Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

M. SEYHAN


Militan, geçmişin birikimini diyalektik yöntemle düşünsel ve ruhsal süzgecinden geçirebilmiş olan, çağının ve döneminin özelliklerinin, ülkesinin ilişki ve çelişkilerinin bilincinde olan ve bu bilinci , değiştirmeye yönelik tavırla taçlandırmış olan insandır. Yeni insan, çağdaş militandır. Tarihi özümsemiş, bugüne sağlam basan ve yüzü geleceğe dönük olan iradeci ve insiyatifli insandır.

Öztanım
Militan, herşeyden önce kendini doğru tanımlayabilmek zorundadır. Bir devrimcinin, bir sosyalist militanın kendini doğru tanımlayamaması, bu önemli başlangıç noktasında yanılması, onun herşeye karşı yanılgılarla örülmüş bir yaşamı sürdürmeye çalışmasını doğurur ki, böyle bir durum hem kendisine ve hem de yaşamını adadığını söylediği davaya büyük zararlar verir.
Militanın öztanımının sağlam ve sağlıklı olması, olmazsa olmaz bir ön koşuldur. İnsanın kendini tanıma çabası, gerçekte tüm yaşamı boyunca süren bir mücadeledir. Fakat, devrim savaşının saflarına katılmış bir kişinin, militan olmayı hedefleyen bir insanın kendini tanıma mücadelesini, mutlaka belli bir düzeyde de olsa başarmış olması gerekir.
Başlangıçta hiç değilse temel özelliklerde, belirleyen çelişkilerde yanılmamaya çalışmak, iyi bir ilk adımdır. İzleyen süreçlerde, gerek sosyalist bilincin gelişmesi, gerek mücadele pratiği içinde somutlaşan veriler ve gerekse de bu konuda yoldaşların yardım ve desteğiyle, militan kendini hergün biraz daha fazla keşfedecektir.
Militanın kendini tanıma ve tanımlama mücadelesindeki başarısı, kuşkusuz kendine ve kendisiyle ilgili olarak yoldaşlarına, örgütüne karşı içtenliğiyle bire bir bağlantılıdır. Kendini olduğu gibi ortaya koyamayan ya da koymayan bir insanın sosyalist olabilmesi de mümkün değildir, sosyalist bir militan olarak mücadeleye katkıda bulunabilmesi de... Tam tersine, bu tür insanların sürekli zarar veren, yıpratan, uğraştıran ve sonunda safları şu ya da bu biçimde terk eden insanlar oldukları saptanmıştır.
Devrimci, saflara gelirken, kendisini yaşamının en önemli kararını almaya yönlendiren duygu ve düşüncelerini çok net olarak ortaya koyabilmesi gerekir. Mücadelesinin ilerleyen yıllarında, ona ilk adımları attıran duygular ve düşünceler değişebilir ve doğal olarak aldığı bilincin, yeni kültürün etkisiyle bu duygu ve düşünceler de yeni boyutlar kazanacaktır. Dolayısıyla, ayrıca her aşamada bu yeni boyutların da tekrar tekrar değerlendirilmesi, analizinin yapılması gerekmektedir.
Böylelikle militan, ben neden devrimciyim, şu an toprağa basmakta olduğum noktanın önemi ve bana yüklediği sorumlulukların ne kadar bilincindeyim ve devrimcilikle, sosyalizmle, militanlıkla kişiliğimi ne ölçüde bütünleştirebildim? Mücadelemle, onun somut ifadesi olan örgütümle gerçek anlamda özdeşleşmeyi başarabilmekte miyim?... sorularına, doğru ve ilerletici yanıtlar verebilir. Değişiminin, dönüşümünün dayanaklarını, bu yanıtlarda bulabilir.
Kişinin kendini tanıması, ona yönelik tanımlamaların da doğru olmasını getirir. Bu tanımlamaların doğruluğu ise; militanın mücadele içindeki başarısını ve verimliliğini doğurur. Militanın kendini yanlış tanıması ya da örgütün militanı yanlış tanımlaması, -ki her ikisi büyük ölçüde birbirine bağlıdır-, militanın görevlendirilme ve mevzilendirilmesinde yanlışlıklara yol açacağı için de tehlikelidir. Sonuç olarak; hem birey açısından ruhsal ve pratik çarpıklıklar doğuran hem de örgüt açısından başarısızlıklara neden olan doğru tanıma ve tanımlama zorunluğu üzerinde özenle durmak gerekmektedir.
Bireylerin, sahip oldukları özelliklerin değil de; sahip olmayı istedikleri, arzuladıkları özelliklerin yansıtılması; genel bir insan gerçekliğidir ve ne yazık ki saflarda da bu gerçeklikle karşılaşılır. Oysa sosyalist eğitimin ilk basamağı gerçekçiliktir ve sosyalist teori, insanın herşeyden önce kendine karşı gerçekçi, açık ve dürüst olmasını emreder. Sosyalist militan, becerilerini, yeterliliklerini, yetersizliklerini, bilgi sahibi olduğu konuları ve bilgi boşluklarını, eğilimlerini ve zaaflarını, özlemlerini ve korkularını, endişelerini, yaşam öyküsünün onun kişilik özelliklerine etkisi olan sayfalarını, değiştirmeyi istediği ve korumayı istediği yönlerini; iyi saptamak ve iyi aktarmak zorundadır. Bu konuda sağlanan başarı, onun değişim ve gelişimi için kendisine kapıları sonuna kadar açan ve artık bundan sonra sadece doğru bir programa ve iradeye, çabaya, emeğe ihtiyaç duyulan bir dönemeci tanımlar.
Öte yandan, insanın doğal değişim ve gelişim süreçlerinin de ötesinde, devrimcinin sürekli değişen-gelişen (buna bağlı olarak değiştiren-geliştiren) insan olması, ona yönelik tanımlamanın da süreçler içinde değişmesini doğurur. Devrimci militan, mevcut düzenden gelen, mevcut düzen içinde yetişen, yetiştirilen insandır. Dolayısıyla, düzenin ilişki ve çelişkileri içinde kaçınılmaz ve doğal bir biçimde düzenin insan biçimlendirmesinden payına düşeni almıştır. Oysa bütün bunlar, bizlerin değiştirmek, dönüştürmek, zıddını yaratmak istediğimiz özelliklerdir.
Böylelikle, devrimcinin kendisinde dönüşüm ve değişim görevi, en önemli görevlerinden biri olarak belirginleşir. Düzenden alınan özelliklerin, devrimci olmaya karar verildiği andan itibaren bir çırpıda sökülüp atılması olası değildir. İnsan özellikleri, alışkanlıkları, bilinçaltına ve bilincine yerleşen birikimler, mücadele süreci içinde bizzat bunlarla da mücadele edilerek değişir, dönüşür.
Bunların yerine devrimin, sosyalizmin, örgütün ve alternatif toplum düzeninin özellikleri yerleşir. Bir insanın mücadele içindeki işlevlerinin yoğunluğuna ve emek sürecinin zenginliğine, düzen ilişkilerinden ve çelişkilerinden kopuşmasına, bunlarla bağlarını kesmesine, örgütüyle ruhsal bütünleşmesine ve amaçlara kilitlenmesine bağlı olarak; dönüşüm süreci uzun ya da kısa olur.
Bütün bunların yanısıra, devrimci saflara; düzenin, çürüme ve yozlaşmanın tüm özelliklerini getiren insanlara da rastlanır. Bu tür insanlar, değişme ve gelişme mücadelesi yerine; kendini, gerçek özelliklerini gizleme mücadelesi verirler ve çoğu kez en azından bir süre yoldaşlarını ve örgütlerini yanıltmayı başarırlar. Bu yönüyle; bir ajan provakatörün saflardaki varlığından sadece niyet olarak farklı duruşlarıyla, devrime ve sosyalizme çok fazla zarar verme durumları olabilir.
Devrimciler, dönemimizde düşmanın mümkün olduğunca fazla kullanmaya çalıştığı bir yöntem olan ajan sızmaları kadar; bu tür kendini gizleyen, farklı görünmeye çalışarak safları kirleten unsurlara karşı da dikkatli olmak zorundadırlar. Büyük bir titizlikle çevrelerindeki insanları incelemeli, fakat bu gözlemlemeleri sırasında saflarda rahatsızlık yaratıcı tavırlardan kesinlikle kaçınarak yoldaşlarına karşı bu yönden de eleştirel yaklaşmayı bilmedirler.
Bu tür unsurların tipik özellikleri de vardır, çok özgün tablolar da çizebilirler. En azından tipiklikler üzerinde durmak, belli ipuçları verecek ve militanın yaşam tüzüğü kılavuzunun maddeleri olarak ona yardımcı olacaktır. Bu unsurların en genel ve belirgin özellikleri, tutarsızlıklarıdır. Kararlı, gerçek bir devrimci ile bir "yol arkadaşını" ayırmak çok fazla zor değildir.
Bu insanları saptamakta değil, çoğu kez çeşitli nedenlerle onlara karşı tavır olmakta ve hızla saflardan uzaklaştırma sorunlar ve gecikmeler yaşanır, hatalar yapılır. Bu tür unsurların yalpalamamaları mümkün değildir. Özellikle sistemli ve denetimli bir çalışma tarzı içinde kolaylıkla ve zaman geçmeden kendilerini ele verirler. Bunların gözü genellikle görevlerle değil, yetki ve sorumluluklardadır. İşi, görevi, yapılması gerekeni tartışmazlar, örgüt hukuğunu, kişileri, toplantıları, kariyerleri tartışırlar. Yüzleri geleceğe değil, geçmişe dönüktür.
Onların konuşmalarına ve tavırlarına yön verenin, yarının işleri değil, dünün problemleri olduğunu görürsünüz. Yaşadıklarını çoğu kez gerçek boyutlarıyla algılayamazlar veya gerçek boyutlarından çok öte yorumlar yaparak abartırlar. En önemli özelliklerinden birisi de özveri yoksunluğudur. Sanki devrimci oluşları, yaşamları da dahil herşeylerini vermek için, yaratarak vermek, üreterek vermek için değil de, birşeyler almak içindir. Yoldaşlarına karşı ilişkilerinde de, tıpkı topyekün örgüte karşı ilişkilerinde olduğu gibi; içten, özverili değil, hesaplı kitaplıdırlar. Rahatsızdırlar ve rahatsız edicidirler.
Bu özelliklere sahip bir unsur, özel yaşamında farklılıklar ve üstünlükler ister. Özel yaşamı tümüyle örgütüne açık değildir. İlişkileri ve olanakları örgütüne gerektiği gibi açık değildir. Bu unsurların yine özveri yoksunluğundan ve yetersizliğinden dolayı, genellikle rahatlarına düşkün oldukları görülür ve genellikle memnuniyetsiz, mutsuzdurlar. Bu olumsuz elektriklerini, çevrelerindeki insanlara da yayarlar. Yeni ilişki kazanmazlar, tam tersine mevcut ilişkilere zarar verirler. Onları yorar, yıpratırlar.
Emeklerine cimri, fakat örgüt olanaklarına hovardadırlar. Örgüt olanaklarını gerçek bir militan gibi 'kutsal emanet' olarak görmez, yapacakları en ufak görevi en fazla maliyetle yaparlar. Örgütün materyallerini korumak ve en fazla işleve sahip kılınacağı yerlerde ve durumlarda kullanılmasını sağlamak yerine özel mülkiyetlerindeki materyaller kadar bile sakınıp korumazlar. Bu örgüt, yere düşürülen bir şarjörü örgüt malı diye alabilmek için tekrar düşmanın atış menzili içine giren, satılması gereken bir eşyayı en fazla gelir getiriecek şekilde satmak için dört gün çalmadık kapı bırakmayan, beslenmesini en ucuza maletmek için yoğurtla sütün arasındaki fiyat farkını gözeten, otobüs bileti almamak için yürümeyi tercih eden militanların geleneğinin örgütüdür.
"Zararlı unsurlar"ın en fazla sırıtan özelliklerinden biri de; örgüte ve yoldaşlarına ait bilgileri bozuk para gibi harcadıkları halde kendi özel yaşamlarına ait bilgileri örgüt sırrı gibi saklamaları ya da bu konuda yanıltıcı bilgiler vermeleridir.
Kendilerine çok fazla değer atfeder, kendilerini gelecek zamanların çok büyük görevleri için saklar, iş küçümser ama yapılan işleri komşu kadın dedikodusu rahatlığıyla sözümona eleştirirler. Çok büyük ve yaldızlı laflar edip büyük ve riskli eylemler önerir, bunların niçin yapılmadığı konusunda örgütü eleştirir ama kendileri en ufak bir riske girmemeye özen gösterirler.
Özgüvenleri olmadığı için -ki bu durum son derece doğaldır; zira sınıf bilinci olmayan, sınıfına, örgütüne, ideolojisine güvenmeyen bir "devrimcinin", kesif bir güvensizlik dumanı içinde boğucu bir yaşam sürdürmekten başka hiç bir şansı yoktur- hiç kimseye de güvenmezler. Bütün ilişkileri çıkar ve hesap üzerine kurulmuştur ve insanlarla sosyalist, devrimci ilişkiler değil, kendilerine göre hesap kitap ilişkileri kururlar.
Sevgisizlikleri ve emeğe karşı, örgütlerine, birimiklere karşı saygısızlıkları, tehlikeli bir güvensizlik ağıyla örülür. Örgütsel kollektiviteye asla katlanamazlar ve birlikte çalışmaya, disiplin kurallarına tahammül edemezler. Onlar, ancak hükmedebilecekleri insanları "severler". Bu suni yakınlıkları ve"sevgileri", en ufak bir problemde tuzla buz olur.
Onlar, örgütsel otorite karşısında bir kuzu gibidirler. Genellikle otoriteye klasik halk deyimiyle yağcılıkta üstlerine yoktur ama ilişkiler içinde sinsice örgüt ve yağcılıklarını yaptıkları organlar aleyhinde propaganda yürütürler. Bu davranış tarzı, çirkinliklerini sergiledikleri ve bir yönden de onların kolay teşhisleri için ipucu olan tipikliklerin başında gelir. Bu tarz davranışlarla karşılaşan samimi militanlar, sözkonusu eleştirilerini örgüte iletip iletmediklerini soracak olurlarsa, "kuşkusuz ilettiklerini, hatta çok daha geniş ve detaylı konuştuklarını vb" söylerler. Onların örgütsel kurumlara karşı gösterdikleri yapay ve abartılı "sadakat" ile ilişkiler içerisinde örgüt ve örgüt kurumları aleyhine yürüttükleri söylem tarzının çeliskisi, mutlaka yakalanmalıdır ve bu tür davranış bozuklukları karşısında alabildiğine acımasız olunmalı, çok acil sonuçlara varılmalıdır.
Bu tür unsurların dayanak noktalarından biri de; hemşerilik ve akrabalık ilişkileridir. Aynı çarpıklığın bir diğer tezahürü, bölgecilik olarak pratik kazanabilir. Bu tür unsurlar, devrimci bir birey, sosyalist bir militan olarak işlevleriyle ve üretimleriyle halkın, örgütün önüne çıkma olanakları olmadığı için ve zaaflarını örtecek bir çevreye, bir perdeye gereksinimleri olduğu için; özel, yakın feodal ilişkiler geliştirmeye çalışırlar. Davranışlarına, yanlışlarına ve zaaflarına yönelik olarak örgüt kurumlarının alacağı tedbirlere karşı bu tarz ilişkilerini kullanmaya çalışırlar.
Bir devrim militanın, özelde, geleneğimizin insanının asla affetmeyeceği ve ne düzeyden olursa olsun mutlaka üzerine gideceği, mutlaka tüzük hükümleri ve militanın yaşam tüzüğünü harekete geçireceği kıstas, süzgeç, turnusol; yalandır. Çünkü, zararlı unsurlar, sızmalar ya da safların küçük burjuva yaraları, mutlaka yalana başvurmak zorunda kalırlar. Onların devrimle ve örgütle bütünleşmemiş yaşamlarındaki açıklarını kapatmak, kendilerini olduklarından farklı göstermek için yalan söylemeye gereksinimleri vardır. Dolayısıyla, devrimin militanının, çalışmalar ve ilişkiler içinde gerçeğe sadakat ve yalana panzehir olma tavrını çok fazla önemsemesi gerekmektedir.
Parantez içinde belirtmek gerekir; ender olarak ajan provakatörlerin özellikle örgütün "gözüne girmek" ve örgütte yükselmek için bazı eylemlere girdikleri görülür. Düşmanın onları bu şekilde yönlendirdiği de bilinmektedir.
Bütün bunlar, biraz da dönemimizin özgün problemleridir. Sözgelimi 1970'li yılların mücadele sürecinde gerek devrimin potansiyel kabarışı, gerek düşmanın karşı devrim yöntemlerindeki tecrübesizliği ve gerekse sosyalizmin prestijinin dönemimizle kıyaslanamayacak kadar yüksek olması dolayısıyla; devrimcilerin sorun gündeminde çok alt sıralarda yer alan maddeler, ne yazık ki bugün oldukça yukarılara sıçramıştır. Bu durumun nedenlerini, daha önceki çözümlemelerimizde yeterince ortaya koyduğumuzu, tartıştığımızı düşünerek burada detaylara girmiyoruz. Fakat sonuçta ülkemiz bugün, Türk UNİTA'sının tartışıldığı bir noktaya getirilmiştir.
Görülüyor ki; örgütlerde kendini gizlemeye ve farklı göstermeye çalışan küçük burjuvaların da, sızma unsurların da saptanması; gerçekte imkansız değildir. Bunların saptanmasının turnusolu, düzenli ve sistemli örgütsel yaşamdır. Onların en çok korktukları ve tepki gösterdikleri, çeşitli bozgunculuk yöntemleriyle gerçekleşmesini engelledikleri tarz; sistematiktir. Ve örgütün bilgi arşivi olan merkeze ve kendilerini özel olarak çeşitli sebeplerle yakından tanıyan bazı insanların yıpranmasına yönelik çaba gösterirler. Dolayısıyla, kendileri hakkında da gereken verilere sahip olanları saf dışı bırakmak, onların bilgilenmelerinden gelecekte yararlanılmasının önüne geçmek ve onların sözlerinin değer kazanmasına, gözetilmesine engel olmak isterler.
Onlara sürekli somut görevler veriniz. Bu görevlerin gerçekleştirilme aşamalarını detaylı olarak inceleyiniz. Onlardan özveri isteyiniz. Onlara asla sorumluluk vermeyiniz ve örgütlü bireylerle teke tek ilişkiler içine girmelerini engelleyiniz. Girdikleri ilişkilerde yanlarında mutlaka ikinci bir yoldaşın bulunmasını sağlayınız. Bu tür unsurların teşhisinde ve örgüt saflarından uzaklaştırılmalarında ya da zarar vermelerinin pek fazla mümkün olmadığı konumlarda tutulmalarında daha sonra "ben anlamıştım ama..." çaresizliğine düşmemek için, endişelerin, "endişe kaydı ile" örgüte vakit geçirilmeksizin bildirilmesi gerekir.
Sınıf Bilinci ve Kitle İlişkileri
Devrimci militan, halkı için yaşayan, sınıfı için savaşan insandır. Onda ülke, bağımsızlık, özgürlük tutkusu; bütün bağlılıkların ve değerlerin üzerindedir. Ve bütün bunlar sosyalist ideoloji ve örgütsel yaşam içerisinde, sınıfa, emekçilere kanalize olur, onlarda yoğunlaşır, tanımını bulur.
Sınıf bilinci, devrimcinin kimliğidir. Sınıf bilincini gerektiği gibi alamamış bir militanın, yaşamın ve mücadelenin akışı içinde her an ideolojik sapmalara yönelebilme tehlikesi mevcuttur. Bir militanı, küçük burjuva-feodal ilişki ve tutumlardan uzak tutacak olan, yaptığı işe ve görevlere gerçek anlamını kazandıracak olan, sınıf bilincidir. Çeşitli sağ ve sol sapmalar, bu sapmaların ülke sol yelpazesindeki etkinliklerinin oluşturduğu rüzgarlar karşısında gereken barikatların örülebilmesi, bu barikatların sosyalist devrimci düşünceyle yükseltilebilmesi; sınıf bilinci sayesinde gerçekleşir.
Sınıf bilinci pekişmemiş bir militan, mücadele içerisinde psikoloji bilmeyen bir psikolog, matematik bilmeyen bir mühendis, anatomi bilmeyen bir doktor gibi yapay ve gelişigüzel durur. Oysa sınıflar mücadelesinin hiçbir gelişigüzelliğe tahammülü yoktur.
Sen, bir yandan bütün çağların en zorlu ve en uzun erimli, en kritik sınıf savaşımının elemanı olacaksın, bir yandan da sınıf bilincinden, bu bilinçle gerektiği gibi donanmış olmaktan uzak kalacaksın. Bu, çok büyük bir tehlike ve çok büyük bir yapaylıktır.
Sen, söylemde bir sınıfın diğer sınıflar üzerindeki egemenliğini, baskı ve terörünü, eşitsizliğini ve sömürüsünü yıkmak için, bunun yerine nihai amaç olarak sınıfların olmadığı bir dünyayı yaratmak için var olacaksın, öte yandan sınıf bilinci konusunda kısır kalacaksın...
Örgütlerin tarihlerini inceleyiniz. Sapmaların ve idelojik -teorik problemlerin, pratik ve taktik hataların bir çoğunun kaynağında, sınıflar mücadelesinin kavranışında ve yorumlanışındaki bilinç zaaflarını görürsünüz. Bunun yanısıra tek tek militanları çözümlemeye başladığınızda da, mücadele içindeki hata, zaaf ve eksikliklerin kaynağında; sınıflar mücadelesinin algılanma boşluklarının yattığı görülür. Burada önemli olan, militanın hangi sınıf kökeninden geldiği kesinlikle değildir. Sınıf kökenleriyle ilgili yönleri öne çıkaran popülist yaklaşımların tehlikesinden uzak durunuz. Önemli olan tek gerçeklik, bugünki koşullarda devrimcinin hangi sınıfa hizmet ettiğidir. Hangi sınıfın geleceği ve çıkarları için savaştığıdır. Bu savaşımdaki sınıf bilinci düzeyi ve samimiyetidir.
Sınıf bilincinden, kesinlikle ve hiçbir biçimde soyut olarak biriktirilmiş bilgiyi anlamayınız. İnsanların ne kadar bilgi biriktirdiği, militanın ölçüsü değildir. Devrimciyi belirleyen kıstas; öğrenilen, kazanılan bilginin bilinç haline getirilebilme, tavra dönüştürülebilme ölçüsüdür.
İnsanlar görürsünüz, yıllar boyu çeşitli nedenlerle okuduğu, yine çeşitli nedenlerle içinde bulunduğu çevrelerden duyduğu, tartışmalardan tanık olduğu "bilgiler", kafasında yolu belirsiz karıncalar gibi dolaşır. Bu tür insanlar çoğu kez bu uçuşan "bilgilerini" satarak politik değil ama sosyal bir konum ve etkinlik elde etme uğraşı içine girerler. Oysa sıra devrimci mücadele için üretim yapmaya geldiğinde, sınıflar savaşımının pratiğine geldiğinde, yine bu uçuk kaçık "bilgileriyle" kaçacak bin tane delik bulurlar, ve yine bu uçuk kaçık bilgileriyle kaçamaklarına vakit geçirmezsizin bol yaldızlı laflarla gerekçeler yaratırlar. Teorileriyle pratikleri, özleriyle sözleri bir olmadığı için de, sözlerinin ve yaşamlarının tutarlılığı ve sistematiği yoktur.
Kuşkusuz, sınıf bilinci ile tanımladığımız birikim, bu değildir; bunun tam tersidir. Kazanılan her bilginin, militanın sınıflar savaşımında bir adım daha atmasını, bir adım daha ilerlemesini ve pratiğinin bir ölçüde daha sağlıklı, verimli, üretken olmasını sağlaması gerekir. Gerçek sosyalist birikim budur.
Ayrıca, "bilgi satan" insan tipine karşı çok dikkatli olunuz. "Bilgi satmak"tan kastımız nedir? Özellikle cezaevleri, yurtdışı, legal platformlar gibi herkesin çeşitli durumlardan ve düzeylerden insanları tanıma olanaklarının olduğu yatay ortamlarda, bazı şahısların etkinlik ve saygınlık elde etmek için askerlik anılarını anlatma rahatlığı ve sohbetkarlığı içinde; duyduğu ve bildiği (zaman zaman uydurduğu, hayallerinde yarattığı) "bilgileri" konuştuğu görülür. İnsan merakının dayanılmazlığı ile kuralları ve ilkeleri bilen bir çok militanın da iyiniyetine rağmen bu tür unsurları dinlediği, anlatımları nedeniyle uyarmadığı ve bu tür sohbetlerin yapılmaması için insiyatif koymadığı gözlemlenir.
Özellikle söz konusu ortamda bizim muhabbetkar karganın durumunu ve geçmişini yeteri kadar bilen bir örgüt elemanı yoksa, karga bir anda şahin kesilir ve anlattıkça açılır, birileri ağzını açıp onu dinledikçe çok daha yükseklerden uçmaya başlar. Nerede olursanız olun, prensip dışı konuşmalara asla izin vermeyin. İllegalite kurallarından söz etmek, bu tür kargalar için bir lüks olduğundan dolayı, daha genel çerçevede tanımlar yapıyoruz.
Her konuşmanın, anlatılanlara denk düşen örgütsel ortamlar içinde yapılmasını sağlayın. Devrimciler "ununu eleyip eleğini duvara asmış" emekli askerler değildir. Bizim eleğimiz hala elimizde ve unu elemek için henüz hazırlıklarımızı tamamlamaya çalışıyoruz. Bundan dolayı da; bilgilerimizi çok daha fazla su verilmiş çelik yüreklerde, çelik kafalarda saklamak zorundayız. Anlatım anında size çok basit ya da sıradan gözükse de, dinleyen yoldaşlarınızın güvenilirliğine inansanız da, asıl olanın ilkeler olduğunu unutmayınız ve çevrenizdeki herkesi ilkelerin belirlemesi için şiddetli bir mücadele veriniz...
Sınıf bilincine anlam ve ruh kazandıran bir ikinci boyut, halk-kitle ilişkileridir. Halktan, kitle ilişkilerinden kopuk, soyutlanmış bir militanın, sınıf bilincini canlı ve sağlam tutması son derece zordur.
Kitle ilişkilerinin içinde olmak, onların yaşam tarzlarının, acılarının ve sevinçlerinin paylaşımcısı olmak; onlardan öğrenmek ve onlara birşeyler aktarmak, onlarla bütünleşmek, bir militanın ana atardamarıdır. Vücuda kan buradan gelir, vücudun pis kanı burada temizlenir. Ve örgütsel damarlar ağı burada kurulur. Mücadelenin geleceği buralarda örülür. Halkın suyunda yüzmeyen balığın solunumu olanaksızdır.
Ancak, zorunlu illegalite koşullarında ve bazı özel durumlarda ilişkilerden kopan militanların durumu farklıdır ve onlar da, özgün koşullarına rağmen bazı ilişkiler içinde bulunmanın yollarını, yöntemlerini aramalı, yaratmalıdırlar. Ayrıca, kendilerini sosyalizmin zengin birikimi ile beslemeye çalışmalıdırlar.
Militan için olmazsa olmaz duygu hali olan devrimci coşkunun sürekli canlı tutulduğu, zenginleştirildiği ve korunduğu yer; halkın içidir. Sınıfla içiçe olmak, militanın teoride ve örgütsel eğitimde aldığı bilgilerin bilince dönüşmesini ve gereken ruhu bulmasını, ete kemiğe kavuşmasını sağlar.
Bütün bunlarla birlikte, kitle eylemliliklerinde yer almak, bu eylemlilikleri örgütlemek ve gerçekleşmesine katkıda bulunmak, düzenlenmiş gösteri ve yürüyüşlerde ise mümkün olduğu kadar geniş katılımla ama özel gerekliliklere, dönemin örgütsel programına uygun tarzda yer almak, orada özgünlüğü, devrimci disiplin ve etkinliği ortaya koymak; son derece önemlidir.
"Barikat" tanımı, Türk Solu litaretürüne bizimle girmiştir ve mutlaka bizimle gerçek anlamına kavuşmalı, kavuşturulmalıdır. Sosyalizm tarihinin, o tarihi yücelten, aşamalar kazanmasını sağlayan barikatları, ülkemizin taşını toprağını süslemelidir, onu güzellemelidir.

Disiplin
Çağının, ülkesinin yaşanılan sürecinin en ciddi görevleriyle donanan ve omuzlarındaki sorumluluk bir tarih sorumluluğu olan devrimci militanın, yaşamını bu görev ve sorumluluklarla bağdaşır biçimde disipline etmesi, kuşkusuz tartışılabilir bir konu olmayacak kadar önemlidir ve somuttur.
Disiplinli bir yaşam, herşeyden önce verimli ve üretken olmanın ilk koşullarından biridir. Örgütsel kuralların ve ilkelerin, örgütün belirlediği disiplin kurallarının yanısıra; her militanın kendisi için saptadığı özel disiplin kuralları da olmalıdır. Bu disiplin prensipleri ve anlayışı içinde, örgütsel görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmede, örgütün disipliniyle uyumlu ve ona tabi olmada, çok daha fazla başarılı olacaktır.
Devrimcilik, olağanüstü bir iradenin, bir insan olarak taşınabilecek en yüksek iradenin işidir. Bu tanım konusunda herkes uzlaşır. Fakat bu tanıma uygun olarak devrimci militanın kendi yaşamına irade koymaya, yaşamının her anını bir sosyalist militan disipliniyle yaşamaya gelindiğinde, çeşitli zaaflar ve en azından ciddi eksiklikler ortaya çıkar. Bu büyük problemi çözmek zorunludur. Bu çelişkinin iki ucu arasındaki mesafe ne kadar çok kapanırsa, başarıya o kadar çok yaklaşılır.
Bizler, klasik düzen ölçülerine ve anlayışlarına göre düşünüldüğünde, bir anlamda "imkansızı" istiyoruz. Yüreklerimize, beyinlerimize ve emeğimize sosyalizmin suyunu vererek, bir avuç Donkişot gibi yola çıkıyoruz ve tüm olanaklarıyla karşımızda duran koca bir değirmeni parçalamaya, yerine bambaşka bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Prensiplere gerektiği gibi uymayan, disiplini bir yaşam biçimi haline getiremeyen, iradeciliği en üst boyutlarda yaşamayan, emeğini ve özverisini esirgeyen "Donkişot"un, yeldeğirmeninin yelpazeleri arasında parçalanması kaçınılmazdır. Olanakların sıfır noktasında, düzenin tüm olanaklarını ellerinde bulunduranlara karşı savaşıyoruz. Bu gerçekliğin bilinci, gereken ciddiyeti sağlayacaktır.
Bu büyük gücü nereden aldığımıza tam bir asırdır anlam verilmeye çalışılıyor. Ama bu inanılmaz güç sayesinde, bir dönem insanlığın üçte birini mevcut sistemin dışına taşımayı başardık. Orada tutunmayı, bu ilk dönemde başaramamış olmamızdan dolayı da yılmadık. Şimdi, olanakların sıfır noktasının da gerisinden, dünya halkları olarak yeniden kollarımızı sıvıyoruz.
Orta Amerika kıtasındaki küçük bir adanın Başkanı, çağımızın en soylu Donkişotlarından biri, "emperyalizme teslim etmektense bu adayı batırırım " diye haykırıyor. Ve yenilgiyle çıktığımız ilk dönemin son burcunda kızıl bayrağını onurla dalgalandırıyor. Bu onur öylesine büyüktür ki; Anadolu'nun orta halli bir ili kadar nüfusa sahip olan bu adadan, bütün dünya gözlerini bir başka noktaya çevirememektedir.
Evet, "devrimci düş gören insandır" ve bizler insanlığın düşlerini gerçekleştirmek için yaşıyoruz. Gerektiği an gözlerimizi kırpmaksızın bunun için ölüme atılıyoruz. "İmkansızı" istemek, yaşanılan gerçekliklerin "doğal ve normal" seyre uygun olmamasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü düşlerin gerçeklerle buluştuğu nokta, yaşanılanları topyekun alt üst ederek tersine çevirmekten, imkansızı yapmaktan, imkansızı gerçekleştirmekten geçer. "Devrimci, düş gören insandır" tanımlamasının açılımı, olağanüstüyü aramak, olağanüstüyü gerçekleştirmektir.
O halde; olağan, sıradan değil, olağanüstü yaşanılmak zorunluluğu vardır. Olağanüstü bir disiplin içinde ve bu disiplinin yarattığı üretkenlikle görevlere yönelmek, her gün biraz daha büyüyen bir yetkinlikle yaşamak gerekir.
Devrimcinin işi çok, görevleri ağır, zamanı kısıtlıdır. Dolayısıyla herşeyden önce zamanını iyi kontrol etmek, iyi öğrenilmelidir. Zamanı kullanmada son derece cimri olunmalıdır. Bir burjuva kışlası disiplininden söz etmiyoruz. Askerlerin eğitmi için çukurlar kazdırılan ve sonra o çukurlar tekrar doldurtulan bir eğitimden, ya da Kur'an kaç kez fazla okunursa (hatmedilirse) o kadar iyi müslüman olunur, imanından da söz etmiyoruz. Devrimcinin disiplini, ne kadar kısa sürede ne kadar fazla devrimci üretim ve görev gerçekleştirebilirim prensibine dayalı bir disiplindir. Burada militan, disiplin kuralları açısından da üretkenliğini, yaratıcılığı kullanmalı, gerekirse kendi yaşamıyla birebir örtüşen özel disiplin hükümleri geliştirmelidir.
Eğer bir kitabı bir haftada okuyorsanız, eğer son üç gün içerisinde devrim ve örgütün gelişimi uğruna sözü edilebilecek bir üretim, bir görev gerçekleştirmediyseniz, herhangibir etkinliğe katkınız olmadıysa, eğer kendinize ya da yoldaşlarınıza, ilişkilerinize dönük küçük te olsa bir adım atamadıysanız, yaşamınızın tümünü yeniden gözden geçirin. Bu, disiplinden yoksun bir yaşam içinde olduğunuzun en somut göstergesidir.
Yoksa oturup haftalardır örgütün size görev vermesini mi beklemektesiniz? Bu çok daha vahim bir durumdur. Görevler ve sorumluluklar bellidir. Eğitim, gelişim, ilişki, aktivite, üretim, etkinlik ve örgütlenmek-örgütlemek, örgütlemek-örgütlenmek...
Devrimlerin büyük adımları, görünen ve tarihlerin yazdığı adımları; uzun yıllar boyunca, onyıllar, çeyrek, yarım asırlar boyunca atılan çok daha zorlu ve küçük küçük adımların birikiminin tarihe yansıyan görüntüsüdür. 1917, bir yıl değildir. 1917, Mark'ın, Engels'in yarım asır önce atmaya başladıkları ve Rus, Alman,Polonyalı, Litvanyalı ...binlerce devrimcinin adımlarıyla örülen bir yolun tarih sahnesindeki finalidir.
Aynı gerçekler, bütün devrimler ve bütün sonuçlar için geçerlidir. Ve bütün bu adımların atılmasının ilk prensibi, bu adımların adsız neferlerinin, yani bizlerin öncelikle kendi yaşamımızı disipline etmemizden geçer. Uyku saatlerimizden yemek saatlerimize kadar, dinlenme ihtiyacımızın doğru değerlendirilmesine, devrimci mücadele dışındaki zorunlu bazı ilişkilerimize ayırdığımız zamanların ve emeğin azami ölçüde kısılmasına kadar, yaşamımıza giren herşeye disiplin koymamız gerekir.
Kendiliğindenlik, gelişigüzellik; yaşamımızda etkin unsurlar olmaya başladığı andan itibaren, devrimci çalışmalarımıza ve görevlerimize ihanet etmeye başlarız. İhanet, sadece düşman elinde çözülmek değildir. Evet, bu asla geriye dönüşü olmayan, bağışlanması mümkün olmayan, can bedelini zorunlu kılan en ağır suçtur ama, öte yandan ihanetin bin türü vardır.
Bir militanın kendi yaşamına insiyatif koyamaması, kendini disipline edememesi ve devrimci iradesini herşeyden önce kendi günlük yaşamı içerisinde belirginleştirememesi de ihanetin bir türüdür. Çünkü sözkonusu devrimci, devrimin zamanını çalmaktadır.
Saflarda her türlü hırsızlık suçtur. Kendi zamanımızı çalmak, yoldaşlarımızın zamanını çalmak, yoldaşlarımızın ve örgütün zamanını ve emeğini çalmak, hırsızlıktır. Dolayısıyla suçtur. Bu suçlar dizisine öncelikle kendi zamanımızı çalmakla son veremezsek, diğer zaman birimlerine karşı da sorumluluklarımızı yerine getiremeyiz.
Sonuç olarak, önce zamanımızı disiplin altına almalı ve çok özenli kullanmalıyız. Zaman, bir militanın sahip olduğu en büyük değerlerden biri olduğu gibi, aynı zamanda militanların en fazla çarçur ettiği değerlerden biridir. Buna kesinlikle son verilmelidir.
Yarınımız, geceden planlanmalı, ve bu plan yapılırken, en az zaman sürecinde (kuşkusuz çalakalem değil) en fazla işi yapabilmek üzere düşünülmelidir. Sadece yarını değil, önümüzdeki haftayı, önümüzdeki ayı ve yılı kapsayan planlarımız olmalıdır. Kuşkusuz bütün bu planlar, bir devlet memurunun mutad yaşamının planları gibi yaşama geçirilemeyebilir. Bizi bekleyen sürprizler de olağanüstü fazladır ve öncelikler daima örgütten, üst kurumlardan gelen görevlerle belirlenir.
Fakat bunların olmadığı günlerimizi, saatlerimizi en verimli şekilde değerlendirebilmek için, kafamızda mutlaka planlarımız, programlarımız olmalıdır. Hatta bu programlar, alternatifli olarak belirlenmelidir. Öncelik verdiğimiz bir görevin bizim dışımızdaki nedenlerle gerçekleştirilememesi halinde, anında gündemimize giren ve o saatlerimizi veya günümüzü verimli değerlendirmemizi sağlayan görevler, kafamızda olmalıdır.
Ayrıca, görev ve sorumluluklar içinden yapılmış bir öncelikler listesi; militanın kafasında, sürekli gözlerinin önünde canlanan bir görüntü gibi hazır durmalıdır. Devrimcinin bir gün içerisinde yapması gereken, yapabileceği bir çok iş vardır. Disiplin ve verimlilik, öncelikler listemizi hızla saptamamızı ve sözkonusu listenin içinden özellikle öne almamız gerekenleri saptamamızı, yarına bırakmamak zorunda olduklarımızı belirlemeyi getirir.
Aynı şekilde militan, mutlaka kendine haftalık ve aylık görevler listesi çıkarmalı, düne ilişkin gece muhasebesini yaparken, yarına ilişkin planlarını da bu çerçevede değerlendirmelidir. Planlama, çok boyutlu ve çok ayaklı bir sistematiktir.
Devrimci insiyatifin başarısı, bütün bunların uyumunun gerektiği gibi sağlanabilmesi ile mümkündür. Birincisi; örgütün uzun, orta ve kısa vadeli planlamaları vardır. Mücadele taktikleri ve döneme göre saptanmış çalışma yöntemleri vardır. Ayrıca bölgelerin, çalışma alan ve birimlerinin programları vardır. Ve sonuç olarak onlara bağlı devrimci militanın, bütün bu amaçlar, programlar doğrultusunda; bunların gerçekleştirilmesinin gözetildiği bireysel ve en yakın çalışma arkadaşlarıyla oluşturduğu grupsal programları vardır.
Bütün bunlar bir bütünlük oluşturabildiği zaman ve gereken enerji ile yoğunlaşıldığı, ilkelerden ödün verilmeden çalışıldığı zaman; başarı mutlaktır. Başarısızlıklarımız ve darbelerimizden problemlerimize kadar bütün sorunlarımızda; ilkelerin, devrimci dinamizmin zaaflı uygulamaları görülür.
Militan, çok fazla kar yağdığı bir gün, sabah saatlarinde ilk randevusuna yetimişti. Gereken zaman dilimi içinde bekledi. Olağanüstü hava koşullarını gözeterek, ve gecikmeye karşı önlem alarak beklemeye devam etti... Fakat beklediği yoldaşı randevusuna gelmez. İkinci randevusu için yola koyulur, o da gelmez, Üçüncüsünde de aynı durumla karşılaşır ve artık iyice diz boyu olan kar, insanı savuran rüzgar ve sokakların ıssızlığı karşısında "anlaşıldı, bugün herşeyde bir olağanüstülük var" diyerek" yakınlardaki eski bir ilişkinin evine gider. Deri işçisi sempatizan ile eşi işe gitmemiştir ve militanın böyle bir günde sokağa çıkmasına bir anlam veremezler. Bugün bütün okullar ve bütün işyerleri tatil, vasıtalar çalışmıyor, karın ve rüzgarın durumunu görmüyor musun, niçin sokağa çıktın diye militanı azarlarlar. Ya başına bir şey gelseydi...
Militanın ancak üçüncü randevudan sonra böyle bir karar aldığını duyunca iyice şaşırırlar ama ona olan saygıları bir kat daha artar. Burada, olağanüstü kötü hava koşullarına rağmen bunu randevusuna gitmemek için bir gerekçe olarak düşünemeyen militanın ruh hali ile; normal, sıradan insanlar gibi, kötü hava koşulları yüzünden onun randevularına "gelemeyen" diğer militanların karşılaştırmasını yapmak gerekir. Hepsi aynı kentte yaşamaktadır ve çalışmayan vasıtalar, insanları ağaçlara yapıştıran rüzgara rağmen bir nolu militan randevularına gitmiştir. O, sabah kalktığında sadece "hava kötü, vasıtalar çalışmayabilir, randevularıma yetişmek için buna göre davranmalıyım" diye düşünmüş ve tam saatlerinde randevu yerlerine ulaşmayı başarmıştır. Aşırı soğuğa rağmen kanter içinde kalmıştır, yürümüş, yürümüş, yürümüştür. Ama diğerleri, vasıtalar çalışmıyor, nasılsa diğer yoldaş ta gelemez diye, kaldıkları evden çıkmayı dahi göze almamışlardır.
Bir başka yaşanmışlık: Dört kişilik bir birimdirler. Çalışma alanlarında para bitmiştir ve yakınlaşan özel günlerle ilgili görevler onları beklemektedir. Birimden biri, tanıdıklardan ve dost ilişkilerden borç almayı önerir. Bir nolu miltan, bunu ödeme garantisi yaratmadan borç alma hakkımız yok diye reddeder. Bir diğer birim görevlisi, "para kalmadıysa hareket etme şansımız da yok. Bu kadar kısa sürede para yaratıp programı gerçekleştiremeyiz, yapılacak bir şey yok" diyerek, son derece soğukkanlı bir biçimde durumun kendine göre realist çözümlemesini yapar. Üçüncünün söyleyeceği bir sözü dahi yoktur, sadece bu durumdan dolayı morali son derece bozulmuştur ve "allah kahretsin"lerle yetinmeye çalışır. Biraz sonra ise aklına "parlak ve çok değişik, çok kesin, çok cesur" bir fikir gelir."Soygun yapalım."
Bir nolu militan, bütün bu görüşleri şiddetli yadsıyarak "çözüm biziz, çözümü yaratacağız", diyerek sözlerine başlar. Yoldaşlarının görüşlerine karşı eleştirilerine ise; önce en son fikir bildiren yoldaşından başlar. Soygun yapmaktan hiçbirinin kaçmadığını ve bunu şiddetle istediklerini ama böyle bir eylemi gerçekleştirmek için gerekli olanaklardan ve koşullardan şimlidilik uzak olduklarını, bunun olanaklarının yaratılması için çeşitli ön koşullara ve ön çalışmalara ihtiyaçları olduğunu, bütün bunları öneri getiren yoldaşın da bildiğini, ama buna rağmen her sıkışıklık anında bu tür öneriler getirmesine bir anlam veremediğini söyler.
Sonra aynı militanın sözkonusu önerisinden önce içine girdiği olumsuz ruh halini, moral bozukluğunu eleştirir ve bir devrim militanının asla böyle bir psikolojiye kapılma hakkı olmadığını, burjuvazinin dediği gibi devrimlerin dışarıdan ithal edilmediğini, kimsenin kendilerine "alın şu silahları, alın şu paraları, haydi devrim yapın" diyemeyeceğini, devrimlerin iç dinamizmlerle yoktan var edilen süreçler olduğunu ve iç dinamizm denilen şeyin de bizzat kendileri olduğunu anlatır.
Eleştirilerin ve tartışmaların akabinde hemen hafta sonundaki semt pazarlarını araştırarak nerelerde kurulduğunu saptar. Bir tanıdığından borç para bularak toptancılardan ödünç mal alır ve iki arkadaşını bu pazar yerlerinde giysi satmakla görevlendirir. Kendisi de diğer arkadaşıyla birlikte bu tür sıkışıklık durumlarında işçi olarak başvurduğu bir inşaatçıya giderek bir haftalık iş ister. Her zaman ciddi ve iyi çalıştığı için işveren tereddüt etmeksizin ona iş verir. Bir hafta sonra eylem için gereken para sağlanmıştır ve görev gerçekleştirilir.
Mücadelesinin ilerleyen yıllarında hiç bir biçimde lojistik sıkıntısı çekmeyen ve başlangıçtan dört-beş yıl sonra her türden lojistik kalemi yüzlerle ifade edilen, diğer bir çok gruba bu konuda karşılıksız olarak yardım eden bu geleneğin ilk materyallerini, önder yoldaşların badanacılık yaparak aldığı ne kadar biliniyor... Devrimci insiyatif ve yaratıcılık, olanaksızlık ve 'yok' sözcüklerini tanımamaktır. Bunların alternatiflerini ne pahasına olursa olsun yaratmaktır, üretmektir...
Gün 24 saattir, kendimizi iyi disipline ettiğimiz ve planlı çalışmayı başardığımız taktirde, düşünebileceğimizden çok daha fazla etkinlik içerisine girebiliriz. Tarihimiz, aynı gün iki eylem gerçekleştiren, grup eğitimini ve kişisel eğitimini aksakmayan, birkaç randevusunu da ihmal etmeyen, belki zaman kalırsa bazı kitle ilişkileri ile iletişimini kuran, örgütüne raporunu sunmayı da yine aynı güne sığdıran militanların tarihidir.
Ama her nasılsa bugün bu tarihin içine yabancı ve aykırı ayrık otları gibi; haftada, bir iki rendevu, bir iki telefon kontağı, bir iki dernek ya da ilişki "uğraması" ile devrimciliğini "icra eden", tanıdık bildik çevrede "gezinen" ve bunu yeri geldiğinde "ilişkiler, yapılan işler" olarak örgüte sunan, toplantılardan toplantılara devrimci olduğunu "şiddetle" anımsayan ve aynı garip "şiddetle", ayların birikimini bari burada çıkarayım, dostlar alışverişte görsün diyerek esip yağan portreler de düşmüştür. Bunlar, "bizden" değildir. Ve ayrık otları temizlenir...
Bugünün aheste "militanı", bir işte çalışmayı, devrimci görevlerini gerçekleştirememek için gerekçe olarak görebilmekte ve gösterebilmektedir. Oysa bir iş, en fazla sekiz saattir ve çok iyi bilinmelidir ki; bugün gerçek anlamda bu geleneğin taşıyıcısı olan genç militanlar, genellikle bir işte çalışmakta veya okumaktadırlar. Öte yandan, bir önceki dönemin en iyi militanlarının, aranma koşullarına rağmen fabrikalarda çalıştığı, böylelikle sınıfın içinde olmak ve ilişki yaratmak görevlerini de gerçekleştirdiği, örnek kişilikler olarak tarihimizdeki yerlerini aldıkları da bilinmelidir. Yaşamın disipline edilmesi, yapılması gerekenlerin ve yapılmak istenilenlerin 24 saate sığdırılmasını beraberinde getirir.

İnsiyatif
Devrim, tarihin en önemli insiyatifidir. Akıp gitmekte olan seyrin durdurulması, başkalaştırılmasıdır.
İşte bu denli önemli ve en üst düzeyde cereyan eden tarihsel insiyatifin unsurlarının, bu insiyatifi koyacak olan, aslında mücadelenin başladığı ilk günden itbaren koymaya başlayan insanların insiyatifsiz olmasının ne anlama geldiğini algılayabiliyor musunuz?
Evet, algılamayın ve sakın ola ki; bir algılama, anlama, yorumlama tarzı geliştirmeye çalışmayın. İnanılmaz derecede yapay olacaktır. Devrim insiyatifinin unsurlarının insiyatifsiz olması; devrimi yadsımakla aynı anlamdadır.
Felsefe, dilimize Fransızca'dan geçmiş olan insiyatif sözcüğünü, girişimcilikle açıklıyor. Fransızlar, 'bir şeyi başkalarından önce yapma işi' olarak kullanıyorlar. Fakat Türkçe'de ve özellikle sosyalist literatürde insiyatif, karar alma ve uygulamaya geçme tavrı olarak, gerekli kararları almayı bilen kişinin niteliği olarak, kısacası bir dinamizm içeriği kazandırılarak kullanılmaktadır. Bunun tersi, edilgenliktir. Başkalarından bekleme ve başkalarına tabi olmaktır. Durumu doğal akışına bırakmaktır.
Dolayısıyla bütün bu anlamların sentezinde insiyatif, devrimcinin temel özelliklerinden biri olmak durumundadır. O, herşeyden önce mevcut düzene karşı insiyatifini kullanarak saflara gelmiş, bir tavır, bir değiştirme eylemi içinde yoldaşlarıyla buluşmuştur. Fakat bu buluşma, eğer o gerçek bir sosyalist militan olamazsa ve yaşamının her anını insiyatifli bir birey+devrimci olarak yaşayamazsa, durumu salt bir buluşmadan ibaret kalmaya mahkumdur.
Ve belki de edilgenliği, insiyatifsizliği, onun devrime yarardan çok zarar vermesini doğurur. Yoldaşlarının ve devrimin zamanını, emeğini çalan bir hırsız gibi saflarda dolaştıktan sonra ilk zorlu anda yine yıpratıcı biçimde safların dışına düşer.
Devrim, tarihin en büyük insiyatifi ise; devrimciler de yaşamdaki en insiyatifli kişiler olmak durumundadırlar. Devrimcinin insiyatifinin sınırı yoktur. Kendi yaşamına karşı insiyatifli olmaktan başlayan bu etkinlik, örgütsel görev ve sorumluklardaki insiyatife, kitle eylemliliklerindeki ve kitle eylemlilikleri için insiyatife, yaşamdaki sürprizlere, düşmana karşı ve onun her türlü saldırısına karşı insiyatife, onunla hesaplaşmadaki etkinlikler insiyitifine kadar uzanır.
Ne var ki, insiyatifin kişiliğin birikimleriyle parelel giden bir etkinlik olmaması; sadece kişisel bir istek, bir özlem ya da küçük burjuva kişilik özelliği sınırlarında kalması, devrimci saflarda insiyatifsizlikle eşdeğer tehlikeler ve yanlışlar doğrur. Zaman zaman yersiz ve zamansız biçimde birilerinin gereği yokken; devrime, örgüte, görev ve sorumluklara en ufak bir katkısı bulunması söz konusu değilken "etkinlik" adına çıkışlarda bulunduğunu görebilirsiniz ve o insanın bu davranışlarına bir militanın temiz duyguları içinde anlam veremezseniz.
Bu, bir insiyatif gösterisidir ve gerçekte kariyerist bir kişinin bireysel etkinlik dramasıdır. Bu tür durumlarla gerçek devrimci insiyatifi ayırt etmesini iyi öğreniniz. İnsiyatifin bireyler düzeyinde değil; görevler ve sorumluklar, üretimler ve yaratılan sonuçlar düzeyinde geçerli olduğunu kavramayan bir insanın, sosyalizmin militanı olma şansı yoktur. Özellikle de bu geleneğin safları içinde yer edinebilmesi imkansızlık sınırındadır.
Devrim, binlerce erdemli insiyatif sahibi insanın adsız imzalarının eseridir. Ve tarihi yazmak için burada bulunuşumuzun gerçek anlamı, işte bu imzalardan birine sahip olmaktır. Gözlerimizi yumarken, adımızın nerelere yazıldığı değil, sırtımızda taşıdığımız üretim torbamızı yoldaşlarımıza ne denli doldurarak emanet ettiğimiz önemlidir. Devrimciliğin, militanlığın anlamı budur. Bunlar için devrimci olduk. Bunlar için başka saflara değil de özellikle bu geleneğin saflarına geldik.
Ve yaşamın her bir milimetrekaresi, dünyada ve atmosferde uçuşan her bir toz zerresi, Alaska'dan Ardahan'a kadar dünyanın bütün taşı toprağı, bulutu, insanı, ekmeği, aşı, bizi iliklerimize kadar "ilgilendiriyor". Sadece ilgilendirmekle kalmayan, gereken her ana insiyatif koyma, gereken herşeyi değiştirme amacıyla yaşadığımız bu dünyada," öylesine" yaşamayan, en fazla özenle ve en yoğun emekle, en üst düzeyde çabayla yaşayan insanlar, bizleriz...
Militanın insiyatifi, gördüğü, bildiği, tanık olduğu her şeyle ve her durumla ilgili, sınırları olmayan bir insiyatiftir. Ülkesindeki her gelişmeye karşı duyarlı militanın, bütün bunlara karşı, hangi çalışma alanında olursa olsun, ne düzeyde görev yaparsa yapsın, mutlaka bir yanıtı, bir tavrı olmalıdır. Her gelişmeye karşı, bu durumda ne yapabilirim, ne yapmalıyım sorularını hızla önce kendi kendine sormalı ve bu soruların pratikle buluşan yanıtlarını üretmeli, tavrını almalıdır.
Bu tavrın, geliştirilecek insiyatif örgütün dönem programı, taktikleri ve anlayışlarıyla uyum içinde geliştirilen bir insiyatif olması, elbette zorunludur. Örgüt, ülke gündemi ve gelişmelerle ilgili olarak tek tek her alan ve birimin, her militanın önüne özel programlar koymaz. Bu hem teknik açıdan imkansızdır hem de anlayış olarak yersizdir. Örgüt, genel program ve anlayışlarını, taktiklerini ve dönem çözümlemelerini yaptıktan sonra militan bunları güncelle ilişkilendirir ve gündem insiyatifi geliştirir.
Yapılacak işler ve görevler için olanak yaratılmasını "örgütten" bekleyen, ilişki geliştirilmesini ve kendisine verilmesini "örgütten" bekleyen, görevi "örgütten" bekleyen "militan"ın, kendi başına anlamı var mıdır? Militan, bütün bu beklentileri gerçekleştirmekle anlam kazanır, sıfatına layık olur ve onun soyut bir biçimde "örgüt" dediği "şey", bizzat kendisinde ifadesini bulur.
Örgüt nedir, kimdir? Örgüt, militanların sistematik ve hiyerarşik toplamıdır.
Evet, çalışma alanı saptaması, mevzilendirme ve değerlendirme; "örgütün", yani; militanın bulunduğu noktaya göre daha üst kademelerin görevidir. Genel program ve anlayış tesbiti, perspektif ve taktik üretimi görevi ile; kritik durumlar, kritik görevlendirme ve cezalandırmalarla ilgili kararların alınması, örgüt merkezinin işidir. Fakat bunların dışında, militanın insiyatifi geçerlidir. O, en azından somut veriler ve somut önerilerle örgüte gitmeyi, bulunduğu alanın ya da çalışma biriminin programını üretmeyi ve gerçekleştirmeyi başaramazsa, örgütünün de genel bir başarısızlığa mahkum olduğunu bilmelidir. Çünkü tersi, kendisinin yapamadıklarını haksız bir biçimde yoldaşlarından beklemesi anlamına gelir. Belki yoldaşları bunları gerçekleştirecektir ama onun bunları bekleme hakkı kalmamıştır.
İdealist Felsefe, iradenin karşısına zorunluluğu koyar. Biz ise, iredeyi ve insiyatifi tanımlarken, kendiliğindenliğin karşısına bilinci koyuyoruz ve boyun eğmenin karşısına bilinçli tavrı koyuyoruz. Boyun eğme, bilinçsiz bir davranıştır. Bütün dil zayflıklarına rağmen Türkçe'de davranış ve tavır arasında bir çizgi çekilmiştir. Davranış; daha olağan, daha kendiliğinden'dir. Tavır, ise daha çok bilinci içerir, karşı çıkışı ifade eder. Ve burada insiyatif, bir davranış olmaktan çok bir tavırdır. Militan, irade ve insiyatifin doruğundaki insandır. Planlayan, bilinçle programlayan, gerektiği hallerde bunu saniyelerle yarışarak yapan, sürükleyen, alıp götüren, durumun ve yaşanılanların rengini değiştirebilecek iradeye sahip olan insandır.
İnsiyatif sapkınlıklarına da değinmek, önemle gerekiyor. Çünkü bu konudaki davranış bozuklukları, devrimci saflarda ender görülen sapkınlık tarzlarından değildir. Üretimsiz, tutuk, eylemcilikten uzak ve çeşitli zaaflarıyla tanımladığınız birinin, bir ortamda ya da bir özel eylemllik durumunda bir anda insiyatif küpü kesildiğine rastlarsınız. Ya da düşmana karşı, karşı devrime yönelik olarak herhangi bir insiyatifini gözlemleyemediğiniz, edilgen, korkak, tembel bir elemanın, bir örgütsel ortamda esip yağdığına, kendince " insiyatif" koyduğuna tanık olursunuz. Bir tek ilişki kazanma insiyatifi bile gösteremeyen birinin, mevcut ilişkiler içerisinde kırıp dökme insiyatifinin padişahı olduğunu gözlemlersiniz. (Bunlar nasıl olsa başkalarının emeğiyle yaratılmış değerlerdir!)
Örgütsel kurumlar karşısında evet efendim tarzından şaşmayan ya da sadece yoldaşlarının "eleştirisini, şikayetini" öne sürerek söz söyleme "görevini" ya da amaçlarını gerçekleştiren, kendisine verilen pratik görevleri çeşitli gerekçelerle yapmamayı 'beceren', kendi insiyatifiyle örgütün birikimine dahil olabilecek en küçük bir katkının sahibi olamayan birinin, kitle ilişkileri içerisinde taş üzerinde taş bırakmayan bir sözde eylemci kesildiğine tanık olabilirsiniz.
Şaşırmayınız. Sarsılmayınız. Doğal ve sıradan bularak geçiştirmeyiniz de... Bu ayrık otları, yüzyıldır sosyalizmin cennet bahçesinde, cehennemden sıçramış tohumlar gibi varlığını sürdürmektedir ve sürdürmeye de devam edecektir. Bu tür ayrık otları nedeniyle örgütünüze, ideolojinize olan güveninizin sarsılmasına izin vermeyiniz. Diğer yoldaşlarınıza yönelik saygı, sevgi ve güveninizin zaafa uğramaması için gereken bilinç unsurlarını harekete geçiriniz, dinamizminizi her zaman olduğundan daha canlı kılınız.
Ama bu durumu, bu sosyalizm dışı sızmayı, en kısa zamanda ve en uygun yöntemlerle örgüt safları dışına taşımayı, acil görev olarak önünüze koyunuz. Örgütün çeşitli nedenlerle bu çabalarınıza kısa sürede yanıt verememesi mümkündür. Bu süre içinde gözlemlemeyi ve şahsın örgüte zarar vermesini engellemeye çalışma mücadelenizi sürdürünüz. Fakat bu tür çabalarınızı asla takıntı ve kişilerle savaş haline dönüştürmeyiniz. Bütün bunların, mücadelenin her aşamasında kaçınılmaz olan örgütsel görevler olduğunu ve düşmanla mücadele kadar yoğun emek ve özen isteyen mücadele alanları, yöntemleri olduğunu unutmayınız.
Devrimci mücadele içinde belki de en zor olanın, tutarlılık ve devamlılık olduğunu, bu kriterin hata ve yanlışların en kesin turnusolu olduğunu iyi biliniz. Kısa vadede zaafını nesnelleştiremediğiniz kişinin durumunu, tutarlılık ve devamlılık adaletine bırakınız. Ama bu"bırakışınız", 'işi Allaha havele ettim, ilahi adalet çözecektir' tarzında bir kendiliğindenciliğin kapanına girmesin. Bu süreçte zaafın ya da eğer zaafın onun kişiliğine hükmettiğini düşünüyorsanız, zaaflı kişinin üzerinden dikkatinizi çözmeyiniz. Onun mücadeleye ve yoldaşlarınıza zarar vermesine asla izin vermeyecek önlemlerin alınmasını sağlayınız. Gerekiyorsa bunun için mücadele ediniz.
Unutmayın ki; düşmanın bizlere verdiği zarar, saflardaki zararlı unsurların verdiği zarar kadar büyük olma şansına sahip değildir. Düşman, devrimcilerin bildiği, tanıdığı, önlemlerini almaya çalıştığı bir cephedir. Ama devrimcilerin zamanını, emeğini ve birikimlerini çalmayı becerenler, en fazla onları sırtından hançerleyen "yol arkadaşları", "dostlar" dır. Elmanın içindeki kurtlardır. Bunun bilincinde olan düşman, son süreçlerde sızma yöntemlerine de aşırı önem vermektedir.
Duygularınızın ve düşüncelerinizin bir paranoyaya varmasına kesinlikle izin vermeden, yoldaşlarınıza karşı tedirginlik ve güvensizlik duygularınızın oluşmasına engel olarak, ilişki ve iletişimlerinizi son derece iyi gözlemleyin. Bu arada unutmayın ki, yöntemlerimizden ve çalışma tarzımızın özelliklerinden dolayı, bu anlamda tehlikeye en az açık olan, biziz...
Devrimci insiyatifin ölçü alması gereken diğer bir çok konunun yanısıra, nesnel ve öznel durumların uygunluğunun gözetilmesi, en önemli sorundur. Ve devrimci militan, insiyatif kullanırken, hangi konuda olarsa olsun, nesnel ve öznel durumların uyumuna büyük bir titizlik göstermek zorundadır.
Özet olarak, sadece koşulların uygunluğu yetmez, devrimci gücün özelliklerinin, koşulların uygunluğu ile denk düşmesi ve onları yönlendirip sonuç alıcı bir sürece girebilmesi gerekir. Ya da sadece devrimci gücün amaç, niyet ve olanakları yetmez; aynı zamanda zeminin ve koşulların uygun olması gerekir. Bütün bunların sentezini alabilmeyi başaran bir devrimci insiyatif, devrimci eylemlilikler içinde ve devrim süreçlerinde gereken sonuçları almayı başarır.
(sürecek)
 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92