Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

F. Kızılırmak

Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde tam bir faşist barbarlık örneği olan planlı bir katliam yaşadık. 10 devrimci katledildi. Onlarcası yaralandı. Faşizmin katil sürüleri ellerinde tüfekler, kasaturalar, bıçaklar, gaz bombaları, çivili sopalar, neşterler ve akla gelebilecek her türden araçla, silahla azgın bir saldırı gerçekleştirdiler. Kuduz barbarlar tümüyle dizginlerinden boşaltılmıştı, ipleri tümüyle bırakılmıştı. Her vahşet yöntemi denendi. Gaz ve köpükle boğma, hedef gözetmeden ateş ederek katletme, boğaz kesme, bıçaklama, sopalar, baltalar, dipçiklerle öldüresiye dövme, işkenceli sorgu ve kurşuna dizme... Hedef tekti; direnen devrimci tutsakların iradesini teslim almak.
Çok açık; düşman bu hedefine ulaşamamıştır. Devrimci direniş iradesi dimdik ayakta kalmıştır. Evet, bir yanda düşmanın fiziki üstünlük sağlaması, devrimci tutsakların katledilmesi, sakatlanması, işkenceler vb vardır. Evet, barbarlıkta, vahşette kazanmışlardır, zaten bu alanda rakipsizdirler. Faşizm tüm fiziki üstünlüğüne karşın, tüm vahşetine karşın devrimci tutsakların saldırıya karşı ördüğü asıl barikat olan devrimci direniş iradesini aşamamıştır. İsmet Kavaklıoğlu, Nevzat Çiftçi, Aziz Dönmez, Önder Gençaslan, Ahmet Savran, Ümit Altıntaş, Abuzer Çat, Mahir Emsalsiz, Halil Türker, Zafer Kırbıyık'tı bu kez canlarıyla direniş barikatı olup bayraklaşanlar.
Saldırı planlıydı. Birincisi, katliam nasıl, ne zaman ve hangi biçimde ve de hangi birimlerce gerçekleştirileceği vb. noktaların en detaylı biçimde önceden belirlenmiş olması anlamında planlıydı. İkincisi, katliam cezaevlerindeki devrimci tutsaklara ve bir bütün olarak toplumsal muhalefete yönelik kapsamlı bir saldırı dalgası planının bir parçası ve adeta startı olması anlamında planlıydı.
Katliam öncesinde devrimci tutsaklar ile idareyi karşı karşıya getiren sorunların niteliği, cezaevi idaresinin takındığı uzlaşmaz tavır ve katliamın gerçekleştiriliş ve kamuoyuna yansıtılış biçimi, katliam planının birbirini tamamlayan halkalarını oluşturmaktadır.
Ankara Ulucanlar Cezaevi'nde devrimci tutsaklar, 2 Eylül günü adli tutukluların kaldığı 7. koğuşu işgal ediyor. Bu tarihten önce tutsaklar koğuşlarda normal sayıyı kat kat aşan kimi zaman 120 kişiyi bulan sayılarla kalmaktadırlar. İdareden defalarca yeni bir koğuş verilmesi talep edilmiş olmasına karşın bu talepler sürekli reddedilmiştir. Tamamen meşru ve haklı bir sosyal-ekonomik talebi karşılamaya dönük olan eylem karşısında idarenin tavrı cezalandırma ve ambargo olmuştur. Tutsakların ziyaret, erzak alımı, gazete, mahkemeye gidiş vb hakları gaspedildi. Bu andan itibaren içeride tutsaklara, dışarıda onları destekleyen ailelere ve demokratik kitle örgütlerine dönük sistemli saldırı politikası izlendi. Tutsak yakınları ve DKÖ'ler, 13-17 Eylül ile 21-25 Eylül tarihleri arasında basın açıklamaları yaptılar. Adalet Bakanlığı nezdinde girişimlerde bulundular. Basını, sendikaları ve diğer kitle örgütlerini ziyaret ederek seslerini duyurmaya çalıştılar. Bu eylemliliklerde oligarşinin kolluk kuvvetlerinin saldırılarına uğradılar. Çok kolay biçimde çözümlenebilecek koğuş sorunu, saldırıları tırmandırmanın aracına dönüştürüldü.
26 Eylül katliam günü olarak seçilmişti. Katliamcılar yaptıkları plan gereği, çocuklarına karşı girişilecek olası bir saldırıya karşı tetikte bekleyen, cezaevi önünde eylemde olan ailelere saldırdı. 49 kişi gözaltına alındı. Sabaha karşı saat 03:00'te binlerce polis, jandarma, MİT, özel tim elemanı ve bir görevlinin deyişiyle "hangi kuruma bağlı olduğu bilinmeyen çok gizli ve özel bir tim" cezaevine saldırı başlattı.
Saldırıya çok yoğun bir gaz bombası ve tüfek-tabanca atışı ile başlıyorlar. Gaz bombası saldırısı öylesine yoğun ki, yüzlerce metre ötedeki mahallede oturanlar dahi gazdan ciddi biçimde etkileniyor. Hatta saldırıdan 10 gün sonra cezaevine giden gazeteciler, aradan geçen onca süreye karşın gaz bombalarının etkisinin hala hissedildiğini belirtiyorlardı. Yoğun gaz bombası ve silah atışlarına, koğuşların içine itfaiye araçlarından köpük sıkılması eşlik ediyor. Bir süre sonra köpükler içeride insan boyuna ulaşıyor. Gaz bombası ve köpüklerin etkisiyle boğulacak duruma gelen ve birkaçı silah atışı sonucu yaralanan tutsaklar, kolkola girerek havalandırmaya çıkıyorlar. Ve katil sürüleri havalandırmada tümüyle savunma durumunda olan tutsaklara bıçak, şiş, çivili sopa ve silahlarla saldırıyorlar. Slogan atan tutsakların kimi bıçaklanıyor, kimisinin ağzı ya da boğazı kesiliyor, kemikleri kırılıyor, neşterlerle vücutları kesiliyor. Temsilciler hamama götürülerek sorgulanıyor. Direnen tutsaklar vücutları kesilerek, önce kollarına, bacaklarına, ardından kafalarına kurşun sıkılarak katlediliyor.
Bütün bunlar bir korku filminin kareleri ya da Nazi alçaklarının marifetleri değil. Bu vahşet 1999'un Türkiye'sinde hem de daha iki hafta önce Yargıtay Başkanı'nın ve diğer devlet zevatının gürültülü demokrasi tartışmaları yaptıkları başkentte, başında hem hukuk profesörü hem de demokratik sol olan bir zatın bulunduğu Adalet Bakanlığınca gerçekleştiriliyor. Katliam bu yanıyla, Türkiye faşizminin karakteri ve nitelikleri konusunda adeta ders veriyor.
Faşist saldırganlık katliamla da sona ermedi. Her zamanki gibi katliamı meşrulaştırmaya dönük bir yalan kampanyası devreye sokuldu. Tutsaklar tarafından tünel kazıldığı ve tünel araması için koğuşlara girilmesine tutsaklar tarafından izin verilmediği yalanı ısrarla ortaya sürüldü. Bu yalanların propagandasını daha güçlü biçimde yapabilmek için cezaevine götürülen gazeteci ve TV kameramanlarına, girişi koğuş içinde, çıkışı havalandırmada olan (!) yaklaşık on metrelik bir tünel gösterildi. Üstelik hem giriş hem de çıkış noktası doğrudan gardiyan ve askerlerin görüş alanı içinde olan, onlar görmeden yapılması imkansız olan bir tünel (!) .. Katil sürüsünün hazırladığı mizansen kendilerini yalanlıyordu.
Katliam ve kara propaganda, saldırının iki temel parçasını oluşturuyor. Ancak sadece bunlarla sınırlı değil. Katliamın hemen ardından çoğu yaralı, bir kısmı ise ağır yaralı olan tutsaklar gerekli tedavileri yapılmadan sürgün sevklerle dağıtıldı. Böylece saldırının direniş odağının tümden dağıtılmasına dönük boyutu tamamlanmış oluyordu. Saldırı cezaevi dışında olanca hızıyla sürdü. Katliamı protesto amaçlı tüm girişimler ve eylemler saldırıyla karşılaştı. Yüzlerce devrimci demokrat insan ve tutsak yakınları dövülerek gözaltına alındı. Şehit düşen tutsakların avukatlarının otopsilere girişleri engellendi. Faşist barbarlar, otopsi raporlarını diledikleri biçimde düzenlemesini sağlamak için tutsak avukatlarının meşru haklarını açıkça çiğneyerek otopsiye almadılar. Şehit düşen tutsakların cenaze törenlerinin yapılması da engellendi. İzmir'de Nevzat Çiftçi'nin cenaze törenine katılmak isteyen kitleye vahşice saldırdı. Çok sayıda insan gözaltına alındı. Cenazeler polis tarafından kaçırılarak toprağa verildi.
Bütün bu gelişmeler katliam öncesi, katliam sırası ve sonrasındaki bütün saldırıların önceden tasarlandığını -bütünlüklü ve sistematik bir saldırı- katliam planının uygulandığını gösteriyor.
Bu noktada saldırının arka planına dönmek gerekiyor. Düşmanın saldırılarının temel hedefi her dönem aynı kalmıştır; devrimci tutsakların iç örgütlülüklerini parçalamak ve devrimci direniş iradesini kırarak teslim almak.
1990'larda Oligarşi bu hedefe üç ayaklı bir politika üzerinden ulaşmayı esas aldı. Bu politikanın bir ayağını, devrimci tutsaklara fiziki şiddet uygulayarak ezmek oluşturuyor. Bir diğer ayağını, hücre tipi cezaevi ve tutsakların çeşitli kategorilere (yönetici/eylemci, üye, yardım-yatakçı, vb) ayrılması veya başka biçimlerde parçalanmasında somutlaşan faşist rehabilitasyona dayalı bir cezaevi yaşamı yaratmak oluşturuyor. Üçüncü boyutu ise ilk iki politika başarıya ulaşmadığında ya da ara vermek gerektiğinde devreye sokulan yatıştırıcı veya gerilimi tırmandırıcı ara politikalar oluşturuyor.
Ankara Ulucanlar Katliamı, 90 sonrasında fiziki şiddet politikasının en billurlaşmış örneğidir. 1980'li yıllarda cezaevlerindeki fiziki şiddet, direnen devrimci tutsaklara karşı uzun süreye yayılan sistematik bir kaba dayak ve işkenceyi esas almaktaydı. Günümüzde cezaevlerindeki fiziki şiddetin biçimi, tarzı değişmiştir. Artık 1980'li yıllarda olduğu biçimiyle fiziki şiddet uygulamak için iç ve dış koşullar uygun değildir. Düşman 1990'ların ortalarından itibaren ani, çok kısa süreli, şok etkili yoğunlaştırılmış saldırı tarzını esas alıyor. Devrimci tutsaklar ölüm tehtidi altında tutularak direniş ruhu zayıflatılmak, yok edilmek isteniyor. Bu temelde daha kapsamlı saldırılar için zemin hazırlanıyor, tutsakların direnme gücü sınanıyor. Eylül l995 Buca, Ocak l996 Ümraniye, Eylül l996 Diyarbakır ve son olarak Ulucanlar Katliamı, bu vahşet politikalarının başlıca halkalarını oluşturuyor.
Eylül 1995 Buca Katliamı ile başlayıp, Eylül 1996'da Diyarbakır Katliamı ile son bulan 1990'ların cezaevlerindeki ilk büyük saldırı dalgası devrimci tutsakların büyük direnişleri sonucu püskürtüldü. Oligarşi bu sürecin ardından 1998 başlarına değin kontrolü sağlamayı ve yatıştırmayı hedefleyen ara politikalara yöneldi. 1998'den itibaren ise toplumsal muhalefete dönük saldırıların tırmandırılmasına paralel olarak cezaevlerinde de sistematik bir gerginlik yaratma ve hak gaspları temelinde saldırıları tırmandırma politikası izleniyor.
Saldırıların ekseninde hücre tipi (F tipi) politikasının yaşama geçirilmesi bulunuyor. 1998'den bu yana sistematik biçimde hücre tipi cezaevleri politikalarının propagandası yapılıyor. F tipi cezaevlerinin yapımı hızlandırılıken diğer yandan mevcut cezaevlerinde aynı türden hücre bölümleri ekleniyor. Başlangıçta bu hücrelerin devrimci tutsaklar için yapılmadığı, sorun yaratan adli tutuklular için hazırlandığı ifade edilirken bugün çok açık biçimde hücrelerin devrimci tutsakları teslim alma hedefiyle yapıldığı ilan ediliyor.
Devrimci tutsaklara yönelik yeni bir saldırı dalgasının startı son birkaç ay içinde MGK, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı gibi devletin merkezi kurumları ve yetkililleri tarafından verilmiştir.
Bu bağlamda faşizmin kara propaganda mekanizmasının işleyişi giderek hızlanmaktadır. Devrimci tutsaklarla ilgili olsun ya da olmasın cezaevlerindeki her gelişme tutsaklarla ilişkilendirilmekte ve F tipi cezaevleri her derdin devası olarak sunulmaya çalışılmaktadır. Öyleki cezaevlerindeki faşist gangster çeteleri arasındaki, it dalaşlarında bile söz dönüp dolaştırılıp devrimci tutsakların tecritine ve F tipi cezaevlerinin faziletlerine getirilmektedir.
Ankara Ulucanlardaki Katliam, yeni saldırı dalgasının ilk fiili adımıdır. Düşman katliamla bir yandan devrimci kadroları imha ederken, öte yandan tüm tutsak kitlesine açık ve net biçimde direnişin ölümüne ezileceği mesajını vermek, tutsak kitlesinin zayıf kesimlerini katledilme basıncı altına almak istemiştir.Tutsak kitlesinin direnme dinamikleri bir kez daha sınanmıştır. Ayrıca siyasal yapıların saldırılar karşısındaki tutumları, manevra ustalıkları, ne ölçüde birlikte davranabildikleri vb noktalarda tespit edilmeye çalışılmıştır. Saldırı dalgasının merkezinde F tipi cezaevlerinin devreye sokulması bulunmaktadır. Düşman açık biçimde 2000'in Nisan'ında bunları devreye sokacağını ve bu yolla devrimci tutsakları dize getireceğini ilan ediyor.
Bu durum, yeni katliamların yolda olduğunun açık ifadesidir.
Öte yandan cezaevlerine yönelik saldırı dalgası diğer toplumsal çatışmalardan yalıtık biçimde gelişmiyor. Cezaevlerine yönelik saldırıları toplumsal muhalefetin bütününe yönelik yeni bir saldırı dalgasının bir bileşeni olarak ele almak gerekiyor.
SSK ve Tahkim yasalarıyla, korkunç boyutlara varan işsizlikle, zamlarla, çökmüş durumdaki ekonomiyle, depremle, olağanüstü büyüyen toplumsal muhalefet potansiyellerinin aktifleşmesinin önüne geçmek, Kürt hareketini tam bir çözülmeye uğratmak için kapsamlı bir saldırı devrededir. Saldırı ile toplumsal muhalefetin potansiyel güçleri baskı ve gözdağı ile sindirilmek, dinamik kesimleri ise imha, teslim alma ve diğer yollarla etkisiz kılınmaya çalışılmaktadır. Cezaevlerine yönelik saldırılar, bu saldırı dalgasının bir parçasıdır. Bununla birlikte devrimcilere yönelik sokak ve ev infazları yoğun gözaltı ve işkenceler, DKÖ'lere ve sosyalist basına saldırılar, gösterilere izin vermeme, dağıtma vb pekçok saldırı daha yoğun biçimde geliştirilecektir. Düşman hazırlanıyor, saldırıyor, saldıracak... Onu durduracak ve yaşamı güzelleştirecek tek şey direniş ve devrimci savaştır.
Ulucanlar Katliamı karşısında, devrimci tutsakların rehin almalar ve barikatlarda somutlaşan devrimci direnişini bulmuştur .Devrimci sosyalist tutsakların da içinde yer aldıkları direniş, katliamlar ve saldırılar karşısında tutsakların duruşunu, net biçimde ortaya koymuştur. Teslimiyet dayatması ve katliamlar, sessizce ya da şikayet dolu mırıltılarla değil, en ileri direniş eylemi ile devrimci slogan ve taleplerle karşılandı.
Devrimci tutsaklar taleplerini; 1-Katliamların sorumluları hakkında soruşturma açılması ve görevlerinden alınması, 2-Sürgün sevklere gönderilen tutsakların yeniden Ulucanlara getirilmesi, 3-Yaralı tutsakların tedavilerinin yapılması, 4-Şehit düşen tutsakların adli tıptaki otopsilerine tutsak avukatlarınında katılması, 5-Ululcanlara inceleme yapmak üzere baro ve tutsak avukatlarınında yeralacağı bir inceleme heyetinin kabul edilmesi noktalarında somutlaştırdılar. Düşman birinci talebe ilişkin hiçbir adım atmazken, ikinci talebi kısmi olarak (sürgün sevkleri yapılan tutsakların, Ulucanlar dışında, tutsakların kabul ettikleri başka cezaevlerine sevklerinin yapılması) diğer talepleri ise tümüyle kabul etti. Devrimci tutsakların teslim alınamayacağı çok net biçimde gösterildi. Kabul ettirilen talepler özgülünde düşmana geri adım attırıldı.
Önümüzdeki süreç, yeni saldırılar ve yeni direnişlerle biçimlenecektir. Atılacak her adımın özenle seçilmesi gerektiği açıktır.
Asıl çatışma, hücre tipi cezaevlerinin devreye girişi ile birlikte gelişecektir. Tutsakların bütün örgütsel, siyasal, moral vb çalışmalarının, dışarıda cezaevlerine dönük DKÖ ve devrimci yapıların, çalışmalarını bu çatışmayı dikkate alarak geliştirmesi, güçlü bir direniş hattı için zorunludur. Bu bağlamda, tali nitelikteki durum ve talepleri öne çıkaran, bu temelde tutsakların güç ve olanaklarını yıpratıp zayıflatan, düşmanın hareket alanını geliştirebilecek çatışmalara düşmemek gerekiyor.
Ulucanlar direnişi ve ardından cezaevleri ve dışarıda gelişen eylemlilikler devrimci, demotratik kamuoyunun duyarlılığını ve çabalarını arttırmıştır. Bu dinamizmin korunup, somut faaliyetlerle geliştirilmesi, başta cezaevlerine olmak üzere tüm toplumsal muhalefete yönelen saldırı dalgasının kırılmasında bir başlangıç noktası haline getirilebilir.
Oligarşinin yeni saldırı dalgası, devrimci tutsakların ve devrimci demokratik güçlerin devrimci direniş barikatlarında kırılacaktır.
Devrimci irade, içerde ve dışarda asla teslim alınamamıştır. Dün de teslim alınamadı, bugünde, yarında alınamayacak.



 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92