27 Mart / Bağdat- Bu çok büyük
ve korkunç bir olay. Metal kapının üstünde kopmuş
bir el, yola yayılmış kan ve çamur bataklığı,
bir garajın içine sıçramış insan beyni, Iraklı
bir anne ve üç küçük çocuğunun kül ve iskelet
kalıntılarını, hâlâ yanmakta olan arabanın içinde
görmek…
Amerikan jetinden atılan
iki füze hepsini öldürdü -benim tahminlerime göre
20’den fazla Iraklı sivil, onları ‘kurtarmaya’
gelen ülke sayesinde paramparça oldular. Buna
‘tali hasar’ diyenler kimdir diye kendi kendime
soruyorum. Amerikan pilotunun, kuzey Bağdat yoğun
kum fırtınasından dolayı kırmızımsı sarımsı toz
ve yağmur pelerini altındayken yaklaştığı Ebu
Talib caddesi, yolda yürüyenler ve arabalarıyla
oradan geçmekte olanlarla doluydu.
Çoğunlukla şii Müslümanların yaşadığı, petrol
kokan otomobil tamirhaneleriyle, aşırı kalabalık
apartmanlar ve ucuz cafelerle dolu, çok yoksul
bir mahalle burası. Bay Bush ve Bay Blair, büyük
bir ümitle hâlâ bu insanların Başkan Saddam Hüseyin’e
karşı ayaklanmalarını istiyor. Konuştuğum herkes
uçağın sesini duymuş. Henüz yeni görmüş olduğu
kafası kopmuş cesetlerden dolayı şok içinde olan
bir kişi, sadece iki kelime söyleyebildi. “Gümbür,
patlama” diyip durdu ve sonra gözlerini o kadar
sımsıkı kapadı ki, göz kapaklarında küçük dalgalar
oluştu.
Bu katliamın gerçekleştiği yerde dün dolaşırken,
aklıma bir soru daha geldi. Eğer Bağdat’ta biz
bunları görüyorsak, Basra, Nasıriye ve Kerbela’da
acaba neler oluyordu? Oralarda kaç isimsiz sivil
ölüyordu; ıstıraplarına tanık olacak ve onları
kayda geçirecek gazeteciler olmadığı için isimsiz
olan siviller.
Ebu Hassan ve Melik Hammud, Ebu Talib caddesinin
kuzeyinde bulunan Nasser Restoran’daki müşterileri
için öğle yemeği hazırlıyorlardı. Onları öldüren
füze, batıya giden taşıt konvoyunun yanına düştü.
Patlamayla cafenin ön kısmı havaya uçtu ve biri
48, diğeri sadece 18 yaşında olan iki erkeği parçalara
böldü. Orada çalışanlardan biriyle enkazın içinde
dolaştık. “Onlardan arta kalan sadece bu” dedi
ve elinde tuttuğu, kenarından kanlar damlayan
tepsiyi bana gösterdi.
İnsan böyle felaket bir olayı nasıl haber yapar?
Belki tıbbi bir rapor hazırlamak daha uygun olurdu.
Ama nihai ölü sayısının 30’a kadar çıkması bekleniyor
ve Iraklılar bu korkunç şeylere hergün şahit oluyorlar,
öyleyse gerçeğin, sadece bütün gerçeğin söylenmemesi
için bir neden yok.
En az 15 araba, içindekilerle birlikte alevler
içinde kaldı. Bir kaç adam, füze nedeniyle sokağın
ortasına fırlamış ve ters dönmüş yanan arabanın
kapılarını umutsuzca açmaya çalışıyordu. Arabanın
içierisindeki kadının ve üç cocuğunun canlı canlı
yanmasını izlemek zorunda kaldılar. İkinci füze
yolun doğu bölümüne düştü, düşerken de, üzerindeki
bir mermer levhada “Bu mülk Allah’a aittir” yazan
betonarme bir binanın önünde dikilen üç adama
metal parçalar fırlatıyordu.
Binanın müdürü, Hişem Danun, büyük patlamayı duyar
duymaz kapıya koştu. Bana “Ta’ar’ı orda parçalanmış
olarak buldum” dedi. Kafası kopmuştu. “İşte bu
eli”. Bir grup genç adam ve kadın beni caddeye
çıkardılar ve orada, herhangi bir korku filminden
çıkmış bir sahneyle karşılaştım: Ta’ar’ın eli,
bileğinden kopmuş, dört parmağı ve baş parmağı
demir bir döşemeyi tutuyor. Genç meslektaşı Sermed,
aynı anda öldü. Beyni parçalanmış olarak birkaç
metre öteye dağılmış, yanmış bir arabanın altında
pembe ve gri bir kütle. Saldırıda ölen bir kapıcıyla
birlikte iki adam da Danun için çalışıyordu.
Kurtulan herkesin konuşmasıyla ölüler kimliklerine
kavuştular. Ta’ar’ı, Sermed’i ve kapıcıyı kesen
aynı füzenin öldürdüğü bir elektrik dükkanı sahibi
vardı, o da tezgahının ardında yatıyordu, ve genç
kız karşıdan karşıya geçmek için ayakta bekliyordu,
ve kamyon şoförü çarpışma noktasından sadece bir
metre uzaklıkta duruyordu, ve düzenli olarak ekmek
istemek için Bay Danun’u ziyaret eden dilenci,
herşeyi yok etmek için kum fırtınasının içinden
çıkan füzeler geldiğinde oradan ayrılmak üzereydi.
Katar’da Anglo-Amerikan güçleri -artık şu “koalisyon”
saçmalığını unutalım- soruşturma başlatıldığını
açıkladı. Böyle bir kan banyosunun propoganda
değerinden faydalanacak tek taraf olan Irak hükümeti,
doğal olarak katliamı kınadı ve 14 kişinin öldüğünü
açıkladı. Peki gerçek hedef neydi? Bazı Iraklılar,
caddeden 1 kilometre aşağıda askeri bir yerleşim
olduğunu söyleseler de ben şahsen bulamadım. Diğerleri
yakında bir itfaiye merkezi olduğunu söylediler,
ama itfaiye merkezine askeri hedef demek oldukça
zor.
Kesin olan, bir saatten kısa bir süre önce epey
yukarıda, kuzeyde bir askeri kampa bir füze saldırısı
olmuştu. İki roket patladığında üssün yanından
geçiyordum ve Iraklı askerlerin canlarını kurtarmak
için otobanın yanısıra giden refujlardan atlayarak
kaçtıklarını gördüm. Sonra iki patlama daha duydum;
bunlar Ebu Talib Caddesi’ni vuran füzelerdi.
Tabii ki, dün masumları öldüren pilot kurbanlarını
göremedi. Pilotlar, bilgisayarla belirlenen koordinatlara
ateş ediyorlar, ve kum fırtınası da caddeyi görmelerine
engel olmuştur. Ancak Melik Hammud’un arkadaşlarından
biri, Amerikalıların, özgürleştirmek istedikleri
bu insanları nasıl olup da mutlu mesut bir şekilde
öldürebildiklerini sorduğunda, havacılık bilimi
ya da silah ateşleme sistemleri hakkında bir şeyler
öğrenmek istemiyordu.
Ve niye istesin ki? Bunlar Bağdat’ta neredeyse
her gün oluyor. Üç gün önce, şehir merkezi yakınlarında
dokuz kişilik bir aile topluca yok edildi. Bağdat’ın
güneyindeki bir yolda bir otobüs dolusu sivilin
iki gün önce öldürüldüğü belirtiliyor. Iraklılar,
haftasonu Irak sınırında bir Amerikan uçağı tarafından
havaya uçurulan otobüsteki sivillerin isimlerini
ancak dün öğrenebildiler.
Gerçek şu ki, Bağdat’ta güvenli hiçbir yer yok,
ve Amerikalılarla İngilizler gelecek gün ve saatlerde
ablukalarını daralttıkça, bu basit mesaj daha
gerçek ve daha kanlı bir hal alacak.
Bu insanların neden ölmesi gerektiğini açıklarken
üzerimize ahlaki değerler zırhını geçirebiliriz.
11 Eylül yüzünden öldüler, diyebiliriz; Saddam’ın
“kitle imha silahları”nın kurbanı oldular diyebiliriz;
insan hakları ihlalleri yüzünden, hepisini özgürleştirmek
için duyduğumuz umutsuz arzularımız yüzünden öldüler
de diyebiliriz. Olayı petrolle karıştırmayalım
lütfen. Her halükarda, bahse girerim ölümlerden
aslen Saddam Hüseyin’in sorumlu olduğunu söyleyecekler.
Pilottan tabii ki söz etmemeliyiz.
|