Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Şıho SANER

1-
Yaşadığımız gelişmeler, şu gerçeği çok çarpıcı biçimde gösteriyor, dayatıyor: Devrimci savaş, ancak ve ancak kurtuluşçu kişiliklerle yürür ve büyür; kurtarmalıklarla değil...
Nedir kurtuluşçu kişilik? Olağanüstü ve mükemmel bir insan tipini mi ifade ediyor? Kastedilen çok derin teorik ve politik bilgiye, deneyim ve birikime sahip bir devrimci tipi midir? Hayır. Yetkinlik ve bilgelik, her devrimcinin hedefidir. Kurtuluşçu kişilik ise, bu hedefin kendisini değil, ona ulaşmak için çıkılan yolu, yolun başında sahip olunması gereken özellikleri ifade ediyor. Bu bağlamda kurtuluşçu kişilik, devrimci savaş iradesi olan, kararlara, değerlere, örgüte bağlılıkta net olan, denetime, disipline, yaptırıma uyan, uygulayan, yani kendisini devrimin ve yaşamın öznesi olarak gören ve böyle olma iddiası ve pratiğine sahip olan devrimci militanın kişiliğidir.
Bu netliğe, irade ve eylem gücüne kavuşmamış bir "militan", ne denli iyi niyetli ve mücadelesinde samimi olursa olsun, kendini devrimci temelde yeniden inşa edemez. Böyle bir militanın mücadeleye katkısı zayıftır ve sürecin belli bir aşamasında ciddi zararlar verme olasılığı yüksektir.
Devrimci yazını izleyen dikkatli bir gözlemci, son yıllarda kurtuluşçu kişiliğe sahip kadroların eksikliğine, "yeni insan" sorununa vb. özel bir vurgunun yapıldığını, pek çok politik, örgütsel ve pratik başarısızlığın kaynaklarından biri olarak bu meselelerin ifade edildiğini görebilir. Bu noktada, genelde hemfikir olunduğu söylenebilir.
Hiç kuşkusuz, sorunun kendisi yeni değildir, ancak sadece ülkemizde değil, tüm dünyada da öne çıkışı, teorik-siyasal gündemin başat meselelerinden biri haline gelişi, son 20-30 yıllık sürece tekabül etmektedir.
Yeni dönemde ortaya çıkan kişilik, kurtarmalık kişiliktir. Bu kişiliği anlayıp çözümlemek için, birincisi emperyalist-kapitalist sistemin 1960'ların sonlarında yaşadığı ve hiçbir insani dinamiğe sahip olmadığını açığa çıkaran uygarlık krizini; ikincisi, bu krizin 1970'li yıllarda yeni boyut ve ögeler kazanarak derinleşmesini ifade eden gelişmeleri, bu temelde 1990'larda sistemin içine girdiği yeni tarihsel dönemde insanı hiçleştiren yapısını; üçüncüsü, sol ve devrimci hareketin, ortaya çıkan insan ve insanlık tablosu karşısındaki duruşunu irdelemek zorunludur.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da ise sorun, esas olarak 12 Eylül Açık Faşist Diktatörlüğü sonrasında güncelleşmiştir. Bu zamanlama, bir tesadüf değildir ya da öznel tercihlerden kaynaklanmamıştır. 12 Eylül'ün toplumsal ilişkilerde, atmosferde yaratığı kapsamlı değişim ve tahribatın; insan ilişkilerinde, kişiliklerinde ve dolayısıyla insanların devrimci mücadeleye katılış tarzında çarpıcı bozulmalarla ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlamda 12 Eylül süreci, dünya kapitalist sisteminin ve onun bir parçası olan Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın yaşadığı derin uygarlık krizinin, en yoğun ve derinleşmiş dışa vurumlarından biridir. Ve bütün boyutları ve sonuçları ile sürmektedir.
Öyleyse meseleyi ana hatlarıyla anlamaya dönük kısa bir irdeleme için 12 Eylül sürecini anahtar olarak kullanabiliriz.
2-
Bilindiği gibi, 12 Eylül ile başlayan süreç, basit bir askeri darbe süreci değildi. Tek hedef toplumsal muhalefetin ezilmesi ve Oligarşi için siyasal istikrarın sağlanması olarak belirlenmedi. 12 Eylül, büyük bir karşı-devrimci toplumsal değişimin, toplumsal restorasyonun devreye sokulmasının adıydı.
1950'lerde hızla değişmeye başlayan Türkiye kapitalizmi, yarı-feodal yapıdan kapitalizme geçişi büyük bir hızla gerçekleştirmiş, toplumsal dokuyu baştan aşağıya bir bütün olarak yeniden biçimlendirmişti.
1960'lardan itibaren gelişen devrimci hareket, bu değişim sürecinin önemli bir öznesi olmuş ve değişim sürecinin çelişkilerine pek çok noktada müdahalede bulunabilmişti.
Çarpık kapitalizmin gelişmesi ile birlikte, çözülen pek çok eski toplumsal ilişki biçiminin yerine, devrimcilerinde müdahaleleri ile az çok daha ileri ilişki biçimleri, şu ya da bu ölçüde geçirilebildi. Kapitalizmin köyünden kopararak atomize ettiği geniş yığınların bir kesimi, işçi sendikalarında, kooperatiflerde, derneklerde, mücadele içinde birleştirildi. Böylece 1 milyona yaklaşan üyesiyle DİSK doğdu, onbinlerce üyesiyle TÖB-DER, TÜM-DER vb. dernekler, onbinlerce üyesiyle mühendis odaları TMMOB, onbinlerce üyesiyle köylü dernek ve kooperatifleri, onbinlerce öğrenciyi harekete geçiren gençlik hareketleri doğdu. İnsanlar gecekondu semtlerinde, evlerini hep birlikte, polislere, faşistlere karşı mücadele içinde yaptı, korudu. Anti-faşist mücadelede milyonlar, şu ya bu biçimde bulundu. Devrimci güçler kesin bir ideolojik ve moral üstünlüğe sahipti.
12 Eylül'e değin gelen toplumsal, ruhsal biçimleniş, bu atmosfer içinde oluştu. Bu ruh, devrimci ve halkçı bir içeriğe sahipti. Mayasında dayanışma vardı. İddialı olmak ve iddiaya uygun davranmak çabası vardı. Aydınla emekçinin sınırlı da olsa birleşmesi, halkın olumlu ve tarihsel değerlerine devrimci içerik kazandırma çabası vardı. Kuşkusuz bütün bunlar çok derinlik kazanmamıştı. Henüz yüzeyseldi, derinleşmesi, nitelikli hale getirilmesi gerekiyordu. Ama herşeye rağmen, egemen olan, gelişen toplumsal-ruhsal biçimlenme buydu.
12 Eylül, ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal vb. her alanda toplumsal yapıyı yeniden biçimlendirmeyi hedefliyordu. Bu önemli hedeflerden biri de bu toplumsal, ruhsal şekillenmeyi yok etmekti. Başta devrimci hareket olmak üzere, tüm toplumsal muhalefetin ezilmesi, yaşamın bütün alanlarında olduğu gibi, en derin etkisini toplumsal, ruhsal biçimlenişte gösterdi. Toplum atomize edilmiş, faşist terör yoluyla her türlü kollektif davranış ezilmiş ve yasaklanmıştı. Oligarşi, tam ve kesin ideolojik hegemonya oluşturdu. Uygulanan ekonomik politika tam bir hırsızlık ve yasal dolandırıcılık zemini yarattı. Atomizasyon, faşist terör, hırsızlık ve yasal dolandırıcılık, yeni toplumsal-ruhsal biçimlenişin nesnel zeminini oluşturuyordu.
Artık dayanışma ve bağlılık değil, "gemisini kurtadan kaptan" anlayışı egemendi; mücadele ve inanç değil, "köşeyi dönme" ve "babana bile güvenme" anlayışı vardı. İddialı olmak ve iddiaya uygun davranmak değil, işine geldiği gibi ve düzene uygunmuş gibi davranma anlayışı vardı. Böylece ortaya apolitik, köşe dönücü, pragmatist, değer ve ilke tanımayan, tüketici, fırsatçı, kolaycı, iddiasız bir insan tipi çıktı.
Tabii bu söylenenleri, bütün bu özelliklerin heepsinin birden tüm insanlara egemen olduğu biçiminde anlamamak gerek. Sık sık böyle belirlemeler, sanki bütün insanlarda egemendir biçiminde bir iddia ileri sürülüyormuş gibi algılanıyor. Halbuki anlatılmak istenen şudur; bu geri özellikler, toplumsal-ruhsal atmosfere egemen kılınmıştır ve toplumun ezici çoğunluğunda bu gerici özelliklerin bir ya da birkaçını ve kimilerinde tümünü görmek mümkündür. Karşılıklı etkilenmeler çok yoğundur. Bu toplumsal, ruhsal, sosyal, kültürel biçimleniş, 12 Eylül'le birlikte mayalandı. 1980'li yıllarda gelişti, 1990'lı yıllarda ise en olgun biçimlerine kavuştu.
3-
Sol hareket, 12 Eylül'ün yarattığı bu toplumsal, kültürel, sosyal biçimleniş üzerine 1980'li yıllarda çok yazdı. Ancak çoğunlukla bu değişimi, dışsal bir olgu olarak ele alan değerlendirmeler yapıldı ve esas olarak genel bir söylem içinde kalındı. Genel olarak toplumsal değişmelerden, yozlaşmadan söz edildi.
Sol hareket, bu toplumsal, ruhsal biçimlenişin kendi toplumsal tabanı, kendi kütlesi ve doğrudan kadroları ve kadro adayları üzerindeki etkileri üzerinde durmadı.
1980'li yıllarda kadroların çoğu hapishanede ya da yurtdışındaydı. Yurtiçindekiler ise içe kapanmış ve dış etkilere nisbeten kapalı durumdaydı. 1987-90 sürecindeki görece devrimci yükseliş yıllarında ise devrimci harekete ağırlıklı olarak, geçmişte ailesi, sosyal çevresi vb. yoluyla devrimci düşüncelenden etkilenmiş, 12 Eylül rüzgarının çok hırpalamadığı, etkilese bile henüz ciddi belirtilerinin açığa çıkmadığı kesimler akmıştı. Bu nedenle, sol hareket, 1980'li yıllarda 12 Eylül'ün yarattığı kişilik ve toplumsal atmosfere ilişkin pek çok tesbit yapmasına karşın, kendisini bu gerilikten ayrı tutarak değerlendiriyordu.
1990'larda, özellikle 1992'den itibaren, devrimci harekete kelimenin tam anlamıyla 12 Eylül kuşağı akmaya başladı. 1970'li yıllarda doğmuş, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını 1980'li yıllarda yaşamış, 12 Eylül'ün ekonomik, siyasal, kültürel, sosyal, psikolojik, moral mayası ile yoğrulmuş bir gençlik...
Yaşamının hiç bir alanında tatmin olamamış, ancak 12 Eylül'ün yukarıda belirtilen kültürel, sosyal, psikolojik ve moral değerleri tüm hücrelerine sinmiş, pragmatik, apolitik, değer ve ilke tanımayan, kendisinden başkasına güvenmeyen, tüketici, fırsatçı, kolaycı, zora gelmeyen, iddiasız ama yoksulluğu, ezilmişliği nedeniyle düzene karşı öfkeli, devrimci mücadeleyi bir yaşam tarzı olarak değil, sadece düzene öfke ile vurma biçimi olarak gören bir devrimci adayları kütlesi vardı artık...
4-
Peki yapılması gereken nedir? Herşeyden önce yukarıda anlatılan gerçeğin ayırdına varılmalı, gerçekliğimiz (tek tek insan olarak), bu bakış açısı temelinde daha derinlikli bir biçimde sorgulanmalı ve çözümlenmelidir.
Yine herşeyden önce, kazanma bilincini ve kurtuluşçu kişiliği yaratmalıyız.
Kazanma bilinci; tarihten geleceğe aktığımızın, tarihsel olarak haklı olduğumuzun, er ya da geç sınıfsal sömürünün olmadığı özgür bir dünya yaratacağımızın bilincidir. Bu uzun yolda her türden yozluğu mutlaka ve mutlaka aşacağımızın önsel olarak kesin biçimde kabul edilmesi, bunun coşku ve kıvancının taşınmasıdır. Herşeye karşın, insanlaşma bu bilincin kazanılması ile başlıyor.
Kurtuluşçu kişilikten neyin anlaşılması gerektiğini yazının başında ifade etmiştik. Şu anda her devrimci yoldaşın, durumu ne olursa olsun, kurtuluşçu kişilik iddiası ve kazanma bilinci ile silkinmesi gerekiyor. Bu temelde;
Birincisi; kazanacağız. Bu kesindir, bunu her yoldaş kafasında iyice netleştirmelidir.
İkincisi; devrimci mücadele irademiz tam. Kavgadayız. En küçük bir tereddüt taşımadan... Bu bireylerde de netleşmeli.
Üçüncü olarak, alacağımız kararları kesin bir irade ile ne pahasına olursa olsun uygulayacağız. Emeğimize, devrimci değerlerimize, yapımıza, yoldaşlarımıza kesin, tam ve sonsuz bir bağlılık göstereceğiz. Bunda netleşilmesi gerekiyor.
Dördüncüsü, çalışmalarımızı tam bir devrimci disiplinle yürüteceğiz. Yani her faaliyeti, kararlaştırılan içerik, biçim ve zamanlama ile yapacağız. İlkelerden ne pahasına olursa olsun ödün vermeyeceğiz. Kişilere değil, sadece ideolojiye ve ilkelere bağlı kalacağız. Denetime açık olacağız, denetleyeceğiz, eleştireceğiz, özeleştiri vereceğiz. Ortaya koyulan iradeye uymadığımızda, belirlenmiş yaptırımların uygulanmasını kabul edeceğiz. Bunları kendimizi düzeltmenin ve ilerletmenin araçlarına dönüştüreceğiz. Aynı biçimde, gerektiğinde yaptırımlar uygulayacağız. Devrimci militan, bunlarda da netleşmek zorundadır.
İşte kurtuluşçu kişilik, bu dört noktada kesin bir irade oluşturup, uygulamaya geçtiğimizde başlar. Kurtuluşun hareketi, örgütü ya da partisi de, bu kurtuluşçu kişiliklerin kollektif çalışmasının ürünü olarak doğar.
Bir karşılaştırma yapılırsa; kurtuluşçu kişilikle, 12 Eylül kişiliği arasında ne denli büyük, derin ve uzlaşmaz bir karşıtlık olduğu görülür.
Gelinen noktada her devrimcinin ve devrimci örgütün yeni insan-kurtuluşçu kişilik yaratmada başlaması gereken yer budur; kazanma bilincimizi ve inancımızı bir kez daha tekrarlamalı ve herbirimiz kurtuluşçu kişiliğin dört temel bileşeni noktasından kendimizi sorgulmalıyız.
Hemen kollarımızı sıvamalı ve işe girişmeliyiz. Kurtuluş hareketini ve kurtuluşçu kişiliği ancak böyle inşa edebiliriz.

Kaybedileni Doğru Yerde Aramak,
Kurtuluşçu Kişilik Üzerine Notlar (1)

1-
Yeni başlangıçların sadece yeni sözlerle değil, döneme denk düşen ve geleceği kucaklama dinamiklerine sahip yeni bir ruhla, kendine güvenle, tereddütsüz bir bakış açısı ile olabileceği açıktır.
Her devrimcinin, devrim taraftarının önünde, her zaman ama özellikle de yeni başlangıçların eşiğinde olunduğu zamanlarda, çok net ve çarpıcı biçimde üç somut alternatif bulunur.
Birincisi, düzene dönüştür, gönüllü kitle olmaktır. Düzenin zulüm ve kölelik ürettiğini bilip de isteyerek düzene dönen, gönüllü köledir. Kölelerin en kötüsü ve lanetlisidir. Bu, insanlığa ve kendine ihanettir. Tükenişi yaşayan ve biraz olsun ileriye doğru adım atmak istemeyen bu tür unsurlar için söylenecek ve yapılacak çok fazla şey yok.
İkincisi, kurtarmalık kişilik, kurtarmalık solcu olmadır. Günümüzde düzenin dayattığı kişilik ve kimlikle biçimlenen, geniş emekçi kitlelerinde egemen olan kişilik yapısı ve bunun soldaki uzantısı, esas olarak kurtarmalık kişiliktir ve kurtarmalık solculuktur.
Bu kişilik, düzene tepki duyan, ancak düzenden kopma gücüne, kendisine güvene, devrimci irade gücüne, ilerici, devrimci bir siyasallaşmayı kazanma gücüne sahip olmayanların duruşunu ifade ediyor. Bunun solculuğu da esas olarak düzene tepki duyma, ama ondan kopamayıp, onun yaşam tarzını devrimci hareket içinde çeşitli biçim ve boyutlarda üretme tavrıdır. Bu kişilik ve solculuk kurtuluşçu değildir, iddiasızdır... Hemen hemen her zaman birilerinden kendisini kurtarmasını, ayağa kaldırmasını bekler, özgüveni yoktur. Bilimsel düşünme, inanç, bağlılık, güven ve irade yoktur. Bu nedenle, yaşam karşısında çözüm gücü, çözüm iradesi yoktur, olamaz.
Bu anlamda kurtarmalık solculuk, serseri mayınlıktır. Savaşır ama ne zaman ne biçimde ihanet edeceği belli olmaz. Her an yarı yolda bırakabilir. Zorlu dönemlerde ise ihanet ve kaçış, her zaman kapıdadır. Umut olamaz, umut olma gücünü kendisinde cisimleştiremez. Çoğu kez bunu istemez. Hep umut olacak birini bekler. Birileri kendisini değiştirmelidir, şu olanağı, bu desteği vb. sağlamalıdır. Hep bekler, aldıkça biraz adım atar, ama kendisi olanak ve güç yaratmayı ve bunlar temelinde adım atmayı bilmez. Bütün bunlardan dolayıdır ki, kurtarmalık kişilik ve solculuk yaşamın öznesi değil, çoğunlukla nesnesidir.
Gerek 12 Eylül faşizminin toplumsal dokuda ve sınıfların kişilik şekillenmesinde yarattığı ağır tahribat, gerekse 1990'larla birlikte içine girdiğimiz ve yeni bir tarihsel dönemin giderek belirginleştiği geçiş sürecinin tüm değerleri alt-üst eden kaos ortamı ve anti komünist karakteri nedeniyle bugün kitlelerin içinde ve devrimci saflarda egemen olan karakter-kişilik, esas olarak kurtarmalık kişilik ve solculuktur.
Öte yandan içine girdiğimiz yeni dönemin devrimci hareketini yaratma yolunda yapılacak başlangıçların, çalışmaların sosyalizm ve hatta insanlık tarihinin belkide en zorlu, karmaşık ve en büyük bedelleri isteyen faaliyetler olacağını söylemek, abartılı olmaz.
Kurtarmalık solculuk ve kişilikle bu sürecin örgütlenemeyeceği, örgütlenmenin yürüyüş tarzına ayak uydurulamayacağı, insanlığın umudunun ve özgür geleceğinin yaratılamayacağı kesindir.
Üçüncü seçenek, yaşamın öznesi olma gücünü göstermektir. Kurtuluşçu olmaktır. Kurtuluşçu kişiliği kendisinde cisimleştirmektir.
2-
Kurtuluşçu kişilik, yaşamda sınır tanımayan, kurtarmayı değil, yaşamın ve insanlığın kurtuluşunu hedefleyen ve bunun pratiğine girişen kişiliktir. Kurtuluşçu kişilik, ne denli zayıf dinamiklere sahip olursa olsun, düzeni redde yönelir, yeniyi ve devrimci yaşamı esas alarak kendi özgücüne dayanıp ayağa kalkma, kurtuluşçu olma iddiasını taşır. Bu zorlu mücadelede, kuşkusuz ki desteğe ihtiyacı vardır, ama "desteksiz olmaz" demez. Kurtuluşçu kişilik, örgütü kendi dışında, kendi zayıflıklarını örten, koltuk değneği olan bir kurum olarak görmez. Örgütü kendisinde, kendisini örgütte görür ve yaratır.
Düzeni, düzenin tüm kurum ve değerlerini daha baştan ve toptan reddeder. Düzeni yenme iradesi nettir ve tüm pratiğini bunda yoğunlaştırmıştır. Her koşulda köklü alternatifler yaratma iddiasına sahip çıkar. Özcesi, kurtuluşçu kişilik, yaşamın ve insanlığın kurtuluşunun öznesi olduğu bilincine ve iddiasına her işte, her an ve her yerde sahip olma ve buna uygun davranma kişiliğidir. Yani kendinin, yaşamın, insanlığın kurtuluşuna, özgürce ve efendisiz yaşamasına dair kendi öz düşüncelerinin, sözünün, iddiasının ve eyleminin olmasıdır.
3-
Kurtarmalık kişilk ve solculuk, kaybetmiş kişilik ve solculuk demektir. Kaybedilen, yaşamda özne olma bilincidir, özgüvendir, umuttur, iradedir, bağlılıktır, çözüm olma gücüdür, üreticiliktir, cesarettir, direnişçiliktir, iddia sahibi olmaktır . Yani insanı yaşamda özne yapan değerlerdir.
Devrimci Kurtuluş Hareketi, kurtarmalık kişilik ve solculuk karşısında kayıtsız kalamaz, hayırhah bir tavır içinde olamaz. Kurtarmalık kişilik, emekçi halk tabakaları içinde derinden kök salmıştır. Daha da ötesi, devrimci harekete güçlü bir biçimde sızmıştır. Bu nedenledir ki kurtarmalık kişilik, salt bu tür unsurların devrimci yapılardan tasfiyesi (bu yolun kullanılmasının zaman zaman gerekeceği göz ardı edilemez) ile ya da çokça yapıldığı gibi varlığı görmezden gelinerek, yani deve kuşu yaklaşımı ile aşılamaz. Sorun esas olarak toplumsal ilişkilerin bütünündedir. Egemen çarpık kapitalist sistem yıkılmadan, sosyalizme yürüyen bir demokratik halk iktidarı kurulmadan, kurtarmalık kişiliğin köklü ve kesin biçimde aşılmasının önü açılamaz.
Ancak kurtarmalık kişiliklerin de devrim yapması mümkün değildir. Durum bir paradoksu mu gösteriyor? Evet, bir paradoks ama bu paradoks, aşılamaz değildir. Bu paradoksu çözecek olan, devrimci kurtuluşçuluğun kollektif birliği olan devrimci örgüt ve onun geniş emekçi yığınları arasında egemen olan kişiliği ve solculuk anlayışını ezecek devrimci pratiğidir.
Kurtarmalık kişilik ve solculuğun girdabındaki insan da, kurtuluşçu dinamik ve kişiliği kazanabilir.
Bunun için kurtarmalık durumlara nerelerde düşüldüğünü bütün açıklığı ile ortaya koyan özeleştiri, kurtuluşçu kişiliğe ulaşma isteği, isteğe uygun yaşam pratiği ve devrimci örgüt gereklidir. Kısacası, öncelikle kurtuluşçu kişiliği kazanma iradesi gereklidir. Bunu izlemesi gereken ise, nerede kaybedildiğini saptamaktır, açık yürekli özeleştiri yapmaktır. Nerede kaybettiğini bilmeyen, doğru yerde arayamaz. Kaybedilen şey, ancak kaybedilen yerde bulunabilir.
Kişi korkak, bu nedenle zarar veriyor, gelişmeyi köstekliyor, kaybettiği noktada korkaklığı, cesareti bulması için, korkusunun nedenlerini açığa çıkarması ve bu temelde onu aşacak bir pratiği oluşturması gerek. Cesareti, korktuğu noktada kaybediyor, onu korkunun oluştuğu noktada bulabilir.
Kişi düşman karşısında direnişçi değil, değerlere bağlı değil, lafazan ya da henüz yeni devrimciliğe yönelen biri olduğu için güçlü bir direnişçi yapıya sahip değil. Direnişçi kişiliği bulması, düşmanın niteliğinin açığa çıkarılmasına, direnişçi değerleri adım adım, küçük küçük pratiklerle özümsemesine, düşmanın her koşul altında yenilebileceği bilincine ulaşmasına bağlı. Boyun eğen kişilik, düzenin meşruluğu fikri aşılmadığı, özgüven gelişmediği için ortaya çıkıyor. Direnişçilik bu noktada kazanılamıyor. Direnişçi kişiliğe, boyun eğmeci kişilik çözümlenerek ve bu temelde düzene karşı direniş tavrı pratikte örülerek ulaşılabilir.
Kişi, amaçlı bilgi edinmeyi önemsemiyor, yaratıcı bir çalışma ve üretkenlik içinde değil, tüketici. Devrimci çalışmada yapması gereken veya yapabileceği katkıyı yapmıyor ya da çok sınırlı, plansız, hedefsiz yaparak süreci tıkıyor. Yaşamın öznesi olabilmek için, kurtuluşçu olabilmek için, yaratıcı bir üretkenlik gerek, üretkenlikte sınır tanımamak gerek. Bunun için tüketici yanlarını, üretkenliğini sıradanlaştıran ve sınırlayan yanlarını çözümlemesi, aşmanın yollarını bulması gerekir. Yaratıcı ve sınır tanımayan üretkenliğe, ancak tüketici kişilik ögeleri sorgulanarak ve aşılarak ulaşılabilir.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Ancak buna gerek yok. Korkaklık, özgüven eksikliği, direnişçi kişiliğe sahip olmamak, tüketicilik vb. gibi insana kaybettiren, onu kurtarmalık hale getiren niteliklerin aşılması, öncelikle insanın samimi biçimde bu yanlarını görmesi ve kapsamlı biçimde çözümlemesine bağlıdır.
Eleştiri ve özeleştirinin kof ve genel geçer bir iş olmaktan çıkarılması, ancak bu tarz bir çözümlemenin esas alınmasına bağlıdır ve ne yazık ki bu tarz çözümlemler devrimci çalışmada oldukça az görülmektedir. Çoğu durumda gelişen özeleştiri tarzı nedir? Kişi kurtarmalık bir kişiliği sahip, onu yaşamın öznesi yapacak pek çok değerini kaybetmiş. Ama bakıyorsunuz; kaybettiklerini kaybettiği yerde aramıyor, kaybedişinin sorumluluğunu yüklenmiyor. Başkalarını suçluyor, gerekçeler üretiyor, sorumluluğunu başka kişi ve kurumlara yüklüyor ve böylece kendi zaafları ve sorumlulukları ya gözden yitiyor ya da sıradan şeyler gibi sunuluyor. Bu sözde özeleştiri-sorgulama tarzı, aslında kurtarmalık kişiliğin direnişidir, kendisini yeniden üretmesidir. Çünkü bu tarz kişinin kendisi yine yoktur, yine kendisini özne olarak ele almamıştır.
Sen direnişçi, cesur ve üretken olma iradesini net olarak ortaya koyup, bu nitelikleri kazanmanın yöntem, araç ve pratiğini adım adım yaratma yoluna girdiğinde; kim, nasıl önünde durabilir? Hayır, hiçbirşey, hiçbir kimse, hiçbir biçimde bu iradenin önünde duramaz.
Bu bağlamda kurtarmalık kişilik ve solculuğun aşılmasında esas alınması gereken eleştiri-özeleştiri; kaybedilen şeyi doğru yerde, yani kaybedilen yerde aramayı esas alan eleştiri ve özeleştiri olmak zorundadır.
Kuşkusuz ki, bu sorgulama tarzı ancak devrimci, örgütlü yaşam içinde güçlü bir biçimde gerçekleşebilir. Yine sorgulama tarzından çıkarılacak sonuçlar, ancak ona uygun bir devrimci yaşam pratiği yaratılabildiği ölçüde anlamlı olabilir.
4-
Düzen kişiliği, kurtarmalık kişilik ve kurtuluşçu kişilik üzerine değerlendirmelerde değinmeden geçilemeyecek bir diğer nokta ise, kategorik belirlemelerin yaşamda her zaman birebir, saf karşılıklarını arama hatasına düşmemek gereğidir.
Bu kategorik belirlemelere en genel hatlarıyla denk düşen oldukça geniş kesimler bulunduğu gibi, azımsanmayacak sayıda insanın ise bu kişilik tiplerinden birinin özellikleri ağır bassa da, diğerinin de kimi özelliklerini taşıdığı ya da zaman zaman bir kişilik tipinin, zaman zaman yek diğerinin özelliklerinin ağır bastığı görülür. Bu bağlamda kurtuluşçulukla kurtarmalık olma arasında sürekli bocalama ve hatta daha uç bir durum olarak kurtuluşçulukla düzen kişiliği arasında gidip gelme, az raslanır durumlar değildir.
Günümüz emperyalist-kapitalist dünyasında böylesi parçalı kişilik, yani bir yanıyla özgün bir şizofrenik kişilik, psikiyatrik-klinik ölçülerle ele alınmayacak denli yaygın ve büyük bir toplumsal vaka durumundadır.
Bütün bu nedenlerden ötürü, her olguyu genel ve şematik ölçüler temelinde değil, kendi özgül yapısı, özellikleri zemininde ele almak ve çözümlemek zorunludur. Yaptığımız belirlemelerin asıl işlevi ise, bu çözümlemelere yol göstermek olmalıdır.
5-
Günümüzün temel görevi, içinde bulunduğumuz yeni tarihsel dönemi çözümleyerek, kavrayarak dönemin devrimci hareketini güçlendirmek, yükseltmektir. Bunun konumuz bağlamındaki anlamı, kurtuluşçu kişiliği yaratmaktır.
"Ben yeni dönemde devrimci hareketin başarılı bir militanı olmayı, sınıfsız ve özgür bir dünya mücadelesinin kesin bir zorunluluğu ve bu yolda atılması gereken temel bir adım olarak görüyorum. Bu sürecin öznesi olacağım ve birliğimizin bayrağı altında tereddütsüzce mücadele yürüteceğim. Artık geriye dönüş yok, artık yalpalama yok, artık her yoldaşım, her emekçi benim omuzumu, gücümü ve irademi kaygısızca yanı başında hissedecek. Sınır tanımadan her görevi omuzlayıp başarma çabası içinde olacağım. Zorluklara, kaygılarıma, korku ve tereddütlerime, düzenden gelen zayıflıklarıma teslim olmadan, onlarla sadece savaşı düşünerek, doğrultusunu belirlediğimiz mücadelemizin ve devrimci iradenin sonuna değin takipçisi ve savaşçısı olacağım."
İşte netleşmenin ve kurtuluşçuluk iradesinin günümüzdeki en özlü anlatımını, böyle ifade edebiliriz.
Bu irade ve netleşme, coşku ve kararlılıkla ortaya konulmalı ve yaşam klavuzu haline getirilmelidir.
Öte yandan bu iradede netleşmek ve savaşmak hiç kuşkusuz ki çok kolay olmayacaktır. Her keskin dönemecin aşılmasında olduğu gibi, yeni dönemin Devrimci Kurtuluş Hareketi'ni yükseltme ve kurtuluşçu kişiliğini yaratma süreci de kendi içinde pek çok zorluğu, acıyı, kaybı taşır.
Bu iradede netleşmek, yaşamımızı baştan aşağıya yeniden düzenlemeyi, düşman saldırılarının üzerine cesaretle yürümeyi, hayatın önümüze çıkardığı kapsamlı sorunların teoride ve pratikte yanıtlarını oluşturmayı, çok az olanakla çok iş yapmayı becermeyi, kimi zaman süreci omuzlama gücünü taşımayan yol arkadaşlarından ayrılmayı vb. gerektirecektir. Sayısız zorluğa göğüs gerilecektir.
Ancak hristiyan engisizyonunun karanlığına karşı bilimi ve aydınlanmayı, yakılarak can verme pahasına da olsa savunan Bruno'nun belirttiği gibi: "Zorluklar yanlızca, alçakları vazgeçirmek içindir!"
Asla vazgeçmeyeceğiz. Ne kurtarmalık solculuk, ne de gönüllü kölelik!.. Çizgimiz, ideolojimiz ve devrimci çalışma tarzı anlayışlarımız, prensiplerimiz nettir. Kişiliklerimizin de tüm bunlara yaraşır netlikte olması zorunludur. Netleşeceğiz ve savaşı yükselteceğiz. Bu kesindir.
Kapitalist kölelikten kurtuluş ve sosyalizmin yeniden daha güçlü kuruluşu, dünyanın her yanında bu iddiayı, iradeyi ve cüreti gösterenler tarafından gerçekleştirilecektir. Coğrafyamızda da bu sürecin daha başından itibaren mücadeleyi omuzlama onurunu gösteren devrimciler olunmuştur/olunmalıdır/ olunacaktır.
P-C geleneğimizde bu dinamikler güçlü biçimde vardır. Bu dinamikler görülüp kavranır ve yeni dönemin görevleri ile doğru tarzda birleştirilebilirse, başarı kesindir!..

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92