Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Cihan Göksel


"Alevlerde eriyen bedenin, doğumdan gayrı adı var mıdır?"
Kimbilir kendine kaç kez sordu bu soruyu.
Ateşin sofrasında ölümle hesaplaşmanın ve Anka Kuşu misali yeniden doğmanın derinliklerine indi.
"Bu, ayrılık değil bir buluşma olacak" diye düşündü.
Bir buluşma...
Petkim'de, Aliağa'da, çelik kazanlarının altında kalarak yanan işçilerle bir selamlaşma.
Sivas'ta, ateş havasıyla semaha duran 35 özgecanla bir karşılaşma.
Grev çadırında işçi ellerini ısıtan bir tutam ateşin sıcaklığıyla kavuşma.
Sema'nın, Ronahi'nin ve bir dizi korlaşmış yüreğin atışıyla birleşme.
Cizre'de, Lice'de, çocukların gözlerinde yansısını bulan Newroz ateşiyle kucaklaşma.
Bir buluşma...
Randevu, 17 Şubat'taydı.
O günün gecesinde çok yoğunlaşmış görünüyordu. Gerçi bir süredir yemeği ve sigarasını azaltmış, her zamanki hareketliliğinin yerini biraz durgunluk almıştı. ama bir takım hastalıkları vardı, ona yorduk. Yine de o gece çok farklıydı ateşin kızı...
Duruyor, düşünüyor, yazıyor, karalıyor, tekrar yazıyordu. Gece 00.12'yi biraz geçerken uyumaya gitti. Saat 01.00 sıralarında, ranzasının yanına gittim. "Sen daha oturuyor musun?" diye sordum. Yüzüme uzun uzun baktı, neden sonra; "oturuyorum" dedi. Ben de herhalde yanlış bir zamanda soru sordum, bir şeye yoğunlaşmış olmalı diye düşündüm. O sırada bir şeyler yazıyordu; "son" mektubuymuş...
Ertesi gün sabahtan başlayarak, tüm koğuşları teker teker dolaştı. Meğer vedalaşmak içinmiş. Serpil'in her zamanki dost canlılığı diye düşündük. Zaten cezaevinde o günlerde hareketli günler yaşanıyordu. Haberler dolaşıyor, sohbetler sıklaşıyordu. Cezaevi konseyinden biri olarak dolaşması doğal göründü...
Saat; 16. 30.
O saatte hiçbirimiz koğuşta değildik. Yani onu duymayacak ve görmeyecek kadar uzaktaydık. Özellikle o anı beklemiş olmalı. O gün hiç olmadığı kadar canlı adımlarla inmiş olmalı koğuşun merdivenlerinden... O an eminim her zamankinden daha neşeli, daha cıvıl cıvıl, daha fazla hayat doluydu.
Mutfağın kapısına barikat kurmuş. Olur da, fark ederlerse, kimse kesemesin istiyordu ateşle dansını... İşte sırası diye düşündü.
Şimdi kibrit çakılacak ve ateşin kızıl harelerinde yeni bir yaşam başlayacaktı.
"Yargılanamaz Şafaklar'ın kızıllığından bir parça kızıl verin." diye seslendi ateşe.
Ve devam etti her yanını alevler kaplarken:
"Dağ doruklarına savurun, yaylaların pınar suyundan bir yudum su, sokakların çocuk gülüşleri, Cumartesi Anaları'nın sevgi dolu yüreği, yoldaşlığın büyüklüğü, grev çadırlarındaki sınıfın dost sıcaklığındn layık olduğum oranda verin." ('Son' mektubundan)
Serpil, bedenini, sloganlar eşliğinde ateşten bir topa çevirdi. Ateşten bir gömlek, ateşten bir gelinlik...
Herkesten önce Serpil kendine çok yakıştırmıştı bunu...
Yaklaşık 10-15 dakika sonra, bir yoldaş tesadüfen koğuşa girdiğinde, belli belirsiz "Kahrolsun Faşizm, Yaşasın Mücadelemiz" diye bir slogan duyuyor.
Önce nereden geldiğini anlamadığı bu ses karşısında tereddüte düşüyor, nereye bakacağını düşünüyor. Hemen aşağıya, mutfağa yöneliyor. Kapıyı bir kere omzuyla itiyor, açılmıyor. Bir kez daha ittiğinde arkasından bir şey kayıyor, kapı açılıyor. Karşılaştığı manzara; sadece bir alev topu... Kim olduğunu bile anlamıyor. Hemen banyodan bir kova su getirip üzerine boşaltıyor.
Bu arada Serpil, daha alevler içindeyken; "sakın ateşi söndürme, bu hainliktir" diye bağırıyor, karşı koyuyor: "Bu bir eylemdir, yeni bir oluşumun ilk eylemidir, müdahale etme" diye bağırıyor. Yoldaş soğukkanlı biri. Ateşi söndürdükten sonra, tüm cezaevine duyuruyor.
Anında hepimiz ve diğer koğuşlardan bir çok arkadaş başına toplandık.
Anladığımız kadarıyla, Diyarbakır'daki 'Dörtler' gibi bağdaş kurup oturmuş ve kendini öyle tutuşturmuş.
Birkaç ay öncesinde bizim "Ekim Ayı Şehitler Anması"na gelmiş, çok da güzel bir mesaj yazmıştı. Anmada bir yoldaş, tek kişilik bir tiyatro oynadı. Tiyatronun bir bölümünde de 'Dörtler'i canlandırıyordu. Anma sonrasında Serpil, yoldaşın yanına gelip, o sahneden çok etkilendiğini anlattı. Uzun uzun 'Dörtler' üzerine yoldaşla sohbet ettiler.
Kendisi de, 'Dörtler' gibi oturdu, bağdaş kurdu...
Yoldaş O'nu ilk gördüğünde, yerde yatıyordu. Buna rağmen sırtının da büyük kısmı yanmıştı. Muhtemelen bir süre bağdaş kurup oturmuş, sonra da yere yatmak zorunda kalmıştı. Yanına geldiğimizde, üzerinde iç çamaşırı ve pantolonun dizden aşağı bölümü kalmıştı. Vücudunda çok ağır yaralar olduğu hemen görünüyordu. Saçlarının çok az bir bölümü kalmış, gözleri kısık bir hale gelmişti. Sonradan öğrendiğimize göre 2. ve 3. dereceden yanıklar varmış.
Mutfağın bir köşesinde defterleri, eşofman üstü, 2 büyük ve boş kolonya şişesi, iki kutu vernik duruyordu. Bir köşesinde de ayakkabıları...
Üzerinde kahverengi fitilli pantalonu ve turuncu balıkçı yaka kazağı, kilim desenli çorapları zar zor seçiliyordu.
Serpil'imizi böyle görmek, mutfağa giren herkesi korkunç sarsıyordu. Bizim dünya tatlısı yüzüyle Kürtçe türküler dinlediğimiz, kalın ve gür sesiyle, miniminnacık vücuduyla Serpil'imiz, yerde yanıklar içinde yatıyordu.
Ama dedim ya, ateşten gelinliği, önce o kendine yakıştırmıştı. O haliyle bile öylesine doğaldı ki...
Durmadan konuşuyordu: "Yalnızca Abdullah Öcalan için değil, tüm önderlere dönük saldırılar için, halklarımıza dönük saldırılar için..."
Ama hiç durmaksızın konuşuyordu....
Biz ise; "Serpil, eylemine saygı duyuyoruz, ne için yaptığını anlattın, artık kendini yorma" dedikçe, O anlatmaya devam ediyordu. Hatta bir PKK'li arkadaş; "Heval niye yaptın?" dediğinde: "Bak kızıyorum ha" diye espri bile yapıyordu. Yalnız arada bir bilinci gelip gidiyordu herhalde: "Etrafta su var, beni söndürdünüz mü?" diyordu.
İçeri giren hemen herkesi tanıyor, ona birşeyler söylüyordu. Bizim bir yoldaş içeri girdiğinde ona ilk cümlesi: "Senin yoldaşın bana hainlik yaptı, ateşi söndürdü" oldu.
Hepimizin ne kadar etkilendiğini ve daha o anda bir bilinç sıçraması yaşadığımızı tahmin edebilirsin. Bizden ve PKK'den iki doktor, ilk müdahaleyi yaptılar. Hemen hastaneye gönderdik. Yol boyunca sloganlarına devam ediyordu.
Buradan götürülürken serum takılmamış ve sanırım ciddi bir müdahale yapılmamış. Ve yol boyunca durmadan konuşmuş, hiç inlememiş bile...
İşte Serpil!... Hiç şaşırmadık böyle davranmasına...
Ertesi gün sabah saat 09.00'da, şehit olduğunun haberini aldık.
Nasıl anlatmalı, ölümü...
İnsanın bir çiçeğin solmasına, bir karıncanın ezilmesine bile içi ezilir. Ölüm, dört harflik bir kelime...
Ama kavga dostunun yakasında bir çelenk şimdi.
Serpil'in ölüm ve yaşam arasındaki ilişkiyi kavrayışı gibi düz ve net.
Ölümün nasıl yeni yaşamlara dönüştüğünün, birbirini nasıl doğurduğunun en yalın ifadesi; Serpil...
Malta'da tüm siyasetlerin katıldığı ortak bir anma yaptık.
O'nun ölümünü yumruklar havada, zılgıtlar ve sloganlarla karşıladık. Yatağı, kırmızı bir örtü ve karanfillerle kaplandı.
Eylemi gerçekleştirdiği yere ise, kolonya ve vernik kutuları, çakmağı, eşofman üstü ve yine karanfiller konuldu. Arkadaşlar, sırayla gelip baş ucundaki ajandaya düşüncelerini yazdılar. Eylemi yaptığı yerde, saygı duruşunda bulundular.
Acıyı bal eyledik, acıya güç kattık, sevgimizi yeniden inşa ettik;
Onun şahsında bir kez daha...
Görevlerimize daha sıkı sarıldık, onu zafer halaylarıyla anmak, çok sevdiği çocukların özgür gülüşlerinde hatırlamak için, daha sıkı kenetlendik hedeflerimize. O'nu böyle anladık, böyle andık. O'nu bizler de kitlelere anlatacak, şehidimiz, diyeceğiz.
Serpil'le tanışalı daha 5 ay olmuştu. Ancak devrimci özünün güçlülüğü, devrimci dostlarına yaklaşımının içtenliği, canlılığı ve disipliniyle, kısa sürede kaynaşmış, sıcak bir ilişki kurmuştuk. Aynı komünde olmaktan kaynaklı olarak, deyim yerindeyse yediğimiz içtiğimiz birdi. Tüm yaşam alışkanlıklarını yakından görme olanağımız vardı.
MLSPB adımı ile onun için de yeni bir süreç başlamıştı. Heyecanından yerinde duramıyor, kabına sığmıyordu. Bu heyecan ve coşkuyu, daha büyük bir görev hazırlığıyla birleştirdiği günlerdi aynı zamanda.
Örgütüne bir ilk yaratmak, bir şekillenme sunmaktı niyeti. İlkler ön açar, yol gösterir, maddeyi kalıbına döker. Şekil verir, geleceğe ilişkin yürünecek hattı, bedenleriyle genişletirler. Fakat, ilk olmak kolay değildir. Derin bir kavrayış, berraklık, cesaret ve o kadar da sabır gerektirir.
Serpil, ateş gibi berrak, ateş gibi cesur, ve ateş gibi temizdi.
Örgüt fikrinde bu kadar deformasyonun yaşandığı, bireysel düşünüş ve davranış biçimlerinin öne çıktığı bu koşullarda, onun örgüt bilincini bu denli sıçratması, en çok saygıyı hak eden yanlarından biriydi.
Cezaevi yaşamını devrimcileştirme noktasında çok özel bir çaba göstermesi de bunun ürünüydü. Tüm canlılığı ve enerjisiyle disiplinli bir yaşam oturtması, mekan sınırlılığına kapılıp, cezaevinin havasına kendini kaptırmaya prim vermemesi, tek başına olmasına rağmen örgütünü temsil etmede gösterdiği hassasiyet gibi özellikleri de kaynağını buradan alıyordu.
Devrimci mücadelenin çok özel bir durağında, kısacık bir zaman diliminde karşılaştık. Ve O'ndan ayrıldık... Devrimci önderlere saldırının böylesine arttığı, Kürt halkının böylesine sindirilmeye çalışıldığı koşullarda, kendini kavga ateşlerine sundu Serpil...
Nurettin Rençber'in "Eşkiya Türküleri" kasetinde, "Kozanoğlu" diye bir türkü var. Serpil onu çok severmiş. Hatta yakalanmadan bir gün önce, o kaseti dinliyormuş.
"Bir yer var varılacak biliyorum
Yol boyu yeşil dallar kırılacak, anlıyorum
Yol sonundaki güzelliğin büyüsüne
Dayanamayacağımdan korkuyorum."
demiş Serpil...
Yolun sonundaki güzelliğin büyüsü, O'nuda saracak, yine bablekan oynayacağız heval Serpil.
* (Sakarya Cezaevinde tutsak olan ve başka bir davadan yargılanan ..............'ın, Serpil'in yakınlarına gönderdiği mektuptan alınmıştır. Arkadaşın adı, yargılanma sürecine etkisi olmaması kaygısıyla verilmemiştir.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92