Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

M. Seyhan


Ulusal Kurtuluş Savaşları'nın ve sosyalizm mücadelelerinin, zorlu ve uzun erimli olduğu bilinmektedir. Ne var ki; içinden geçmekte olduğumuz özgün tarihsel süreçte bu savaşımlar, çok daha büyük engelleri ve sorunları aşarak ilerlemek durumundadır.
Özellikle sosyalizm mücadeleleri açısından, dünya koşullarının en elverişsiz dönemlerinden birini yaşamaktayız. Çünkü, 70 yıllık koca bir sosyalizm deneyimi, yenilgiye uğramıştır. Kürenin üçte ikisini kapsayan genişlikteki bir coğrafyada, çöküş yaşanmış ve bu süreç, hem sözkonusu ülkelerin halklarını hem de dünyanın tüm yeni sömürge halklarını fazlasıyla hırpalamıştır.
Dönemi iyi değerlendiren emperyalizm; siyasal, sosyal, kültürel, psikolojik ve etik saldırganlıklarını arttırmış, dünya halkları üzerindeki kuşatmalarının çemberlerini iyice daraltmıştır.
Bu tarih diliminde, özellikle eski reel sosyalist ülke topraklarında ilkel milliyetçilik körüklenmiş, bu coğrafyalarda daha küçük, daha güçsüz ve cılız-bağımlı ülkeler yaratılma taktiği öne çıkarılmıştır. Bu küresel taktik, genel bir milliyetçilik dalgasının bütün kıtalarda yükselmesinin de -diğer hazır koşullarla birlikte- önemli bir faktörü olmuştur.
Tüm bunlar ve daha önceki yazılarımızda da birçok kez vurguladığımız diğer politik, ekonomik, moral nedenler; yaşadığımız süreci, devrimci mücadelelerin en elverişsiz süreçlerinden biri yapmıştır.
Tarihin böyle bir döneminde; bir halk, Kürt halkı, binlerce yıllık "talihini" yenme, özgürlüğünü ve kimliğini kazanma mücadelesini yükseltmiştir. Bu noktada, "mücadeleye başlamıştır", terimini kullanmak, doğru değildir. Geçmiş tarih dilimlerinde de çeşitli isyanların kahramanı olan Kürtler, her zaman bir mücadele potansiyeli taşımışlar, yürekleri her zaman özgürlükten yana olmuştur.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan halklar arasında, kültürünü en iyi koruyan, kişiliğine sahip çıkma duyarlılığına en fazla sahip olan halklardan birinin Kürt halkı olmadığını, Kürt halkının bu anlamda belki de başı çekmediğini, kim iddia edebilir?
Kürtlerin son atılımı ise; ilk kez kendisi için var olma, kimliğini bütün dünyaya benimsetme atılımıdır. Özgürlük yolunda gerçekten çok önemli adımların atıldığı, son derece büyük özverilerin somutlaştırıldığı, Kuzey Kürdistan topraklarında DDKO dönemlerinden bu yana sürdürülen çabaların, atılımlarla yükseltildiği saygıdeğer bir süreçtir.
Bu dönemde binlerce şehidin kanı, Kürdistan topraklarında bir nehir gücü yaratmıştır. Pınarı özgürlük olan, kimlik olan bu nehrin akışı, kolaylıkla durdurulabilecek, setlenebilecek bir akış değildi, değildir... Her Kürt ailesi şehitlerin acısıyla yakılmış, yanmış; ama yandıkça, yakıldıkça, başını biraz daha yükseğe dikmeyi, büyüyen ateşe bir kor daha atmayı bilmiştir.
Genç kızların "ülkeye gelin edildiği" çok fazla coğrafya yoktur dünyada...
Kürt halkının acılar karşısında, zulüm karşısında sinmeme, zulmün yoğunlaştığı dönemlerde savunma ve isyan refleksleri geliştirme gibi bir özelliği ve geleneği vardır.
Halkların tarihsel reaksiyonları, kültürel özelliklerinin en önemlilerinden biridir. Buna rağmen, sosyalistler tarafından dahi henüz gerektiği gibi incelenmeyen bu durum, tarihin sosyo-ekonomik çözümlemelerle yanıtlanamayan süreçlerinin açıklanmasına yardımcı olacak kadar önemli bir durumdur.
Kürt halkının reflekslerinin özellikleri ve önemi, böyle bir bakış açısıyla daha iyi anlaşılır. Sözgelimi; Anadolu'nun emperyalistler ve onların işbirlikçileri tarafından işgal edilmesi karşısında aldığı direnişçi tutum, yakın tarihin henüz Türk egemenler tarafından da unutturulması mümkün olmamış örneklerindendir.
Bazı Kürt işbirlikçilerinin tavrı karşısında, çeşitli kesimler Kürt halkının bu önemli özelliğini tersinden yorumlamaya çalışsalar ve bu tür yorumlardan zaman zaman devrim ve kurtuluş yanlıları da etkilenseler dahi; tarihe ve insana doğru bakmayı, tarihi ve insanı bir sosyalist gibi çözümlemeyi bilenler, gerçeği görürler.
Kürt halkının bugünkü durumunun en önemli özelliklerinden biri de; coğrafyasının uluslararası bir sömürge olma atipikliğidir. Dolayısıyla, herşeyden önce Kürt Ulusal Mücadelesi, klasik yeni sömürge kurtuluş mücadelelerinden çok daha özgün koşullarla çevrelenmiştir. Bu farklı durum, zaman zaman avantaja, zaman zaman dezavantaja dönüşmektedir. Bilindiği gibi genel olarak savaşlarda, avantajlar ve dezavantajlar, aynı taşın altındadır. O taşı yerinden oynatma tarzı, zamanlaması, durumun değerlendirilmesinin doğruları ve yanlışları; avantajların ve dezavantajların yaşam içindeki yerini belirler.
Esas olarak Anadolu çıkışlı olan ve Türkiye Oligarşi'sine yönelen Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesi; uzun yıllardır, dünyanın en özgün ülkeleri arasında ilk sıralarda yer alan Suriye, Irak ve İran'ın durumlarını lehte değerlendirebilmiştir. Kendi içlerinde de birbirinden farklı özellikler taşıyan bu ülkelerin durumları, ayrı ayrı KUKM'nin gelişimi için elverişli bileşenler olmuşlardır.
Ne var ki bu duruma, bir de sözkonusu mücadelenin, Kürdistan topraklarının içinde yer aldığı Ortadoğu coğrafyasında sürdürülmekte olması gerçeği eklenmelidir. Ve ona avantajlar sunan bu ülkelerin aynı zamanda dezavantajların da coğrafyasına dönüştüğünün önemli paradoksu, iyi değerlendirilmelidir. Ortadoğu, çokca ifade edildiği gibi, çeşitli nedenlerle, dünyanın en kaygan zeminlerinden biridir.
Bu bölgede yer alan ülkelerin güçsüz ve zayıf oluşu, ülke sınırları ile etnik yoğunluklar arasında önemli çelişkiler olması, din ve mezhep çatışmalarının ciddi bir faktör olarak varlığını sürdürmesi, bölgenin ekonomik ve stratejik öneminden dolayı uluslararası emperyalist güçlerin sürekli ilgi odaklarından biri oluşu, İsrail faktörü ve genel kültürel doku, Ortadoğu'nun sürekli kaynayan bir istim kazanı olmasını doğurmaktadır.
Bu kaynayan kazanın altındaki toprağın yumuşak olması, bölgedeki kurtuluş mücadelelerinin de alabildiğine özgünleşmesini getirmektedir. Sert bir toprakta, mücadeleler güç filizlenir, başlatmak zordur ama atılan adımlar, görece sağlam basar. Yumuşak bir toprağa attığınız tohumlar ise, çabuk filizlenir ama, aynı kolaylıkla topraktan sökülüp çıkarılabilir. Ortadoğu'daki mücadelelerde ve her türlü ilişkilerde, yörenin bu özellikleri büyük rol oynar.
Konunun çokça var olan ironik yanlarından biri de, bu coğrafyada görece biraz güçlenen, aynı çelişkileri kendisinin karşı taraf ya da taraflar için kullanabileceğini, değerlendirebileceğini düşünür. Oysa sosyalizm, nerede ve hangi koşullarda olursa olsun, politikaların biçimlendirilmesinde, muhatabın özelliklerinin iyi değerlendirilmesi gerektiğini fakat, sosyalizmin prensiplerinin belirleyici olması gerektiğini, kısa vadede asla sonuç vermeyecek olan bu yöntemin, uzun vadede geçerli ve kalıcı bir gerçeklik olduğunu söyler.
KUKM, tüm bu ve benzer avantaj ve dezavantajlarla, özellikle son 15 yılda yükseltilen, zorlu ve tarihin tanık olduğu en büyük Kürt mücadelesini sürdürmektedir. Yine sürekli tekrarladığımız gibi; bu mücadelenin, objektif nedenlerle daha uzun yıllar sürmesi kaçınılmazdır. En büyük sorunlardan biri olan dünyanın diğer elverişsizlikleri, savaşın ve mücadelenin oldukça uzun soluklu olması durumunun altını kalın çizgilerle çizmektedir.
Kaldı ki tarihin kesişme noktalarında gerçekleşen bazı özel örnekler hariç, gerilla mücadelelerinin genellikle bir çok on yılı kapsadığı bilinmektedir.
Mücadele tarihleri, son derece doğal ve kaçınılmaz olarak , bazen iç bazen dış etmenlerin (bazen de iç ve dış etmenlerin her ikisinin) belirleyiciliğinde, farklı evrelerinde farklı özellik ve taktiklerin öne çıkarılmasıyla doludur. Tekdüze bir süreğenlik asla sözkonusu değildir.
Son aylarda, KUKM açısından, bu farklı süreçlerden en önemli, en kritik, en karmaşık ve ne yazık ki en tehlikeli olanı yaşanmaktadır.
KUKM lideri Abdullah Öcalan, uzun süre yaşadığı Suriye'den çıkarılmıştır, uluslararası bir komployla Türkiye'ye getirilmiştir. Bu durum, mücadelenin genel seyri açısından aslında hiçbir şeyin sonu değildir ve gerilla savaşlarının, halk kurtuluş savaşlarının bütünü içinde yaşanabilecek olan olası, doğal evrelerden sadece birisidir. Söz konusu gelişmeye mücadelenin seyri ile özdeş anlamlar yüklemek, KUKM'nin seyri ve geleceği açısından en önemli tehlikelerden biri idi; ama ne yazık ki, emperyalizmin ve Oligarşi'nin taktiği bu noktada parçalanamamış, yaşamsal bir hataya düşülmüştür.
Emperyalizmin ve Türkiye Oligarşisi'nin söylemlerinin etkisi altında kalınarak, bunun KUKM'nin sonu olduğu ya da en azından çok önemli sorunların yaşanacağı bir evrenin başlangıcı olduğu söylem ve politika tarzına, prim verilmemelidir.
Aynı şekilde, uzun yıllardır, bizim yanlış bulduğumuz bir tarzla mücadelenin "önder"e kilitlenmesi yöntemiyle savaşı sürdürmüş olan KUKM yanlıları ve onun dostları da, yeni duruma yanlış anlamlar yüklememelidirler. Önderler, kuşkusuz son derece önemlidir, onlara gereken değerin verilmesi de bir zorunluluktur. Ne var ki bir kilitlenme, daima büyük riskler taşır ve sosyalist örgüt anlayışı açısından da yanlıştır.
Herşeye rağmen son süreçte Kürt halkı, yukarıda söz ettiğimiz refleksleriyle, her türlü olasılığı cesaretle ve özveriyle karşılama yeteneğinde olduğunu kanıtlamıştır. Halkın bu tarzı, emperyalizmin senaryolarıyla yenilmeye çalışılacaktır. Buna karşı direnmek, devrimci ve yurtsever bütün Kürt ve Türklerin, bu dönemdeki en önemli görevidir. Sözkonusu direniş, büyük bir cesaretle, durumu soldan destekleyen kişi ve çevrelere karşı da aynı kararlılıkla yaşama geçirilmelidir.
Bu, halkın mücadelesidir ve o halk, artık kolay kolay geriye dönülmez bir biçimde mücadelesini benimsemiştir. Ayrıca, o halk, Öcalan'ın Suriye'den çıkarılmasından sonra gerçekleştirilen eylemliliklerle de olağanüstü bir biçimde, partisine desteğini sunmuştur. Bütün bunlar, hiçbir hesabın ölçüsüne ve kabına sığmayacak güçtedir aslında...
Süreç nasıl gelişti:
Türkiye Oligarşisi'nin önüne koyduğu ilk hedefler, PKK'yi fiziki olarak güçten düşürmek ve yıpratmaktı. Bu iki taktik hedef, halkın ve örgütün yanısıra, örgütün lideri üzerinde de öne çıkarıldı. Yapılan şiddetli operasyonlar, CIA ve MOSSAD'ın, teknik ve taktik yardımlarıyla yükseltildi. Oligarşi, özellikle PKK'nin tek taraflı olarak ilan ettiği son ateşkes günlerine girildiği evrede, bu amacına bir hayli yaklaştığını düşündü.
Aynı dönemde, İsrail ve işbirlikçi arap ülkeleriyle imzalanan yeni anlaşmalarla, farklı bir sürece geçiş için diplomatik bir zemin hazırlandı. Sonra, Mısır-Suriye görüşmelerinin ardından, ABD'nin startıyla Demirel düğmeye bastı: "Apo Suriye'den çıkarılacak!"
TC'nin bu konuda böyle aniden kabarışının altında, farklı süreçlere girilmek için hazırlanmakta olan zeminin yanısıra, o günlerde onu bu çıkışa karşı motive eden başka etmenler de vardı: ABD'nin, Kürt kartını özenle saklı tutma isteğine bağlı olarak Barzani ve Talabani'nin bölgedeki rolünü arttırmak istemesi ve bu duruma karşı TC'nin atılım ihtiyacı...
ABD, Barzani-Talabani ile birlikte imzaladığı Washington Anlaşması'nda, Türkiye Oligarşisi'nin çıkarlarını da gözetmiş, ama bu anlaşmada Türk tarafının bizzat yer almasını sağlamamıştı. İkinci olarak, İsrail ile Filistin arasında imzalanan ve Ortadoğu'nun yakın gelecekteki durumu belirleyecek olan anlaşma, kaçınılmaz olarak Ortadoğu'daki Türk rolünü azaltacaktı. Geçtiğimiz yılın Ekim Ayı'nda İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu ile Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat arasında, yine Washington'da imzalanan anlaşma, Türkiye'yi çok yakından ilgilendirmekte idi.
Ve üçüncü olarak; Türkiye'nin çok güvendiği önemli Ortadoğu müttefiki İsrail, Türkiye'ye 'rağmen', bazı adımlar attı: Kıbrıs Rum Kesimi ile birinci dereceden diplomatik ilişkiler geliştirildi ve bu ülkeye Devlet Başkanı düzeyinde ziyarette bulunuldu. Kıbrıs Rum Kesimi'nin AB sürecinde önemli bir aşamaya gelmiş olmasını da tüm bunlara eklemek gerekir. Dolayısıyla, kaçınılmaz olarak Türk Devleti, yeni bir Ortadoğu kimliği arayışına, bir "büyük devlet" olma esprisini hatırlatma çabasına girişecekti. Girişmek zorunda idi...
Öte yandan, KUKM içinden çıkan işbirlikçilerin (ki her savaş, bu tehlikeyi bağrında taşır) devlete verdiği bilgilerin, zaman zaman taktik verme düzeyine yükselmesinin de, TC'nin "atılımlarında" rolü olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.
Bir mücadele örgütünün güçlü ve zaaflı yanlarını; bütün izleme ve çözümleme çabalarına rağmen, düşmanın; o mücadelenin içinde yer alan, daha da önemlisi, ileri mekanizmalarda yer alan kişiler kadar bilebilmesi mümkün değildir.Mücadelelerin bu aşil topuklarının oluşmasının engellemesi konusunda, yoğun ve sağlıklı ideolojik eğitim verme, sağlam demokratik prensipler ve örgütsel mekanizmalar oluşturma önleminin dışında, tam bir setleme şansı yoktur.
Sonuç olarak; "Apo Suriye'den Çıkacak" söylemi, birkaç gün içerisinde bir "Suriye Krizi"ne dönüştürüldü.
Devlet yönetimi, kendi ifadeleri ile, "Kriz Yönetimi" olarak uygulanmaya başlandı. Suriye sınırına yoğun askeri yığınak yapıldı ve devletin dördüncü gücü haline getirilen medyanın da katkılarıyla, tam bir savaş atmosferi yaratıldı. "Suriye'yi iki günde ezer geçeriz", "Kuzeyden girer, güneyden çıkarız" , "İki gün mü sürer, üç gün mü?" çığlıklarıyla yaratılan Suriye Krizi'nin tırmandırılmasının ardından, "Apo'nun Suriye'den çıktığı" açıklandı...
Birkaç gün sonra MOSSAD kaynaklı bir haber, Apo'nun Moskova'da olduğunu bildirdi. Balyozcu Oligarşi, bu kez ; "Moskova'yı yerle bir ederiz, batısından girer, doğusundan çıkarız, balyoz gibi tepelerine bineriz" diyebilecek durumda değildi. O nedenle, ilk açıklamalar çok kaçaktı: "Orada olması önemli değil. Önemli olan Suriye'den çıkması idi. Bu şekilde bölgeden uzaklaşmış olacaktır. Artık örgütü eskisi gibi yönetemeyecektir. Rusya ile aramızda suçluların iadesi anlaşması yoktur" gibi açıklamalar yapıldı. Rusya ise, Apo'nun orada olmadığını söyledi. Rusya ile bu konuda diplomatik temaslar başlatıldı. Özellikle CIA, gelişmeleri çok daha yakın izlemeye aldı.
Moskova, önceleri, "uzun araştırmalarına rağmen Apo'nun izine rastlayamadı." Rusya Başbakanı Yevgeni Primakov, Başbakan Yılmaz'a üç sayfalık bir mektup gönderdi. Primakov'un mektubu, Rusya Dışişleri Bakanı İgor İvanov tarafından, Başbakan Yılmaz'a 29 Ekim 1998'de iletildi.
Mektupta Rusya'nın, Türkiye'nin PKK ile ilgili endişelerini anlayışla karşıladığı belirtildi ve Öcalan'ın bu ülkede bulunup bulunmadığı yönündeki araştırmanın devam ettiği ifade edildi... İvanov, Başbakanlık Konutu'nda Yılmaz ile yaklaşık 40 dakika görüştü.
Mesut Yılmaz bir TV programında: "Suriye, bize verdiği taahhütlere uyup, PKK'ye desteğini keserse, 'terörist ülke' niteliğinden kurtulur. ABD'nin 'terörü destekleyen ülkeler' listesinden çıkar. Ortadoğu barış sürecine katılması için daha uygun bir ortam meydana gelir. Biz, Suriye için barışa giden yolu açtık" diyerek, ABD'nin tutumunu özetledi.
ABD, Suriye Krizi sırasında, müdahaleye yeşil ışık yakabileceğine ilişkin bir izlenim yaratmakla yetinmişti. Ve benzer durumlarda olduğu gibi, bu müdahalenin "sınırlı" olması gerektiği yolunda bir eğilim içinde olduğunu alenen resmen açıklamamakla birlikte, hissettirmişti. Demek ki, kapalı kapılar ardında kullandığı argüman, bu idi...
Biliniyor ki; Suriye'nin "barış sürecine" katılması için temel koşul, İsrail'e Golan'ı geri vermesidir. Mısır-İsrail, Ürdün-İsrail Anlaşmalarından sonra yapılan Filistin-İsrail Anlaşması, Suriye'yi bölgede yanlız bırakmıştır.
Bu ortamda ekonomik güçlükleri de artan Suriye'nin; PKK'yi, şimdiye kadar olduğu biçimde desteklemeye devam etmesi, büsbütün yanlızlığa gömülmesine yol açacaktı.
Oysa Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, ekonomik durumu çok kötü olan ülkesinin dışarıda imajını düzeltmek ve Batı'dan ekonomik yardım almak da istemektedir. Bu bakımdan Filistinliler'in dahi İsrail ile anlaşma imzaladıkları bir ortamda, Hafız Esad'ın "terörü" desteklemeye devam edebilmesi, hiç olası değildi.

Emperyalizmin taktikleri, Kürt halkının refleksleri ile bir süre geriletildi
Emperyalizm, hızla yeni bir taktik geliştirmeye çalıştı: Apo ile KUKM'yi özdeşleştirmek, Apo nezdindeki süreçlerde KUKM'yi eritmek... KUKM'nin ve onun liderinin o sürece kadar ki politikaları, bu taktiğe yeterince zemin hazırlamıştı.
Yeni taktiğin özeti şuydu: Apo bölgeden çıkarıldığına göre, PKK'nin işi bitmiştir. Bu taktik, Kürt halkının güçlü direnişi karşısında, daha sonraları; "Apo, TC'nin elinde olduğuna göre Özgürlük Savaşı'nın beli kırılmıştır" formülasyonuna dönüştürüldü.
Başta PKK olmak üzere, devrimci ve yurtsever güçler, bu taktiğe karşı da direndiler. Taktik, KUKM'yi, Apo'ya endekslemekti; O'nun nerede olduğu, ne koşullarda yaşadığı, bu durumun mücadele üzerindeki etkisinin ne olacağı, PKK'nin çatlayacağı, gerillalanın moralinin bozulacağı tezlerini insanların kafasında belirleyici sorun haline getirmek ve liderlik yarışı ile partinin zayıflayacağını öne sürmekti.
Bu arada Kürt halkı, "Apo burada, yüreğimizde!" şiarıyla, emperyalizmin taktiğine karşı, bilinçli ya da reaksiyoner bir biçimde olağanüstü bir direniş gösterdi. Kendini yakmalar, dünyanın hiçbir ülkesinde, hiçbir mücadelesinde olmadığı kadar doruğa çıktı.
Lider, başka birçok mücadele liderinin de yaşadığı gerçekleri, her an yaşamakla yüz yüzedir. Tutsak düşebilir, uzun süre kendi topraklarından ayrı düşebilir, öldürülebilir, bunlardan çok daha olumsuz problemlerle karşı karşıya kalınabilir.
Mücadelenin herhangi bir aşamasında bunlardan biri olabilir, uzun mücadele yılları içinde, hepsi de yaşanabilir. Önemli olan, örgütün bu gerçeklere göre biçimlendirilmesidir, bu gerçeklere rağmen varlığını devam ettirebilmesinin mekanizmalarının yaratılabilmesidir.
Ve tüm bunlar, Öcalan için de geçerli idi...
Kürt halkı herşeye rağmen mücadelesinin sembolü olmuş öndere bağlılığını ve onun şahsında mücadelenin boğulması programını boşa çıkaracak tarzını; onlarca şehitle, güçlü eylemlerle ortaya koymuştu.
Bir sorunun bu denli somut, özverili ve cesur yanıtlar bulabilmesi, dünya tarihinde ender örneklerdendir ve Kürt halkının güzel kültürel değerlerinin bir yankısıdır.
Aslında dünyada gerilla hareketlerinin liderleri genellikle böylesine bir şansa sahip olmamıştır, olamamıştır. Ortadoğu'nun özgün durumu ve Kürdistan'ın parçalı özellikleri, Kürt halkının sömürgeciliğe karşı tavrı ve diğer nedenler, Öcalan'a uzun bir süre büyük şans tanımıştır. Fakat yeni sürece girilmesiyle birlikte, Kürt halkının mücadelesinin, yeni yönetim ve irade taktikleriyle sürdürülmesi gerekirdi. Kürt halkı, gerek gerilla düzeyinde, gerek seçimlerdeki tavrıyla, gerekse Apo'nun Suriye'den çıkarılmasından sonraki özverileriyle, her şey için hala hazır olduğunun ışıklarını yeterince yakmıştır.
Bu tarzın daha önceden yerleştirilip geliştirilmesi gerekirdi. Her alanda yaratılan önemli boyutlardaki kurumlaşmaya rağmen, merkezi kurumlaşmanın eksiklikleri, son sürecin karmaşasını ve gerileme adımlarını hazırlamıştır.
KUKM'nin büyük kıvılcımları, büyük dinamitleri, karanfilleri, "Kürdistan'ın emek ve çile bahçeleri cezaevleri" (Serhat Bucak), bu yeni dönemin 'politikalarına' karşı da, isyancı ruhlarıyla direndiler.
"Kawa, Dörtler, Zekiye, Rahşan, Ronahi, Berivan, Zilan, Rewşen, Bermal, Sema" yolunda birer çağdaş devrimci ısrarıyla yürüdüler.
Dağlardaki soylu gerillalar ve Kürdistan köylerinde binlerce yılın acısına ilaveten, son onyılların dayanılmaz zulmüne direnen Kürt köylerinin yanısıra; gencecik fidanlar, güzelim gövdelerini ateşe verdiler.
Halklarının mücadelesi üzerindeki bu baskı ve terörü protesto etmek için, liderlerine sahip çıktıklarını ifade etmek için, bu onurlu mücadelenin, binlerce Apo potansiyeli taşıdığını somutlaştırmak için...
Genç Kürt fidanları, "İnsanlığı Göreve Çağırıyorum" mesaji ile kendini yaktı.
İnsanlık bu çağrıyı duydu mu? Kardeş halklar bu çağrıyı duydu mu? Sorumluluk sahipleri bu çağrıyı algıladı mı? Bu çağrıların, gencecik gövdelerin ateşe verilmesi ile dile getirilişinin ardındaki büyük ve sonsuz ciddiyeti, kararlılığı ve bunun olası sonuçlarını anladı mı?..

Pimi çekilmiş ve çekilmemiş bombalar ve mesajları
Bu gelişmelerin bir etabı da, 1998 Ekim ayında yaşanıyordu. Devlet, düzenin geçmişine ve geleceğine sahip olduğunu kanıtlamaya dair büyük bir gösteri yapma ihtiyacını, 29 Ekim kutlamaları ekseninde gidermek amacındaydı.
Bu gösterilere, "laik" kesimler, şeriatçılara yönelik tavırlarını ifade etmeyi, Atatürk'e ve Cumhuriyet'e sahip çıkmak olarak değerlendirdikleri için, gönüllü olarak katıldılar. Askerler, uzun yıllardan sonra ilk kez alanlara, sokaklara indiler ve "Ordu Millet Elele" sloganları eşliğinde, sivillerle birlikte yürüdüler.
Öte yandan, öğrenciler başta olmak üzere, tüm devlet memurları ve hizmetlileri, "29 Ekim coşkularını" görevli olarak ispatlamak zorundaydılar!.. Bu bağlamda öyle örnekler yaşandı ki, Oligarşi'nin 'devlet etme' anlayışının ve geleneğinin en somuf ifadeleriydi... Söz gelimi, Muş Anadolu Öğretmen Lisesi'nde Emine Çağlayan isimli bir öğrenci, 75. yıl kutlamalarına katılmadığı için, okul müdürü tarafından dört gün okulda hapsedilerek, dövüldü. İbret olmalıydı, devlet, "coşkuyla kutlayın diyorsa", coşkuyla kutlamak zorunluluğu vardı!..
Mecburi coşkunun "en yüksek olduğu" 29 Ekim gecesi, tam da devlet erkanı yabancı konuklarıyla, Cumhuriyet şerefine kadeh kaldırırken, pimi çekilmemiş bir bomba, Türkiye'nin üzerinde patladı: "Bir iç hatlar yolcu uçağı kaçırılmıştı."
Eylemci, daha ilk dakikalarda amacını ifade etmesine rağmen, önce herşey büyük bir gizlilik içinde tutulmaya çalışıldı. TV Haber spikerleri: "Propaganda olmasın diye korsanın amacını açıklamıyoruz" diyorlardı. Birçoğu da durumu, dış ajanslarından öğrenmişlerdi. Fakat TRT bültenlerinde açıklananlar bile, gereken mesajı vermek için yeterliydi: "Korsan uçağı Lozan'a götürmek istiyordu, elinde bomba ve silah vardı."
Sonuç olarak; hiçbir şey açıklanmamasına rağmen, daha ilk dakikalardan itibaren herşey açıktı ki; ciddi bir eylemdi ve 29 Ekim gecesi gerçekleştirilerek 'Lozan' mesajının verilmesi ile, Lozan'da Kürtlerin topraklarının resmen sömürgeleştirilmesinin 75 yıllık öyküsünü anlatılıyordu.
Devlet, gece boyu süren müthiş bir panik ve kabus yaşadıktan sonra, eylemcinin insanca bir yaklaşımla bombanın pimini çekmemiş olmasından yararlanarak, onu öldürdüler.
Olay, "çok özel bir biçimde yetiştirilmiş olan çok özel timin; eli kanlı, bombalı ve silahlı caninin çok özel yöntemlerle kısa sürede enterne edilmesi sayesinde, kimsenin burnu kanamadan gerçekleştirdiği müthiş operasyon" diye lanse edildi.
Bir Mısır uçağı kaçırıldıktan sonra Mısırlı Özel Timciler, "baskın yapıp yolcuları kurtarmak isterken", yolcuların neredeyse yarısını da öldürmüşlerdi.
Bizim "özel timcilerin çok özel baskınında" da eğer eylemci bombanın pimini çekmek kararında olsaydı, yolcuların belki hepsi ölecekti ve bu durum da; Türkbank'ın satışında Başbakanlığa gönderilen mektubun bir hafta kaybolmasında olduğu gibi, "bir usul hatası olmuş" denilerek "açıklanacaktı" belki.
O kadar...
Kürt ihtihar gerillalarının taşıdığı bombalar sistemin üzerine oturduğu bombalardır
Aksu, yolculara; "Benim sizlerle hiçbir sorunum yok. Benim derdim TC Devleti ile. İsviçre'ye inip, Kürtlere Lozan Antlaşması'nda ne gibi haksızlıklar yapıldığını dünya kamuoyuna açıklayacağım. Lozan Antlaşması ile Kürtler satılmıştır" demişti.
Aksu, kuleyle ingilizce konuşmuş, yolculara bir bildiri okuyarak: (Yolcuların sözcükleriyle) "Ben bir öğretmenim. TC Devleti Kürdistan'da katliamlar yapmaktadır. Öcalan'ı ve Suriye'yi zorladınız. İnsanları öldürmeye devam ediyorsunuz. Bu işi durduracaksınız."
"Kürtleri seven, devrimleriyle birlikte olan, kendi haklarıyla demokratik ve karanlık olmayan bir ortamda yaşamak isteyenleri hedef alan gangster devleti, TC'yi ve onun tek kültür, tek dil felsefesini protesto için eylemi yapıyoruz" demişti.
Operasyondan sonra Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican: "Bu tür operasyonları sadece gelişmiş ülkelerin değil, bizim de başarabileceğimizi gösterdik. Bu tür durumlarda, korsanların etkisiz hale getirilebileceğine ilişkin mesajımızı verdik" diyerek, Oligarşi'nin olay karşısındaki psikozunu açıklamıştı.
Kürt yurtsever Erdal Aksu'nun ölümünden sonra bile üzerine ateş ettiler.
İnfaz emri, bizzat dönemin Başbakanı Yılmaz'dan gelmişti. Önce, Çiller'in yarım bıraktığı Öcalan suikastlarının devamına imza atan, bunlarda başarılı olamayınca Suriye'ye baskı yoluyla PKK liderinin ve kurmaylarının oradan çıkarılması için her türlü yolu deneyen Yılmaz Hükümeti, bir infaz emri vermek konusunda ikirciklenme ihtiyacı hissetmemişti.
Aksu'nun kaçırdığı uçaktaki yolculardan biri: "Malum sorunlardan bahsediyordu. Kimi yöneticiler, ceplerini dolduracaklarına, sorunlara çözüm bulsunlar, diyordu" şeklinde, izlenimlerinde kalanları, kendince sakıncasız bir biçimde ifade etmeye çalışıyordu.
TRT' ye "ilk tanık" olarak sabahın ilk ışıklarıyla çağrılmış olan uçağın doktor yolcusu ise canlı yayında; "Öldürülmeden ele geçirilebilirdi. Olayın böyle bittiğine üzüldüm. Kesinlikle bizlere zarar verebilecek bir insan değildi. O saatler içinde onu tanıdım ve bir insan olarak, bir doktor olarak ölmesinin gerekmediğini düşünüyorum" diyordu... Bu doktorun, yanlışlıkla (!) oraya çağrılmış olduğu anlaşıldı ve sözkonusu kişi, bir daha medya önünde gözükemedi... Yine en iyisi, "güzel ve kahraman hostes" imajıyla öne çıkarılan bayanın tablosuydu...

Kürtlerin onurlu refleksleri
Emperyalizmin ve TC'nin taktiklerinin karşısına, Kürdistanlılar, yine onurlu bir refleksle dikildiler. Apo'nun nerede olduğunun tartışıldığı günlerde, Almanya-Düsseldorf eylemcileri arasındaki binlerce insan, Apo maskeleri takarak, "Apo burada" diye haykırdılar.
TC'nin bilgi orijininin ABD ve İsrail istihbaratları olduğunu, artık herkes çok iyi biliyor. Dolayısıyla, NATO'da uzun süre çalışmış olan Kıvrıkoğlu'nun Genelkurmay'ın başına gelişiyle; PKK'ye karşı hızlandırılan komploların, bu yönüyle de bir anlamı vardır. Nitekim son General Kıvrıkoğlu, Apo'nun Rusya'da olduğu haberlerinin çıkması üzerine ilk ağızdan demeç vermeye başladı:
"Belki Rusya'ya, Suriye'ye yaptığımız gibi yapamayız. Ama onlara karşı da uygulayabileceğimiz yaptırımlar var. Son zamanlarda ekonomik kriz nedeniyle bütün Avrupa'nın uzak durduğu Rusya'yla, biz ekonomik ilişkilerimizi hiç etkilenmeden götürdük. Orada 10 milyon dolarlık Türk yatırımı var. Moskova bunların daha da gelişmesini istiyor. Böyle bir durumda bir teröriste destek vererek, çok önemli bu ekonomik ve siyasi ilişkilerin zedelenmesini isteyeceklerini sanmıyorum."
Fakat kuşkusuz, Rusya ile Türk Oligarşisi arasında, ekonominin yanısıra başka sorunlarda vardı... Özellikle Rusya'nın çok hassas olduğu Çeçenistan konusunda Türkiye'nin yaptıklarını, Rusya'nın unutmuş olması beklenemezdi. Her hafıza, Türk halkının hafızası gibi değildir!..
Çeçen korsanları, "birer yurtsever, birer kahraman" olarak ağırlayan ve onların her türlü eylemlerine, her türlü desteği veren TC Oligarşisi'nin tavırları, tarihten değil, dün'den örneklerdir... Ayrıca, Rusya'nın acil gündem maddeleri olan Yakutistan, Dağıstan, İnguş Cumhuriyetleri sorunlarındaki Türk faktörünü, TC'nin hemen silivermesi, Oligarşi'nin Türk halkına öngördüğü unutma programları kadar kolay olamayacaktı!.. Sözkonusu süreçte bir yandan da Barzani ve YNK lideri Talabani'yi Ankara'da bir araya getirmeye çalışan TC, Güney Kürdistan projelerini gündemden indirmek istememekte idi.
Yine meşakkatli 1998 Ekim Ayı'nın sonlarında, Barzani ve Talabani Ankara'ya çağrılıydı ve "olağan iştişareler çerçevesinde", Washington Mütabakatı görüşülecekti. Ecevit: "Önümüzdeki günlerde Barzani ve Talabani Türkiye'ye gelecek. Onlarla bir durum değerlendirmesi yapacağız" diyordu.
Öncelikle Londra'ya giden Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) lideri Celal Talabani, PKK'ye karşı savaşmalarının sözkonusu olmadığını açıkladı. "Kürdistan'da Barış ve Araştırma Konseyi" tarafından düzenlenen toplantıda konuşan Talabani, Kürtler için en büyük tehlikenin, TC olduğunu söyledi.
Talabani, Ankara'nın bazı iddialarından YNK'nin rahatsız olduğunu söyledi. "Çok sayıda PKK'li , sizin topraklarınızdan YNK topraklarına geçmiş" sorusuna ise; KDP lideri Barzani, "Doğru, Şam'dan Süleymaniye'ye uzanan bir tünel var. Orayı kullanıyorlar" şeklinde yanıt verdi." Türk tarafının aynı soruyu kendisine de sorduğunu söyleyen Talabani; "Ben de, 'PKK'nin helikopterleri var. Onlarla bizim bölgemize indirme yaptılar', şeklinde yanıt verdim" diye konuştu.
Bir soru üzerine, 17 Eylül'de imzalanan Washington Anlaşması'na ilişkin görüşlerini açıklayan Talabani, Ankara Yönetimi'nin bu anlaşmaya karşı olduğunu söyledi. Türk Devleti'nin, bölgede kurulacak Federe Kürt Devleti'ni istemediğini söyleyen Talabani; "ABD ilk kez Bir Kürt sorunu olduğunu kabul etti" dedi.
PKK'yi yurtsever bir hareket olarak kabul ettiklerini belirten Talabani, "PKK terörist değil" diye konuştu.
Herşeye rağmen, PKK'nin Ortadoğu'da araplarla girdiği ilişki zayıflamıştı. Öte yandan bugün PKK, Balkanlardan Tacikistan'a kadar uzanan geniş bir alanda, çeşitli ülke ve güçlerle ilişkiler geliştirmektedir.
Öyle ki, bugün dünyanın bir numaralı projelerinden biri olarak lanse edilen Bakü-Ceyhan projesi dahilinde bile, bu girişimle ilgilenen şirketlerle, PKK'nin durumunun doğrudan bağı vardır. Çünkü, Bakü-Ceyhan Hattı gerçekleşirse, PKK'nin etkin olduğu topraklardan da geçecektir.
Ankara, Apo diplomasisini özellikle ilk süreçlerde, " askeri caydırıcılık" formülünü öne çıkarmış ve sözkonusu günlerde, Suriye sınırına ve tüm Güneydoğu'ya olağanüstü bir askeri yığınak yapmıştır. İsrail ve ABD'nin bu dönem TC'ye verdiği maddi ve moral destek, göz ardı edilebilecek boyutlarda değildir. Belki de, esas caydırıcılığı, bu bileşenler oynamıştır ve TC, uzun süreden beri İsrail ittifakı ile oynadığı oyunun son perdelerini Suriye gerginliğinde açmıştır.
Öte yandan Oligarşi, aynı günlerde ülke içinde de saldırganlığını arttırmıştır. Cumartesi Annelerine yönelik saldırılar ve gözaltına almalar başta olma üzere, 25 Ekim'de HADEP İstanbul İl Başkanı Mahmut Şakar'ın tutuklanması, Erzurum Cezaevi'nde 28 Ekim'de tutsaklara saldırılması ve onlarca ağır yaralının olması, Anaların ANAP İl Binası'nı basmaları esnasındaki saldırılar, Adana ABD Konsolosluğu'na verilmek istenen mektubun engellenmesi, Sosyalist dergileri ve kültür merkezlerine yapılan baskınlar, bunlardan sadece bazılarıdır.
Sonuç olarak Oligarşi genel bir saldırı taktiği uygulamıştır. Ardından Öcalan'ın ülkeye getirilmesi için başlatılan girişimler hızlandırılmıştır. Apo'nun yeraltına geçmesi gereken sözkonusu dönemde, herşey onun kişisel tarzına bağlı çözümler içinde düşünülmüş ve dolayısıyla ülkeler arası bir diplomatik probleme dönüşen konu, en büyük diplomatik gücün öngördüğü şekilde noktalanmıştır. ABD'nin...
Sözkonusu süreç, gerek yurtta, gerekse yurtdışında Anadolu'nun topyekÜn geleceğine yönelik kurtuluş yanlıları için, yeni ve çok önemli bir baz oluşturmuştur.
Yüreğiyle gerçekten kurtuluştan, özgürlükten yana olan kesimler başta olmak üzere, devrim ve sosyalizmle ilişkisi muğlak olan ama namusunu bir biçimde korumuş olan kesimler de bu kritik dönemeçte Kürt halkının yanında olmuşlardır. Buna karşılık bazı sol çevreler, Kürtlerin birtakım reflekslerinden ve reaksiyonlarından yola çıkarak, Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesini, Oligarşi ile aynı biçimde değerlendirme, hatta Oligarşi'ye materyal verme çizgisine düşmüşlerdir. Kürt Ulusal Hareketinin yeni sürecini değerlendirirken, son derece özenli olmak, devrimci ve yurtsever sorumluluğun zorunluluğudur.
Dost hakkı, saklıdır!
Bizim, KUKM'nin yürütülüş tarzına ve başka bazı taktiklere, tavırlara, eylemlere, politika yapma tarzına vb yönelik olarak, bu dönemde acil saldırıya geçen bazı sol çevrelerden çok daha fazla eleştirilerimiz vardır. Fakat bu eleştiriler, "rakip bir güce karşı değil", halkın geleceğini doğrudan ilgilendiren bir organisazyona ilişkindir. Bunun hiç unutulmaması gerekir.
Şimdi temel olan, Öcalan'ın içinde bulunduğu yanlışlar değildir. (Ki dostlarımız, Öcalan orijinli bir mücadele yürütmek, düşmanın taktiklerinin de bu bağlamda gelişmesine karşı direnebilmek için, acilen gündemdeki tarzı değiştirmek, Öcalan'a kilitlenmiş taktikleri farklılaştırmak zorundadır. Bu politikalar, Kürt halkının acılarının ve haklarının, onun organize güçlerinin öne çıkarıldığı politikalar olmalıdır.) Şimdi temel olan, Kürt halkının haklarının ve eşitlik, özgürlük, kardeşçe yaşama ekseninde bir amacın öne çıkarılmasıdır. İmralı'nın, beri yanından!.. Anlamsız ve artık bir bumeranga dönüşen yüceltmelere son verilmelidir.
Mahkemenin kaçınılmaz olarak idam kararı vermesinden sonra, bazı kısmi sevinç gösterileri karşısında bile devletin 'itidal' çağrısında bulunması, MHP'nin bile bu tür gösterilere katılmama kararı alması, Ecevit'in 'sorunu zamanın çözeceği' yolundaki çok diplomatik açıklaması, ABD'nin 'Öcalan'ın daha fazla bilgi vermesi gerekir' yolundaki söylemi; önümüzdeki günlerin alınacak tedbirlerini ve saptanacak politikalarını oluşturma zeminin önemli verileridir.
Bu süreçte, emperyalizmin odaktan saldırdığı Kürt halkına ve onun mücadelesine, bütün varlığımızla destek olmak, (bir çarpık anlayışın yerleşmemesi amacıyla ilkesel konulardaki itirazlarımızı ortaya koymak kaydıyla) eleştirilerimizi dostlarımızın mekanizmaları içinde yapmak; devrim anlayışımızın, sosyalizm anlayışımızın, kurtuluş anlayışımızın, doğal gereklerindendir.
Şimdi, Kürt ve Türk halklarının kurtuluş mücadelesi, çok daha kalın zincirlerle birbirine kenetlidir.
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!
YAŞASIN KÜRT HALKININ HAKLI ve MEŞRU MÜCADELESİ!..

 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92