Sen Yoksan Bir Eksiğiz
Yağmur Hasipli
|
Cezaevleri!...Katliam!...Hücre!...
Her nekadar siyah yazılmış olsa da aslında kırmızıdır
bu kelimeler. Bir uyarıdır, bir dikkat çekiş ve bir
alarmdır. Bu renk aynı zamanda öfkedir, kavgadır, hedefe
kilitlenmektir...
Aileler kırmızıyı yavaş yavaş algılamaya ve sinyali
alarak hedefe kilitlenmenin adımlarını atmaya başlamışlardır.
Aileler ve tutsak yakınlarının örgütlenme yolunda attıkları
her adım bu anlamda önemlidir.
Uzun süredir hücre tipi cezaevinin planlamasını yapan
ve dönem dönem bunu uygulama girişiminde bulunan devlet
her girişiminde devrimci tutsakların barikatlarına çarpmış
ve bu planın hayata geçirmeyi ertelemiştir. Ancak bu
erteleme süresince de boş durmayan devlet, planını hayata
geçirmek için gerek psikolojik gerekse fiziksel ve teknik
alanlarda bir takım programlar hazırlamıştır. Üçlü protokol,
af tasarısı, hücre tipi cezaevlerinin ihalesinin yapılması
ve bazı hücre tipi cezaevlerinin yapımının yakın bir
zamanda tamamlanacak olması fiziksel ve teknik alanlardaki
hazırlıklarından sadece bir kaç tanesidir.
1999 Eylül'ünde gerçekleştirilen Ulucanlar Katliamı
bu planı hayata geçirme planlarının bir ön yoklaması
ve taktik adımıydı. Bu katliamla "oda sistemi"
olarak tanımladığı uzun süreli yoketme planını hem kamuoyunda
meşrulaştırmak hem de devrimci tutsaklara hücre sitemine
nasıl geçileceğinin mesajı verilmek istenmiştir. Kısacası
devlet bu sisteme geçiş için kendi cephesinde programını
yapmakta ve bunu adım adım hayata geçirmeye çalışmaktadır.
Cephenin diğer tarafında ise devrimci tutsaklar vardır.
Başka mücadele alanlarına göre nisbeten yalıtık ve kendine
özgü koşulları olan cezaevleri cephesinde devrimci direniş
motoru hiç kuşkusuz devrimci tutsaklardır. Devletin
hücre tipi cezaevi sistemi için başlattığı saldırılara
devrimci tutsakların yaklaşımı ve tavrı her zaman nettir.
Fakat devrimci tutsakların saldırıları hızla püskürtebilmeleri
kazanımları uzun vadeli hale getirebilmeleri ve yürüttükleri
mücadelenin genel devrimci ve demokratik mücadelenin
asli bir öğesi haline gelip demokratik kamuoyunca sahiplenilmesi
için cezaevlerindeki mücadelelere paralel olarak dışarıda
da mücadele ve örgütlenmelerin yapılması bir zorunluluk
olarak çıkmaktadır karşımıza.
Dışarıda bu paralelliğin yakalanması üç halkadan oluşmaktadır:
Birincisi, devrimci tutsakların içinde yeraldıkları
politik yapılar; ikincisi, tutsakların doğal müttefiki
olan aileler ve aile örgütlenmeleri ile insan hakları
örgütlenmeleri; üçüncüsü ise en geniş anlamda diğer
DKÖ'lerdir.
Biz burada özel olarak ikinci halka, yani tutsak ailelerinin
örgütlenmesi üzerinde durmak istiyoruz. Bugüne kadar
cezaevlerinde gelişen direniş süreçlerinde sürecin birebir
olarak içinde bulunan tutsak yakınlarının verdikleri
destek, kamuoyunun duyarlı hale gelmesinde, devletin
saldırılarının sınırlanmasında tüm eksikliklerine zayıflıklarına
rağmen önemli bir rol oynamıştır. Ama öte yandan, aileler
ve tutsak yakınları cephesinde özellikle cezaevlerinde
yaşanan sorunlara duyarlı olmak ve bu sorunları sahiplenmek
noktasında da sürekli bir dağınıklık söz konusu olmuştur.
Bu dağınıklığın giderilmesi, bu cephede bir örgütlülüğün
yaşanması zorunluluğu özellikle Ulucanlar Katliamı'nın
öncesinde ve sonrasında gelişen süreçte çok daha fazla
hissedilmiştir. Bu ihtiyaç, aileleri ve tutsak yakınlarını,
ortak bir ses çıkarmak, hücre sistemi saldırılarına
karşı kamuoyu oluşturmak için aynı çatı altında biraraya
getirmiştir. Böyle bir örgütlülüğün gerçekleştirilmesi
beraberinde bu örgütlülüğün muhatapları tarafından sahiplenilmesi
sorununu da karşımıza çıkarmaktadır. Bu sorunun giderilmesi
elbette kısa bir sürede mümkün değildir. Uzun soluklu
ve kendi gerçekliğimizin bilincinde olarak yapılacak
çalışmalar ile başarılacağı kesindir. TUYAB çatısı altında
bir araya gelen aile ve tutsak yakınları önümüzdeki
sürece kendi iç örgütlülüğünü gerçekleştirme ve cezaevleri
özellikle de hücre sistemi uygulaması konusunda kamuoyunu
bilgilendirerek gelişecek her türlü saldırıyı boşa çıkarmak
için birtakım çalışmalar ve eylemler yapmaktadır. Aşağıda
bu çalışmalar içinde bulunan bir tutsak yakını ile yaptığımız
röportajı yayınlıyoruz.
Biz Susmadıkça Başaramazlar
Özgür Barikat- Neden bir aile örtgütülüğüne ihtiyaç
duyulmuştur ve amacı nedir?
T.Y- Hepimizin bildiği gibi önümüzdeki süreç
cezaevleri açısından sıcak anların yaşanacağı bir süreç
olacaktır. Hücre tipi cezaevi uygulaması tutsaklara
dayatılacaktır. İçerideki tutsakların böyle bir girişimde
alacağı tavır nettir. Bu anlamda da dışarıda da tutsaklara
sahip çıkacak, onların sesi olacak bizlerin birarada
olmaya, ortak bir ses çıkarıp var olan dağınıklığımızı
ortadan kaldırmaya ihtiyacımız var. Bunu başaramadığımız
zaman biliyoruz ki, düşlerini gerçekleştirmek için yaşamlarını
ortaya koyan çocuklarımız, eşlerimiz devletin fiziksel
olarak yok etme girişimlerinden kurtulamayacaklar. Devletin
bu konudaki gaddarlığını en son gerçekleştirdiği Ulucanlar
Katliamı'nda daha net gördük. Aslında bu ve daha önceki
katliamlarla devlet, kendi içimizde oluşturduğumuz dört
duvarda yaşamımıza devam etmemizi istemiş, bu dört duvarın
dışında başka bir yaşam arayışına girişmememiz için
bize de gözdağı vermek istemiştir. İşte biz de TUYAB
olarak devletin bu isteğine HAYIR! diyoruz.
TUYAB'ın amacına gelince. Kendi içimizdeki dağınıklığı
ortadan kaldırmak, İstanbul cezaevleri başta olmak üzere
tüm cezaevlerindeki devrimci tutsak ve adli tutukluların
aile ve yakınlarının bu örgütlülüğün içerisine katılmasını
sağlamak, özellikle hücre sistemi uygulaması noktasında
ailelerin/yazarların, aydın ve sanatçıların, işçi ve
memurların, kısacası tüm kamuoyunun bu konuda kafasını
açarak yalan/yanlış bilgilenmelerine engel olmak, gelişebilecek
tüm saldırılara karşı ani refleks geliştirip ortak ve
gür bir ses çıkarmayı başarmaktır. Hücre tipi uygulaması
yeni bir uygulama değildir. 80'lerde açılan Eskişehir
Tabutluğu bunun bir örneğidir. Ve bu tabutluk, içeride
tutsakların, dışarıda da ailelerin ve duyarlı kamuoyunun
mücadeleleriyle kapattırılmıştır. Amacımız güçlü bir
muhalefetle aynı şeyi bugün yapmak ve çocuklarımıza
sahip çıkmaktır..
Ö.B.- Yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?
T.Y.- Çalışmalarımızı iki yönlü olarak yürütmekteyiz.
Birinci yönü kendi iç örgütlülüğümüze yönelik çalışmalarımız,
ikincisi ise cezaevlerinde yaşanan sorunlar ve hücre
sistemi uygulaması konusunda bir kamuoyu oluşturmak
için yaptığımız çalışmalardır. Kendi iç örgütlülüğümüz
ile ilgili çalışmalarımızdan bahsedecek olursak, şöyle
başlanabilir: TUYAB bir aile örgütlülüğü temelinde oluşturulmuş
bir kurumdur. Bundan dolayı da TUYAB ile ilgili her
sorunu -yönetiminden tutun da yapılacak çalışmalar ve
eylemlerle ilgili kararların alınmasına kadar- ailelerin
sahiplenmesi gerekiyor. Biz bunu yapmaya çalışıyoruz.
Önümüzde uzun bir süreç var. Ve aileler, artık birilerine
ihtiyaç duymadan işlevlik kazanmak zorunda.
Cezaevleri sorunları ve hücre sistemi uygulaması noktasında
kamuoyu yaratmak için yaptığımız çalışmalara gelince,
sorunlar biraz karışık. Kamuoyu dediğimiz şey, kendi
yaşamı içerisinde koştururken yaşanılan sorunlardan
da devletin oluşturduğu sanal gündemler aracılığıyla
haberdar olan şekilsiz bir yığın halinde. Zaten devletin
hücre sistemi uygulamasını hayata geçirirken karşısına
çıkacak engelleri ortadan kaldırmanın yollarından birisi
olarak saptadığı yol, kamuoyunu yalan/yanlış bilgilerle
kendisine taraf yapmaktır. Bu konuda devletin tüm çabasını
boşa çıkarmanın bizce yöntemlerinden biri de ulaşabildiğimiz
tüm ama tüm aydın, sanatçı, gazeteci, sendika, meslek
odaları vb. kurum, kuruluş ve kişilere ulaşmayı başarmaktır.
Bütün kamuoyunu ve kitleleri duyarlı hale getirmek zorundayız.
Bu süreçte de hem ailelerin kendi aralarındaki dayanışmayı,
paylaşımı sağlamaya çalışıyoruz hem de en geniş kamuoyuna
hücre sistemini anlatmaya, bilgilendirmeye çalışıyoruz.
Ö.B.- Ailelerin hücre sistemine yaklaşımlarından
bahseder misin?
T.Y.- Aileler ilk başta hücre siteminin ne olduğunu,
zararlarını bilmiyorlardı. Devletin burjuva basınıyla
yaptığı "güzel gösterme'' işleminin etkisinde kalıp
"belki daha iyidir" diye düşünebiliyorlardı.
Ancak zamanla onlara hücrenin insan üzerinde bıraktığı
tahribatı, bunun insanlık dışı bir uygulama olduğunu,
tutsakları kişiliksizleştirme politikasına hizmet ettiğini
ve bu sorunun hepimizin sorunu olduğunu anlatıyoruz.
Bu sorunların ortadan kalkmasının yolunun bizim bir
araya gelerek tutsakları sahiplenmemiz olduğu üzerine
tartışmalar yapıyoruz.
Ö.B.- Bu çalışmalarda genel olarak nasıl sorunlarla
karşılaşıyorsunuz?
T.Y.- Bu çalışmalara farklı nedenlerden dolayı
sıcak bakmayan ve içinde yer almak istemeyen ailelerimiz
var. Bu da onlara ulaşmamızda sorun teşkil ediyor. Tabii
ki bu durum sürecin henüz can yakıcı bir ciddiyet noktasına
gelmemiş olmasından kaynaklanıyor. Ancak biz biliyoruz
ki en ufak bir olayda cezaevleri önlerinde geceli gündüzlü
bekleyenler de bu ailelerimizdir.
Son olarak diyebilirim ki biz en az tutsaklar kadar
kararlıyız. Ve bizi ezip geçmeden onları hücrelere koyamayacaklar.
Bu bir insanlık suçudur, işkencedir. Ve insanlık onuru
işkenceyi yenecektir.
|