Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Latin Amerika:
Seçimler ve Gelecek

Gabriel Sendic
Indymedya İstanbul 12/05/2003

Latin Amerika’da son bir yıl içerisinde gerçekleşen Arjantin, Paraguay, El Salvador, Ekvador, Brezilya ve Bolivya seçimlerinin sonuçları değerlendirildiğinde, dünyadaki neo- liberal uygulamalara ilişkin yeni politik gelişmeleri, neo- liberal politikalara karşı sınıfsal mücadelenin yaygınlaşacağına dair izlenimleri görmek mümkün.
Dünya politikası saflaşmasını savaş sebebiyle Irak üzerinden şekillenecek gibi görünse de Latin Amerika’daki seçim sonuçları değerlendirildiğinde, çok daha uzun erimli- ama savaşını ilk elden sonuçlarıyla öne çıkan argümanlarıyla birlikte- bir politik durumun emarelerini görülebilir..

PT’nin ve Brezilya’nın geleceği
Latin Amerika’daki seçimlere ilişkin değerlendirmelere “değişim” açısından bakıldığında Brezilya’da yaşanan sürecin öne çıktığı düşünülür. Lula da Silva’nın seçimleri kazanması ve ardından yaptığı beyanatlara bakıldığında son yirmi yıldır dünyada ve Kıta’daki neo-liberal politikaların sonunun geldiği, farklı türden bir yapılanmanın var olacağı tartışılmaya başlandı. Dünyada en çok borçlu ülkeler arasında sayılan Brezilya ve seçimi kazanan Partido Trabajo (PT) “moral” anlamı daha fazla öne çıkan bu seçim galibiyetinin ardından Uluslararası Para Fonu(IMF) ile ilişkilerle, yoksulluğun giderilmesi olarak özetlenebilecek sosyal politikaların arasında bir noktada kaldı. Seçimin hemen arkasından “neo-liberalizmin” sonu, “solun yeni lideri”söylemleriyle örtüşen durumun reel politikaların duvarına çarptığının düşünülmesi dahi Brezilya’yı sorunlu bir gelecek beklediğini tartışmaya zemin sağlamaktadır.
En keskin eleştirisini James Petras’ın yaptığı entellektüellere göre; Brezilya hem kabinede Joe Sernay gibi sağcı ve IMF ile yakın ilişkide bir parlementeri bulundurması, hem Davos’da Lula’nın yaptığı görüşmelerin ardından Parti politikaları hızla sağa kaymıştır. Petras bu sağa kayışı 1990’lı yılların sonunda parti içerisindeki hizipleşmeye, seçim çalışmaları sırasındaki ittifaklarına ve de doğal bağlaşıklarından (işçiler, topraksız köylüler, Favela’da yaşayanlar) kopmaya başlamasına bağlamaktadır.
Brezilya seçimi dünya ölçeğinde neo-liberal politikaların başarısının teyidi anlamına gelecekti. Şimdilik Lula ve PT farklı türden bir kalkınmacı modelle esnek bir politika yürütüyor. Bu esnek politika belki başlangıçtaki “moral” hava açısından dezavantajlı bir konumu beraberinde getirse de giderek, bürokratlaşan PT’nin işçi sınıfı ve şu an acil problemleri vesilesiyle MST (Topraksız Köylü Hareketi) ile olan rabıtasını kuvvetlendirmesi bu “moral” durumu sol açısından reel bir gerçekliğe dönüştürmesine imkan verebilir.
Brezilya seçiminin kıtasal anlamdaki anlamı (MERCOSUR-Güney Amerika ülkeleri Serbest Ticaret Anlaşması- üyesi ülkeler arasında ekonomisinin en kuvvetli olması sebebiyle) ABD merkezli neo-liberal politikalara alternatif bir oluşumun tartışılmaya başlaması olacaktı ama Arjantin seçimleri sonucunda IMF eksenli “yeniden yapılanmacı” politikacıların seçim galibiyeti bu tartışmayı rafa kaldırmış gibi gözüküyor.


Arjantin:Hepimiz Peronistiz
1980’li yıllarda “Dünya birinci ligi”ne çıkacağı öngörülürken finans kriziyle sorunlar yaşamaya başlayan Arjantin’de ise seçimi Peronistler kazandı. Her ne kadar 18 Mayıs’da seçilecek olan başkanın adı belli değilse de (Menem ya da Kirchner) varolan politikaların devam edeceği, ekonomi ve siyasetin rehabilite edilmesi doğrultusunda bir siyaset güdüleceği ortada.
Arjantin seçimlerinin anlamı ise özellikle 19-20 Aralık 2001’deki sokak gösterileriyle öne çıkan aşağıdan yukarı örgütlenmelerin seçim sonuçlarına yansımamasıydı. Daha doğrusu sol bir partinin seçimde başarılı olacağı beklenirken, (Patricia Walsh’ı ve Partido Obrero’nun aldığı 0.8’lik oyu bir kenara) solun kendi içerisindeki tartışmalar ve daha uzun erimli bir politik mücadeleyi öne çıkartması vesilesiyle Peronist bir iktidar ortaya çıktı. Raul Zibechi’nin dediği gibi “Sınıfsız kaynaşmış, herkesin Peronist olduğu” ülkenin seçimi sistemin yeniden yapılandırılması ama eski alışkanlıklarla şeklinde gerçekleşti.
Aslında bu seçim de neo-liberal politikaların uygulanabilirliğinin teyit edilmesi anlamına geliyordu, şimdilik bu uygulamanın devam edeceği görülse de, Arjantin’deki seçim sürecinin en büyük kazanımı Zanon ve Brukman fabrikalarında görüldüğü gibi İşçi Konseyleri’nin sol açısından güçlü bir alternatif olarak öne çıkmasıydı. (Arjantin’de bugün 150 kadar fabrikanın denetimi işçiler tarafından sağlanıyor)
Arjantin seçimleriyle aynı gün (27 Nisan) gerçekleşen ama dünya politikası açısından “popüler” olma vasfına sokulmayan Paraguay’da ise Nicanor Duarte’nin seçim kazanmasının tek bin anlamı vardı: Yoksulluğu gidermek için ekonominin güçlendirilmesi gerekir. Ekonominin güçlendirilmesi ise varolan iktisadi politikaların devam ettirilmesi şeklinde algılandı. Paraguay’da da tıpkı Arjantin’deki gibi sokakta gelişen muhalefet seçim sandığına yansımadı, dahası diktatör Strossner’den sonra “özgür” seçimlerde , muhalefetin gücünü göstereceği varsayılırken “ekonomik akıl” seçimlerde kendini gösterdi.


Gerillanın iktidarı
16 Mart’daki El- Salvador seçimlerinde ise uzun yıllar gerilla mücadelesi veren FMLN (Farabundo Marti Ulusal Ordusu) hem yerel hem de genel seçimlerde ülkenin geleneksel sağ ittifakı ARENA önünde seçimi kazandı. FMLN iktidarı bütün sağ ve liberal partiler açısından da sürpriz olmadı. FMLN seçim öncesi ABD’nni öngördüğü Orta Amerika Ülkeleri Ekonomi Anlaşması’nın dışında duracağını, IMF ile olan ilişkilerin kesileceğini ve bölge ülkeleri arasında yerel anlaşmalara güç verileceğini belirtti. Seçim El Salvador’da bu eksenli bir politikanın yürütüleceğinin işareti oldu. Fakat bu işareti tespit ettikten sonra bir noktayı gözden kaçırmamamız gerektiği ortaya çıktı:
Bölge ülkelerine baktığımızda şöyle bir tablo çıkıyor ortaya. Honduras, Irak saldırısı sürecinde ABD’ye aktif destek verdi, koalisyonun içerisinde yer aldı, Guatemala özellikle Kanada- Panama hattında elektrifikasyon çalışmasının getireceği ekonomik kazanımların kendi geleceği olduğuna vurgu yapıyor. Meksika, bir yandan ABD ile yakın ilişkide olmanın sancılarını yaşasa da köklü bir kopuş emaresi göstermiyor.Nikaragua’da Sandinist devrimin ardından kazanımları Latin Amerika’nın pek de alışık olmadığı “demokratik ilişkiler” içerisinde stabilize olmaya başladı.
El Salvador’da FMLN’nin politikalarına uygun zeminler bulma olasılığı güç gözüküyor, diğer yandan yeni bir iç savaş çıkacağına dair propagandalar da FMLN iktidarının geleceğini zorlaştıracak etkenler arasında sayılmalı.
Ekvador seçimlerinde ise, Chavez’i ve Castro’yu desteklediğini açıkça beyan eden Lucio Guttierez’in Paschutik Hareketi seçimleri kazandı. Guttierez seçim öncesi gerilla hareketinden Komünist partiye kadar geniş bir ittifakın adayıydı, daha da önemlisi tıpkı Bolivya’da olduğu gibi “Yerli”lerin yani neo-liberal politikalardan en çok zarar gören kesimin temsilcisi olarak gösterdi kendini. Ekvador, ülkenin yeniden yapılanması, yoksulluğun giderilmesi eksenli bir politikanın kavşağında duruyor. Fakat bu meseleleri halletmesi yönünde yapacakları hamlelerde en büyük sorunu ABD’nin özelikle Kolombiya üzerinden gerçekleştirmeye çalıştığı stratejide yaşayacaklar gibi görünüyor.


ABD stratejisi
ABD’nin Venezuella, Ekvador ve Küba’ya “Şer üçgeni” olarak baktığı biliniyor. ABD’nin Kolombiya Planı öncelikle Kolombiya’nın değil bölgenin militarize edilmesi ve neo-liberal politikanın alternatifsiz olduğunu göstermesi. Bu anlamda Venezuella ve Ekvador sınırında yaşanan provakasyonlar Ekvador’un da istikrarsızlaştırılmasını öngörüyor.
Emir Sader gibi PT’ye destek veren entelektüel gibi birçok kişiye göre Latin Amerika’da gerçek değişim Bolivya’da yaşanıyor. Evo Morales’in önderliğindeki MAS (Sosyalizme Doğru) hareketi iktidara gelemedi ama ciddi bir alternatif olduğunu hem parlamentoda hem de parlamento dışı mücadelenin temel ekseni olduğunu gösterdi. ABD’nin açık bir şekilde tehdit ettiği (Seçimlerin ilk turundan sonra ABD büyükelçisi yerli birisini başkan olarak görmekten hoşlanmayacaklarını açıkça beyan etmişti) Bolivya’nın Kıta’nın en yoksul ülkesi olması ve ekonomisinin birkaç ürüne (Coca üretimi de bunlar arasında) bağlı olması ülkenin yaşadığı en büyük handikap olarak öne çıkıyor.

Latin Amerika’daki seçimleri genel olarak değerlendirildiğinde şu saptamaları yapmak mümkün.
Brezilya’da PT’nin IMF ile ilişkileri bir yana sosyal politikaların ne kadarını icra edeceği hem Kıta dünya politikaları açısından önemli bir nokta olarak ortaya çıkıyor.
Ekvador, Bolivya ve Venezuella’da özellikle “yerli”lerin önderliğindeki muhalefet,ezelden beri güçlü bir damar olan ulusalcı (Patria Grande) hareketlerin yeniden ortaya çıkmasına neden oldu. Kıta’dak Anti-emperyalist mücadelenin eksenini bu “ulusalcı” kültürün çerçevesinde gelişeceğini söylemek mümkün.
ABD’nni Kübanın yalnızlaştırılması, Kolombiya’nın militarizasyonu ve Panama kanal bölgesinin alternatif ekonomik sistem olarak gösterilmesinden mütevellit startejileri, bölge ülkelerini tek tek politik tavırları kadar ortak politikalar geliştirmesine bağlı olacak. Bu anlamda Venezuella’daki askeri darbe sonrası Kıta ülkelerinin ortak tavır alması olumlu bir gelişmeydi.
Venezuella’da Chavez 2006 yılına kadar iktidarda kalacak. Bu süreçte şimdi uyguladığı politikaların başarısı da tıpkı Brezilya’da olduğu gibi Kıta ülkeleri için farklı türden bir kalkınmanın göstergesi olacak, dahası ABD’nin Otadoğu’da şimdilik halletmiş olduğu enerji nakil hatlarınıdaki hegomonya savaşının ikinci adresi Venezuella olacağı için, Chavez’in başarısı ABD’nin başarıszlığı ve hegemonyasının tartışılır hale gelmesine neden olacak.


 
 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92