Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
Militanın
Yaşam Tüzüğü-2
M. SEYHAN
|
Militan, geçmişin birikimini diyalektik yöntemle
düşünsel ve ruhsal süzgecinden geçirebilmiş olan,
çağının ve döneminin özelliklerinin, ülkesinin ilişki
ve çelişkilerinin bilincinde olan ve bu bilinci
, değiştirmeye yönelik tavırla taçlandırmış olan
insandır. Yeni insan, çağdaş militandır. Tarihi
özümsemiş, bugüne sağlam basan ve yüzü geleceğe
dönük olan iradeci ve insiyatifli insandır.
Öztanım
Militan, herşeyden önce kendini doğru tanımlayabilmek
zorundadır. Bir devrimcinin, bir sosyalist militanın
kendini doğru tanımlayamaması, bu önemli başlangıç
noktasında yanılması, onun herşeye karşı yanılgılarla
örülmüş bir yaşamı sürdürmeye çalışmasını doğurur
ki, böyle bir durum hem kendisine ve hem de yaşamını
adadığını söylediği davaya büyük zararlar verir.
Militanın öztanımının sağlam ve sağlıklı olması,
olmazsa olmaz bir ön koşuldur. İnsanın kendini tanıma
çabası, gerçekte tüm yaşamı boyunca süren bir mücadeledir.
Fakat, devrim savaşının saflarına katılmış bir kişinin,
militan olmayı hedefleyen bir insanın kendini tanıma
mücadelesini, mutlaka belli bir düzeyde de olsa
başarmış olması gerekir.
Başlangıçta hiç değilse temel özelliklerde, belirleyen
çelişkilerde yanılmamaya çalışmak, iyi bir ilk adımdır.
İzleyen süreçlerde, gerek sosyalist bilincin gelişmesi,
gerek mücadele pratiği içinde somutlaşan veriler
ve gerekse de bu konuda yoldaşların yardım ve desteğiyle,
militan kendini hergün biraz daha fazla keşfedecektir.
Militanın kendini tanıma ve tanımlama mücadelesindeki
başarısı, kuşkusuz kendine ve kendisiyle ilgili
olarak yoldaşlarına, örgütüne karşı içtenliğiyle
bire bir bağlantılıdır. Kendini olduğu gibi ortaya
koyamayan ya da koymayan bir insanın sosyalist olabilmesi
de mümkün değildir, sosyalist bir militan olarak
mücadeleye katkıda bulunabilmesi de... Tam tersine,
bu tür insanların sürekli zarar veren, yıpratan,
uğraştıran ve sonunda safları şu ya da bu biçimde
terk eden insanlar oldukları saptanmıştır.
Devrimci, saflara gelirken, kendisini yaşamının
en önemli kararını almaya yönlendiren duygu ve düşüncelerini
çok net olarak ortaya koyabilmesi gerekir. Mücadelesinin
ilerleyen yıllarında, ona ilk adımları attıran duygular
ve düşünceler değişebilir ve doğal olarak aldığı
bilincin, yeni kültürün etkisiyle bu duygu ve düşünceler
de yeni boyutlar kazanacaktır. Dolayısıyla, ayrıca
her aşamada bu yeni boyutların da tekrar tekrar
değerlendirilmesi, analizinin yapılması gerekmektedir.
Böylelikle militan, ben neden devrimciyim, şu an
toprağa basmakta olduğum noktanın önemi ve bana
yüklediği sorumlulukların ne kadar bilincindeyim
ve devrimcilikle, sosyalizmle, militanlıkla kişiliğimi
ne ölçüde bütünleştirebildim? Mücadelemle, onun
somut ifadesi olan örgütümle gerçek anlamda özdeşleşmeyi
başarabilmekte miyim?... sorularına, doğru ve ilerletici
yanıtlar verebilir. Değişiminin, dönüşümünün dayanaklarını,
bu yanıtlarda bulabilir.
Kişinin kendini tanıması, ona yönelik tanımlamaların
da doğru olmasını getirir. Bu tanımlamaların doğruluğu
ise; militanın mücadele içindeki başarısını ve verimliliğini
doğurur. Militanın kendini yanlış tanıması ya da
örgütün militanı yanlış tanımlaması, -ki her ikisi
büyük ölçüde birbirine bağlıdır-, militanın görevlendirilme
ve mevzilendirilmesinde yanlışlıklara yol açacağı
için de tehlikelidir. Sonuç olarak; hem birey açısından
ruhsal ve pratik çarpıklıklar doğuran hem de örgüt
açısından başarısızlıklara neden olan doğru tanıma
ve tanımlama zorunluğu üzerinde özenle durmak gerekmektedir.
Bireylerin, sahip oldukları özelliklerin değil de;
sahip olmayı istedikleri, arzuladıkları özelliklerin
yansıtılması; genel bir insan gerçekliğidir ve ne
yazık ki saflarda da bu gerçeklikle karşılaşılır.
Oysa sosyalist eğitimin ilk basamağı gerçekçiliktir
ve sosyalist teori, insanın herşeyden önce kendine
karşı gerçekçi, açık ve dürüst olmasını emreder.
Sosyalist militan, becerilerini, yeterliliklerini,
yetersizliklerini, bilgi sahibi olduğu konuları
ve bilgi boşluklarını, eğilimlerini ve zaaflarını,
özlemlerini ve korkularını, endişelerini, yaşam
öyküsünün onun kişilik özelliklerine etkisi olan
sayfalarını, değiştirmeyi istediği ve korumayı istediği
yönlerini; iyi saptamak ve iyi aktarmak zorundadır.
Bu konuda sağlanan başarı, onun değişim ve gelişimi
için kendisine kapıları sonuna kadar açan ve artık
bundan sonra sadece doğru bir programa ve iradeye,
çabaya, emeğe ihtiyaç duyulan bir dönemeci tanımlar.
Öte yandan, insanın doğal değişim ve gelişim süreçlerinin
de ötesinde, devrimcinin sürekli değişen-gelişen
(buna bağlı olarak değiştiren-geliştiren) insan
olması, ona yönelik tanımlamanın da süreçler içinde
değişmesini doğurur. Devrimci militan, mevcut düzenden
gelen, mevcut düzen içinde yetişen, yetiştirilen
insandır. Dolayısıyla, düzenin ilişki ve çelişkileri
içinde kaçınılmaz ve doğal bir biçimde düzenin insan
biçimlendirmesinden payına düşeni almıştır. Oysa
bütün bunlar, bizlerin değiştirmek, dönüştürmek,
zıddını yaratmak istediğimiz özelliklerdir.
Böylelikle, devrimcinin kendisinde dönüşüm ve değişim
görevi, en önemli görevlerinden biri olarak belirginleşir.
Düzenden alınan özelliklerin, devrimci olmaya karar
verildiği andan itibaren bir çırpıda sökülüp atılması
olası değildir. İnsan özellikleri, alışkanlıkları,
bilinçaltına ve bilincine yerleşen birikimler, mücadele
süreci içinde bizzat bunlarla da mücadele edilerek
değişir, dönüşür.
Bunların yerine devrimin, sosyalizmin, örgütün ve
alternatif toplum düzeninin özellikleri yerleşir.
Bir insanın mücadele içindeki işlevlerinin yoğunluğuna
ve emek sürecinin zenginliğine, düzen ilişkilerinden
ve çelişkilerinden kopuşmasına, bunlarla bağlarını
kesmesine, örgütüyle ruhsal bütünleşmesine ve amaçlara
kilitlenmesine bağlı olarak; dönüşüm süreci uzun
ya da kısa olur.
Bütün bunların yanısıra, devrimci saflara; düzenin,
çürüme ve yozlaşmanın tüm özelliklerini getiren
insanlara da rastlanır. Bu tür insanlar, değişme
ve gelişme mücadelesi yerine; kendini, gerçek özelliklerini
gizleme mücadelesi verirler ve çoğu kez en azından
bir süre yoldaşlarını ve örgütlerini yanıltmayı
başarırlar. Bu yönüyle; bir ajan provakatörün saflardaki
varlığından sadece niyet olarak farklı duruşlarıyla,
devrime ve sosyalizme çok fazla zarar verme durumları
olabilir.
Devrimciler, dönemimizde düşmanın mümkün olduğunca
fazla kullanmaya çalıştığı bir yöntem olan ajan
sızmaları kadar; bu tür kendini gizleyen, farklı
görünmeye çalışarak safları kirleten unsurlara karşı
da dikkatli olmak zorundadırlar. Büyük bir titizlikle
çevrelerindeki insanları incelemeli, fakat bu gözlemlemeleri
sırasında saflarda rahatsızlık yaratıcı tavırlardan
kesinlikle kaçınarak yoldaşlarına karşı bu yönden
de eleştirel yaklaşmayı bilmedirler.
Bu tür unsurların tipik özellikleri de vardır, çok
özgün tablolar da çizebilirler. En azından tipiklikler
üzerinde durmak, belli ipuçları verecek ve militanın
yaşam tüzüğü kılavuzunun maddeleri olarak ona yardımcı
olacaktır. Bu unsurların en genel ve belirgin özellikleri,
tutarsızlıklarıdır. Kararlı, gerçek bir devrimci
ile bir "yol arkadaşını" ayırmak çok fazla
zor değildir.
Bu insanları saptamakta değil, çoğu kez çeşitli
nedenlerle onlara karşı tavır olmakta ve hızla saflardan
uzaklaştırma sorunlar ve gecikmeler yaşanır, hatalar
yapılır. Bu tür unsurların yalpalamamaları mümkün
değildir. Özellikle sistemli ve denetimli bir çalışma
tarzı içinde kolaylıkla ve zaman geçmeden kendilerini
ele verirler. Bunların gözü genellikle görevlerle
değil, yetki ve sorumluluklardadır. İşi, görevi,
yapılması gerekeni tartışmazlar, örgüt hukuğunu,
kişileri, toplantıları, kariyerleri tartışırlar.
Yüzleri geleceğe değil, geçmişe dönüktür.
Onların konuşmalarına ve tavırlarına yön verenin,
yarının işleri değil, dünün problemleri olduğunu
görürsünüz. Yaşadıklarını çoğu kez gerçek boyutlarıyla
algılayamazlar veya gerçek boyutlarından çok öte
yorumlar yaparak abartırlar. En önemli özelliklerinden
birisi de özveri yoksunluğudur. Sanki devrimci oluşları,
yaşamları da dahil herşeylerini vermek için, yaratarak
vermek, üreterek vermek için değil de, birşeyler
almak içindir. Yoldaşlarına karşı ilişkilerinde
de, tıpkı topyekün örgüte karşı ilişkilerinde olduğu
gibi; içten, özverili değil, hesaplı kitaplıdırlar.
Rahatsızdırlar ve rahatsız edicidirler.
Bu özelliklere sahip bir unsur, özel yaşamında farklılıklar
ve üstünlükler ister. Özel yaşamı tümüyle örgütüne
açık değildir. İlişkileri ve olanakları örgütüne
gerektiği gibi açık değildir. Bu unsurların yine
özveri yoksunluğundan ve yetersizliğinden dolayı,
genellikle rahatlarına düşkün oldukları görülür
ve genellikle memnuniyetsiz, mutsuzdurlar. Bu olumsuz
elektriklerini, çevrelerindeki insanlara da yayarlar.
Yeni ilişki kazanmazlar, tam tersine mevcut ilişkilere
zarar verirler. Onları yorar, yıpratırlar.
Emeklerine cimri, fakat örgüt olanaklarına hovardadırlar.
Örgüt olanaklarını gerçek bir militan gibi 'kutsal
emanet' olarak görmez, yapacakları en ufak görevi
en fazla maliyetle yaparlar. Örgütün materyallerini
korumak ve en fazla işleve sahip kılınacağı yerlerde
ve durumlarda kullanılmasını sağlamak yerine özel
mülkiyetlerindeki materyaller kadar bile sakınıp
korumazlar. Bu örgüt, yere düşürülen bir şarjörü
örgüt malı diye alabilmek için tekrar düşmanın atış
menzili içine giren, satılması gereken bir eşyayı
en fazla gelir getiriecek şekilde satmak için dört
gün çalmadık kapı bırakmayan, beslenmesini en ucuza
maletmek için yoğurtla sütün arasındaki fiyat farkını
gözeten, otobüs bileti almamak için yürümeyi tercih
eden militanların geleneğinin örgütüdür.
"Zararlı unsurlar"ın en fazla sırıtan
özelliklerinden biri de; örgüte ve yoldaşlarına
ait bilgileri bozuk para gibi harcadıkları halde
kendi özel yaşamlarına ait bilgileri örgüt sırrı
gibi saklamaları ya da bu konuda yanıltıcı bilgiler
vermeleridir.
Kendilerine çok fazla değer atfeder, kendilerini
gelecek zamanların çok büyük görevleri için saklar,
iş küçümser ama yapılan işleri komşu kadın dedikodusu
rahatlığıyla sözümona eleştirirler. Çok büyük ve
yaldızlı laflar edip büyük ve riskli eylemler önerir,
bunların niçin yapılmadığı konusunda örgütü eleştirir
ama kendileri en ufak bir riske girmemeye özen gösterirler.
Özgüvenleri olmadığı için -ki bu durum son derece
doğaldır; zira sınıf bilinci olmayan, sınıfına,
örgütüne, ideolojisine güvenmeyen bir "devrimcinin",
kesif bir güvensizlik dumanı içinde boğucu bir yaşam
sürdürmekten başka hiç bir şansı yoktur- hiç kimseye
de güvenmezler. Bütün ilişkileri çıkar ve hesap
üzerine kurulmuştur ve insanlarla sosyalist, devrimci
ilişkiler değil, kendilerine göre hesap kitap ilişkileri
kururlar.
Sevgisizlikleri ve emeğe karşı, örgütlerine, birimiklere
karşı saygısızlıkları, tehlikeli bir güvensizlik
ağıyla örülür. Örgütsel kollektiviteye asla katlanamazlar
ve birlikte çalışmaya, disiplin kurallarına tahammül
edemezler. Onlar, ancak hükmedebilecekleri insanları
"severler". Bu suni yakınlıkları ve"sevgileri",
en ufak bir problemde tuzla buz olur.
Onlar, örgütsel otorite karşısında bir kuzu gibidirler.
Genellikle otoriteye klasik halk deyimiyle yağcılıkta
üstlerine yoktur ama ilişkiler içinde sinsice örgüt
ve yağcılıklarını yaptıkları organlar aleyhinde
propaganda yürütürler. Bu davranış tarzı, çirkinliklerini
sergiledikleri ve bir yönden de onların kolay teşhisleri
için ipucu olan tipikliklerin başında gelir. Bu
tarz davranışlarla karşılaşan samimi militanlar,
sözkonusu eleştirilerini örgüte iletip iletmediklerini
soracak olurlarsa, "kuşkusuz ilettiklerini,
hatta çok daha geniş ve detaylı konuştuklarını vb"
söylerler. Onların örgütsel kurumlara karşı gösterdikleri
yapay ve abartılı "sadakat" ile ilişkiler
içerisinde örgüt ve örgüt kurumları aleyhine yürüttükleri
söylem tarzının çeliskisi, mutlaka yakalanmalıdır
ve bu tür davranış bozuklukları karşısında alabildiğine
acımasız olunmalı, çok acil sonuçlara varılmalıdır.
Bu tür unsurların dayanak noktalarından biri de;
hemşerilik ve akrabalık ilişkileridir. Aynı çarpıklığın
bir diğer tezahürü, bölgecilik olarak pratik kazanabilir.
Bu tür unsurlar, devrimci bir birey, sosyalist bir
militan olarak işlevleriyle ve üretimleriyle halkın,
örgütün önüne çıkma olanakları olmadığı için ve
zaaflarını örtecek bir çevreye, bir perdeye gereksinimleri
olduğu için; özel, yakın feodal ilişkiler geliştirmeye
çalışırlar. Davranışlarına, yanlışlarına ve zaaflarına
yönelik olarak örgüt kurumlarının alacağı tedbirlere
karşı bu tarz ilişkilerini kullanmaya çalışırlar.
Bir devrim militanın, özelde, geleneğimizin insanının
asla affetmeyeceği ve ne düzeyden olursa olsun mutlaka
üzerine gideceği, mutlaka tüzük hükümleri ve militanın
yaşam tüzüğünü harekete geçireceği kıstas, süzgeç,
turnusol; yalandır. Çünkü, zararlı unsurlar, sızmalar
ya da safların küçük burjuva yaraları, mutlaka yalana
başvurmak zorunda kalırlar. Onların devrimle ve
örgütle bütünleşmemiş yaşamlarındaki açıklarını
kapatmak, kendilerini olduklarından farklı göstermek
için yalan söylemeye gereksinimleri vardır. Dolayısıyla,
devrimin militanının, çalışmalar ve ilişkiler içinde
gerçeğe sadakat ve yalana panzehir olma tavrını
çok fazla önemsemesi gerekmektedir.
Parantez içinde belirtmek gerekir; ender olarak
ajan provakatörlerin özellikle örgütün "gözüne
girmek" ve örgütte yükselmek için bazı eylemlere
girdikleri görülür. Düşmanın onları bu şekilde yönlendirdiği
de bilinmektedir.
Bütün bunlar, biraz da dönemimizin özgün problemleridir.
Sözgelimi 1970'li yılların mücadele sürecinde gerek
devrimin potansiyel kabarışı, gerek düşmanın karşı
devrim yöntemlerindeki tecrübesizliği ve gerekse
sosyalizmin prestijinin dönemimizle kıyaslanamayacak
kadar yüksek olması dolayısıyla; devrimcilerin sorun
gündeminde çok alt sıralarda yer alan maddeler,
ne yazık ki bugün oldukça yukarılara sıçramıştır.
Bu durumun nedenlerini, daha önceki çözümlemelerimizde
yeterince ortaya koyduğumuzu, tartıştığımızı düşünerek
burada detaylara girmiyoruz. Fakat sonuçta ülkemiz
bugün, Türk UNİTA'sının tartışıldığı bir noktaya
getirilmiştir.
Görülüyor ki; örgütlerde kendini gizlemeye ve farklı
göstermeye çalışan küçük burjuvaların da, sızma
unsurların da saptanması; gerçekte imkansız değildir.
Bunların saptanmasının turnusolu, düzenli ve sistemli
örgütsel yaşamdır. Onların en çok korktukları ve
tepki gösterdikleri, çeşitli bozgunculuk yöntemleriyle
gerçekleşmesini engelledikleri tarz; sistematiktir.
Ve örgütün bilgi arşivi olan merkeze ve kendilerini
özel olarak çeşitli sebeplerle yakından tanıyan
bazı insanların yıpranmasına yönelik çaba gösterirler.
Dolayısıyla, kendileri hakkında da gereken verilere
sahip olanları saf dışı bırakmak, onların bilgilenmelerinden
gelecekte yararlanılmasının önüne geçmek ve onların
sözlerinin değer kazanmasına, gözetilmesine engel
olmak isterler.
Onlara sürekli somut görevler veriniz. Bu görevlerin
gerçekleştirilme aşamalarını detaylı olarak inceleyiniz.
Onlardan özveri isteyiniz. Onlara asla sorumluluk
vermeyiniz ve örgütlü bireylerle teke tek ilişkiler
içine girmelerini engelleyiniz. Girdikleri ilişkilerde
yanlarında mutlaka ikinci bir yoldaşın bulunmasını
sağlayınız. Bu tür unsurların teşhisinde ve örgüt
saflarından uzaklaştırılmalarında ya da zarar vermelerinin
pek fazla mümkün olmadığı konumlarda tutulmalarında
daha sonra "ben anlamıştım ama..." çaresizliğine
düşmemek için, endişelerin, "endişe kaydı ile"
örgüte vakit geçirilmeksizin bildirilmesi gerekir.
Sınıf Bilinci ve Kitle İlişkileri
Devrimci militan, halkı için yaşayan, sınıfı için
savaşan insandır. Onda ülke, bağımsızlık, özgürlük
tutkusu; bütün bağlılıkların ve değerlerin üzerindedir.
Ve bütün bunlar sosyalist ideoloji ve örgütsel yaşam
içerisinde, sınıfa, emekçilere kanalize olur, onlarda
yoğunlaşır, tanımını bulur.
Sınıf bilinci, devrimcinin kimliğidir. Sınıf bilincini
gerektiği gibi alamamış bir militanın, yaşamın ve
mücadelenin akışı içinde her an ideolojik sapmalara
yönelebilme tehlikesi mevcuttur. Bir militanı, küçük
burjuva-feodal ilişki ve tutumlardan uzak tutacak
olan, yaptığı işe ve görevlere gerçek anlamını kazandıracak
olan, sınıf bilincidir. Çeşitli sağ ve sol sapmalar,
bu sapmaların ülke sol yelpazesindeki etkinliklerinin
oluşturduğu rüzgarlar karşısında gereken barikatların
örülebilmesi, bu barikatların sosyalist devrimci
düşünceyle yükseltilebilmesi; sınıf bilinci sayesinde
gerçekleşir.
Sınıf bilinci pekişmemiş bir militan, mücadele içerisinde
psikoloji bilmeyen bir psikolog, matematik bilmeyen
bir mühendis, anatomi bilmeyen bir doktor gibi yapay
ve gelişigüzel durur. Oysa sınıflar mücadelesinin
hiçbir gelişigüzelliğe tahammülü yoktur.
Sen, bir yandan bütün çağların en zorlu ve en uzun
erimli, en kritik sınıf savaşımının elemanı olacaksın,
bir yandan da sınıf bilincinden, bu bilinçle gerektiği
gibi donanmış olmaktan uzak kalacaksın. Bu, çok
büyük bir tehlike ve çok büyük bir yapaylıktır.
Sen, söylemde bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki
egemenliğini, baskı ve terörünü, eşitsizliğini ve
sömürüsünü yıkmak için, bunun yerine nihai amaç
olarak sınıfların olmadığı bir dünyayı yaratmak
için var olacaksın, öte yandan sınıf bilinci konusunda
kısır kalacaksın...
Örgütlerin tarihlerini inceleyiniz. Sapmaların ve
idelojik -teorik problemlerin, pratik ve taktik
hataların bir çoğunun kaynağında, sınıflar mücadelesinin
kavranışında ve yorumlanışındaki bilinç zaaflarını
görürsünüz. Bunun yanısıra tek tek militanları çözümlemeye
başladığınızda da, mücadele içindeki hata, zaaf
ve eksikliklerin kaynağında; sınıflar mücadelesinin
algılanma boşluklarının yattığı görülür. Burada
önemli olan, militanın hangi sınıf kökeninden geldiği
kesinlikle değildir. Sınıf kökenleriyle ilgili yönleri
öne çıkaran popülist yaklaşımların tehlikesinden
uzak durunuz. Önemli olan tek gerçeklik, bugünki
koşullarda devrimcinin hangi sınıfa hizmet ettiğidir.
Hangi sınıfın geleceği ve çıkarları için savaştığıdır.
Bu savaşımdaki sınıf bilinci düzeyi ve samimiyetidir.
Sınıf bilincinden, kesinlikle ve hiçbir biçimde
soyut olarak biriktirilmiş bilgiyi anlamayınız.
İnsanların ne kadar bilgi biriktirdiği, militanın
ölçüsü değildir. Devrimciyi belirleyen kıstas; öğrenilen,
kazanılan bilginin bilinç haline getirilebilme,
tavra dönüştürülebilme ölçüsüdür.
İnsanlar görürsünüz, yıllar boyu çeşitli nedenlerle
okuduğu, yine çeşitli nedenlerle içinde bulunduğu
çevrelerden duyduğu, tartışmalardan tanık olduğu
"bilgiler", kafasında yolu belirsiz karıncalar
gibi dolaşır. Bu tür insanlar çoğu kez bu uçuşan
"bilgilerini" satarak politik değil ama
sosyal bir konum ve etkinlik elde etme uğraşı içine
girerler. Oysa sıra devrimci mücadele için üretim
yapmaya geldiğinde, sınıflar savaşımının pratiğine
geldiğinde, yine bu uçuk kaçık "bilgileriyle"
kaçacak bin tane delik bulurlar, ve yine bu uçuk
kaçık bilgileriyle kaçamaklarına vakit geçirmezsizin
bol yaldızlı laflarla gerekçeler yaratırlar. Teorileriyle
pratikleri, özleriyle sözleri bir olmadığı için
de, sözlerinin ve yaşamlarının tutarlılığı ve sistematiği
yoktur.
Kuşkusuz, sınıf bilinci ile tanımladığımız birikim,
bu değildir; bunun tam tersidir. Kazanılan her bilginin,
militanın sınıflar savaşımında bir adım daha atmasını,
bir adım daha ilerlemesini ve pratiğinin bir ölçüde
daha sağlıklı, verimli, üretken olmasını sağlaması
gerekir. Gerçek sosyalist birikim budur.
Ayrıca, "bilgi satan" insan tipine karşı
çok dikkatli olunuz. "Bilgi satmak"tan
kastımız nedir? Özellikle cezaevleri, yurtdışı,
legal platformlar gibi herkesin çeşitli durumlardan
ve düzeylerden insanları tanıma olanaklarının olduğu
yatay ortamlarda, bazı şahısların etkinlik ve saygınlık
elde etmek için askerlik anılarını anlatma rahatlığı
ve sohbetkarlığı içinde; duyduğu ve bildiği (zaman
zaman uydurduğu, hayallerinde yarattığı) "bilgileri"
konuştuğu görülür. İnsan merakının dayanılmazlığı
ile kuralları ve ilkeleri bilen bir çok militanın
da iyiniyetine rağmen bu tür unsurları dinlediği,
anlatımları nedeniyle uyarmadığı ve bu tür sohbetlerin
yapılmaması için insiyatif koymadığı gözlemlenir.
Özellikle söz konusu ortamda bizim muhabbetkar karganın
durumunu ve geçmişini yeteri kadar bilen bir örgüt
elemanı yoksa, karga bir anda şahin kesilir ve anlattıkça
açılır, birileri ağzını açıp onu dinledikçe çok
daha yükseklerden uçmaya başlar. Nerede olursanız
olun, prensip dışı konuşmalara asla izin vermeyin.
İllegalite kurallarından söz etmek, bu tür kargalar
için bir lüks olduğundan dolayı, daha genel çerçevede
tanımlar yapıyoruz.
Her konuşmanın, anlatılanlara denk düşen örgütsel
ortamlar içinde yapılmasını sağlayın. Devrimciler
"ununu eleyip eleğini duvara asmış" emekli
askerler değildir. Bizim eleğimiz hala elimizde
ve unu elemek için henüz hazırlıklarımızı tamamlamaya
çalışıyoruz. Bundan dolayı da; bilgilerimizi çok
daha fazla su verilmiş çelik yüreklerde, çelik kafalarda
saklamak zorundayız. Anlatım anında size çok basit
ya da sıradan gözükse de, dinleyen yoldaşlarınızın
güvenilirliğine inansanız da, asıl olanın ilkeler
olduğunu unutmayınız ve çevrenizdeki herkesi ilkelerin
belirlemesi için şiddetli bir mücadele veriniz...
Sınıf bilincine anlam ve ruh kazandıran bir ikinci
boyut, halk-kitle ilişkileridir. Halktan, kitle
ilişkilerinden kopuk, soyutlanmış bir militanın,
sınıf bilincini canlı ve sağlam tutması son derece
zordur.
Kitle ilişkilerinin içinde olmak, onların yaşam
tarzlarının, acılarının ve sevinçlerinin paylaşımcısı
olmak; onlardan öğrenmek ve onlara birşeyler aktarmak,
onlarla bütünleşmek, bir militanın ana atardamarıdır.
Vücuda kan buradan gelir, vücudun pis kanı burada
temizlenir. Ve örgütsel damarlar ağı burada kurulur.
Mücadelenin geleceği buralarda örülür. Halkın suyunda
yüzmeyen balığın solunumu olanaksızdır.
Ancak, zorunlu illegalite koşullarında ve bazı özel
durumlarda ilişkilerden kopan militanların durumu
farklıdır ve onlar da, özgün koşullarına rağmen
bazı ilişkiler içinde bulunmanın yollarını, yöntemlerini
aramalı, yaratmalıdırlar. Ayrıca, kendilerini sosyalizmin
zengin birikimi ile beslemeye çalışmalıdırlar.
Militan için olmazsa olmaz duygu hali olan devrimci
coşkunun sürekli canlı tutulduğu, zenginleştirildiği
ve korunduğu yer; halkın içidir. Sınıfla içiçe olmak,
militanın teoride ve örgütsel eğitimde aldığı bilgilerin
bilince dönüşmesini ve gereken ruhu bulmasını, ete
kemiğe kavuşmasını sağlar.
Bütün bunlarla birlikte, kitle eylemliliklerinde
yer almak, bu eylemlilikleri örgütlemek ve gerçekleşmesine
katkıda bulunmak, düzenlenmiş gösteri ve yürüyüşlerde
ise mümkün olduğu kadar geniş katılımla ama özel
gerekliliklere, dönemin örgütsel programına uygun
tarzda yer almak, orada özgünlüğü, devrimci disiplin
ve etkinliği ortaya koymak; son derece önemlidir.
"Barikat" tanımı, Türk Solu litaretürüne
bizimle girmiştir ve mutlaka bizimle gerçek anlamına
kavuşmalı, kavuşturulmalıdır. Sosyalizm tarihinin,
o tarihi yücelten, aşamalar kazanmasını sağlayan
barikatları, ülkemizin taşını toprağını süslemelidir,
onu güzellemelidir.
Disiplin
Çağının, ülkesinin yaşanılan sürecinin en ciddi
görevleriyle donanan ve omuzlarındaki sorumluluk
bir tarih sorumluluğu olan devrimci militanın, yaşamını
bu görev ve sorumluluklarla bağdaşır biçimde disipline
etmesi, kuşkusuz tartışılabilir bir konu olmayacak
kadar önemlidir ve somuttur.
Disiplinli bir yaşam, herşeyden önce verimli ve
üretken olmanın ilk koşullarından biridir. Örgütsel
kuralların ve ilkelerin, örgütün belirlediği disiplin
kurallarının yanısıra; her militanın kendisi için
saptadığı özel disiplin kuralları da olmalıdır.
Bu disiplin prensipleri ve anlayışı içinde, örgütsel
görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmede,
örgütün disipliniyle uyumlu ve ona tabi olmada,
çok daha fazla başarılı olacaktır.
Devrimcilik, olağanüstü bir iradenin, bir insan
olarak taşınabilecek en yüksek iradenin işidir.
Bu tanım konusunda herkes uzlaşır. Fakat bu tanıma
uygun olarak devrimci militanın kendi yaşamına irade
koymaya, yaşamının her anını bir sosyalist militan
disipliniyle yaşamaya gelindiğinde, çeşitli zaaflar
ve en azından ciddi eksiklikler ortaya çıkar. Bu
büyük problemi çözmek zorunludur. Bu çelişkinin
iki ucu arasındaki mesafe ne kadar çok kapanırsa,
başarıya o kadar çok yaklaşılır.
Bizler, klasik düzen ölçülerine ve anlayışlarına
göre düşünüldüğünde, bir anlamda "imkansızı"
istiyoruz. Yüreklerimize, beyinlerimize ve emeğimize
sosyalizmin suyunu vererek, bir avuç Donkişot gibi
yola çıkıyoruz ve tüm olanaklarıyla karşımızda duran
koca bir değirmeni parçalamaya, yerine bambaşka
bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Prensiplere gerektiği
gibi uymayan, disiplini bir yaşam biçimi haline
getiremeyen, iradeciliği en üst boyutlarda yaşamayan,
emeğini ve özverisini esirgeyen "Donkişot"un,
yeldeğirmeninin yelpazeleri arasında parçalanması
kaçınılmazdır. Olanakların sıfır noktasında, düzenin
tüm olanaklarını ellerinde bulunduranlara karşı
savaşıyoruz. Bu gerçekliğin bilinci, gereken ciddiyeti
sağlayacaktır.
Bu büyük gücü nereden aldığımıza tam bir asırdır
anlam verilmeye çalışılıyor. Ama bu inanılmaz güç
sayesinde, bir dönem insanlığın üçte birini mevcut
sistemin dışına taşımayı başardık. Orada tutunmayı,
bu ilk dönemde başaramamış olmamızdan dolayı da
yılmadık. Şimdi, olanakların sıfır noktasının da
gerisinden, dünya halkları olarak yeniden kollarımızı
sıvıyoruz.
Orta Amerika kıtasındaki küçük bir adanın Başkanı,
çağımızın en soylu Donkişotlarından biri, "emperyalizme
teslim etmektense bu adayı batırırım " diye
haykırıyor. Ve yenilgiyle çıktığımız ilk dönemin
son burcunda kızıl bayrağını onurla dalgalandırıyor.
Bu onur öylesine büyüktür ki; Anadolu'nun orta halli
bir ili kadar nüfusa sahip olan bu adadan, bütün
dünya gözlerini bir başka noktaya çevirememektedir.
Evet, "devrimci düş gören insandır" ve
bizler insanlığın düşlerini gerçekleştirmek için
yaşıyoruz. Gerektiği an gözlerimizi kırpmaksızın
bunun için ölüme atılıyoruz. "İmkansızı"
istemek, yaşanılan gerçekliklerin "doğal ve
normal" seyre uygun olmamasını zorunlu kılmaktadır.
Çünkü düşlerin gerçeklerle buluştuğu nokta, yaşanılanları
topyekun alt üst ederek tersine çevirmekten, imkansızı
yapmaktan, imkansızı gerçekleştirmekten geçer. "Devrimci,
düş gören insandır" tanımlamasının açılımı,
olağanüstüyü aramak, olağanüstüyü gerçekleştirmektir.
O halde; olağan, sıradan değil, olağanüstü yaşanılmak
zorunluluğu vardır. Olağanüstü bir disiplin içinde
ve bu disiplinin yarattığı üretkenlikle görevlere
yönelmek, her gün biraz daha büyüyen bir yetkinlikle
yaşamak gerekir.
Devrimcinin işi çok, görevleri ağır, zamanı kısıtlıdır.
Dolayısıyla herşeyden önce zamanını iyi kontrol
etmek, iyi öğrenilmelidir. Zamanı kullanmada son
derece cimri olunmalıdır. Bir burjuva kışlası disiplininden
söz etmiyoruz. Askerlerin eğitmi için çukurlar kazdırılan
ve sonra o çukurlar tekrar doldurtulan bir eğitimden,
ya da Kur'an kaç kez fazla okunursa (hatmedilirse)
o kadar iyi müslüman olunur, imanından da söz etmiyoruz.
Devrimcinin disiplini, ne kadar kısa sürede ne kadar
fazla devrimci üretim ve görev gerçekleştirebilirim
prensibine dayalı bir disiplindir. Burada militan,
disiplin kuralları açısından da üretkenliğini, yaratıcılığı
kullanmalı, gerekirse kendi yaşamıyla birebir örtüşen
özel disiplin hükümleri geliştirmelidir.
Eğer bir kitabı bir haftada okuyorsanız, eğer son
üç gün içerisinde devrim ve örgütün gelişimi uğruna
sözü edilebilecek bir üretim, bir görev gerçekleştirmediyseniz,
herhangibir etkinliğe katkınız olmadıysa, eğer kendinize
ya da yoldaşlarınıza, ilişkilerinize dönük küçük
te olsa bir adım atamadıysanız, yaşamınızın tümünü
yeniden gözden geçirin. Bu, disiplinden yoksun bir
yaşam içinde olduğunuzun en somut göstergesidir.
Yoksa oturup haftalardır örgütün size görev vermesini
mi beklemektesiniz? Bu çok daha vahim bir durumdur.
Görevler ve sorumluluklar bellidir. Eğitim, gelişim,
ilişki, aktivite, üretim, etkinlik ve örgütlenmek-örgütlemek,
örgütlemek-örgütlenmek...
Devrimlerin büyük adımları, görünen ve tarihlerin
yazdığı adımları; uzun yıllar boyunca, onyıllar,
çeyrek, yarım asırlar boyunca atılan çok daha zorlu
ve küçük küçük adımların birikiminin tarihe yansıyan
görüntüsüdür. 1917, bir yıl değildir. 1917, Mark'ın,
Engels'in yarım asır önce atmaya başladıkları ve
Rus, Alman,Polonyalı, Litvanyalı ...binlerce devrimcinin
adımlarıyla örülen bir yolun tarih sahnesindeki
finalidir.
Aynı gerçekler, bütün devrimler ve bütün sonuçlar
için geçerlidir. Ve bütün bu adımların atılmasının
ilk prensibi, bu adımların adsız neferlerinin, yani
bizlerin öncelikle kendi yaşamımızı disipline etmemizden
geçer. Uyku saatlerimizden yemek saatlerimize kadar,
dinlenme ihtiyacımızın doğru değerlendirilmesine,
devrimci mücadele dışındaki zorunlu bazı ilişkilerimize
ayırdığımız zamanların ve emeğin azami ölçüde kısılmasına
kadar, yaşamımıza giren herşeye disiplin koymamız
gerekir.
Kendiliğindenlik, gelişigüzellik; yaşamımızda etkin
unsurlar olmaya başladığı andan itibaren, devrimci
çalışmalarımıza ve görevlerimize ihanet etmeye başlarız.
İhanet, sadece düşman elinde çözülmek değildir.
Evet, bu asla geriye dönüşü olmayan, bağışlanması
mümkün olmayan, can bedelini zorunlu kılan en ağır
suçtur ama, öte yandan ihanetin bin türü vardır.
Bir militanın kendi yaşamına insiyatif koyamaması,
kendini disipline edememesi ve devrimci iradesini
herşeyden önce kendi günlük yaşamı içerisinde belirginleştirememesi
de ihanetin bir türüdür. Çünkü sözkonusu devrimci,
devrimin zamanını çalmaktadır.
Saflarda her türlü hırsızlık suçtur. Kendi zamanımızı
çalmak, yoldaşlarımızın zamanını çalmak, yoldaşlarımızın
ve örgütün zamanını ve emeğini çalmak, hırsızlıktır.
Dolayısıyla suçtur. Bu suçlar dizisine öncelikle
kendi zamanımızı çalmakla son veremezsek, diğer
zaman birimlerine karşı da sorumluluklarımızı yerine
getiremeyiz.
Sonuç olarak, önce zamanımızı disiplin altına almalı
ve çok özenli kullanmalıyız. Zaman, bir militanın
sahip olduğu en büyük değerlerden biri olduğu gibi,
aynı zamanda militanların en fazla çarçur ettiği
değerlerden biridir. Buna kesinlikle son verilmelidir.
Yarınımız, geceden planlanmalı, ve bu plan yapılırken,
en az zaman sürecinde (kuşkusuz çalakalem değil)
en fazla işi yapabilmek üzere düşünülmelidir. Sadece
yarını değil, önümüzdeki haftayı, önümüzdeki ayı
ve yılı kapsayan planlarımız olmalıdır. Kuşkusuz
bütün bu planlar, bir devlet memurunun mutad yaşamının
planları gibi yaşama geçirilemeyebilir. Bizi bekleyen
sürprizler de olağanüstü fazladır ve öncelikler
daima örgütten, üst kurumlardan gelen görevlerle
belirlenir.
Fakat bunların olmadığı günlerimizi, saatlerimizi
en verimli şekilde değerlendirebilmek için, kafamızda
mutlaka planlarımız, programlarımız olmalıdır. Hatta
bu programlar, alternatifli olarak belirlenmelidir.
Öncelik verdiğimiz bir görevin bizim dışımızdaki
nedenlerle gerçekleştirilememesi halinde, anında
gündemimize giren ve o saatlerimizi veya günümüzü
verimli değerlendirmemizi sağlayan görevler, kafamızda
olmalıdır.
Ayrıca, görev ve sorumluluklar içinden yapılmış
bir öncelikler listesi; militanın kafasında, sürekli
gözlerinin önünde canlanan bir görüntü gibi hazır
durmalıdır. Devrimcinin bir gün içerisinde yapması
gereken, yapabileceği bir çok iş vardır. Disiplin
ve verimlilik, öncelikler listemizi hızla saptamamızı
ve sözkonusu listenin içinden özellikle öne almamız
gerekenleri saptamamızı, yarına bırakmamak zorunda
olduklarımızı belirlemeyi getirir.
Aynı şekilde militan, mutlaka kendine haftalık ve
aylık görevler listesi çıkarmalı, düne ilişkin gece
muhasebesini yaparken, yarına ilişkin planlarını
da bu çerçevede değerlendirmelidir. Planlama, çok
boyutlu ve çok ayaklı bir sistematiktir.
Devrimci insiyatifin başarısı, bütün bunların uyumunun
gerektiği gibi sağlanabilmesi ile mümkündür. Birincisi;
örgütün uzun, orta ve kısa vadeli planlamaları vardır.
Mücadele taktikleri ve döneme göre saptanmış çalışma
yöntemleri vardır. Ayrıca bölgelerin, çalışma alan
ve birimlerinin programları vardır. Ve sonuç olarak
onlara bağlı devrimci militanın, bütün bu amaçlar,
programlar doğrultusunda; bunların gerçekleştirilmesinin
gözetildiği bireysel ve en yakın çalışma arkadaşlarıyla
oluşturduğu grupsal programları vardır.
Bütün bunlar bir bütünlük oluşturabildiği zaman
ve gereken enerji ile yoğunlaşıldığı, ilkelerden
ödün verilmeden çalışıldığı zaman; başarı mutlaktır.
Başarısızlıklarımız ve darbelerimizden problemlerimize
kadar bütün sorunlarımızda; ilkelerin, devrimci
dinamizmin zaaflı uygulamaları görülür.
Militan, çok fazla kar yağdığı bir gün, sabah saatlarinde
ilk randevusuna yetimişti. Gereken zaman dilimi
içinde bekledi. Olağanüstü hava koşullarını gözeterek,
ve gecikmeye karşı önlem alarak beklemeye devam
etti... Fakat beklediği yoldaşı randevusuna gelmez.
İkinci randevusu için yola koyulur, o da gelmez,
Üçüncüsünde de aynı durumla karşılaşır ve artık
iyice diz boyu olan kar, insanı savuran rüzgar ve
sokakların ıssızlığı karşısında "anlaşıldı,
bugün herşeyde bir olağanüstülük var" diyerek"
yakınlardaki eski bir ilişkinin evine gider. Deri
işçisi sempatizan ile eşi işe gitmemiştir ve militanın
böyle bir günde sokağa çıkmasına bir anlam veremezler.
Bugün bütün okullar ve bütün işyerleri tatil, vasıtalar
çalışmıyor, karın ve rüzgarın durumunu görmüyor
musun, niçin sokağa çıktın diye militanı azarlarlar.
Ya başına bir şey gelseydi...
Militanın ancak üçüncü randevudan sonra böyle bir
karar aldığını duyunca iyice şaşırırlar ama ona
olan saygıları bir kat daha artar. Burada, olağanüstü
kötü hava koşullarına rağmen bunu randevusuna gitmemek
için bir gerekçe olarak düşünemeyen militanın ruh
hali ile; normal, sıradan insanlar gibi, kötü hava
koşulları yüzünden onun randevularına "gelemeyen"
diğer militanların karşılaştırmasını yapmak gerekir.
Hepsi aynı kentte yaşamaktadır ve çalışmayan vasıtalar,
insanları ağaçlara yapıştıran rüzgara rağmen bir
nolu militan randevularına gitmiştir. O, sabah kalktığında
sadece "hava kötü, vasıtalar çalışmayabilir,
randevularıma yetişmek için buna göre davranmalıyım"
diye düşünmüş ve tam saatlerinde randevu yerlerine
ulaşmayı başarmıştır. Aşırı soğuğa rağmen kanter
içinde kalmıştır, yürümüş, yürümüş, yürümüştür.
Ama diğerleri, vasıtalar çalışmıyor, nasılsa diğer
yoldaş ta gelemez diye, kaldıkları evden çıkmayı
dahi göze almamışlardır.
Bir başka yaşanmışlık: Dört kişilik bir birimdirler.
Çalışma alanlarında para bitmiştir ve yakınlaşan
özel günlerle ilgili görevler onları beklemektedir.
Birimden biri, tanıdıklardan ve dost ilişkilerden
borç almayı önerir. Bir nolu miltan, bunu ödeme
garantisi yaratmadan borç alma hakkımız yok diye
reddeder. Bir diğer birim görevlisi, "para
kalmadıysa hareket etme şansımız da yok. Bu kadar
kısa sürede para yaratıp programı gerçekleştiremeyiz,
yapılacak bir şey yok" diyerek, son derece
soğukkanlı bir biçimde durumun kendine göre realist
çözümlemesini yapar. Üçüncünün söyleyeceği bir sözü
dahi yoktur, sadece bu durumdan dolayı morali son
derece bozulmuştur ve "allah kahretsin"lerle
yetinmeye çalışır. Biraz sonra ise aklına "parlak
ve çok değişik, çok kesin, çok cesur" bir fikir
gelir."Soygun yapalım."
Bir nolu militan, bütün bu görüşleri şiddetli yadsıyarak
"çözüm biziz, çözümü yaratacağız", diyerek
sözlerine başlar. Yoldaşlarının görüşlerine karşı
eleştirilerine ise; önce en son fikir bildiren yoldaşından
başlar. Soygun yapmaktan hiçbirinin kaçmadığını
ve bunu şiddetle istediklerini ama böyle bir eylemi
gerçekleştirmek için gerekli olanaklardan ve koşullardan
şimlidilik uzak olduklarını, bunun olanaklarının
yaratılması için çeşitli ön koşullara ve ön çalışmalara
ihtiyaçları olduğunu, bütün bunları öneri getiren
yoldaşın da bildiğini, ama buna rağmen her sıkışıklık
anında bu tür öneriler getirmesine bir anlam veremediğini
söyler.
Sonra aynı militanın sözkonusu önerisinden önce
içine girdiği olumsuz ruh halini, moral bozukluğunu
eleştirir ve bir devrim militanının asla böyle bir
psikolojiye kapılma hakkı olmadığını, burjuvazinin
dediği gibi devrimlerin dışarıdan ithal edilmediğini,
kimsenin kendilerine "alın şu silahları, alın
şu paraları, haydi devrim yapın" diyemeyeceğini,
devrimlerin iç dinamizmlerle yoktan var edilen süreçler
olduğunu ve iç dinamizm denilen şeyin de bizzat
kendileri olduğunu anlatır.
Eleştirilerin ve tartışmaların akabinde hemen hafta
sonundaki semt pazarlarını araştırarak nerelerde
kurulduğunu saptar. Bir tanıdığından borç para bularak
toptancılardan ödünç mal alır ve iki arkadaşını
bu pazar yerlerinde giysi satmakla görevlendirir.
Kendisi de diğer arkadaşıyla birlikte bu tür sıkışıklık
durumlarında işçi olarak başvurduğu bir inşaatçıya
giderek bir haftalık iş ister. Her zaman ciddi ve
iyi çalıştığı için işveren tereddüt etmeksizin ona
iş verir. Bir hafta sonra eylem için gereken para
sağlanmıştır ve görev gerçekleştirilir.
Mücadelesinin ilerleyen yıllarında hiç bir biçimde
lojistik sıkıntısı çekmeyen ve başlangıçtan dört-beş
yıl sonra her türden lojistik kalemi yüzlerle ifade
edilen, diğer bir çok gruba bu konuda karşılıksız
olarak yardım eden bu geleneğin ilk materyallerini,
önder yoldaşların badanacılık yaparak aldığı ne
kadar biliniyor... Devrimci insiyatif ve yaratıcılık,
olanaksızlık ve 'yok' sözcüklerini tanımamaktır.
Bunların alternatiflerini ne pahasına olursa olsun
yaratmaktır, üretmektir...
Gün 24 saattir, kendimizi iyi disipline ettiğimiz
ve planlı çalışmayı başardığımız taktirde, düşünebileceğimizden
çok daha fazla etkinlik içerisine girebiliriz. Tarihimiz,
aynı gün iki eylem gerçekleştiren, grup eğitimini
ve kişisel eğitimini aksakmayan, birkaç randevusunu
da ihmal etmeyen, belki zaman kalırsa bazı kitle
ilişkileri ile iletişimini kuran, örgütüne raporunu
sunmayı da yine aynı güne sığdıran militanların
tarihidir.
Ama her nasılsa bugün bu tarihin içine yabancı ve
aykırı ayrık otları gibi; haftada, bir iki rendevu,
bir iki telefon kontağı, bir iki dernek ya da ilişki
"uğraması" ile devrimciliğini "icra
eden", tanıdık bildik çevrede "gezinen"
ve bunu yeri geldiğinde "ilişkiler, yapılan
işler" olarak örgüte sunan, toplantılardan
toplantılara devrimci olduğunu "şiddetle"
anımsayan ve aynı garip "şiddetle", ayların
birikimini bari burada çıkarayım, dostlar alışverişte
görsün diyerek esip yağan portreler de düşmüştür.
Bunlar, "bizden" değildir. Ve ayrık otları
temizlenir...
Bugünün aheste "militanı", bir işte çalışmayı,
devrimci görevlerini gerçekleştirememek için gerekçe
olarak görebilmekte ve gösterebilmektedir. Oysa
bir iş, en fazla sekiz saattir ve çok iyi bilinmelidir
ki; bugün gerçek anlamda bu geleneğin taşıyıcısı
olan genç militanlar, genellikle bir işte çalışmakta
veya okumaktadırlar. Öte yandan, bir önceki dönemin
en iyi militanlarının, aranma koşullarına rağmen
fabrikalarda çalıştığı, böylelikle sınıfın içinde
olmak ve ilişki yaratmak görevlerini de gerçekleştirdiği,
örnek kişilikler olarak tarihimizdeki yerlerini
aldıkları da bilinmelidir. Yaşamın disipline edilmesi,
yapılması gerekenlerin ve yapılmak istenilenlerin
24 saate sığdırılmasını beraberinde getirir.
İnsiyatif
Devrim, tarihin en önemli insiyatifidir. Akıp gitmekte
olan seyrin durdurulması, başkalaştırılmasıdır.
İşte bu denli önemli ve en üst düzeyde cereyan eden
tarihsel insiyatifin unsurlarının, bu insiyatifi
koyacak olan, aslında mücadelenin başladığı ilk
günden itbaren koymaya başlayan insanların insiyatifsiz
olmasının ne anlama geldiğini algılayabiliyor musunuz?
Evet, algılamayın ve sakın ola ki; bir algılama,
anlama, yorumlama tarzı geliştirmeye çalışmayın.
İnanılmaz derecede yapay olacaktır. Devrim insiyatifinin
unsurlarının insiyatifsiz olması; devrimi yadsımakla
aynı anlamdadır.
Felsefe, dilimize Fransızca'dan geçmiş olan insiyatif
sözcüğünü, girişimcilikle açıklıyor. Fransızlar,
'bir şeyi başkalarından önce yapma işi' olarak kullanıyorlar.
Fakat Türkçe'de ve özellikle sosyalist literatürde
insiyatif, karar alma ve uygulamaya geçme tavrı
olarak, gerekli kararları almayı bilen kişinin niteliği
olarak, kısacası bir dinamizm içeriği kazandırılarak
kullanılmaktadır. Bunun tersi, edilgenliktir. Başkalarından
bekleme ve başkalarına tabi olmaktır. Durumu doğal
akışına bırakmaktır.
Dolayısıyla bütün bu anlamların sentezinde insiyatif,
devrimcinin temel özelliklerinden biri olmak durumundadır.
O, herşeyden önce mevcut düzene karşı insiyatifini
kullanarak saflara gelmiş, bir tavır, bir değiştirme
eylemi içinde yoldaşlarıyla buluşmuştur. Fakat bu
buluşma, eğer o gerçek bir sosyalist militan olamazsa
ve yaşamının her anını insiyatifli bir birey+devrimci
olarak yaşayamazsa, durumu salt bir buluşmadan ibaret
kalmaya mahkumdur.
Ve belki de edilgenliği, insiyatifsizliği, onun
devrime yarardan çok zarar vermesini doğurur. Yoldaşlarının
ve devrimin zamanını, emeğini çalan bir hırsız gibi
saflarda dolaştıktan sonra ilk zorlu anda yine yıpratıcı
biçimde safların dışına düşer.
Devrim, tarihin en büyük insiyatifi ise; devrimciler
de yaşamdaki en insiyatifli kişiler olmak durumundadırlar.
Devrimcinin insiyatifinin sınırı yoktur. Kendi yaşamına
karşı insiyatifli olmaktan başlayan bu etkinlik,
örgütsel görev ve sorumluklardaki insiyatife, kitle
eylemliliklerindeki ve kitle eylemlilikleri için
insiyatife, yaşamdaki sürprizlere, düşmana karşı
ve onun her türlü saldırısına karşı insiyatife,
onunla hesaplaşmadaki etkinlikler insiyitifine kadar
uzanır.
Ne var ki, insiyatifin kişiliğin birikimleriyle
parelel giden bir etkinlik olmaması; sadece kişisel
bir istek, bir özlem ya da küçük burjuva kişilik
özelliği sınırlarında kalması, devrimci saflarda
insiyatifsizlikle eşdeğer tehlikeler ve yanlışlar
doğrur. Zaman zaman yersiz ve zamansız biçimde birilerinin
gereği yokken; devrime, örgüte, görev ve sorumluklara
en ufak bir katkısı bulunması söz konusu değilken
"etkinlik" adına çıkışlarda bulunduğunu
görebilirsiniz ve o insanın bu davranışlarına bir
militanın temiz duyguları içinde anlam veremezseniz.
Bu, bir insiyatif gösterisidir ve gerçekte kariyerist
bir kişinin bireysel etkinlik dramasıdır. Bu tür
durumlarla gerçek devrimci insiyatifi ayırt etmesini
iyi öğreniniz. İnsiyatifin bireyler düzeyinde değil;
görevler ve sorumluklar, üretimler ve yaratılan
sonuçlar düzeyinde geçerli olduğunu kavramayan bir
insanın, sosyalizmin militanı olma şansı yoktur.
Özellikle de bu geleneğin safları içinde yer edinebilmesi
imkansızlık sınırındadır.
Devrim, binlerce erdemli insiyatif sahibi insanın
adsız imzalarının eseridir. Ve tarihi yazmak için
burada bulunuşumuzun gerçek anlamı, işte bu imzalardan
birine sahip olmaktır. Gözlerimizi yumarken, adımızın
nerelere yazıldığı değil, sırtımızda taşıdığımız
üretim torbamızı yoldaşlarımıza ne denli doldurarak
emanet ettiğimiz önemlidir. Devrimciliğin, militanlığın
anlamı budur. Bunlar için devrimci olduk. Bunlar
için başka saflara değil de özellikle bu geleneğin
saflarına geldik.
Ve yaşamın her bir milimetrekaresi, dünyada ve atmosferde
uçuşan her bir toz zerresi, Alaska'dan Ardahan'a
kadar dünyanın bütün taşı toprağı, bulutu, insanı,
ekmeği, aşı, bizi iliklerimize kadar "ilgilendiriyor".
Sadece ilgilendirmekle kalmayan, gereken her ana
insiyatif koyma, gereken herşeyi değiştirme amacıyla
yaşadığımız bu dünyada," öylesine" yaşamayan,
en fazla özenle ve en yoğun emekle, en üst düzeyde
çabayla yaşayan insanlar, bizleriz...
Militanın insiyatifi, gördüğü, bildiği, tanık olduğu
her şeyle ve her durumla ilgili, sınırları olmayan
bir insiyatiftir. Ülkesindeki her gelişmeye karşı
duyarlı militanın, bütün bunlara karşı, hangi çalışma
alanında olursa olsun, ne düzeyde görev yaparsa
yapsın, mutlaka bir yanıtı, bir tavrı olmalıdır.
Her gelişmeye karşı, bu durumda ne yapabilirim,
ne yapmalıyım sorularını hızla önce kendi kendine
sormalı ve bu soruların pratikle buluşan yanıtlarını
üretmeli, tavrını almalıdır.
Bu tavrın, geliştirilecek insiyatif örgütün dönem
programı, taktikleri ve anlayışlarıyla uyum içinde
geliştirilen bir insiyatif olması, elbette zorunludur.
Örgüt, ülke gündemi ve gelişmelerle ilgili olarak
tek tek her alan ve birimin, her militanın önüne
özel programlar koymaz. Bu hem teknik açıdan imkansızdır
hem de anlayış olarak yersizdir. Örgüt, genel program
ve anlayışlarını, taktiklerini ve dönem çözümlemelerini
yaptıktan sonra militan bunları güncelle ilişkilendirir
ve gündem insiyatifi geliştirir.
Yapılacak işler ve görevler için olanak yaratılmasını
"örgütten" bekleyen, ilişki geliştirilmesini
ve kendisine verilmesini "örgütten" bekleyen,
görevi "örgütten" bekleyen "militan"ın,
kendi başına anlamı var mıdır? Militan, bütün bu
beklentileri gerçekleştirmekle anlam kazanır, sıfatına
layık olur ve onun soyut bir biçimde "örgüt"
dediği "şey", bizzat kendisinde ifadesini
bulur.
Örgüt nedir, kimdir? Örgüt, militanların sistematik
ve hiyerarşik toplamıdır.
Evet, çalışma alanı saptaması, mevzilendirme ve
değerlendirme; "örgütün", yani; militanın
bulunduğu noktaya göre daha üst kademelerin görevidir.
Genel program ve anlayış tesbiti, perspektif ve
taktik üretimi görevi ile; kritik durumlar, kritik
görevlendirme ve cezalandırmalarla ilgili kararların
alınması, örgüt merkezinin işidir. Fakat bunların
dışında, militanın insiyatifi geçerlidir. O, en
azından somut veriler ve somut önerilerle örgüte
gitmeyi, bulunduğu alanın ya da çalışma biriminin
programını üretmeyi ve gerçekleştirmeyi başaramazsa,
örgütünün de genel bir başarısızlığa mahkum olduğunu
bilmelidir. Çünkü tersi, kendisinin yapamadıklarını
haksız bir biçimde yoldaşlarından beklemesi anlamına
gelir. Belki yoldaşları bunları gerçekleştirecektir
ama onun bunları bekleme hakkı kalmamıştır.
İdealist Felsefe, iradenin karşısına zorunluluğu
koyar. Biz ise, iredeyi ve insiyatifi tanımlarken,
kendiliğindenliğin karşısına bilinci koyuyoruz ve
boyun eğmenin karşısına bilinçli tavrı koyuyoruz.
Boyun eğme, bilinçsiz bir davranıştır. Bütün dil
zayflıklarına rağmen Türkçe'de davranış ve tavır
arasında bir çizgi çekilmiştir. Davranış; daha olağan,
daha kendiliğinden'dir. Tavır, ise daha çok bilinci
içerir, karşı çıkışı ifade eder. Ve burada insiyatif,
bir davranış olmaktan çok bir tavırdır. Militan,
irade ve insiyatifin doruğundaki insandır. Planlayan,
bilinçle programlayan, gerektiği hallerde bunu saniyelerle
yarışarak yapan, sürükleyen, alıp götüren, durumun
ve yaşanılanların rengini değiştirebilecek iradeye
sahip olan insandır.
İnsiyatif sapkınlıklarına da değinmek, önemle gerekiyor.
Çünkü bu konudaki davranış bozuklukları, devrimci
saflarda ender görülen sapkınlık tarzlarından değildir.
Üretimsiz, tutuk, eylemcilikten uzak ve çeşitli
zaaflarıyla tanımladığınız birinin, bir ortamda
ya da bir özel eylemllik durumunda bir anda insiyatif
küpü kesildiğine rastlarsınız. Ya da düşmana karşı,
karşı devrime yönelik olarak herhangi bir insiyatifini
gözlemleyemediğiniz, edilgen, korkak, tembel bir
elemanın, bir örgütsel ortamda esip yağdığına, kendince
" insiyatif" koyduğuna tanık olursunuz.
Bir tek ilişki kazanma insiyatifi bile gösteremeyen
birinin, mevcut ilişkiler içerisinde kırıp dökme
insiyatifinin padişahı olduğunu gözlemlersiniz.
(Bunlar nasıl olsa başkalarının emeğiyle yaratılmış
değerlerdir!)
Örgütsel kurumlar karşısında evet efendim tarzından
şaşmayan ya da sadece yoldaşlarının "eleştirisini,
şikayetini" öne sürerek söz söyleme "görevini"
ya da amaçlarını gerçekleştiren, kendisine verilen
pratik görevleri çeşitli gerekçelerle yapmamayı
'beceren', kendi insiyatifiyle örgütün birikimine
dahil olabilecek en küçük bir katkının sahibi olamayan
birinin, kitle ilişkileri içerisinde taş üzerinde
taş bırakmayan bir sözde eylemci kesildiğine tanık
olabilirsiniz.
Şaşırmayınız. Sarsılmayınız. Doğal ve sıradan bularak
geçiştirmeyiniz de... Bu ayrık otları, yüzyıldır
sosyalizmin cennet bahçesinde, cehennemden sıçramış
tohumlar gibi varlığını sürdürmektedir ve sürdürmeye
de devam edecektir. Bu tür ayrık otları nedeniyle
örgütünüze, ideolojinize olan güveninizin sarsılmasına
izin vermeyiniz. Diğer yoldaşlarınıza yönelik saygı,
sevgi ve güveninizin zaafa uğramaması için gereken
bilinç unsurlarını harekete geçiriniz, dinamizminizi
her zaman olduğundan daha canlı kılınız.
Ama bu durumu, bu sosyalizm dışı sızmayı, en kısa
zamanda ve en uygun yöntemlerle örgüt safları dışına
taşımayı, acil görev olarak önünüze koyunuz. Örgütün
çeşitli nedenlerle bu çabalarınıza kısa sürede yanıt
verememesi mümkündür. Bu süre içinde gözlemlemeyi
ve şahsın örgüte zarar vermesini engellemeye çalışma
mücadelenizi sürdürünüz. Fakat bu tür çabalarınızı
asla takıntı ve kişilerle savaş haline dönüştürmeyiniz.
Bütün bunların, mücadelenin her aşamasında kaçınılmaz
olan örgütsel görevler olduğunu ve düşmanla mücadele
kadar yoğun emek ve özen isteyen mücadele alanları,
yöntemleri olduğunu unutmayınız.
Devrimci mücadele içinde belki de en zor olanın,
tutarlılık ve devamlılık olduğunu, bu kriterin hata
ve yanlışların en kesin turnusolu olduğunu iyi biliniz.
Kısa vadede zaafını nesnelleştiremediğiniz kişinin
durumunu, tutarlılık ve devamlılık adaletine bırakınız.
Ama bu"bırakışınız", 'işi Allaha havele
ettim, ilahi adalet çözecektir' tarzında bir kendiliğindenciliğin
kapanına girmesin. Bu süreçte zaafın ya da eğer
zaafın onun kişiliğine hükmettiğini düşünüyorsanız,
zaaflı kişinin üzerinden dikkatinizi çözmeyiniz.
Onun mücadeleye ve yoldaşlarınıza zarar vermesine
asla izin vermeyecek önlemlerin alınmasını sağlayınız.
Gerekiyorsa bunun için mücadele ediniz.
Unutmayın ki; düşmanın bizlere verdiği zarar, saflardaki
zararlı unsurların verdiği zarar kadar büyük olma
şansına sahip değildir. Düşman, devrimcilerin bildiği,
tanıdığı, önlemlerini almaya çalıştığı bir cephedir.
Ama devrimcilerin zamanını, emeğini ve birikimlerini
çalmayı becerenler, en fazla onları sırtından hançerleyen
"yol arkadaşları", "dostlar"
dır. Elmanın içindeki kurtlardır. Bunun bilincinde
olan düşman, son süreçlerde sızma yöntemlerine de
aşırı önem vermektedir.
Duygularınızın ve düşüncelerinizin bir paranoyaya
varmasına kesinlikle izin vermeden, yoldaşlarınıza
karşı tedirginlik ve güvensizlik duygularınızın
oluşmasına engel olarak, ilişki ve iletişimlerinizi
son derece iyi gözlemleyin. Bu arada unutmayın ki,
yöntemlerimizden ve çalışma tarzımızın özelliklerinden
dolayı, bu anlamda tehlikeye en az açık olan, biziz...
Devrimci insiyatifin ölçü alması gereken diğer bir
çok konunun yanısıra, nesnel ve öznel durumların
uygunluğunun gözetilmesi, en önemli sorundur. Ve
devrimci militan, insiyatif kullanırken, hangi konuda
olarsa olsun, nesnel ve öznel durumların uyumuna
büyük bir titizlik göstermek zorundadır.
Özet olarak, sadece koşulların uygunluğu yetmez,
devrimci gücün özelliklerinin, koşulların uygunluğu
ile denk düşmesi ve onları yönlendirip sonuç alıcı
bir sürece girebilmesi gerekir. Ya da sadece devrimci
gücün amaç, niyet ve olanakları yetmez; aynı zamanda
zeminin ve koşulların uygun olması gerekir. Bütün
bunların sentezini alabilmeyi başaran bir devrimci
insiyatif, devrimci eylemlilikler içinde ve devrim
süreçlerinde gereken sonuçları almayı başarır.
(sürecek)
|
|
|
|
|
|
|
|