Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

Türkiye Ziraatçiler Derneği Başkanı İbrahim Yetkin'le Söyleşi:
"Tarımın Sonu Bekleniyor"

Leyla Tavşanoğlu
14 Eylül 2003/Cumhuriyet

Özelleştirme değil talan

- Genel Başkanı olduğunuz Türkiye Ziraatçılar Derneği'nin hedefleri nedir?
YETKİN - İsterseniz öncelikle derneği biraz tanıtayım. 13 binden fazla üyesi olan, kamu yararına bir dernek. Epeyce eski bir geçmişi ve çok ciddi deneyimleri var. Derneğimizin amacı demokratik, laik cumhuriyet ilkeleri çerçevesinde çiftçileri bilgilendirmek, tarım sektörüne, kırsal kalkınma projelerine ilişkin çalışmalar yapmak; bu sorunlarla ilgili, demokratik bir çerçeve içerisinde, çok yaygın bir biçimde sempozyumlar, paneller düzenlemek. Devletin kurumlarıyla ve sivil toplum örgütleriyle tabana dayalı ciddi araştırmalar yapıyoruz. İlk kez bir sivil toplum örgütü olarak birinci ve ikinci tarım kongrelerini düzenledik. Bunu Türkiye'deki bütün sivil toplum örgütleriyle birlikte yaptık. Çok da ses getirdi. Bir hayli de riskliydi. Ama sonuçta başardık. Bir de Tanrı rahmet eylesin, Sadullah Usumi adına her yıl tarım basın ödülleri vermeye karar verdik. Sadullah Usumi gerçekten yeri doldurulamayacak bir ağabeyimizdi. Onunla Anadolu'yu karış karış birlikte dolaşmıştık.

- Sizce 24 Ocak kararları Türkiye'deki tarım sektörünü nasıl etkiledi?
YETKİN - 24 Ocak 1980 süreci Türkiye tarımının ipinin çekildiğinin başlangıç noktasıdır.

- İyi de 1950'li yıllar da Türkiye'nin tarım sektöründe etkili olmadı mı? Türkiye'nin bir tarım politikası var mı?
YETKİN - Tabii tarımın ipinin çekilme süreci Marshall yardımıyla başladı. Türkiye'nin hâlâ bir tarım politikası olamadı, zaten.
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçtiğimiz zaman Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk , tarımda çok ciddi, hem tarımda çalışan, hem üreticinin ekonomik anlamda iyileşmesinde devrim niteliği taşıyan bir dönüşümü başlatmış. Birtakım vergilerin getirilmesi, bugün kapatılan Şeker Şirketi'nin o tarihlerde kurulması, tarımsal sanayinin adımı olan Toprak Kanunu tamamıyla o değişimin köşe taşlarıdır. Atatürk' ün yaşamı boyunca, hatta '50'li yıllara kadar tarımın desteklenmesi ilke edinilmiştir. Bu bir süreç olmuştur.
Ama hepimizin bildiği gibi Türkiye'de tüm boyutuyla değişim süreci Marshall yardımıyla başlar. Bu da '50'li yılların başına denk düşer.

Tarımın sonu bekleniyor

- O dönemde de tarımın desteklenmesi politikası yok muydu?
YETKİN - Belki bunun varlığı o dönemde de gözlemlenebilir. Rakamlar, baktığınız zaman, onu gösterir gibi olur, ama oradaki incelik şu:
Bizim anladığımız, ulusal çıkarlarımıza uygun, tabana yaygın, eşitlikçi, demokratik, üretken, ürettiğini kendi arasında paylaşan bir bakış açısından çok, üretime yönelik bir projeksiyon.
Marshall yardımıyla birlikte Türkiye'ye bir borçlanma süreci geldi. O dönem bittikten sonra devletçi bir politikanın istendiğini ve özellikle de 1974-75'e kadar tarıma devlet desteğinin azımsanmayacak ölçüde olduğunu görüyoruz. Hatta 1980'e kadar tarımı destekleme modeli vardı. Ta ki 1985 sonrası dünyadaki küreselleşme rüzgârı Türkiye'yi de doğal olarak içine alana dek.
Derken bu belli bir noktaya geldi ve düğmeye basılmış gibi Türkiye'yi açık bir pazar olarak görme politikaları uygulamaya konuldu. Yani bu neo-liberal politikaların damgasını vurduğu bir süreç oldu. 24 Ocak, 1980 tarihi zaten demin de söylediğim gibi son derece olumsuz bir sürecin bir başlangıcı olarak değerlendirilebilir. O kadar da bilinçli yapılmıştır ki başlangıcı olarak tarımda desteklemelerin kaldırılmasını ve devletin tarımdan desteğini çekmesini, tarıma dayalı KİT'lerin zamana yayılarak bir bir ortadan kaldırılmasını görüyoruz.

- Bütün bunlar da özelleştirme adı altında yapılmadı mı?
YETKİN - Evet, öyle oldu. Özelleştirme doğru mudur, değil midir tartışmasına girmek istemiyorum. Üstelik ben bu olaya siyah ya da beyaz olarak da bakmıyorum. Eğer söz konusu bir kuruluş üretkense, zarar etmiyorsa, insanlara istihdam sağlıyorsa ve ulusal çıkarlara da uygunsa ille de özelleştirmek zorunda değiliz. Ben olaya böyle bakarım. Ama bu işler bilerek yapılmıştır.
Özelleştirme İdaresi bilerek kurulmuştur. Bunlar Özelleştirme İdaresi'ne bağlanmıştır. Bunlar ''ekonomiye yük'' adı altında özelleştirme kapsamına alınmıştır. Ama bunlar yok pahasına talana açılmıştır. Bu durumu özellikle tarımda çok bilinçli görüyoruz. Tarım sektöründe kademe kademe gidildi ve kanser gibi bütün tarıma bu yayıldı. Şimdi Türkiye tarımının, kanserli bir hastanın ölümü beklenir gibi sonunun gelmesi bekleniyor.

- Peki, bundaki amaç ne olabilir?
YETKİN - Amaç çok açık. Teslim almak. Türkiye Ortadoğu'nun en cazip pazarı. Ama bir koşul vardı. Bu pazara girmek için Türkiye'nin bir sömürge, bir açık pazar olması ve üretmemesi gerekiyordu. Böyle bir süreç tabii ki sancılı geçti. Tarım sektörü ne olursa olsun siyasi iktidarların oy potansiyeli. Hep seçimlerden önce zaman zaman taban fiyatları arttırdılar, ne olur ne olmaz diye. Açık açık üreticinin ağzına bir parmak bal çaldılar.

İpin çekildiği tarih: 24 Ocak

- Hep, Türkiye tarım ürünleri üretimi bakımından kendi kendine yeten yedi ülkeden bir tanesidir, denir. Böyle bir slogan üretilip de niye tamamıyla tersi davranılıyor?
YETKİN - Türkiye kendi kendine yeten bir ülke gibi. 1950'li yıllara kadar gerçekten Türkiye tarım üretimi bakımından kendi kendine yeten ender ülkelerden birisiydi. Ondan sonra yine de kendi kendine yeten bir durumu vardı. Ama Türkiye'nin üretimden uzaklaştırıldığı, üretimden vazgeçirildiği, aslında ipinin çekildiği tarih 24 Ocak kararlarıyla olmuştur. Yani bu Türkiye için milattır. Piyasa ekonomisi adı altında uygulanan bir politikadır bu.
''Devletçilik olur mu?'' dediler. Ayda mı yaşıyoruz? Artı dediler ki:
''Devlet üretir mi? Devlet çalışır mı? Devlet buğday satar mı? Devlet faaliyet gösterir mi?''
Böyle söyleye söyleye bunlar sadece bir iktidarın söylemi gibi algılandı. Ama iş hiç öyle değildi. Bu, uluslararası sermayenin Türkiye üzerinde oynadığı oyunun bir parçasıdır.

- Peki, Türkiye pazarını ele geçirmeyi başardılar mı?
YETKİN - Bana göre tamamıyla başardılar. Türkiye şu anda üreten ve ürettiğini kendi iç pazarında değerlendiren, ürettiğini tarımsal sanayiye aktarıp işleyen ve dünyaya açılan bir pencere değil artık. Hatta rakam da vereyim:
Türkiye 16-17 yıldır üretimden vazgeçirilmiştir. Şu anda çiftçi, üretici, köylü tarlada değil, artık kahvede; ölümü bekler gibi oturuyor.

- Peki Tariş, Çukobirlik, Fiskobirlik gibi kuruluşlar ne yapıyor?
YETKİN - Bakın, destekler kaldırıldı; taban fiyatlar açıklanmaz oldu. Bu söylediklerinizin hepsi tarım satış kooperatifleridir. Devlet bunları desteklemekten vazgeçti. ''Bunlar zarar ediyor'' denildi. Zaten bu politikalarla bu kuruluşlara devre dışı kalmaları için zarar ettirildi.
Dendi ki:
''Bunlar kendi ayakları üzerinde dursun.''
İyi de, sen onun öz kaynağını desteklemezsen, ya da bir aylık çocuğu sokağa bırakırsan o yaşayabilir mi? Bu kuruluşları borcuyla harcıyla yapayalnız bıraktılar. Tarım satış kooperatifleri Türkiye'nin can damarlarıdır. Bugün bunlar bir bir kapatılıyor. Yeni bir gelişme var; ibretle izliyoruz. Bundan böyle tarım satış kooperatifleri alım yapmama noktasına geldiler. Çukobirlik kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya. Tariş'in durumu biraz daha farklı. Ama o da artık eski güçlü Tariş değil.
Buradaki amaç pazarı alma, üretmeme, çökertme ve teslim alma. Bu amaca varıldı. Bunu başarmak biraz uzun sürdü, ama sonunda yapıldı.

Türkiye pazarı cennet

- Bildiğimiz kadarıyla bayağı kâr eden bir kuruluş olan Tekel sizce neden özelleştirilir?
YETKİN - Tekel'in özelleştirilmek istenmesini hiç kimse bana anlatamaz. Bu, Merkez Bankası gibi para basan, kâr eden bir kuruluş. Bu yapılmak isteniyor, çünkü Türkiye'de sigara ve içki üretiminin yüzde 63'ünü hâlâ Tekel elinde tutuyor. Son derece kârlı bir kuruluş. Şimdi uluslararası sigara tekelleri dünyada ve kendi ülkelerinde satış yapamıyorlar. Ama Türkiye pazarı bir cennet. Uluslararası sigara tekelleriyle yerli işbirlikçilerine kim engel? Tekel. O zaman Tekel'in ortadan kaldırılması lazım. Oynanan oyun bu.

- 1980'li yıllarda Thatcher döneminde İngiltere'de iğneden ipliğe her şeyin özelleştirilmesi gibi değil mi? Daha sonra İngiltere'de ne biçim yanlışlar yapıldığı ortaya çıkmış ve geri dönülmesi yoluna gidilmemiş miydi?
YETKİN - Bir de Türkiye'deki özelleştirme bildiğiniz özelleştirme değil; talan etme, peşkeş çekmeye dayalı. Biz bu oyunu özellikle SEK'te gördük. SEK'i alanlar daha birinci yılda tesisleri yıktılar ve oraları arsa olarak değerlendirdiler. Bakın, bunlar bizim ulusal kaynaklarımız. Şu şeker yasasına, tütün yasasına bakın. Tütün yasasının, şeker yasasının altına imza atanların ulusal sevgiden yoksun olduklarını düşünüyorum. Bir insan Türkiye'nin ekonomisini yönetmekle görevlendiriliyor. Bu insan belli bir misyonla geliyor. İsim zikretmek istemiyorum. Bu Ahmet olmaz da Mehmet olur. Ama ona yaptırırlar. Yaptırdılar da. Bu ülkede başta su, toprak, makine, mühendis, çalışan, her şey var ve size ürettirmiyorlar; kota koyuyorlar. ''Şeker pancarı üretmeyeceksin'' diyor. Niye? Efendim, şeker pancarı maliyeti çok yüksek. O zaman yeniden düzenle bunu, kabul. Neden üretimini durduruyorsun ki? Bugün şeker yasasında yüzde 15 pay yapay tatlandırıcalara ait. Bu açık biçimde işgaldir.


Ürüne destek verilsin

- İyi de yapay tatlandırıcıların insan sağlığına çok zararlı olduğu, ölümlere yol açtığı, klinik bulgularla onlarca yıldır ortaya çıkarılmış durumda değil mi?
YETKİN - Bunu dünya âlem biliyor. Bir de işin ilginç yanı, Türkiye'nin mısır açığı olduğu. Biz yurtdışından mısır ithal ediyoruz. Onu da tatlandırıcıda kullandırıyoruz. Bu kadar çarpık bir düzen. Bugün rakamlarla ortada. Türkiye, tarımını en az destekleyen bir ülke konumuna geldi. Bugün ABD kendi çiftçisini destekliyor. AB ülkeleri destekliyor.

- Peki, bunda amaç ne olabilir?
YETKİN - Çiftçiyi tarladan uzaklaştırıp ürettirmemeye yöneltmek. Eğer çiftçiye destek vermek istiyorsanız üreten insana ürün bazında verin. Ürüne destek verin. Örneğin ürün başına prim ödeyin. Prim sistemi Ege'de, Tariş'te çok güzel uygulanan bir modeldir. Biz tarımcılar olarak bunu savunuruz. Bakın, uygulanan politikaların sonuçları bir günde değil, yıllar sonra ortaya çıkar. Ne oldu? Türkiye kendi kendine yeten bir ülkeyken şimdi değil. Bu yıl kuraklık oldu; tahıl üretimi 16 milyon tona düştü. Bakar mısınız? Tam iç tüketime yönelik bir dengede duruyor. Toprak Mahsulleri Ofisi'nin piyasayı düzenlemesi lazım. Ama IMF, ''Ne işi var? Devlet buğday alır mı?'' deyince onu da kenara çekmişiz. Bugün Türkiye'de yetecek kadar buğday var, ama TMO'nun değil, tüccarın deposunda... Şimdi, fiyatı yükseltecekler. Fiyatı aşağı çekecek mekanizmayı TMO düzenler. Ama TMO yok.
- Peki, şimdi piyasayı düzenlemek için ne yapılacak?
YETKİN - Belki de TMO fiyatları düşürmek için çok ciddi ithalat yapmak zorunda kalacak. Geçen yıl TMO piyasayı düzenlemek için 300 bin ton buğday ithal etti.
Bakın, pamuk üretiminde dünyada üçüncü ülkeyken Türkiye geçen yıl 500 küsur milyon dolarlık pamuk ithal etti. Böyle bir şey olabilir mi?
Ya fındık?.. Aklım almıyor.

Başka ülke çökerdi

- Sizce izlenen bu politikalar kimi ya da kimleri mutlu etti?
YETKİN - Halkı mutlu etmediği çok açık. Bundan kazançlı çıkanlar bu işlerden kâr edenler ve Türkiye'yi çökme noktasına getirenler.
O tarihten bugüne kadar bu politikalar uygulana uygulana geldi. Başka bir ülke olsa daha erken çökerdi. Ama bizim insanımız üretime yatkındır. Yapabileceği başka bir şey de yok zaten.
Ama çok kötü bir noktaya doğru gitmek üzereyiz. Görüyoruz, kırsaldan sık sık göçler, sosyal patlamalar, boşanmalar, intiharlar, sosyal dengesizlikler, yapısal bozukluklar artıyor. Böylece tükenişe doğru giden bir süreci yaşıyoruz.
Aslında tablo bu ve insanlar bunu biliyorlar. ''İmkân bu kadar. Devlet bunu yapar mı?'' deniyor. Olay bu değil ki...
Bakın, çiftçi namuslu insandır; borcuna sadıktır. Bütün bu bitmiş hale rağmen gittiler, borcun yüzde 10'unu ödediler. Bir şeyler yapmak istiyorlar. Ama görünmeyen birileri de diyor ki:
''Yapma.''
Ne yapsın bu çiftçi? Başka bir ülkeye mi gitsin?

IMF ile anlaşma

- Peki, bu politikalar daha ne kadar sürer, sizce?
YETKİN - Daha epeyce süreceğe benzer. Bu politikaların sürmesi sonucunda daha biz bir yıl sıkıntı çekeceğiz. Çünkü IMF'yle anlaşma 2005'e kadar sürecek.

- Çözüm nedir, sizce?
YETKİN - ''Kendi ayaklarımın üzerinde durmak istiyorum. Ulusal çıkarlarıma uygun tarzda yaşamak ve üretmek istiyorum'' diyen ulusal bir blokla, ''Hayır, hiç de önemli değil. Gerekirse yabancılar da Türkiye'den toprak alır, işgal de eder; üretir. Canım, ne sakıncası var? Üretmesek de olur. Önemli mi?'' diyenler arasında büyük bir kavga veriliyor. Mücadelenin adını böyle koymak lazım. Bu ülke Kurtuluş Savaşı'nı veren insanların ülkesi. Biz Atatürk'ün çocuklarıyız. Belki şimdi zayıf, kaybetmiş gibi görünebiliriz. Ama ülke sevgimizle, içtenliğimizle, bize öğretilenlerle, çalışma azmimizle kurtuluşu gerçekleştirebileceğimize inanıyorum.

Halk mutlu değil

- Türkiye Uluslararası Fındık Borsası'nda birinci üretici ülke durumunda. Ama paralar nereye gidiyor?
YETKİN - Dünya fındık üretiminin yüzde 71'i Türkiye'ye ait. Ama fiyat Hamburg'da belirleniyor. Bu yıl kuraklık fındığı vurdu. Ürün fazlası da yok. Hep, ''Niye yüksek fiyat alalım? Ürün fazlası var'' denir. Yalan, hepsi yalan. Dediğim gibi bu yıl kuraklık vardı. Ürün fazlalığı diye bir şey de yok. Olay şöyle gelişti:
Bunlar daha üretim olmadan üretimin fazla olacağını ve doların yükseleceğini hesap etmişler. O günkü kurdan ve ürün fazlası mantığıyla bunlar fındığı zaten satmışlar. Ama kuraklık olup üretim azalıyor mu? Dolar da düşünce bunlar ayazda kaldı. Akıl almayacak yöntemlerle üreticiyi baskı altında tuttular. Bunlardan ihracatçıyı kastediyorum.
Fındığın pazarı benim. Fiyatı ben belirlerim. Para kazanmanın tam zamanı değil mi? Hayır. Hiçbir şey yapılmıyor.

- Peki, bundan kim kâr ediyor?
YETKİN - Alivre, yani hayali fiyatla satış yaparak kâr eden kuruluşlar. Uluslararası kuruluşlar ve yerli işbirlikçileri Türkiye'nin ulusal çıkarlarına darbe vurdular. Bu utanç verici bir durumdur. Biz teslim alınmışız ve sanki bunu hissetmiyoruz.
Her şeyi alıp götürüyorlar artık.

Çiftçi namuslu insandır

- Bu durum nereye varacak?
YETKİN - Bir ulusun egemenliği, ulusal bağımsızlığı kendi kendine yeterliliğiyle ölçülür. Bir ülkenin gıda güvenliği ve yeterliliği yoksa siz o ülkenin bağımsızlığından söz edemezsiniz. Başka bir ülkeden borcu da eğer paranız varsa alırsınız. Borcunuz varsa da hiç kimse size itibar etmez.
Bakın sözünü ettiğimiz bu politikalar hiç kimseye hayretmedi; hiç kimseyi düzlüğe çikarmadı. Arjantin'de, Meksika'da Meclis'i bastılar.
Bakın, biz AB'ye tam üye olmadan Gümrük Birliği Anlaşması'na imza atan tek ülkeyiz. Böyle bir şey olabilir mi? Türkiye'nin bundan kaybı 72 milyar dolar. Ayıptır, insanda utanma olur.



 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92