Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Doğan EGE




Kızıl Ordu Fraksiyonu RAF, dünya tarihine 1968 Olayları olarak geçen süreçte oluştu. Bilindiği gibi 1968 Olayları Almanya'da genelde, 3. Reich ile açık bir çatışmaya girmeksizin, esas olarak 1949'da Federal Almanya'yı kuran savaş kuşağına yöneldi. Aynı dönemde, Vietnam Savaşı'nı emperyalist bir işgal olarak nitelendiren ve bu savaşa karşı ciddi bir tavır alış içinde olan, ağırlığını öğrencilerin oluşturduğu çeşitli Alman grupları da şekillendi.
Bunların en önemlililerinden biri olan RAF, kendisini esas olarak anti-emperyalist bir organizasyon, Federal Almanya'yı, faşist bir devlet olarak tanımladı. Devletin faşist yüzünü gizlemeye çalıştığını, bunu açığa çıkarmak gerektiğini söylediler. Programlarının en önemli yönü; uluslararası emperyalizmin yıpratılması, enternasyonalist dayanışmalar aracılığıyla ezilen dünya halklarına ve onların savaşan güçlerine destek verilmesi idi.
RAF'ın ilk eylemleri, saptanan çeşitli hedeflerin yakılması oldu. Giderek daha üst boyutta eylemler organize etmeye ve gerçekleştirmeye başladılar. En üst boyuttaki eylemleri ise; Alman İşverenleri Başkanı Hans Martin Schleyer'in 1977'de öldürülmesidir. Bu doruk noktası, Almanya için olduğu kadar RAF için de bir çok şeyin değiştiği bir nokta oldu.
5 Eylül 1977'de, Alman İşverenler Birliği Başkanı Schleyer, Köln'de RAF üyelerince kaçırıldı. Schleyer'in arabasının güzergahında duran bir çocuk arabası nedeniyle, İşverenler Başkanı'nın şoförü, ani fren yapmak zorunda kaldı. Duran arabanın yeniden hareket etmesi, RAF üyelerinin kullandığı sarı bir mercedesin yolu kesmesi sayesinde engellendi.
Bütün bu beklenmedik ve iyi planlanmış trafik kargaşası nedeniyle, içinde komando polislerin bulunduğu başka bir araba, Schleyer'in arabasıyla çarpışmak zorunda kaldı. Saatler 17.28'i gösteriyordu.
Bundan sonra gelişi güzel yapılan atışlarla, çarpışan arabanın içinde bulunan ve Schleyer'i izleyen korumalarla Schleyer'in 41 yaşındaki şoförü Heinz Marcus öldürüldü. Daha sonra yapılan saptamalarda, sadece 11 kurşunun arabanın kaportasına geldiği, sıkılan diğer 107 kurşunun güvenlik görevlilerine isabet ettiği anlaşıldı.
Korumaların bu şekilde tamamen etkisiz hale getirilmesinden sonra Stefan Wisniewski, Schleyer'e doğru yöneldi. Stefan, eylemin şefidir ve "Jury" adıyla anılmaktadır. 1953 doğumludur ve işçidir. Hamburg'da bir işgal evinde kalmaktadır. Wisniewski, Schleyer'i arabadan çıkarıp bir minibüse götürdü. Boock minibüsü hareket ettirdi. Minibüsün içinde bulunan doktor yardımcısı Sreglinde Hofmann, Schleyer'e uyuşturucu bir iğne yaptı. Saat, 17.30... Eylem, başlangıcından bu anına kadar, sadece ve sadece iki dakika sürmüştür. Başarılmasının sırlarından biri de budur. Buna, başarının sırrı, ya da iyi planlamanın ve ataklığın sırrı da denilebilir. Fakat sadece iyi planlama ya da sadece ataklık değil. İyi planlama ve ataklık...
Köln kentinin Jünkersdorf semtinde bulunan bir yeraltı garajında rehine, minibüsten indirilip bir otomobile bindiriliyor. Polisler, daha sonra bu minibüste Federal Hükümet'e yönelik bir mesaj buluyorlar: "Aramalar derhal durdurulmazsa, Schleyer'i hemen vururuz." Schleyer eyleminin kodu "Spindy"dir ve bu sözcük, duvara gömülü dolap anlamına gelmektedir. Eylemciler, ellerinde bulunan ve devlet açısından son derece önemli olması gereken rehinelerinin karşılığında, 11 RAF üyesinin serbest bırakılmasını istemektedirler.
Schleyer'in eşi, kocasının kaçırılmasını bir gazetecinin telefonu sayesinde öğrenmiştir. Olayın ilk şokunu yaşadığı dakikalarda da, Başbakan onu aramıştır. Bütün bu gelişmeler esnasında Schleyer, tam sekiz saat süreyle bir yeraltı garajında ve oto bagajında bekletilmektedir. Aynı saatlerde bütün tutuklu RAF üyeleriyle her türlü temas kesin olarak yasaklanmıştır.
İzleyen saatlerde Schleyer; 'Erfstadt-Liblar, Zum Renngraben 8' adresinde bulunan yeraltı garajından, asansörle üçüncü kattaki 104 numaralı daireye çıkarılır.

6 Kasım Salı.
RAF üyesi Siegfried Hausner, altı maddeden oluşan taleplerini basına iletir:
"-Bütün aramalar derhal durdurulmalıdır, yoksa Schleyer'i öldürürüz.
-Daha önce isimlerini açıkladığımız 11 RAF tutuklusu serbest bırakılmalıdır.
-Sözkonusu tutuklulara 100.000 DM verilmelidir.
-Arabulucu, İsviçreli avukat Bayatutam'dır."
Açıklamaya, Schleyer'in bir mektubu da eklenmiştir.
Schleyer; sözkonusu mektubunda; "Ben iyiyim. Yaralı değilim...."demektedir.
İki yıl önce CDU'lu politikacı Peter Lorenz kaçırıldığı zaman, hükümet beş esiri serbest bırakmıştır. Serbest bırakılanlardan birisi de, OPEC baskınına katılan Gabriele'dir. Gabriele daha sonra Schleyer'in kaçırılması eyleminde de yer almıştır.
6 Kasım haberlerinde Hükümet tarafından RAF üyelerine yönelik bir bildiri yayınlandı: "Sizin mektubunuz polisin eline öğleden sonra geçti. Talep ettiğiniz randevuyu maalesef yerine getiremiyoruz. Schleyer'i derhal serbest bırakın ve teslim olun."
7 Kasım'da Schleyer'in bir video kaseti TV'den yayınlanır. Schleyer, yaşadığını kanıtlamak amacıyla günlük gazeteden bir haber okumaktadır: "Senegal Güney Afrika ile teması kesmiştir." Schleyer, bu kaset aracılığıyla ayrıca ailesine selamlarını yollamaktadır.
Aynı gün öğleden sonra polise yeni bir bilgi gelir. Sözkonusu ihbarda, Schleyer'in kapatıldığı evin sahibi, bu evi kiraya veriş öyküsünü anlatmaktadır. Fakat bu iz, her nasılsa polis tarafından takip edilmez ve neden takip edilmediği sorusu, Alman Devleti'nin ve polisinin hala yanıtlayamadığı soru ya da sorunlarından biri olarak tarihlerine geçer.
8 Kasım. Schleyer oğluna bir mektup yazıyor: "Olayın tüm politik sorumluluğunu Bonn taşımaktadır. Fakat her nasılsa onlar beni kaçıranların ciddiyet ve sertliklerini küçümsemektedirler. Bonn Hükümeti'nin büyük bir sorumluluk altında olduğuna inanıyorum. Ama bence kaçıran şahısların talepleri göz ardı ediliyor. Ve bu davayı uzatmalarının bir yere varmayacağını bilmeleri lazım. Davayı ciddiye almaları lazım."
4 gün sonra Schleyer, bu kez Eberhard von Brauticsch'e yazılı bir mektup ve bir ses bantı gönderiyor. 12 Eylül'de ise parti arkadaşı CDU'lu Helmut Spahl'a yine bir bant yollayarak şunları dile getiriyor: "Ben hiç yaşamımdan endişelenmedim. Federal Almanya Hükümeti yazılı taleplerimi tanımadı. Son günlerde oynanan oyunlar, insana amaçsız acılar sunuyor. RAF militanlarının çeşitli ülkelere gönderilmesini bilerek engelliyor. Baader ise şu ülkeleri öneriyor: Cezayir, Vietnam, Yemen Halk Cumhuriyeti, Libya, Irak..."
14-15 Eylül günlerinde Schleyer'i kaçıran eylemciler, Köln ve çevresindeki bütün evlerin yavaş ve sessiz bir biçimde tek tek aranmakta olduğunu farkediyorlar.
Bunun üzerine Schleyer'i Hollanda'nın Den Haag kentinde bulunan bir eve yerleştiriyorlar. 22 Eylül'de Hollanda polisi, sokakta gördüğü şüpheli bir şahsı tutuklamak istiyor. Fakat sözkonusu şahıs, polislere ateş açarak birini öldürüyor, birini de yaralıyor. Bu şahıs, RAF militanı Volkerz'dir. Tutuklanan Volkerz'e, Schleyer'in bulunduğu yeri söylemesi karşılığında 1 milyon Alman Markı önerilir. Ama o, bunu reddeder. Fakat, yöreyi çok iyi bilmediği için, kendisinin tutuklandığı Utrecht şehrinin Schleyer'in tutulduğu Den Haag'tan fazla uzak olmadığını ve bu durumun arkadaşları için büyük bir tehlike yarattığını yorumlayamaz.
Bu arada RAF komandoları, Schleyer'in Brüssül'e götürülmesine karar veriyorlar. Orada bir evde saklıyorlar ve sorgulamaya devam ediyorlar.
Schleyer'in kaçırılması, Federal Almanya'yı ciddi şekilde sarsmıştır. Aradan yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen bu büyük "Alman Sonbaharı"nın yaraları hala sarılabilmiş değildir.
Eylemciler, Schleyer'e karşılık aralarında RAF kurucuları olan Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe'nin de bulunduğu 11 tutuklunun serbest bırakılmasını istediler. O zamanlar daha genç bir devlet olan Federal Almanya, ilk defa ciddi bir meydan okumayla karşılaşmıştı.
Şansölye Helmut Schmidt, eylemin akabinde hemen bir kriz heyeti oluşturdu ve bu heyete eylemcilerle çeşitli görüşmeler yaptırdı. Ama tutuklu değişiminin yapılmayacağı yönündeki eğilim, ilk günlerden itibaren ağırlık kazandı. Schleyer'in saklandığı yerin bulunması için zaman kazanmak, Hükümet'in en önemli amacı olarak belirginleştirilmişti. Hümanizm edebiyatını kendine kalkan edinen burjuva devletler için, can güvenliği tehlikede olan şahıs kim olursa olsun, devletin ve düzenin devamlılığı, esastı...
Bu durumda bütün umutlar, Federal Cinayet Dairesi Başkanı Horst Herold'a yöneltildi. Herold bütün bir sene boyunca, "teröristlerin alışkanlıklarına" ilişkin bilgiler toplamıştı. İz sürmede bu küçük bilgilerin kendisine çok fazla yardımcı olacağına inanıyordu. Öyle ki; militanların davranış alışkanlıklarından, eğilimlerine, tercihlerine kadar hemen her konuda toplanılan bilgiler, hangi kremi tercih ettikleri gibi ayrıntılara kadar inmekteydi.
Polis şefi bu araştırmaları sırasında "şüpheli" gördüğü evlerden 600.000 nesne aldırttı ve bunları bilgisayara kaydettirdi. Sözgelimi; bayan RAF üyesi Adelheid Schulz'un Olaz yağı kullandığını, RAF üyelerinin elektrik parasını peşin ödediğini, otoban bağlantısı olan, garajlı yüksek binalardan daire kiralamayı tercih ettiklerini öğrendi. Herold'un en büyük yardımcısı, polis için önemi o süreçlerde anlaşılan bilgisayardı.
Horst Herold, bugün bir askeri kışla içinde kendisine tahsis edilen arazide, çitler ve topraktan duvarlarla çevrilmiş bir bungalow evde yaşıyor. Sadece orada, kendisine yönelecek saldırılara karşı güvencede olabileceğine inanıyor.
Schleyer'e yönelik olarak Vincenz Statz caddesinde gerçekleştirilen baskından sonra Herold, Köln kentinin batı cephesinde kalan ve garajı olan bütün yüksek binaları kontrol ettirdi. Schleyer ve onu kaçıranlar oralarda olmalıydı, bundan emindi. Nitekim daha sonra; "Biz onların bir kapanda olduklarından hareket ettik", diyordu...
Oturma odasındaki masanın üzerinde bir klasör duruyordu. Klasörün üzerinde "Erfstadt-Libar" yazıyordu. Herold, ceketinin cebinden, büyük köşeli camları ve kalın yüzeyi olan bir gözlük çıkardı. Bu gözlük, o zamanki fotoğrafında taşıdığı gözlüğün aynısı idi.
Köln yakınlarındaki Erftstadt-Liblar'da, bir teröristin evinde olması gereken özelliklere (ki hepsi Herold tarafından belirlenmişti) sahip bir ev, bir polisin dikkatini çekmişti. Bu polis, yetkili makamlara bir mesaj yolladı ve sözkonusu evden şüphelendiğini bildirdi. Her nasılsa, tıpkı ilk isabetli ihbarda olduğu gibi, bu mesaj da "kayboldu..."
Schleyer, gerçekten de o an bu evdeydi. Herold, dosyadaki sayfaları karıştırıyor. Daha önce almış olduğu bir bilgisayar ifadesini muhafaza etse idi; Erfstadt-Liblar'daki o evin kiralayanın ismini tanıyacaktı... Ev, RAF'lılara ait çevreye dahil olduğunu daha önce kayıtlara geçirdiği birinin üzerine tutulmuştu.
Masasında, yüzünü ellerinin arasına alarak uzun süre avuçlarının içinde kayboldu...
Müthiş bir çelişki yaşıyordu. "Schleyer'in bulunamaması.. Oysa ben bunun için burada oturuyorum." Fakat yine de topladığı bilgilerin başarısı önünde kendine saygı duydu. Ama ardından tamamen yenilgiyi yaşadı. Bilgisayarına güvenmiş ve insanı reddetmişti. Şansölye Schmidt, çalışmalarından dolayı Herold'u çok övmüştü. Şimdi ise yaşadığı yerin bir hapishane mi yoksa bir kale mi olduğunu sık sık kendisine soruyor. Bir askeri kışla arazisi...

Mogadişu
Federal Almanya Hükümeti yumuşamadığı için, 13 Ekim 1977'de, dört Filistinli'den oluşan bir gerilla birliği, Mollarca'dan Frankfurt'a giden Lufthansa Havayolları'na ait "Landshut" adlı uçağı kaçırdı.
Schleyer'in yanısıra, şimdi artık eylemcilerin elinde 90 rehine daha vardı. Uzun süreden beri RAF, gerek kendi amaçları için, gerekse de bağımsız bir devlet kurmak özlemiyle İsrail'e karşı savaşmakta olan Filistinliler'in bu önemli davalarına inandığı için, onlarla çok yakın ve iyi ilişkiler içinde olmuştu. Birçok Alman gerilla, silahlarla ilgili eğitimlerini, Ortadoğu'daki kamplarda almışlardı.
Uçağı kaçıran Filistinliler'den biri, Birol Ünel idi. Üzerinde Ernesto Che Guevara'nın resminin bulunduğu kırmızı bir tişört ve kara gözleriyle basına yansıyan Mogadişu gerillasının görüntüleri, yirmi yıl sonra da unutulacak gibi değildir. Aynı şekilde, uçağın Alman komandoları tarafından ele geçirilmesi ve yoldaşlarının öldürülmesinden sonra ağır yaralı olarak bir sedyeye konulan 24 yaşındaki bayan gerilla Souhalia Andrawes'in sedyeden güçlükle uzattığı kanlı elinin çizdiği zafer işareti de...
Onlar oturdukları yolcu koltuklardan el bombalarıyla fırladıkları an, şefleri Züheyr Akache, pilot kabinine dalmıştı bile. Gerçek hattı Frankfurt olan uçak, ilk olarak rotasını Roma'ya çevirmişti. Kabindeki gerillalardan Nebil Harb, hristiyan bir Lübnanlı idi. Züheyr Akache ise, mikrofonlardan bağırıyordu: "Burada konuşan, Kaptan Martry Mahmud. Bu uçak benim kumandamın altında. Beni dinlemeyen öldürülecek." Ve uçak Roma'ya inip yakıt doldurdu.
Militanlar, RAF tutsaklarının serbest bırakılmasını istiyorlardı. Akşam saat 20.28'de Kıbrıs'a inen ve Beyrut'a uçmak için havalanan uçak; Beyrut, Amman, Kuveyt havalimanlarının inişe kapatılmış olması üzerine bir süre havada kalır ve İsviçreli avukatla görüşülerek talepler bir kez daha iletilir: "Almanya hapishanelerinde tutsak bulundurulan arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın. Aksi takdirde; Schleyer, uçak yolcuları ve uçak mürettabatı öldürülecektir."
Schleyer'in ailesi, fidye ödenmesinden yanadır ve oğlu, 15 milyon Amerikan doları tutarında bir parayı gerillalara vermek üzere hazırlar, fakat Alman devleti bunu engeller. Ona, "uçağı kaçıran korsanları bir GSG 9 komandosu uçağının takip ettiğini, babasını kurtaracaklarını, merak etmesine gerek olmadığını" söylerler.
Bunun üzerine Schleyer'in oğlu Anayasa Mahkemesi'ne başvurarak, fidye karşılığında babasını kurtarmak istediğini, Alman Hükümeti ve polisi tarafından buna olanak tanınmadığını belirtiyor. Anayasa Mahkemesi bu başvuruyu reddediyor. Helmut Schmidt, Mahkemenin bu kararını desteklediğini ilan ediyor.
Uçak, 17 Ekim saat 2.02'de, Somali'nin Mogadişu Havalimanı'na iniyor ve bu, artık son inişi oluyor.
Bütün dünya nefesini tutmuş bir biçinde uçağın seyrini izliyor. Saat 16.20'de GSG 9 komandoları, Mogadişu'ya gönderiliyor.
Beş gün boyunca "Landlut", Roma, Dubai, Aden ve Somali'nin başkenti Mogadişu arasında mekik dokudu. Gerillalar bol miktarda silah ve patlayıcı maddelerle donanmışlardı. Fakat ilerleyen günlerde; aşırı sıcak, su kıtlığı, zaten büyük bir korku ve panik içinde olan yolcuları, fazlasıyla hırpalamaya başlamıştı. "Landsut"un kaptanı Jürgen Schuman, Aden'de "uçağı dışarından teftiş ettikten sonra" ve gerillaların ifadesine göre "uçaktan ayrı kaldıktan sonra", uçağın koridorunda vurularak öldürüldü.
Mogadişu'daki kuleden, politikacı Hans Jürgen Wischnewski, uçağı kaçıranlarla görüşmeler yapmaya başladı. Kendisi, Helmudt Schmith'in samimi bir arkadaşıydı ve arapları çok yakından tanıyan uzman biriydi. Bu yüzden de "Ben Wisch" koduyla anılıyordu. Dolayısıyla, Alman Hükümeti onu, Ortadoğu danışmanı olarak kullanıyordu. Wischnewski, şu an Bonn'daki büyük bir bankada temsilcidir. Uçak kaçırma olayı esnasındaki esas görevi; Somali devlet başkanı Said Barre'yi, Almanların GSG-9 adlı özel birliğinin "Landshut"a bir saldırı gerçekleştirmesine ikna etmekti. Sonuçta Barre'yi ikna etti. Bu "başarısının" hemen ardından da, uçaktaki gerillalara, Alman hükümetinin yumuşadığını ve hapishanedeki RAF üyelerinin Mogadişu'ya getirileceğini söyledi.
18 Ekim gecesi GSG-9 Birliği, "Landshut"a saldırdı. O anları yaşamının en özel dakikaları olarak tanımlayan Wischnewski; "Beni kimsenin göremeyeceği bir yere geçtim ve dua ettim, sık sık dua eden bir insan değilim"diyor. Ve sözlerini sürdürüyor: "Sadece çakan ışıkları gördüm ve ateş seslerini duydum. Sonra, ilk kurtarılan rehineler, uçuş alanı üzerinde yürümeye başladılar. Dört teröristten üçü vurularak öldürüldü. Bütün rehineler kurtarıldı." Baskından hemen sonra Wischnewski, gelişmeleri Bonn'dan izleyen Şansöyle Schmidt'i telefonla aradı ve; "görev tamamlandı" dedi...
Mogadişu Baskını'nı izleyen günlerde, Federal Almanya'da savaştan sonra ilk kez kahramanlardan ve kahramanlıklardan konuşulmaya başlandı. GSG-9 mensupları ve kurtarma operasyonunu organize eden Has Jürgen Wischnewski, ulusal kahraman ilan edilmişlerdi.
Aynı gece Stuttgart-Stammheim hapishanesinin yedinci katındaki tutuklular Andreas Baader, Gudrun Ensslin, İrmgard Möller ve Jan-Carl Raspe, Mogadişu'daki Rehine Olayının son bulduğunu radyodan öğdendiler. Onların hücreleri, sadece "teröristlerin" yerleştirildiği, yüksek güvenlik tedbirlerine sahip özel bir bölümde bulunuyordu. Aynı zamanda, dönem dönem verilen uzun hücre cezaları, son derece yıpratıcı idi.
Gardiyanlar her zaman Andreas'tan çekinirlerdi. O, gardiyanlarla konuşmalarının arasına, kendileriyle ilgili bilgilere ne kadar vakıf olduklarını sıkıştırır, evlerine ve arabalarına ilişkin çok özel bilgileri, cümlelerinin arasına özenle yerleştirirdi. Gardiyanlar, daha sonraları; "bilinç altımızı tehdit ederdi" şeklinde konuşuyorlar.
18 Ekim sabahı, RAF'çıların bulunduğu yedinci kat, tam bir katliam yerine çevrildi.
Andreas Baader, başından aldığı tek kurşunla öldürülmüştü. Ennslin asılmıştı ve Möller göğsündeki bıçak darbeleri nedeniyle ağır yaralı idi. Jan Carl Raspe'de de, bir tek kurşun yarası vardı fakat hastanede öldü. Bu katliamdan geriye tek sağ kalan, Möller oldu. Devletin "intihar ettiler" şeklindeki açıklamalarına karşın, İrmgard Möller, arkadaşlarının kesin ve tartışmasız bir biçimde öldürüldüğünü belirtmektedir. Kısa bir süre önce yayımladığı kitapta da bu konuya ayrıntılı olarak yer vermiştir.
Devlet, onların intihar ettikleri yolundaki iddiasından hala vazgeçmemiştir. Oysa olağanüstü yüksek güvenlik önlemleri altında bulundurulan bu tutsakların, içeriye silah sokturmuş olabilmeleri, imkansızın da ötesinde gözüküyor. Alman Devleti'nin iddiasına göre tutsakların avukatları, silahları dava dosyalarının içinde getirerek onlara verdiler...
Bir gün sonra, 19 Ekim 1977'de, Stuttgart'taki Alman Haber Ajansı'nın çalan telefonunun diğer ucunda bir kadın vardı. Kadın, kendisinin RAF üyesi olduğunu, ve Şansölye'ye bir mesajı olduğunu söyledi. "Baştan sona kadar, kendi iktidar hesabında, Schleyer'in ölümünü speküle eden Bay Schmidt, Mulhouse'de Rue Charles Peguy'da "Bad Hamburger" işaretli yeşil Audi 100'ün içinden Schleyer'i alabilir." Hans Schleyer, ölmüştü. Rehin alınmasından tam 43 gün sonra öldürülen Schleyer sayfasının bir paragrafı daha, böylece noktalanmıştı.
Toprağa verilişinde, Helmut Schmitd, Schleyer'in dul eşinin yanında oturdu. Son derece riyakar bir soğukkanlılıkla; "haftalardır sürekli trajedi yaşamış bu kadın, bu olayın benim için de bir trajedi olduğunu hissetti" demeyi ihmal etmedi.
Schmidt, görev süresi içinde daha önce de bir kaçırma olayı yaşamıştı. 1975'te Berlin'li CDU politikacısı Peter Lorenz kaçırıldığı zaman, Schmidt tutuklu değişimine razı olmuştu.
Anımsanacağı gibi 2 Haziran 1967'de Berlin Operası yakınlarında, bir polis, İran Şahı'nı protesto etmek üzere düzenlenen gösteriler esnasında, katılımcı öğrencilerden Benno Ohnesorg'u öldürmüştü. Bu olaydan dolayı 2 Haziran, 68 Hareketi'nin başlangıcı sayılır.
Kaynayan ve çalkalanan Berlin'in havasının yaşamını değiştirdiği insanlardan biri de, öğrenci Peter Homann idi. O, bugün Kuzey Almanya'da, Andreas Baader'in hatıralarından hiç silinmeyen izleriyle yaşıyor. Homann, Baader'i, klasik öğrenci kahvehanelerinde tanıdı.
Öğrencilerin genellikle bol bol tartıştığı ve masaların başında dünyayı kurtardıkları günlerde Baader, kavgacı kişiliğiyle onlardan farklılaşıyordu. Genç entellektüeller, başlangıçta onu pek ciddiye almamışlardı. Ama daha sonra Baader, Gudrun Ensslin ve diğer iki arkadaşıyla birlikte, Vietnam savaşını protesto etmek için Frankfurt'ta bir yangın eylemi gerçekleştirdiler. Bu eylem, Almanya'da önemli bir "ilk"ti...
1970 yazında, Ortadoğu'daki bir kampta, bir düzine genç Alman, gerilla eğitimi gördüler. Bunlar arasında azim ve karizması ile arkadaşları arasında sivrilen Andreas Baader ile Gudrun Enslin, gazeteci Ulrike Meinhof, hukukçu Horst Mahler vardı. Meinhof ve Mahler, Almanya'nın özellikle entellektüel kesimleri tarafından tanınan önemli isimlerdi ve ciddi bir politik birikime sahip insanlardı. Yine bu gençler arasında, kısa bir süre sonra onlara ihanet edecek olan Peter Homann da vardı. RAF'çıların daha orada iken Peter'i cezalandırmak istemelerini, Filistinli öğretmenleri engellemişti.
RAF'çılar, özellikle ilk yıllarda Almanlar ve İsviçreliler arasında ciddi bir sempati toplamışlardı. Sosyalizmin sözkonusu yıllardaki yaygın sempatisi, onların çok somut ve aktif bir biçimde anti emperyalist tavırlarıyla ülke ve hatta Avrupa gündemine girmeleri, birçok insanı derinden etkilemişti. Özellikle büyük kentlerde, 70'li yıllar boyunca hararetle tartışılmış bir gönül sorusu vardı: Kapın çalındığında ve dışarıda bir RAF üyesi olduğunda ve bir gece için senden sığınma isterse ne yaparsın? Böyle bir durumda RAF üyelerine aktif yardım eden, daire kiralayan ya da kendi kimlik kartlarını onların tasarrufuna sunmuş olan yeterli sayıda insan vardı.
Bu sempati, avukat Siegfried Buback'ın ölümünde gizli bir sevincin ifade edildiği Göttinger gazetesindeki bir makalede zirveye ulaştı. RAF'ın bir gerillası, Buback ve iki korumasını 7 Nisan'da ateş ederek öldürdü. Bu, 1977 yılı için ilk hareketti. Bu eylemi, Dresdner Bank'ın şefi Jürgen Ponto'nun kaçırılma denemesi takip etti. Kendisini savunduğu için o da öldürüldü. Karlsruhe'de Federal Savcılığa yönelik düzenlenen roketli saldırı ise, başarısızlıkla sonuçlandı. Niheyet Schleyer kaçırıldı. Alman Sonbaharı başlamıştı.
Eylemler arttıkça, cezaevlerindeki tutuklular üzerindeki baskılar da arttırılıyordu.Alman Devleti, RAF tutukluları için özel baskı yasaları gündeme getirdi. Avukatlar için 'belli durumlarda müvekkillerini ziyaret etmeyi yasaklayan' "Kontağı Engelleme Kanunu" çıkarıldı. Bu kanunla, Stammheim'deki RAF tutuklularına bilgi akışı engellenmek istendi. Polisin sokaklarda gösteriler yapması ve sürekli polis kontrolleri, Alman halkının o yıllara ilişkin anıları arasında önemli bir yer tutuyor. Şansölye Schmidt'in "tasavura sığmaz seylerin düşünülmesini" istediği Kriz Komisyonu'nda tutukluların idamını önerenler bile olmuştur.
1977 Sonbaharı ile eylemler Almanya'da son bulmadı. Alman Bankası Şefi Alfred Herrhausen, Yeddi Emin Enstitüsü Başkanı Detlev Carsten Rohwedder, daha sonraki süreçte öldürülenler arasındaydı. Rohwedder, Doğu Almanya'nın ekonomik mirasını satmak gibi büyük bir çirkinlikle suçlu bulunarak cezalandırılmıştı.
RAF üyelerinin hayatta kalanlarının birçoğu bugün özgürdürler ve geçtiğimiz yılın 1 Mayısı'nda Zürih'te buluştular. Bu toplantı, tartışma amaçlı olmaktan daha çok bir nostalji toplantısı özellikleri taşıyordu.
Toplantıya katılanlardan, Schleyer'in kaçırılmasına da karışan, 1981'den beri tutuklu olan, şu an "izinli tutuklu" olarak cezavindeki son yılını dolduran RAF üyesi Jürgen Boock (şimdi 45 yaşında), İsviçre'de yayımlanmakta olan Facts dergisi ile yaptığı röportajda; sözkonusu derginin ifadesine göre "geçmişini reddetmesine" rağmen, yine de şunları söylüyor:
"Facts: Kaçırma olayı esnasında gaddar olduğunuz düşüncesine kapıldınız mı?
Boock: Hayır.
Facts: Ama siz gaddardınız.
Boock: Schleyer'i tutuklu olarak tuttuğumuz için mi?
Facts: Sizin onu tutuklamanız ve ölümle tehdit etmiş olmanızdan dolayı.
Boock: Kulağınıza çılgınca gelse de, bizim onu ölümle tehdit etmemezi, böyle değerlendirmedim. Ben bir takasın olacağından çok emin hareket ettim. İlk olarak sona doğru, biz çoktan Bağdat'ta iken ve zamanı düşünürken, kafamda bir soru oluştu: "Eğer bir takas olmazsa, Schleyer'i ne yapacaktık?"
Facts: Bu soruyu nasıl cevapladınız?
Boock: Ben, onun ölümünün haklı olacağı düşüncesindeydim.
Facts: Hangi nedenler ile?
Boock: Çünkü ben Schleyer'de insan Schleyer'i değil, aksine SS subayı Schleyer'i gördüm. Benim görüşüme göre, Schleyer'in kişiliğinde 68 kuşağında oluşan bütün çatışmaların ve çelişkilerin karşı yansıması vardı. Schleyer, 1945'ten sonra Alman Ekonomisinde yönetici pozisyonuna gelen bir SS adamıydı. Biz, sonunda tekrar faşist bir devletin oluşabileceği tarihi süreçleri gördük ve o noktadan hareketle eylemler yapmak istedik.
Facts: SS subayı Schleyer ile insan Schleyer nasıl ayrılabilir?
Boock: Burada ben bir karşı soruya başvurmak zorundayım. Siz nasıl olur da bu hassas ayarı bilmeyen bir insanla ilişkide bulunursunuz.
Facts: Bu karşılaştırmayı kabul edemem.
Boock: Ben SS hiyerarşisinin bir dişli olduğuna, bir saat mekanizması olduğuna inanıyorum. Toplu katliamların bütün mekanizması böyle işledi.
Facts: Bu, dediğiniz gibi olmuş olsa da size hakim ve cellat olma hakkı vermedi.
Boock: ... Bu, Federal Almanya'da Nazi zamanından alınan şey ve kişiler hakkında uzlaşma olanağını yok etti. Ben, hiç bir biçimde artık soru sorma hakkına sahip değilim.
Facts: Özgürlükten korkuyor musunuz?
Boock: Evet. Sıfırdan başlayacağım. Sizin gibi ya da herhangi başka biri gibi. Orada geriye dönüp bakabileceğim bir şey yok...
Book, hala bir sır olarak kalan Schleyer'in ölümüne neden olan tetiği kimin çektiğini açıklamayı reddediyor. Bütün bunlara rağmen radikal Alman solcuları tarafından ihanetçi olarak tanımlanıyor. Çünkü geçmişin ideolojisini reddediyor. Ve yapılanların tekrarlanmaması gerektiğini son derece hümanist söylemlerle ortaya koymaya çalışıyor...
(Bu yazı, Almanya'da yayımlanmakta olan STERN Dergisi'nden konuyla ilgili olarak Almanya'daki muhabirlerin, İsviçre'de yayımlanmakta olan FACTS Dergisi'nden İsviçre' deki muhabirlerin yaptıkları çevirilerden yararlanılarak kaleme alınmıştır.)

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92