Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

 

Kıbrıs'ın Emperyalist
Paylaşımına Doğru

Bülent Tütmez/17 Şubat 2004/sendika.org

BM Genel Sekreteri ile ABD yönetimi arasında yapılan temaslarla yeniden başlatılmasına karar verilen Kıbrıs müzakerelerinin ön görüşmesi NewYork'ta geçtiğimiz hafta içinde gerçekleşti. 1 Mayıs AB zirvesi öncesinde 'baskın niteliğinde' harekete geçen Türk karar alıcıların, AB'ye karşı ABD desteğiyle pozisyon kazanma amacıyla ortaya koydukları performansın sonuç verdiği ve diplomatik alanda yeni bir aşamaya geçildiği izleniyor.
Genel Sekreter'in ismiyle anılan ve gerçekte ABD ve AB'nin beklentileriyle oluşturulan nihai çözüm planı, detaylı bir metin olarak; adadaki toprak paylaşımı, nüfus-yönetim yapısı ve askeri konuşlanma gibi temel başlıklar aracılığıyla sunulmuş ve uzun süre müzakere edilmişti. Yeni aşmada, anlaşmazlık içerecek kısımların Annan'ın inisiyatifi ile doldulması kabul edilen 'boşluklu metnin', iki tarafın yapacağı referandumlarla işlerlik kazanması öngörülüyor.
Kıbrıs görüşmelerinin geldiği aşamada, Marks'ın deyişiyle "asıl planlayıcıların perde gerisinde yer aldığı" ve tartışılan 'renkli çizgilerin' detay olarak kaldığı bir düzey ibretle izlenmekte. Görüntünün ardındaki gerçeği açığa çıkarabilmek için paylaşım sürecinde etkin olarak yer alan unsurları ve pozisyonlarını değerlendirmek gerekiyor.
Perde Gerisindekiler
11 Eylül saldırısıyla aynı gün yayımlanan bir yazıda; "Ne yazık ki, iki tarafın egemenlerinin pazarlıkçı manevraları ve ABD'nin herşeyden memnun tavrı bile, Kıbrıs'ta işlerin 'emperyalistlerin istedikleri gibi' gittiğini göstermeye yetiyor." (Eksen, Evrensel Gazetesi, 11 Eylül 2001) değerlendirmesi yapılmış ve o günlerde sürece 'açıktan müdahil olmayan' ABD'nin güçlü pozisyonuna dikkat çekilmişti. İzleyen günlerde, -Türk ve Rum taraflarının anlaşmaya yanaşmadığı bir dönemde- 25 Eylül tarihinde yazılan bir yazıda ise; "(11 Eylül sonrasında) Kıbrıs'a yönelik öncelikli beklenti; Türkiye ve Yunanistan egemen sınıflarının -Kıbrıs bilmecesinin çözümüne ilişkin- karşılıklı yumuşama sürecine girmelerinin zorunlu olacağıdır." (Eksen, Evrensel) tespitinde bulunulmuştu.
Bugün gerçekleşen öngörülerin gerisinde, ABD'nin Ortadoğu ve Avrasya'yı istediği tarzda yapılandırma isteği yatıyor. Aslında Kıbrıs sürecinde hep masada olmuş ABD'nin bugün doğrudan müdahil olmasının gerisinde, 'muhtemel çözümün' başarısını AB'ye kaptırmayarak, ada üzerinde 'özerk konum kazanma isteği' bulunuyor. Nitekim yeniden görüşme sürecinin başlamasıyla aynı günlerde ABD Güvenlik Konseyi -gayri resmi- bir açıklama yaparak 'adada üs istediklerini' bildirmişti (NTV, 5 Şubat). Sonrasında ABD Dışişleri Sözcüsü Richard Boucher tarafından yalanlanan (diplomatik üslupla teyit edilen) haber, İspanya'daki ABD birliklerinin Kıbrıs'a nakledileceğine dair haberlerle aynı dönemde basına sızdırılmasıyla birlikte önem kazanıyordu.
Perde gerisindeki planlayıcılardan AB'nin, Türkiye'nin üyeliğini engellemek için kullanageldiği en önemli argümanlardan birini bugün kaybetmek üzere olduğunu söylemek yanlış olmayacak. Bürokratik ve kontrolsüz büyüyen bir birlik görünümündeki AB'nin ortak dış politika anlayışı geliştirememesinin sonucu olarak 'nal topladığı' süreçte, Türkiye'nin -ABD baskısı ve- BM karar metniyle bazı gelecek garantileri (AB müktesabatına uymadığı gerekçe gösterilerek anlaşma metni değiştirilemeyecek.) elde etmeyi amaçlaması şüphesiz ki birlik içinde önemli bir politika zaafiyetine işaret ediyor. AGSP aracılığıyla Afrika ve Ortadoğu'ya sarkmak isteyen Fransa-Almanya-Belçika kliğinin önemli oranda mevzi kaybetmesine yol açan süreçte, adanın AGSP politikalarına araç olması da ABD'nin baskısıyla zayıflamış görünüyor.
Masadakiler
Genel Sekreter dışında masada, adanın iki taraf temsilcileri ve 'garantör' sıfatıyla Yunanistan, İngiltere ve Türkiye yer almakta. Taraflardan Yunanistan'ın tamamen AB politikalarına angaje olmuş siyasi elitinin, Rum tarafına beklediği desteği veremediği izleniyor. Burada, Türk-Yunan yakınlaşmasının yanı sıra, ABD'nin bu ülke üzerindeki etkisi de (Simitis'in aksine Papandreu'nun önümüzdeki dönemde ABD ile ilişkileri geliştirmeyi hedeflediği biliniyor.) önem taşıyor. Papadapulos'un yeterince deneyimli olmadığı son dönem müzakerelerinde Türkiye'nin beklenmedik ataklarla Rum tarafını iç tartışmalara yönelttiği ve Yunanistan'dan 'beklediği keskin desteği' bulamayan Rum tarafının 'müzakerelerden kaçan taraf olmamayı' seçtiği izlendi. (Herşeye karşın Papadapulos, "müzakerelere başlamış olmamız, anlaşmamız gerektiği anlamı taşımaz" yorumunu yapmaktan da geri durmadı. 14 Şubat)
Masanın 'gayri meşru üyesi İngiltere ise; Lozan'la yasal zeminini elde ettiği statüyü koruyarak, Nasır'ın Süveyş'i kamulaştırması sonrasında 'apar topar' yerleştiği adadaki üslerinin devamlılığı amacıyla görüşmelere katılıyor. 1960 Garantörlük Anlaşması ile adada pozisyonunu güçlendiren İngiltere halen Agrotur ve Dikelya üslerinde askeri güç bulunduruyor. Bu üslerde Soğuk Savaş sırasında SSSB'ye karşı dinlemeler yapan ABD ve İngiltere'nin, halen Echelon Dinleme Sistemleri aracılığıyla Ortadoğu ve Türkiye'nin yanı sıra Kafkasya'yı denetlediği defalarca basına yansımıştı. Aynı üslerin Körfez Savaşı sırasında kullanıldığı ve İsrail'in de (malum bir yerlerden sürece dahil olmasıyla ünlü devlet) Arap dünyasına karşı bu üslerde sistemler konuşlandırdığıda tartışılmıştı.
Masanın 'berisinde yer alan' Türk tarafının da homojen bir yapı içinde olamadığı biliniyor. Yıllarca adada gladio merkezlerinin konuşlanmasına izin veren, Kıbrıs'ın bir kumarhane ve kara para merkezi haline gelmesine ses çıkarmayan Türkiye; gerçekte MGK, görüntüde hükümet politikaları ile süreçte yer alıyor. Burada önemli olan, Tayyip Erdoğan'ın açıklama yapmasının, olaya 'siyasi ve sivil boyut katmaktan' öte anlam taşımamasıdır. Son dönemde ABD politikalarının doğrudan destekleyicisi konumuna gerileyen -ve ABD tarafından yeniden yapılındırılmaya çalışılan- Genelkurmay üst yönetiminin hoşnut olmayacağı bir devlet politikasının Kıbrıs'ta geçerli olamayacağı herkesçe kabul edilmekte. Buna, ABD politikalarına 'iliştirilmiş' hükümet ve tek başına politika üretme iradesi kazanamayan Köş'ün tavrı da eklendiğinde, Türkiye'nin ABD güdümünde bir politikaya 'angaje olmuş' ülke konumunu benisemesi kaçınılmaz hale geldi.
Burada geçmiş uygulamalarıyla çokça eleştirilebilecek olan Denktaş'ın bugünkü tutumuyla eleştirilmesi yersiz görünüyor. AB'den ekonomik yardım alarak propaganda yapan bir Başbakan ve uzun yıllar 'Ay' da yaşamış görünümü veren bir Başbakan yardımcısıyla müzakerelere gitmek durumunda kalan Denktaş'ın - ve de Mümtaz Soysal'ın milliyetçi görüşleri şüphesiz ki eleştirilmek durumunda ama- 'duruşu' eleştiriye yer bırakmıyor. Buradaki temel eksiklik, geçen süre içinde ABD ve AB'ye karşı bağımsız bir politika anlayışı geliştirilerek, Rum tarafıyla sorunların çözümüne ilişkin 'özel yakınlaşmanın' ortaya konulamamış olmasından (konjonktür içinde çok zor bir gelişme olacaktı, kabul edilmeli.) kaynaklanıyor.
Sahi, sayın Talat'a değinmeden de geçmemek gerekiyor. Adanın parlayan yıldızı Talat, ülkemizdeki liberal demokratlar ve bazı solcularca baştacı edilmiş ve Radikal Gazetesi 'nde yazdığı makalelerle (Talat'ın görüşleri muhtelif defa eleştirilmişti. Bknz. Eksen, Evrensel, 25 Şubat : "Annan'ın Nihai Çözüm Belgesi") de bizlere "Kıbrıs Sorununu" anlatarak öğretmen! vazifesi de üstlenmişti. Seçimlerde önce sayın Talat'ın partisiyle -ada halkı madem böyle istiyor, bizim de AB sürecini destekleyen partilerle işbirliği yapmamız gerekiyor diyerek- ittifak yapıp Kıbrıs'taki 'kırıntı halinde ayakta kalmaya çalışan devrimci muhalefeti kurda kuşa yem eden' adadaki solcuların ve Türkiye 'deki -AB karşıtı olduklarını her daim ilan eden- destekleyicilerinin çıkıp 'müzakerelerin neresinde olduklarını' izah etmeleri gerekmiyor mu bugün? Adanın anti emperyalist geleneği, 'bir kozmetik figürün' New York'ta televizyon karşısında zaman öldürmesi için mi pazarlanmıştır? Emperyalist bölümüşümün bir yerlerine 'politikasızlığı ortadan kaldırmak söylemiyle' dahil olup popülizm yapanların, İngiltere'nin adada kalıcılık sağlamasında ve ABD'nin mevzi kazanmasında 'küçümsenemeyecek veballeri' olduğu yadsınabilr mi? Tüm bunlar açıklamaya muhtaç sorular.
Neler olabilir, ne yapmalı?
Adadaki müzakerelerde, masada oturanların fazlaca inisiyatif alamayacakları açık. Adadaki asker sayısının artırılmasıyla Türk tarafının, AB sürecinde elde edeceği prestijle de Rum tarafının ikna olacağı görülüyor. Referandum (AB yanlılarının kazanması kuvvetli beklenti) ve TBMM oylaması (Kıbrıs'ı yalnızca haber bültenlerinden izleyen milletvekillerinin Erdoğan-Gül merkezli, ABD ve Genelkurmay destekli bir sürece olumsuz bakamayacakları biliniyor) dışında elindeki bütün silahları alınmış Denktaş'ın, sürpriz bir gelişme süreci yaşanmaması durumunda imza atabileceği görülüyor.
Gelişmeler, ABD'nin dünyayı yapılandırma planlarının 'stratejik ayaklarından birinin' gerçekleşeceğini göstermekte. Başta Ortadoğu halkları olmak üzere, Türkiye ve komşularının aleyhine ilerleyen süreçte, ABD'nin 'barış götüren' dünya politikalarının teyit edilmesi ve Anglo Sakson çetenin önemli mevziler elde etmesi sağlanacak anlaşmayla.
Burjuva diplomasisinin bu oyununu bozacak olan, 'ada halklarının bağımsızlıkçı tutumu' olacak hiç şüphesiz. Geçmiş 1 Mayıs'larda ortak eylem gerçekleştiren ada üzerindeki bağımsızlıkçı unsurlar bu 1 Mayıs'a emperyalistlerden farklı renk taşıyarak bütün dünyaya mesaj vermeli. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'lı emek örgütlerinin, sendikacıların ve aydınların 'kısa sürede bir ortak projeyle' harekete geçerek tepkilerini yükseltmeleri gerekiyor. Adadaki memnuniyetsizliklerini AB'ye girerek gidereceklerini düşünen ada çoğunluğuna, aslında adanın emperyalizmin 'yasal' üssü haline getirilmekte olduğunu gösterecek teşhirler ve çalışmalar yapılması gerekiyor.
Yüzyıllar boyu, ada dışındaki belirleyicilerin konrolünde çatışmalara sürüklenen Kıbrıs'ın, "Bağımsız ve Demokratik Barış Adası" haline gelmesi için çaba harcanması gerekiyor. 1960 yıllarda AKEL'in (Kıbrıs Halkının İlerici Partisi) güçlenmesine karşı komplolar düzenleyenlerle, 90'lı yıllarda Kutlu Adalı'yı katleden güçlerin bugün BM şemsiyesi altında adaya 'uzun erimli yerleşme' çabalarının başarıya ulaşma aşamasında olduğunun bilincine varmak gerekiyor. Kıbrıs halklarının mücadele geçmişine bakıldığında, müzakereler sırasında ve sonrasında emperyalist işgale karşı müdahil olma iradesinin gösterilebileceği kolayca görülebiliyor.



 

 


 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92