusu değildi.Ulusal Kurtuluş Mücadelelerine destek ve katkı, yeni sömürgelere sosyalist model ihracı uygulamasına dönüşmüştü. Bu ihraç mantık çoğu kez devletçilik ve anti-emperyalizm düzeyinde algılanıp uygulanmaya çalışıldı.
Dolayısıyla da öncelikle sosyalist kampa bu bağlamda destek ve katılım gösteren ülkeler çözülmeye başladı.Endenozya,Mısır,Somali gibi ülkeler bu gelişmelerin ilk örnekleri oldu.Aynı süreçte, 1956 Macaracistan ve 1968 Çekoslavakya sarsıntıları, yanlışlıklarla dolu Çin sosyalizm sürecinin bunalımı, yine yanlış yöntemlerle "çözümlenerek" geçici olarak atlatıldı.Gerçekte ise daha sonraki patlamaların nüvesi kılanarak atlanıldı!...
Sosyalizme kendi toplumsal dinamiklerinin belirleyiciliğinde değil,ikinci paylaşım savaşındaki faşist işgaliln yarattığı özel koşlulların itimiyle anti-faşizm çelişkisiyle;Komünist partilerin, Anti-Faşist Halk Cephesi içindeki etkinliği temelinde geçen Doğu Avrupa ülkeleri için sorunlar, Sovyetler Birliğinden daha sancılıydı.
Genellikle,I.Paylaşım savaşı sonunda ulusallaşma sürecine giren ve çoğu sanayileşme dengesini henüz oturtamamış tarım ülkesi olan bu ülkeler, Sovyetler Birliği'nin politikalarının uyduları haline geldiler. Sovyet yardımıyla yaşamını sürdüren Doğu Avrupa'ya yapılan yardımların, sosyalizmi yaşatmak ve ilerletmek bağlamında kalıcı bir katkısı olmadığı görülmektedir.Emperyalizmin cazip organizazyonu Berlin Duvarı şovuyla Batı Almanya'ya kayıtsız koşulsuz teslim olan Doğu Almanya,koh'ün verdiği cep harçlığı ile Batı Almanya tezgahlarına akın ederek, Emperyalist Blokta, körfez savaşına kadar sürecek geçici bir Almnya korkusu da yarattı.
Diğer Doğu Avrupa ülkeleri ise, yeni ve bakir pazar alanları olarak tokpraklarının kapılarını sonuna kadar ve birbirleriyle yarışırcasına emperyalizme açtılar.Güçlü bir anti-kominizm ve şovenizm dalgası, 40 yıllık "proleterya diktatörlüklerini" alaşağı etti.
Gerçekleşen, bir karşı devrimdi. Kimi kez halk, Elera'nın incileri ve gardrobu gibi rekli spekülasyonlarla oyalanırken, kolay bir darbe karşı devrim sürecini başlattı. Kimi kez de Polonya'da olduğu gibi çarpık sosyalizmin sefil bir duruma düşürdüğü halkın tepkileri, dipten gelen dalganın yarattığı karşı devrime dönüştürüldü. Bayak bir hızla, IMF Dünya Bankası, AET fonları ve kredileri, çok uluslu tekellerin ortaklık girişimleri, dış borçlandırma, kültür emperyalizmi ağları örülmeye başlandı.
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği modelinin bişını çektiği reel sosyalizm bunalımını yaratan en önemli çelişkilerden biri, diktatörlük ve demokrasi kavramlarının, Marksist-Leninist ideolojidiki yanıtlarının tam olarak verilmemesi idi. Kapitalist toplumlarda da, sosyalist toplumlarda da, birlikte yaşayan ve biri diğerini yok etme mücadelesi veren demokrasi ve diktatörlük, birbirine karşı bir imha stratejisi izler. Kapitalist toplumda emperyalizmle birlikte demokrasiyi yok etme sürecini giren güç, burjuva diktatörlüğüdür.
Nitekim bugün dünyada burjuva demokrasilerinden söz etmekte artık olası değilrir. Öte yandan, kuramsal açıdan sosyalizm süreci, proleterya diktatörlüklerinin, sınıfların ortadan kalkışlarına kadar proletarya demokrasisi tarafından adım adım söndürülmesi sürecidir. Ne var ki, reel sosyalist ülkelerde, bunun tam tersi bir yola girilmiş, parti ve devlet bir aygıt olarak sınıftan ve halktan soyutlanarak, gün geçtikçe daha "güçlü", daha "kadim" olmuşlardır.
Tarihsel koşulların yarattığı, dünya şartları ve ülkelerdeki gelişmelerden kaynağını alan devrimler, başlangıçtaki doğal eksikliklerini dönüştürme gücü gösterememişlerdir. Bolşevik Devrimi dehil bütün devrimlerden sonra, muzaffer Komünist Partiler ve onların önderleri emperyalist-kapitalist sistemin ve iç düşmanların saldırılarına karşı sosyalist iktidarın korunması için, kapitalist ve feodal kalıntıların temizlenmesi, sosyalizmin inşası sürecinin geleceğinin garantiye alınması için; güçlü bir parti yaratma ihtiyacını doğal olarak duymuşlardır. İktidarın ele alınmasından sonrı, muzaffer partiler, devrim savaşımı kadrolarının büyük kısmını şehit vermiş olmalarının yarattığı büyük bur kadro açığıyla eski düzenin pisliklerinin temizlinmesi ve sosyalizmin adım adım inşa edilmesine girişmişlerdier.
Sosyalizmi kavramış az sayıda kadroyla, devrimin zaferinin korunması, kalıntıların temizlenmesi, sosyalizmin inşaasının ideolojik, politik, ekonomik, sosyal, felsefi, kültürel, hukuki, teknik vb. çok karmaşık sorunlarının çözülmesi, milyonların seferberliği ve ülkenin tüm olanaklarının değerlendirilmesi... gibi çok yönlü bir faaliyetin yürütülmesinin ne denli zor bir görevler bütülnü oluşturduğunu hepimiz kabul ederiz. Böyle bir sürecin sosyalizmin prensiplerine uygun bir şekilde yaşanması, herşeyden önce, her alanda ihtiyaç duyulan eğitimli kadro sorunu olduğu halde en büyük açlık da bu planda ortaya çıkıyor. Dolayısıyla yaşanan sorunların neredeyse tümünün kaynağına indiğimizdi, bütüln sorunların anası olan bu problemi görüyoruz yine.
Biz sosyalistler, iktidarı ele aldığımız andan başlayarak devleti eritmeyi, tamamen söndürmeyi amaçlayan bir felsefenin savunucularıyız. Buna rağemn, dünya konjonktürü ve bölge ülke şartları, sosyalistlerii parti, devlet aygıtını bir dönem için bile olsa güçlendirme politikasına itmiştir. Bu da, bugüne kadarki sosyalist iktidar pratiklerinin hemen hemen tamamında olduğu gibi, devrim savaşımında oluşturulmuş kurum, kuruluş ve mekanizmaların, iktidar ele geçirildikten sonra, parti ve devlet aygıtına dönüşmesine koşut olarak “partimizin ve devletimizin otorimesinin tesis edildiği alanlarda başka otoritiliri ve mekanizmalara ihtiyaç kalmamıştır” gibi mantıklarla halkın katılımının köreltilmesini ve ortadan kaldırılmasını doğurmuştur.
Bizim edebiyatımız ne olursa olsun. bunun pratiktiki anlamı, sınıfın ve emekçi yığınların, sosyalizm inşası süreçlerine aktif ve bilinçli katılımını sağlayacak yerel insiyatiflerin yok edilmesidir. Böyle bir ortamda parti ve devlet mekanizması, tak güç ve otorite olmuştur.
Giderek parti ve devlet yapısı toplumdaki çıkarcılar ve üçkağıtçılar gözünde, ikbal kapısı halini gelmiştir. Ve bu zararlı unsurlar, parti-devlet otoritesi arkasına sığınarak çıkar ve ayrıüalıklar elde etmek için çeşitli yöntemlerle bu mekanizmalara sızmışlar, onu içten içe kemirmişlerdir. Sosyalist bilince sahip kadroların sayıca azlığı, güçlü bir denetim mekanizması kurulmasına olanak vermemiştir. Denetimin zayıflığı ise parti ve devlet güç ve olanaklarının şahsi çıkarlar adına kullanılması v.b. uygulamaların yaygınlaşmasını getirmiştir.
Giderek parti ve devlet halktan kopmuş, halka yabancılaşmış ve bu makanizmalar içinde yer alan insanların oluşturduğu ayrıcalıklı bir kast doğmuştur. Bürokrasinin felç eden otoritesi, ekonomik indirgemecilik, enternasyonalizm anlayışındaki çarpıklık, bunların tümüyle eş önemde sosyalist insin yaratılamayışı sosyalizmin 70 yıllık pratiğini oldukça geri bir noktaya itmiştir.
Son dönemde reel sosyalist ülkelerdeki çözülüş ve çöküş sürecinde sosyalist değerlere ve ideallere sahiip çıkan toplumsal güç ve diinamiklerin çok cılız bir varlık göstermesinin kaynağında; onlarca yıl halk kitlelerinin gözü önünde sosyalizm adına yapılmış rezaletlerin yarattığı birikimin yol açtığı yaygın kitlesel tepki yatmaktadır. Bu tepkiyi kende çıkarlarına göre yönlendirmeyi beceren emperyalist sistem, modern reviizyonist yönetimlerin kendilerine sağladığı objektif destekle gelişmeleri istediği kanala sokabilmiştir.
Bütün bu gerileyişe ve çöküşe rağmen onlarca yıllık sosyalist uygulamaların oluşturduğu kazanımlar, emperyalizmin bir süre için sunduğu boyası ve dünyanın geçici illizyonu ortaya çıkınca, halkların kaybettiği değerlere yeniden sahip çıkması yolundaki sürecin de ilk maddi özellikleri oluşacaktır.
Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelere siyasal noktayı koyan Gorbaçov döneminin söyleminde, yer yer doğru teşhisler ve çözüm yolları olmasına karşın, pratikte ve resmi sonuçlarda olumsuz gidişe ket vuracak ve onu dönüştürecek önlemler ve mekanizmalar yerine, onların kendi mecralarında kalmalarını doğuran politikalar saptanmıştır. Sonuç olarak Glasnost ve Perestroika, merkezi planlamanın çözülmesinin, liberalizmin etkinlik kazanmasının reformu olmuştur. Böylelikle, küçük çapta özel mülkilet olanağı, işletme ve devlet kuruluşlarına ithalat-ihracat yetkisi, uluslararası emperyalist tekellerle ortaklık koşulları, fiat esnekliği, iş hacmine bağlı vergi sistemi gibi sosyalist üretin tarzına aykırı özellikler reel sosyalizmi tüketme yarışına girmiştir.
Bu sonuç, sosyalizmin kendi gerçeklerine yabancılaşma sürecihih tanımıdır. Bu yabancılaşma,Gorbaçov dönemiyle başlamamış, Gorbaçov döneminde patlama ve artık kendini siyasal olarak da ifade etme sürecine girillmişti. Ve her halka, kendi özelliklerine, gücüne bağlı olarak çözülür. Herşeye rağmen 70 yıllık bir birikim sürecinin yaşandığı Sovyetlerin çözülüşü; Romanya, Macaristan ya da Doğu Almanya’nın çözülüşüyle aözdeş olamaz. Nitekim Sovyetler’de gözüken çeşitli “farklı eğilimlerin” de kendilerine siyasi ifade yolları bulabilmesi, şimdilik cılız da olsa bir direnişin göstergesidir.
Uluslar sorunun bütün yakıcılığıyla çelişkilerini yansıtması Sovyetlerin en büyük problemlerinden biridir.
İleriye doğru çözüm yolunda halkların kimliğinin tekrar tarih sahnesinde boy göstermesi gerekirken, bu gerçekleşmemiş, diğer eski reel sosyalist ülkelerin ardından Sovyetler Birliği’nin de emperyalizmle aşamalı bir teslimiyet ilişkisi gliştirmesi gündeme gelmiştir.
Emperyalizmin en önemli atardamarlarından birinin militarizm olduğunu ve militarizme karşı mücadelenin emperyalizme karşı topyekün mücadele kapsamında ele alınması gerektiğini atlayan Sovyetler Birliği, “Dünya Barışı” yaftasına sığındı.
Bu bağlamda önce emperyaalist demogojiye teslim olmuş, karşılıklı silah indirimi görüşmeleri ile açtığı sayfayı Malta’da yeni bir boyuta sıçratmıştır.Dünyadaki belli başlı çelişkilerin bir dliğer önemli ögesi olan ulusal ve toplumsal kurtuluş savaşlarının da, bu genel havaya bağlı olarak çok ciddi boyutlarda gerilemesi, Nikaragua örneğinde olduğu gibi, zaferi kazanan devrimci partinin yönetimi seçimle iade etmesine kadar varmıştır.
Sosyalizmin gerileyen prestiji, sosyalist sistemin ve ulusal kurtuluş savaşları dalgasının tüm dünya halkları için ne denli büyük anlamlar ifade ettiğini, bu yıllarda çok daha yakıcı ölçülerde somutlaştırmıştır. Sadece sosyalistler değil, hemen hemen bütün toplumsal ideolojiler ve kesimler, gerçek niteliklerini, özelliklerini, kimliklerini, iradelerini yitirmişlerdir. İnançsızlık, inkarcılık, şüphecilik en yaygın ölçüler olmuş, bu ortamı hümanizmle yenmeye çalışan insanlık, salt hümanizmin ne denli gerçek ötesi bir hayal oduğunu görmüştür.
Bush ve Amerikan emperyalizmi, bu tarihsel fırsatı gerektiği şekilde değerlendirdi. Dizginlerden boşalan ABD, siyasal, ekonomik ve askeri üstünlüğünü, yepyeni bir çehre vereceği yeni bir dünya yaratma yolunda kullanmaktadır. Ortadoğu çıkarmasının en önemli amaçlarından biri, temelleri önceden yaratılmış olanaklarıh üzerinde, Amerikan emperyelizlinin “dünyanın en büyük ve özünde tek” efendisi rolünü pekiştirmek, bunun altınlı çizmektir.
Bu arada, özeldeOrtaroğu’ya, emperyalizmin stratejik, ekonomik ve siyasal ihtiyaçları doğrultusunda yeni bir şekil verilmesi, silah ve petrol tekellerinin tıkanıklıklarının aşılması, emperyalist bloktaki çelişkilerin ABD lehine çözüme kavuşturulması, Sovyetler Birliği’ne askeri ve siyasal planda son bir ders verilmesi ve tamamen sindirilmesi, Kürdistan ve Filistin halklarının gelişmekte olan mücadelelerin setlenmesi, özünde böyle bir sürecin rolü için öteden beri gayretle donatılan Irak’ın biçilen bu rolü farklı yorumlayarak girdiği bölge gücü havalarına son verilmesi, Ortadoğu’daki Uzakdoğu’daki olası gelişmeler hesabedilerek, (ve bu bölgelerin cazip olanakları gözetilerek ) buralarda somut askeri varlığın doğuracağı avantajlar gibi çeşitli hedefler, aynı strateji çerçevesinde gerçekleştirilmiş oldu.
Dünyadaki bu gelişmelerin, ülkemiz dahil, bütün yeni sömürgelerde gerilla örgüt ve partelerinden, revizyonist cepheye varıncaya kadar, siyasal tablonun neredeyse bütün çizgilerini olumsuz yönde etkilemesi gerçeğini iyi çözümlemek gerekir. Genelde sosyalizmin halklar üzerindeki prestijinin zaafa uğraması sonucunda, ilerici-demokrat kesimlerin umutsuzluk ve inançsızlıkla sarsılması, kimilerinin, partileri ile birlikte düşmana teslim olması belki daha kolay anlaşılabilir. Ama dün Marksist Leninist ideolojiyi savunmak adına, halkların mücadelesi adına düşmana kurşun sıkanların, bugün belleklerini ve kimliklerini yitirerek büyük bir boşluk içinde savrulmalarının sababi nedir?
Bu durum; sosyalizmi değil, onun tahta şablonlarını savunmanın kaçınılmaz sonucudur. Onların yaptıkları, çoğunlukla, sosyalist ülkelerin herhangi birisini sosyalizmin kalesi olarak ilan edip ona yönelme, ona sığınma, tapınma ve biat etme tutumudur.
THKP-C’nin, evrensel temaların üzerinde yükselen özgür çizgisinin ve tezlerinin hirşeye rağmen ayakta kalmasının nedeni, sosyalist ideoloji anlayışı ve özgücüne güven ildesindeki tutarlılığıdır. Bu temelde, bağımsız strateji ve taktikler yaratma halkalarını doğru yakalamıştır. Dolayısıyla, kendisi evrensel bir gerçeklik ve kimlik haline gelmiş, kalıcılığının ve başarısının yolunu çizmiştir.

KÜRDİSTAN HALKI DÜNYAYA MEYDAN OKUYOR
Dünyadaki bütün bu karmaşa ve bilirsizliklerin içerisinde, bir halk, yüzlerce yıllık tarihinin en belirgin veyoğun sayfalarını yazıyor. Dünyamız, yaygın bir çözülüş ve gerileme döneline tanık olurken Kürdistan Ulusal Kurtuluş Savaşı nezdinde halkların yeni atılımlarının da müjdesi veriliyor.
İdeolojik plandaki başlıca eksikliklerimizden biri olan Kemalizm sorununun yanıtları 1987’de resmileşirken, ulusal sorun konusundaki görüşlerimizin resmi nitelik kazanması gecikti. Konu öteden beri tartışıldığı ve belirgenleştiği halde devam eden bu gecikme, kuşkusuz önemli bir eksiklikti. Uluslararası sömürge ülke Kürdistan, kendi gerçeklikleri ve tercihi ile doğru olanı yaparak, ayrı örgütlenmesini ve mücadelesini yaratmış, kendi kurtuluş yolunu çizmeye başlamıştır.
Yıllar boyu Türk solunda, “sömürge”, “ilhak”, “ezilen ulus”, “ayrı örgütlenme”, “ortak örgütlenme” problemleri tartışıldı. Bir ulusun kendi kaderini saptama hakkı, başka birilerinin bu hakkı “tanıma” tartışmasının anlamsız bir söylemden ibaret olduğu doğal ve tarihsel bir haktır.
Sözkonusu ulus, bu hakkı, ayrı bağımsız örgütlenmesi ve önderliği ile kendi insiyatif ve çizgisi ile kullanacaktır. Ortak Cephe’de Özel Birleşik Programlarda, halkların mücadelelerinin çakıştığı noktalarda, bütün enternasyonalist dayanışmalarda olduğu gibi elbette buluşulacaktır.
Bu enternasyonalist dayanışmayı daha güçlü, gerekli vi zorunlu kılan, özel koşulların sözkonusu olması, Uluslararası Sömürge Kürdistan’ın ülke tahlili ve örgütlenme tarzı konularının zorlama tartışmalara sokulmasını gerektirmez. Aynı şekilde bu nedenle, bilinen kavramların, Marksizmin terminolojisinin alabildiğine zorlanması ve aynı anlama gelen sözcüklere ayrı işlevler yüklenmesi de gerekmez.
Türk solunun genel olarak şovenizmi gerçek anlamda aşamadığı, özel koşullanma ve olumsuz geleneksel özelliklerden sıyrılarak durumu uzun bir süre objektif değerlendiremediği bir gerçektir.
Kürdistan çözümlemeleri, örgütlenme tarzı kartışmaları, cesaretle parçalanması gereken eski geleneksel yargıların üzerinde yükselemez. O ülkeye ilişkin çözümlemeleri, diğer çözümlemelere adapte etmeye çelışarak yapmak, yanlışlıkların önemli nedenlerinden biri olmaktadır.
Kaldı ki Kürdistan sorununun tartışılması ve çözümü Misak-ı Milli ile sınırlanamaz. Dört parçanın mücadele ve örgütlenme sorunları bir bütün olarak irdelenmek zorundadır. Bir bütün olarak değerlendirmekten söz ederken, bütünsel düşünüp parçada çözüm üretebilmeyi ama parçadaki çözümlerin, Kürdistan’ın bütünlüğünün kurtuluşu stratejisine bağlı olarak planlanmasını kastediyoruz.
Bu bağlamda tek tek sınırları içinde kaldığı her ülkenin tarihsel, siyasal, sosyal ve ekonomik özelliklerini bağlı problemleri ve taktikleri olması gereken Kürdistan’ın, bir bütün olarak da stratejisi ve mücadelesi olmak zorundadır. Onun, bu ulusal zorunluluğunu parçalayarak kaderini başka bir ulusun kaderiyle özdeşleştirilmesi-düşünülemez-gerektiği savunulamaz.
Bütün Ortadoğu halklarının kaderinde son derece yakın çizgilerle birbirine bağlı noktalar olmakla birlikte,bu ulus, bütün soyut tartışmaların yanlışlıklarını yenerek, kendi öznellikleri içinde, kendi tarihi, sosyal, kültürel ve pisikolojik özelliklerinin ortaya koyduğu ulusal bilincinin doğurduğu gerçekliklerini yaşamalıdır.
Kürdistan ülkesinin sınırları içinde bulunduğu diğer ülkelerin de bağımlılık ağı içinde olmaları. bu ülkelerle Kürdistan’ın bağımlılık ilişkisinin çözümlenmesinde bir zorluk yaratmamalıdır. Çünkü ortada herkesin bildiği son derece somut ve yakın tarihsel gerçekler vardır.
I.Paylaşım Savaşı sonunda, emperyalizm bu ülkenin tarihsel ve toplumsal dinamiklerini, Ortadoğu’ya vermek istediği yeni biçime uygun olarak yeniden parçalamıştır. Dolayısıyla uluslarası konferanslarda çizilen sınırlarla, emperyalizmin bu programını, çift yönlü bir taktikle gerçekleştirmiştir. Türkiye, İran, Irak ve Suriye’den elde ettiği çıkar ve bağımlılık ilişkilerinin karşılığında, Kürdistan’ı sömürgelerine rüşvet olarak dağıtmıştır.
“Al ve yut” denilen bu ülkenen bu son pozisyonu, gerçekte emperyalizmin tercihidir. Devletlerarası Sömürge gerçeğinin böyle bir süreç sonunda yaratılmış olması, hakim ulusun emperyalizmle ilişkisinin şu ya da bu biçimde oluşu ile çelişmez.
Kuzey Kürdistan’da 84’ten bu yana silahlı mücadele temelinda Kürt Devrimci Gerillaların yarattıkları olgular, Kürdistan tarihinin şimdiye kadarki en güçlü olgularıdır. Bu durum, halkların kurtuluşu yolunda silahlı mücadelenin belirleyiciliğinin ve öneminin altını bir kez daha çizerken, Kürdistan’ı bütün dünyanın gündemine güçlü çizgilerle sokmuştur. Bağlantılı olarak, hala Kürtlere ayrı örgütlenme ve mücadele hakkı “tanıyıp tanımama”(?) konusunda düşünen ve tartışan kesimlere de tartışmasız bir yanıt oluşturmuştur.
Şimdi bütün Ortadoğu halkları gibi, Türk halkının da tarihe karşı görevleri kapsamında, Kürdistan’a karşı en önemli görevi de kendi mücadelesini yükseltmektir. Böylelikle, emperyalizm ve Ortadoğu’daki faşist Oligarşilerin Ortadoğu düzeni sarsılacaktır.
Bu düzen, Ortadoğulu Halklar lehine bozulacak ve kaderleri birbirleri ile her zaman olduğundan dana fazla yaklaşmış olan bu halklar, ayrı örgütlenmeleri ile yarattıkları kimlikleriyle, ortak cephelerde buluşacaktır.
Enternasyonalist dayanışmanın en güzel örnekleri, Ortadoğu Halklarının bu tarihsel dinamiğiyle yaratılacaktır.

TÜRKİYE DEVRİMCİ ALTERNATİFİNİN ORTAMI VE DİNAMİKLERİ

12 Eylül, Türkiye’de siyasal, ekonomik, sosyal, kültürel vb. tüm alanları kapsayan geriye doğru radikal bir değişimin dönüm noktası olmuştur.
Oligarşinin emperyalizm ile ilişkilerinden, Oligarşi ittifakı içindeki sınıf ve katmanların çelişkilerinin çözümüne, kabaran ve nicelik olarak oldukça önemli boyutlar kazanan devrimci hareketin yükselişini boğmaktan, toplumun yeniden şekillendirilmesine kadar birçok çelişkinin topyekün çözüm süreci olan 12 Eylül ve sonuçları, toplumsal güçler açısından, aradan geçen yıllara rağmen ne yazık ki henüz aşılmış değildir.
1971’de, sonuçlandırılmayan bir operasyon olan 12 Mart’tan da alınan derslerle ve elbette, ABD başta olmak üzere uluslararası ilişkilerin sınanmış senaryolarının tecrübeleriyle gerçekleştirilen 12 Eylül, amaçlarının tümüne ulaşmıştır. Oligarşik ittifak içinde tekelci sermayenin etkinliğini, sağlam ve tartışılmaz kılma sonucu yaratılmıştır. Yukarıdan aşağıya geliştirilen kapitalizmin ulaştığı yeni sermaye birikimi ve uluslararası tekellerin (emperyalizmin) geliştirmeye çalıştığı yeni ekonomik boyutlar içinde de böyle bir düzenlemeye gereksinim vardır. Bu düzenleme, kuşkusuz salt ekonomik bir düzenleme değil, siyasal ve kültürel egemenliğin de pekiştirilmesini içeren bir düzenlemedir. Bu sayede, bir kurum olarak deevlet de yetkinleştirilmiştir, sarsılmaya başlayan geleneksel imajı ve otoritesi yeniden tesis edilmiştir.
Zor’un büyüyen rolü ve etkinliği, çözümü sürüncemede kalan bütün problemlerde kullanılmıştır. Sadece toplumsal muhalefeti ezmek yolunda değil, her türlü yeniden organizasyonda, görece özgürlüklerden, kazanılmış haklara kadar emekçi halkların tüm haklarının gaspında,zor, tek yöntem olmuştur.
ANAP iktidarı süreci de 12 Eylül sürecinin doğal devamı olmuştur. Ülkenin kültürel ve psikolojik bütün değerleri sarsılmış, yozlaştırılmıştır. Depolitizasyon, dejenerasyon had safhaya çıkarılmıştır. Bir yandan güçlü bir terör dalgası, bir yandan “Türk-İslam Sentezi” formülasyonlarıyla işlenen faşist ideoloji ve emperyalist kültürle toplumun her kesimi bombardımana tutulmuştur. Öte yandan burjuva muhalefet de büyük ölçüde etkisizleştirilmiştir. Ayrıca radikal dinci akımın büyüyüp gelişmesi, sol hareketin hala aşamadığı zayıflıklar nedeniyle, yeni ve güçlü bir potansiyel tehlike oluşturmaktadır.
Eylül 80 den önce gerçekten ciddi gelişmeler göstaren devrimci hareket, ne yazık ki askeri faşist dikta törlük döneminde görevlerini yerine getirememiştir. Yükselen grafiğine rağmen, 12 Eylül öncesinde devrimci hareketin niteliği, niceliğine denk düşmüyordu.
Bu süreçten payımıza düşen sorumluluğu alıyoruz. Çünkü stratejimizin gerektirdiği mmücadele çizgisini layıkıyla hayata geçiremedik.
Geri çekilmemize, faşizme teslim olmamamıza ve 1984’e kadar mücadelemizi kesintisiz olarak yetersiz de olsa sürdürmemize rağmen dönemin siyasal gereksinmelerini, dönemin politik-askeri görevlerini biz de başarıyla gerçekleştiremedik. Ama kuşkumuz yok ki, mücademe dolu geçmişimizde olduğu gibi bundan böyle de ülke koşullarının gerektirdiği mücadele ve örgütlenme taktiklerini üretip, uygulama süreci içinde kitlelerle her alanda buluşup kucaklaşacağız. Hareketimiz, inkarcılığa, sağ ya da “sol” tasfiyeciliğe ve icazetli sosyalist akımlara ödün vermeden, politik-askeri savaş metodlarını uygulamada çelikleşecek ve kitlilir içinde kök salacaktır.Halkla özdeşleşecek, halkın kendisi olacaktır.
Dünya ve ülkenin tüm moral bozucu faktörlerine rağme Ekim Devrimi öncesinde savaşan sosyalist militanların ihtilalci dinamizmi, kararlılığı ve coşkusu ile savaşılacak. Devrimin iradesinin uzlaşmaz temsilcileri olarak, Oligarşinin kalelerine dalga dalga saldıracağız ve zafer bayrağını hedefe dikeceğiz.
Ve hareketimiz, bu zor, uzun soluklu ama onurlu görevi, mutlaka yerine getirecektir.

YA ZAFERE ULAŞACAK,
YA ÖLÜMLE BULUŞACAĞIZ!...
Hasan Şensoy/Mayıs 1991/Bartın Cezaevi

 

(DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLATIN)

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19