Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

Şafak Yargılanamaz 1. Cilt
Derleyen: Hasan Şensoy
Barikat Gazete ve Yayıncılık

TÜRKİYE HALK KURTULUŞ PARTİSİ/CEPHESİ-
MARKSİST LENİNİST SİLAHLI PROPAGANDA BİRLİĞİ
NİÇİN SAVAŞIYOR?

Partimiz,THKP-C/MLSPB,faşizmin mahkemelerini muhatap almayı ve Oligarşinin herhangi bir kurumunun kendisini yargılamasını Emperyalizm ve Oligarşiye vereceği hesabının olmamasından hareket ederek şiddetle reddetmektedir.
Oligarşi, esir aldığı savaşçılarımızı sorgulamak ve yargılamak cesaretini gösterebilmesinin hesabını da ayrıca verecektir. Bu cürmün bedeli; başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere onun bütün işbirlikçilerine ödettirilecek, tarih ve halkımız karşısında bu tavrın senaristleri de, oyuncuları da gerillalarımız tarafından yargılanacak, hükümler infaz edilecektir.
İnsanlık ve dünya görüşümüzün içerdiği derin hümanizm adına, bu kanlı zor oyununun sıradan ve gönülsüz oyuncularına önerimiz odur ki, bizim değil çağımızın hükmü olan ideoloji ve savaşımımız karşısında zaman geçirilmeksizin teslim olup pişmanlıklarını dile getirsinler ve affımıza uğrama şansını kaçırmasınlar.
Gerçekte, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/ Marksist Leninist Silahlı Propaganda Birliği’nin Emperyalizme ve Oligarşiye yönelik gerekçeli hükmü; ideolojisinin, yani stratejik hattının ve tahlillerinin oluşturulma nedenlerinin ifadesidir. Dünya ve ülkemiz gerçeklerinin bir kompozisyonudur. Burada bir kez daha söz konusu kompozisyonu-yarının kesin kıldığı zaferin bugünkü sözcüleri olmak sıfatıyla-onurla çizeceğiz. Hüküm, bu toplumsal gerçeklik tarafından verilmiştir.Bizler sadece bunları ülkemiz koşullarının gerektirdiği biçimlerde ifade eden sosyalist düşünce ve eylemin neferleriyiz.
Hiç kimse yanılgıya kapılmamalıdar ki; parti, Oligarşiye karşı düşüncelerini savunma temelinde dani nesap verme durumunda değildir. Bizim, Emperyalizmin ve Oligarşinin kaçınılmaz sonucunu tayin edecek hesaplaşmamız, toplumsal ve siyasal yaşamın her alanında politik-askeri savaşın gerektirdiği yöntemlerle yürütülür. Bu hesaplaşmanın arenası ülkemizin bütün kentleri,bütün dağları, kasabaları ve köyleridir. Sanılmasın ki, savaşımızı ve devrim programımızı üstlenme onurumuzu, böyle zincirlenerek “sanık” sandalyesine oturtulduğumuz için gücü azalmış seslerle haykıracağız... Hayır ! Düşüncemiz, aynı biçimde yaşamaya devam ettiği, edeceği gibi, bu zincirlerin altında da hiçbir şekilde zaafa uğramamış, yenilmemiş, gerilememiştir. Bunlar bizim her solukta alıp verdiğiliz şiarlardır.
Ve bu soluğumuzu enggelleme şansına sahip olma imkansızlığınızdan dolayı, bundan önce binlerce kez silahımızdan, kalememezden, sesımizden dinlimiş olduğunuz ve bundan böyle de yüzbinlerce kez dinlemeye devam edeceğiniz gibi, işte bugün bu vesileyle yine aynı soluğu alıp veriyoruz.
Türkiye devriminin politik-askeri yapılanması olan THKP-C / MLSPB, 12 Eylül açık faşizmi evresinde Emperyalizm ve Oligarşa kurumlarınca “devleti yıkmaya teşebbüs etmek ve bu yolda silahlı örgüt oluşturmak” savları temelinde, partimizin tutsak alınan savaşçılarının nezdinde “yargılanmak” istenmiştir. Asıl amaç ve gerçek; devrimimizin manevi ve maddi şiddetinin karşısına faşist terörü bu şekilde de dikmiye çalışmanın beyhude çabası olsa da, perdenin önündeki görüntü budur...
Ne var ki, Oligarşinin bu iddiası bizi tanımlamaktan fersah fersah uzaktır. Oligaşinin hiçbir iddianamesinin tarihsel savaşımızı kapsayabilmesini nesnel anlamda olanaklı görmüyoruz. Çünkü biz Spartaküs’ten beri savaşıyoruz. Çünkü biz, sadece Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yani, TC sınırlarıyla tanımlanmış Türiye ve Kuzey Kürdistan’a hükmeden Yankee emperyalistliri ve onun yerli işbirlikçilerinin köhnemiş, çarpılmış, damarlarındaki zehirli kan da çekilmiş, hilkat garibesi bir ucube haline getirilmiş devletini yıkmaya teşebbüs etmedik. Bizim kimliğimizin bu şekilde sınırlandırılmasına izin vermemiz mümkün değildir.
Onu, elbette ve hiçkimsenin en ufak bir edişesi olmasın ki, yıkacağız. Kendi ülkenizin bu günkü durumunu, tarihin ırmağına çağlar boyu suusmayacak yeni bir pınar gibi akıtmak üzere, kesintisiz devrim süreciyle dönüştüreceğiz. Savaşımız 1969’dan beri somut olarak, 1970 Aralık’ından beri resmi olarak ilan edilmiştir. Ve elbette birikimi daha derin bir geçmişten gelen eylemimiz sürmektedir.
Fakat bizi salt bu tavrımızla tanımlamak da yanlıştır. Biz, Meksika dağlarında Zapata ile döğüştük. Biz, Benito Suarez ve Qorfirio Piaz’la Fransızları yendik. 1871’de Paris Komüncüleriydik. 1905-1917 Devrimleriyle Rus Çarlığını yerle bir edip dünyanın ilk sosyalist bayrağını burçlara çıkardık. Bolivar, Morelos, Artigas ve Carrara’larla bağımsızlık savaşları verdik. Mao Tse Tung’un, Kim İl Sung’un, Ho şi Minh’in askerleriydik ve Çin, Vietnam, Kore devrimlerini gerçekleştirdik.
1895’te tekelci kapitalizmin saldırganlığa karşı ilk isyanlarda Jose Marti ile karşı koyanlar da bizlerdik. İspanya’nın Latin Amerika’da son çürümüş köklerini saldığı Küba’yı, ezilmekte olan bütün yeni sömürge halklarının meşalesi olacak şekilde güçlü yalımlarla alevlendirdik. Ve o güzel adada Amerikan Emperyalizminin heybetli görüntüsünü bir kere daha dize getirdik. O görüntünün mum ışığında büyütülmüş parmak çocuğun dev gölgesi olduğunu kanıtladık.
Ona, henüz hafızasından silinmesi mümkün olmayan 1975 Saygon bozgununu, kendisini orada boğduğumuz bataklıkları hatırlattık. Yine 1975’de Mozambik, Gine-Bissau, Angola’da Portekiz sömürgeciliğine son verdik. Ve Beyaz S aray’ın bir kez daha karalar bağlamasını sağladık. Emperyalistler arası II. Paylaşım Savaşı esnasında Yunanistan dağlarında Aris’in askerleri, Fransız yeraltı direnişçileri, Yugoslavya ve Bulgar partizanları bizlerdik...
Tarihin ateşi yorgunluk tanımıyor, durak bilmiyordu. Hiçbir kasırga gücü onun alevlerinin her gün biraz daha gök kubbeye yükselmesini engelleyemiyordu. ‘İlahi Adalet’ değil ama tarihsel adalet, er veya geç ama mutlaka adını yeni ülke adlarıyla ifade ediyordu. Bilimsel gerçeklerin siyasal çözümlemeler halinde yazdığı devrim programları, kurşun geçirmiyordu. Her pratiğimiz bilgimizindoğruluğunun ölçütü, her bilgimiz pratiğimizin yeni verileri oldu. Yaşam, bilgi kuramının temeli idi ve materyalist felsefe, evrensel olgularca her gün bir kez daha kanıtlandı...
Egemen güçler, savaşı kaçınılmaz kıldı. Çünkü verili düzen, gerçekten insanlıığa ve halka karşı ilan edilmiş bir savaştı. Ve onlar savaşları, durumlarının bütünülyle bilincinde olmayan kitlelerin kanıyla beslenerek gürbüzleşmek için yürüttüler.
Bizse, tarihsel zor ile çıkıyoruz, bu vahşetin karşısına. Zoru, uzlaşmaz sınıf karşıtlığını yok etmek için, toplumları savaştırılamaz duruma getirmek, süresiz ve sonsuz bir barışı sağlamak için kullandık, kullanacağız.
Zaferimiz mutlak, bastığımız toprak kuvvetlidir. O nedenledir ki, dünya nüfusunun büyük çoğunluğu objektif olarak, potansiyel olarak bizden yanadır. Bugün karşımızda olan zayıf ve derin iç çelişkilere sahip egemenlikler, ellerini havaya kaldırmaya, teslim olmaya mahkumdur. Çünkü, “ölüm vurmuştur damgasını alınlarına”...
Ve biz ilerleyeceğiz. Bugünkü durum ne adildir ne de dayanılacak gibidir. Vietnam’da Amerikalıların vahşeti, Nazi toplama kamplarının dehşeti, Hiroşima ve Nagazaki toplu kırımları, Hollandalıların Endonezya’daki utanmazlığı, Filistin’in insan ruhunu bedeninden oynatan yüreği ve Latin Amerika halklarının çektikleri acılar hala bazı insanlara çağımızın evrensel gerçeklerini gösteremediyse, bunun suçlusu gerçekler değildir. O insanları, önlerine atılan sofra artıklarına boyun eğme tevekkülü ile yoğun bir karanlık içinde yaşamaya zincirleyen koşullardır. Bu tablo, ülkemizde de insanlığa yaraşır renklerle boyanacak.
San Martin’in Andlar’a yaslanışı, Bolivar’ın düzenli ordulara Boyaca’da uğrattığı hezimet, General Pershing’in Panço Villa’yı gizleyen doğal güçlerin anlamını çözme basiretsizliği, Sandino’nun Nikaragua’daki yenilmezliği gibi; partimizi de esasta yenilmemiş, yenilmez kılan güç, ülkemiz topraklarının gerçekleridir, ülkemizin halklarıdır ve sırtımızı gücenle yaslayacağımız dağlarımızdır, kentlerimizin esaret zincirlerinin patlama potansiyelidir.
Niçin bu denli cesur, bu denli güçlüyüz? Çünkü halklar cesurdur. Halklar bilgedir. Bilgi gelişiminin ve birikiminin nitel adımları olan bilimsel sıçramalar, somut keşifler, buluşlar, saptamalar her kim tarafından gerçekleştirilmiş olursa olsun, son adımı atan hangi sınıfa mensup olursa olsun ilerleme daima halkların yürüyüşüne paralel olmuştur. Böyle kılınmıştır...
Matematik, fizik, biyoloji, astronomi, antropoloji ve tüm diğer bilimler materyalizme hizmet etmiştir. Çünkü materyalizm bunlarla bütünleşmiş, onların zemininde var olmuştur. Ve elbette materyalizm de halkların kurtuluşu, evrimleşme ve gelişme yolunda çağdaş çığırlar açmıştır. Kant’ın agnostisizmini , Comte’un pozitivizmini Spercer’in evrimciliğini, Camus’un saçmacılığını, Heidegger ve Sartre’nin existansiyelizmini ve idealizmin hir türlü tonunu silip süpüren, sırtını yere getiren diyalektik ve tarihsel materyalizm; dünyayı ve savaşı (sınıflar mücadelesini) “canlı algılamadan soyut düşünceye, buradan da pratiğe” götürerek, dünyayı değiştirmekle özdeştir.
Biz, işte bu temeldeki bilimsel bir savaşın fonksiyonerleri olduğumuz için haklıyız, cesuruz güçlüyüz. Tırmanırken, yürürken, silahımızı ateşlerken, yazarken, konuşurken... Yolun başında bir avuç gerillamızla düşmanın binlerce tam donanımlı ve eğitimli polisine, silah altındaki (sınıfsal olarak yandaşılız olan) onbinlerce askerine karşı dururken, elindeki bütün maddi olanaklarına (ama manevi tükenişine) rağmen burjuvazinin, feodalizmin, tefeci asalakların gelecek korkularını boyunlarına asarken, faşizmin terörüne, katliamlarına, işkencelerine, darağaçlarına, zindanlarına karşı boyun eğmeden direnirken, bu direnişte ona boyun eğdirirken gerçekten tarihin ta içindeyiz, kendisiyiz.
Soyutlamayla değil, mekanik olarak değil, sıradan bir çıkarım sonucu değil, basit sloganlar kapsamında hiç değil ve hele iyimser veya salt hümanist oluşumuzdan değil, tarihle özdeşleşme çizgileri içinde olduğumuz için, gelecek bu gerçeklikle örtüştüğü için, halkın kendisi olduğumuz için; tarih adına, gelecek adına, ülkemiz adına ve bütün enternasyonal değerler için sadece biz konuşabiliriz. Sadece biz yargılayabiliriz. sadece biz savunma isteyebiliriz.
Ve nihayet gereken hükmü de biz veririz. Bu gerçekliği bazı indirgemelerle bir kez de şöyle ifade edelim: II. Nikola’dan, Hitler’den, Batista’dan, Somaza’dan, Franko’dan geriye kalan nedir bugün? Ya Lenin’den Sandino’dan, Ernesto Che Guevara’dan kalanlar... Onlara dair yaşayan olgular, yaşatılan değerler... Veya, Kızıldere’de katledilen Türkiye Halk Kurtuluş Partisi’nin politik önderi ve Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi’nin komutanı savaşçısı Mahir Çayan ve diğer yoldaşlarımızdan geriye kalan; yaşayan olgulardır. 12 Mart faşizminin halkımızca lanetlenmiş tezgahlarından kalanları kıyaslayalım; Yoldaşımız Hüseyin Cevahir Maltepe’de, bundan on altı yıl önce 1971’de katledildiği halde halkımızın soylu bir evladı olarak bugün hala canlıdır. Fakat onun cezalandırdığımız katili Cihangir Erdeniz artık sadece bir mezar taşıdır. Öyleyse tarihi kim belirliyor, kim yazıyor ve geleceğin sahibi kimdir?
Onların hukukunu, İngiliz Hobbes’in dediği gibi “Gerçek değil, yetke yaratmıştır” Bizim hukukumuzu ise mazlum halkların çağdaş gerçeği yarattı, yaratacak. Burjuvazinin hukuku, kuralları ve yasaları, çelişkiyi tanrılaştırdı. Çünkü onun varlık koşulu, onun lgeleceği çelişkinin yaşaması, derinleşmesi, çoğalması ve ona hizmetiyle mümkündü.
Bizse evrensel çelişkilerin İskenderleriyiz. Kılıcımızı keldırıp indirme süreçleri ağır, güçlüklerle dolu, uzun erimli olacaktır, kaçınılmaz... Ama burjuvaziyi, emperyalizmi onların geri bıraktırılmış ülkelerdeki asalaklarının yaşam ve çelişkilerine her ülkede son darbeyi indireceğimiz gibi Kürt ve Türk halklarının ülkelerinde de böyle olacaktır.
THKP-C/MLSPB, emperyalizmin bu ülke halklarının boynuna astığı 40 milyar dolarlık dış borcun yarattığı zulüm ve sefalet için savaşıyor.
Sadece Özal Hükümeti zamanında ana para ve faiz olarak ödenen milyarlarca doları sofrasından vermek zorunda kalan Türk ve Kürt helklarının adaleti için savaşıyor.
Kürt halkının yüzyıllar boyu süren esaretinin son bulması için savaşıyor.
Amerikan emperyalizminin Sinop, Pirinçlik, İzmir Yamanlar, Adana-Karataş, Malatya-kürecik, Ankara-Belbaşı, Sinop-Samsun arası Karaburun, Adana-İncirlik’teki üslerinin varlığının ne anlama geldiğini bildiği için gizli işgal ordusunun gölgesinde yurdun dört bir yanında yükselen bu askeri ve teknik sömürge komplekslerinin yarattığı ulusal onursuzluğu yenmek için savaşıyor.
ABD ile yapılan sayısız ikili anlaşmalar (ki, hükümetlerimizin, bilinenlerin ötesinde dönem dönem telefonlarla dahi gizli satıcılık fiilleri içine girdiği biliniyor) ve askeri paktlar yoluyla emperyalizm stratejik tampon bölgesi olmasına isyan ederek savaşıyor.
Egemen çete Oligarşinin, halklarımızınher türlü zor yoluyla kafasına sokmaya çalıştığı hayali bağımsızlığın gerçeğini yaşamak / için savaşıyor.
Sadece kar, daha olgun, daha usta yöntem ve anlayışlarla bezetilerek derinleştirilmiş bir sömürü sistematiğine dayanan yeni sömürgeciliğin de, daha önceki sömürgecilik biçimleri gibi ‘ulusal’ kavramlarla, ulusalcılıkla herhangi bir bağlaşıklığı yoktur. Tekelci burjuvazi ve onun ittifakları oligarşik çitilir, milliyetçi değil ulusal haindirler. Bu konudaki tavırlarına daha iyi, daha fazla ve daha elverişli koşullarda işbirliği, sömürü, egemenlik stratejisine göre belirler, ona bağımlı kılarlar.
Bu durum karşısında proletarya, yoksul köylülük ve onun ittifaklarını kapsayan stratejimizin devrimci tanımı doğmuştur: Eeperyalizme, Oligarşiye ve Faşizme karşı politikleşmiş askeri savaş stratejisi... İşte partimiz; bu anlayış, bu gereklilikle ve bu yol üzerinde savaşıyor, mücadele ediyor,
Giderek artan bir yoksullaşmayı, sadece gövdeleri değil kafaları ve yürekleri de mengene içine alarak sağlayan egemen çeteciler, 1980 başından 1986’ya kadar ulusal gelirin kişi başına 300 doların üzerinde bir düşüş kaydetmesine rağmen kitlelerin ağırlıklı olarak sükuta devam etmesini ancak açık faşist terörle sağlayabildiler.
Gerçekte, tamamen bireysel haznesine hapsedilen insanlarımızın bir bardak suyunda fırtınalar kopuyordu ve o fırtınalar, o kişilerin okyanuslarındaki en çaplı fırtınalar kadar dehşetliydi. O kadar gerçekti. Fakat ne yazık ki, o koşullardaki savruluşlar da genel olarak o denli çözümsüzdü... Partimiz, bu çözümsüzlüklere karşı da savaşıyor. İnsanların esen, toplulmsal,erdemli ve onurlu varlıklarolarak yaşamlarını sürdürebilmelerinin ülkesini gerçek kılmak için...
TÜSİAD’ın, finanse ettiği ve başta yönlendiricilerinden olduğu Özal Hükümetini, politikasından birazcık saptığı veya arzu ettiğibaşarıyı sağlayamadığı vakit “kendi kafasından dış ticaret teorileri üretmekle” suçladığı bir ‘bağımsızlık’ ülkesinde yaşıyoruz. TÜSİAD aynı perspektifini buyurmaya divam ediyor; “Hiçbir ülke (bunu bağımlı ülkeler anlayınız) kendi bildiği gibi ithal ikamesi, gümrük himeyesi, iç sanayi ve KİT’leri destekleme politikaları takip edemez. Dış ticaret teorisinin (bunu da emperyalizmin ekonomi üzerindeki belirlemeleri anlayınız) gerçekleriyle bagdaşmayan hiçbir ekonomik tedbir başarıya ulaşmaz”diyor. Ülkedeki nüfüsun en zengin %20’si ulusal gelirin %60’ını alıp götürüyor ve Anayasa’da sosyal refah devletinden, eşitlikten, adaletten, hukuktan sözediliyor. Bunun adı devlet riyasıdır. Bunun adı, faşizmin karakteridir.
Nerede sınıf çelişkileri daha fazla keskinse orada devlet o denli güçlü gösterilmeye, güçlülük imajı yaratılmaya çalışılır. Oysa bu “güç” imajı, korkunun ve uluslurarası takelci burjuvazinin kendisinin de gayet iyi bildiği kaçınıllaz sonucunun paniği ile oynanan bir komediden öte anlam taşımaz. Fakat ne yazık ki, o kamedinin öbür yüzünde veya tarihin kulisinde halklar vardır.
Ve oynanan oyun onların emeğiyle, kanıyla semirilere sahneye konur. Partimiz bu kanlı oyuna son vermek, onin pirdesini indirerek tarihin gerçek oyuncularını, halkları tarihin sahnesine çıkarmak için var olmuştur.
Biçare ve zavallı egemenlerin bu tarihe karşı kyma eylemleri boş bir çığlıktan öteye gitme şansına sanip değildir. Şiddeti, saldırganlığı ve işini yapmadaki ustalığı ne kadar artarsa artsın, çağın tanımladığı kaderinden yakasını kurtarabilmesi imkansızdır. O kaderin hükmü, ülkemizde partimiz önderliğindeki helklarımız tarafından yerine getirilecektir.
Bu yolda 1970’de somutlanan savaşımızı partimizin önder ve savaşçıları, şehir gerillası eylemleriyle yükseltmişlerdir. O dönemde yoldaşlarımızın; “İşçiler, Köylüler, Askerler, Yurtseverler, Aydınlar “Halkımız” başlıığıyla yayınladıkları 1 Nolu Türkiye Halk Kurtuluş Cephesi Bülteni’nde ifade ettikleri gibi; “Artık isyan etmek zamanı” idi Ve Bültenimiz şu şekilde devam ediyordu:
“ Silaha sarılmak işgalci düşmanı alaşağı etmek için hanekete geçmeek zamanı gelmiştir.
Onlar, onların bugün büyük görünen güçleri ve imkanları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç, biz ise milyonlarız. Kaybedecek hiçbir şey yoktur. Ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.

Biz THKC olarak diyoruz ki:
1) Amerikan emperyalizminin hakimiyeti ve yerli uşağı sömürücü sınıfların iktirarını yıkmak, bağımsızlığını kazanmak için tek yol silahlı kurtuluş savaşıdır.
THKC bu yolda mücadeleye kararlı bütün yurtseverleri kucaklayan halkın savaşçı öncülerinin örgütüdür. THKCmücadelesiyle Türkiye işçi sınıfının savaş örgütü olan THKP’nin önderliğini kabul eder ve mücadelesini onun emir ve kumandası altına yürütür.
2) THKC Amerikan Eeperyalizmini ve köperlerini ülkeden kovana kadar savaşını sürdürmeye kararlıdır.
3)THKC’düşmanları, Amerikan emperyalistleri, finans kapitalistler, toprak ağaları, aracı ve tefeciler, Amerikancı asker-sivil bürokratlar ve bütün halk düşmanlarıdır.
4) THKC’nin temel görevi, Amerikan emperyalistleri ve yerli müttefiklerinin oluşturduğu düşman cephesini çökertmek ve yıkmak, halkımızın sırtından elde edilen bütn mülkleri kamulaştırmaktır, Cephenin savaş gücünü yüksaeltmek, gerekli malzemeyi ele geçirmek, baskı ve zor güçlerini parçalamaktır.
THKC, kendi saldırı noktaları dışında kalan hedeflere yönelen ve halkın saflarına da zarar veren hiçbir maceraperestin ve gangestrin sorumluluğunu üzerine almaz. Çocuk kaçırmak, kadınlara ilişmek, emperyalistlerle doğrudan doğruya ilişkisi olmayan kimselere, esnafa para babası bir avuç hain dışındaki orta dereceli zenginlere yani orta burjuvaziye saldırmak, zarar vermek gibi eylemler devrimci eylem olmaz. Bunlar gangesterlik olaylarıdır. THKC bu gibi olayları şiddetle kınar, Amerikan emperyalistlerine, finanskapitalizmin temsilcilerine, zalimlere ve halk düşmanlarına yönelen her harekete ise saygı duyar ve bunları sonuna kadar destekler... THKC, halk düşmanlarını, işkencecileri zalimleri, soyguncuları yargılar, cezalandırır. Onların döktükleri kanın, yaptıkları zulmün hesabını sorar.”
Demokratik halk iktidarını yaratma yolunda ideolojik, ekonomik, demokratik ve politik cephelerde yukardaki anlayışlar ışığında 1970’ten itibaren THKP-C, 1975’ten itibaren MLSPB adı altında sürdürdüğümüz savaşımızın kaynağını daha iyi anlayabilmek için, THKP-C / MLSPB niçin savaşıyor sorusunun yanıtı dünya ve ülkemiz gerçeklerinin üzerini açmakta yatıyor. Çünkü bu sorunun yanıtı, dünya ve onun bir parçası olan ülkemizin dününde ve bugününde yatıyor.

(DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLATIN)

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19