Koyunların
Tercihi Bu Kez Kurdun Kendisi Faşizmin Seçim Baharı
Ve Şimdi Devrimci Direniş Zamanı
Ufuk Zaloğlu
|
18 Nisan 1999 seçimlerinde, faşizm gerçekten büyük
bir zafer kazandı.
Seçim sürecini, seçimlerin yapıldığı dünya, bölge ve
ülke iklimi açısından irdelemeye geçmeden önce, seçim
sonuçlarını önümüze objektif olarak koyabilmek gerekiyor.
Seçimlerde, 37.5 milyon seçmen oy kullanmıştır. Bu,
kayıtlı seçmen sayısının % 87'sidir. Katılım oranı,
gerçekten oldukça yüksektir ve burjuva partileri sözkonusu
durumu: "Milli irade coştu. Sandık önünde izdiham
yaşandı" şeklinde ifade etmiştir.
Bu seçim sonuçları bazında, halkta, görece de olsa bir
"bilinçlenme" olduğundan, kuşkusuz söz edilemez;
ama halkta bir tavır olduğu çok nettir.
Bir reaksiyon süreci içine girildiği, politikaya küskün,
kayıtsız ve anti-politik kitlelerin politik bir yönelim
içinde olduğu, doğru saptanması ve önemle değerlendirilmesi
gereken bir gerçektir. Peki, halkın yöneliminin, kendisi
için en tehlikeli alternatife doğru kaymasının altında
yatan gerçekler nelerdir?
Halkın on-onbeş yıl süren küskünlüğünü, önce RP ile,
şimdi de MHP ile dillendirmesinin, anti-politiklikten
çıkış sürecini bu şekilde ortaya koymasının sanığı,
sadece 'Yeni Dünya Düzeni' + devlet + halk mıdır? Ya
da, biraz daha geniş bir politik söylemle ifade etmeye
kalkışırsak; 'reel sosyalizmin çözülüşü, emperyalizmin
rolü, medyanın yönlendirmeleri, vb' midir?
Ve bütün bu grafiklerde bizlerin rolünün, bizler tarafından
çok daha fazla tartışılması gerekmez mi?
Öte yandan, ülkemizdeki son seçim verilerinin en önemli
göstergelerinden biri, bölgeler arası derin farklılıklar
ve geçen seçimle bu seçim arasındaki kaymaların anlamıdır.
Seçim sonuçlarına bu yönleriyle baktığımızda; Marmara
ve Ege'de, önemli bir DSP yükselişi görüyoruz. Bu bölgelerde
milli gelir, diğer bölgelere oranla çok daha yüksektir.
Örneğin Kürdistan'ın üç katıdır...
Geçen seçimlerde daha çok Refah'ı tercih ettiği görülen
İç Anadolu ve Karadeniz ise, bu seçimlerde özellikle
MHP'ye yönelmiştir.
Bu bölgeler, Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı için TC'nin
en fazla asker göndermeyi tercih ettiği ve en fazla
asker cenazesi karşılayan bölgelerdir. Sözkonusu bölgelerin
milli gelir oranı ise, Kuzey Kürdistan'a oranla çok
fazla yüksek değildir.
Kürdistan'da, herşeye rağmen; tüm baskı ve teröre, bu
baskı ve terörün seçimler bazında da alabildiğine uygulanmasına
rağmen HADEP, ciddi bir başarı kazanmıştır. Ama yine
bu noktada sorgulanması gereken bir gerçek daha vardır
ki; Kürt nüfusun batıya göç eden kesiminde, yeri geldiğinde
PKK yandaşı gösterilere katılabilen insanlardan dahi,
bu katılımlar ölçüsünde de olsa, HADEP oyu çıkamamıştır.
Bu gerçeklik de, ciddi biçimde değerlendirilmesi gereken
önemli bir veridir. Farklı nedenler bularak, durumun
gerektiği gibi saptanmasından bizi alıkoyan, engelleyen
barikatlardan sakınmamızı gerektiren önemli verilerden
biridir.
Bu durum, öteden beri önemle altını çizmeye çalıştığımız
bir gerçeğin, batıdaki Kürtlerin ve onlarla birlikte
en azından tarafsızlaştırılması zorunlu olan genel halk
kitlesinin kazanılması-kaybedilmemesi için gerekli taktiklerin
uygulanması çağrımızın bir kez daha hatırlanmasını zorunlu
kılan bir sonuçtur.
Öte yandan, yerel seçimlerdeki FP oylarının; FP'li belediyelerin
halkın sırtından sağladığı "ucuz ekmek, bedava
kömür, erzak" gibi konulardaki rolü unutulmamalıdır.
Ve bununla birlikte, bu argümanların 'kullanılmasının',
bütün yıpranmışlığına rağmen, halkın acil sorunlarının
yanıtlanması bazındaki öneminin, bir kez daha kavranması
gerekir.
MHP oylarındaki yükselişin, azgınlaşan-azgınlaştırılan
Türk milliyetçiliği, yeni bir aş-iş kapısı, gençlerin
reaksiyoner özelliklerinin bu partide devlet ve düzen
yanlısı bir tarzda açılım bulabilmesi ve özellikle yoksul
kesimlerden gelen genç oyların bu şekilde kazanılma
şansının yüksekliği, dünya-bölge düzleminde ırkçı dalganın
gündemde oluşu, Kürt Ulusal Mücadelesi'nin ve Türkiye
Solu'nun yanlışları, merkez sağın anlam yitirmesi dolayısıyla
buradaki emanet oyların yeniden MHP'ye kayışı, sol dahil
diğer kesimlerin halkın 'nasıl olursa olsun, acil çözüm'
beklentilerini kavrayamaması ve buna yönelik gereken
yanıtları üretememesidir.
Bıçağın kemiğe dayandığı yerde, halk, en keskin çözüm
verilerine yönelir. O, bıçağın kendisini kesecek olduğunun
bilincinde olsa da, olmasa da...
Ki, bu seçimlerdeki tercihlerde; 'bilincinde olmak ve
olmamak' aynı noktada kesişmiştir.
Bu da, halkın durumunun tahlil edilmesi bakımından,
ayrı bir önemli veridir.
Solun durumu, özel bir başlık konusu olarak ele alınacaktır.
Son seçimlerde; Milletvekili, Belediye ve Belediye Meclisi
seçimlerinde farklı partilere oy verme oranı, şaşırtıcı
düzeylerdedir. Üstelik bu seçim tercihlerini farklı
kullanan seçmenin, aynı zamanda % 30'u, okuma yazma
bilmemektedir.
Öte yandan son seçimlerde, baraj nedeniyle 5 milyondan
fazla oy, sonuçlara yansıyamamıştır. Bu oran, % 17'dir.
Yani MHP'nin aldığı oylara eşit düzeyde bir oy, sandıkta
kalmıştır.
Fakat yine bu seçimlerde, geçersiz oy oranı, diğer seçimlere
nazaran son derece azdır. Yani seçmen, yasak savma anlamında
değil, büyük bir titizlikle oy kullanmıştır. Oran, %
3,5...
Yolsuzluklar, hırsızlıklar, Susurluk, sandığa tersinden
yansımıştır. Ve sözkonusu bu ters orantının siyasal,
sosyal, etik, psikolojik çözümlemelerini doğru dürüst
yapmadan bu ülkede siyaset yapmak, denizde çelik çomak
oynamaya çalışmak gibi olur.
Apo'nun yakalanışı ve bu sürecin faşizm tarafından ırkçılığın
yükselişi için gerektiği gibi değerlendirilmesi; onun
net bir direniş tavrı içine girmeyerek farklı yönelimlerle
o süreçte bile taraftarları, mücadele dostlarını en
hafif deyimle tedirgin etmesi ise, sandığa doğrudan
yansımıştır.
1999 seçimlerinde büyük bir çoğunlukla ve bütün güçlüklere
rağmen sandığa koşan seçmenin, bazı konulardaki istismarlara
fazlaca prim verdiği bir önceki seçimlerin de özeleştirisini
yaptığını görüyoruz.
Bu seçimlerde seçmen, milliyetçiliğin de, Atatürkçülüğün
de, türev unsurlarına değil, bizzat kendilerine oy vermeyi
tercih etmiştir. TC siyasetinde rol oynayan güçlerin,
olguların siluetlerine değil, bu kez bizzat kendisine
yönelerek, geçen seçimlerdeki tarzını bir anlamda netleştirmiştir.
Türk-İslam sentezinin ve dünyada Türk adının belirginleşirilmesinin
militan partisi, gerçekten de MHP'dir. Gerçeği dururken,
beşinci dereceden kopyalarına ve öykünmelerine, oy verilmemiştir.
Ve özellikle dikkat edilmelidir ki militan Türk milliyetçiliğinin
bu yeni "diriliş iklimi', MHP'nin, iç sorunlarıyla
boğuşmalarından, parçalanmalarından ve Türkeş ya da
'Başbuğ' sonrası problemlerden yeni yeni çıkmaya çalıştığı,
aslında bu anlamda oldukça sorunlu olduğu bir dönemde
yaşanmıştır. Bütün gürültüye rağmen eskiye oranla, Devlet
Bahçeli'nin, bıyıksız oluşu, parti işaretini biraz daha
kibar verişi, 'beyaz çorap sevmeyişi', belki daha az
erkek oluşu dışında bir değişiklik yoktur. Bunun özellikle
altını, üstünü, her yanını, çizmek zorunludur...
Bertolt Brecht'in bir sözü vardır: "Kırpıcı, yemleyici
ve besleyicilerden hoşnut olmayan kuzular, bir defa
da kasabı sınamaya karar verir."
Bu "sınamanın" nelere mal olacağını, "bekleyip
göreceğiz" değil, biliyoruz. Bu sınama, daha fazla
kan, daha fazla gözyaşı ve ülkenin en militan faşist
kadrolarının devlette artık resmi olarak varoluşu, daha
geniş olanak ve kadrolarla örgütlenişi anlamına gelmektedir.
Seçimlerde Belediye Başkanlıklarının çoğunu MHP kazanmıştır.
80 ilin dökümü şöyledir:
MHP: 21, FP: 16, CHP: 10, ANAP: 10, DSP: 8, HADEP: 5,
DYP: 3...
Genel seçim yüzdeleri ise bundan epeyce farklı:
Partiler Oy oranı Milletvekilli
DSP: % 22.17 136
MHP; % 17.98 129
FP: %15.39 111
ANAP: %13.22 86
DYP: % 12.03 85
CHP: % 8.19
Bir de son üç genel seçimin sonuçlarına göz atalım:
1991 1995 1999(%)
FP: 16.9 21.4 15.39
ANAP: 24.0 19.6 13.22
DYP: 27.0 19.2 12.03
CHP: 20.0 10.7 8.2
Sonuçta, % 22'den fazla oy alabilen bir parti yok. Meclise
yansıyamayan oylara denk bir oy oranı ile, MHP'li katiller,
lacivert takım elbiseleri ve kravatları ile, devletin
resmi makamlarında... Hiçbir oran ve hiçbir rakam, bu
gerçeği değiştiremiyor.
Bölgesel farklılıkların anlamı
Seçimlerde, partiler değişik bölgelerde oldukça değişik
sonuçlar elde ettiler. Bunun anlamının iyi değerlendirilmesi
gerekir. Sadece Kürdistan ve Batı arasında bariz bir
farklılığın gündeme gelmesinden öte, bölgelerin özgün
durumlarının, oylara değişik biçimlerde yansıdığı görüldü.
Öncelikle konuya ilişkin verilere bir göz atalım:
Marmara, Ege ve Karadeniz Bölgelerinde DSP birinci parti.
Akdeniz ve İç Anadolu Bölgelerinde MHP birinci parti.
Doğu Anadolu'da RP birinci parti.
Güneydoğu Anadolu'da HADEP birinci parti.
Kürdistan'ın iki ayrı bölgesi dahil, TC sınırlarındaki
her bölgenin birinci partisi farklı...
Bu bağlamdaki diğer sonuçlara gelince:
Marmara: DSP, FP, ANAP, MHP, DYP, CHP, HADEP.
Ege: DSP, MHP, ANAP, DYP, CHP, FP, HADEP
Akdeniz: MHP, DSP, DYP, CHP, ANAP, FP, HADEP.
İç Anadolu: MHP, FP, DSP, DYP, ANAP, CHP, HADEP.
Karadeniz: DSP, ANAP, MHP, FP, DYP, CHP, HADEP.
Doğu Anadolu: FP, MHP, DYP, HADEP, ANAP, CHP, DSP.
Güneydoğu Anadolu: HADEP, DYP, FP, ANAP, MHP, DSP, CHP.
Bölgeler arasındaki bu derin uçurumların değerlendirilmesi,
1999 seçim sonuçlarının genel değerlendirilmesi kadar
büyük önem taşımaktadır. Bir bölgede sonuncu olan bir
partinin bir başka bölgede birinci olması, ülkeler arası
bir sonuç gibidir ve gerçekten de öyledir...
Öte yandan, bir Kürdistan parçası olan 'Doğu Anadolu'da,
FP, MHP, DYP ezici etkinliği, hafife alınmadan, gereken
ciddiyetle değerlendirilmelidir. Burada yaşananlar,
buradaki çelişkiler, yöredeki Kürt halkının ve bazı
diğer azınlıkların bu tavırları ve bunun nedenleri,
doğru ve sağlam değer yargılarıyla çözümlenmelidir.
Bu çözümlemelerdeki hatalarımız da, gelenek olduğu üzere,
bizim dışımızdaki başka bazı nedenlere dayanarak açıklanmaya
çalışılmamalıdır.
MHP'nin bütün bölgelerde genel bir yükseliş içinde olduğu
gerçeği, asla gözden ırak tutulmaması gereken ürkütücü
ama ne yazık ki somut bir gerçektir. Seçimlerin en genel
paydası budur.
Bütün bölgeler açısından geçerli tek gerçek budur. Kürdistan
da dahil olmak üzere, merkez sağa ya da çeşitli türlerden
'sola' değil, Türk milliyetçiliğinin yükselişine ilişkin
kalın bir vektör belirmiştir. Bu vektörün varlığını
ve var olma nedenlerini doğru değerlendiremeyen veya
yıllardır at gözlüğünü ne yazık ki çıkaramamış olan
olan 'sol'umuzun geleneğini sürdürerek görmezden gelen
olursa; bilinmeli ki TC sınırları içinde bu dönemde
politika yapmaktan men edilmiş güçlerden biri olmaktan
kendini kurtaramayacaktır.
Partilerin barajın altında kalma durumları da, ayrı
bir özgün göstergeler tablosu olarak önümüzde durmaktadır:
Marmara'da: DYP, CHP, HADEP
Ege'de: CHP, FP, HADEP,
İç Anadolu'da: ANAP, CHP, HADEP
Doğu Anadolu'da: ANAP, CHP, DSP
G.doğu Anadolu'da: CHP, DSP, MHP
Akdeniz'de: FP, HADEP
Karadeniz'de: CHP, HADEP
barajı aşamadılar.
DSP ise, batıda % 54'lere fırlarken, Kürdistan'da %
6'lara kadar düşmüştür. Bu büyük uçurum, oldukça önemlidir.
18 Nisan öncesinde, Ecevit'in önemli bir yükseliş grafiği
içine girdiği, seçim tahminlerinin ortak paydası olarak
bütün kesimler tarafından ifade ediliyordu. Fakat sadece
o kadar!.. Oligarşi'den sola uzanan geniş siyasal yelpaze
içindeki güçlerin hiçbiri, seçim sonuçları sürprizlerini,
bu ölçekte değerlendiremedi.
Çeşitli nesnel nedenlerin üzerinde yükselen ve iyi çalışan,
olanakları kendisi için doğru değerlendirme ivmesini
yakalayan MHP'nin yaygınlaştığı görülüyordu. Seçim sonuçlarına
yansıması yönüyle, bu durumun nedenleri tahlil ediliyordu.
Ne var ki, böylesine büyük bir patlama yapacağını, açıkcası
MHP yöneticileri dahi hayal edememişti.
CHP ise, bütün kendisinden yana yükselen dalga olanaklarına,
'yine de' tanımlamasıyla verilmiş desteklerine rağmen,
bütün ehven-i şer tercihlere rağmen; gelişimlerin, eli
değil, parmağı kıpırdatsan sana akabilecek olan eğilimlerine
rağmen, özellikle genel başkanının durumuyla, dibe vurmayı
'başardı'.
Son iki yıldaki gelişmeleri izlerken, sık sık kendimize
sorduk: "Bu genel başkan, bazı güçler tarafından
CHP'yi bitirmek için görevlendirilmiş bir şahıs mıdır?"
diye... Ve O'nun da; ABD ile garip, ilginç ilişkileri
olduğu, politikayı sadece birinci sayfa manşetlerinden
izlemeyenler için, her gün biraz daha çıplaklaşan bir
gerçekti ne yazık ki...
Sonuç olarak; devlet sözcüleri tarafından bile, "deprem"
olarak nitelenen bir seçim sürecinden geçtik.
Solun dibe vuruşu
Oysa, devrimciler tarafından bilinmesi gereken bir tarihsel
gerçeklik vardı: Yükselen toplumsal dalgaların her kırılışı,
onu gerektiği gibi karşılayamayanların, o dalganın içinde
boğulmasını getirirdi. Bu , toplumsal tarih biliminin,
temel verilerinden biri idi...
Ve son dönemlerde ne yazık ki, bütün sınavlarında tökezleyen
sol, yine halkın, ülkenin ve kendisinin gerçekliklerinden
uzak bir atmosferde yaşamayı (?) sürdürüyordu.
'Radikal' devrimcilerden, düzen içi sol eğilimli insanlara
kadar uzanan çizgi üzerindeki ortak ruh ve davranış
hali bu idi. Her başarısızlık, materyalizmin öğretilerinin
biraz daha uzağına düşmeyi doğuruyor, başarısızlığı
yenmenin sosyalistlere özgü refleksleri; düşüncede ve
davranışta, giderek biraz daha yitiriliyordu.
Ve biz seçimlere, Türk şovenizmini körükleyen eylemlerin
sınırsızca gerçekleştirildiği, zayıf gücümüzü biraz
daha parçalama tarzının doruğa çıktığı, emperyalizmin
ve Oligarşi'nin bu özel taktikleri karşısında hiçbir
özel taktiğin geliştirilmediği bir sarhoşluk sürecinde
girdik.
Ayrıca yine aramızdan bazıları için, seçim döneminin
herzamanki gibi, çok fazla bir önemi yoktu. "Çare
Seçimde Değil, Devrimde" idi. Nasılsa bu ülkeyi
yine egemenler yönetmeye devam edecekti...
Bu primitif, kolaycı ve aslında apolitik ve pasifist
yaklaşımlara, bir de Türkiye Solu'nda artık bir anlamda
gelenekselleşmiş olan "seçimlere yönelik tavır
tarzı" olan "boykot" eklenince; yine
böylesine önemli bir süreç, teğet geçildi.
Seçim süreci doğru değerlendirilse, duruma her yönüyle
daha doğru bakılabilse, seçim sonuçlarını değiştirebilme,
ya da önemli ölçüde etkileyebilme şansına sahip miydik?
Hayır!
Fakat bütün bunlara rağmen rasyonel ve uzun devrim yürüyüşünün
taşlarını döşeyebileceğimiz davranış tarzının egemen
siyasal tavır haline getirilebilmesi, ön açıcı ve birbirini
besleyen, geliştiren süreçlerin örülmesi anlamında en
azından başlatılabilmesi, yaşamsal öneme sahipti...
Bu ilk adım bilinci yerleşmeden, bombanın gövdemizde
patlamasından başka bir şansa sahip olamama koşullarındaki
bizler, bulunduğumuz yerlerden, faşizmin bu denli yükselişi
için, 'emeğimizi esirgemiyoruz.'
Hiçbir Marksist önder, çözümün devrimde olduğu bilinci
ile, dönemsel kazanımlar için mücadele bilincini karşı
karşıya getirmemiştir. Tam tersine, nihai çözüm olan
devrimin, fabrikalardan, tarlalardan, güncel siyaset
içinde biriktirilen sonuçlardan yola çıkılan bir süreç
olduğunun altını binlerce kez çizmişlerdir.
Bizde ise, günlük militan yaşamın ve en zor devrimci
çalışma biçimi olan bire bir insan kazanma, bire bir
çoğalma ve örgütlenme yönteminin reddine dayanan küçük
burjuva kolaycılığının bir sonucu olarak, yerine göre
fakülte kantinlerinde, yerine göre başımızı dışarı çıkarmadığımız
'illegal' yaşantı içinde, yerine göre, yarı legal ve
part-time 'devrimciliğimiz' içerisinde, günün birinde
kitlelerin akın akın devrimciliğe rücu edeceği hayalleri
ile, süreçler devrim aleyhine harcanır.
Çünkü zaten ülkede yoksulluk vardır ve gün geçtikçe
artmaktadır. Gelir dağılımı uçurumları, dünyanın en
derin çukurlarıyla yarışacak boyutlardadır, baskı ve
zulüm halkın aşından, ekmeğinden çok daha fazladır.
Öyleyse bu halk neden hala devrim saflarına gelmekte
gecikmektedir. Birkaç eylem, bir kaç sansasyon, bu işi
mutlaka çözecektir!..
Ama aslında onun için de, part-time devrimcilik değil,
birer fedai olunmak gerekir ki, bu da bizim 'devrimcilerin'
işine gelmediği için; çözümü bu yönde düşünsel olarak
zorlamaya çalışmak, parti-örgüt merkezlerine yüklenmek,
ve yine part-time çalışmak, devrim için en aklı selim
olanıdır!...
Teslim edilen siyasal süreçler ve teslim edilen bir
halk
Sosyalistlerin ve solcuların bu tür yaklaşımları, siyasal
süreçlerin tümüyle Oligarşiye terkedilmesini ve onların
objektif olarak çok güçlü oldukları bu dönemi, bizim
de soldan güçlendirmemizi, çünkü muhalefetimizi esirgediğimizi,
meydanı tamamen boş bıraktığımızı resmeder.
Siyasal süreci bu şekilde düşmana terkeylemenin yanısıra,
uğruna kendimizi ve feda ettiğimiz halkı, düşmanla ve
onun etkileme araçlarıyla başbaşa bıraktığımızı tanımlar.
Bizim açımızdan durum budur. Halkımızı ve uğruna savaştığımız
onun geleceğini, düşmana teslim etmek!..
Çok acı ve çarpıcı gelse de bu sözcüklerle ilk karşılaşma
bilinçaltı bir tepki yaratsa da somut verilerimiz, ne
yazık ki bunu ifade etmektedir...
Bütün bu yaklaşımlar ve düzen içinde bu tarzda duruşlar,
seçimleri de önemsememeyi, seçim süreçlerini devrim
mücadelesinin uzun erimli hedefleri açısından doğru
değerlendirememeyi beraberinde getirmektedir.
Yüzyıl önce Bolşevikler'in özel bir dönemde, özel bir
seçim taktiği olarak uyguladıkları "Duma'yı Boykot"
tavrı, bizimkilerin, emeğin kurtuluşunu emeksiz gerçekleştirme
tarzına çok denk düşmüş olacak ki durmadan bunu tekrarlayıp
durdular. Yüz yıl boyunca...
Oysa seçim süreçleri, sonucun yine egemenler arası bir
güçler paylaşımı şeklinde somutlaşacağı net olarak bilinse
de; daima, devrimciler için son derece hassas ve doğru
değerlendirilmesi gereken süreçlerdir.
Genelde, sol birliğin gerçekleştirilebileceği en elverişli
dönemlerdir. Burjuvazinin bile seçim bloklarını tartıştığı,
seçim ittifaklarına girdiği günlerde; bizim sol, seçim
sürecini daima, yeni kamplaşmaların ve yeni parçalanmaların,
ittifak düşmanlıklarının süreçleri olarak yaşamaktadır.
Seçim sonuçlarında, zaman zaman bu seçimlerde olduğu
gibi katılma olanağı bulabilen bir çok 'partinin' toplam
oylarının yüzde 1-2'yi dahi bulamaması, bir sonraki
seçim için, ya da politik süreçler için, hiçbir dönemde
gerekli derslerin çıkarılacağı bir sonuç olarak değerlendirilememektedir.
"Çalışmalarımız onlara mal olur, orada alacağımız
oylar blokun oylarıyla karıştırılır, veriler bizim daha
güçlü olduğumuzu gösteriyor, onlara ihtiyacımız yok,
onlarla birlikte çalışmak çok zordur, daha geçmişte
yaptıklarının hesabını vermediler, bizim ilişkilerimize
zarar verirler, bizimle birlikte iken kendileri için
çalıştıkları kadar çalışmazlar, şu konudaki görüşlerimizde
ilkesel farklılıklarımız var" gibi gerekçelerle
birlikten uzak duran sol güçler, sadece faşizmin ve
genelde sağın yükselmesine, soldan objektif yardım paydasında
birleşebilmektedirler.
Zaman zaman ifade edilen, 'toplamımız da reel olarak
çok fazla bir anlam ifade etmeyecek' düşüncesi, kendini
yanlız değerlendirmeye gelince, dev aynası görüntüleriyle
çatışmaktadır. Ve sol, ne yazık ki bugün, nasıl bir
dünyada, nasıl bir bölgede ve güçlendiği 1970'ler Türkiye'sine
oranla alabildiğine değişen, nasıl bir ülkede mücadele
etmekle başbaşa olduğunu değerlendirememe acizliğiyle
maluldür.
Bütün bu gerçekler, solun güçsüzlüğünün coğrafyasının
özelliklerini belirlemektedir. Solun bu gerçekleri görmezden
gelmesi ise bu gerçeklere rağmen güçlenememesinin koşullarını
oluşturmaktadır.
Seçim atmosferlerinde, halkın gözlerinin daha fazla
ülke politikasına döndüğü günlerde, politik çalışma
yapma olanaklarının ve düzeyinin daha fazla yakalanabileceği
bu dönemler, genel çalışma biçimlerinin tümü için son
derece iyi değerlendirilebilir. Militanların politik
çalışmada pişmesi, militan adaylarının eğitimi için
yine elverişli bir süreç olarak değerlendirilebilecek
seçim dönemleri, örgütsel yeni alanların açılması ve
yeni buluşmaların yaratılması için de oldukça elverişlidir.
Seçim sonuçları kadar önemli olan seçime katılım oranı,
bu kez % 85'lere kadar yükselmiştir. Bu rakamın politik
ve sosyolojik olarak büyük bir önemle irdelenmesi zorunludur.
Halkın, apolitiklik sürecinden çıktığının, politize
olmaya doğru yönelişinin rakamıdır bu... Ve halk, bu
yüksek katılım oranı seçim sonuçlarının tercihleriyle
birlikte değerlendirildiğinde, faşizme doğru politize
edilmiştir/olmuştur.
Bir önceki seçimlerde, yani 24 Aralık 1995'e gelinirken,
söz konusu seçimlerde birinci parti olan Refah'ın işlediği
temaları hatırlayınız. Solun, on yıllardır en önemli
sloganları olan, "hak, adalet, aş, iş" temalarını
kullanan bu parti, sloganlardaki doğru tercihlerinin
ötesinde, militan bir örgüt çalışmasını da yaşama geçirmişti.
24 Aralık 1995'e gelinirken ve o gün yaşanırken, herkesin
gözüne çarpan en önemli nokta, Refah Partililerin disiplinli,
özverili, aktif; yani militanca çalışmalarıydı. Çarşaflı
kadınların, miting meydanlarını evini temizlercesine
bir şevkle temizleyen, ev ev gezerek seçmen kazanan
tavrını hatırlayınız. Aynı seçmen profili, 1999 seçimlerinde
bu kez MHP için çalışıyordu.
91-98 arasında tam 8 hükümet değişti ve ekonomik sıkıntılarına
çare arayan, birilerinin birbir türlü yolla bu çareleri
kendi hayal sınırlarının da ötesinde bulduğunu gören,
niceliği ve yoksulluğu her geçen gün büyüyen halkın
en alt kesiminin sorunlarına çare bulunmadı. Halkın
bütün bu açmazlarına, bir de genç evlatlarını yitirmenin
olağanüstü duyguları eklenince, kendini kurda teslim
etme, yani bıçağın kemiğe dayandığı noktanın ismini
bizzat koyma süreci gündeme geldi.
Özveri gerektiren organizasyonlar ve özveri gerektiren
seçmen tavrı, seçimlerin en önemli göstergelerinden
biridir. Nitekim, yurtdışında yaşayan insanların oy
kullanması konusunda yine bir sonuca varılamaması üzerine,
geçen seçimlerde Refah partililerin yaptığını, bu kez
MHP'liler yapmış ve uçaklarla sınıra taşınarak, oylarını
kullanmışlardır. Özellikle Avrupa Ülkü Ocakları'nın
bu konuda büyük bir organizeye gittiği gözlemlenmiş,
yüzlerce MHP'li seçmen, gümrük kapılarına akın etmiştir.
Bu sandıklarda oy kullanan ve Almanya'nın Frankfurt
kentinden geldiğini söyleyen bir MHP'linin seçim öncesindeki
sözlerine dikkat ediniz:
"Türkiye'de şimdi değişiklik zamanı. MHP bu seçimden
çok güçlü olarak çıkacaktır. MHP, en azından yeni kurulacak
hükümette koalisyon ortağı olacaktır. Güçlü, vatandaşına
sahip çıkan bir hükümet istiyoruz. Oylarımız tüm insanlarımız
için hayırlı olsun."
1999 seçimlerinde, sağından ya da "solundan"
milliyetçilik kazanmıştır. Sağından ya da solundan,
solculuk dibe vurmuştur.
Şimdi sadece şapkalarımızı değil, kafalarımızı da önümüze
koyup, yeniden düşünme zamanıdır. Ve çok iyi bilinmelidir
ki küfemizdeki hataların yoğunluğundan dolayı, bu 'çok
iyi düşünme' sürecinin sonunda, bizleri ateş hattı beklemektedir.
Bu durumun değerlendirmesini, daha önce Barikat sayfalarında
okumuştuk. 1980'lerde, solun kalesi diye bilinen illerde
ve ilçelerde MHP'nin yükselişinin, çok somut bir göstergesini,
MHP'li Turgutlu Belediye Başkanı şöyle ifade ediyordu:
"Her gelen asker cenazesi, bana bin oy getirmiştir."
Öte yandan, ezilen halk güçlerinin mücadelelerinde,
savaşılan devletin halkının kazanılması, önemli bir
savaş taktiği olarak belirginleşir. Bizim yaşadığımız
durum ise bu önemli gerekliliğin neredeyse tamamen gözardı
edildiği, Türk emekçilerinin ve Türk halkının kazanılması
şöyle dursun, savaşın 'Batı' da da onun yaşamının bir
parçası olması taktiğinin savunulduğu bilinmektedir.
Öte yandan, Kürt halkının haklı ve saygın mücadelesi
yükselirken, bu yükselişin, Türk halkının desteği olmaksızın
somut sonuçlar yaratamayacağı teorik olarak kabul görse
de, pratikte, bu yönde gerekli adımlar atılamamıştır.
Bu eksiklik, sadece Türkiye Solu'na da mal edilemez.
Sözkonusu önemli açığı kapatmak adına atılan yanlış
adımların gerektiği gibi irdelenmesi zorunludur. Türk
halkının, haklı Kürt mücadelesi için tarafsızlaştırılması,
Kürdistan'daki mücadele için çok önemli bir adım olacakken,
bu yönde herhangi bir adım atılmamıştır.
Tam tersine, Türk halkının kazanılmasından, Türklerden
de dağda çarpışan gerilla kazanılması anlaşılmıştır.
Türkiye Solu içinde mücadele eden Kürt kökenli devrimcilere
hain gözüyle bakılması, Türkiye Solu'nun bu anlamda
da eleştiriye uğraması, bilinen gerçeklerdendir. Enternasyonalizmin,
ezilen halk tarafından böyle kavranması anlaşılabilir,
ama savaş deneyimine ulaşmış bir partinin yönetimin,
konuya daha sağlam ve uzun vadeli perspektiflerle bakması
beklenir.
Tıkanıklığın adı: Yeni sömürge gerçeği
Devlet, Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı, Türk şovenizminin
körüklenmesi için değerlendirirken, bunun örgütlenmesini
iyi yapamadığı için, yine Refah'ın yükselişinde olduğu
gibi, hesaplarını aşan bir sonuçla karşılaşmıştır. MHP'nin
barajı aşması, bir DSP-ANAP koalisyonunda, üçüncü parti
olarak bulunması, Oligarşi'nin hedefleri içinde bulunsa
da, Bozkurtların böylesine büyük bir patlama yapması,
sermayenin de hesaplarını aşmıştır.
Öte yandan, MHP'nin yükselişi için, dünya-bölge konjonktürünün
de son derece elverişli olduğunu saptamak gerekir. Yine
Refah'ın yükseliş döneminde ABD'nin "Yeşil Kuşak"
projesinin etkilerine benzer şekilde, bu dönemde de,
eski SSCB toprakları ve Balkanlar başta olmak üzere,
etnik çatışmalar ve parçalanmalar körüklenmektedir.
Yugoslavya, bunun en son ve en canlı örneğidir. Atomlarına
bölünen bir Balkanlar için harekete geçmiş olan emperyalistler,
Anadolu'da Türk milliyetçiliğinin bu denli örgütlü ve
güçlü yükselişini, Pentagon planları içinde gerektiği
gibi değerlendireceklerdir.
TV spikeri: "Yeni hükümetin kurulmasına ilişkin
sorulara yanıt, Washington'dan geldi"
Cumhurbaşkanı Demirel, Washington'daki NATO zirvesinden
açıklama yaptı: "Üç mayıs'ta yeni hükümet çalışmalarını
başlatacağım. Biliyorsunuz ben bu konuda çok tecrübeliyim."
Irkçı milliyetçilik kuşağı
Kafkaslar-Balkanlar ve Ortadoğu üçgenindeki Türkiye'nin,
dünyanın en önemli ateş çemberlerinden birinin içinde
bulunduğu bilinmektedir.
50. yıl zirvesinde, değişen Yeni Dünya Düzeni için yeniden
kurgulanan ve yeni işlevleri resmileştirilen NATO, bölgedeki
gelişmelerde yine önemli roller üstlenmeyi sürdürecektir.
Reel sosyalizmin çökertilmesinden sonra, "komünist
tehlikeye karşı" örgütlendirilmiş olan NATO'nun
işlevleri değiştirilmiştir. Şimdi artık, dünyanın yeni
bir biçimde, yeniden paylaşımında, farklı roller üstlenecektir.
Bu arada, etnik temellerdeki savaşların kışkırtılması
planlarının Türkiye'de de daha üst boyutlarda uygulanabilmesi
için, MHP'nin önemli bir oy oranıyla iktidar ortağı
olması, kuşkusuz Pentagon programlarına oldukça güzel
oturmaktadır.
Halkın yönlendirilişi, ırkçı milliyetçiliğin bu dönem
belirleyici argüman haline getirilmesinin ön koşulu
olmuştur. Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın bugün içinde
bulunduğu durum da, gereken elverişli ortamı yaratmıştır.Yeşil
Kuşak döneminden sonra ırkçı milliyetçilik kuşağı, bölge
üçgeninde her geçen gün biraz daha etkin hale getirilmektedir.
Durumu hem emperyalizmin küresel ve bölgesel politikaları,
hem de halk açısından değerlendirmek ve bu iki vektörün
kesişme noktalarını doğru değerlendirmek gerekmektedir.
Bu kesişmenin nasıl oluştuğunu, çok büyük bir rolü olan
'halkın yönlendirilmesi' ile tanımlamak doğrudur ama,
eksiktir. Tüm eksik tanımlamalarda olduğu gibi de gerçeklikle
tam olarak örtüşmez.
Ülkemiz üzerinde Emperyalizmin, son dönem zaman zaman
yerli işbirlikçileri ile de tam olarak uyuşmayan politikalarının
yanısıra, halkın da arayışları vardır. Bu arayış süreci,
1980 Açık Faşizminin ilk şokunun yaşandığı günlerden
sonra, tepkisel ve sürekli değişen eğilimler yansıtmıştır.
Türk halkı, sol dışındaki tüm seçenekler üzerinde reaksiyon
ve arayış oyları vermeye başlamıştır.
Anımsanacağı gibi, ilk olarak Faşist Cunta'nın lanse
ettiği parti olan, MDP'yi reddetmiştir. Ama ona karşı
gösterdiği tepkiyi, "dört eğilimin birleştirildiği
ortadirek partisi" olarak sunulan ANAP ile ifade
etmiştir. ANAP döneminde, 'hangi yoldan ve nasıl olursa
olsun kişisel kurtuluş' teması, halkın değer yargılarının
tümüyle çözülmesini de doğurmuş ve değer yargısızlığın
yeni bir değer yargısı olduğu uzun döneme girilmiştir.
Bu gerçeklik henüz değişmemiştir. MHP patlamasında,
evet, azgınlaştırılan milliyetçiliğin rolü büyüktür
ama bu tercihte halkın bireysel-ekonomik araşıylarının
rolünü de azımsamamak gerekir. Bugün Meclis'e çeteciliğin,
yolsuzlukların, kaçakçılıkların tescilli elemanları
olarak girmiş MHP'li şahısların özellikle tercih edilmesinde,
ırkçı milliyetçilik için verilen oyların yanısıra, başka
faktörlerin de rolü vardır.
Halk, sözettiğimiz yeni değer yargıları nedeniyle, çeteciliği,
yolsuzluğu, kaçakçılığı 'aklamıştır.' Aksi halde, yolsuzluk
ve çetecilikten görece en fazla uzak kalmış olan ve
bazı milletvekilleriyle, özellikle meclis komisyonlarında
ciddi çalışmalar yürütmüş CHP'nin Meclis'ten kovulmasını
izah edemezsiniz.
Bu durumu sadece 'halkın hafıza zayıflığı' na bağlamak
doğru değildir. Halk, bireysel kurtuluş için yeni ekmek
kapıları aramaktadır. Seçimlerde sunulan ekonomik programlar
ve ülke genelini ilgilendiren vaatler, onu fazlaca ilgilendirmemektedir.
O, Refah'ı yükseltirken de, MHP'yi yükseltirken de;
orada kapılanmayı, tercihi dolayısıyla doymayı hesaplamıştır
en fazla. Bu tür hesapların seçimlerde oynadığı rol,
azımsanmayacak bir roldür.
Öte yandan, Türkiye'de bugün partilerin 'ideolojisinden'
sözetmek de doğru değildir. ANAP, DYP gibi partileri
zorla merkez sağa, DSP'yi zorla merkez sola, RP, FP,
MHP gibi partileri de radikal sağa yerleştirerek bir
ideolojik parti yelpazesi elde edemezsiniz. Burada artık,
ideolojilerden değil, eğilimlerden söz etmek daha doğrudur.
MHP örneğinde olduğu gibi, ancak ve ancak, daha aşırı
ve daha keskin eğilimlerden... Aksi takdirde, 'anti-siyonist'
söylemin bir numaralı adamı olan Erbakan'ın, en önemli
TC-İsrail İşbirliği Antlaşmalarının altına imza atmasını,
Çiller'in gün aşırı değişen prim zigzaglarını, ANAP'ın
'dört eğilimi' bünyesinde toplayabilmesini, Ecevit'in
güvercininin Bozkuş'a dönüşmesini ve döneme damgasını
vuran bütün bu değişimleri açıklayamazsınız.
Geri bıraktırılmış ülkelerde gerçek anlamda sosyal demokrasinin
varlık zemini zaten yoktur. Bunun yanısıra, Yeni Dünya
Düzeni içerisinde, merkez sağın da zemini kaybolmuştur.
Dinsel ve etnik gericiliklerin programlandığı bu ülkelerde,
halkın tepkileri, buralarda toplanmaktadır. Diğer partiler,
bu partilerin misyonlarını çalmaya çalışmakta ve o oranda
oy toplamaktadırlar.
Bozkurtların yükselişinin anlamı yeni Maraşlardır
Bütün bunlara rağmen, burjuva gazetelerinde bazı "solcu"
kalemşörlerin yazdığı ve inandırmaya çalıştığı gibi,
MHP, değiş-me-miş-tir ve bu düzenin en ırkçı, en tehlikeli,
en saldırgan çeteci katillerinin partisidir.
Bütün zorlamalara rağmen kurdun kuzu postu giyerek kuzu
olması, mümkün değildir. Kaldı ki bu çabalar, MHP dışından
sarfedilmektedir.
Şu ana kadar görüldüğü üzere, MHP'nin; MSP-RP-FP gibi
farklı görünme çabası da yoktur. MNP geleneğinin partileri
gibi, bu çizginin partileri, kapatılma ya da kovuşturmaya
uğraması tehlikesi altında da olmamışlardır.
Onlar, devletin özel görevlerinin kahraman evlatlarıdır
ve fikirleriyle daima iktidarda olmuşlardır. Şimdi,
değişen, en örgütlü, en resmi halleriyle iktidarda olmalarıdır.
Ve bu durum, kimseyi pembe hayallere kapılmaya itmemelidir.
Fakat, 'zaten vardılar, değişen fazla bir şey olmayacak'
türünden yaklaşımlar, en azından politik hafifliğin
ürünüdür. Halkımızın, ülkedeki en tehlikeli ve militan
ırkçıları iktidar koltuğuna taşıması sayesindedir ki,
yeni Kahramanmaraş, yani 16 Mart, yeni Bahçelievler
katliamları, artık yarı resmi değil, resmi olarak işlenecektir.
Bizzat bu katliamların katilleri, bakanlık koltuklarına
oturacaklardır ve bu durum karşısında, artık kafaların
öne konularak bin kez düşünülmesi, her türlü zorluğa
hazırlıklı olunması gerekmektedir.
MHP'nin kazandıran taktikleri
Birileri, "yemek pişirildiği sıcaklıkta yenmez"
dediler.
Birileri, "seçimin galibi devlet" dediler.
Komutanlar, milletvekillerinin yemin töre ninde tam
kadro hazır bulundular ve MHP'li türbanlı milletvekili
Nesrin Ünal'ın türbansız bir şekilde yemin etmesinden
sonra, memnun bir şekilde meclisten ayrıldılar.
Evet, devlet için kurşun atan devletin kahraman çocukları,
kravatlarını bağlayarak ve türbanlarını çıkararak devletin
en önemli kurumunda da var olma rüştüne erişmişlerdi.
Seçimin galibi, gerçekten devlet'ti...
RP milletvekili, ABD vatandaşlığı diğer milletvekillerimize
nazaran deşifre edilmiş olma farklılığı taşıyan Merve
Kavakçı'nın türban şovu ya da bütçenin olağanüstü açık
vermesi, AB ile ilişkilerdeki 'kişilik' tartışmasının
en geri düzeylerden yapılıyor olması, memurların çığlıklarının
duyulmaması, işçilerin bu ülkedeki varlığının gerçekliğinin
tartışılacak boyutlarda seyretmesi... Seçimlerle ya
da ülke gerçeklikleriyle ilgili olmayan verilerdi!...
"Susurluk"un en güçlü süreci
Gündem yazılarında, değişmeyen ara başlıklarımızdan
biri de hep "Susurluk" oldu. Susurluk'un devlet
içindeki etkinliğini ve bu etkinliğin özellikle son
dönemlerde büyük bir hızla yükselen trendini, dünya
ve bölge koşullarının yanısıra, ülkemizdeki ilişki ve
çelişkilerin sözkonusu yükselişe ne denli elverişli
bir zemin sunduğu görüyor ve bundan haklı bir endişe
duyuyorduk.
Ufuktaki güzel adaya varmak için, gözlerini sadece adaya
diken ve denizin, yanıltıcı uzaklık-yakınlık gerçeğini
göremeyen devrimciler, oraya varmak için dalgalarla
boğuşmak zorunluğunu, denizin cilveleriyle iyi hesaplaşmak
gerektiğini göremezler-göremediler.
Biz her dönemde, adayı uzaktan görebilmek nedeniyle
ona giden uzun yolun yok sanılmaması gerçeğini, dalgaların
tehlikelerini, bu dalgalardaki kırılmanın yaratacağı
sonuçları, denizdeki yanılsamaların iyi kaptanlar için
bilinmesi gereken gerçeklerden olduğunu, tayfaların
aldatılmaması gerektiğini vurguladık.
"Tamam, adayı gördüm, birazdan oradayız" çığlıklarının
ve bu coşkun çığlıklar içerisinde, dalgaların sesinin
duyulmaması gerçeğinin tehlikelerinin altını hep çizdik.
Evet, kaptanın yola çıkma esprisi, kuşkusuz adayı görmesiyle
örtüşür. Ama oranın ne kadar uzak olduğunu, denizdeki
engelleyici dalgaların bazen ne kadar hırçın ve geciktirici
olabildiğini; bunlarla savaşabilmek, bunları yenebilmek
için gözlerimizi sadece adaya dikmek yerine, her dem
denizin koşullarını gözetebilmenin ve iyi değerlendirebilmenin,
adaya varmayı sağlayacak en önemli koşullardan olduğunu
bilmek gerekir.
Susurluk'un resmi temcilcileri olan Mehmet Ağar, Ünal
Erkan, Hayri kozakçıoğlu, Bucak, yine meclisteler.
Bunların misyonu, katliam, yargısız infazlar, faili
devlet kayıplardır.
Şimdi bunlara, yeni "eski katiller eklendi".
Mehmet Gül: Şimdi İstanbul milletvekili. 16 Mart katliamı
sanığı. İstanbul Üniversitesi'nin "Reis"i.
İstanbul Ülkü Ocakları Şube Başkanı.
Mustafa Verkaya: Şimdi İstanbul Milletvekili. MHP'nin
silah kaçakçısı. Fatih Ülkü Ocakları Başkanı. Abdullah
Çatlı, Ökkeş Çokuzun, Gabriel Aktürk ile ilişki halinde
silah kaçakçılığı yaptığı belgelendi.
Ahmet Çakar: Şimdi İstanbul MHP milletvekili. 16 Mart
katliamı sanıklarından.
Celal Adan: Şimdi DYP milletvekili. 16 Mart katliamı
ve DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in katline karıştı.
Yılma Durak'a bağlı olarak, İstanbul'un en etkin grubu
içinde, Mustafa Verkaya ve Mustafa Mit ile çalıştı.
Kemal Türkler'in adresini, Bahçelievler katliamını gerçekleştirenlerden
Ünal Osmanağaoğlu'na verdi. DYP'li olduktan sonra da
"tarihini" inkar etmedi ve Flash TV baskınında
başrolü oynadı. Budapeşte'de Mesut Yılmaz'ın dövülmesi
olayına karıştı.
Armağan Yılmaz ve diğer sanıklarla bu liste oldukça
uzuyor.
Seçim yolsuzlukları
HADEP: Diyarbakır, Muş, Batman, Hakkari, Van'da, HADEP
kazandı.
15 Kürdistan ilinde HADEP'in aldığı oy oranı % 30...
Van'da HADEP oylarının bulunduğu çok sayıda pusula yakıldı.
Batman ve Siirt'te, sayım işlemleri sırasında HADEP
görevlilerinin bulunması engellendi. Baykan ilçesinde,
sandık görevlilerinin yaptığı usulsüzlük sonucu, HADEP
oyları geçersiz sayıldı. Batman'ın Kozluk ilçesine bağlı
Bekirhan Beldesi'ne bağlı köylerde, sandıklar, oy verme
işleminin ardından jandarma karakoluna götürüldü. Oylama
işlemi sırasında, DYP dışındaki partilerin müşahit bırakması,
askerlerce engellendi.
Sason ilçesine bağlı Sarıyayla ve Örenağa köylerindeki
yaklaşık 500 oy, Nazmi Yaşar tarafından, DTP milletvekili
olan ağabeyi Hüseyin Yaşar lehine kullanıldı.
Siirt'in Baykan ilçesinde, HADEP'in 500 oyu iptal edildi.
İlçe merkezinde kurulan 68 sandıkta,görevliler çok sayıda
zarfa, önceden Bağımsız milletvekili adayı Kasım Ceylan'ın
seçim kartlarını koydu.
Ziyaret Beldesi'nde,HADEP'lilerin sayım işlemi sırasında
hazır bulunmaları, askerler tarafından engellendi. HADEP'li
belediye başkan adayı Muzaffer Çınar, belde sınırları
dışına çıkmaya zorlandı. Yine bu beldeye bağlı bazı
köylerde, açık oylama yapıldı ve bazı köylerde, çok
sayıda oy, keyfi biçimde geçersiz sayıldı.
Amed'in Bismil ilçesine bağlı onlarca köyde, asker denetiminde
oylamanın açık yapılması dayatıldı ve korucuların silahlarının
gölgesinde, açık oylama yaptırıldı...
Böylece, bir seçim, demokratik TC'nin en önemli demokrasi
göstergelerinden biri olarak 'gerçekleştirildi' ve Kenan
Evren'in dahi oyunu verdiğini açıkladığı "sol"
parti DSP ile, Susurluk sanıklarını bakanlık koltuklarına
oturtan MHP, iktidar partileri olarak, faşizmin seçim
sandığından çıktı...
Bu 'demokrasilerin' seçim sandıkları ne ilginçtir ki,
bir çağı kana bulayan Adolf Hitler de sandıktan çıkmıştır.
Bunu bilmemek ya da unutmak için, daha çok erkendir!...
Ve o da kuşkusuz, milyonlarca insanın katili olacağım
diye oy istememiştir, demokratik ülkenin en büyük demokrasi
oyununda, kendisine oy vermesini istediği seçmenden...
Herşeyin alternatifinin üretilmesi, şimdi sadece ve
sadece, devrimci direniştedir.
|