Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Didar Şensoy, Almanya'da Düzenlenen Bir Gecede, Coşkulu Bir Kalabalık Tarafından; saygıyla, onurla anıldı

Hüseyin Merdan GÜLBEY

1 Eylül 1987'de TBMM'nin önünde polisler tarafından tartaklanması sonucunda yaşamını yitiren Didar Şensoy, bu yıl Almanya'da, geçtiğimiz yıllardan daha büyük bir katılım ve çoşkuyla anıldı. Köln Üniversitesi Öğrenci Birliği'nin düzenlediği geceye, 500'ü aşkın katılımcı destek verdi. İsviçre, Hollanda, Fransa ve Almanya'nın çeşitli eyaletlerinden konukların da ağırlandığı gece, "ANKA KUŞUNUN TÜRKÜSÜ" sloganıyla gerçekleştirildi.
Cumartesi Anneleri'nin, Didar Şensoy simgesiyle selamlandığı geceye, ülkemizin değerli sanatçıları katıldı.
İstanbul'dan konuk olan ve Metris direnişlerini, 12 Eylül zindanlarını yaşamış bir sanatçının, Latife Geçkin'in ve Olcayto Art'ın sahne almasıyla başlayan Anka Kuşu gecesinde, herkes birer Arka kuşu idi adeta... Latife Geçkin, özenli bir repertuar ve güçlü sesiyle; konukların, Didar Şensoy'un ve Cumartesi Anneleri'nin acılarında ifadesini bulan birikimlerini; coşkuya, umuda, direnişte ayak diremeye inançlarıyla türküledi. Mehmet Gümüş'ün bestelediği Didar Şensoy'a Ağıt şarkısı, Latife Geçkin'in konuklara en güzel sürprizlerinden biri oldu.
Orada, geceyi sunan iki genç öğrenci diyorlardı ki: "Türkiyeli Öğrenciler Birliği olarak, hepinizi saygıyla selamlıyoruz. Anka Kuşu simgesiyle tanımladığımız Didar Şensoy'u ve Cumartesi Anneleri'ni, bu gece burada, hep birlikte, coşkuyla selamlamak istiyoruz.
Bizler, Türkiyeli ve Kürdistanlı gençler olarak, böyle insanlara, böyle direnişçilere ve özellikle de böyle analara sahip olmanın büyük kıvancını taşıyoruz. Ve bu kıvancı, hep birlikte yaşamak, paylaşmak istiyoruz.
Anka Kuşu'nun türküsünü, bu gece burada ve bundan sonra her yerde, hep birlikte söylemek istiyoruz.
Gelir dağılımı en bozuk ülkeler listesinde, uyuşturucu trafiği en yoğun ülkeler listesinde, özgürlüğün ve bağımsızlığın en fazla yasaklı olduğu ülkeler listesinde, kayıpların ve yargısız infazların en yoğun olduğu ülkeler listesinde başı çeken bir ülkenin, bir mafya cumhuriyetinin çocukları olarak, omuzlarımızda çok büyük sorumlulukların olduğunun bilincindeyiz.
Ama ülkemizin karanlık tablosu içinden öyle ümit verici, öyle güven verici, öyle ışıklı Anka Kuşları da uçuyor ki... Bu güzel örneklere bakarak, ülkemizin geleceğini yaratabilme inancımız ve azmimiz, her geçen gün biraz daha büyüyor.
Bizler, halklarımızın geleceğinin çok aydınlık olacağına, bütün yüreğimizle inanıyoruz dostlar ve bu inancımızı, bilincimizi; emeğimizle, alınterimizle gerçekliğe kavuşturacağız. Bütün bu duygularımızı ve coşkularımızı da sizlerle paylaşmak istiyoruz.
Yüreği doğrudan, güzelden, aydınlıktan yana olan, yüzünü geleceğe, güneşe, ışığa dönen herkes, dostumuzdur. Dostluklarla çoğalalım, dostluklarla çoğaltalım."
Üniversitelilerin bu ilk anonsundan sonra, ASTA adına bir konuşma yapan Dieter Asselhoven, emperyalizmin halklara verdiği acılara vurgu yaptı.
Dieter Asselhoven'den sonra yine mikrofonda gençler vardı:
"Benim ülkem bir uçurumlar ülkesi. Milletvekillerinin bile asker kaçağı olduğu ülkemde, hergün onlarca insan ölüyor, öldürülüyor ya da "ölü ele geçiriliyor." Çünkü birileri özgürlüğü ve bağımsızlığı savunmaya çalışırken, birileri müthiş bir aymazlık ya da çaresizlik içinde, ölmeye, öldürmeye yollanıyor.
Bütün bunlar, bizim kaderimiz değil ve bunları, mutlaka değiştireceğiz. Mutlaka dostlar...
Değiştireceğimize inancımız tam, çünkü bizim topraklarımız, direnmeyi, direnişi tanımayan topraklar değil. Bizim coğrafyamız, bizim ülkelerimiz, az direnişçi görmedi, az direniş yaşamadı. Ve işte onlardan biri de, Şeyh Bedrettin değil midir?
Şimdi, yüreği daima direnenlerden ve direnişçilerden yana çarpmış, emeğini daima onların emeğinin yanına koymuş, "her durumda yeniden başlayabilme cesareti" gösterebilmeyi sevmiş ve bilmiş, dönüştürücülüğü hedeflemiş ve başarmış bir aydınımızı ve sanatçımızı, Jülide Kural'ı, Şeyh Bedrettin Destanı ile izleyeceğiz."
Üniversitelilerin bu anons ile sahneye çağırdıkları Jülide Kural, nefes kesici bir gösterim gerçekleştirdi. Salondaki çocukların bile büyük bir sessizlik ve ilgiyle izledikleri Şeyh Bedrettin gösterimi, olağanüstü bir yaratıcılıkla gerçekleştirilen direnişçi Didar Abla bağlantısının kurulmasıyla sona erdi.
"Bir şarkı istiyorum
zaferden sonrasına dair.
kimbilir, belki yarın..."
Hayır, yarın bile değil dostlar.
Şarkılarımızı, bugün, hemen şimdi söylemeye başlamalıyız artık. Dünyadaki hiçbir güç, bizi susturmayı başaramamalı.
Susmayacağız dostlar!.. Şarkılarımızı, hepbirlikte, herşeye rağmen, direnerek, gerekirse yanarak söyleyelim.
Sesimiz, ateşin sesine karışsın. Sesimiz, Anka Kuşları'nın kanat seslerine karışşın!.. Ve şimdi seslerimizi, ülkelerimizin en güzel ozanlarından birinin sesiyle çoğaltalım, yükseltelim!...
Bu gece, gerçekten büyük güçlüklere rağmen burada bizimle olmayı tercih ettiği için ona sonsuz teşekkürlerimizi iletelim. Onun türküleriyle, ülkelerimizin aydınlık yüzünün gerçeklerini, hep birlikte haykıralım.
Onu, sevgiyle, saygıyla, coşkuyla alkışlayalım:
Ferhat Tunç!..."
Bu anonsla sahneye çıkan Ferhat Tunç, yaklaşık bir buçuk saatlik bir performansla, seyircileri gerçek anlamıyla coşturdu, onlarla bütünleşti ve bütün türkülerinin arasında, Didar Şensoy'u ve Cumartesi Anneleri'ni kendi özgün yöntemiyle selamlayarak, sürekli alkışlandı.
Daha sonra gitarıyla sahneye çıkan Mehmet Celal, müzik kalitesinin ve demokrat insan kalitesinin çok güzel bir örneğini sundu. Müziği ile kişiliği bütünleşmişti. Çok yönlü sanatçılığı ile devrimden, güneşten yana olma özelliklerini son derece olgun bir üslupla bütünleştiren Mehmet Celal dinletisi, gecenin en güzel köşelerinden biriydi. Eline, yüreğine, diline sağlık Mehmet Celal.
Geceye katılan insan profili hakkında, tüm gözlemcilerin ortak görüşü, bu tür gecelere katılan insanların genel profiline kıyasla son derece değişik ve farklı kesimlerden katılımın olduğuna ilişkindi. Konuklar, aynı zamanda, saygın bir izleyici kitlesi olarak; gecenin türküsüne katılımda, gereken coşkuyu göstermekle birlikte, seviyeli ve alışkın olunan taşkınlıkların yaşanmadığı bir ortamın oluşmasının da özneleriydiler.
Proleter Halkın Birliği Almanya Temsilciliği'nin mesajı ve "Didar Şensoy hepimizin gururu ve onurudur. Kendi yaşamını yitirmiş ama mücadeleyi kendisi gibi sürdürecek sayısız kadınımızın yetişmesine vesile olmuştur. Bugün ülkemizin bir çok köşesinde ve bir çok Avrupa ülkesinde kaybedilen devrimcilerin hesabını sormak için, binlerce Didar Şensoy bir araya gelmektedir.
Didar Şensoy'un anısına sahip çıkmak ve onu yaşatmak, ancak ve ancak onun uğruna şehit düştüğü bu mücadedeleyi büyütmekle mümkündür.
Didar Şensoy'un anısı önünda saygıyla eğilirken, gecenizin bu mücadeleye güç katacağı inancıyla, sizlere başarı dileklerimizi iletir, tekrar saygıyla selamlarız" diyen TDP Avrupa Temsilciliği'nin mesajı, dikkat çekici özellikler taşıyordu.
ATİF KÖLN Kadınlar ve Yeni Demokrat Gençlik Komiteleri'nin gönderdiği mesajda ise; "Didar Şensoy, 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cunta döneminde cezaevlerindeki siyasi tutsakların direnişini dışarıdan destekleyen, kamuoyuna duyuran ve bununla da kalmayarak, faşist diktatörlüğün şimşeklerini üzerine çeken bir direnişçiydi. Öyle ki Didar Şensoy, Cezaevlerindeki tüm tutsakların annesiydi" denilmiştir.
Cumartesi Anneleri Komitesi'nden Susanne Hahmann'in konuşmasıyla devam eden gecede okunan "Anka Kuşunun Türküsü" başlıklı bildiri, O'nun mücadelesini ve şimdi O'nun yolunda yürüyen direnişçi analarımızın mücadelesini, son derece çarpıcı biçimde ifade eden bir içeriğe sahipti:
ANKA KUŞU'nun Türküsü
Dostlar, merhaba! Sizleri, yüreğimizin bütün sıcaklığıyla selamlıyoruz. Ve bizler de sizin yüreklerinizin, dostluk, kardeşlik sıcaklığını, sevinçle duyumsuyoruz.
Sizlere, "hoşgeldiniz", demiyoruz; çünkü sizler konuk değilsiniz. Sizler, bu türkünün, bu ışıklı sevdanın insanlarısınız ve bu gece burada, Anka Kuşu'nun Türküsünü, bir kez daha, hep birlikte söyleyeceğiz.
Hep birlikte selamlayacağız Didar Şensoy'u ve bütün Anka Kuşları'nı... Onlara sevgimizi, saygımızı, onların onurunu taşımanın kıvancını, hep birlikte haykıracağız. Onların türküsünü, bir şafak coşkusuyla söyleyeceğiz...
Kendini küllerinden yaratıp, yeniden ve yeniden uçmanın türküsüdür bu...
Herşeye rağmen varoluşun, herşeye ve herkese rağmen doğrudan, güzelden yana olmada ayak direyişin türküsüdür.
Karanlığa ışık olmanın, geleceğe ümit olmanın, düşmana korku olmanın, dosta sevgi ve güven olmanın türküsüdür.
Acıyı sadece gözyaşlarında taşımayan, direnişlerle yenen anaların türküsüdür.
Karanlığı ve büyük acıları yenmenin; direnmekten geçtiğini, gövdesiyle barikat, ruhuyla pınar olmaktan geçtiğini; direnmenin zafer olduğunu bilenlerin türküsüdür.
Ve bu türküyü dostlar, sadece onların anısı ve mücadelesi önünde değil; karanlığa karşı, zulme karşı, yüzümüzü şafağa, hep şafağa dönerek; yılmayarak ve yorulmayarak, ümidi kuşanarak, bilinci kuşanarak, inançlarımızın ateşinde yanarak, Kızılırmak gibi akarak, Fırat gibi çağlayarak; hep birlikte söyleyeceğiz.
Hep birlikte, dostlar! Toprak çanaklarımızı birbirine vurarak, başlarımızı gökyüzüne atarak, çoğalarak, çoğaltarak dostlar...
Anka Kuşları'nın en güzellerinden biridir Didar Şensoy. Doğu ve batı efsanelerinin tümünde yeri olan ve adları Simurg, Zümrüd, Phoenix, Hûma Kuşu gibi değişik olsa da, hep tüyleri altın renkli ve kırmızı olarak tanımlanan Anka Kuşları, artık Kaf dağında yaşamıyorlar. Zindanlarda, ülkelerinin meydanlarında, alanlarında, dağlarında yaşıyorlar. Sokaklara çıkıyorlar. İsyanı ve kurtuluşu haykırıyorlar. İşte Didar Abla, bu çağdaş efsane kuşlarının, 12 Eylül karanlığı döneminde büyüyen ve direnen ilklerinden biriydi...
Eylül, apansız bastırdıktan sonra, bir an bile ikirciklenmeden, tereddüte ve korkuya düşmeden, büyük bir kararlılıkla, sokağa fırladı. Avlularına idam sehpaları kurulan, zindanlara doldurulan ve sürekli işkence altında tutulan Eylül tutsaklarının ilk sesi oldu.
Henüz yanında hiç kimseyi bulamadığı günlerde, daha Eylül'ün ilk günlerinde, 7-8 yaşlarındaki yeğenlerinin ellerinden tutarak, sıkıyönetim savcılarının karşısına dikildi. "Çocuklarımızın sahiplerinin kalmadığını düşünüyorsunuz değil mi? Bundan dolayı da onları asabileceğinizi düşünüyorsunuz. Yanılıyorsunuz. Onlar sahipsiz değil ve onları astırtmayacağım. Hiç kimse kalmasa, bunları büyütüp, bunlara sizi vurdurtacağım."
Askeri Diktatörlüğün komutanlarını yakalarından tutarak arabalarından indirip; "Bana yarın değil, şimdi hesap vereceksiniz. Çocuklarımıza yaptığınız işkenceler ne zaman bitecek" diyen korkusuz ve güçlü Anka Kuşudur o...
Sonra başka analarla buluştu, onları canlandırdı, harekete geçirdi. Onlara güç, onlara güven verdi. Ve önce bir avuç insan olarak başlattıkları direnişte, yavaş yavaş çoğalarak, dikildiler Eylül karanlığının karşısına: "Çocuklarımızı Öldürtmeyeceğiz" dediler. "Onlar sahipsiz değil. Onlar ülkenin en güzel ve onurlu insanları, onların yaptığı herşey haklıydı, doğruydu."
Didar Şensoy'un sokaklarda dövülerek, işkencehanelere çekilerek, tutuklanarak, suikastlere uğrayarak; ama hiç ara vermeksizin ve gecelerini gündüzlerine katarak sürdürdüğü mücadelesinin zindanlarla ilgili boyutu, kardeşinin ilk kez tutsak alındığı 1976'dan, 1 Eylül 1987'de, TBMM'nin önünde öldürülmesine kadar sürdü.
Tamamiyle mücadeleye adanan bu güzel ve onurlu yaşamın, başka boyutları da vardı kuşkusuz; ama o, özellikle Eylül karanlığına karşı yürüttüğü savaşım içinde, özellikle zindan tutsaklarının mücadeleci, kavgada inatçı, düşüncelerinin arkasında sonuna kadar durmasını bilen, çevresindekilere daima güç veren, örgütleyici ve sürükleyici ablası olarak simgeleşti ve o, sadece kardeşinin yargılandığı davanın değil, bütün davalarda yargılanmakta olan devrimci tutsakların ablası oldu. Bu yönüyle de hep özlediğimiz; birlikte mücadelenin, beraberliğin, dayanışmanın ilk insanlarından biridir aynı zamanda...
Bugün, yüzlerce Anka kuşu, alanlarda mücadele etmeyi sürdürüyor. Eylül karanlığı hala yırtılmış değil. Anka Kuşları hep abluka altında ve yine coplanıyorlar, yine eziyet görüyorlar. Yüreklerinde taşıdıkları acılar ise, sürekli büyüyor. Her gün yeni bir kayıp haberiyle kavruluyorlar.
Onlara, 'Cumartesi Anneleri' ya da 'Cumartesi İnsanları' deniyor. Çünkü her cumartesi, Galatasaray Lisesi'nin önünde, kayıp çocuklarını arıyorlar. "Sağ aldınız, sağ istiyoruz" diyorlar.
Çocuklarının mezar taşlarını bile bilememenin acısı, yakıcı güneşin altında, dondurucu soğuğun ve copların altında, giderek büyüyen bir dağ öfkesi gibi kabarıyor.
Anaların öfkesi ile, dağların öfkesi birbirine benzer dostlar.
Dağlar da, analar da; öyle heybetli, önceleri öylece suskun dururlar, mevsimlerin altında. Sadece, gölgelerini salarlar doğaya. Ama onların içlerinde kaynayan volkan bir gün patladığında, karşılarında artık hiçbir şey duramaz. O volkanın lavları, bütün yeryüzünü yakacak kadar güçlüdür.
Didar Şensoy ve Cumartesi Anneleri, bu ülkenin ateşinin korlarıdır. Türk ve Kürt halklarının ve ülkemizin bütün milliyetlerden halklarının direniş türküsüdür onların türküsü. En güzel Anka Kuşlarımızdır onlar.
Onların türküsüne, sesimizin bütün gücüyle katılalım dostlar. Onları saygıyla, onları kıvançla, onları birer ateş çocuğu olup da selamlayalım.
Didar Şensoy'un hesabını sormak andımızdır!
Cumartesi Anneleri'nin acılarının hesabını sormak andımızdır!
Haykıralım dostlar, haykır, haykıralım!
Ellerimizi birbirimizin elleriyle çoğaltalım.
Yüreklerimizi birbirimizin yürekleriyle büyütelim.
Ve ülkemizin büyük acılarına son vermek için,
Yarını beklemeyelim!..

 

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92