Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Hüseyin Merdan GÜLBEY


1 Mayıs, ABD Proletaryası'nın, daha kısa işgünü talebi için verdiği mücadelelerin içinde oluşmuş ve bu uğurda yaşanılanlardan dolayı, dünya işçi sınıfının simgesel direniş ve mücadele günü olarak kalıcılaşmıştır.
Emekçilerin yaklaşık bir buçuk asır önce başlattıkları mücadele, göreli kazanımlara rağmen hala sürmektedir ve bu mücadelenin nihai zaferine kadar, yeryüzünde barışın, eşitliğin, adaletin hüküm süreceği günlere kadar da sürecektir.
Proletaryanın daha kısa işgünü talebi, ABD'deki ilk ciddi sendikal örgütlenmelerin oluşumundan da gerilere dayanmaktadır. Daha 1791'de bu ülkenin marangozlarının 10 saatlik işgünü ve ek mesai ücreti için greve gittiğini görüyoruz. İşçiler, oniki saat, bazan daha da fazla çalışmaktadırlar ve tatil günleri yoktur. 1830'da ABD'de ortalama işgünü oniki buçuk saatir. Ancak bu tarihten otuz yıl sonra ve proletaryanın verdiği zorlu mücadelelerin bir kazanımı olarak, onbir saatlik işgünü elde edilebilmiştir.
Yapılan ilk grevlerin başarısızlığı işçileri yıldırmamıştır. Bostonlu işçiler, 1838 yılında yayımladıkları bildiride şunları söylüyorlardı: "Çok uzun zamandır fiziksel ve zihinsel enerjimizi tüketen, tuhaf, acımasız, adil olmayan, zalim bir sistemle karşı karşıyayız. Günde on saatten fazla çalışmayı yasaklayan Amerikan toplumunun üyeleri olarak, bizlerin de hakları ve görevleri var." Bu bildiri, büyük bir genel grevin örgütlenmesinin de fitili oldu. İlk olarak bir kömür madeninde çalışan İrlandalı işçiler ayaklandılar. Talepleri; on saatlik işgünü ve ücret artışları idi. Onlara hergün yeni bir işyerinden katılım oldu ve kısa süre sonra olaylar bir genel greve dönüşmüştü bile.
Philadelphia'daki bu genel grev, başlangıcından sadece üç hafta sonra başarıyla sonuçlandırıldı. On saatlik işgünü talebi ve ücret artışları kabul edilmişti. Sözkonusu kazanım, diğer eyaletlerdeki işçiler için de cesaret ve esin kaynağı oldu ve grevler tüm ülkeye yayıldı. Kazanımlar ardı ardına proletrayanın mücadele hanesine yazıldı.
Ne var ki, izleyen yıllarda ülkede bir ekonomik bunalım yaşanması, proletaryanın kazanımlarının geriye alınmasının zeminini yarattı. Yeniden 12-14 saatlik çalışma sürelerine dönüldü. Üç-dört yıl sonra ekonomik bunalım sürcenin sona ermesiyle birlikte, mücadele yeniden ivme kazandı. 1840'larda canlanan bu yeni sürecin başını, tekstil fabrikalarında çalışmakta olan bayan işçiler çekiyordu. Bu öncu kadınlar, ABD'deki ilk fabrika işçileri sendikalarını kurdular. Zorlu mücadelerle elde ettikleri iş saatlerinin indirilmesi haklarının kullanılmasını engellemek için, burjuvazi çeşitli oyunlar oynamaya başlamıştı.
İşgününün on saate indirilmesini benimseyen yasalara, on saatten fazla çalışacak işçilerle özel sözleşmeler yapılması doğrultusunda maddeler eklendi. Bu sözleşmeleri imzalayanlar çalıştırılmaya devam ediliyor, imzalamayanlar işten çıkarılıyordu. Bu kötü oyuna işçiler "kara liste terörü" dediler ve örgütlenerek bu oyunu bozmaya çalıştılar. Fakat buna karşın işverenler de örgütlendi ve sözleşmeleri imzalamayı redden, bu nedenle de işten atılan işçilerin başka işyeri tarafından da kabul edilmemesini sağladılar. İşçiler, işsizliğe, açlığa karşı direniyorlardı ve dayanışmayla ayakta durmaya, mücadelerini sürdürmeye çalışıyorlardı.
Sekiz saatlik işgünü için ilk örgütlenmeler ise, 1863'te başladı ve üç yıl içinde bütün ülkeyi kapsamayı başardı. Karl Marks; "Köleliğin yok olmasından sonra yeni bir yaşam belirginleşti. İç Savaş'ın ilk meyvesi, sekiz saatlik işgünü ajitasyonuydu; bu ajitasyon, Atlantik'ten Pasifik'e kadar yedi başlı lokomotifle birlikte yürüyordu" diye yazdı.
Bu süreçte, Bostonlu bir işçi olan Ira Steward, sekiz saatlik işgünü talebinin ve bu talep etrafında şekillenen düşüncelerin mimarı olarak öne çıktı. Diyordu ki; "Kitlelerin alışkanlık, gelenek ve düşünceleri, dünyadaki en kuvvetli gücü temsil etmektedir. Uzun çalışma saatleri, işcilere, daha fazla şeye gereksinimleri olduğunu kavramaları için çok az şans bırakmaktadır. Günde ondört saat çalışan bir işçinin daha yüksek ücret talep edecek ne düş gücü ne de enerjisi kalmaktadır. Aşırı çalışmadan dolayı öylesine tükenmektedir ki, yanlızca yemek yemeyi ve uyumayı düşünebilmektedir. İşçilerin günlük alışkanlıkları değişir ve gelişirse, evrendeki tüm güçlere karşın ücretlerini arttıracaklardır. Sekiz saatlik çalışma, işçi sınıfına dayatılan bütün zorlukları yok etmek, yeni ve daha iyi bir toplumsal düzen kurmanın ayrılmaz bir parçasıdır. Sekiz saatilk işgünü, ücretlerin yükselmesi sayesinde, en sonunda çalışmanın mevyelerinin daha eşit dağılımıyla sonuçlanacak olan uzun yolda, işçi sınıfının ilk adımı atmasına yardım edecektir."
İlk ulusal işçi federasyonu olan Ulusal İşçi Birliği, öncelikle bu konudaki yasalara yönelik bir kampanya başlattı. 1864'te kurulan Birinci Enternasyonal (Uluslararsı İşçi Birliği) ise, sekiz saatlik işgününü temel amaçlarından biri olarak saptadı. "İşgününün yasal sınırlanması, işçi sınıfının kurtuluşuna yönelik bütün diğer çabaların yanında gölgede kaldığı başlıca koşuldur" biçiminde dile getirilen görüşlerle, sürecin başlıca mücadele biçimi tanımlandı. Birinci Enternasyonal'in sonuç bildirgesini kaleme alan Karl Marks; "Avrupa'daki Birinci Enternasyonal ile ABD'deki Ulusal İşçi Birliği aynı anda tutumu benimsemiştir. Dolayısıyla Atlantik'in her iki yanında, üretim koşullarının kendisinden, içgüdüsel olarak doğmuş olan işçi hareketi aynı taleple yola çıktı" diyor ve karar cümlesinde ekliyor: "Bu işgünü sınırlaması, ABD işçilerinin genel talebini temsil ettiğinden, Kongre bu talebi Dünya İşçilerinin genel platformuna dönüştürür."
1873'te, ABD ekonomisinde bir kez daha durgunluk başgösterdi ve altı yıl süren bu uzun durgunluk dönemini işverenler yine işgününü uzatmaya çalışmak için kullandılar. İşverenlerin bu çabasına karşı yapılan gösteriler ve direnişler başarıya ulaşmadı. İş günlerinin 15 saati bulduğu bölgeler vardı ve bu duruma ekonomik durgunluğun getirdiği işsizlik de eklenmişti.
Bu yıllarda ABD'nin en büyük işçi örgütü, "Hepimiz Birimiz İçin" sloganını atan "Emek Şövalyeleri" idi. Emek Şövalyeleri'nin saflarında her kesimden işçiler, kadınlar, siyahlar ve emekten yana olan, emekçi olmayan diğer insanlar da vardı. Geniş bir taban oluşturan örgütlenme, sekiz saatlik işgünü mücadelesi için aldığı kararlara rağmen etkin bir eylemlilik içinde olmadı. Grevlerden, "sınıfa zarar verdiği için" kaçınılmaya başlanmıştı. Daha çok hukuki girişimlerle sonuç alınmaya çalışılıyordu ama bu çabaların tümü boşa çıkıyordu.
İlerleyen yıllarda sosyalitlerin etkinliklerinin artmasıyla birlikte yeniden militan mücadele öne çıkmaya başladı. Amaca ulaşmak için örgütlenmenin büyük önemini ve değerini anlayan proletarya, artık bu konuda çok daha ciddi ve kalıcı adımlar atmaya yönelmişti.
1 Mayıs'ları doğuracak olan "daha kısa işgünü için, belirlenmiş bir günü baz alma" düşüncesinin ABD'de yerleşmeye başlaması da bu sürece rastlar. Daha önce İngiltere proletaryası tarafından benmisenmiş olan bu görüş, İnlitere'den ABD'ye giden işçi önderlerinden John Cluer tarafından oraya taşınmıştır. Fakat fazla yankı bulmamıştır. 1844'te ise Marangoz ve Doğramacılar Derneği Genel Başkanı G. Edmoston, Federasyon Kongresinde, 1 Mayıs'ın 8 saatlik işgünü için fiili başlangıç tarihi seçilmesinin kararlaştırılmasını sağladı.

Niçin 1 Mayıs?
1867 yılının Mart ayından İllinois'te sekiz saatlik işgünü yasası kabul edilmişti ve uygulamaya 1 Mayıs'ta başlanacaktı. Ama orada da işverenler "özel sözleşme" maddesiyle bu yasanın kabul edilmiş olmasını anlamsız hale getirmeyi başarmışlar ve yasanın sadece mücadeleci işçilerin ayıklanmasına hizmet etmesini, onların tümüyle işsiz bırakılması sağlayacak şekilde çıkarılmasını istemişlerdi.
Chicago işçileri bu oyunu boşa çıkarmak için büyük bir direniş geliştirdi. Yapılan kitlesel mitinge onbin işçi katıldı. Kentte bütün işyeryeleri kapatıldı ve yaşam tamamen durduruldu. Bazı işçileri sadece sekiz saat çalıştıktan sonra işi bıraktılar. Chicago işçileri sonuç alamadılar ama bu büyük eylem, işçilerin de işverenlerin de kafasına kazındı. Tarih, 1 Mayıs'tı... 1 Mayıs, bu tarihten sonra, "sekiz saatlik işgünü için grev yapılacak gün" olarak belirginleşti ve sendikaların ezici çoğunluğu tarafından bu şekilde karar altına alındı.
1886 1 Mayıs'ına doğru, sendikalar tarafından artık daha aktif olunması gerekliliği benimsenmişti. 1 Mayıs'a kadar bütün barışçıl yöntemler ve gösteriler denenecek, sonuç alınmadığı takdirde, o gün genel greve gidilecekti. Bu doğrultuda yayınlanan bildiri, sadece Amerika'nın değil, bütün dünya proletaryasının durumunu ve amaçlarını son derece güzel ifade etmekteydi:
"Amerikan Emekçileri;
Uyanın!
1 Mayıs 1886'da aletlerinizi bırakın, işinizi yapmayın, fabrikaları, imalathaneleri ve madenleri kapatın.
Yılda bir gün. Bir günlük ayaklanma!
Dünya işçilerini tutsak almış kurumların çalımlı temsilcilerinin düzenlemediği bir gün. Emeğin kendi yasalarını yaptığı ve bu yasaları uygulama gücüne sahip olduğu bir gün!
Ezen ve yönetenlerin rızasını ya da onayını almayan herkes.
Emekçiler ordusunun birliğinin büyük bir güçle, bütün ulusların yazgısını bugün elinde tutan güçlere karşı saflaştığı bir gün. Baskı ve tiranlığa, cahilliğe ve her türlü savaşa karşı çıkma günü. Sekiz saatlik çalışma, sekiz saat dinlenme, sekiz saat istediğimiz şeyleri yapma hakkını almaya başlayacağımız bir gün."
Bildiri, sınıfın kararlılığın ve ulaştığı seviyenin tanımlanması anlamına da geliyordu.
Bu arada, Sosyalist İşçi Partisi'nden ayrılan bir grup, 1880 yılında Toplumsal Devrimci Klüp adında bir örgüt kurmuştu. Newyork'ta ilk adımı atılan bu klüpler, kısa sürede ülkenin bütün eyaletlerine yayıldı ve sendikalardan, ABD'de çok kalabalık bir kitle oluşturan göçmenlerden, mücadele içinde diğer gruplarda aradığını bulamayan işçilerden büyük destek gördü.
Bu klüpler, anarşizmi benimsemekteydiler. Almanya'dan ve İngiltere'den sınırdışı edilen anarşist lider Most'un ABD'ye gelmesi, sözkonusu klüplerin daha da güçlenmesini doğurdu ve 1883'te IWPA (Kara Entarnasyonal) kuruldu. Most, Parsons ve Speis, bu harekin önderleri arasınaydılar. Parnos ve Spies, anarkosendikalist olmakla beraber zorun rolüne ilişkin olarak Most'un düşüncelerini desteklemekteydiler.
Siyasal eylemlerin sonuç alıcı olmadığı, sendikal çalışmaların sürdürülmesi gerektiği ama zorun belirleyici olduğu tezlerinde uzlaşıyorlardı. Fakat daha sonra işçilerin güncel talepleri doğrultusunda karalar almışlardır ve onların öngördüğü programları uygulamışlardır. Anarko sendikalistler beş gazete-dergi yayınlıyorlardı ve sayıları çok kısa süre içinde onbinleri aştı. Etkinlikleri ise nicel durumlarıyla kıyaslanamayacak kadar büyüktü. Gelişen harekeni liderliğini üstlenmeleri gecikmedi.
1 Mayıs 1886, Nisan ayından itibaren yarım milyonu aşkın işçinin eylemlilikleri ile birlikte gelmekteydi. Ve daha 1 Mayıs gelmeden işçilerin bir kısmı 8 saatlik işgünü hakkını kazanmayı başarmıştı. Ne var ki, bu arada burjuvazi de güçlü bir karşı propaganda yürütmekteydi. Gelişmelere; "korkunç ve sınır tanımayan komünizmin neden olduğunu, 8 saatlik işgününün kumarı, ayyaşlığı, zamparlığı arttıracağını, işçilerin daha yoksul hale getirceğini" iddia ediyorlar ve bu savlarını her türlü propaganda aracı ile yaymaya, benimsetmeye çalışıyorlardı. Buna karşılık işçiler diyorlardı ki: "İşçinin saati çaldı. Korkan sermaye, emeğin, saygı duymak zorunda olduğu haklarını kavramaya başlıyor. Zenginliklerin üreticisi, kendi haklarına sahip çıktığı ve ileri bir uygarlığın kazanımlarını ve onurunu özgürce paylaşmaya hazır olduğu zaman, günün kendi ellerinde olacağına dair söz veriyor."

İlk 1 Mayıs
1 Mayıs Chicago, 100 bini aşkın gösterici sokaklarda. 50 bin işçi grevde. Kentte yaşam durdurulmuş. Hiçbir işyeri çalışmıyor. Değişik milliyetlerden, değişik ırklardan, bütün işkollarından kadın ve erkek emekçiler, Chicago sokaklarını coşkuyla teslim almış durumda.
Başka kentlerde işçiler meşalelerle yürüyor. İngilizce ve Almanca söylevler veriyorlar. Katılmayan insanlar dahi bu gösterileri ilgiyle, sempatiyle izliyorlar. Konuşmacılar; "Bu ülkenin işçileri, artık kendilerine eziyet edilmesine izinvermeyeceklerdir" diyorlar. O güne kadar siyahlara kapalı olan parklar, siyah ve beyaz proleterler tarafından dolduruluyor. Ve bir tabu daha emekçilerin elleriyle yıkılıyor. 3 Mayıs'ta hala işçiler sokakta ve grevde. En önde yine kadınlar yürüyor. Gazeteler bu kadınlar için "Bağıran Amozonlar" terimini kullanıyorlar. Grevlere, değişik kentlerden giderek yeni katılımlar oluyor. Yine 3 Mayıs günü, altı bin işçinin bulunduğu bir miting alanında, A. Spies konuşmacıdır. Spies'in konuşması bitmek üzereyken, polis kalabalığa ateş açar. Dört işci ölür, çok sayıda işçi yaralanır.
Bu saldırı, işçilerin kin ve nefretini daha çok büyütür. Katliamı protesto etmek için ertesi gün Haymarket Alanı'nda bir miting düzenlenmesi karalaştırılır. Esterilen terör nedeniyle mitinge katılım az olur. Yaklaşık üç bin işçi oradadır. Son konuşmacı da sözlerini bitirmek üzereyken, Belediye Başkanı polisi arayarak durumun normal olduğunu polislerin çekilmesi gerektiğini, mitingin biteceğini söyler. Fakat bir yüzbaşı, tam da bu çağrıdan sonra, işçi gibi giydirdiği polislerle miting alanına gelir ve mitingin dağıtılması emrini verir. Alanda o sırad sadece iki-üç yüz civarında işçi kalmıştır. Gelen polislerin sayısı iki yüzdür ve işçileri kuşatırlar. Bu arada, bir provakatör, polislerin üzerine bomba atar ve bir polis ölür, bir çoğu yaralanır.
Egemenler isteğidi sonucu elde etmeyi ve bu başarılı, coşkulu, etkili eymelilikleri boğmayı başarmıştır. Hemen sıkıyönetim ilan edilir ve işçi liderleri hedef gösterilerek tutuklanmaları istenir. Aramalar, işkenceler, işbirlikçiler yaratma, rüşvet ve bilinen bütün yöntemler uygulanır. Sonuç olarak sekiz işçi önderi "suçlu" olarak mahkemeye çıkarılır.
Albert Parsons: Aydın bir işçidir. Sosyalislerle çalıştıktan ve onların yöntemlerinden sonuç alınamayacağını düşündükten sonra bir siyah olan eşiyle anarşistlere katılmıştır.
August Spies: Alman göçmenidir. İyi bir gazeteci ve iyi bir ajitatördür. O da sosyalistlerle çalıştıktan bir süre sonra anarşistlere katılmıştır.
Samuel Fielden: Bir pamuk işçisidir. İngiliz göçmenidir. İyi bir örgütçü ve iyi bir ajitatördür.
Michael Schwab: Alman göçmenidir. Ciltcidir ve Uluslararası İşçi Derneği'nin kuruluşunda etkin rol oynamıştır.
Adolph Fisher: Alman göçmenidir. Besteci ve gazetecidir.
George Engel: Alman göçmenidir ve matbaacıdır. Sosyalist İşçi Partisi üyesi iken o da diğer yoldaşları gibi sonradan anarjistlere katılmıştır.
Louis Lingg: Alman göçmenidir ve marangozdur. Bu iş dalında etkin örgütlenme çalışmaları yapmıştır.
Oscar Neebe: İngiltere'den ABD'ye göç ettikten sonra işçi hareketlerine katılmıştır. Tenekecidir ve bira fabrikasında çalışmaktadır. Anarşist hareketin bir üyesidir.
Bu sekiz kişinin büyük çoğunluğu, bombanın atıldığı akşam Haymarket Alanı'nda değillerdir. Fakat eylemlilikler içinde lider durumunda olmaları dolayısıyla hedef seçilmişlerdir.
Haymarket Olayı'ndan bir gün sonra, 5 Mayıs'ta Milwaukee'de bir grup grevci, bir yürüyüş düzenlediler. Polisin sokaklarda estirdiği büyük teröre rağmen düzenlenen bu yürüyüşün güzergahı üzerinde bulunan işyerleri ve fabrikalar, grevciler tarafından kapatılıyordu. Grevciler, "yanlızca yıldırılmadığımızı göstermek istiyoruz" diye demeç verdiler. Fakat buna rağmen valinin emriyle askerler doğrudan doğruya grevcilerin üzerine aşteş açtılar ve biri Alman, sekizi Polonyalı olmak üzere dokuz işçiyi katlettiler. İşverenler valiyi ve katliamcı askerleri para ödülüne boğdular...
Ve kuşkusuz bütün bu olaylar 8 saatlik işgünü eylemliliklerinin ivmesinin düşmesine neden oldu. Yapılabilen bazı kitlesel grevler de Boston'da olduğu gibi başarısızlıkla sonuçlandı. Ne var ki, bütün bunlara rağmen mücadele ve işcilerin çabaları boşa gitmemişti. Bu yıldan başlamak üzere iş saatlerinde azalma başladı ve bu azalma, 200 bine yakın işçiyi kapsadı.
Haymarket sanıklarından sadece Albert Parsons yakalanmamıştı ama duruşma esnasında: "Yoldaşlarımla beraber yargılanmak için huzurunuzdayım" diyerek duruşma salonuna girdi. Jürinin oluşturulma süreci, davanın sonucunu baştan tayin etmişti. Jüri, öldürülen polis memurunun yakınlarından, iş adamlarından ve sosyalizm düşmanlarından oluşturulmuştu. Sanıkların hepsi bombayı atmakla ve cinayet işlemekle suçlanıyordu. Dava tam bir dramaya dönüştürülmüştü.
Savcı diyordu ki: "Sayın jüri üyeleri; bu sanıkları mahkum edin. İbret olsun diye teşhir edin. Onları asın ve kurumlarımızı, toplumumuzu kurtarın." Ve sanıkların son sözleri, onların korkusuz, onurlu birer işçi önderi olduğunu kanıtlıyordu.
Spies: "Bu mahkemede bir sınıfın temsilcisi olarak diğer bir sınıfın temsilcisine hitap ediyorum" diye başladığı konuşmasını saatlerce sürdürdü. "Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca kişiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz ama orada, önünüzde ve arkanızda, her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz" dedi. Parsons, sekiz saat hareketini boşa çıkarmak için bombayı işverenlerin attğını söyledi ve kendileri hakkında verilen hükmün, "tutkudan doğmuş, tutkuyla beslenmiş tutkunun hükmü olduğunu" belirtti.
Bu işçi önderleriyle dayanışmak için onların bütün dünyadaki işçi kardeşleri tarafından gösteriler düzenlendi. İngiltere, Fransa, Hollanda, Rusya, italya ve İspanya'da onbinlerce işçinin katıldığı mitingler yapıldı. Onların savunmaları için bir fon oluşturuldu ve dünya işçileri ücretleriyle bu fona katkıda bulundular.
Herşeye rağmen işçi sınıfı tarihine Kara Cuma diye geçecek olan 11 Kasım 1887'de, Parsons, Engel, Spies ve Fisher idam edildiler. İdamdan bir gün önce vali, Fielden ve Schwab'ın cezalarını ömür boyu hapse çevirmişti.
Onlar, idam sehpasında;
"Sessizliğimizin, bugün boğduğunuz sesimizden daha güçlü olacağı bir zaman gelecek"
"Halkın sesini dinleyin"
"Bu benim yaşamımın en mutlu anı" diye haykırarak proletaryayı bir kez daha selamladılar.
Birkaç yıl sonra "Chicago şehitlerinin suçsuzluğu kanıtlandı" ve onlar için bir anıt mezar yaptırıldı. Haymarket anıtı, ilk 1 Mayıs şehitlerinin üzerinde, yere düşmüş bir işçinin başına defne koyan kadın figürüyle yükseliyor.
Bir Mayıs, işte bu tarihsel yola çıkış noktalarıyla gelenek oldu. Bu geleneğin duraklarında hep isyan, hep geleceğe yönelik güçlü inanç ve umut oldu. Sınıfın bu önemli geleneği faşist devletlerin daha sonraki süreçlerde yaptıkları yeni katilamlarla her yıl yeniden ve yeniden kızıla boyandı. Fakat hiçbir katilam ve zulmün hiçbir boyutu emekçileri ve onların yoldaşlarını, 1 Mayıslarda alanlara, barikatlara çıkmaktan alıkoyamadı.
1891'de, 2. Enternasyonal, 1 Mayıs'ı İşçi ve Emekçi Günü olarak ilan etti.
Egemenler, yeni işçi ve emekçi günlerini, yeni kan göllerine çevirmek için birbirleriyle yarıştılar. Ülkemizde de en büyük katliamı bizzat CIA desteğinde 1977 1 Mayıs'ında gerçekleştirerek 30'u aşkın insanımızı öldürdüler, yüzlerce insanımızı yaraladılar. Chicago şehitlerinden tam 90 yıl sonra taranarak öldürülen onlarca Taksim şehidi, Anadolu ile Amerika'nın çok da uzak olmadığı, emekçiler için bütün dünyanın vatan olduğunu ve o büyük vatanı kazanmak için uzun ve zorlu mücadelenin belki bu asırda da sürdürmek zorunda olduğunu söylüyorlardı...
BİR MAYISLARI,
KAZANACAĞIMIZ DÜNYANIN KARARLILIĞIYLA YAŞADIĞIMIZ GÜNLER EVRİLECEK;
VE GÜN OLACAK, MUTLAK OLACAK;
1 MAYISLARI, KAZANDIĞIMIZ DÜNYANIN
BAYRAMI OLARAK YAŞAYACAĞIZ....

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92