Tamer Arda, Atilla Ermutlu, Doğan Özzümrüt, Ercan
Yurtbilir, Kadir Tandoğan, Ahmet Saner...
Karanlığın şafağa geçit vermediği, uzun ve kahredici
yıllar... Sokak infazlarının, kuşatmaların, darağaçlarının,
zindan katliamlarının yanısıra, kaçak bir soluğa
dahi izin vermemecesine halkın topyekün esir alındığı
yıllar... 1981!
Ülke kanatılmış bir çınar gibi. Halk, korkudan
yüreği durmuş kuşlar gibi. Sevdalar, bulutlara
asılı kalmış, yeryüzüyle buluşamamış yağmurlar
gibi. Devrimin ve sosyalizmin 11 Eylül'den kalan
şiarları, yakılmış kitaplarda, namluya sürülmemiş
mermilerde, grev çadırlarından sökülüp alınmış
ve garnizonların mahzenlerine yığılmış pankartlarda,
sesini çıkarmadan ağlıyor. Sesini çıkaramadan...
İhanetler ve pusular, Eylül depreminin yıktığı
Ada'lardan lanetlenmiş dikenler gibi boy veriyor.
Sadece acı, sadece kan, sadece hasret var. Umudu
bile gömmüşler kuytulara ve bir daha yeşermesin
diye Kerbela susuzluğuna mahkum etmişler.
Akdeniz'in, Ege'nin, Karadeniz'in çevrelediği
bu susuz sessizlikten insan duygularını körelten,
işitmeyi, görmeyi, dokunmayı kurşunlayan bu gece
yarısında, altı yiğit şahin, kanat çırptı gökyüzünde...
"Aydınlık sadece umutta ve düşte değildir"
dediler. "Aydınlık bizim kanatlarımızdadır.
Aydınlık, böyle zifiri karanlıklarda ve böyle
güçlü depremlerin yıkıntıları üzerinde bile uçabilmektedir.
Aydınlık, yüreğin ve beynin ışığındadır. Mahir
gibi, Deniz gibi, İbo gibi, gökyüzünü fethederek
kazanılır aydınlık. Gökyüzü kazanılmadan yeryüzü
kazanılmaz. Karanlıklarda sevdayla ve tutkuyla
kanat çırpılmadan, yüreğin ve beynin ışığını karanlığın
gölgelemesine izin vermeden ülke aydınlatılmaz."
dediler.
O şahinler; Ercan, Doğan, Atilla ve
Tamer'di. O şahinler, Ahmet ve Kadir'di.
12 Eylül öncesinde Türkiye'de ciddi bir şekilde
yükselen devrimci dalga sözkonusuydu. Kızıldere'den
sonra Mahirler'in yaktığı teorik ve pratik ışığı
: yakalayan THKP-C sempatizanları, yeni yetişen
militanlar; kısa bir süre 70 sürecinden kalan
kadroların bu örgütsel yenilgi döneminde insiyatif
kullanmalarını beklediler. Bu yönden onlarla çeşitli
tartışmalar yürüttüler.
Fakat özellikle belirtmek gerekir ki; daha sonra
THKP-C/MLSPB'yi oluşturacak, kuracak olan P-C
militanları bu süre içinde kendi eğitimlerini
ve gelişmelerini, genişlemelerini, yeni sempatizanlar
yaratma ve onları eğitme çabalarını da sürdürdüler.
Kısacası, atıl bir bekleme ve tartışma süreci
yaşamadılar. Aynı zaman dilimi içerisinde, diğer
P-C sem-patizanı grup ve çevrelerle de buluşmaya
çalıştılar. Örgüt ismi kullanmadan faşizme yönelik
her türden aktivitenin içinde de oldular.
öldü ilk ateş hızsızı
upuzun yatıyor mavi bir
mermer üzerinde
bir çağ masalı bu eşkalimi unuttum zaman zaman
içinde
hazîran'da mı ölür ateş hırsızlan... salacasına
omuz
veremediğimiz ölüler gömülüyor uzak serviliklerde |
Mahirler'in kıvılcımlarının tarihsel seyir içerisinde
çok kısa sayılabilecek bir süreçten sonra yeniden
harladığı ateş, ciddi ideolojik saflaşmaları da
beraberinde getirdi. 70 sürecinde P-C saflarında
yeralan "Kurtuluş" öncülleri, artık
P-C'yi savunmadıklarını söyleyerek, yeni tezlerini
ortaya koydular ve Politikleşmiş Askeri Savaş
Stralejisi'nden net bir biçimde ayrıldılar.
Onlarla bir tartışma süreci yaşayan "Devrimci
Gençlik-Devrimci Yol" öncülleri ise, yine
P-C tezlerini artık terketmiş olmalarına rağmen,
devrim taraftarlarındaki son derece yoğun P-C
sempatisini gözeterek, pragmatist bir yaklaşımla
gerçek fikirlerini
gizlemeyi ve kitleye yönelik tutumlarında-söylemle-rinde
P-C'yi savunduklarını ifade etmeyi yeğlediler.
P-C ideolojisini içerden kemiren, geniş P-C sempatizan
potansiyelini hapsederek onları çizgisiz, şekilsiz,
örgütsüz, anlayışsız bir çevre olarak "saflarında"
tutan, onların militan-savaşçı ruhunu çarpık kanallara
akıtan, onları yıllarca "P-C yeniden kurulacak"
söylemiyle sivil faşistlere karşı mücadele kulvarında
tutarak devlet-emperyalizm-düzen ve devrim hedeflerini
bulandıran (bu anlamda devletin sivil faşizmi
örgütleme taktiğinin karşı unsuru olan ve objektif
olarak devletin programına dahil olan) DG-DY,
THKP-C'nin ilk paraziti oldu. Onu, kendi gövdesinden
kemirdi.
Yıllarca en önemli P-C gücü olduklarını iddia
eden, nicel yoğunluklarını nitelik göstergesi
olarak kabul ettirmeye çalışan; kadroları üniversite
kampüslerinde nutuk atarken; sempatizanları (yani
gerçekten samimi devrim neferleri), mahalli birimlerde
ölen, öldüren, çalışan, didinen DY'nin "önderleri"
gerçekleri faşizmin zindanlarında ve mahkemelerinde
nihayet itiraf ettiler. Ama neredeyse 10 yıl kadar
sonra...
"Biz örgüt değildik, sadece bir dergi çevresiydik"
dediler ve düşmanın her türlü yaptırımına uymakta,
direnenleri teslim olmaya çağırmakta tereddüt
etmediler.
İşte onların gerçek özellikleri bunlandı: İnkar
ve yabancılaşma. Pragmatizm ve "hafif"
solculuk... Gerçeği değil gerekeni söylemek...
O gerekenler ki, hep onlara fazla sıkıntıya girmeden
"politika yapma" alanı açmaya gerekenlerdi.
Aslında daima, yaşadığımız süreçte MGK'nın, "bize
akıllı marksistler lazım" şeklinde ifade
ettiği solcular oldular.
Devrimciler, dört bir yandan çevrilmiş, kuşatılmış
insanlardır. Özellikle devrimin ilk süreçlerinde
bu kuşatma hıristiyan cenderesi gibidir. Devrim
güçlendikçe kuşatma zayıflar. Tam karşıda, yani
cephede, yani gözlerimizi diktiğimiz yerde duran;
düşmandır, devlettir... Peki ya sağımızda, solumuzda,
arkamızda duranlar? Belki sübjektif olarak değil
ama, genellikle objektif olarak bu kuşatmanın
unsuru olanlar... Ve onlara gözümüzü dikmediğimiz
için, onlar düşmanımız olmadığı için, onların
verdiği zararların muhasebesi nasıl yapılacak...
Yıllar 1974'e evrilirken THKP-C/MLSPB kurucuları,
P-C'li olduklarını iddia eden Yurtdışı Grubu'ndan
(Gülten Çayan'lar) ve DY öncüllerinin o süreçte
ifade .ettikleri objektif inkarcılığı tespit ederek,
kendi yapılanmalarını bağımsız olarak geliştirme
ve savaşımı yeniden yükseltme kararı verdiler.
Henüz ulaşılamayan-buluşulamayan çeşitli P-C sempatizanı
çevrelerle de mücadele süreci içinde buluşma,
tartışma, eklemlenme hedefini önlerine koydular.
İlk olarak bir dizi bombalama eylemi, MLSPB adına
üstlenildi. Savaşım giderek yükseltildi ve ardı
arkası kesilmeyen THKP-C/MLSPB eylemlilikleri,
ülke gündemine oturdu. Anti-emperyalist, anti-oligar-şik,
anti-faşist eylemler kesintisiz bir biçimde gerçekleştirildi
ve ülkenin çeşitli yörelerine yayılmaya çalışıldı.
Kadrolar, aynı zamanda, büyük kentlerin gecekondu
semtlerinde ve fabrikalarında çalışmalar yürütüyorlar,
Anadolu'nun birçok kent ve kasabasında da örgütleniyorlardı.
Bu süreçte iradi ve programlı olarak açılan yeni
alanların yanısıra, MLSPB çalışmalarının etkisiyle
kendiliğinden P-C sempatizanı olan ve örgütle
bu-luşuncaya kadar çeşitli aktiviteler yürüten
onlarca grup oluşmuştu. Örgüt kendisine akmak
isteyen bu gruplara ve nicel gelişmeye karşı kadro
yetiştirmekte güçlük çeker hale gelmişti.
Hazirancılar, işte bu sürecin militanları, kadrolarıydılar.
Bir yandan üniversitelerde okuyan ve oralardaki
çalışmaları örgütleyen, bir yandan fabrikalarda
çalışan ve mahalli örgütlenmelerde yeni alanlar
açan, Anadolu'nun çeşitli kentlerine koşturan,
her düzeyden askeri eylemi örgütleyen ve gerçekleştiren,
örgütsel sorunlarda ileriye doğru yürümenin yolunu
açıcı çözümler üreten sosyalistlerdi.
Bir devrimci için, devrimci yaşam ve onun getirdiği
sorunlar-güçlükler, yaşam tarzı halinde algılandığı
zaman, militanlığın bilinci oluşmuş demektir.
Ve bu olağanüstü zorlu yaşam, doğal karşılandığı
zaman, yapılan "iş"in ciddiyeti anlaşılmıştır.
Hazirancılar, bu anlamda da son derece ciddi devrimcilerdi.
Onlara görev verilmesine gerek yoktu. Onlar, örgütün
program ve taktikleri doğrultusunda güncel görevleri
yaratır ve başarırlardı.
İllegalite koşullarında onlarca insan örgütleyen,
hatta yeni alanlar açan, aranmalarına rağmen en
zorlu eylemleri gerçekleştirenlerdi onlar. 1980
başında ve 1980 Haziran'ında örgüt ciddi iki darbe
yemiş, Hazirancılann üstlendikleri örgütsel roller
ve karşı karşıya kaldıkları görevler-sorunlar
çok daha fazla ağırlaşmıştı. Herşeye rağmen örgütün
mücadele seviyesini düşürmemek, gelişimi sağlamak
için büyük çaba ve irade gösterdiler. Aynı süreçte
tutsak yoldaşlarını özgürlüklerine yeniden kavuşturmak
için uluslararası devrimci hareketin deneyimlerinden
esinlendikleri yeni yöntemler geliştirdiler ve
bu yönde büyük bir enerji harcayarak ciddi ilerlemeler
sağladılar.
12 Eylül 1980 ülkeye bir karabasan gibi çökmüş,
daha 11 Eylül'e kadar "yarın devrim"
hayalleri kuran, devrimi çok yakın gören ve gösteren,
kitlesel nicel kabarmayı doğru değerlendiremeyen,
artık üniversite kampüslerinde bakanlık paylaşımı
yapan, bir yandan "cuntanın geleceğini tespit
ettikleri" halde bir yandan da alabildiğine
legal örgütlenen, bu anlamda da düşmandan "gizlisi
saklısı olmayan" sol grupların neredeyse
hepsi çok kısa bir süre içerisinde dağıldılar-dağıtıldılar.
Cezaevleri, devrimcileri ve devrim sempatizanlarını
almaya yetmedi, kışlalar hızla cezaevi "hizmeti"
yapılır hale getirildi. Sol sloganların en keskinleriyle
donatılmış grev çadırları, bir gecede sökülürken,
bu karanlık Eylül atmosferinde o solganların sahiplerinden
eser yoktu.
Bazıları, büyük bir saldırganlıkla ülkeyi teslim
alan ve ilk geceden darağaçlarını kuran, pusularını
oluşturan açık faşizme karşı direnmemenin söylemini
"bekleyelim görelim" şeklinde formüle
ettiler. Ve ancak sıra kendilerine gelinceye kadar
"bekleyebildiler". Hızla yeni "ricat"
taktikleri üretildi. Fakat mücadelenin taktiklerinden
biri olan, düzenli ve iradi geri çekilme, daha
sağlıklı ve üst düzeyde örgütlülükler yaratarak
saldırmak için programatik geri çekilme taktiği
olan ricat, "dağılın" komutuyla başlayan
çözülme ve inkar süreçlerine dönüştürüldü. Bu
"önder" baylar, tutsak düştüklerinde
de, ikinci ve nihai teslimiyetlerini yaşadılar.
MLSPB ve Hazirancılar, illegalite temelinde örgütlenmiş
olmanın avantajlarıyla örgütsel yapıyı açık faşizm
koşullarında da korumayı ve mücadeleyi sürdürmeyi
başardılar. Gündeme getirilen yeni ülke koşullarının
yarattığı büyük güçlüklere rağmen programlarını
yürütmenin savaşımını verdiler. Gözler onlara
çevrilmişti, çünkü yine banka soygunları gerçekleştiriliyor,
yine Amerikan ajanları cezalandırılıyor, saptanan
MHP yöneticilerine, finansörlerine, taktisyenlerine
ve işbirlikçilere yönelik eylemler yapılıyordu.
Aynı günlerde açık faşizm koşulları ve örgütlenmenin
kadro ihtiyaçları değerlendirilerek bir kısım
kadro adayının politik-askeri eğitim için yurtdışına
çıkarılmaları kararlaştırılmıştı. Bu önemli taktiğin,
örgütsel bütünlük ve süreç içindeki anlamını kavrayamayan
bazı genç militanlardan, "yurtdışına çıkarılma"
kararına yönelik olarak; "açık faşizm koşullarında
geçici bir süre için dahi olsa yoldaşlarımızı
yalnız bırakmayız" şeklinde tepkiler geldi.
Buna rağmen sözkonusu örgütsel kararın uygulanma
sürecine yönelik hazırlıklar hızlandırıldı.
Onlar,
yaşamlarıyla ve ölümleriyle bir dönemi, devrimci
hareketimizin henüz emeklediği bir dönemi
kişiliklerinde simgeliyorlardı. Onları anlatmak,
onları yaratan koşulları, ortamı kavramak,
onları genel devrimci hareketle birleştiren
ve ayıran özellikleri yakalayabilmek bu dönemin
çözümlenmesinden başka bir şey olmayacaktır.
Onlar, genç yasta olgunlaşan cılız omuzlarında
güçlü bir mücadeleyi taşıyan, olağanüstü fedakarlıklarla,
devrimci inanç ve coşkuyla acılara, işkencelere
direnerek, tüm acemilikleriyle, hata ve eksiklikleriyle
ellerindeki bayrakları yurdun dört bir yanında
dalgalandıran bir kuşağın
temsilcisiydiler. |
Bu şimşek hızlı günlerde, biri bayan 11 MLSPB
gerillası, "vur emri" ile aranıyordu.
Hergün gazete manşetlerinde resimleri çıkıyor,
gazete başlıkları "gördüğünüz yerde ihbar
edin" şeklinde atılıyordu. Onların resimleriyle
ve künyeleriyle gülümsedikleri duvar afişleriyle,
ülkenin ve özellikle İstanbul'un bütün sokakları
donatılmıştı. Ve onlar İstanbul sokaklarında,
günün 24 saati görevlerinin başındaydılar. Diğer
örgütsel programların gerçekleştirilmesinin yanısıra,
ilişkilerinden kopmamayı ve ülkeyi saran yılgınlığın,
korkunun MLSPB saflarında da kök salmasını engellemeye
çalışıyorlardı.
Haziran'a doğru yaklaşılırken, örgütün gündemine
aldığı eylemlerden biri de İsrail Başkonsolosu'nun
cezalandırılmasıydı. Eylem, 8 Haziran'da gerçekleştirilecekti
ve hazırlıklar neredeyse tamamlanmıştı.
Yine aynı günlerde, Şemsi isimli bir kadronun
bazı zaaf ve çelişkilerine tanık olduklarını ve
bu konuyu, onun da bulunduğu bir toplantıda tartışmak
istediklerini söyleyen Hazirancılar'dan iki savaşçı,
Şemsi'nin de katıldığı beş kişilik bir toplantı
gerçekleştirdiler. Hazirancılar, Şemsi'nin kendisini
çok fazla önemsediğini, görevlerini savsakladığını,
radevularını aksattığını, yeterli dinamizmi gösteremediğini,
yoldaşlık ilişkilerindeki sıcaklığı kaybettiğini,
yabancılaştığını, tedirginleştiğini, eleştiriler
karşısında sıkıştığı zaman da kendisini haklı
çıkarmak için yalan söylediğini belirtiyorlardı.
Bir gevşeme ve devrimci kişilikte erezyon saptamışlardı
ve bunu açıkça ifade etmeleri gerektiğini, durumun
üzerine çok daha ciddi gitmek zorunluluğunu, sözkonusu
toplantıdan sonra daha iyi görmüşlerdi.
Fakat ne yazık ki, bu konudaki ikinci toplantı
gerçekleştirilemedi ve sonuca gidilemedi. Çünkü
artık, 5 Haziran gecesi, 6 Haziran şafağına dönüyordu.
Hazirancıların öyküsü, sosyalist mücadelenin direniş
öyküleri içinde çeşitli yönleriyle çok iyi bilinmesi
ve değerlendirilmesi gereken, örnek bir destandır.
Savaşımın bütün biçimlerini, sosyalizmin ülkemiz
koşullarındaki mücadele taktiklerini, özellikle
şehir gerillacılığının sırlarını; 17 yıldır çeşitli
biçimlerde sürdürülen açık faşizmin kurumlaştırılmasına
ve saldırılarına verilen ilk önemli yanıtları
onların öykülerinde buluruz.
Direnme ve isyan, Politikleşmiş Askeri Savaş Stratejisi'nin
açık ve gizli çalışmalarındaki uygulamalarını,
yoldaşlık ilişkilerini ve devrimin diğer önemli
değerlerini onlar, kısa yaşam öykülerinde simgeleştirdiler.
Onlar gerçekten "kısa" mı yaşadılar?
Aradan 17 yıl geçmesine rağmen hala 20-28 yaş
dinamizmleriyle omuzbaşlarımızda değiller mi?
Hala bizlere güç, bilinç, ışık kaynağı olmaya,
yani aramızda birer kadro, birer militan gibi
yaşamaya devam etmiyorlar mı? 6 Haziran şafağında,
Doğan ve Ercan, Maltepe'de kaldıkları evde kuşatıldılar
ve son mermilerine kadar çatıştıktan sonra katledildiler.
Bu çatışma bittikten l saat sonra, Atilla ve Tamer'in
Sefaköy'de randevuları vardı. Atilla, randevu
yerine gelirken çevrildi. Tamer, randevu yerinde
kuşatıldı. Onların ölü bedenlerine bile onlarca
mermi sıktılar. Tarih: 6 Haziran 1981.
MLSPB'ye beyinden darbe vurduğuna inanan düşman,
Amerikan ajanlarını cezalandırdıktan sonra yakalanan
Kadir Tandoğan ve Ahmet Saner'i 6 Hazirancıların
katledilmesinden çok kısa bir süre sonra darağacına
çıkardı. Tarih: 25 Haziran 1981.
Ve onlardan yıllarca sonra, yine Haziran'da, onların
anısına gerçekleştirilen bir bombalama eyleminde
genç militan Gürkan Özdemir şehit düştü.
Onların öykülerini anlatmayı sürdüreceğiz. 6 Haziran
kuşatmalarını ve 25 Haziran'ın darağaçlarını 17
yıl sonra da saygıyla ve onurla selamlamaya devam
edeceğiz.
HAZİRAN ANDIMIZDIR!
(sürecek)
|