Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Mehtap Dikburun

24.8.1999 tarihinde MAI Karşıtı Platform sözcüsü Gaye YILMAZ ile yaptığımız ropörtajı yayınlıyoruz.

Özgür Barikat
: MAI (Çok Taraflı Yatırım Anlaşmaları) ve MIGA'nın (Çok Taraflı Yatırım
Anlaşmalarını Garantileme Ajansı) oluşum sürecini anlatabilir misiniz?
Gaye Yılmaz: MAI ve MIGA'ya gelmeden önce bence biraz daha eskiye gidilmesi daha doğru. İkinci Dünya Savaşı ve bu savaş sonrasında oluşan dünya yeni paylaşımı ve bu paylaşımın ekonomik oluşumları. IMF, Dünya Bankası ve GATT anlaşmaları çok önemli. GATT (Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması) 1948 yılında imzalandı. 1994 yılında Dünya Ticaret Örgütü kurulana kadar da GATT anlaşmasının hükümleri çerçevesinde yüzlerce küresel, bölgesel entegrasyon sözleşmeleri ve anlaşmaları imzalandı. 94'te Dünyada Ticaret Örgütü kurulduğunda GATT'ı bitirmemişler, elde bulunan fonksiyonlarını Dünya Ticaret Örgütüne devretmişlerdi. Bugün bile GATT'ta yapılan anlaşmaların yaptırımları var ama denetleyen ve yürüten kurum Dünya Ticaret Örgütü. MAI ve MIGA arasındaki benzerlik her iki anlaşmada da yabancı yatırımların garanti altına alınması ama çok ciddi bir farklılık var. MIGA 1988 yılında imzalanan bir anlaşmayla kurulmuş bir şirket aslında. Sermayesi olan bir şirket. Türkiye'ninde MIGA'da sermayesi var. Bu şirketin tek bir hedefi var; yabancı sermayeyi gayri ticari risklere karşı korumak. Bir nevi sigorta şirketi. Benim tam olarak anlayamadığım şey, siz bir araba alırsınız sigortasını sahibi olarak siz kendi cebinizden para ödeyerek yaptırırsınız. Oysa ki yabancı yatırımcı bu sigorta bedelini dünya toplumlarına ödetmeyi düşünüyor. Türkiye'nin ödediği sermaye payı bizlerden alınan vergilerden oluşuyor. Ödediğimiz vergilerin gitmesi gereken sosyal hizmetlerden kesilerek yatırılan paradır bu. MIGA döneminde tepki olmamış çünkü bu anlaşmalar çok gizli yapılmış. Tabii bunu devlet kabul etmiyor biz bunu resmi gazetede yayınladık diyorlar. Ama resmi gazeteyi kim okuyor ayrı konu. Ben bu arada hukuk camiasını suçluyorum. Yapılan anlaşmaları en iyi biçimde anlayan, takibini yapan onlardır ve onlar topluma gereken bilgileri ulaştırmamışlardır. Bilim dünyasının bir kısmı topluma ihanet ederek, bilime ihanet ederek bildikleri halde söylememişlerdir. Çok büyük bir bölümünde okuduklarını anlamadıklarından eminim. Bu anlamda bakıldığında MIGA'yla sermayenin elde edebileceği koşullar aslında Türkiye'nin ödediği sermaye payıyla sınırlı. Yani elde edebilecekleri avantajlar Türkiye'nin ödediği sermaye payıyla sınırlı. MAI'ye baktığımızda hiç bir sınır yok. Tamamen kendi kanunları var. Buna neden daha önce değil de şimdi ihtiyaç duymuşlar, aslında 1960'lardan beri bunu düşünüyorlarmış. Bunu sonradan elimize geçen materyallerden öğrendik. Özellikle 60'ların sonunda Dünyadaki sol dalgayı hatırlayın, örgütlülük düzeyinin ne kadar yüksek olduğunu hatırlayın. O dönemde bunu yapmanın kolay olmadığını görmüşler ve önce bunun için uygun zemini hazırlamaya girişmişler. 1973-79 yılları arasında bir anlaşmalar turu yapılmış. Bu turun adı Tokyo Raundu. Bu anlaşmaların amacı az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdeki serbest piyasa ekonomisinin önündeki engelleri kaldırmak. O dönemde bu anlaşmalara katılmış büyükelçilerle görüştük. Onların anlatımına göre toplantılar sırasında gelişmiş ülkeler, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere "bu önlemleri bir seferde alırsanız çok ciddi toplumsal muhalefetle karşılaşırsınız. Geniş bir takvime yayın kimse ne olduğunu anlamasın." diyorlar. 79'da Tokyo Raundu bitiyor. Çok ilginç Türkiye 24 Ocak 1980'de deprem gibi bir ekonomik kararlar dizisiyle karşılaşıyor. Bugün bile ülkeyi sarsan, hala toplumu çok ciddi zedeleyen bir dizi karar çıkarılıyor . Bu kararlar tek tek 80-90 yılları arasında yapılıyor. Çeşitli yasalar çıkarılıyor. Bir örneği Yabancı Sermaye Teşvik Yasası çıkarılıyor. Dünyada bu kadar liberal, bu kadar sermaye yanlısı bir yasa yok. Türk Parasını Koruma Kanunu kaldırılıyor. O zamanlar deniyor ki; Türk parasını konvertıbıle hale getireceğiz, Türk parası aynı dolar, mark gibi her ülkede geçerli hale gelecek. Bugün baktığımızda Türkiye'de bile TL'nin bir geçerliliği yok. Madencilik Yasası çıkarılıyor ve inanılmaz ruhsatlar veriliyor yabancı maden şirketlerine. Bunu ancak Bergama, siyanürlü altın sürecinde öğrenebiliyoruz. Meğer 86'dan beri veryansın sayısı yüzleri aşmış, belki de bugün binleri aşmış yabancı madencilik şirketlerine tavizler veriliyor. 1982'de Sermaye Piyasası Kurulu oluşturuluyor. Türkiye'nin içinde bulunduğu finansman sıkıntısı, iç borçların bu kadar büyümüş olmasının en temel nedeni Sermaye Piyasası Kanunu ve SPK'dır. Bir anda menkul kıymet çeşitlenmesine giriliyor. Etrafta çok miktarda döviz büfeleri açılıyor. Bunun için çok özel ortamda hazırlanıyor. 1981 yılının sonlarında banker faciası yaşatılıyor ve insanlar panik oluyor. O sırada devlet çıkıyor ve "durun bir dakika, diyor. Anladık bunun sebebini bir Sermaye Piyasası Yasamız yok Sermaye Piyasası Kurulumuz yok Bütün bu olaylar bundan kaynaklandı hemen çıkarıyoruz" diyorlar ve SPK yasası çıkarılyor. Arkasından döviz büfeleri serbest bırakılıyor, bütün bankalarda döviz alım satımı serbest bırakılıyor. Ve finans bu şekilde yavaşça çökmeye başlıyor. Sonucunda da MAI için zemin hazırlanmış oluyor. Az gelişmiş ülkelerin hepsi bu süreçlerden geçiyor. IMF'nin ve Dünya Bankası'nın kredileriyle öyle bir bağımlı hale geliyoruz ki artık örgütlenme 80 İhtilali ile dibe vuruyor. Sendikalar üyelerini kaybediyor. Ortam hazır olduğu için 1995'te gizli biçimde MAI görüşmeleri başlıyor. Otokontrolcu, sağlamlıkçı bir halde sermaye işini götürüyor.

ÖB : Biz bu anlaşmaları incelediğimizde, derinlerde bir yerlerde sistemi garantiye alma, sosyalizmle ideolojik bir hesaplaşma, onu tarihe gömme hesapları gördük. Neden 66'da yoktu, neden 70'lerde yoktu?
GY : Ben geçmişe oranla sermayenin bugün çok daha güçlü olduğunu düşünüyorum Sermayenin bir kriz içinde olduğunu düşünmüyorum. Dünyadaki sermaye sürecini analiz ettiğinizde, ulus devletler parçalanıp küçük küçük yapılara bölünürken, ulus ötesi dev tekeller birbirlerini yıkarak sayılarını azaltıyor. Artık sadece mal varlığı ve ekonomiyi yönetmekle kalmak istemiyorlar, hedefleri dünyayı yönetmek. Bunu deklare ettiler zaten. Dünya Ticaret Örgütü'nün son çalışması, örgüt çatısı altında bir dünya hükümetinin kurulması. Bu konuda BM'nin de yeni bir atağı var. BM de dünya hükümetinin kurulmasını istiyor ama BM çatısı altında, dünya hükümeti kurulsun diyor. Aynı zamanda görülmesi gereken bir önemli nokta da sermaye grupları arasındaki büyük savaştır. Sermayenin tek savaşı emek sınıfına karşı değildir. En büyük olma yolunda büyük bir savaş veriyor.

ÖB: Bu savaş kapitalizmin iç dinamiğinden mi yoksa karşısında hiç bir güç bulamadığından mı kaynaklanıyor?
GY : Bence karşıtının olmamasından kaynaklanıyor. Dün bu hayalleri vardı, şimdi uygulama gücünü buldular. Dün toplumsal muhalefet buna izin vermezdi. Bugün böyle bir sorunu yok. Öyle bir durum ki bu anlaşmaların imzalanmasıyla atılacak adımların geri dönüşü de yok. MAI imzalandıktan sonra 5 yıl çıkmak mümkün değil. 5 yılın sonunda çıkmak isteseniz bile 15 yıl daha uygulama hakları var. 20 yılda toplumlar ne hale getirilir varın siz düşünün. Bir ekonomi anlaşması sivil örgütlenmeyi yasaklayamaz ama ulus devletleri bitirmiyor ki, yeniden yapılandırıyor. Anayasalarını kendi kanunlarına uyarlıyor. Ulus devletleri sadece ekonomik aktiviteden uzaklaştırıyor, devlet jandarma olarak gene var. Her türlü sivil örgütlenme yasaklanıyor. Ve diyor ki "eğer oluşacak muhalefete engel olmazsan ve benim sermayeme zarar verirsen Uluslararası Tahkime götürürüm. Uluslararası Tahkim'de anlaşmaya bakacağı için zararımı nakit olarak ödemek zorunda kalacaksın." Hiçbir ulus devlette bu tazminatı ödemek istemeyeceğinden muhalefete yönelik oldukça sert önlemler alacaktır. Örneğin herhangi bir grevde işyeri kapanıyor, çalışmıyor bu bir tazminat gerekçesidir. Çünkü kar azalıyor, her türlü yabancı sermayenin karını azaltıcı eylem, tazminat gerekçesi olacaktır. Anlaşmanın hiç bir yerinde grev yasaklayıcı hükümler yok. Ucu açık cümlelerle yapıyorlar. Anlaşmanın hiçbir maddesinde asgari ücret olmayacaktır demiyor. Ama bir kamulaştırma hükmü var ki bunu da kapsıyor. Yasalarla belirlenmiş asgari ücret serbest piyasa ekonomisini zarara uğratabilir gerekçesiyle tazminat konusu olabiliyor. Tahkim bunların hukuk mekanizması. Ancak bu hukuk sistemi yalnızca yapılan anlaşmalara bakıyor. Kendi kanunları dışında asla başka yaptırıma izin vermiyor.

ÖB : Politik anlamda bağımsızlıkçı devlet istemiyorlar. Askeri müdahalelerle bunu yapıyor, iktisaden de tamamlıyor. Söylemek istedikleri "bizim çıkarlarımız dışında hiçbir devlet alternatif arayışa girmeyecek" değil mi?
GY : İdelojik anlamda ve kültürüyle bunu yerleştiriyor zaten. Evet söyledikleri ve yaptıkları bu.

ÖB : Genel olarak bağımlılık ilişkileri iki biçimde görüldü. Ya kaba sömürgecilik ya da girilen ülkenin ekonomisiyle bütünleşilen yeni sömürgecilik. Acaba bağımlılık ilişkilerinde üst basamağa mı çıkılıyor?
GY : Bütün dünyada MAI süreci vahşi kapitalizmin geri dönüşü ve yeni sömürgecilik olarak adlandırılıyor. Dünya MAI Karşıtları Koalisyonu'da yaşanan süreci yeni bir sömürgecilik biçimi olarak dillendiriyor. Hemen akla şu gelebilir; böyle bir süreçte kapitalizm kendi kendini yok edecektir. Oysa ki önlemlerini alıyor. Emperyalizmin bugüne kadar bize gösterilen yüzü değişti. Emperyalizmin kafasında ulus diye birşey yok sadece sermayenin her ülkede rahatça dolaşabilmesi var. MAI ve diğer anlaşmalarla gelişmiş ülkelerin halklarının kayıpları az gelişmiş ve gelişmekte olan halkların kayıplarına göre daha fazla olacak. Bundan dolayıdır ki sermaye karşıtı gruplar birleşmeye başladı. Dünya MAI Karşıtları Koalisyonu bunun bir örneğidir.

ÖB : Son zamanlarda bu türden anlaşmalara karşı tavır alınması popülizm, 3. Dünya Solculuğu gibi kavramlarla aşağılanıyor. Ne düşünüyorsunuz? Emekçi sınıflar anti-emperyalizmle kendi aralarında nasıl bir ilişki kurmalılar?
GY : Bizim son bir yıldır Türkiye'de karşılaştığımız en büyük sorun sol kesimden gelen direnç oldu. Deniyor ki "biz zaten yıllardır sınırların kaklmasından bahsediyoruz. MAI bunu sağlıyor" Onlar için sınırların neden kalktığının hiç bir önemi yok. Oysa ki ulus devlet kalkıyor yerine bizzat sermaye geliyor. Şu anda biz "tahkime hayır" derken aslında 82 Anayasasını savunur duruma düştük. Bizler 82 Anayasası oylamasında hayır demiştik. Şu anda dört elle o anayasaya sarılmış durumdayız. İşte bunu görebilmek lazım. Ulus ötesi şirketlerle çok uluslu şirketler arasındaki fark da çok önemli. Ulus ötesi şirket olarak tanımladığımız grubun içindeki şirket sayısı 30-40 arasında. Bu güç, büyük devletlere ve onların kurumlarına istediklerini yaptıran şirketlerdir. Şimdi dünyayı yönetmek istiyorlar. Örneğin Uluslararası Ticaret Odası taleplerini doğrudan ülkelerin devlet başkanlarına iletiyor.

ÖB : MAI şartlarını incelediğimizde IMF koruyuculuğunu gördük.
GY : MAI, IMF'yi jandarmalaştırıyor. Az Gelişmiş Ülkelerde son 20 yıldır yapılan anlaşmalarla IMF bağımlılığı çok güçlü. Ülkede yaşanan herhangi bir kriz sırasında IMF " MAI politikaları belli bir süre uygulanmasın" derse konulan süre içinde kriz yaşayan ülke, IMF programlarına dönebiliyor. Ancak süre geçince tekrar MAI politikalarına dönülüyor. Zaten sayılan örgütlülükler (MAI, MIGA, OECD, ICC, IMF, Dünya Bankası vb) birbirinden bağımsız değil. Hepsinin de kuruluş amacı sermayenin korunmasıdır.

ÖB : Gözlemleyebildiğimiz kadarıyla 1990 sonrasında dünya yeni bir sürece girdi. Tüm bu anlaşmalarla yapılan saldırıya karşı emekçiler ne yapabilir?
GY : Tek çare emekçilere bu konunun iyice anlatılması. Bütün dünyada bunun sıkıntısını yaşıyoruz. Sendikalara tam anlamıyla ulaşamıyoruz. İnsanlara anlatmaya çalıştığımızda özelleştirmeden, sürgünlerden bahsediyorlar. Tüm bunların sebebi bu türden yapılan anlaşmalar. İnsanlar somut örnekler istiyorlar. Oysa ki bunun geri dönüşü yok. MAI'yi yaşayalım görelim, sonra karşı çıkarız gibi bir lüksümüz yok.

ÖB : Bölgesel olarak yapılan anlaşmalarda isimlerindeki değişiklikler ne olursa olsun çoğu maddenin korunduğunu görüyoruz.
GY : Emperyalizm asla tek bir garantiyle yetinmiyor. ABD, Kanada ve Meksika'yı kapsayan NAFTA olduğu halde, aynı zamanda Amerika Kıtaları arasında yapılacak olan anlaşmalara da bu üç ülke yeniden imza koyacak.

ÖB : Bazı kişiler MAI'yi savunuyorlar.
GY : Onlar bu anlaşma hükümlülüklerinin çoğunu daha önceki anlaşmalarla zaten imzaladığımızı söylüyorlar. Doğru, MAI maddelerinin bir kısmı MIGA ile imzalandı. Ama MAI küresel bir olgudur. Tahkim yandaşlarının konuşmalarında ısrarla belirttiği bir konu var Tenfiz. Tenfiz mahkemelere yapılacak başvurularla uygulamanın durdurulma istemi. Mahkemenin sizin başvurunuzu kabul etmesi için bazı kuralların oluşması gereklidir. Mesela uygulamanın genel ahlaka aykırı olması veya kamu düzenine aykırı olması gereklidir. Kamu düzeni ne ülkemizde ne de dünya da tanımı olmayan bir kavram. Dolayısıyla tanımı olmadığı için tamamen hakimin iyi niyetine, art niyetine veya kamu düzeni hakkındaki düşüncesine kalmış. Bugüne kadar Tenfize gidilipde durdurulmuş olay sayısı son derece azdır. Tahkim yandaşları güvenmemiz gerektiğini söylüyorlar. Yıllardır yaptıkları ortada, güvenmememiz gerekir.

ÖB : Bölgesel anlaşmalarla yapmak istedikleri nelerdir? Bölgesel hegemonyalar mı amaçlıyorlar?
GY : Uzun zamandır kendilerini bölgesel ticaret anlaşmalarıyla garantiye almışlardı. Şimdi bu anlaşmalar sayesinde daha da güçlüler. Kendilerine serbest bölgeler kurdular. Ondan sonra da gelin artık işi küreselleştirelim dediler.

ÖB : Emperyalizmin bu türden hayalleri dün de vardı, ancak bugün uygulayacaklar. Tüm bu söylediklerinizden aslında düzenin nasıl yıkılacağının anahtarı da çıkmıyor mu?
GY : Şunu da inkar edemeyiz. Kültürü, ideolojisiyle beraber geldi sistem. Bence 80'lerdeki beyin yıkanması sonucunda insanlar olabilecek herşeye alışmış durumda. Hiçbir şey masum değil. Kuşku duymayı ve sorgulamayı yeniden öğretmeliyiz topluma. Yaşadığımız deprem felaketi de bununla ilgilidir.
Ticaretin önündeki tüm engelleri kaldırıyorlar. Denetimsizliğin sonucudur olan. 60'lardaki çelişki emek-sermaye idi. Durum günümüzde değişti. Çevre örgütlülükleri ayrı, kadın örgütlülükleri ayrı keza çoçuk hakları da aynı durumda. Parçalara böldüler ve onlara para pompalayarak kendilerine bağımlı kılıyorlar. Herşey "kar için" insan hayatının önemi kalmadı. Emekçi kitlelerin örgütlenip çoğalması gereklidir. Kendiliğinden bir şey olmayacaktır. Kapitalizm kendi kendine yok olmayacaktır.

ÖB : Size teşekkür ederiz.
GY: Ben size teşekkür ederim.


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92