Sunuş
MAHİR ÇAYAN ve partimiz THKP/C, Türkiye
devriminin önderleri ve önemli olguları
içinde, çok özel yerlere sahiptir. Dostun
yanısıra; düşmanın dahi hakkını teslim etmek
zorunda kaldığı bu gerçekliği, bizler nasıl
algılamalı ve değerlendirmeliyiz?
Mahir'i, "önderimiz ve parti şehidimiz
" gibi tanımlamalara hapsedip soyut
kahramanlık ve onur edebiyatı mı yapmalıyız?
Yoksa, bir devrim kahramanı ve gerçek bir
önder olan Mahir yoldaşı daha iyi anlamaya,
daha iyi yorumlamaya mı çalışmalıyız? Sahibi
olduğumuz bu temiz ve onurlu savaş geleneğinin
bilinciyle düşünüp yaşamayı, bu bilinçle
hareket etmeyi; her gün biraz daha iyi öğrenmeyi
ve uygulamayı mı klavuz edinmeliyiz?
Kuşkusuz devrimin ve sosyalizm ilkeleri,
bize ikinci yolu göstermektedir.
Mahir, sadece bir devrim kahramanı değildir.
O, Türkiye devriminin savaşım yolunu, ideolojik
ve teorik olarak da açan kişidir. 1970 sürecinde
temel yapı taşlarını koyduğu strateji, dünyadaki
bütün altüst oluşlara ve ülkemizdeki değişimlere
rağmen bütün canlılığı ve dinamizmi ile
devrimin yolunu aydınlatmayı sürdürmektedir.
O, teoriyi mücadelenin içinde olgunlaştıran
ve geliştiren, ideolojisinin her bir oluşum
basamağının bizzat ve birinci dereceden
militanı olan, gerçek bir önderdir. Politikleşmiş
askeri savaş stratejisini bu topraklarda
somut bir olgu haline getiren, Türkiye devriminin
yolunu tam bağımsız bir sosyalist yöntemle
oluşturan, halkın sempatisini, ödünsüz kararlılığıyla
düşmanın bile saygısını kazanan devrimcidir.
Bütün bunlardan dolayı da; daha sonraki
dönemlerin büyük değişimleri karşısında,
savundukları tezlerden ellerinde bir şey
kalmayan devrimcilere ve bir sabun köpüğü
gibi uçan bazı "ideolojilere"
rağmen; Parti- Cephe ideolojisi, yaşamaya
ve gelişmeye devam etmektedir.
Kızıldere darbesinden sonra THKP/C yolunda
tekrar yükseltilen ve THKP/C MLSPB'nin özellikle
1978-79 yıllarında büyük atılımlarla taçlandırdığı
devrimci savaşın, bu süreçte teoriyle yeterince
beslenmemesi; doğmatik yaklaşılmadığı halde,
yükselen savaş koşullarında yeni üretimlerin
yapılamamış olması, büyük bir eksikliktir.
Ne varki, özellikle 1990 sürecinde, bu boşluk
gerektiği biçimde kapatılmaya, THKP-C dinamizmi
üzerinde düşünsel açılımlar, değişen ve
gelişen koşulların dayattığı üretimler yapılmaya
başlanılmıştır.
Mahir'in, bir devrim manifestosu olan "Kesintisizler"
isimli eseri, özellikle felsefenin ve devrimci
yöntemin çok iyi kavrandığı bir yaklaşımın
ürünü olduğu için, on yıllar sonra da temel
özellikleri bozulmadan üzerinde yükselinecek,
üzerinde zenginleşilecek bir stratejik mevzi
sunmuştur.
Görevimiz, bu mevzinin temellerini her dönem
biraz daha fazla sağlamlaştırmak, onun üzerinde
inşa ettiğimiz barikatları da sürekli yükseltmektir.
Bu barikatları, 'öylesine', dostlar alışverişte
görsün taşlarıyla değil; çelik gibi sağlam,
su gibi temiz, kalıcı ve onurlu taşlarla
yükseltmektir. Mahir'i anlamak, Mahir'i
anmak, Mahir'i yaşatmak budur...
Bu sayımızdan itibaren, "Mahir ve Devrim"
adını taşıyan bir yazı dizisine başlıyoruz.
Bu dizi, Mahir ve THKP/C'nin içinde geliştiği
ve mücadelenin ilk yapı taşlarının konulduğu
dönemlerden başlayarak, kronolojik bir seyir
içinde, Mahir'in özellikle düşünsel gelişmesinin
ifade edildiği makalelerini çözümleyecektir.
Diziye başlamadan önce, bir kez daha bu
geleneğin yiğit savaşçılarını sonsuz saygıyla
ve dünyanın en derin sevgileriyle anıyoruz.
Şehitlerimize bağlılık, onların özlemi olan
bağımsız sosyalist ülkeyi yaratmak için
atılan adımlarda somutlaşır vu bu adımların
hepsi değerlidir, önemlidir. Adımlarımız
her gün biraz daha büyüyecek, belirginleşecektir.
Çok uzun yürüyeceğimizi biliyoruz. Yine
Mahir yoldaşın dediği gibi, bu uzun yolun
"sarp" olduğunu biliyoruz. Fakat
ne pahasına olursa olsun, şehitlerimize
layık olacağız ve onlara, ve tarihe veridiğimiz
sözümüzü gerçekleştireceğiz.
Parti çizgimiz ve şehitlerimiz üzerinde
hiç bir güç tanımıyoruz. Parti çizgimizde,
şehitlerimizin önderliğinde devrimci kurtuluş
savaşı zaferle mutlaka buluşacaktır.
Mahir, Kızıldere'nin tüm şehitleri, Cevahir,
Ulaş, Zeki, Tamer, Atilla, Fehmi, Nurettin,
Didar ve diğer onlarca şehidimizi anmanın,
onları yaşatmanın ne anlama geldiğini biliyoruz.
Çağımızın onurlu insanları, çağdaş kahramanlar;
Sizlere Selam Olsun!
Rahat olun, ama halaylarımızda da bizleri
yanlız bırakmayın. Bugün barikatlara çıkan,
bugün zorlu bir sürecin yoğun emek ve sabır
isteyen görevlerini gencecik yürekleriyle
coşkulandıran yoldaşlarınızı gece nöbetlerinde
ısıtın.
Şehitlerimize sözümüz; kavga ve devrimdir.
Şehitlerimizi ve sözümüzü; hep yükseklerde
taşıyacağız.
|
MAHİR'İ ANMAK, ONU ANLAMAKTIR
MAHİR'İ ANMAK, SAVAŞMAKTIR
Giriş
Bugün bir dizi toplumsal ve siyasal gelişmeye
rağmen Mahir ve partimiz THKP'nin çizgisi, Türkiye
devriminin öznesi olmaya devam ediyor. Elbette
bu durum keyfi bir tercih veya subjektif bir yaklaşım
değil, 1970'lerden bu yana yaşanan toplumsal-siyasal
olguların objektif bir sentezidir. Hiç şüphe yoktur
ki, bu siyasal özne, THKP ve onun politik çizgisi,
Türkiye emekçi sınıflarını devrime taşıyacaktır.
Partimizin programatik görüşlerini ifade eden
KESİNTİSİZ DEVRİM 2-3 broşürünün yazımından bu
yana, 25 yıl geçmiştir. Bu manifesto, Türkiye
devrimci hareketinde hak ettiği yeri hep korumuştur.
Ve bunun en önemli nedeni, partimizin ideolojik
çizgisinin gücü, görüşlerin ve pratiğin iç diyalektiğinin
sağlamlığı, bağımsız tezlerimizin Türkiye toplumsal
ilişkileri ile örtüşmesidir.
26 yıl sonra bugün, önder yoldaşımız Mahir'e ve
onun düşünce sistematiğine baktığımız zaman; söylenecek
ilk söz, Mahir'in düşünce sistemini, ideolojik
politik tezlerini, herşeyden önce doğmatizmin
tehlikelerinden uzak tutmayı başarmış olmasıdır,
onun kendini dar kalıplara sıkıştırmamasıdır.
Tam tersine Mahir, Marksist diyalektik yöntemi
çok net kavramıştır. Siyasal tezlerinde ve pratiğinde
bunu ne kadar içselleştirmiş olduğu, kolaylıkla
saptanabilmektedir. O, yaşadığı dönemin siyasal
ilişki ve çelişkilerinin kendisini koşullandırmasına
kesinlikle izin vermemiştir.
Böylelikle, yüzü hep yarına, geleceğe dönük düşünebilmiş
ve bağımsız bir tavır alışla savaşabilmiştir.
Kısa siyasal yaşamı, bu sağlam ve tutarlı tavırdan
dolayı; sürekli olarak düne göre bir adım daha
ileriyi tanımlayan, kendini aşan ve yenileyen
bir yaşamdır. Ve bu ilerleme, bir sistem içinde,
asla yadsımayla değil, gelişmeyle kendini belirlemiş
bir ilerleme çizgisidir.
Mahir'in ve Mahir şahsında partimizin siyasal-ideolojik
yönü, tıpkı devrimci pratiği gibi, hep yarına
dönüktür. Devrimci pratiğe ışık tutmayan teorik
polemikler, soyut tesbit ve tanımlar Mahir'de
yoktur. Onun sadece toplumsal doku ile kucaklaşma,
sınıf savaşını geliştirme, bu temelde devrim gibi
toplumsal bir eyleme samimi ve tutkuyla yaklaşma
kaygısı vardır. Devrim ve sosyalizmin tüm sorunları
Mahir'in ilgi alanındadır ve bunların sonucu olarak;
tüm sorunları örgüt/parti sorunu ile, pratikle
ilişkilendirir. Bundan dolayı, teorik-siyasal
çalışmaları; sınıf mücadelesinin, onun en önemli
öznesi olan örgüt/parti ve sorunlarının hizmetindedir.
Mahir, yaşadığı tarihsel sürecin, bu süreçte ortaya
çıkan siyasal-toplumsal olguların bir parçasıdır.
Düşünce ve davranışında, doğal olarak, bu dönemin
izelerini taşır. Tersini düşünmek, idealizmdir.
Ancak, bu "izlere" rağmen Mahir, onun
şahsında partimiz; yeni sömürge sisteme cepheden
tavır alan, devrimci tarzda bu sistemi yıkmayı
önüne koyan bir iktidar perspektifine sahiptir.
Mahir'e ait tüm yazılarda bu vardır: İktidar perspertifi...
İktidar perspertifi, siyasal düşüncenin asıl halkasıdır.
Böyle bir perspektif, devrimci teori ve pratik
bütünselliği içinde, öğrenme eylemini sürekli
kılar. Mahir, Marksizm okulunda öğrenir. Öğrendiğini
ise, bir devrim adamının tarzı ile örgütsel yapıya
sindirir. Düşünceyi eyleme dönüştürür. Ayakları
bu coğrafyada, bu topraklardadır. Kafası, kendi
omuzları üzerindedir.
Marks, Engels, Lenin, Stalin, Mao, Che; kısaca
dünya devrimci önderlerinden ve dünya devrimci
pratiğinden öğrenir. Ama dünya devriminin birikimlerine
de yine bir sosyalist gibi, eleştirel yaklaşır.
Yaşanmışlıklardan kendi ülkesinin devrimi için
sonuçlar çıkarır ve bunu düşünce sisteminde kurgular.
Mahir, kimse ile yarışmaz, o kendi ile yarışır.
Bundan dolayıdır ki düşünce sisteminin her bir
halkası, bir önceki halkanın devrimci tarzda aşımıdır.
Mahir'in düşünceleri, siyasal mücadele içinde
ürettiği teorik çalışmalar, "Bütün Yazılar"
ya da "Toplu Yazılar"adı altında toplanmıştır.
Bu çalışmalara bütünsel baktığımızda, genel olarak
Mahir'in iki döneminin olduğunu söyleyebiliriz.
Birincisi, TİP içinden çıkıp MDD platformu çerçevesinde
sorunlara yaklaşan, devrimci demokratizmin izlerini
taşıyan, ama yönü hep Leninizme dönük olan dönem.
İkincisi ise; partimiz THKP'nin ideolojik politik
hattını ifade eden, programatik tezlerimizin somutlaştığı
dönem... Birinci dönem; ideolojik mücadele içinde
partileşme dönemidir. İkinci dönem; 1969 sonlarında,
1970 başında toplumsal-siyasal sürece parti ruhu
ile müdahale edilen partili süreçtir.
Hep ifade ettik. Partimiz THKP'nin siyasal çerçevesini,
siyasal platformunu, Kesintisiz Devrim 2-3 oluşturur.
Ancak, bu siyasal ideolojik platform, "birden",
"aniden" ortaya çıkmamış, önceki dönemin
bir dizi siyasal ilişki ve çelişkilerinin içinden
süzülüp berraklaşmıştır. Hemen belirtelim ki;
doğal olarak, özellikle başlangıçta, önceki dönemin
izleri vardır.
Fakat bu izler, büyük bir dinamizmle atılmaya
çalışılmış, revizyonizm ile teorik ve pratik kopuşma,
Türkiye devriminin yolunu bulma tavrı, son derece
kısa bir sürede ana hatlarıyla belirginleştirilmiştir.
"Bu hareket, revizyonizmin uzun yıllar etkin
olduğu bir ortamda yeşermiş, gelişmiş ve güçlenmiştir.
O yüzden işler ne kadar sıkı tutulursa tutulsun,
başlangıçta şu ya da bu ölçüde ortamın izlerini
üzerinde taşıyacaktır. Tersini düşünmek, idealizmdir.
Bu kalıntılar, savaş içinde, savaşıla savaşıla
atılacaktır." (Mahir Çayan)
Devrimcileştirilen pratik, ayrıştırır. THKP-C,
bir siyasal olgu olarak, TDH'de hep yerini korudu,
siyasal netleşmede hep mihenk taşı oldu. 1970
sonrası yaşanan siyasal süreçte, istisnasız tüm
akımlar, şu ya da bu oranda THKP ile ilgilendi,
onu savunmak veya onun karşısında konumlanmak
zorunda kaldı. Adeta, devrimci hareketin varlık
koşulu THKP-C oldu. Akıl almaz tahrifatlar, pervasız
saldırılar birbirini izledi. THKP-C adına, THKP-C
sulandırıldı.
Onu çarpıtmak yoluyla var olunmaya çalışıldı.
Hiç şüphesiz samimi unsurlar, P-C ruhunu ve ideolojisini
herşeye rağmen bayrak edindi. Bu, başlı başına
bir tarihsel süreçtir ve bu süreç; kimi zaman
sert, kimi zaman daha yumuşak gündeme gelen çelişkilerle,
ama sürekli ayrıştırarak bugüne geldi.
Burada şu söylenilebilir; bugün PC adına THKP-C'yi
karikatürize edenlerden, ÖDP platformunda legalize
olanlara kadar, kendi içinde başkalaşmış bir dizi
akım; asıl olarak, Mahir'in sözünü ettiği "izler"den
beslendi. Daha açık ifade edersek, devrimci demokratizmi
ifade eden bu izler, toplumsal zeminden beslenerek,
dünün gayrı-resmi inkarcılarını, bugünün resmi
inkarcılarına dönüştürdü.
Mahir'in düşünce evrimini izlerken, onu incelerken;
yeri geldikçe, sözünü ettiğimiz "izleri"
de ele alıp, çözümleyeceğiz. Dolayısıyla bir yandan
siyasal evrimimizin ilk dönemini daha iyi kavrayacağız,
diğer yandan da polemikten uzak, devrimci demokratizmin
bu izlerden nasıl beslendiğini açmaya çalışacağız.
Tam da bu noktada, bir gerçeğin altını çizelim.
MLSPB, THKP-C'nin devamı olarak siyasal savaşımda
yerini aldı ve onun sadece ideolojik tezlerine
değil; yöntemine, mantığına, düşünce ve tavır
tarzına sahip çıktı, onu içselleştirdi. Siyasal
evrimimiz, Marksist yöntemin kılavuz edinilmesi;
geçmişin eksikliklerinin ve dönemsel taktik hatalarının
saptanabilmesinin, aşılabilmesinin ortamını yarattı.
Yanlış izlerden arınmayı sağladı. Bu anlamda MLSPB
ideolojisi, THKP-C ideolojisinin hem devamı, hem
de yeniden üretimidir.
Mahir'in yazılarını irdelerken; Bütün Yazılar'daki
kronolojik sıralamaya sadık kaldık. Yani Mahir'in
düşünce evriminin her bir halkasını, tarihsel
gelişime bağlı kalarak inceledik. Bu, bilinçli
bir tercihtir. Çünkü, partimizin siyasal düşünce
ve tavırdaki evrimini; yaşanılan her bir aşamayı
gerektiği gibi kavramak için, bu yöntem daha doğru
ve sağlıklıdır. Bu yöntemin izlenmesi, devrimci
gelişimin ve bağımsız, üretken devrim dinamizminin
anlaşılması açısından, yazının amacının en önemli
unsurlarından biridir.
Ancak bu yöntem, ciddi bir olumsuzluğu da zorunlu
kılmıştır. Yazı dizimizin akışı içinde, kaçınılmaz
tekrarlar olacaktır. Tekrarlardan mümkün olduğunca
kaçmak istedik ama bundan tümüyle kurtulmak, yönteme
parelel olarak mümkün değildi.
Mahir Çayan yoldaşın, düşüncelerini ve o dönemdeki
tavrını daha iyi anlamak, dünya devrim tarihinin
iki önemli durağı olan Sovyet ve Çin devrimlerinin
incelenmesini zorunlu kılar. Dolayısıyla, açılımlarımızda
bu devrimlerin öğretilerine de, ilgili bölümlerde
yer verilmiştir.
Marksist politik irade ve bu politik iradenin
mevcut koşullarla bütünleştirilerek iyi programlanmış
pratiğe dönüştürülmesi, başarı için belirleyicidir.
Partimizin kadroları-militanları, politik ciddiyet
ve iradenin ve buna uygun politik cesaretin sahipleridir.
Bu ciddiyetle, tarihimizden aldığımız 25 yıllık
temiz miras ve politik cesaretle, devrim yürüyüşümüze
devam edeceğiz.
Ancak, bu sorunun bir yanıdır ve asıl sorunun
yanıtı değildir. Herşeyden önce, yüreği ve beyni
devrim-sosyalizm ateşi ile tutuşan devrimci kurtuluş
kavgasının neferleri olan yoldaşlarımız, Marksizmin
ve partimizin tarihine sahip çıkar, tarihini ve
yaşamını devrim ve sosyalizm kavgasının hizmetine
sunmayı başarırsa, amaca daha çok yaklaşacağız.
Biliyoruz; kavgayı büyütenlerin sözleriyle sözlerimiz
çoğalacak, devrimci yaşamı ve partili mücadelemizi
üreteceğiz. Bu devrimci eylemi, süreklileştireceğiz.
İddialıyız; ve bu kavgada yoldaşlarımızın beyninde
çakan her kıvılcım, politik bilinçteki her sıçrama,
ve her politik tavır, her eylem, her siyasal tavır
alış, bizim için yaşamsal önemdedir.
Mahir Çayan yoldaşımızda, partimizin programatik
bir platformu olan Kesintisiz devrim 2-3 'te;
biri yanlış, biri eksik olmak üzere önemli iki
konu vardır: Kemalizm, parti tarihimizde yanlış
bir tesbiti ifade eder. Kürdistan Ulusal sorunu
veya Kürdistan Devrimi sorununun yanıtlanması
ise, parti tarihimizin ilk sürecinde eksik bırakılmıştır.
Ancak MLSPB sürecinde, bu iki temel sorunda doğru
çözümlemeler yapılmış, eksiklikler tamamlanmıştır.
Bu anlamda, Kesintisiz 2-3'ün bir sonraki döneminin
tamamlayıcı çözümlemeleri açısından, ŞAFAK YARGILANAMAZ
1,2 ve diğer Parti belgeleri incelenmelidir. Yazınımızda,
eksik ve hatalı yaklaşımların aşılmasının, doğru
olanların, yeni koşullarda yeniden üretilmesinin
somut çabası görülebilir. Bu davranış tarzı, aynı
zamanda sürekliliğini sağladığımız amacımız da
olmalıdır.
Bilindiği gibi, parti tarihimize mal olmuş ama
gerçekleştirildiği örgütsel sürecin özelliklerinden
dolayı üzerinde kaçınılmaz bir dizi tartışmalar
yapılmış olan THKP-C/MLSPB 1987 konferansı, DHD
programını kamuoyuna sunmuştur. Esasta doğru olan
bu program, bazı yönleriyle net değildir. Ama
bu konferansın belgeleri de tarihimizin önemli
bir parçası olarak varlığını korumaktadır.
1. Bölüm
A- THKP-C İçin İlk Adım
ya da "Son Gençlik Hareketi
Üzerine"
MAHİR ÇAYAN Yoldaşa ait "Bütün Yazılar",
TDH'de çok önemli bir yeri haklı olarak işgal
etmektedir. Bütün Yazılar (ya da "Toplu Yazılar")
daki her çalışma, hem içinde bulunulan dönemi
ve o döneme ait tartışmaları, siyasal evrimi yansıtmaktadır;
hem de bir sonraki çalışma, bir önceki çalışmanın
devrimci tarzda aşılmasıdır. Bu açıdan Mahir Çayan'ın
her yazısı, makalesi, onun düşünce zircirinin
önemli bir durağını, halkasını oluşturur.
Bu durakları, zincirin her bir halkasını ve o
dönemin siyasal koşullarını kavrayarak ilerleyelim.
Bütün Yazılar'ın ilk makalesi, 6 Mayıs 1969 tarihinde,
Türk Solu Dergisi'nin 77. sayısında yayımlanan
"Son Gençlik Hareketleri Üzerine" adlı
çalışmadır.
Dönemin siyasal-toplumsal ilişkilerini ve gelişmelerini
bazı başlıklarla hatırlayalım. Türkiye toplumu,
yeni sömürgecilik ilişkileri temelinde bir geçiş
süreci yaşamaktadır. Eski toplumsal süreç, yerini
çarpık kapitalist ilişkilerin ağır bastığı bir
sürece bırakmakta, özellikle üst yapı kurumlarında
ve toplumun değer yargılarında bu çatışma her
boyutta yaşanmaktadır. Ekonomik alt yapıda kapitalist
üretim ilişkileri, emperyalizme bağımlı biçimde
egemen olurken, üst yapı ve toplumsal ilişkilerde
bu gelişme daha ağır, sancılı bir tempo içinde
yaşanmaktadır.
İç pazara göre şekillenen çarpık kapitalist ilişkiler
hızla gelişmekte, buna uygun olarak ta çarpık
"modern" toplumsal ilişkiler egemenlik
kurmaktadır. Burjuvazi- proletarya çelişkisinin
toplumsal yaşamda daha fazla ağırlığını gösterdiği
bu dönemde, kapitalist üretim ilişkilerini doğuran
ve ona eklenen küçük meta üretimi, oldukça yaygındır.
Bu gelişmeler, üst yapıda egemen sınıflar ittifakının
aygıtı olarak örgütlenen devlet kurumunda; işbirlikçi
tekelci sermayenin önemini ve ağırlığını ortaya
çıkarmaktadır. Ama bu gelişmeye ayak direyen,
eski toplumsal sürecin bir ürünü olan feodal ve
pre-kapitalist ilişkiler, hala varlığını korumaktadır.
Egemen sınıf bloku Oligarşi içindeki bu çelişkiler,
gün geçtikçe yoğunlaşmaktadır.
Öte yandan dünya ölçeğinde sosyalizm önemli bir
güçtür ve büyük bir prestijin sahibidir. Dünyanın
1/3'ünde kapitalist sömürü zincirleri parçalanmıştır.
SBKP ile ÇKP arasındaki çelişkiler tüm dünyayı
etkilemekte, ama buna rağmen sosyalizm dünya ölçüsünde
önemli bir moral değere sahip olmayı sürdürmektedir.
Başta Vietnam Devrimi olmak üzere, zafer kazanan
sosyalist atılımlar ve Küba Devrimi, tüm dünyada
ulusal kurtuluş mücadelelerini etkilemektedir.
Ve bütün bunlardan Türkiye Sol Hareketi de, nasibini
almaktadır.
Sınıf mücadelesi belirgin bir ivme kazanmakta;
işçi-köylü-gençlik hareketi, sosyalizm ve ulusal
kurtuluş mücadelesinin güçlü moral değerleri ile
bütünleşen, ciddi bağlar kuran bir yükseliş seyri
izlemektedir. Bir dizi mücadele, grev, boykot,
toprak işgali, yürüyüş vb. siyasal mücadeleyi
etkilemekte, Marksist klasiklerin türkçeye çevrilmesi
sonucu, Marksizm ile bağlar güçlenmektedir.
TİP, toplumsal muhalefetin en önemli odağı konumundadır;
ancak 1965'lerde görülen bütünsellik, toplumsal
gelişmelere parelel olarak yeni sol arayışlara
gebedir. Sınıf mücadelesinin tüm gelişme ve tartışmaları
TİP bünyesinde yankı bulmakta, yeni oluşumlara
yol açmaktadır. Başta Türkiye'nin toplumsal yapısı
olmak üzere, devrimin yolu, proletarya partisi,
gençlik sorunları, uluslararası sosyalist hareketin
değerlendirilmesi vb; bu dönemin önemli tartışma
odaklarıdır.
İşte, sözkonusu "Son Gençlik Hareketleri
Üzerine" başlıklı makale, bu dönemin bütün
izlerini taşır. Makalenin ilk sözleri şunlardır:
"Türkiye gibi yarı-sömürge ve az gelişmiş,
kapitalist ve feodal ilişkilerin yanyana bulunduğu
bir ülkede; ülkenin kurtuluş mücadelesinin iki
devrim sürecinden geçeceği, bugün artık tüm bilimsel
sosyalistler tarafından bilinen bir gerçektir.
Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye,
proletaryanın sevk ve yönetiminde tüm devrimci
sınıfların oluşturduğu gerçek bir demokrasiyi
betimler. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik
Türkiye'yi kurma mücadelesi de, kendi içinde ayrıca
evrelere ayrılmış bir sürü aşamalardan geçecektir.
Ve her aşama, belli ittifakları gerektirecektir.
Karşı devrim cephesi de çeşitli birliklerden yararlanacaktır
bu süreç içinde."
Bu özlü tanımlama, dönemin önemli siyasal tartışmalarını
içermektedir. TİP içinde, en önemli siyasal ayrışma,
"Sosyalist Devrim" Tezi ile "Milli
Demokratik Devrim" tezi arasındadır.
TİP, yasal bir zeminde, reformlar için mücadele
eden, kalkınmacı bir sosyalizm anlayışını temsil
eden bir partidir. Bilimsel sosyalizmi tamamen
reddden, ama bunu tam da açıktan yapmayan, sosyalizmin
dünya ölçeğindeki ağırlığı altında ezilen, yönünü
revizyonizme dönmüş olan bir önderliğe sahiptir.
Hiç süphesiz toplumsal gelişmelere yanıt veremediği
gibi, yükselen toplumsal/sınıfsal mücadelenin
tamamen gerisine düşmektedir; bu tip partilerin
genel özelliklerinden biri olmak üzere, objektif
olarak bu mücadelenin ibresini geriye çekmektedir.
Çünkü, TİP,"uysal" bir sosyalizmden
yanadır. Gerçek sınıf mücadelesinin sertlikleri
ile değil, parlamenter bir mücadele ile sistemin
iyileştirilmesini savunmaktadır.
Elbette, Marksizmin klasiklerini okuyan, devrimci
teorinin gelişim dinamiklerini yakalayan samimi
unsurlar, bu süreci sessizce izleyemezdi. Onlar
açısından öğrenme ve mücadele iç içedir ve birbirini
beslemektedir. Durum böyle olunca, sınıf mücadelesinin
gerisinde kalan TİP, bir dizi iç tartışma ve mücadelelere
sahne olmuş, sancılı bir sürece girmiştir.
İşte, ilk ciddi saflaşmalardan biri olan "Sosyalist
Devrim", "Milli Demokratik Devrim"
tartışmasının böyle bir yanı vardır. MDD kavramının
içeriğinden bağımsız olarak; MDD savunucuları,
bu dönemin devrimci damarını oluşturur.
Yukarıdaki paragraftan da anlaşılacağı üzere,
M.Çayan; bu dönemde TİP ve "Sosyalist Devrim"
saflarında değil, MDD saflarında konumunu belirlemiştir.
Ancak dönemin bu yöndeki tartışmalarının tam bir
berraklığa kavuştuğu söylenemez. "Türkiye
gibi yarı-sömürge ve azgelişmiş kapitalist ve
feodal ilişkilerin yan yana bulunduğu bir ülkede..."
tanımlaması, toplumsal yapının niteliğine yönelik
bir tanımlamadır, ama henüz tam bir berraklıktan
da uzaktır.
Bu özlü tanımlamada, Türkiye toplumsal yapılanmasına
yönelik iki önemli saptama vardır. Birincisi;
emperyalizmle ilişkiyi ifade eden bir kavram olan,
"yarı-sömürge" kavramıdır. İkincisi
ise; bu yarı sömürge kavramının alt yapısını tanımlayan,
toplumsal sürecin niteliğini belirleyen "az
gelişmiş kapitalist ve feodal ilişkilerin yan
yana bulunuşu..." veya diğer bir ifade ile
"yarı feodal" olarak adlandırılan kavramdır.
Sözünü ettiğimiz bu kavramlar, "yarı sömürge"
ve "yarı feodal" kavramları, o günün
siyasal ortamında anlaşılabilir kavramlardır;
ancak, bu günden baktığımızda, o tarihsel koşullarda
bile doğru değildir. Bu kavramlar tam bir berraklığa
kavuşmamıştır. Bir tarihsel süreçten, o sürecin
siyasal ilişkilerinden çıkılıp yeni bir düşüncenin
ilk adımları atılmaktadır. Bu yanıyla düşüncenin
netleşmesi, yanlış kavramlarla ifade edilmesi,
doğaldır, anlaşılabilirdir.
Ama, bilimsel dürüstlük, bunu "tarihimizi
savunmak adına" kutsamayı değil; bu günün
birikimi ile gereken değerlendirmeyi yapma görevini
önümüze koyar. O tarihsel-toplumsal koşulları
ve düşüncenin evrimini irdelemek, bu temelde kavramları
yerli yerine koymayı gerektirir. O halde, öncelikle
söylenmesi gereken, Türkiye toplumsal yapısına
ilişkin nitelik belirleyici olan, "yarı sömürge"
ve "yarı feodal" tanımlamaları, 1970
Türkiyesi için doğru değildir.
Yeni sömürgecilik, Emperyalizmin 3. Bunalım Dönemi'nde
nitelik belirleyici bir kavramdır ve yarı sömürgecilik
kavramının ifade ettiği özelliklerden epeyce farklı
özellikleri ifade etmektedir. Tarihsel kökeni
1930'lara dayanan ama 2. Dünya Savaşı'ndan sonra,
emperyalist sömürgeciliğin yeni bir biçimi olan
Yeni Sömürgecilik; belirli tarihsel koşullarda,
belirli bir birikim üzerinde şekillenmiş, kendine
özgü yöntemleri olan bir istismar-sömürü biçimidir.
Yarı sömürgecilik ise, emperyalizmin 1. ve 2.
Bunalım Dönemlerinde görülen, sermaye ihracının
"borç" biçiminde somutlaştığı, sermaye
ihracının genellikle yol, liman vb. üretimin sürekli
olmadığı alanlara yöneldiği, bu yanıyla da yarı-feodal
bir toplumsal ilişki üzerinde şekillenen sömürgecilik
biçimidir.
Ancak yeni sömürgecilik, yarı sömürgecilik üzerinde
yükselir, onun birikimine dayanır ama ondan nitelik
olarak farklıdır. Yeni sömürgecilik; çarpık ve
geri de olsa kapitalist bir toplumsal doku üzerinde
biçimlendirilir. Emperyalist sermaye bizzat üretime
katılır, sömürüden dolaysız pay alır. Sermaye
ihracı, yanlız borçlandırma yoluyla değil, "patent",
"isim hakkı" vb ile yoğunlaştırılır.
Ve yeni sömürgecilik, emperyalizmin tamamen uzmanlaştığı
bir döneminin taktiği olarak; bir yandan gizlenen
yüzü ile daha büyük bir tehlikeyi ifade eder,
bir yandan da emperyalizme tam bir bağımlılığı
içerir. Yeni sömürgecilik döneminde artık emperyalizm,
hem o ülkedeki varlığını ve işgalini halkların
gözünden saklama olanağına kavuşmuştur; hem de
kendisine tarihin en kalın ve acımasız zincirleriyle
bağladığı işbirlikçilerini, nefes alamaz hale
getirmiştir.
Yarı sömürgecilik ile yeni sömürgecilik arasında,
yani emperyalizmden "biçimsel bağımsızlık"
arasında bir benzerlik vardır; ama benzerlik yanıltıcıdır.
Marksistler, olguları ele alırken biçime takılmazlar,
biçimin ardındaki nesnel olguları ele alırlar,
çözümlemeye çalışırlar.
"Yarı sömürgecilik, kavramı ile yeni sömürgecilik
kavramı, bütün bunlara rağmen daha ileride, aynı,
benzer kavramlar olarak kullanılır. Bu doğru değildir.
Türkiye Devrimci Hareketi'nde bir dizi akım; bugün
bile, bu iki kavramı özdeş olarak ele almakta,
programlarını bile bu karmaşa içinde belirlemektedirler.
Türkiye toplum yapısına yönelik, "yeni sömürgecilik"
saptaması, Mahir Çayan tarafından Kesintisiz Devrim
2'de yapılmıştır. Doğru da budur.
İleride etraflıca ele alacağımız gibi, bu dönemde;
1969-1970'te, "anti emperyalizm", güçlü
bir devrimci dinamizm oluşturur. Pratik olarak
6 Filo'ya karşı eylemlerle somutlaşan ve emperyalizme,
NATO'ya karşı bir dizi kampanyayı içeren bu devrimci
dalga, o dönemin siyasal düşüncesinde de önemli
bir yer tutar.
Özellikle TDH'de devrimci damarı oluşturan MDD
savunucuları, kendilerini "İkinci Milli Kurtuluşçular"
olarak tanımlarlar. Bu açıdan Kemalizm hak etmediği
bir övgüyle karşılaşır. Emperyalizme bağımlılık,
-ki bu 'yarı sömürgecilik' kavramı ile açıklanır-
eleştirilir, ama bunun karşısına, "Milli
Kapitalizm'" konulur.
D.Avcıoğlu'nun tezleri, "sanayileşme",
"kalkınma" söylemi ile savunulur. Bu
tarz ufku burjuva demokrasisi ile sınırlı düşünce
ve tezler, dönemin en önemli özelliğidir. Ve başta
TİP olmak üzere, MDD akımı içinde de bir hayli
taraftarı vardır. TİP, bunu sosyalizm adına savunurken,
MDD ise bütün bunları devrim adına savunmaktadır.
Bu tablo içerisinde "Tam Bağımsız ve Gerçekten
Demokratik Türkiye", stratejik bir hedeftir
ve MDD'de ifadesini bulur.
M. Çayan bu dönemde, devrimin karakterini MDD
olarak tanımlar. "Anti emperyalist, anti
feodal..."tanımlaması, bunun bir ifadesidir.
Bu devrime, proletarya önderlik edecektir: "Proletaryanın
sevk ve yönetiminde tüm devrimci sınıfların oluşturduğu
gerçek bir demokrasi..." (M.Çayan), MDD'nin
o dönemdeki hedef saptamasıdır. Bu, kendine özgü
bir süreçtir, bu görev tamamlanınca yeni bir süreç,
sosyalist devrim süreci başlayacaktır.
Bu dönemde Mahir, "iki devrim sürecinden"
söz eder. Doğal olarak böyle bir devrim anlayışı;
MDD anlayışı, "Milli Burjuvazi" arayışına
kadar uzanır. Gerçekten, emperyalizmin 1. ve 2.
Bunalım dönemlerinde, sömürge ve bağımlı ülkelerde,
stratejik düzeyde olmasa da, önemli toplumsal
bir güç olan Milli burjuvazi; MDD'de rol oynar.
Bu dönemlerde, proleter devrimciler "sol"
bir mantıkla milli burjuvazinin bu rolünü yok
sayamazlar. Özellikle ulusal mücadelenin ön planda
tutulduğu dönemde, bu sınıfla taktik ittifaklar
da kurarlar. Tüm bunlar yanlış değildir. Ancak,
M, Çayan bu dönemde, 1969 yılında, MDD anlayışına
paralel bir milli burjuvazi aramaktadır. Konuya
ilişkin şunları dile getiriyor:
"Halk soyut bir kavram değildir. Halk, ülkenin
içinde bulunduğu devrim aşamasında, çıkarları
devrimde olan sınıf ve tabakalardır. Milli Demokratik
Devrim aşamasında olan Türkiyemiz'de halk; şehir
ve köy proletaryası, şehir ve köy küçük burjuvazisi,
orta köylü, esnaf, zanaatkar, memur kesimi ve
çekirdek halinde olan milli burjuvazidir..."
"Halk" kavramı soyut değil, somuttur.
Toplumsal evrimin içinde bulunduğu döneme göre
tanımlanır, esneme payı vardır, döneme göre esneyip
genişleyebilir. Bu doğrudur; ancak sorun, yeni
sömürge bir ülkede, 1970 dönemi Türkiye'sinde,
"halk" kavramı içinde "milli burjuvazinin"
olup olmadığıdır. Bu sorunun yanıtı, nettir, böyle
bir "milli burjuva" sınıfı yoktur.
Ne var ki, MDD anlayışından etkilenen, onu bu
dönemde savunan Mahir, sözkonusu süreçte, milli
bir kapitalizmdan yana olan milli bir burjuvazinin
olduğunu savunur. Bu doğru değildir. Çünkü, 2.
Dünya savaşı sonrasında; egemen olan yeni sömürgecilik,
tüm millici sınıfları tasfiye eder, onları pazar
ilişkileri içinde kendine bağlar. Emperyalizmin,
bu dönemde yani 3. Bunalım döneminde toplumsal
dayanağı, baştan beri kontrol edilen yerli tekelci
burjuvazidir.
Elbette tek başına değil; işbirlikçi tekelci burjuvazi
ile ittifak halinde bulunan pre-kapitalist sınıf
ve katmanlar da, emperyalizmin yeni sömürge ülkelerdeki
dayanağıdır. Yukarıdan aşağı geliştirilen kapitalizm,
eğer varsa o ülkedeki milli burjuvaziyi kendine
bağlıyor, sömürünün birer halkasına dönüştürüyor.
Ayrıca Kemalizm, 1920 döneminde, Rum ve Ermeni
sermayesinin karşısında "milli burjuvazi"
rolünü oynarken, özünde emperyalizm karşısında
teslimiyetçi bir rol oynamaktadır. Kemalizm, milli
bir kapitalizmi canlandırmaya çalışır, ama bunun
emperyalist kapitalist sistem içinde mümkün olmadığının
canlı bir örneğini sunar. Sınırlı bir milli tavır
dönemi sonrası, emperyalist sermaye ile bütünleşmesi
söz konusudur.
İşte, 1950 sonrası geliştirilen yeni sömürgecilik,
böylesine özgün ve çarpık bir burjuvazinin üzerinde,
ona dayanarak geliştirilmiştir. Ve 1970 Türkiye'sinde,
bu sistem, yeni sömürgeci sistemi olarak tam bir
olgunluk dönemini yaşar. Artık "Milli"
rolü oynayacak hiç bir burjuva grubu sözkonusu
değildir.
Bu dönemde "milli burjuvazi", sınıf
olarak yoktur. Ancak, sosyalizmden etkilenen,
"kalkınmacı bir sosyalizm" anlayışını
benimseyen, kendine "kemalist" diyen,
küçük burjuvazinin özlemlerini yansıtan anlayış
ve akımlar vardır. Bu akımlar da, 12 Mart Açık
faşizmi ile tasfiye edilmişlerdir.
Burada şu soru sorulabilir: Milli burjuvaziyi
kim, hangi güç temsil etmektedir? Çünkü eğer toplumsal
rol oynayan bir sınıf varsa, onu temsil eden bir
politik oluşum da vardır. Her düşünce akımı, mutlak
olarak kendi sınıfı ile bütünleşmeyebilir. Düşünce
akımları, zaman zaman, ancak belli bir süre sonra
bir sınıfsal zemine oturabilir. Ama iradeden bağımsız
olarak, bir toplumsal sınıf varsa ve bu sınıf
devrim gibi bir toplumsal harekette ittifak olarak
görülüyorsa, bunun somut bir temsilcisi olmalıdır.
Çin devrimi, bunun en somut örneğidir.
M.Çayan, sözkonusu "Son Gençlik Hareketleri"
isimli makalesinde, milli burjuvaziyi MDD'nin
toplumsal dayanağının bir parçası olarak görürken,
bu anlayışın devamı olarak CHP'yi şu şekilde değerlendirir:
"CHP, küçük burjuva kaypaklığı içinde bocalayan
bir partidir. Ve CHP doğası gereği herhangi bir
devrimci harekette sonuna dek yürüyemez. İçinde
bulunduğumuz Milli Demokratik Devrim mücadelesinde
atacağı doğru slogan ve yapacağı eylemlerle CHP'yi
etkileyecek bir proleter sosyalist partinin hali
hazırda olmaması ve de içindeki anti emperyalist
güçlerin varlığına rağmen işbirlikçilerin bugün
için ağırlıklı olması da, CHP'nin bu bocalamasında
ve gerici tavrında çok etkilidir."
CHP'ye yönelik bu tür değerlendirmeler 1970'lerde,
hatta daha sonra da yaygındır. Bu yanlış değerlendirmeler,
önemli ölçüde Kemalizme bakış açısından, yani
yanlış Kemalizm değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır.
Ayrıca, biçimin bakış açılarını etkilediği de
söylenebilir. CHP'nin, biçimsel tarzda 1970'lerde
sol bir söylemi benimsediği biliniyor. Ve bu durum
bir yanılsamaya yol açıyor, CHP'de anti emperyalist
güçler aranıyor. "Küçük burjuva kaypaklığı
içinde bocalayan bir partidir" sözleri, CHP'nin
sınıfsal karakterini açıklamaktan uzaktır ve net
bir tanımlama da değildir. CHP'nin karşı devrimci
karakterinin altı çizilmiş ama "mili burjuva",
bu partinin, CHP'nin içinde aranmıştır.
Ancak yukarıdaki paragrafta, o günün koşullarına
göre önemli bir değerlendirme daha vardır: "Proleter
sosyalist bir partinin hali hazırda olmaması"...
Bu siyasal değerlendirme, 1969 döneminde son derece
doğrudur; bugün bile değerinden fazlaca bir şey
yitirmemiştir. Ve proleter devrimcilerinin önünde
bu önemli görev, bütün yaşamsl boyutlarıyla durmaktadır.
Ülkemizde toplumsal muhalefet çoğu kez düzen partilerinin
hizmetinde olmuştur. Bir devrim koşullarında,
anti emperyalist, anti feodal bir devrimin tüm
koşullarının olduğu bir dönemde, 1920'lerde, toplumsal
muhalefet örgütlü değildir. Proletaryanın ilk
politik kurmayı TKP, Mustafa Suphi önderliğinde,
sürgünde, Sovyet topraklarında kurulmuştur.
Bu, tarihsel bir adımdır, ancak, başta proleterya
güçleri olmak üzere diğer emekçi sınıfları etrafında
toparlayamamıştır. Bu yöndeki çabalarda Kemalizme
hak etmediği değeri veren, ona güvenen bir yaklaşım
sonucu, Mustafa Suphi ve yoldaşları, Kemalistler
tarafından Karadeniz'de boğdurulmuştur. "Yeşil
sosyalizm" olarak ta anılan, köylü sınıfını
önemli ölçüde etkileyen Çerkes Ethem Hareketi
ise, bu dönemde en örgütlü güçtür, ancak bu hareket
de Kemalizmin komplo ve imhasından nasibini almıştır.
Kemalizm, politik iktidarı ele geçirdiğinde, ulusalcı
ve Sovyet dostu bir söylemle toplumsal muhalefeti
önemli ölçüde kontrol etmiştir. Kemalistlerin,
"Komünist partisi gerekiyorsa, onu da biz
kurarız" dedikleri, sahte bir KP kurdurdukları
biliniyor. 1930'lardaki "Kadro" hareketi
de adeta bütün bunların devamı olarak Kemalizme
kan taşımıştır.
Dahası, 1925-40 döneminde, koyu bir diktatörlükle,
işçi ve Kürt hareketi, kanlı bir biçimde tasfiye
edilmiştir. Bu dönemde yükselen demokratik talep
ve özlemler de, yeni sömürgeciliğin ihtiyaçları
doğrultusunda, bir başka burjuva partisine, DP'ye
kanalize olmuştur. Bu dönemde toplumsal düzene
yönelik tepkiler, yeni sömürgeciliğin "nefes
borularını açmak için", onun hizmetinde işlev
görerek 1961 Anayasası'na yansımıştır.
Denilebilir ki, bu dönemde sosyalizmin ve ulusal
kurtuluş mücadelesinin güçlü etkisiyle, aydın
hareketi 1961 sonrası güçlenmiş ve 1965'lerde,
düzene yönelik eleştirel bir tutum benimsenmiş,
düzen dışına çıkma eğilimleri güçlenmiştir. Başta,
devrimci gençlik hareketi olmak üzere, işçi-memur-köylü
hareketi hızla gelişmekte, tüm bunlar devrimci
sosyalizm mücadelesi ile yeni bağlar kurmaktadır.
Elbette toplumsal muhalefet dinamikleri, her şeyden
önce, yeni sömürgeciliğin yarattığı (çarpık karakter
de gösterse) kapitalizmin gelişmesi ile doğrudan
ilintilidir.
Modern sınıf ilişkileri kendi kanallarını yaratmakta,
toplumsal ilişkiler bu temelde yeniden biçimlenmektedir.
İşte böyle bir toplumsal/sınıfsal hareketlilik
içinde, bütün bunların olgunlaştığı ve yeni sömürgeci
sistemin sınırlarını zorladığı bir dönemde, "proleter
sosyalist partinin hali hazırda olmaması"
çok önemli bir olgudur ve önemli bir politik kayıptır.
Bu toplumsal dinamikler içinde sınıf hareketi,
proletaryanın mücadelesi önemli bir yer tutar,
sürekli bir gelişme eğilimi içindedir. Ancak bu
dönemde , proletaryanın sınıf hareketinin niteliği
kendiliğindencidir, demokratizmle sınırlı bir
ekonomik mücadele ön plandadır. Yani, proletarya
kendisi için sınıf olma yönünde adım atsa da bu
kimliğine kavuşmamıştır ve sosyalist bilinçten
uzaktır. "İçinde bulunduğumuz evre proletaryanın
kendisi için sınıf durumunda olmadığı ve proleter
sosyalist partinin bulunmadığı bir evredir"
(Mahir)
Kendisini "komünist" olarak tanımlayan
TKP'ye, kendisini "İşçi Partisi " olarak
tanımlayan TİP'e rağmen, proletaryanın gerçek
sınıf örgütü bu dönemde henüz yoktur. Sınıfa sosyalist
bilinç taşıyacak, tüm toplumsal muhalefete önderlik
yapacak, reformlarla yetinmeyip önüne devrim programını
koyacak, Leninizm esasları üzerinde yükselecek
bir parti, dönemin en acil politik-örgütsel görevidir.
Bu parti, proletaryanın öz örgütü, ancak yaşamın
içinde, bir yandan toplumun en ileri unsurlarını
kucaklayarak, diğer yandan ise, ideolojik mücadele
içinde tam bir ideolojik-politik berraklığa kavuşarak
inşaa edilecektir.
İşte, başta işçi hareketi olmak üzere, gençlik
ve tüm toplumsal muhalefet içinde güçlü bağlar
kurma çalışmaları, M.Çayan önderliğinde bu dönemde
başlatılır. Bu çalışmalara bağlı olarak özellikle
FKF içindeki gençlik çalışmalarının merkezileştirilmesi
amacını da güden bu makale, aaynı zamanda devrimci
saflardaki kopuşmaların da ilk planıdır. Ve 1970
sonlarında kurulan Partimiz THKP'nin ilk teorik
adımlarıdır.
(sürecek)
|