Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Ufuk Zaloğlu

18 Nisan 1999 seçimlerinde, faşizm gerçekten büyük bir zafer kazandı.
Seçim sürecini, seçimlerin yapıldığı dünya, bölge ve ülke iklimi açısından irdelemeye geçmeden önce, seçim sonuçlarını önümüze objektif olarak koyabilmek gerekiyor.
Seçimlerde, 37.5 milyon seçmen oy kullanmıştır. Bu, kayıtlı seçmen sayısının % 87'sidir. Katılım oranı, gerçekten oldukça yüksektir ve burjuva partileri sözkonusu durumu: "Milli irade coştu. Sandık önünde izdiham yaşandı" şeklinde ifade etmiştir.
Bu seçim sonuçları bazında, halkta, görece de olsa bir "bilinçlenme" olduğundan, kuşkusuz söz edilemez; ama halkta bir tavır olduğu çok nettir.
Bir reaksiyon süreci içine girildiği, politikaya küskün, kayıtsız ve anti-politik kitlelerin politik bir yönelim içinde olduğu, doğru saptanması ve önemle değerlendirilmesi gereken bir gerçektir. Peki, halkın yöneliminin, kendisi için en tehlikeli alternatife doğru kaymasının altında yatan gerçekler nelerdir?
Halkın on-onbeş yıl süren küskünlüğünü, önce RP ile, şimdi de MHP ile dillendirmesinin, anti-politiklikten çıkış sürecini bu şekilde ortaya koymasının sanığı, sadece 'Yeni Dünya Düzeni' + devlet + halk mıdır? Ya da, biraz daha geniş bir politik söylemle ifade etmeye kalkışırsak; 'reel sosyalizmin çözülüşü, emperyalizmin rolü, medyanın yönlendirmeleri, vb' midir?
Ve bütün bu grafiklerde bizlerin rolünün, bizler tarafından çok daha fazla tartışılması gerekmez mi?
Öte yandan, ülkemizdeki son seçim verilerinin en önemli göstergelerinden biri, bölgeler arası derin farklılıklar ve geçen seçimle bu seçim arasındaki kaymaların anlamıdır. Seçim sonuçlarına bu yönleriyle baktığımızda; Marmara ve Ege'de, önemli bir DSP yükselişi görüyoruz. Bu bölgelerde milli gelir, diğer bölgelere oranla çok daha yüksektir. Örneğin Kürdistan'ın üç katıdır...
Geçen seçimlerde daha çok Refah'ı tercih ettiği görülen İç Anadolu ve Karadeniz ise, bu seçimlerde özellikle MHP'ye yönelmiştir.
Bu bölgeler, Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı için TC'nin en fazla asker göndermeyi tercih ettiği ve en fazla asker cenazesi karşılayan bölgelerdir. Sözkonusu bölgelerin milli gelir oranı ise, Kuzey Kürdistan'a oranla çok fazla yüksek değildir.
Kürdistan'da, herşeye rağmen; tüm baskı ve teröre, bu baskı ve terörün seçimler bazında da alabildiğine uygulanmasına rağmen HADEP, ciddi bir başarı kazanmıştır. Ama yine bu noktada sorgulanması gereken bir gerçek daha vardır ki; Kürt nüfusun batıya göç eden kesiminde, yeri geldiğinde PKK yandaşı gösterilere katılabilen insanlardan dahi, bu katılımlar ölçüsünde de olsa, HADEP oyu çıkamamıştır.
Bu gerçeklik de, ciddi biçimde değerlendirilmesi gereken önemli bir veridir. Farklı nedenler bularak, durumun gerektiği gibi saptanmasından bizi alıkoyan, engelleyen barikatlardan sakınmamızı gerektiren önemli verilerden biridir.
Bu durum, öteden beri önemle altını çizmeye çalıştığımız bir gerçeğin, batıdaki Kürtlerin ve onlarla birlikte en azından tarafsızlaştırılması zorunlu olan genel halk kitlesinin kazanılması-kaybedilmemesi için gerekli taktiklerin uygulanması çağrımızın bir kez daha hatırlanmasını zorunlu kılan bir sonuçtur.
Öte yandan, yerel seçimlerdeki FP oylarının; FP'li belediyelerin halkın sırtından sağladığı "ucuz ekmek, bedava kömür, erzak" gibi konulardaki rolü unutulmamalıdır. Ve bununla birlikte, bu argümanların 'kullanılmasının', bütün yıpranmışlığına rağmen, halkın acil sorunlarının yanıtlanması bazındaki öneminin, bir kez daha kavranması gerekir.
MHP oylarındaki yükselişin, azgınlaşan-azgınlaştırılan Türk milliyetçiliği, yeni bir aş-iş kapısı, gençlerin reaksiyoner özelliklerinin bu partide devlet ve düzen yanlısı bir tarzda açılım bulabilmesi ve özellikle yoksul kesimlerden gelen genç oyların bu şekilde kazanılma şansının yüksekliği, dünya-bölge düzleminde ırkçı dalganın gündemde oluşu, Kürt Ulusal Mücadelesi'nin ve Türkiye Solu'nun yanlışları, merkez sağın anlam yitirmesi dolayısıyla buradaki emanet oyların yeniden MHP'ye kayışı, sol dahil diğer kesimlerin halkın 'nasıl olursa olsun, acil çözüm' beklentilerini kavrayamaması ve buna yönelik gereken yanıtları üretememesidir.
Bıçağın kemiğe dayandığı yerde, halk, en keskin çözüm verilerine yönelir. O, bıçağın kendisini kesecek olduğunun bilincinde olsa da, olmasa da...
Ki, bu seçimlerdeki tercihlerde; 'bilincinde olmak ve olmamak' aynı noktada kesişmiştir.
Bu da, halkın durumunun tahlil edilmesi bakımından, ayrı bir önemli veridir.
Solun durumu, özel bir başlık konusu olarak ele alınacaktır.
Son seçimlerde; Milletvekili, Belediye ve Belediye Meclisi seçimlerinde farklı partilere oy verme oranı, şaşırtıcı düzeylerdedir. Üstelik bu seçim tercihlerini farklı kullanan seçmenin, aynı zamanda % 30'u, okuma yazma bilmemektedir.
Öte yandan son seçimlerde, baraj nedeniyle 5 milyondan fazla oy, sonuçlara yansıyamamıştır. Bu oran, % 17'dir. Yani MHP'nin aldığı oylara eşit düzeyde bir oy, sandıkta kalmıştır.
Fakat yine bu seçimlerde, geçersiz oy oranı, diğer seçimlere nazaran son derece azdır. Yani seçmen, yasak savma anlamında değil, büyük bir titizlikle oy kullanmıştır. Oran, % 3,5...
Yolsuzluklar, hırsızlıklar, Susurluk, sandığa tersinden yansımıştır. Ve sözkonusu bu ters orantının siyasal, sosyal, etik, psikolojik çözümlemelerini doğru dürüst yapmadan bu ülkede siyaset yapmak, denizde çelik çomak oynamaya çalışmak gibi olur.
Apo'nun yakalanışı ve bu sürecin faşizm tarafından ırkçılığın yükselişi için gerektiği gibi değerlendirilmesi; onun net bir direniş tavrı içine girmeyerek farklı yönelimlerle o süreçte bile taraftarları, mücadele dostlarını en hafif deyimle tedirgin etmesi ise, sandığa doğrudan yansımıştır.
1999 seçimlerinde büyük bir çoğunlukla ve bütün güçlüklere rağmen sandığa koşan seçmenin, bazı konulardaki istismarlara fazlaca prim verdiği bir önceki seçimlerin de özeleştirisini yaptığını görüyoruz.
Bu seçimlerde seçmen, milliyetçiliğin de, Atatürkçülüğün de, türev unsurlarına değil, bizzat kendilerine oy vermeyi tercih etmiştir. TC siyasetinde rol oynayan güçlerin, olguların siluetlerine değil, bu kez bizzat kendisine yönelerek, geçen seçimlerdeki tarzını bir anlamda netleştirmiştir.
Türk-İslam sentezinin ve dünyada Türk adının belirginleşirilmesinin militan partisi, gerçekten de MHP'dir. Gerçeği dururken, beşinci dereceden kopyalarına ve öykünmelerine, oy verilmemiştir.
Ve özellikle dikkat edilmelidir ki militan Türk milliyetçiliğinin bu yeni "diriliş iklimi', MHP'nin, iç sorunlarıyla boğuşmalarından, parçalanmalarından ve Türkeş ya da 'Başbuğ' sonrası problemlerden yeni yeni çıkmaya çalıştığı, aslında bu anlamda oldukça sorunlu olduğu bir dönemde yaşanmıştır. Bütün gürültüye rağmen eskiye oranla, Devlet Bahçeli'nin, bıyıksız oluşu, parti işaretini biraz daha kibar verişi, 'beyaz çorap sevmeyişi', belki daha az erkek oluşu dışında bir değişiklik yoktur. Bunun özellikle altını, üstünü, her yanını, çizmek zorunludur...
Bertolt Brecht'in bir sözü vardır: "Kırpıcı, yemleyici ve besleyicilerden hoşnut olmayan kuzular, bir defa da kasabı sınamaya karar verir."
Bu "sınamanın" nelere mal olacağını, "bekleyip göreceğiz" değil, biliyoruz. Bu sınama, daha fazla kan, daha fazla gözyaşı ve ülkenin en militan faşist kadrolarının devlette artık resmi olarak varoluşu, daha geniş olanak ve kadrolarla örgütlenişi anlamına gelmektedir.
Seçimlerde Belediye Başkanlıklarının çoğunu MHP kazanmıştır. 80 ilin dökümü şöyledir:
MHP: 21, FP: 16, CHP: 10, ANAP: 10, DSP: 8, HADEP: 5, DYP: 3...

Genel seçim yüzdeleri ise bundan epeyce farklı:
Partiler Oy oranı Milletvekilli
DSP: % 22.17 136
MHP; % 17.98 129
FP: %15.39 111
ANAP: %13.22 86
DYP: % 12.03 85
CHP: % 8.19

Bir de son üç genel seçimin sonuçlarına göz atalım:

1991 1995 1999(%)

FP: 16.9 21.4 15.39
ANAP: 24.0 19.6 13.22
DYP: 27.0 19.2 12.03
CHP: 20.0 10.7 8.2

Sonuçta, % 22'den fazla oy alabilen bir parti yok. Meclise yansıyamayan oylara denk bir oy oranı ile, MHP'li katiller, lacivert takım elbiseleri ve kravatları ile, devletin resmi makamlarında... Hiçbir oran ve hiçbir rakam, bu gerçeği değiştiremiyor.

Bölgesel farklılıkların anlamı
Seçimlerde, partiler değişik bölgelerde oldukça değişik sonuçlar elde ettiler. Bunun anlamının iyi değerlendirilmesi gerekir. Sadece Kürdistan ve Batı arasında bariz bir farklılığın gündeme gelmesinden öte, bölgelerin özgün durumlarının, oylara değişik biçimlerde yansıdığı görüldü. Öncelikle konuya ilişkin verilere bir göz atalım:
Marmara, Ege ve Karadeniz Bölgelerinde DSP birinci parti.
Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerinde MHP birinci parti.
Doğu Anadolu'da RP birinci parti.
Güneydoğu Anadolu'da HADEP birinci parti.
Kürdistan'ın iki ayrı bölgesi dahil, TC sınırlarındaki her bölgenin birinci partisi farklı...
Bu bağlamdaki diğer sonuçlara gelince:
Marmara: DSP, FP, ANAP, MHP, DYP, CHP, HADEP.
Ege: DSP, MHP, ANAP, DYP, CHP, FP, HADEP
Akdeniz: MHP, DSP, DYP, CHP, ANAP, FP, HADEP.
İç Anadolu: MHP, FP, DSP, DYP, ANAP, CHP, HADEP.
Karadeniz: DSP, ANAP, MHP, FP, DYP, CHP, HADEP.
Doğu Anadolu: FP, MHP, DYP, HADEP, ANAP, CHP, DSP.
Güneydoğu Anadolu: HADEP, DYP, FP, ANAP, MHP, DSP, CHP.
Bölgeler arasındaki bu derin uçurumların değerlendirilmesi, 1999 seçim sonuçlarının genel değerlendirilmesi kadar büyük önem taşımaktadır. Bir bölgede sonuncu olan bir partinin bir başka bölgede birinci olması, ülkeler arası bir sonuç gibidir ve gerçekten de öyledir...
Öte yandan, bir Kürdistan parçası olan 'Doğu Anadolu'da, FP, MHP, DYP ezici etkinliği, hafife alınmadan, gereken ciddiyetle değerlendirilmelidir. Burada yaşananlar, buradaki çelişkiler, yöredeki Kürt halkının ve bazı diğer azınlıkların bu tavırları ve bunun nedenleri, doğru ve sağlam değer yargılarıyla çözümlenmelidir. Bu çözümlemelerdeki hatalarımız da, gelenek olduğu üzere, bizim dışımızdaki başka bazı nedenlere dayanarak açıklanmaya çalışılmamalıdır.
MHP'nin bütün bölgelerde genel bir yükseliş içinde olduğu gerçeği, asla gözden ırak tutulmaması gereken ürkütücü ama ne yazık ki somut bir gerçektir. Seçimlerin en genel paydası budur.
Bütün bölgeler açısından geçerli tek gerçek budur. Kürdistan da dahil olmak üzere, merkez sağa ya da çeşitli türlerden 'sola' değil, Türk milliyetçiliğinin yükselişine ilişkin kalın bir vektör belirmiştir. Bu vektörün varlığını ve var olma nedenlerini doğru değerlendiremeyen veya yıllardır at gözlüğünü ne yazık ki çıkaramamış olan olan 'sol'umuzun geleneğini sürdürerek görmezden gelen olursa; bilinmeli ki TC sınırları içinde bu dönemde politika yapmaktan men edilmiş güçlerden biri olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
Partilerin barajın altında kalma durumları da, ayrı bir özgün göstergeler tablosu olarak önümüzde durmaktadır:
Marmara'da: DYP, CHP, HADEP
Ege'de: CHP, FP, HADEP,
İç Anadolu'da: ANAP, CHP, HADEP
Doğu Anadolu'da: ANAP, CHP, DSP
G.doğu Anadolu'da: CHP, DSP, MHP
Akdeniz'de: FP, HADEP
Karadeniz'de: CHP, HADEP
barajı aşamadılar.

DSP ise, batıda % 54'lere fırlarken, Kürdistan'da % 6'lara kadar düşmüştür. Bu büyük uçurum, oldukça önemlidir.
18 Nisan öncesinde, Ecevit'in önemli bir yükseliş grafiği içine girdiği, seçim tahminlerinin ortak paydası olarak bütün kesimler tarafından ifade ediliyordu. Fakat sadece o kadar!.. Oligarşi'den sola uzanan geniş siyasal yelpaze içindeki güçlerin hiçbiri, seçim sonuçları sürprizlerini, bu ölçekte değerlendiremedi.
Çeşitli nesnel nedenlerin üzerinde yükselen ve iyi çalışan, olanakları kendisi için doğru değerlendirme ivmesini yakalayan MHP'nin yaygınlaştığı görülüyordu. Seçim sonuçlarına yansıması yönüyle, bu durumun nedenleri tahlil ediliyordu. Ne var ki, böylesine büyük bir patlama yapacağını, açıkcası MHP yöneticileri dahi hayal edememişti.
CHP ise, bütün kendisinden yana yükselen dalga olanaklarına, 'yine de' tanımlamasıyla verilmiş desteklerine rağmen, bütün ehven-i şer tercihlere rağmen; gelişimlerin, eli değil, parmağı kıpırdatsan sana akabilecek olan eğilimlerine rağmen, özellikle genel başkanının durumuyla, dibe vurmayı 'başardı'.
Son iki yıldaki gelişmeleri izlerken, sık sık kendimize sorduk: "Bu genel başkan, bazı güçler tarafından CHP'yi bitirmek için görevlendirilmiş bir şahıs mıdır?" diye... Ve O'nun da; ABD ile garip, ilginç ilişkileri olduğu, politikayı sadece birinci sayfa manşetlerinden izlemeyenler için, her gün biraz daha çıplaklaşan bir gerçekti ne yazık ki...
Sonuç olarak; devlet sözcüleri tarafından bile, "deprem" olarak nitelenen bir seçim sürecinden geçtik.

Solun dibe vuruşu
Oysa, devrimciler tarafından bilinmesi gereken bir tarihsel gerçeklik vardı: Yükselen toplumsal dalgaların her kırılışı, onu gerektiği gibi karşılayamayanların, o dalganın içinde boğulmasını getirirdi. Bu , toplumsal tarih biliminin, temel verilerinden biri idi...
Ve son dönemlerde ne yazık ki, bütün sınavlarında tökezleyen sol, yine halkın, ülkenin ve kendisinin gerçekliklerinden uzak bir atmosferde yaşamayı (?) sürdürüyordu.
'Radikal' devrimcilerden, düzen içi sol eğilimli insanlara kadar uzanan çizgi üzerindeki ortak ruh ve davranış hali bu idi. Her başarısızlık, materyalizmin öğretilerinin biraz daha uzağına düşmeyi doğuruyor, başarısızlığı yenmenin sosyalistlere özgü refleksleri; düşüncede ve davranışta, giderek biraz daha yitiriliyordu.
Ve biz seçimlere, Türk şovenizmini körükleyen eylemlerin sınırsızca gerçekleştirildiği, zayıf gücümüzü biraz daha parçalama tarzının doruğa çıktığı, emperyalizmin ve Oligarşi'nin bu özel taktikleri karşısında hiçbir özel taktiğin geliştirilmediği bir sarhoşluk sürecinde girdik.
Ayrıca yine aramızdan bazıları için, seçim döneminin herzamanki gibi, çok fazla bir önemi yoktu. "Çare Seçimde Değil, Devrimde" idi. Nasılsa bu ülkeyi yine egemenler yönetmeye devam edecekti...
Bu primitif, kolaycı ve aslında apolitik ve pasifist yaklaşımlara, bir de Türkiye Solu'nda artık bir anlamda gelenekselleşmiş olan "seçimlere yönelik tavır tarzı" olan "boykot" eklenince; yine böylesine önemli bir süreç, teğet geçildi.
Seçim süreci doğru değerlendirilse, duruma her yönüyle daha doğru bakılabilse, seçim sonuçlarını değiştirebilme, ya da önemli ölçüde etkileyebilme şansına sahip miydik? Hayır!
Fakat bütün bunlara rağmen rasyonel ve uzun devrim yürüyüşünün taşlarını döşeyebileceğimiz davranış tarzının egemen siyasal tavır haline getirilebilmesi, ön açıcı ve birbirini besleyen, geliştiren süreçlerin örülmesi anlamında en azından başlatılabilmesi, yaşamsal öneme sahipti...
Bu ilk adım bilinci yerleşmeden, bombanın gövdemizde patlamasından başka bir şansa sahip olamama koşullarındaki bizler, bulunduğumuz yerlerden, faşizmin bu denli yükselişi için, 'emeğimizi esirgemiyoruz.'
Hiçbir Marksist önder, çözümün devrimde olduğu bilinci ile, dönemsel kazanımlar için mücadele bilincini karşı karşıya getirmemiştir. Tam tersine, nihai çözüm olan devrimin, fabrikalardan, tarlalardan, güncel siyaset içinde biriktirilen sonuçlardan yola çıkılan bir süreç olduğunun altını binlerce kez çizmişlerdir.
Bizde ise, günlük militan yaşamın ve en zor devrimci çalışma biçimi olan bire bir insan kazanma, bire bir çoğalma ve örgütlenme yönteminin reddine dayanan küçük burjuva kolaycılığının bir sonucu olarak, yerine göre fakülte kantinlerinde, yerine göre başımızı dışarı çıkarmadığımız 'illegal' yaşantı içinde, yerine göre, yarı legal ve part-time 'devrimciliğimiz' içerisinde, günün birinde kitlelerin akın akın devrimciliğe rücu edeceği hayalleri ile, süreçler devrim aleyhine harcanır.
Çünkü zaten ülkede yoksulluk vardır ve gün geçtikçe artmaktadır. Gelir dağılımı uçurumları, dünyanın en derin çukurlarıyla yarışacak boyutlardadır, baskı ve zulüm halkın aşından, ekmeğinden çok daha fazladır.
Öyleyse bu halk neden hala devrim saflarına gelmekte gecikmektedir. Birkaç eylem, bir kaç sansasyon, bu işi mutlaka çözecektir!..
Ama aslında onun için de, part-time devrimcilik değil, birer fedai olunmak gerekir ki, bu da bizim 'devrimcilerin' işine gelmediği için; çözümü bu yönde düşünsel olarak zorlamaya çalışmak, parti-örgüt merkezlerine yüklenmek, ve yine part-time çalışmak, devrim için en aklı selim olanıdır!...

Teslim edilen siyasal süreçler ve teslim edilen bir halk
Sosyalistlerin ve solcuların bu tür yaklaşımları, siyasal süreçlerin tümüyle Oligarşiye terkedilmesini ve onların objektif olarak çok güçlü oldukları bu dönemi, bizim de soldan güçlendirmemizi, çünkü muhalefetimizi esirgediğimizi, meydanı tamamen boş bıraktığımızı resmeder.
Siyasal süreci bu şekilde düşmana terkeylemenin yanısıra, uğruna kendimizi ve feda ettiğimiz halkı, düşmanla ve onun etkileme araçlarıyla başbaşa bıraktığımızı tanımlar. Bizim açımızdan durum budur. Halkımızı ve uğruna savaştığımız onun geleceğini, düşmana teslim etmek!..
Çok acı ve çarpıcı gelse de bu sözcüklerle ilk karşılaşma bilinçaltı bir tepki yaratsa da somut verilerimiz, ne yazık ki bunu ifade etmektedir...
Bütün bu yaklaşımlar ve düzen içinde bu tarzda duruşlar, seçimleri de önemsememeyi, seçim süreçlerini devrim mücadelesinin uzun erimli hedefleri açısından doğru değerlendirememeyi beraberinde getirmektedir.
Yüzyıl önce Bolşevikler'in özel bir dönemde, özel bir seçim taktiği olarak uyguladıkları "Duma'yı Boykot" tavrı, bizimkilerin, emeğin kurtuluşunu emeksiz gerçekleştirme tarzına çok denk düşmüş olacak ki durmadan bunu tekrarlayıp durdular. Yüz yıl boyunca...
Oysa seçim süreçleri, sonucun yine egemenler arası bir güçler paylaşımı şeklinde somutlaşacağı net olarak bilinse de; daima, devrimciler için son derece hassas ve doğru değerlendirilmesi gereken süreçlerdir.
Genelde, sol birliğin gerçekleştirilebileceği en elverişli dönemlerdir. Burjuvazinin bile seçim bloklarını tartıştığı, seçim ittifaklarına girdiği günlerde; bizim sol, seçim sürecini daima, yeni kamplaşmaların ve yeni parçalanmaların, ittifak düşmanlıklarının süreçleri olarak yaşamaktadır.
Seçim sonuçlarında, zaman zaman bu seçimlerde olduğu gibi katılma olanağı bulabilen bir çok 'partinin' toplam oylarının yüzde 1-2'yi dahi bulamaması, bir sonraki seçim için, ya da politik süreçler için, hiçbir dönemde gerekli derslerin çıkarılacağı bir sonuç olarak değerlendirilememektedir.
"Çalışmalarımız onlara mal olur, orada alacağımız oylar blokun oylarıyla karıştırılır, veriler bizim daha güçlü olduğumuzu gösteriyor, onlara ihtiyacımız yok, onlarla birlikte çalışmak çok zordur, daha geçmişte yaptıklarının hesabını vermediler, bizim ilişkilerimize zarar verirler, bizimle birlikte iken kendileri için çalıştıkları kadar çalışmazlar, şu konudaki görüşlerimizde ilkesel farklılıklarımız var" gibi gerekçelerle birlikten uzak duran sol güçler, sadece faşizmin ve genelde sağın yükselmesine, soldan objektif yardım paydasında birleşebilmektedirler.
Zaman zaman ifade edilen, 'toplamımız da reel olarak çok fazla bir anlam ifade etmeyecek' düşüncesi, kendini yanlız değerlendirmeye gelince, dev aynası görüntüleriyle çatışmaktadır. Ve sol, ne yazık ki bugün, nasıl bir dünyada, nasıl bir bölgede ve güçlendiği 1970'ler Türkiye'sine oranla alabildiğine değişen, nasıl bir ülkede mücadele etmekle başbaşa olduğunu değerlendirememe acizliğiyle maluldür.
Bütün bu gerçekler, solun güçsüzlüğünün coğrafyasının özelliklerini belirlemektedir. Solun bu gerçekleri görmezden gelmesi ise bu gerçeklere rağmen güçlenememesinin koşullarını oluşturmaktadır.
Seçim atmosferlerinde, halkın gözlerinin daha fazla ülke politikasına döndüğü günlerde, politik çalışma yapma olanaklarının ve düzeyinin daha fazla yakalanabileceği bu dönemler, genel çalışma biçimlerinin tümü için son derece iyi değerlendirilebilir. Militanların politik çalışmada pişmesi, militan adaylarının eğitimi için yine elverişli bir süreç olarak değerlendirilebilecek seçim dönemleri, örgütsel yeni alanların açılması ve yeni buluşmaların yaratılması için de oldukça elverişlidir.
Seçim sonuçları kadar önemli olan seçime katılım oranı, bu kez % 85'lere kadar yükselmiştir. Bu rakamın politik ve sosyolojik olarak büyük bir önemle irdelenmesi zorunludur. Halkın, apolitiklik sürecinden çıktığının, politize olmaya doğru yönelişinin rakamıdır bu... Ve halk, bu yüksek katılım oranı seçim sonuçlarının tercihleriyle birlikte değerlendirildiğinde, faşizme doğru politize edilmiştir/olmuştur.
Bir önceki seçimlerde, yani 24 Aralık 1995'e gelinirken, söz konusu seçimlerde birinci parti olan Refah'ın işlediği temaları hatırlayınız. Solun, on yıllardır en önemli sloganları olan, "hak, adalet, aş, iş" temalarını kullanan bu parti, sloganlardaki doğru tercihlerinin ötesinde, militan bir örgüt çalışmasını da yaşama geçirmişti.
24 Aralık 1995'e gelinirken ve o gün yaşanırken, herkesin gözüne çarpan en önemli nokta, Refah Partililerin disiplinli, özverili, aktif; yani militanca çalışmalarıydı. Çarşaflı kadınların, miting meydanlarını evini temizlercesine bir şevkle temizleyen, ev ev gezerek seçmen kazanan tavrını hatırlayınız. Aynı seçmen profili, 1999 seçimlerinde bu kez MHP için çalışıyordu.
91-98 arasında tam 8 hükümet değişti ve ekonomik sıkıntılarına çare arayan, birilerinin birbir türlü yolla bu çareleri kendi hayal sınırlarının da ötesinde bulduğunu gören, niceliği ve yoksulluğu her geçen gün büyüyen halkın en alt kesiminin sorunlarına çare bulunmadı. Halkın bütün bu açmazlarına, bir de genç evlatlarını yitirmenin olağanüstü duyguları eklenince, kendini kurda teslim etme, yani bıçağın kemiğe dayandığı noktanın ismini bizzat koyma süreci gündeme geldi.
Özveri gerektiren organizasyonlar ve özveri gerektiren seçmen tavrı, seçimlerin en önemli göstergelerinden biridir. Nitekim, yurtdışında yaşayan insanların oy kullanması konusunda yine bir sonuca varılamaması üzerine, geçen seçimlerde Refah partililerin yaptığını, bu kez MHP'liler yapmış ve uçaklarla sınıra taşınarak, oylarını kullanmışlardır. Özellikle Avrupa Ülkü Ocakları'nın bu konuda büyük bir organizeye gittiği gözlemlenmiş, yüzlerce MHP'li seçmen, gümrük kapılarına akın etmiştir. Bu sandıklarda oy kullanan ve Almanya'nın Frankfurt kentinden geldiğini söyleyen bir MHP'linin seçim öncesindeki sözlerine dikkat ediniz:
"Türkiye'de şimdi değişiklik zamanı. MHP bu seçimden çok güçlü olarak çıkacaktır. MHP, en azından yeni kurulacak hükümette koalisyon ortağı olacaktır. Güçlü, vatandaşına sahip çıkan bir hükümet istiyoruz. Oylarımız tüm insanlarımız için hayırlı olsun."
1999 seçimlerinde, sağından ya da "solundan" milliyetçilik kazanmıştır. Sağından ya da solundan, solculuk dibe vurmuştur.
Şimdi sadece şapkalarımızı değil, kafalarımızı da önümüze koyup, yeniden düşünme zamanıdır. Ve çok iyi bilinmelidir ki küfemizdeki hataların yoğunluğundan dolayı, bu 'çok iyi düşünme' sürecinin sonunda, bizleri ateş hattı beklemektedir.
Bu durumun değerlendirmesini, daha önce Barikat sayfalarında okumuştuk. 1980'lerde, solun kalesi diye bilinen illerde ve ilçelerde MHP'nin yükselişinin, çok somut bir göstergesini, MHP'li Turgutlu Belediye Başkanı şöyle ifade ediyordu: "Her gelen asker cenazesi, bana bin oy getirmiştir."
Öte yandan, ezilen halk güçlerinin mücadelelerinde, savaşılan devletin halkının kazanılması, önemli bir savaş taktiği olarak belirginleşir. Bizim yaşadığımız durum ise bu önemli gerekliliğin neredeyse tamamen gözardı edildiği, Türk emekçilerinin ve Türk halkının kazanılması şöyle dursun, savaşın 'Batı' da da onun yaşamının bir parçası olması taktiğinin savunulduğu bilinmektedir.
Öte yandan, Kürt halkının haklı ve saygın mücadelesi yükselirken, bu yükselişin, Türk halkının desteği olmaksızın somut sonuçlar yaratamayacağı teorik olarak kabul görse de, pratikte, bu yönde gerekli adımlar atılamamıştır. Bu eksiklik, sadece Türkiye Solu'na da mal edilemez. Sözkonusu önemli açığı kapatmak adına atılan yanlış adımların gerektiği gibi irdelenmesi zorunludur. Türk halkının, haklı Kürt mücadelesi için tarafsızlaştırılması, Kürdistan'daki mücadele için çok önemli bir adım olacakken, bu yönde herhangi bir adım atılmamıştır.
Tam tersine, Türk halkının kazanılmasından, Türklerden de dağda çarpışan gerilla kazanılması anlaşılmıştır. Türkiye Solu içinde mücadele eden Kürt kökenli devrimcilere hain gözüyle bakılması, Türkiye Solu'nun bu anlamda da eleştiriye uğraması, bilinen gerçeklerdendir. Enternasyonalizmin, ezilen halk tarafından böyle kavranması anlaşılabilir, ama savaş deneyimine ulaşmış bir partinin yönetimin, konuya daha sağlam ve uzun vadeli perspektiflerle bakması beklenir.

Tıkanıklığın adı: Yeni sömürge gerçeği
Devlet, Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı, Türk şovenizminin körüklenmesi için değerlendirirken, bunun örgütlenmesini iyi yapamadığı için, yine Refah'ın yükselişinde olduğu gibi, hesaplarını aşan bir sonuçla karşılaşmıştır. MHP'nin barajı aşması, bir DSP-ANAP koalisyonunda, üçüncü parti olarak bulunması, Oligarşi'nin hedefleri içinde bulunsa da, Bozkurtların böylesine büyük bir patlama yapması, sermayenin de hesaplarını aşmıştır.
Öte yandan, MHP'nin yükselişi için, dünya-bölge konjonktürünün de son derece elverişli olduğunu saptamak gerekir. Yine Refah'ın yükseliş döneminde ABD'nin "Yeşil Kuşak" projesinin etkilerine benzer şekilde, bu dönemde de, eski SSCB toprakları ve Balkanlar başta olmak üzere, etnik çatışmalar ve parçalanmalar körüklenmektedir. Yugoslavya, bunun en son ve en canlı örneğidir. Atomlarına bölünen bir Balkanlar için harekete geçmiş olan emperyalistler, Anadolu'da Türk milliyetçiliğinin bu denli örgütlü ve güçlü yükselişini, Pentagon planları içinde gerektiği gibi değerlendireceklerdir.
TV spikeri: "Yeni hükümetin kurulmasına ilişkin sorulara yanıt, Washington'dan geldi"
Cumhurbaşkanı Demirel, Washington'daki NATO zirvesinden açıklama yaptı: "Üç mayıs'ta yeni hükümet çalışmalarını başlatacağım. Biliyorsunuz ben bu konuda çok tecrübeliyim."

Irkçı milliyetçilik kuşağı
Kafkaslar-Balkanlar ve Ortadoğu üçgenindeki Türkiye'nin, dünyanın en önemli ateş çemberlerinden birinin içinde bulunduğu bilinmektedir.
50. yıl zirvesinde, değişen Yeni Dünya Düzeni için yeniden kurgulanan ve yeni işlevleri resmileştirilen NATO, bölgedeki gelişmelerde yine önemli roller üstlenmeyi sürdürecektir. Reel sosyalizmin çökertilmesinden sonra, "komünist tehlikeye karşı" örgütlendirilmiş olan NATO'nun işlevleri değiştirilmiştir. Şimdi artık, dünyanın yeni bir biçimde, yeniden paylaşımında, farklı roller üstlenecektir.
Bu arada, etnik temellerdeki savaşların kışkırtılması planlarının Türkiye'de de daha üst boyutlarda uygulanabilmesi için, MHP'nin önemli bir oy oranıyla iktidar ortağı olması, kuşkusuz Pentagon programlarına oldukça güzel oturmaktadır.
Halkın yönlendirilişi, ırkçı milliyetçiliğin bu dönem belirleyici argüman haline getirilmesinin ön koşulu olmuştur. Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın bugün içinde bulunduğu durum da, gereken elverişli ortamı yaratmıştır.Yeşil Kuşak döneminden sonra ırkçı milliyetçilik kuşağı, bölge üçgeninde her geçen gün biraz daha etkin hale getirilmektedir.
Durumu hem emperyalizmin küresel ve bölgesel politikaları, hem de halk açısından değerlendirmek ve bu iki vektörün kesişme noktalarını doğru değerlendirmek gerekmektedir. Bu kesişmenin nasıl oluştuğunu, çok büyük bir rolü olan 'halkın yönlendirilmesi' ile tanımlamak doğrudur ama, eksiktir. Tüm eksik tanımlamalarda olduğu gibi de gerçeklikle tam olarak örtüşmez.
Ülkemiz üzerinde Emperyalizmin, son dönem zaman zaman yerli işbirlikçileri ile de tam olarak uyuşmayan politikalarının yanısıra, halkın da arayışları vardır. Bu arayış süreci, 1980 Açık Faşizminin ilk şokunun yaşandığı günlerden sonra, tepkisel ve sürekli değişen eğilimler yansıtmıştır. Türk halkı, sol dışındaki tüm seçenekler üzerinde reaksiyon ve arayış oyları vermeye başlamıştır.
Anımsanacağı gibi, ilk olarak Faşist Cunta'nın lanse ettiği parti olan, MDP'yi reddetmiştir. Ama ona karşı gösterdiği tepkiyi, "dört eğilimin birleştirildiği ortadirek partisi" olarak sunulan ANAP ile ifade etmiştir. ANAP döneminde, 'hangi yoldan ve nasıl olursa olsun kişisel kurtuluş' teması, halkın değer yargılarının tümüyle çözülmesini de doğurmuş ve değer yargısızlığın yeni bir değer yargısı olduğu uzun döneme girilmiştir.
Bu gerçeklik henüz değişmemiştir. MHP patlamasında, evet, azgınlaştırılan milliyetçiliğin rolü büyüktür ama bu tercihte halkın bireysel-ekonomik araşıylarının rolünü de azımsamamak gerekir. Bugün Meclis'e çeteciliğin, yolsuzlukların, kaçakçılıkların tescilli elemanları olarak girmiş MHP'li şahısların özellikle tercih edilmesinde, ırkçı milliyetçilik için verilen oyların yanısıra, başka faktörlerin de rolü vardır.
Halk, sözettiğimiz yeni değer yargıları nedeniyle, çeteciliği, yolsuzluğu, kaçakçılığı 'aklamıştır.' Aksi halde, yolsuzluk ve çetecilikten görece en fazla uzak kalmış olan ve bazı milletvekilleriyle, özellikle meclis komisyonlarında ciddi çalışmalar yürütmüş CHP'nin Meclis'ten kovulmasını izah edemezsiniz.
Bu durumu sadece 'halkın hafıza zayıflığı' na bağlamak doğru değildir. Halk, bireysel kurtuluş için yeni ekmek kapıları aramaktadır. Seçimlerde sunulan ekonomik programlar ve ülke genelini ilgilendiren vaatler, onu fazlaca ilgilendirmemektedir. O, Refah'ı yükseltirken de, MHP'yi yükseltirken de; orada kapılanmayı, tercihi dolayısıyla doymayı hesaplamıştır en fazla. Bu tür hesapların seçimlerde oynadığı rol, azımsanmayacak bir roldür.
Öte yandan, Türkiye'de bugün partilerin 'ideolojisinden' sözetmek de doğru değildir. ANAP, DYP gibi partileri zorla merkez sağa, DSP'yi zorla merkez sola, RP, FP, MHP gibi partileri de radikal sağa yerleştirerek bir ideolojik parti yelpazesi elde edemezsiniz. Burada artık, ideolojilerden değil, eğilimlerden söz etmek daha doğrudur. MHP örneğinde olduğu gibi, ancak ve ancak, daha aşırı ve daha keskin eğilimlerden... Aksi takdirde, 'anti-siyonist' söylemin bir numaralı adamı olan Erbakan'ın, en önemli TC-İsrail İşbirliği Antlaşmalarının altına imza atmasını, Çiller'in gün aşırı değişen prim zigzaglarını, ANAP'ın 'dört eğilimi' bünyesinde toplayabilmesini, Ecevit'in güvercininin Bozkuş'a dönüşmesini ve döneme damgasını vuran bütün bu değişimleri açıklayamazsınız.
Geri bıraktırılmış ülkelerde gerçek anlamda sosyal demokrasinin varlık zemini zaten yoktur. Bunun yanısıra, Yeni Dünya Düzeni içerisinde, merkez sağın da zemini kaybolmuştur. Dinsel ve etnik gericiliklerin programlandığı bu ülkelerde, halkın tepkileri, buralarda toplanmaktadır. Diğer partiler, bu partilerin misyonlarını çalmaya çalışmakta ve o oranda oy toplamaktadırlar.

Bozkurtların yükselişinin anlamı yeni Maraşlardır
Bütün bunlara rağmen, burjuva gazetelerinde bazı "solcu" kalemşörlerin yazdığı ve inandırmaya çalıştığı gibi, MHP, değiş-me-miş-tir ve bu düzenin en ırkçı, en tehlikeli, en saldırgan çeteci katillerinin partisidir.
Bütün zorlamalara rağmen kurdun kuzu postu giyerek kuzu olması, mümkün değildir. Kaldı ki bu çabalar, MHP dışından sarfedilmektedir.
Şu ana kadar görüldüğü üzere, MHP'nin; MSP-RP-FP gibi farklı görünme çabası da yoktur. MNP geleneğinin partileri gibi, bu çizginin partileri, kapatılma ya da kovuşturmaya uğraması tehlikesi altında da olmamışlardır.
Onlar, devletin özel görevlerinin kahraman evlatlarıdır ve fikirleriyle daima iktidarda olmuşlardır. Şimdi, değişen, en örgütlü, en resmi halleriyle iktidarda olmalarıdır. Ve bu durum, kimseyi pembe hayallere kapılmaya itmemelidir. Fakat, 'zaten vardılar, değişen fazla bir şey olmayacak' türünden yaklaşımlar, en azından politik hafifliğin ürünüdür. Halkımızın, ülkedeki en tehlikeli ve militan ırkçıları iktidar koltuğuna taşıması sayesindedir ki, yeni Kahramanmaraş, yani 16 Mart, yeni Bahçelievler katliamları, artık yarı resmi değil, resmi olarak işlenecektir.
Bizzat bu katliamların katilleri, bakanlık koltuklarına oturacaklardır ve bu durum karşısında, artık kafaların öne konularak bin kez düşünülmesi, her türlü zorluğa hazırlıklı olunması gerekmektedir.

MHP'nin kazandıran taktikleri
Birileri, "yemek pişirildiği sıcaklıkta yenmez" dediler.
Birileri, "seçimin galibi devlet" dediler.
Komutanlar, milletvekillerinin yemin töre ninde tam kadro hazır bulundular ve MHP'li türbanlı milletvekili Nesrin Ünal'ın türbansız bir şekilde yemin etmesinden sonra, memnun bir şekilde meclisten ayrıldılar.
Evet, devlet için kurşun atan devletin kahraman çocukları, kravatlarını bağlayarak ve türbanlarını çıkararak devletin en önemli kurumunda da var olma rüştüne erişmişlerdi.
Seçimin galibi, gerçekten devlet'ti...
RP milletvekili, ABD vatandaşlığı diğer milletvekillerimize nazaran deşifre edilmiş olma farklılığı taşıyan Merve Kavakçı'nın türban şovu ya da bütçenin olağanüstü açık vermesi, AB ile ilişkilerdeki 'kişilik' tartışmasının en geri düzeylerden yapılıyor olması, memurların çığlıklarının duyulmaması, işçilerin bu ülkedeki varlığının gerçekliğinin tartışılacak boyutlarda seyretmesi... Seçimlerle ya da ülke gerçeklikleriyle ilgili olmayan verilerdi!...

"Susurluk"un en güçlü süreci
Gündem yazılarında, değişmeyen ara başlıklarımızdan biri de hep "Susurluk" oldu. Susurluk'un devlet içindeki etkinliğini ve bu etkinliğin özellikle son dönemlerde büyük bir hızla yükselen trendini, dünya ve bölge koşullarının yanısıra, ülkemizdeki ilişki ve çelişkilerin sözkonusu yükselişe ne denli elverişli bir zemin sunduğu görüyor ve bundan haklı bir endişe duyuyorduk.
Ufuktaki güzel adaya varmak için, gözlerini sadece adaya diken ve denizin, yanıltıcı uzaklık-yakınlık gerçeğini göremeyen devrimciler, oraya varmak için dalgalarla boğuşmak zorunluğunu, denizin cilveleriyle iyi hesaplaşmak gerektiğini göremezler-göremediler.
Biz her dönemde, adayı uzaktan görebilmek nedeniyle ona giden uzun yolun yok sanılmaması gerçeğini, dalgaların tehlikelerini, bu dalgalardaki kırılmanın yaratacağı sonuçları, denizdeki yanılsamaların iyi kaptanlar için bilinmesi gereken gerçeklerden olduğunu, tayfaların aldatılmaması gerektiğini vurguladık.
"Tamam, adayı gördüm, birazdan oradayız" çığlıklarının ve bu coşkun çığlıklar içerisinde, dalgaların sesinin duyulmaması gerçeğinin tehlikelerinin altını hep çizdik.
Evet, kaptanın yola çıkma esprisi, kuşkusuz adayı görmesiyle örtüşür. Ama oranın ne kadar uzak olduğunu, denizdeki engelleyici dalgaların bazen ne kadar hırçın ve geciktirici olabildiğini; bunlarla savaşabilmek, bunları yenebilmek için gözlerimizi sadece adaya dikmek yerine, her dem denizin koşullarını gözetebilmenin ve iyi değerlendirebilmenin, adaya varmayı sağlayacak en önemli koşullardan olduğunu bilmek gerekir.
Susurluk'un resmi temcilcileri olan Mehmet Ağar, Ünal Erkan, Hayri kozakçıoğlu, Bucak, yine meclisteler.
Bunların misyonu, katliam, yargısız infazlar, faili devlet kayıplardır.
Şimdi bunlara, yeni "eski katiller eklendi".
Mehmet Gül: Şimdi İstanbul milletvekili. 16 Mart katliamı sanığı. İstanbul Üniversitesi'nin "Reis"i. İstanbul Ülkü Ocakları Şube Başkanı.
Mustafa Verkaya: Şimdi İstanbul Milletvekili. MHP'nin silah kaçakçısı. Fatih Ülkü Ocakları Başkanı. Abdullah Çatlı, Ökkeş Çokuzun, Gabriel Aktürk ile ilişki halinde silah kaçakçılığı yaptığı belgelendi.
Ahmet Çakar: Şimdi İstanbul MHP milletvekili. 16 Mart katliamı sanıklarından.
Celal Adan: Şimdi DYP milletvekili. 16 Mart katliamı ve DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in katline karıştı. Yılma Durak'a bağlı olarak, İstanbul'un en etkin grubu içinde, Mustafa Verkaya ve Mustafa Mit ile çalıştı. Kemal Türkler'in adresini, Bahçelievler katliamını gerçekleştirenlerden Ünal Osmanağaoğlu'na verdi. DYP'li olduktan sonra da "tarihini" inkar etmedi ve Flash TV baskınında başrolü oynadı. Budapeşte'de Mesut Yılmaz'ın dövülmesi olayına karıştı.
Armağan Yılmaz ve diğer sanıklarla bu liste oldukça uzuyor.

Seçim yolsuzlukları
HADEP: Diyarbakır, Muş, Batman, Hakkari, Van'da, HADEP kazandı.
15 Kürdistan ilinde HADEP'in aldığı oy oranı % 30...
Van'da HADEP oylarının bulunduğu çok sayıda pusula yakıldı. Batman ve Siirt'te, sayım işlemleri sırasında HADEP görevlilerinin bulunması engellendi. Baykan ilçesinde, sandık görevlilerinin yaptığı usulsüzlük sonucu, HADEP oyları geçersiz sayıldı. Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı Bekirhan Beldesi'ne bağlı köylerde, sandıklar, oy verme işleminin ardından jandarma karakoluna götürüldü. Oylama işlemi sırasında, DYP dışındaki partilerin müşahit bırakması, askerlerce engellendi.
Sason ilçesine bağlı Sarıyayla ve Örenağa köylerindeki yaklaşık 500 oy, Nazmi Yaşar tarafından, DTP milletvekili olan ağabeyi Hüseyin Yaşar lehine kullanıldı.
Siirt'in Baykan ilçesinde, HADEP'in 500 oyu iptal edildi. İlçe merkezinde kurulan 68 sandıkta,görevliler çok sayıda zarfa, önceden Bağımsız milletvekili adayı Kasım Ceylan'ın seçim kartlarını koydu.
Ziyaret Beldesi'nde,HADEP'lilerin sayım işlemi sırasında hazır bulunmaları, askerler tarafından engellendi. HADEP'li belediye başkan adayı Muzaffer Çınar, belde sınırları dışına çıkmaya zorlandı. Yine bu beldeye bağlı bazı köylerde, açık oylama yapıldı ve bazı köylerde, çok sayıda oy, keyfi biçimde geçersiz sayıldı.
Amed'in Bismil ilçesine bağlı onlarca köyde, asker denetiminde oylamanın açık yapılması dayatıldı ve korucuların silahlarının gölgesinde, açık oylama yaptırıldı...
Böylece, bir seçim, demokratik TC'nin en önemli demokrasi göstergelerinden biri olarak 'gerçekleştirildi' ve Kenan Evren'in dahi oyunu verdiğini açıkladığı "sol" parti DSP ile, Susurluk sanıklarını bakanlık koltuklarına oturtan MHP, iktidar partileri olarak, faşizmin seçim sandığından çıktı...
Bu 'demokrasilerin' seçim sandıkları ne ilginçtir ki, bir çağı kana bulayan Adolf Hitler de sandıktan çıkmıştır.
Bunu bilmemek ya da unutmak için, daha çok erkendir!...
Ve o da kuşkusuz, milyonlarca insanın katili olacağım diye oy istememiştir, demokratik ülkenin en büyük demokrasi oyununda, kendisine oy vermesini istediği seçmenden...
Herşeyin alternatifinin üretilmesi, şimdi sadece ve sadece, devrimci direniştedir.

 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92