Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
Sermayenin
Yeniden Üretiminde Esneklik
Mert YILDIRIM
|
20. yüzyılın son çeyreğinde tanık
olduğumuz başdöndürücü gelişmeler, yeni bir binyılın
eşiğindeyken artık daha fazla kavranılabilir, çözümlenebilir
hale geliyor. 1990'lı yılların sıcaklığı yerini
nisbeten oturmuş verilere bıraktıkça, toz duman
dağılıyor ve YDD adı altında inşa edilen vahşi kapitalizmin
en temel unsurları da belirginleşiyor.
Mevcudu anlamak ve gelecek için savaşmak... Bu ikisi
artık birbirinden ayrılmaz parçalar halinde iç içe
geçmiş durumda. İnsanlık ve devrim güçleri, bugün
zamanla ilgili hovardalık yapmak gibi bir lükse
sahip değildir. Çünkü, sistem, gelişmesinin (ve
çürümesinin) en üst boyutlara vardığı bugünkü koşullarda,
insanlığın geleceğini etkileyecek korkunç bir barbarlığın
içindedir. Yalnızca yoksulluk ve ekoloji bakımından
değil, genel olarak insanlığın manevi doğası bakımından
da dünya bir felakete doğru sürüklenmekte ve ilk
bakışta bir ajitasyon cümlesi gibi görünen "ya
sosyalizm ya barbarlık" ikilemi çok net biçimde
kendini ortaya koymaktadır.
Emperyalizm krizi aşamaz, üretir
Son on yılı karakterize eden emperyalist saldırı
dalgasının ağırlıklı olarak işçi sınıfının hak ve
kazanımlarına yönelmesi ise doğal sayılmalı. Çünkü,
bütün "tarihin sonu" gevezeliklerine rağmen,
sınıf hareketinin nasıl bir risk unsuru olduğunu
en iyi bilenler şüphesiz sistemin hakimleridir.
Emperyalist-kapitalist sistemin 70'lerde olgunlaşan
krizi aşmak veya -en azından- yumuşatmak için, özellikle
1980'lerden sonra "Reaganizm-Teacherizm"
ile simgelenen neo-liberal programı uygulamaya koyduğu
biliniyor. Bu program, "insan hakları"
ve "demokrasi" manipülasyonu eşliğinde
sınıf mücadelesinin sosyal, siyasal ve ekonomik
kazanımlarının gaspıyla karakterize olmuştur.
Söz konusu programın bütün dünya ölçeğinde uygulanması
çok yönlü bir sürece denk düşmüştür. Bu dönemde,
bağımlı/yeni-sömürge ülkeler uluslararası sermayenin
ihtiyaçlarına göre yeniden programlanmış, böylece
bir yandan ucuz işgücünden maksimum bir düzeyde
yararlanmak, bir yandan da az çok demode olmuş teknolojiyi
elden çıkarmak hedeflenmiştir.
Sistemin kendisini yeniden üretme ihtiyacı, teknolojik
yenilik ve buna bağlı olarak yeni iş tekniklerini,
modellerini gündeme getirmiştir. Son yıllarda bolca
dillendirilen "esnek-üretim" kavramı da
esasen bunun ifadesidir.
"Esnek üretim" "esnek uzmanlaşma",
başka bir ifadeyle post-fordist, post-taylorist
üretim modeli önceleri Japonya'da, 1970 krizinden
sonra ise başta emperyalist ülkeler olmak üzere,
dünya planında yaygınlaştı. Bütün ülkelerde aynı
biçim ve formda gelişmeyen, çok farklı uygulama
tarzları gösteren bu teknikler özel bir incelemeyi
hak edecek kadar önemlidir.
Esnek üretim-esnek uzmanlaşma, her şeyden önce NAFTA,
AB, vb. gibi ekonomik entegrasyon kurumları bakımından
önem arz ediyor. İşin bu yanı, Türkiye bakımından
çok önemlidir. Nitekim Gümrük Birliği ve AB süreciyle
birlikte Türkiye'de bu yönde yoğun hazırlıklar başlamış,
sayısız panel, toplantı ve konferanslarda birbirini
izlemiş ve esnek çalışmanın, kalite kontrol çemberlerinin
Japonya'da, ABD'de ve Avrupa'da nasıl uygulandığı,
üretimin nasıl verimli kılındığı, kalite kontrol
çemberleriyle işçilerin nasıl daha "aktifleştirildiği"
uzun uzun tartışılmıştır. Üretim sürecindeki edilgenliği,
duyumsuzluğu ve yabancılaşmayı nasıl ortadan kaldırdığı
da bu seminerlerin ana konusuydu.
Bu arada nitelikleri gereği sarı sendikalar ve neo-liberal
solcuların da adı geçen programa yedeklendiğine
tanık olundu. Üretim sürecindeki kalite kontrol
çemberleri ve "Endüstriyel Demokrasi"nin
yabancılaşmayı ortadan kaldırdığı, hatta bu üretim
modelinin sosyalizme geçişin olanaklarını sağladığı
bile ileri sürüldü. Oysa yalnızca hayatın içine
girmek ve Merter'deki tekstil atölyelerine bakmak
bile adı geçen modelin daha çok sömürü, işsizlik,
örgütsüzlük ve yabancılaşma anlamına geldiğini görebilmek
için yeterliydi.
Tabii ki her şey dengi dengine... Türkiye'deki teknolojik
düzey, gelişmiş kapitalist ülkeler ölçüsünde bir
uygulamaya olanak vermeyebilirdi belki ama fason
üretim, taşeronlaşma, işgücünün ve ücretlerin "esnekleştirilmesi"
ile zaten bu ülkede çoktandır uygulanan yöntemlerdi.
Manipülasyon ve uygulama
Esnek üretim-esnek uzmanlaşma, kalite kontrol çemberleri,
endüstriyel demokrasi vb. gibi kavramlarda ifadesini
bulan model ve iş örgütlenmesiyle amaçlananın sermayenin
yeniden üretimi olduğunu belirtmiştik. Ama şüphesiz
yansıtılan bu değildir, yoğun bir manipülasyon programıyla
gerçekler gizlenmektedir. Genel ideolojik saldırı
kampanyası artık bu alanı da içermekte, gerçekler
masalların arkasında gizlenmektedir.
Yoksullaşma, sömürü ve artan işsizlik, bu kampanya
içersinde "işçinin istediği zaman çalıştığı
istemediği zaman çalışmadığı, bir anda bir çok işte
çalışabildiği, üretim sürecinde söz sahibi (kalite
kontrol çemberleri ve Endüstriyel demokrasi dedikleri
ile) olduğu ve dolayısıyla yabancılaşmanın ortadan
kalktığı" bir "özgürlük"(!) ortamıymış
gibi anlatılıyor.
Holdinglerin yayınladıkları kitapçıklarda "kalite
çemberleri" şöyle anlatılıyor:
"Kalite kontrol çemberlerinin sizin için (işçiler
kastediliyor) muhtemel faydalan şunlardır:
1- Fikirlerinizi, karşılaştığınız işle ilgili sorunları,
bunlar için düşündüğünüz çözüm yollarını, yönetime
en iyi ve etkili biçimde çemberler vasıtasıyla aktarabilirsiniz.
2- Çember faaliyetlerine katılmanız ile birlikte
çeşitli problemleri teşhis, analiz, çözüm ve sunuş
tekniklerini içeren bir eğitim programı alacaksınız.
Böylece yetenekleriniz daha da gelişecek ve istikbale
daha iyi hazırlanacaksınız.
3- Kalite kontrol çemberleri ile haftada l
saat de olsa farklı bir ortamda farklı bir şekilde
çalışacaksınız. Böylece iş hayatınız tek düzelikten
kurtulup, size daha renkli ve canlı gelecektir.
4- Çevrenizdeki ortak sorunları arkadaşlarınızla
teşhis edip ortadan kaldırmaya çalışmakla, en yakın
çalışma arkadaşınızla olan iletişiminiz gelişecek,
birbirinizin sorunlarını, dolayısı ile birbirinizi
daha iyi anlayacaksınız. Böylece çalışma ortamınız
daha huzurlu ve mutlu sürecektir." (Aktaran
Petrol-İş Yıllığı, 89)
Görüldüğü gibi patronların amacı daha çok. kâr değil,
işçilerin "huzuru ve mutluluğu"dur! İşler
sarpa sardığında ve sendikalar biraz bastırdığında
ise "bütün bunlar için önce kalite kontrol
çemberlerini oluşturmamız lazım" yanıtı gündeme
gelmektedir. "Kalite kontrol çemberi"
dedikleri şey ise zaten sendikayı gereksizleştirme
operasyonunun bir parçasıdır.
Burjuvazinin kitle manipülasyonunda önemli bir yol
aldığı artık biliniyor. Medya vb. gibi ideolojik
araçların yetkin kullanımı, ama daha önemlisi de
devrimci inisiyatifin yokluğu, sınıf hareketinin
zayıflığı buna kolaylık sağlamaktadır.
İdeolojik manipülasyon siyasal zoru gündeme getirir,
siyasal zor da ideolojik manipülasyonun yolunu açarken,
her iki alan sonal olarak sermayenin yeniden üretimini
sağlamaktadır.
Peki gerçek nedir, "esnekleşme" denilen
ve yüzeysel bir bakışta sempatik görünen kavramlar
neyi ifade etmektedir? Özet biçiminde de olsa bunun
üzerinde durmak gerekiyor. Hem uluslararası sermayenin
dönem özelliklerini anlamak açısından, hem de sınıf
mücadelesindeki sonuçlan açısından bu önemlidir.
Biraz daha geriden alalım
Kitlesel üretim-kitlesel tüketim esprisine dayanan
Fordist-Taylorist üretim tekniği, 19. yüzyılın sonundan
başlayarak gelişmiş, II. Paylaşım Savaşı'ndan sonra
ise dünya ölçeğinde yaygınlık kazanmıştır.
Fordist üretim tekniğine, burjuva ideologların "II.
Sanayi Devrimi" diye adlandırdıkları bilimsel
teknik buluşlar olanak sağlıyordu.
Fordist model, 1970'lerin ortalarından itibaren
tıkanmaya başladığında ise burjuvazi yeni arayışlara
girdi ve esnek üretim modelini keşfetti. Fordizmin
kitlesel üretim-kitlesel tüketim esprisi, yerini
bu kez parçalı ama daha seri ve verimli bir modele
terk etti.
"Neo-liberalizm", "küreselleşme",
"YDD" vb. kavramlarda ifadesini bulan
yeni söylemin siyasal, ideolojik ve kültürel ayağı
postmodernizm iken, ekonomik ayağını da esnek üretim-esnek
uzmanlaşma, kalite kontrol çemberleri, ya da başka
bir ifadeyle "Toyotaizm" denilen üretim
organizasyonu oldu.
Sistemin mimarı Japonya'ydı. Daha sonra farklı biçimlerde
bütün dünyada uygulanmaya başlandı. Sermayenin yeniden
üretiminde yeni iş tekniği olan esnek üretim ve
bunun bir devamı olan kalite kontrol çemberleri,
işverenler tarafından işçi ve sendika arasındaki
ilişkiyi değiştiren bir işleyişte uygulanmış ve
bu yöndeki sonuçları çoktan ortaya çıkmış durumdadır.
Kalite kontrol çemberlerinde üçten onbeşe varan
sayıda katılımcı bulunmaktadır. Çember yürütme kurulu,
rehber (program koordinatörü), çember lideri ve
üyelerinden oluşmaktadır. Aynı işi yapan işçiler
çemberde yer almaktadır.
Çemberler işverenin gözetiminde onbeş günde bir
veya iki saat toplanmaktadır.
Böylece işleyen sistem, yeni teknolojik ve endüstriyel
gelişmelerin olanaklı kıldığı biçimlerle bir yandan
ileri derecede nitelikli (makinanın yaygınlaşması,
bilgisayar kullanımı ve bakımı için nitelikli kafa
ve kol emeğini zorunlu kılmıştır) vasıflı emeğe
gereksinim duymakta; öte yandan bizim "çeper"
dediğimiz çok nitelik gerektirmeyen ama yoğun emek
boyutu olan alanda da parçalı çalışma, part-time
çalışma ortaya çıkmaktadır.
"Yarı süreli çalışma", "yarı haftalık
çalışma", "esnek süreli çalışma",
"farklı saatlerde çalışma", "kendisi
için çalışma", "tele çalışma", "evde
çalışma" ve daha bir çok kategoride toplanan
istihdam biçimleri, esnek üretim-esnek uzmanlaşma
modelinin istihdam biçimleridir. Düşük ücret, iş
güvencesinden yoksunluk, sendikasızlaşma ve işsizlik
ise bu sistemin doğal sonuçlarıdır.
Esnek ücret, iş örgütlenmesinin bireysel performansa
bağlı olarak ele almanın ürünüdür. Öyle ki, bu sistem
içinde geneksel sendikacılığın fordist alışkanlıkla
tek tip, kaba eşitlikçi ücret politikası gütmeleri
onları zaman zaman vasıflı işgücüyle karşı karşıya
getirebilmekedir.
Ücretin kollektif pazarlığa ve üretimden gelen kollektif
gücün dayatmasına değil, bireysel performansa bağlı
olması, işverenin ve işletme yönetiminin toplu iş
sözleşmesini tümden tasfiye etmesi, bireysel kurtuluşu
kışkırtması anlamına gelmektedir.
İstihdam ve örgütlenme alanındaki bu hareketlilik,
işgücü bileşeninde de yaşanıyor. Esnek uzmanlaşma,
bilgisayar vb. teknik buluşlarla birlikte sayısı
artan kafa emekçileri yeni bir tablo ortaya çıkarıyor.
Dönemin başlıca argümanları
Elbette bütün bunlar salt teknik bir çerçevede değildir.
Kendini yeniden üretmek isteyen sermaye, yeni siyasal
vizyona gereksinim duyar.
Bir dönem devletin ekonomik yaşamdaki denetleyici/koruyucu
rolünü ısrarla savunan, bunu gelişmiş kapitalist
ülkelerde "sosyal devlet", "refah
devleti", bağımlı -yeni sömürgeler ülkelerde
"kalkınmacı- ulusal devlet" vizyonuyla
süsleyen emperyalist burjuvazi, bugün "daha
az devlet" argümanıyla hareket etmektedir.
Yani 1945-75 yılları arasında uluslararası burjuvaziyi
kurtaran model, bugün krizin nedeni olarak yansıtılmaktadır.
1929 kriziyle birlikte, ABD'de "Yeni Düzen",
Almanya, İtalya ve Japonya'da faşist diktatörlük,
diğer gelişmiş kapitalist ülkelerde Keynesçilik
gündeme geldi. II. Paylaşım Savaşı'ndan sonra ise
Keynesçilik, yeni biçimler kazandı ve artık sosyal
demokrasi ile özdeş hale geldi. Bu dönemde devletin
yönlendiriciliği, koruyuculuğu ekonomi dünyasıyla
sınırlı kalmadı; bununla birlikte siyasal özgürlüklerde
açılımlar ve sosyal alanda koruyuculuk gerçekleşti.
Bu, daha çok güçler dengesinin bir ürünüydü. Faşizmin
yenilgisi, Sovyetler şahsında sosyalizmin artan
prestiji, sömürge ve yarı sömürge ülke halklarının
ulusal-sosyal kurtuluş savaşları, Avrupa'daki sınıf
hareketleri ve bütün bunların yarattığı devrimci
basınç, her bakımdan uluslararası sermayeye geri
adım attırdı. "Sosyal devlet", "refah
devleti", modelini böyle okumak gerekiyor.
Daha sonrası biliniyor. 1970'lere gelindiğinde uluslararası
sermaye tıkanan sistem yeni soluklanma kanallarına
ihtiyaç duymaya başladı. "Liberalizm"
olarak adlandırılan programla başlayan süreç, siyasal,
ekonomik ve siyasal hakların gaspını içeriyordu.
İşte esnek üretim-esnek uzmanlaşma söz konusu dönem
programının bir devamı, bir parçasıdır. Esnek üretim
işçi sınıfını atomize ederken, sermayeye yeni soluklanma
kanallarını yaratmaktadır. Ortaya çıkan tablo budur.
Yani, esnek üretim ve standart olmayan çalışma biçimleri
dillendirildiği gibi insana sosyal aktivite kazandırmamakta,
aksine insanları toplumsallıktan kopararak yabancılaştırmaktadır.
Burjuvazinin en büyük hedefi ve özlemi budur. Artan
emekçi istihdamına karşın sendikalaşma her geçen
yıl düşmektedir. Bu sadece ülkemizde değil, dünya
ölçeğinde yaşanan bir durumdur.
Fransa'da 1990'da yayınlanan bir rapora göre sendikalı
işçi oranı yüzde 20 civandadır. Hollanda'da, II.
Paylaşım Savaşı'ndan bu yana yüzde 25'le en düşük
sendikalı oranına varılmış, bu oran İngiltere'de
yüzde 55'ten 45'e, İrlanda'da yüzde 55'ten 49'a,
İtalya'da yüzde 44'ten yüzde 36'ya inmiştir. (Aktaran
İktisat dergisi) Keza ülkemizdeki tablo daha vahim
boyuttadır.
Türkiye'de sendikalaşma oranı bir dönem, 1986'da
yüzde 21'e kadar yükselmiş ama daha sonra, özelleştirme
ve esnek üretime bağlı olarak hızla gerilemeye başlayan
sendikalı işçi oranı %9 ile %10'a kadar inmiştir.
Ayrıca dünyanın bir çok yerinde olduğu gibi Türkiye'de
de küçük işletmelerin her geçen yıl arttığını düşününce,
sendikalaşma oranı her geçen sene düşecek gibi gözüküyor.
Ortaya çıkan verilere göre, Türkiye'de, büyük sanayi
işletmelerinde son 5 yıl içersinde istihdam artışı
%9 olurken, küçük işletmelerde bu oran yaklaşık
%25 civarında olmuştur. Bu veriler istihdamın büyük
işletmelerden küçük işletmelere doğru kaydığını
gösteriyor. (Ama bu küçük işletmeler gene belli
merkezlerin yörüngesindedir. Yani kendi başına küçük
ve orta işletmeler söz konusu değildir.) Elbette
bu tamamen uluslararası sermayenin ihtiyaçlarına
göre, esnek üretim-esnek uzmanlaşmaya bağlı olarak
gerçekleşiyor.
Küçük işletmelerde sendikalaşma oranı sözü edilmeyecek
kadar düşük kalmaktadır. Birincisi, küçük işletmelerde
sendikalaşma vs. örgütlenmenin şartları zayıflamakta,
zemini parçalanmaktadır. İkincisi, istihdamın yeni
biçimi, işgücü bileşeninde değişimler beraberinde
yeni eğilimleri, siyasal, sosyal refleksleri ortaya
çıkarmıştır.
Bugün uluslararası burjuvazi, kendisini yeniden
üretmek için hem yeni pazarlar bulmaya hem de eldeki
pazarları derinleştirmeye çalışmaktadır. Eski SSCB
coğrafyasının ve Balkanların belli ülkeleri, Küba,
Vietnam, K. Kore vb. sosyalist ülkeler, Çin ve belli
ölçüde Hindistan dışında kalan tüm ülkeler şu veya
nitelikte emperyalizmin hiyerarşisi içindedir.
Uluslararası sermaye bir yandan Balkanlar, Kafkasya
ve Ortadoğu gibi kısmen bakir kalmış alanlarda varolan
engelleri kaldırarak kendi pazarı haline getirmeyi
çalışırken, bir yandan da eldeki pazarları derinleştirmeye
çalışmaktadır. "Kosova sorunu" bahanesiyle
Yugoslavya'ya yapılan NATO saldırısı, Çeçenistan
vb. gibi bölgesel savaşlar ifade ettiğimiz programın
birinci ayağıdır. İkinci ayağı ise bölgesel paktlar,
gümrük duvarlarının tamamen kaldırılması, özelleştirme,
esnek üretim-esnek uzmanlaşma vb.dir. Bu arada tüketim
mallarını çeşitlendirmek, buna bağlı olarak tüketim
alışkanlıklarını sürekli güdülemekte çok büyük önem
taşıyor.
İşte post-fordist yöntem denilen esnek üretim modeli
bu ihtiyaca yanıt oluyor.
İnsanın tüketimi-Tüketimin insanı
Yoğunlaştırılmış tüketim, esnekleşmiş teknoloji
ve esnek uzmanlaşmayı gerektirir. Çünkü yoğunlaştırılmış
tüketim öyle standartlaşmış, sınırlandırmış ürünlerin
üretimiyle değil, ancak sonsuz çeşitlilikte ürünlerin
üretimiyle mümkündür. Ve tabii bunun için birde
kitle manipülasyonu gereklidir. İşte medyanın gelişkinliğini,
yeterince kullanımı, artan reklam sektörü ve bir
bütün olarak ideolojik hegemonya bunun ortamını
oluşturuyor.
Biliniyor, kapitalist sistemde üretim, insanların
gereksinimi için değil, pazar içindir. Ancak post-fordizmle
birlikte bu, yani tüketim, her şey kâr için felsefesi
ayyuka çıkmıştır. Artık erdem, ölçü, etik kalmamış,
her şey kâr için, her şey tüketim içindir. Öyle
ki cinsellik, sevgi, aşk, çocuk, arkadaşlık, dostluk
vb. her şey ama her şey metalaştırılmıştır. Meta
haline getirilmemiş ise bir şey bırakılmamıştır.
Bugün ayakta duran, gelecek için moral değer olan
her şeye saldırılmaktadır.
"Sevgililer günü", "anneler günü",
"babalar günü", "çocuklar günü",
"öğretmenler günü", "hemşireler günü",
"barış günü", "doğum günü" vb
vb daha adını sayamadığımız nice özel günler...
Bunların hepsi istismar edilmekte, pazarın birer
parçası haline getirilmektedir.
Bu "anlamlı" ve "önemli" günlerde
mal satışları önemli derecede artıyor. Herkes birbirine
hediye alıyor. Medyanın yaptığı reklam bombardımanıyla
insanlar hediye almadığı veya alamadığı zaman huzursuz
oluyor.
İnsanlar çamaşırhane yerine çamaşır makinasını tercih
ediyor. Sinema ve tiyatro yerine TV ve video olmasını
tercih ediyor. Daha cazip gibi görünen bu durum
bir yandan sosyaliteyi zayıflatıyor, bir yandan
da tüketimi artırıyor.
Sürekli yeni tüketim kalıplarını dayatan kapitalizm,
sürekli tüketen ve obur bir insan tipi yaratmıştır.
Sonuç olarak 8 saat patron için çalışan emekçi,
geriye kalan 16 saati patron için tüketmektedir.
Bunun için esnek teknoloji ile her an ürünü çeşitlendirilecek
olan esnek uzmanlaşma ve esnek üretim burjuvazi
için çok büyük önem taşıyor.
Toparlayacak olursak;
a) Esnek üretim ve esnek uzmanlaşma sermayeye emek
piyasasında alabildiğince serbestlik tanımaktadır.
Bu durum işçiler-emekçiler bakımından işsizlik,
yarı işsizlik, dönemsel işçilik gibi durumları ortaya
çıkarıyor.
b) Kalite kontrol çemberleri yöntemleri ile işçinin
emek gücünden, kafa emeğinden sonuna kadar yararlanmak
isteniyor. Bu arada kalite kontrol çemberleri ve
endüstriyel demokrasi ile işçinin söz ve karar sahibi
kılındığı ve yabancılaşmayı azalttığı argümanları
ise tamamen demogojiden-manipülasyordan ibarettir.
Çünkü her şeyden önce örgütlülüğün zemini parçalanmaktadır.
c) Sermayenin yeniden üretimi için, yeni teknik
buluşların sağladığı esneklikle merkezi üretim birimleri
yerine, ucuz işgücü olanağı sağlayan, emek gücünü
atomize eden, sendikalaşmayı ortadan kaldıran ve
her an
başka kalemleri üretebilecek esnekliğe sahip küçük
ölçekli üretim birimleri, atölyeler tercih edilmektedir.
Burjuvazi, böylece hem artı-değeri artırmakta, hem
de pazarı daha canlı, daha dinamik kılmaktadır.
Ne yapmalı?
Esnek üretim modeliyle birlikte artan taşeronlaşma
ve emek gücünü atomize etme stratejisine karşı geniş
çapta koordineli örgütlenme önem kazanıyor. Nasıl
ki burjuvazi pilot bölge, organize sanayi bölgesi
ve serbest bölge stratejisi izliyorsa, emek güçlerinin
de bunu boşa çıkaracak bir strateji izlemesi gerekiyor.
Bölgesel ölçekli ve koordineli örgütlenmeye gidilmediğinde,
lokal örgütlenmelerin ve direnişlerin başarısız
kalması muhtemeldir. Ülkemizde bunun birçok somut
pratiği yaşandı.
Organize sanayi bölgelerinde ve küçük sanayi işletmelerin
olduğu yerlerde burjuvazi kooperatif, dernek vb.
isimler altında kendi aralarında örgütlenmeye gitmektedir.
Herhangi bir atölyede, işletmede gerçekleşen direniş
karşısında dayanışmaya gitmekte, direnişi bastırmak
için gerekirse işyeri kapatılmakta, zararlar kendi
aralarında karşılanmaktadır. Çünkü herhangi bir
işyerinde başlayan sendikalaşma veya direnişin bir
başka işletme için örnek olabileceğini bilmektedirler.
Sadece Türkiye'de değil; küçük işletmelerin kendi
aralarındaki dayanışması, dünya ölçeğindedir. Merkezi
Hindistan'da bulunan "Dünya küçük ve orta ölçekli
işletmeler derneği"nin dünya genelinde 107
ülkede örgütlenmesi bulunmaktadır.
Öte yandan, bütün dezavantajlara karşın, bu tür
küçük işletmelerin bulunduğu yerlerde, bölgelerde
işçiler arasında daha yakın bir ilişki zemini bulunmaktadır.
Eğer doğru örgütlenme tarzı yakalanırsa, maddi güç
yaratma olanağı vardır.
Şüphesiz, bu noktada sorun daha boyutludur. Sorun,
devrimci inisiyatifin bir bütün olarak ülke gündemine
müdahale edemiyor olmasında ve devrimci basıncın
yoksunluğunda yatmaktadır. Elbette o güne kadar
her şeyi ertelemek, kendiliğindenciliğe terk etmek
doğru değildir. Ki zaten kelimenin gerçek anlamıyla
" müdahale günleri" biraz da bugün mahallede,
gençlik çalışmasında, dernek ve sendika örgütlenmesinde
yapılanların üzerinde biçimlenecektir.
Bugünün sorunu, bir yandan savunduğumuz stratejiyi
örgütlemek, bir yandan da emperyalizmin-oligarşinin
dönem özelliklerini, egemenlik, sömürü ve hegemonya
metotlarını anlamak ve söz konusu alanın/alanların
özgünlüğünü bilerek müdahale etmek ve birikim sağlamaktır.
Yani söz konusu olan "öncelik ve sonralık"
değil, bir bütünlük içinde siyasal iklimin zorunlu
kıldığı eksen üzerinde hareket etmek sorunudur.
Burada, bugünden atılan adım yarının devrimci basıncının
köşe taşı olacaktır. Ki bu diyalektik ilişki politik
mücadele ekseninde, uzun süreli devrimci savaş ekseninde
süreklidir. Bu anlamda politik mücadele ekseninde
karşılıklı bir ilişki vardır, ama bu açık, kaba
ve direkt olmaktan çok, karmaşıktır.
Ve tabii burada ekonomik, demokratik kulvar ile
politik mücadeleyi birbirinin karşısına koymamak
gerektirdiği gibi, birbirine de karıştırmamak gerekiyor.
Sorunun karmaşıklığı plansızlığı, stratejisizliği,
programsızlığı ve temel-tali alan ilişkisini birbirine
karıştırmayı gerektirmez. Gerektirmemelidir.
Bu, Devrimci Kurtuluşçular için çok nettir. Politik
mücadeleyi uzun süreli savaş ekseninde örgütlemek
ve geliştirmek... Ama bunu çok yönlü cephelerde
sürdürmek... Ki zaten Politikleşmiş Askeri Savaş
Stratejisi bu kapsama sahiptir.
Bunu mutlaka başaracağız!
|
|
|
|
|
|
|
|