Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 

 

Şafak Yargılanamaz 1. Cilt
Derleyen: Hasan Şensoy
Barikat Gazete ve Yayıncılık

III.BÖLÜM
KURAMSAL OLARAK ÇELİŞME

.

 

A - ÇELİŞMENİN ANLAMI

Doğada, toplumda ve bilinçte; nesne, olgu ve süreçler sürekli bir hareketlilik ve değişme durumundadırlar. Bu sürekli hareketliliğin kökeninde yatan neden; nesne, olay ve süreçlerin içlerinde taşıdıkları karşıtlardır. Hareket, birbirinin zıddı kutuplar olan karşıtların sürekli çatışmaları üzerinde yükselir. Yani ; nesne, olay ve süreçlerin içlerindeki karşıtların çatışmaları hayatın itici gücüdür, özüdür. İşte bu çatışmaya çelişme adı verilir.
Nesne, olay ve süreçleri dinginlik durumunda ve cansız, her biri kendi başına, biri öbürünün yanında ve birini öbüründen sonra düşündüğümüz sürece, kuşkusuz onlarda hiçbir çelişme ile karşılaşmayız.
Burada kısmen ortak, kısmen farklı, hatta birbiriyle çelişik, ama bu takdirde farklı şeylere dağıtılmış ve bunun sonucu kendinde çelişki içermeyen bazı özgüllükler buluruz. Bu gözlem alanı sınırları içinde, işimizi alışılmış metafizik düşünce biçimleri ile yürütebiliriz. Ama nesneleri, hareketleri, değişimleri, yaşamları birbirinin üzerindeki karşılıklı etkileri içinde düşünmeye başladığımız andan başlayarak durum iyiden iyiye değişir. Burada birdenbire çelişkiler içine düşeriz. Hareketin kendisi bir çelişkidir. Daha yalın mekanik yer değiştirmenin kendisi bile, ancak bir cisim, bir ve aynı anda hem bir yerde, hem bir ve aynı yerde olduğu hem olmadığı için gerçekleşebilir. Ve hareket işte bu çelişmelerde sürekli olarak ortaya çıkan ve aynı zamanda çözülme biçimi içinde bulunur. (35)
Bu anlamda çelişme, her çeşit hareketin iç kaynağını, öncesini, temelini, çelişme kurallarını belirleyen bir kategoridir. Hayat; nesne, olay ve süreçlerin içerdikleri çelişmeler ve bu çelişmelerin neden olduğu çatışmalarla sürer. Değişik bir anlatımla; nesne,,olay ve süreçlerin (ya da obje ve fenomenlerin) hareketliliğinde temel neden,bu olguların dışında veriler değil, en temelde kendi içlerinde var olan çatışmalardır. Bu çatışmalar, çelişme üzerinde yükselir, içkin bir nitelik taşır. Her objenin, her fenomenin içkin çelişmeleri vardır ve hareket ve değişme, temelde bu içkin çelişmenin bir ürünüdür. Çelişmenini anlamını ararken dikkate alacağımız ilk nokta budur. “Çelişme içtedir. Herşeyin bir çelişmesi vardır ve her şeyin hareketi ve gelişmesi bu iç çelişmeden kaynaklanır. Birşeyin içindeki çelişirlik, o şeyin gelişmesinin temel nedenidir, o yeyin başka şeylerle olan karşılıklı ilişkileri ve karşılıklı etkilenmeler ise ikincil nedenlerdir” (36)
Dış etmenler ancak mekanik hareketin, büyüklük ya da nicelik açısından farklılıklarını açıklayabilir ; ama nesne, olay ve süreçlerin niteliksel olarak binlerce açıdan farklı özelliklere sahip olmasını ya da değişim, dönüşüm hareketlerinin çerçevesini, yönelimini ancak söz konusu nesne, olay, süreçlerin içkin çelişmeleri açıklayabilir. Gerçekte bir dış gücün etkisi altındaki mekanik hareketi bile açıklayabilmek, söz konusu olgunun içkin çelişmelerini çözümleyebilmekten geçer. Aynı biçimde toplumsal hareketlerde, toplumsal ilerlemede, toplumsal süreçler ve üretim ilişkileri arasındaki çatışma, her zaman ve her koşulda toplumsal ilerlemenin kökeninde yatan içkin çelişme olmuştur. Bu durum, dış etmenlerin etkisinin yadsınması anlamına gelmez. Ancak dış etmenler, dış çelişmeler içkin çelişmelerle çatıştığı oranda etki ve ağırlık kazanabilirler.
Çelişmenin ikinci önemli özelliği, ilerletici karakteridir. Çatışma her koşulda, şeylerin zıt kutuplarının çatışmasıdır. Çatışmanın sonuçlanması, hangi grup baskın çıkarsa çıksın her iki kutban da yok olması anlamına gelir. Yani bir önceki nesne, olay ve süreç, yeriin, kendini oluşturan karşıtları ile birlikte yeni bir nesne, olay ve sürece bırakmıştır. Böylece eski olgunun yerini alan yeni olgu doğmuştur. Ve bu yeni olgu da yeni karşıtlar, yeni gelişmeleri içermektedir. Artık yeni bir olgunun yeni gelişmelerin tarihi başlamıştır. Ancak baskın çıkan grubun niteliği, söz konusu çatışmanın sonuçlanmasıyla ortaya çıkan yeni olgunun niteliğini ve bu olgunun içkin çelişmesini belirleyecektir. Sonuçta çatışmanın sonuçlanması, yeni bir olguyu doğurması anlamında yenileştirici, geliştirici olmuştur. Bu bağlamda nesne, olay ve süreçlerin herbirinin negatif ve pozitif yanı, birer geçmişi ve birer geleceği vardır.
Her birinde yok olana ve gelişne unsurlar vardır. Karşıtların çatışması, eski ile yeni, ölenle doğan, yok olanla gelişen arasındaki çatışma, gelişme ve ilerleme sürecinin, nicel değişikliklerin nitel değişikliklere çevrilmesinin kökeninde yatan nedendir. Ve gerileme ancak geçici bir olgu olarak egemenlik kurabilir.
Sonuçta çarışmanın baskın çıkacak olan ve yeni ve ileri olacak nesne, olay ve süreçlerin hareketliliklerinin ana ekseni, yenilenme-ilerleme olarak belirlenecektir.
Yeninin, eskinin yerini alması, evrenin genel, ölümsüz ve değişmiz yasalarıdır. Kendi özüne ve dış koşullara bağlı olarak değişik biçimlerde sıçramalar yoluyla bir şeyin başka bir şeye dönüşmesi, yeninin eskinin yerini alması süreci budur. Bu, inişli çıkışlı bir dizi çatışmaya yol açar. Çatışmalar sonucunda ise, yeni yön geri plandan öne çıkar. Ve egemen duruma yükselir. Eski yön ise ön plandan geri plana düşer ve yavaş yavaş ölür gider. Ve yeni yön, eski yön üzerinde egemenlik kurar kurmaz, eski şey niteliksel olarak yeni bir şeye dönüşür. Dolayısıyla bir şeyin niteliğinin, esas olarak çelişmenin birincil yönü tarafından, yani egemen duruma geçmiş olan yön tarafından belirlendiği görülebilir. Egemen duruma yükselmiş olan yön değiştiğinde, buna uygun olarak bir şeyin niteliği de değişir. Yani çelişmenin içkin olduğunu belirtmek, ortaya koymak yetmez. Bu çelişmenin eski ile yeni arasındaki çatışma olduğunu da görmek gerekir. Yeni, eskinin bağrında doğar. eskiye karşı büyür. Çelişme; yeni, eskiye karşı kesinlikle üstün geldiği zaman çözülür. O zaman da yenileştirici, yenilik geliştirici nitelik, iç çelişmelerin verimliliği, hareketliliği ortaya çıkar. Gelecek, geçmişe karşı mücadelenin içinde hızlanır. Mücadelesiz zafer yoktur.
Bir çelişmenin, bir karşıtlar çatışmasının ürünü olmayan hareket yoktur. Çatışma, hareketin özü, cevheridir. Ancak çelişmeyi kavrayabilmek, onun karşıtlarını saptayabilmekten ve bu karşıtların ancak birbirleriyle çatışarak var olabileceklerini bilmekten geçer. Özdeşlik, birlik, uygunluk, birbirinin içine girme, birbirinin içine yayılma, karşılıklı bağımlılık ya da karşılıklı işbirliği, tüm bu değişik ifadeler aynı anlama gelir. Yani karşıtlar, sürekli bir çatışma ama aynı zamanda da birliktelik içindedirler. Ancak birbirleriyle çatışma içinde vardırlar. Mao’nun anlatımıyla bireyin, gelişme sürecindeki bir çelişmenin iki yönünden her birinin varlığı, öbürünün varlığını gerektirir. İki yön de tek bir bütün halinde bir arada varlıklarını sürdürürler. Lenin bu durumu şöyle ifade eder: “Karşıtların özdeşliği (özdeşlik ve birlik terimleri arasındaki fark burada temel bir dönem taşımamakla birlikte, belki de karşıtların birliği demek daha doğru olurdu. Belli bir anlamda her iki deyiş de doğru) doğanın ve zihnin ve toplumun da bütün fenomen ve süreçlerdeki çelişkinin, birbirini sürekli dıştalayan, karşıt bütün “özdevimleri” içinde, kendiliğinden gelişmeleri içinde canlı hayatları içinde bilebilmenin koşulu, bu süreçleri karşıtların birliği olarak tanımaktadır. Gelişme, karşıtların mücadelesidir. İki temel ( ya da iki olanaklı, ya da tarihte gözlemlenebilen ik gelişme) evrim anlayışı vardır. Eksilme ya da artma olarak, tekrar olarak karşıtların birliği ve gelişme (birbirini karşılıklı olarak dıştalayan karşıtlar halinde ikileşmesi ve bu karşıtlar arasında karşılıklı bağlantılar) olarak gelişme” (37)
Karşıtların birliği, çelişmenin içkin ve yenilikçi yanlarını izleyen üçüncü önemli özelliğidir. Her yön kendi karşıtı olan yön olmazsa,varlığı için gerekli koşulu yitirir. “Karşıtlar belli koşullarda birbirine karşıdırlar, öte yandan da birbiriyle ilişkilidirler, birbirlerinin içine girerler ve birbirlerine bağımlıdırlar ve bu nitelik özdeşlik olarak tanımlanır. Belli koşullarda bütün çelişmeli yönler, özdeş olmama niteliğine sahiptirler ve bu yüzden de birbirleriyle ilişkilidirler.” (38). Lenin, bir bütün olarak çelişme olgusunu kavrayabilmenin yolu olan karşıtların çatışma temelinde birlikteliklerinin önemini şöyle vurgular; Diyalektik, karşıtların nasıl özdeş olabildiklerini (nasıl özdeş duruma geldiklerini) hangi koşullarda birbirlerine dönüşerek özdeş olduklarını, insan aklının bu karşıtları neden ölü ve katı şeyler olarak değil de yaşayan koşula bağlı, hareketli ve birbirine dönüşen şeyler olarak kabul etmesi gerektiğini öğretir” (39)
Bütün şeylerde, biri göreli durgunluk, öbürü de gözle görülür değişme olmak üzere iki hareket durumu vardır. Her ikisine de yol açan bir şeyin içindeki iki çelişmeli unsur arasındaki çatışmadır. Bir şeyin hareketi birinci durumu gösterdiği zaman, niteliksel bir değişikliğe uğramaktadır ve bu nedenle de dış görünüşüyle hareketsizdir. Bir şeyin hareketi, ikinci durumu aldığı zaman, birinci durumdaki niceliksel değişiklik en yüksek noktasına varmıştır, o şeyin varlık olarak yok olmasına yol açar ve bunu da niteliksel bir değişme izler; böylece ortaya gözle görünür bir değişme çıkar. Günlük hayatta gördüğümüz bu birlik, dayanışma, bileşim, uyum, denge, durgunluk, hareketsislik, dinginlik, değişmezlik, istikrar, katılık, çekim, vb. durumlar hep niceliksel değişme durumundaki şeylerin görünüşleridir.
Öte yandan birliğin parçalanması, yani bu dayanışmanın, bileşimin, uyumun, dengenin, durgunluğun, hareketsizliğin, dinginliğin, değişmezliğin, istikrarın, katılığın, çekimin yok olması ve her birinin karşıtına dönüşmesi ise hep niteliksel değişme durumundaki şeylerin görünüşleri, bir sürecin başka bir sürece dönüşmesidirler. Şeyler, kendilerini durmadan birinci hareket durumundan, ikinci hareket durumuna dönüştürmektedirler; karşıtların çatışması her iki durumda da vardı. Ama çelişme ikinci durum içinde çözülür. İşte karşıtların birliğinin koşulu geçici ve göreli; birbirini karşılıklı olarak dışlayıcı, karşıtların çatışmasının ise mutlak olmasının nedeni budur. (40)
Karşıtların çatışması ve bu çatışma içinde birliktelikleri yer yer yanlış yorumlanmakta, çetitli sorunları değerlendirirken yanlış çıkarımlar yapılmasına neden olmakta ve giderek yanlış pratiklere kaynaklık edebilmektedir. Bunun örneklerinden biri de Mao tarafından yaşanmıştır. Sosyalist teoriye ve eyleme büyük katkıları olmuş bir önder olarak Mao, aynı zamanda bazı hatalara düşebilmiştir. Söz gelimi, karşıtların birliği ve çatışması yasasını diyalektik materyalizmin özü biçiminde ilk kez açıkça ifade eden Mao’dur ve bu kuşkusuz önemli bir katkıdır.
Aynı biçimde çelişmelir ilk kez sınıflayan, temel, tali çelişme kategorilerinin içlerini dolduran yine Mao olmuştur. Ancak, karşıtların özdeşliğini, karşıtların birbirine dönüşmesi olarak kavrayan ve bu biçimde açıklayarak sayısız teorik ve pratik yanılgıya bu bağlamda neden olan bir hataya düşmüştür. Mao’ya göre, karşıtlıklar yalnızca belli koşullarda tek bir varlığın içinde bir arada kalmakla, varolmakla kalmazlar; daha başka koşullarda birbirlerine dönüşürler ve karşıtların özdeşliğinin gerçek anlamı da budur. Şöyle demektedir; “Nesnel şiylerdeki karşıtların birliği ya da özdeşliği ölü ya da katı değil canlı, koşula bağlı, hareketli, geçici ve görelidir; belli koşullarda her çelişmeli yön kendi karşıtına dönüşür. Bu insan düşüncesine yansıdığında Marksist diyalektik dünya görüşü olur”, (41)
Aynı hataya G. Besse ve H. Ceveing’inde düştüklerini görmekteyiz. Söz konusu ikili, Politzer’in derslerinden derledikleri “Felsefenin Temel İlkeleri” adlı kitapta, Mao’nun sözlerinden yola çıkarak şöyle demekteler; sürecin belli bir anında “zıtlar birbiri haline geldiği zaman” bu zıtlar birliği, zıtların bu karşılıklı bağı son derece önemli bir anlam kazanır. Gerçekten belirli koşullarda zıtla birbirine dönüşürler. O zaman da, karşılıklı bağ, “karşılıklı dönüşüm” olur, ortaya nitel bir değişiklik çıkar ve ‘nitelikli’ kavramının tanımını sağlayan da işte bu dönüşümdür”.(42)
Yanılgı, karşıtların özdeşliğini, karşıtlırı birbirlerine dönüşmeleri olarak kavramaktan kaynaklanmaktadır. Çatışma, karşıtların birinin ötekine baskın çıkması ve etkisizleştirilmesiyle sona erer. Bu noktada çatışan iki karşıt devereden çıkacak ve bu çatışmanın çözümlenmesi üzerinde yükselen niteliksel dönüşümde, yeni iki karşıt ve yeni bir çatışma başlayacaktır. Karşıtların özdeşliği, iki karşıtın aynı bütünün kutupları olmalarından kaynaklanır. Örneğin, günümüz dünyasının temel çelişmesi emekle sermaye arasındaki çatışmadır, dediğimizde, burdan anlamamız gereken, bu çatışmadan yeni ve ileriyi temsil eden proletaryanın baskın çıkmasıyla burjuvazinin yok olması olmalıdır. Burjuvazinin yok olmasıyla, proletarya kavramı da ortadan kalkacaktır. Çünkü proletarya kavramı ancak burjuvazi kavramıyla birlikte anlam kazanır ve var olur. Burjuvazi olgusu yok olunca ortadan kalkacak ve yerini bu çatışmanın çözüm bulmasının sonucu sağlanacak nitel dönüşme, yeni bir sürece, komünizme ve ona özgü karşıtlara, onların çatışmasına bırakacaktır.
Oysa karşıtların birliğini, karşıtların birbirlerine dönüşümü olarak kavrayan Mao için durum daha değişiktir: “Belli koşullarda çelişmedeki iki yönden herbiri kendi karşıtlarına dönüşür.. çünkü herbiri öbürünün varlık koşuludur... sorun varolabilmek için birbirlerine bağımlı olmalarıyla bitmez; daha da önemli olan birbirlerine dönüşmeleridir... Acaba burda neden özdeşlik vardı? Çünkü bir zamanlar ezilen sınıf olan proletarya devrim yoluyla egemen sınıf durumuna gelir, buna karşılık bir zamanlar egemen sınıf olan burjuvazi ezilen sınıf durumuna gelir ve bu karşıtının ilk baştaki yerini alır. Bu, daha şimdiden Sovyetler Birliği’nde gerçekleşmiştir ve bütün dünyada değişecektir. Eğer belli koşullarda karşıtların karşılıklı ilişkisi ve özdeşliği diye birşey olmasaydı, böyle bir değişiklik nasıl gerçekleşebilirdi. (43)
Görüldüğü gibi, Mao için bir ülkede devrim, karşıtların yer değiştirmesi için yeterlidir. Daha önemlisi iktidarın em değiştirmesi, karşıtların birbirine dönüştüğünün kanıtıdır. Bu noktada sorulacak olan iktidarı ele geçiren sınıf yalnızca iktidarı ele alma anlamındamı karşıtına dönüşmüştür, yoksa diğer özellikleri de dönüşme sürecinde yüklenmişmidir, sorusunun karşılığını bulmalıyız.
Kuşkusuz Mao böyle bir durumu kastetmemiştir. Ancak çizilen kategori, hayatın dayattığı sorunlara karşılık vermez. Örneğin, bu durumda proletaryanın yeniden burjuvaziye dönüşmesi de olanaksız değildir, deriz ve aynı mantık içerisinde hatalı bir yorum olmaz. Nitekim Mao'da sorunu böyle kavramıştır.
Bu hatalı kavrayış, Çin'de yaptığı pek çok yanlışlığa kavramsal olarak dayanak olacaktır. Örneğin, Sosyal Emperyalizm kuramının dayanağı karşıtların birbirine dönüşmesi mantığıdır. Proletarya, önce iktidarı alarak egemen sınıfa dönüşmüştür ve ardından yeniden karşıtına, dönüşmüş iktidar burjuvalaşmıştır. Savaş-barış olgularını da aynı biçimde ele alan bu mantığa göre örneğin, I. Dünya Savaşı'nın bitimi, savaşın kendi karşıtına dönüşmesidir. Yine "Üç Dünya Teorisi"nin açılımında da söz konusu felsefi yanılgı Çin Komünist Partisi tarafından dayanak olarak kullanılmıştır. Oysa Lenin özenle altını çizerek belirtmekteydi di, "karşıtların bir olma durumu koşullandırılmıştır, geçicidir. Birbirini dışlayan karşıtların çatışması ise mutlaktır. Tıpkı gelişmenin ve hareketin de mutlak olması gibi" (44) Yine karşıtların özdeşliğine ilişkin açtığı ünlü paragrafında özdeşlik ve kavramının yanlış kavranabileceği düşüncesiyle, "özdeşlik ve birlik terimleri arasındaki fark, burada temel bir önem taşımamakla birlikte, belki de karşıtların birliği demek daha doğru olurdu" demekte idi.
Görüldüğü gibi savaşı barışa, burjuvaziyi proletarya ya dönüştüren kavrayış, rahatlıkla sosyalizmi kapitalizme, proletaryayı burjuvaziye, sosyalist anavatanı süper emperyaliste dönüştürebilmektedir. Oysa, her karşıtlık aynı sürecin iki yarısını temsil etmez. Engels'in deyimiyle; "karşıtlar arasındaki savaşım ve birlik yasası, gelişmenin iç kaynağını açıklar, eşdeyişle bu yasada, iç karşıtlıklar arasındaki nitelik ayrılıkları söz konusudur ve sonuç olarak göz önünde bulundurulan nitel çelişmedir".(45)
Çelişme ve çatışma, her zaman ve koşulda evrensel ve mutlaktır, bununla birlikte çatışmanın çözüm biçimi, nesne, olay ve süreçlerin iç çatışmalarının boyutlarına, sahip oldukları özelliklere göre değişiklik gösterir. Bazı çelişmeler antogonizma (uzlaşmazlık) kazanma özelliğine sahiptir. Bu koşullarda çözüm açık çatışmalardan (ya da sıçramadan) geçer, bazı çelişmelerde ise antogonizma kazanma özelliği yoktur. Bu tip çelişmelere antogonist olmayan çelişme adı verilir.
Genellikle tali çelişmelerin özelliği olan böyle olgularda, çelişme açık bir çatışmaya ya da sıçrama olmadan aşılır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, çelişmeyi antogonizma ile ayrıştırmaktan uzak durmak olmalıdır. Antogonizma ile çelişme asla tek ve aynı şeyler değildir. Sosyalist düzende birincisi ortadan kalkacak ama ikincisi sürecektir.(46)
Antogonizma çelişmenin ancak bir anıdır. En keskin anı. örneğin, emperyalist ülkelerarası savaş, bu ülkeleri sürekli birbirlerine karşıt durumda tutan çatışmanın en keskin anıdır. Demek ki çelişmeyi, bütün gelişmesi içinde göz önünde tutmayı bilmek gerekir. Örneğin, sınıflar arasında çelişme, ilkel toplum da ortaya çıkmıştır. O aşamada toplumsal etkinlikler arasında fark vardı. (Balıkçılık, avcılık, hayvancılık gibi.) Ama bu "fark", sınıfların doğmasına yol açtığı zaman, evrilerek çatışma durumuna geldi ve bu çatışma da devrimler arasında antogonizma kazandı.(47)
Toplum var oldukça hiç kuşkusuz toplumsal çelişme ve dolayısıyla karşıtların çatışması da olacaktır. Kapitalizmin son bulmasıyla çelişmenin de son bulacağı yönünde bir yanılsamanın nedeni, çelişme ile antogonizmanın karıştırılmasından başka bir şey değildir. Oysa antogonizma ancak özel bir durumdur, çelişmeninin bir anıdır. Bir soyutlama yapmak gerekirse, her antogonizma çir çelişmedir, ama her çelişme antogonizma değildir diyebiliriz. Yine çok sık düşülen bir yanlışlık ta, uzlaşır, uyuşabilir çelişme düşüncesidir. Olay antogonist olmayan, yani uzlaşmazlık kazanmayan çelişmelerin uzlaşır diye kolay biçimde açıklanma yolunun tutulmasından kaynaklanmaktadır. Oysa, Mao örneğinde de olduğu gibi, yanlış kavrayış ya da yanlış soyutlama olguları süreçleri değerlendirmede önemli yanlışlara düşülmesinin nedenleri olabilmektedir. Bize göre, uzlaşır çelişme söz konusu olamaz. Hayat, hareket, karşıtların çatışması temelinde yükselir. Bu karşıtlar birbirlerinin varlık koşuludur ama bu durum, bunların birbirlerine dönüşebileceği ya da birbirleriyle uzlaşmaları anlamına gelmez. Birinin yok olması diğerinin de varlık nedenini ortadan kaldıracak ve çelişme aşılmış olacaktır. Bu süreç, yani çelişmenini aşılması süreci eğer açıktan bir çatışmaya dönüşmeden gerçekleşmişse, bunun nedeni o çelişmenin karşıtlarının uzlaşır olmaları değil, antogonizma kazanmamalarıdır. Kendisi de uzlaşır çelişme yanlışlarına düşmüş olan Mao'nun örneğini yineleyerek, konuyu kavramaya çalışalım: Bir bomba, patlamadan önce, içlerindeki karşıtların belli koşullarda bir arada varoldukları tek bütündür. Ancak yeni bir koşul ortaya çıktığında, yani tutuşma olduğunda patlama meydana gelir. En sonunda açık çatışma biçimine bürünerek, eski çelişmeleri çözen ve yeni şeyler yaratan bütün doğa olaylarına benzer bir durum meydana gelir.(48)
Mao daha ilerde köylülük ve işçi sınıfı arasındaki ilişkiyi örnekleyerek, uzlaşabilir çelişme sonucuna varmaktadır. "Felsefenin Temel İlkeleri'nde de benzeri kavrayış eksikliğini görmekteyiz. Sosyalist bir toplumda köylülük ve işçi sınıfının çatışmaları, onların uzlaştığı anlamına gelebilir mi? Hayır, çünkü aralarındaki çelişme ortadan kalkmıştır. Köylülüğün toprağa bağlı tutuculuğu ve disiplinsiz özellikleriyle işçi sınıfının toplumsal üretim sürecindeki konumundan kaynaklanan, örgütlenmeye ve disipline yatkın karakterini her anlamda uzlaştırmak olası değildir. Yani aralarında bir çatışma vardır. Ancak bu çatışma, ortak çıkarları sosyalizmde buluştuğundan ötürü antogonizma kazanmaz, açık bir çatışmaya dönüşmez. Buna karşılık alttan alta süren ve çözümü köylülüğün ortadan kalkmasıyla kendini biçimlendiren, onu köylü yapan özelliklerini aşabilmasiyle gerçekleşir. Bu da, kır-kent ayrımının ortadan kaldırılması, komünizmin ön koşullarından birinin sağlanması anlamına gelir. Kısacası, köylülükle işçi sınıfı arasında, sosyalizmde de bir çatışma vardır. Farklılaşan çatışma eğilimleri farklı dönemlerde farklı ivmelerle, çözüm evresine kadar değişik biçimlerde sürer. Bu iki ayrı sınıfın uzlaşarak birbirine dönüşmesi anlamına gelmez, antogonist olmayan çelişmenin açık bir çatışmaya dönüşmeden çözümlenmesi durumunun yaşanması anlamına gelir.
Özetleyecek olursak; çelişmeleri antogonist (uzlaşmaz) ve antogonist olmayan (uzlaşmaz olmayan) biçiminde iki başlıkta ele alabiliriz. Uzlaşır çelişme; çelişme ve çatışma kategorilerine temelden ters olduğundan, yanlıştır. Hayat ve hareket, çelişme ve çatışma üzerinde yükselir. Uzlaşır çelişme demek, çatışmanın olmaması demektir ki bu da hareketsizlik anlamına gelir. Oysa, nesne, olay ve süreçlerin sahip oldukları sonsuz sayıda çelişmenin ancak bir bölümü antogonizma kazanan özelliğe sahiptir ve diğer çok büyük bir bölümü antogonizma kazanma özelliğine sahip değildir. Çelişme sürecinde karşıtların birbirleri ile ilişkilerini statik biçimde almamak gerekir. Karşıtların birbiri karşısındaki yerleri sabit değildir, süreç bu bağlamda iniş çıkışlarla doludur. Antogonizma, işte bu iniş çıkışlarla dolu sürecin yalnızca bir anıdır. Bu an, o aşamaya kadar açık bir çatışmaya dönüşmeyen karşıtları bu kez açık bir çatışmaya iter, uzlaşmazlık açığa çıkar.
Antogonizma bir andır ama, sonuçları o anla sınırlı tutulmaz, ve etkileri çatışmanın açık olarak uzun bir süreci içermesini getirebilir. Örneğin paylaşım savaşlarının başlangıcı antogonizma anıdır. Buna karşılık savaş süreci, antogonizmanın yol açtığı açık çatışma süreci anlamına gelir.
Sonuç olarak antogonizmayı bir an olarak ama etkileriyle uzun bir sürece yayılabilecek bir olarak kavramak gerekir. Çatışan uçların statik olmayan niteliğiyle birlikte ele alınması gereken antogonizma kesiti adını verebiliriz. Bu durumda çelişmelerin çok büyük bir bölümünü "uzlaşır" şeklinde nitelememiz gerekir ki, bu da (Hegel'den Mao'ya kadar tüm diyalektikçilerin ifade ettikleri gibi, hareketin, çatışmanın ürünü olduğu gerçeğinden yola çıkarak) hayatın ve hareketin yadsınmasından başka bir şey değildir. Çünkü uzlaşır çelişme kavramı; Mao, vb. uzlaşır çelişme anlayışı sahiplerine göre çatışmaya neden olmayan çelişme demektir.

B - ÇELİŞMENİN BİÇİMLERİ

Bir süreci ve sorunlarını çözümleyebilmek ve doğru çerçevede ele alabilmek için, o sürece yön veren karşıtları belirleyebilmek yetmez. Aynı zamanda o sürecin içerdiği daha başka süreçleri ve onların özelliklerini de en azından genel yönelimleri bağlamında çözümleyebilmek gerekir. Bir nesneyi gerçekten tanıyabilmek için onun bütün görünümlerini, bütün ilişkilerini ve bizi o nesneye götüren araçları kucaklamak, incelemek gerekir. Bunu hiçbir zaman tamamıyla başaramayız, ama nesneleri bütün görünümleri içinde göz önünde tutmayı kendimiz için zorunluluk durumuna getirerek kendimizi yanılmalardan ve katılıklardan korumuş oluruz. (49) Değişik bir anlatımla, diyalektik yöntemi kullanan bir çözümleme, ele aldığı sürecin kendine özgü niteliğini yakalamaktan geçer diyebiliriz. Ancak bu, söz konusu çözümlemelerin ele alınan sürecin genel özelliklerinden soyutlanmadan, özel olanın ya da kendine özgü olanın kavranabilmesiyle mümkündür. Dolayısıyla bütünü kavrayabilmek için aynı zamanda o bütünü oluşturan parçaların kavranması ve niteliklerinin, yönelimlerinin, detayların içinde boğulma tehlikesine düşmeden ele alınması gerekir. İşte bu noktada, çelişmelerin sınıflandırılmasının önemi ile karşılaşıyoruz.
Çağdaş dünya karmaşıktır, çelişkilidir ve dinamiktir, birbiri ile çarpışan eğilimler ve çelişmeler iç içedir. En karmaşık seçeneklerin, endişelerin ve umutların olduğu bir dünyadır. Şimdiye kadar gezegenimiz böylesine büyük siyasal ve fiziksel gerginlikler altına girmemiştir. Hiçbir zaman insan doğaya böylesine büyük bir bedel ödememiş ve kendi eliyle yarattığı gücün karşısında bu kadar zayıf kalmamıştır. Dünyadaki gelişme, Marksizmin-Leninizmin çıkardığı şu temel sonucu doğrulamaktadır: Toplumun tarihi, rastlantısal bileşenlerin toplamı değildir, tersine ileriye doğru yol açan mantıklı bir süreç söz konusudur. Onun çelişmeleri yalnızca eski dünyanın ileri adım atmasını engelleyen her şeyin mahkum edilmesini ortaya koymakla kalmaz, aynı zamanda toplumsal ilerlemenin kaynağı ve harekete geçiren gücüdür. Bu sömürü ve sömürücü sınıflar, var olduğu sürece kaçınılmaz çatışma koşullarında aşılan,genişleyen bir ilerlemedir.(50)
Günümüz dünyasının çok yönlü ilişkilerini kavrayabilmek, bu ilişkilere yön veren çelişme ve çatışmaları doğru biçimde saptayabilmekten geçer. 3. Bunalım Dönemi çelişmelerini incelemeye geçmeden önce, çelişmeleri sınıflandırmamız bu anlamda gerekmektedir. Belirli bir nesne, olay ya da süreç, kendine özgül varlığını "onu bütüne bağlayan" pek çok nesnel koşula borçludur. Dolayısıyla her süreç bir çelişmeler dizisinin yatağı, merkezi demektir. Bu çelişmelerden biri temel çelişme, diğerleri ise bu temel çelişmeye göre biçimlenen baş ve tali çelişmelerdir.
Temel çelişme: Evren,bir bütün olarak sonsuz sayıda nesne, olay ve süreçten ve olguların içkin çelişmelerinden, çatışmalarından oluşan sonsuz bir hareketliliktir. Her süreç, kendi içinde sonsuz sayıda süreci ve bu parçaların içkin çelişmelerini içerir. Ancak söz konusu parçaların içkin çelişmeleri, parçası oldukları ana sürecin karşıtlarına ve bu karşıtların çatışmalarının çizdiği eksene göre biçimlenirler.
İşte bu ana sürecin, hareketliliğine, o harekete neden olan karşıtların çatışmasına, o sürecin temel çelişmesi diyoruz. Toplumsal süreçte,bu temel çelişme, üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çelişme olmuştur. Bu çelişme her dönem insanlığı ilerleten temel dinamiktir. Sınıf kavgalarının tarihin motoru olması espirisi bu temelden kaynaklanmaktadır.
Temel çelişme her toplum biçiminde, o topluma özggü ilişkilere göre şekillenmiştir. İlkel toplumu yıkan, bi toplumunbağrından doğan köleciliğin ve o temelde yükselen üretici güçlerin, ilkel komünal ilişkileri dönüşmeye zorlamasından başka bir şey değildir. Köleci toplumsa, aynı biçimde feodal-serf ilişkisinin köleciliğin kalıplarını zorlaması, köle ayaklanmalarının köle sahibi-köle ilişkisini dönüşmeye zorlaması sonucu tarihe karışmıştı.
Feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinde ise temel çelişmenin aldığı biçim, yükselen kapitalist ilişkilerin ve onun temsilcisi olan burjuvazinin feodal kalıplara sığmayan özellikleri oldu. Kapitalizmin halen yaşadığımız yıkılma süreci ise, proletaryanın yükselişi ve bir sınıf olarak sınıfsız topluma ulaşma amacının bir sonucu olmaktadır. Kapitalist üretimin sahip olduğu karakter, üretici güçlerin evrimine bu yönde bir eğilim kazandırmaktadır. Komünizmin üst ve yetkin aşamasına geçiş ise burjuva sınıfının tümüyle yok olması, böylece proletarya diktatörlüğünün işlevinin ortadan kalkması ve kafa emeği ile kol emeği, kır ile kent arasındaki ayrımın ortadan kalkması, değişme değeri ve paranın ortadan kalkmasıyla gerçeklik kazanacaktır.
Kısacası, her toplum biçimi, içerdiği ilişkilere uygun olarak temel çelişmenin değişik bir uygulanış tarzı olmakta, ama üretici güçlerle üretim ilişkileri arasındaki çatışmada anlamını bulan temel çelişme, özünde değişmemektedir.
Dolayısıyla, kapitalizm sürecinin temel çelişmesi; kapitalizmi dile getiren sermaye ile, yükselen sınıf proletaryayı dile getiren emek arasındaki çelişmedir. Kapitalizm bir toplum biçimi olarak, bir dünya sistemi olma özelliğini yerine getirene kadar temel çelişme bu biçimde sürecektir.
Baş Çelişme: Baş çelişme, temel çelişmenin değişik koşullarda aldığı biçimler, yansımalardır. Bu anlamda birden çok baş çelişme olanak dışı değildir. Mao, temel ve baş çelişmeleri aynı kategoride ele almadığından, birden çok baş çelişme olasılığını reddetmektedir.
Baş çelişme, kategorik olarak özellikle emperyalizm sürecini ve daha çok 3. Bunalım Dönemi, bu dönemin ilişki ve çelişmelerini doğru biçimde kavrayabilmek açısından gereklidir. Çünkü, günümüz dünyasının çelişmeleri, tarihin hiçbir döneminde rastlanmadık biçimde çeşitli ve çok yönlüdür ve çelişmenin sınıflandırılmasını, böyle bir temelde çözümlendirilmesini ve başlıklandırılmasını yapmadan, bu çelişmeleri ortaya koymak, kavramak ya da doğru bir içerikle doldurmak olanaksızdır.
Örneğin, ÇKP için bir sınıflandırma vardır, ama bu sınıflandırmanın yetersizliği, günümüzü kavrayışta da yetersizliği getirmişti. ÇKP için temel-baş çelişme ayrımı olmadığından, burjuvazi ile proletarya arasındaki çelişme dışındaki çelişmeler, ikincil çelişmelerdir. Bu eksiklik, karşıtların birbirlerine dönüşmesi ve uzlaşabilir çelişme anlayışlarıyla bütünleşince, sonuçta, böyle yanlışlıklar olmakta, ya da ÇKP, bilinçli ve reel politik tutumuna kuramsal açıklama yaratabilmek amacıyla yanlışlığı sürdürmektedir. Baş çelişme emek ile sermaye arasındaki çelişme olarak kavranınca, bunun dünyada bir tek yansıması olacaktır:
Dünya halkları ile emperyalizm arasındaki çelişki. Dünya ilişkilerinin bu biçimiyle ortaya konmasıyla, üç dünya teorisine kuramsal temel sağlanabilmektedir. Öte yandan yine aynı yaklaşım, emperyalistler arası bir savaşın var olan koşullarda olanaksızlığını görememektedir. SBKP için eksiklik, kendini daha değişik boyutta göstermektedir. Örneğin SBKP/MK, 27. Kongre Siyasal Raporuna baktığımızda günümüzün baş çelişmelerinin üç başlıkta ve doğru bir biçimde adlandırıldıklarını görmekteyiz. Ancak, bu çelişmelerin içeriğinin ele alınmasında; özellikle gerekli sonuçların çıkarılması anlamında eksiklikler öne çıkmakta, dolayısıyla söz konusu çelişmelerin çözümü yolunda mücadele perspektifi de eksik ve yanlış olmaktadır.
Günümüzde ise, baş çelişme kendini üç biçimde göstermektedir.:
Emperyalist kapitalist sistemle sosyalist sistem arasındaki çelişme; emperyalizm ile dünya halkları arasındaki çelişme; emperyalistler arası çelişme. (51)
Tali Çelişme: sık sık yinelediğimiz gibi, her süreç kendi içinde sonsuz süreçlerin ve anların çatışmalarını barındırır. Tali çelişme, bir ana sürecin temel çelişmesinin belirlediği eksene göre özellikler gösteren çelişmeleri tamamlamak için kullanılan bir kategoridir.
Örneğin Türkiye ile Yunanistan arasındaki çelişme, günümüz dünyasının tali çelişmelerinden biridir. Aynı biçimde köylülükle işçi sınıfı arasındaki çelişme ya da küçük burjuvazi ile işçi sınıfı arasındaki çelişme tali çelişmedir. Söz gelimi; Türkiye ile Yunanistan arasındaki çelişme, etkilemekle birlikte dünyanın çehresine yön verecek bir çelişme değildir, aynı kamp içinde yer alan iki ülkenin çelişmesi niteliğini taşır.
Yine yeni sömürge ülke oligarşisi içindeki çelişme kuşkusuz önemlidir ama bir ülkede toplumsal yönelimin ana eksenini (dönem dönem derinleşmesine karşın) belirleyecek çapta değildir. Tali çelişmeler genellikle açık bir çatışmaya dönüşmeden atlatılır. Ancak bunu mutlaklaştıramayız. Dönem dönem tali bir çelişmenin antogonizma kazanması ve süreci etkilemesi olanaklıdır. İngiltere ile Arjantin arasındaki Falkland Savaşı, tali bir çelişmenin antogonizma kazanmasına bir örnektir. Ya da İran ile Irak arasındaki savaş, antogonizma kazanmış tali bir çelişmedir.
Tali çelişmeler, tek başlarına süreci belirlemede yetersiz kalmakla birlikte, sürecin temel çelişmesinin antogonizma kazanması yolunda yer yer son derece önemli olabileceği unutulmamalıdır.... Burada, baş çelişmenin belirleyici olduğu karşılıklı bir alışveriş söz konusudur.

(DEVAMI İÇİN BURAYI TIKLATIN)

 

 

 

 

sbarikat07@gmail.com
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
0212 632 23 19