Düzenin ta kendisi, büyük sermayenin
temsilcisi, pek sorumlu Financial Times, başlığı
"Vergi çılgınlığı" ve alt başlığı "ABD
yönetimi gururu pencereden dışarı fırlatıyor"
olan bir editoryal yazı yayınladığında, çok şaşırmanız
gerektiğini bilirsiniz. Editoryal şu kederli satırlarla
son buluyor: "Onlar [daha aşırı Cumhuriyetçiler]
için, çok taraflı uluslararası düzeni görmezlikten
gelmek yeterli değil, gelir yeniden dağımı hakkındaki
uzun vadeli görüşlerin de radikal biçimde gözden
geçirilmesi gerekiyor. Bu girişim karşısında,
rasyonal çoğunluğun yapabileceği çok da fazla
şey yok: emir demiri kesmiyor; iktisat teorisi
gözden yitmiş; karşıt kanıtlar yok sayılıyor.
Ama dünyanın ekonomik süper gücünün yavaş yavaş
belki de dünyanın en zayıf mali konumuna doğru
mahvolmasını seyretmek katlanılacak şey değil."
Bush ve hempaları Irak ve ABD Kongresindeki
zaferleri hakkında gevezeliği sürdürürken, ve
dünya solunun büyük bir kısmı bu başarılar hakkında
yıkılmış hoşnutsuzluk tonuyla yazmayı sürdürürken,
belki de -dünya çapında, Birleşik Devletlerde
ve kapitalist kesimler arasında- "merkez
sağ" olarak adlandırılabilecek olan güçler
arasındaki derin gerilimlere bakmalıyız.
Öncelikle gerilimin işaretleri.
Henry C.K.Liu, New York kökenli yatırım grubu
başkanı, Asia Times'da "ABD dolar hegemonyası
gitmek zorunda" başlıklı bir makale yazıyor.
Citigroup Private Bant yatırım araştırma müdürü,
ASEAN + 3 ülkenin (Güney doğu Asya, Japonya, Çin,
Güney Kore) "sınır borç enstrümanları"
olarak adlandırılan (ve borçların ABD doları değil
de kendi kurları üzerinde yapılandırılması anlamına
gelen) bir kavramı geliştirme sürecinde olduklarını
belirterek, bunu "ABD ekonomisinin tepesine
yerleşen dev bir çekiç" olarak adlandırıyor.
Bir Asya Döviz Birimi yaratılmasının Birleşik
Devletleri "büyük bir borç sorununa"
zorlayacağını ve aslında da ABD hazinesini, süreç
içinde, ABD doları değil, Asya kurları temelinde
tahvil basmaya yönlendireceği öngörüsünde bulunuyor.
Avrupa cephesinde ise, Christoph
Bertram, Alman Uluslararası Güvenlik İşleri Enstitüsü
müdürü, ki yakın zamanın güçlü Atlantikçilik savunucusuydu,
yine Financial Times'da, "Almanya Amerika'nın
vassalı olmayacak" başlıklı bir makale yayınlıyor.
Almanya'nın görüşündeki bu kayma için George Bush'u
tamamıyla sorumlu tutarken, Avrupa Birliği'nin
"üyelerini, tıpkı euronun parasal politikada
yapmış olduğu gibi, savunma alanında geri dönüşü
olmayan bir biçimde [bağlamak]" zorunda kalacağını
öngörüyor. Ve Birleşik Devletlerde, Boston Globe'da
yazan James Carroll, Amerika'daki iklim değişiminden
sözediyor, "kendi gerçek koşullarına iki
kez bakmaya cesaret edemeyecek kadar kibirli bir
ulus." Senatör Byrd'ın (ki kendisi son iki
yıla kadar asla radikal ya da hatta liberal demokrat
bile sayılamayacak birisiydi) son çıkışı şöyle
bitiyor: "Sözlerimi hatırlayın. Son zamanlarda
bu denli sıkça gördüğümüz bu aşağılama sadece
sadık muhalefeti sessiz tutacaktır. Çünkü nihai
olarak, her zaman olduğu gibi, gerçek açığa çıkacak.
Ve açığa çıktığında da, hile ile kurulan kağıttan
kule, yıkılacak."
Senatör Byrd konuşmasını 21 Mayıs'ta
yaptı. Sadece altı gün sonra, Bakan Rumsfeld,
Dış İlişkiler Konseyi'nde yaptığı konuşmada, artık
çok iyi bilinen tespitini yaparak, Irak'ta olduğu
varsayılan kitle imha silahları stokunun "asla
bulunamayabileceği"ni açıkladı. Rumsfeld
Iraklıların bunları belki de "çatışma öncesinde"
yoketmiş olabileceklerini söyledi. ABD ve BK tüm
davalarını bu silahların oluşturduğu tehlikenin
hızla ve tek taraflı eylemle ortadan kaldırılması
üzerine oturttukları için, bu önemli bir itiraf
sayılabilir, şüphesiz ki silahların hala bulunmamış
olmaları basit gerçeği tarafından zorlanmış olan
bir itiraf. ABD kamuoyu açısından bu itirafı hazmetmek
ve tepki göstermek zaman alabilir. Ama Tony Blair
belayla hemen karşı karşıya kaldı. Britanya sisteminde,
parlamentoyu "kandırmak" büyük bir günahtır
ve o da Rumsfeld'in açıklamasının bir sonucu olarak
hemen hedef tahtasına yerleştirildi. Şimdiye kadarki
tepkisi ise, biraz daha bekleyin oldu. Blair'in
bu silahları bulmaya Rumsfeld'den daha fazla ihtiyacı
var.
O halde sorun bütün bunların gerçekten
çılgınlık kı, yoksa ince bir siyaset mi olduğudur.
İnce ve planlanmış olduğuna inanıyorum, aynı zamanda
çılgınlık olduğuna da inanmakla birlikte. ABD
şahinlerinin ve müttefiklerinin nasıl düşündüklerini
anlamak için, iki yüzyıl öncesine gitmemiz gerek.
Fransız devrimi gerçekten de dünya kültürel sahnesini
sarsmıştı. Çünkü orada hükümetin toplumsal sisteme,
"egemen" olan "halk" adına
radikal değişiklikler dayatma hakkı olduğu ve
olması gerektiği fikrine kendisini adamış olan
bir grup iktidara gelmişti. Üstelik, bu iki fikir
- yani politik değişimin "normal" bir
fenomen olduğu ve "halkın" egemen olduğu
fikri- hızla dünya çapında yaygınlaştı ve aslında
o zamandan bu yana da ortadan kaybolmadı.
Bu rahatsızlık verici kavramlar
(ve ona bağlı eylemler) karşısında ani bir tepki
oluştu. "Gericiler-reaksiyonerler" terimini
buradan türetiyoruz. İngiltere'de Edmund Burke
ve Fransa'da Joseph de Maistre tüm doktrini temelden
sorgulayan ve "geleneksel" otoritelerin
sürmekte olan toplumsal ve ahlaki değerini savunan
kitaplar yazdılar. Jakobenler bir kaç yıl sonra
iktidardan indiler, ama Napoleon, Jakoben inancını
sürdürdü, çok çarpılmış bir biçim altında da olsa.
Sonunda, 1815'de, Karşı devrim kesinlikle kazandı.
Bu Avrupa'da ve dünyada düzeni restore etme dönemiydi.
Prens Matternich tüm düzensizlikleri kitlesel
baskıyla hizaya sokma politikasını güden Kutsal
İttifak'ı inşa etti.
Ama tüm düzen güçleri Matternich'i
onaylamıyordu. İngiltere'de, yavaşça ama etkinlikle,
Sir Robert Peel Muhafazakarları zamanlı ve sınırlı
tavizlere, yani 1832 Reform Anlaşmasına yönlendirdi.
Fransa'da da benzer girişimler oldu, özellikle
de X Charles'ı devirip, "vatandaş kral"
Louis-Philippe'i iktidara getiren 1830 Devrimi.
Belirleyici dönüm noktası "gericiler"
açısından anormal bir şok yaratan 1848 dünya devrimi
oldu. Şimdi yaşlı Metternich yeniden göreve çağrılıyordu.
Fransa'da, "işçilerin" haklarını savunan
"toplumsal" bir devrim gerçekleşti.
Ve orta, güney ve doğu Avrupa'da, "ulusların
baharı" yaşandı. Elbette, bildiğimiz gibi,
bütün bu devrimler kısa sürede yenildiler ve yenilenmiş
ve çok güçlü bir baskıyla karşılaştılar. Ama merkez
sağ güçler derslerini iyi öğrenmişlerdi. Peel'in
izinden gitmek ve daha kötüsünden kurtulmak için
"taviz" vermek gerektiğine karar vermişlerdi.
Bunu izleyen onyıllar tarihçilerin "aydınlanmış
muhafazakarlar" dedikleri şeyin Büyük Britanya'da
Disraili'nin, Fransa'da III Napoleon'un, Almanya'da
Bismarck'ın yükselişine tanık oldu.
O zamandan bu yana, muhafazakarlar
merkez liberallerin biraz daha kibirli bir versiyonu
haline dönüştüler. Aslında, muhafazakarlar, "radikal"
sol hareketlerin artan gücünü kesmek amacıyla,
devleti bir değişim yaratmak üzere kullanmaya,
merkez liberallerden genellikle daha yatkın oldular:
Disraili tarafından oy hakkının genişletilmesi,
III Napoleon tarafından sendikal hakların restorasyonu,
Bismarck tarafından başlatılan refah devleti.
Muhafazakar siyasal gruplar arasında bu tür politikalar,
hakim merkez liberalleri yeniden tahta çıkartan
ve kendilerini "gerçek" sağ olarak görenleri
de "aydınlanmış muhafazakarların" hantallığından
"özgürleştiren", 1968 dünya devrimine
kadar egemen oldu. "Gerçek" sağın yükselişi
Britanya Muhafazakar Partisi'nin Thatcher tarafından
kısmen ele geçirilmesi ve ABD Cumhuriyetci Partisi'nin
Reagan tarafından daha da kısmen ele geçirilmesinde
görülebilir. Mevcut Bush rejimi bu kısmi ele geçirmeyi
toplam bir ele geçirmeye dönüştürdü.
ABD şahinleri Metternich'in ve
onun dizginsiz gerici politikalarının geri dönüşüdür:
dünya sahnesindeki maço tek taraflıcılıkları,
ve Birleşik Devletler'deki refah devletini yıkmaya
yönelik gerçekten de ciddi girişimleri ile. Financial
Times'ın onlar için "emir demiri kesmiyor"
demesinin nedeni budur. Sir Robert Peel'in dünya
çapındaki ardıllarının bu denli üzgün olmasının
nedeni de budur. Çünkü tıpkı Metternich'in politikalarının
dünyanın muhafazakar güçleri için 1848'de gerçekleşen
türde bir felaket olması gibi, Peel'in ardılları
da Bush siyasetinin de aynısına, hatta daha da
kötüsüne neden olmasından korkmakta (ve bunu beklemektedirler.)Ve
felaket de ufukta belirmiştir.
Belki gelecekte bir gün,
sol ve sağ arasında bir Armageddon yaşanacaktır.
Ama yakın gelecekte merkez sağ güçler arasında
Matternich fraksiyonu ile Peel fraksiyonu arasındaki
bir kapışmayı bekleyin. Metternich fraksiyonu
ganimetin dünya sistemi olduğunu düşünüyor. Peel
fraksiyonu ise ganimetin kapitalist bir sistemin
varlığını sürdürmesi olduğunu.
|