Türkiye
Devrim Tarihinde Saygın Bir Kimlik
Hikmet Kıvılcımlı
Defne Güneyli
|
Türkiye Devrim Tarihi'nin önemli kişiliklerinden biri
olan Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı, ölümünün 28. yılında
saygıyla selamlıyor ve anıyoruz.
Dünyanın yeni ve her zamankinden daha zorlu ilişki ve
çelişkilerle kavrulduğu, emperyalizmin özelliklerinin,
sınıf çelişkilerinin ve üretici güçler ilişkilerinin
değiştiği, ülkemizde de son derece önemli gelişmelerin
yaşandığı bir evreden geçiyoruz.
Aynı zamanda, sosyalistlerin, dünyada ve bölgede siyasal
soluğunun zayıflamış olması nedeniyle, sorunlar daha
da ağırlaşmaktadır.
Ortadoğu'da, emperyalizmin bölgeye yeni bir biçim verme
stratejisini Kürt halkı üzerinden oynamaya çalıştığı
, bütün gelişmelere rağmen Türk ve Kürt Solu'nun çeşitli
grup ve çizgilerinin, tarihten gereken dersleri alarak
geleceğe daha sağlıklı yürümekten henüz uzak olduğu
bu günlerde; THKP-C savunucuları olarak, Dr. Hikmet
Kıvılcımlı'yı, mücadele tarihimizin önemli bir değeri
olarak selamlamanın çok daha anlamlı olduğunu düşünüyoruz.
Ülkemizde yaşanan bütün gelişmelere ve bu gelişmelerin
ortaya koyduğu gerçeklere rağmen, en azından yakın tarihten
ders alma bilinci, ne yazık ki henüz oluşmamıştır.
Bazı grupların militanlarının, tarihi ve diğer çizgileri
neredeyse hiç bilmediğini, yine bazı örgütler tarafından
insanlara kendi dışındaki herşeyi yok sayma, yadsıma,
lanetleme mantığı verildiğini, bu bilinç körlüğünün
ileri kadrolara kadar uzandığını anımsatmak istiyoruz.
Sol yelpazede bir biçimde yerini alan bazı gruplar ise,
tüm diğerlerini kendilerine "düşman" olarak
lanse ederek, gerçekte kendi grup psikolojilerini yansıtmaktadırlar.
Devrim tarihimiz, artık gerçekten bir hayli uzun ve
zengin deneyimlerle, önemli verilerle doludur. Fakat
ne yazık ki, tarihi kendisiyle başlatmak, dünyayı kendi
yörüngesinde döndürmek ve kendinden menkul haliyle kendi
dışındaki herşeyi yadsımak alışkanlığı da neredeyse
gelenekselleşmiştir.
Açık faşizmin ilk evrelerinde, düşmanın yarattığı koşullarda,
diğer grup ve görüşlere karşı daha olumlu yaklaşımların
sergilendiğini izledik. Fakat, aradan biraz zaman geçer
geçmez, eski çevreler kendilerini görece biraz daha
iyi hisseder hissetmez, herşey eskisinden daha kötü
olmaya başladı.
Aslında reel sosyalizmin çökmesinden sonra birçok çevrenin
varlık koşulları, tümüyle ortadan kalkmıştı. Çünkü,
çeşitli reel sosyalist ülkelerin şablonlarıyla siyaset
sahnesinde yer alan sözkonusu grupların bu dayanağı,
artık yoktu. Ama onlar ilginç bir biçimde, yeni tezler
sunma gereksinimi dahi duymadan, siyaset yapmayı sürdürmektedirler.
Dolayısıyla, coğrafyamızda bağımsız düşünce tavrının
önemli kimliklerinden biri olan Kıvılcımlı'yı, bu yönüyle
de saygıyla anmak gerekiyor. Doktor'un, bütün bu nedenlerle
duyduğumuz acıları da, çok iyi anlayacağını biliyoruz!
THKP-C, dünyanın ve ülkemizin olumlu birikimlerini kendi
var olma nedenleri olarak algılamıştır. Ayrıca, ilkesel
olmayan konularda "farklı düşünmenin", farklı
düşünceyi iyi ve doğru algılayarak onların yanında bir
sosyalist kimliğiyle durabilmenin, onlarla bir sosyalist
kimliğiyle tartışabilmenin önemini savunmuştur.
Devrimciliğin, küfür edebiyatının tüm sözcükleriyle,
"karşı taraf" olarak algılanan diğer görüş
ve tezlere saldırmak olmadığını bilmiştir. Yapay, tanımlanması
zor, tezlerle ve stratejik konumlanışlarla ifade edilemeyen
farklılıkları, ideolojik mücadele adına öne çıkararak
kendine varlık koşulları yaratmaya çalışan çevrelerin
tarzını, daima yadsımıştır. Eleştiri zorunluluğu doğuyorsa,
teorik ve ideolojik literatürün öğretici-ilerletici
yaklaşımlarıyla ve gereken muhataplık koşullarında bir
gündem oluşturmak çabası içinde olmuştur.
Türkiyeli devrimcilerin bilinçleri, genellikle şırınga
edilen çarpık grup kültürlerinin etkisiyle, "bizim
yayınlar"ı okumakla sınırlıdır, (bu durum zaman
zaman 'sınırlılığın' ötesinde bir düzeye inmektedir)
ve kuşkusuz yaşamsal öneme haiz bir sakatlıktır.
Öte yandan, örneğin Troçki'nin en lanetli dönemlerinde
dahi, onu tanımaya çalışan, ayrılıkları ve reddetmeleri
sağlıklı temellere oturtma mücadelesi veren; saflaşmaları,
ideolojik çatışma süreçlerinden sonra gerçekleşen devrim
süreçleri olarak yaşayan Mahir Çayan tarzı, kültürümüzde
her zaman egemen kılınmaya çalışılmıştır.
Kıvılcımlı'nın direnişçi yaşam çizgisinde de bu özellikleri
görmek mümkündür.
Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 1902 yılında Priştine'de doğdu.
Ailesi, Balkan Savaşı'ndan sonra Anadolu'ya göç etti
ve Kuşadası'na yerleştiler. Lise öğrenimi sürecinde
İstanbul'a gelen Hikmet Kıvılcımlı, burada Vefa Lisesi'nde
okudu. Kıvılcımlı, İstanbul Tıp Fakültesi'ndeki öğrenim
yıllarında sosyalist mücadeleye katıldı.
1925 yılında gerçekleştirilen TKP 2. Kongresi'ne delege
olarak katıldı. Aynı yıl, Şeyh Sait İsyanı nedeniyle
çıkarılan "Takrir'i Sükun Yasası", ülke çapında
bir terör ve baskı dalgasının yükselmesine sebep oldu.
Bu arada Hikmet Kıvılcımlı da tutuklandı ve 10 yıl kürek
cezasına çarptırıldı. Fakat bir yıl sonra ilan edilen
bir aftan yararlanarak, tahliye oldu.
1929 yılında tekrar tutuklandı, bu kez 4,5 yıl hapis
cezasına çarptırıldı. Bu sürenin bitmesine çok az kala,
yine bir aftan yararlanarak özgürlüğüne kavuştu. Kendisi
bu süreçte, Türkiye Komünist Partisi MK üyesidir.
1938'de, Donanma Davası'ndan tekrar tutuklandı ve 15
yıla mahkum edildi. Bu kez, 12 yıl yattı. 12 Mart 1971
Açık Faşizmi Dönemi'nde arandığı için yurtdışına çıktı
ve çok kısa bir süre sonra, 11 Ekim 1971'de, Belgrad'da
öldü.
Yayınlanan ilk çalışmaları: "Genel Düşünceler,
Partide Konaklar ve Konuklar, İhtiyat Kuvvet: Milliyet
(Şark), Taktik Ana Halkası: Legaliteyi İstismar, Parti
ve Fraksiyon, Yakın Tarihten Birkaç Madde Strateji Planı"
başlıklarını taşıyordu.
Daha sonra, "Türkiye İşçi Sınıfının Sosyal Varlığı",
"Emperyalizm: Geberen Kapitalizm", "Marks-Engels
Hayatları" adlı kitapları yazdı. Yaşamının son
döneminde yayınlanan eserleri; "Tarih, Devlet,
Sosyalizm, Oportünizm Nedir? Halk Savaşının Planları,
Devrim Zortlaması" isimlerini taşıyordu.
Onun en önemli tezlerinden biri olan "İhtiyat Kuvvet:
Milliyet(Şark)", 1930'lu yıllarda cezaevinde kaleme
alınmıştır. Bu önemli tezden kısa bir bölümü hatırlayalım:
"Türkiye Komünist partisine iki görev düşüyor:
Bir, Mazlum Kürdistan halkı ile bağlanmak; İki, bir
Kürdistan Komünist Partisi'nin kuruluşunu kardeşçe hazırlamak...
Bu iki görev de hiç olmazsa bugün için teorik olmaktan
çok, pratiktir. Ata binmek, ata binmekle olur. Ve teori
ancak pratik ile atbaşı gidecektir. Bununla beraber,
bu iki nokta üstüne son iki kelime ile ufak bir işaret
yapmak yeter:
1-Taktik ve Strateji: Strateji bakımından Türkiye işçi
sınıfının Kürdistan'daki yedek müttefiklerine yukarıda
kısmen işaret etmiştik. Batı illerinde gelişen yerli
kapitalist sanayi, Doğu illerindeki doğal ekonomiyi
parçalarken, var olan küçük zanaatları da tahrip eder.
Buna karşılık, değil Kürdistan'da, bütün Türkiye'de
açılan yeni sanayi girişimleri, açıkta hazır kalan işgücünü
emecek kadar geniş değildir.
Zaten geniş bile olsa, Kürdistan halkının omuzları üzerine
çıkan yoksulluk o kadar ağırdır ki, uzak şehirlere göç
bile edecek halleri yoktu. Onun için genel olarak sömürgelerde
görülen süreç, buraları da kasar kavurur: Köylülüğe
doğru geri çekiliş, koyu kara cahillik... yoksul halk
tabakalarının toplu örgütü ve devamlı mücadele yeteneğini
baltalar. Bugün Kürdistan'da Türk işçileri ile onun
keşif koluna müttefik olacak sınıflar, genel olarak
mazlum Kürdistan köylülüğüdür.
Bu köylülüğün ortalama %25'i "ameliye" ve
hizmetçi ağalığa özgü bir çeşit tarım işçisi ve %50'den
fazlası da miriyvo varsayılsa, hiç olmazsa %75 köylülük
topraksızdır. Yani komünist partisinin tarımsal programını,
ölümü göze alarak tutacaktır. Kürdistan'daki şehir proleterler
sınıfı, %1.5 kadardır. Bunlar, şehir plepleri ile sanayi
işçisi arasında sayılacak işçilerdir, Kürdistan'ın küçük
aydınlarından hiç olmazsa nüfusun %1 kadarı, bir sömürge
kurtuluşu için gösterilecek yolu bekleme durumundadır.
Şehir küçük burjuvaları % 7.6'yı buluyor.
İşte partinin müttefik ve bağ arayacağı sınıf ve zümreler
bunlardır. Komünizmin Kürdistan faaliyetinde, keşif
kolu hiç kuşkusuz bugünkü Türk proleteryasının yardımı
ile, Kürt proletaryası (Kürdistan işçi sınıfı) olacaktır.
Kürt işçileri bütün bir mazlum ulus adına girişeceği
sömürge sosyal kurtuluş savaşında büsbütün dayanaksız
kalmamak ve devrimde proletarya egemenliğini korumak
için şu klasik bolşevik yöntemleriyle hareket edecektir:
a) Stratejice: Kürt proletaryası orta sınıfları, (yani
küçük burjuvazi artı Kürt aydınları) davasına bağlayarak,
başta ameliyelerin özel örgütü gelmek üzere tüm mirivoları
bu sayede de bütün Kürt köylülüğünü kendine çekecek
ve hep birden Kürdistan işçileri ile köylülerin demokratik
diktatörlüğüne götürecektir.
b)Taktikçe: Kürt proletaryası, Türk proletaryasının
kardeş yardımı ile ve keskin bolşevik sınıf mücadelesi
yöntemi ile harekete geçecek. Kürdistan'da başlayan
demokratik burjuva devrimine proleter damgasını vuracak,
sömürge kurtuluşunu sosyal kurtuluşa ve sosyalizme doğru,
asgari programdan başlayarak geliştirecektir.
2-Örgüt: Bu işleri yapacak Kürt proletaryasının bir
genel kurmayı oluşturulmalıdır: Kürdistan Komünist Partisi.
Fakat böyle bir örgütün kurulması için, deyim yerindeyse
ağabeylik görevi, Türkiye Komünist Partisi'ne düşer.
Türkiye Komünist Partisi, uzun siyasi deneyimlerini
Kürdistan'ın içinde yaşadığı koşullara uyarlayarak bu
görevi yapabilir. Partimize bu bakımdan düşen iki önemli
yetiştirici, hazırlayıcı rol vardır:a) İdeoloji rolü,
b) Örgüt rolü.
a) İdeoloji rolü: Savaş içinde yetişecek kardeş Kürt
partisine, Türkiye Komünist Partisi, Lenince Marksizmi
silah olarak vermelidir ki, bu silah Kürt proletaryasını
olduğu gibi, onun aracılığıyla Kürt orta sınıflarını
ve köylülüğünü ve hareketi; ağa artı burjuva artı küçük
burjuva ideolojisinin zararlı etkilerinden tamamıyla
korusun.
Kürt işçisini yabancı sınıfların ideolojik etkisi altında
bırakacak yerde, öteki sınıfları kendi ideoloji ve örgüt
egemenliğine candan inandırsın. Örneğin isyan, komünizmce
bir sanattır. Bu sanatın işçisi, bütün işçiliklerin
yaratıcısı ve nedeni olan işçi sınıfının biricik idealizmi,
komünizm, Leninci Marksizmdir.
Bolşevizmde isyanla oynanmaz. İsyan bir puçizm, üçbeşyüz
kişinin işi değildir. "Halkın geniş kitleleri içinden
bir tepki fışkırtan" (Lenin) ihtilaldir. Hiç kuşku
yok ki, Kürdistan halkı böyle bir ihtilalin sanatkarlarına
muhtaçtır. Bu sanatkarları yetiştirmek, bu sanatı en
yüksek ve en göz kamaştırıcı şekli ile gerçekten uygulamak
için şart, keşif kolunun örgütlerini; burjuvazi, ağa
ve küçük burjuva ideolojisinden kesin sınırlarla ayıracak
ve her türlü maceracı "devrimcilikler"e kapılmaktan
alıkoyacak olan Marksizmi, en büyük ihtilal bilimini
özümlemek, benimsemektir.
b) Örgüt Rolü: Kürdistan'da Merkez Komitesi'nden hücrelerine
kadar bütün unsurları ile tam bir bolşevik parti yaratmakta,
Türkiye işçi sınıfının keşif koluna önemli zorunluluklar
gelir dayanır. Herhangi siyasi akımlar içinde taktik
bakımından yönelişlerle aldanmamak, harekete kitlelerin
yanlış sürüklenişlerine meydan bırakmamak ve hatta kapılmamak
için, bağımsız Kürdistan Komünist Partisi'ne doğru gelişmek,
idealdir.
Böyle bir örgüt, partimizin gizli faaliyet deneyimlerinden
çok yararlanabilir. Bununla beraber partimiz özde kardeş
olmakla beraber önce ana örgüt, sonra ağabey örgüt olduğuna
göre, Kürdistan'ın yeni mahalli ve özel koşullarına
göre büsbütün özel savaş şekil ve sloganlarını bulmakta,
özellikle ilk zamanlarda bütün gücü ve olanakları ile
uğraşmalıdır.
Nereden başlamalı? Bugünkü Kürdistan'da herhangi bir
komünist düşünüşü ve örgütü yaratabilmek için mahallin
özelliklerine bakınca iki noktadan işe girişmek zorululuğu
vardır:1) Kadro yetiştirmek, 2) Partizanlar hareketi.
Bunlardan birincisi, partimizin emekleme devrinde iyi
işlenmiş ve bugün belirli yönlerde yetecek kadar meyvelerini
ve derslerini vermiş deneyimler hazinesinden bol bol
beslenebilir. İkincisi, özellikle Kürdistan'ın özel
durumlarıyla sıkı sıkıya bağlıdır. Bu olan deneyimler
hazinesini partimizin tarihçesinde bol bol bulmanın
olanağı yoktur. Fakat partimiz biricik dünya partimizdir.
Komüntern'in uluslararsı deneyimleri o kadar zengindir
ki, yeni savaş ideoloji ve örgütü hazine değil, deryalar
kadar geniş ve bereketli bir kaynak olabilir.
Bu iki ana halka için, birçok sıçramalar, suni köprüler
veya mancınıklar yapılabilir. Zemin, geçen açıklamalarımızdan
da az çok anlaşılabileceği gibi, uygundur. Bununla beraber
biz yine Lenin ustamızın "tabi muvasalasını (birebir
konuşmak, ulaşmak) son bir defa daha hatırlamış olalım.
Köylülük için genellikle koyduğumuz tabi muvasala yolları,
aynen Kürdistan köylülüğünün özelliğinde de ihmal edilmedikçe,
muhakkak ürünlerini verecek ve hedefe erişecektirler.
Bu "tabi muvasala" yolları sırasında, örneğin
daha ilk düşünüşte akla gelenler şunlardır: Kürt aydınlarının
halka yakın zümrelerini, çeşitli kuruluş ve noktalarda
aydınlatmak ve yetiştirmek, onlardaki yüz yıllık ürkekliği
devrimci çelikleme yöntemiyle silmek, büyük şehirlerde
Kürdistan halkından sık sık rastlanılan Kürt proleter,
müstahdem ve hatta küçük burjuvaları içinde tutkuncu
ve specifiquement çalışmak.
Türkiye'nin batı illerinde bile bazı şehirlerde, Kürdistan
halkından toplanmış olanların bir erdemi vardır: Bu
toplananlar eğer halktan kimseler ise, genellikle pederşahi
fizikolojisinin, bu zümreye karşı şehirlerde beslenen
hislerle de kışkırtılması yüzünden, hepsi de bir tür
komüniter topluluk halinde kollektif yaşarlar. Özel
Kürt mahalleleri, Kürt sokakları vardır. Çoğunluğu proleter
ailelerden oluşan bu semtler, denilebilir ki Türkiye
Komünist Partisi'nin (specifique) işi için, Türk ve
Kürt proletaryalarının sıkı el birliği için Türkiye
ve Kürdistan halk kütlelerinin ortak hareketi için,
başlangıçta işlenecek bitmez tükenmez birer maden damarı
değil midirler?.."
Gerek yaşamı ve kişiliği, gerekse son derece üretken,
yoğun düşünsel üretimi ile, 22 yılı zindanlarda geçen
ve tamamı mücadeleye adanan bu devrim insanını sahiplenmek,
saygıyla anmak, Türkiyeli ve Kürdistanlı bütün devrimcilerin
görevidir. Dr.Hikmet Kıvılcımlı'nın görüşleri o yılların
Türkiye'sinde, belki de henüz bir esinti halinde olan
devrimci mücadelenin seviyesi göz önüne alınarak eleştirilmelidir.
Kıvılcımlı, diğer özelliklerinin yanısıra, dönemin cılız
örgütlenme bilincine karşı mücadelesi, iç direnişi,
yaşanan ihanetlere karşı güçlü yanıtları ile de ülkemiz
devrim tarihinin değerli tavırlarının insanıdır, bu
yönleriyle de anılmalıdır.
SSCB'ye 'tam bağlılık"la sosyalist olmanın özdeşleştirildiği
1950'li yıllarda Kıvılcımlı'nın bu tarzın dışına çıkmış
olması ve ülkesine dönük bir devrim modeli arayışı içinde
olması, ülkesinin tarihsel, ekonomik, sosyal özelliklerini
araştırmaya, çözümlemeler yapmaya yönelmiş olması, son
derece önemlidir.
Coğrafyamızın Osmanlı ve hatta daha önceki tarihsel
süreçlerden gelen mirasını taşıyan farklıklarını anlamaya,
bu farklılıkların güncelin biçimlenişindeki rolünü çözümlemeye
dönük çabaları, geleneğimizin tarih ve yöntem anlayışı
açısından da değerlidir.
Yaşamının son yıllarında, ilk kez SSCB'ye gitmek ister.
Bu yıllarda, aynı zamanda kanserle boğuşmaktadır.
Fakat, "partiden atıldığını" öğrenir. Daima
SSCB'nin gölgesinde yaşayan, tam olarak Sovyet yönetimin
kimliksiz memurları haline gelen, ülkelerindeki mücadeleye
ciddi bir katkıları olamayan, düşmanla karşılaştıklarında
aynı kişiliksizliği sergileyen ve utanç verici davranışlar
içine giren TKP yöneticileri, Kıvılcımlı'yı "partiden
atmıştır." Doktor, son kez, TKP ile şu sözlerle
hesaplaşır:
"Değer ölçüleri böylesine mi umutsuzluk verici
tersine döndü?
Gözümü politik savaşa açtığım günden beri en büyük değer:
Bir militanın işçi sınıfı uğruna savaşırken düştüğü
polisten her işkenceye rağmen, "temiz" çıkması,
"sağlam" çıkmasıydı.
Türkiye militanlarında herkesin en "temiz ve sağlam"
karakter saydığı teröre direnç yeteneği, neredeyse külah
kapmak ve kariyerizm rezaletinden daha elverişsiz duruma
sokulmuştur.
Sen istediğince Lenin partisinde kariyerizm, partiden
atılmak için birinci dereceden nedendir kanısıyla savaş.
Kariyerizmden başka hiçbirşey için partiye sırnaşmadıkları
besbelli olan sürüyle avantürye ve beyinsiz küçük burjuva
için, polise teslim olup, provakasyon yapmak, "liderliğin
şanından" bir meziyet haline getirilmiştir.
O yüzden, yan yatan da bir, çamura batan da bir sayılmıştır.
Gitgide, kuşaklar birbirine bakıp kararmıştır."
(Kıvılcımlı, "Kim Suçlamış?")
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın 28. ölüm yıldönümünde:
Toprağımızın değerlerine sahip çıkmak,
Toprağımızın ihanetçilerini gerektiği şekilde tarihin
çöplüğüne atabilmek için;
Daha aydınlık, daha gelişkin bir sosyalizm anlayışı
ile savaşalım...
Ufkumuz; sosyalizm için ilkeli, sosyalistçe savaş;
Ufkumuz; temiz ve berrak bir savaş rotası ise:
Burada kenetleneceğiz, burada sahipleneceğiz, burada
reddedeceğiz.
Burada savaşacağız!
Ve kurtuluşu burada gerçekleştireceğiz!..
Dr. Hikmet Kıvılcımlı'yı, onurlu yaşamını ve mücadelesini
saygıyla anıyoruz.
Tarihimizin değerlerine sahip çıkabilmek, geleceği örebilmenin
en önemli ön koşullarından biridir.
Rahat Uyu Doktor, Türkiye Devrimci Hareketi, belki çok
daha zorlu koşullardan geçecek ama; çok daha nitelikli
süreçler üzerinde yükselecektir.
Seni saygıyla selamlıyoruz!..
Saygıyla anıyoruz.
|