Bir savaş örgütü için en
temel fonksiyonlardan biri olan, onu yaşatacak
ve geliştirecek ya da onu devrim örgütü olmaktan
çok farklı durumlara hatta karşı devrime hizmet
eder hale getirecek olan disiplin, tüzükle belirlenir.
Tüzükler, bir oluşumun temel kurallarıdır.
Oluşumu bağlayan bireylerin, uymaya söz verdikleri
ve uymak zorunda oldukları prensipler bütünüdür.
Bir partinin, bir derneğin, bir örgütün tüzüğünü
incelediğinizde karşılaştığınız tanımlamaların;
kurallar, görevler, yetkiler ve yükümlülüklerin;
ilk bakışta soyut bir direktifler sıralaması gibi
gözükmesi mümkündür. Oradaki çıkarımların, canlı
yaşamdan , yaşamın hararetli ve biteviye hareketli
dinamizminden arta kalan kaskatı sözcükler yığını
olarak algılanması da mümkündür. Ya da bütün bunların
size, alışkanlıkların, genelleşmiş uygulamaların
bir parçası olarak ortaya konulmuş bir prosedür
belgesi gibi gelmesi olasıdır.
Özellikle de günümüz dünyasında, bu tür belgelerin
gerektiği gibi ele alınmamasının, uygulanmamasının
ve öneminin bilincine varılamamasımn psikolojik
ve sosyolojik ortamı fazlasıyla oluşturulmuştur.
Fakat günümüzün dünyasının, gerçeklerin ötesinde
örülmüş yanılsamalar, yapaylıklar dünyası olduğunun
bilincinde olanlar açısından, gerçeklerin keşfi
ve doğrunun yolunda geleceğe doğru ilerlenebilmesi
için biraz daha fazla şans var...
Tüzük, iradedir.
İnsanların; deneyimlerden, yaşamdan ve amaçlardan
sentezleyerek önlerine koydukları, iradenin en
üst düzeyde ve en kapsayıcı tanımlanış biçimidir.
İnsanların özgür iradeleriyle oluşturdukları,
tarihin, yaşamın ve geleceğin bilince çıkarılmış
verilerinin ortaya konulduğu, haklar ve görevler
bütünüdür.
Bu arada, yaşamın canlı ve karmaşık pratiği içinde
büyük önem kazanan, zaman zaman belirleyici hale
gelen bu konudaki ikinci boyuttan sözetmek gerekmektedir.
Yani, örgütün yazılı ve somut kayıtlarının ötesindeki
ve bütün bunlara kan ve can verecek olan militanın
yaşam tüzüğünden...
Örgüt, irade sahibi özgür insanların kollektifleşmesinin
gerçeğidir.
Bu insanların, aynı amaç için aynı yöntemlerle
yola çıkışının ve yürüyüşünün aygıtıdır. Örgüt,
bu kollektifin programlarını ve aynı zamanda davranış
sistematiğini karar altına almak ve uygulamak
gerçekliğidir.
Dolayısıyla, özgür düşüncenin kollektif düşünceye
dönüşmesinin resmi ifadesi, tüzüktür. Tüzük, bir
örgütün davranış bütünlüğünü ifade eder. Hukuğunu
belirler.
Hangi konuda ne yapılacağını; kadronun, yöneticinin,
militanın, çalışma alan ve birimlerinin, tek tek
insanların hukukunu tanımlar. Görevlerini ve sorumluluklarını,
yetkilerini ortaya koyar. Bu hukukta yer alan
yaptırımlar da; bir araya gelmiş, kendini bu özgür
hukukun içinde tanımlamış bireyin kendi kendini,
yaşamını taahhüt altına sokması anlamı taşır.
Tüzük, militanın; "ben, şu amaçlar için,
şu yöntemlerle ve şu kuralların bağlayıcılığı
altında yaşayacağım" sözünü, tarih ve halklar
karşısında, geleceğe dönük olarak ve tüm yaşamını
bağlayacak bir anlayışla vermesidir. Bu sözüne
aykırı davrandığı hallerde , kendisinin de onayladığı
yaptırımları benimsemesidir.
Bunlarla birlikte; içinde bulunulan, mücadele
edilen sürecin gerekliliklerini tüzüğüne yansıtmayı
başaramayan, mücadele taktiklerinde olduğu gibi
tüzüğünde de yaşamın dinamizmini ve diyalektiğini
yakalamayan bir yapı, hiçbir şekilde savaş örgütü
olamaz. Hiçbir şekilde sınıflar mücadelesinde
üzerine düşen görevleri yerine getiremez, sınıf
mücadelesinin motoru, öncü ve sürükleyici, örgütleyici
gücü olma işlevinden uzak düşer.
Bir savaş örgütü için en temel fonksiyonlardan
biri olan, onu yaşatacak ve geliştirecek ya da
onu devrim örgütü olmaktan çok farklı durumlara
hatta karşı devrime hizmet eder hale getirecek
olan disiplin, tüzükle belirlenir. Disiplinden
uzak, tüzüğün uygulanmadığı ya da yıpratıldığı
yapılanmalar, Habeş ordusu gibi başıbozukluğun
egemen olduğu, sonu bozgun olan bir "kadere"
mahkumdur.
Mevcut düşünceyi, felsefi temelinden kaynağını
alarak ideolojik bir çizgi halinde somutlaştırdığımız
stratejimizi zaferle buluşturmak için: bu stratejinin
militanlarının, en tepedekinden en yenisine kadar
tümünde bir davranış bütünlüğü yaratacak olan,
ceza, ödül ve yaptırımı, görev ve sorumluluğu,
hak ve yetkiyi, tüzükle belirleriz.
Öte yandan saptamalarda, kuşku yok ki; sahip olunan
kapasite, tecrübe, algılama ve kavrayış düzeyi,
belirleyicidir. Tüm olgularda, olaylarda olduğu
gibi örgüt işleyişinde, sınıflar mücadelesi içerisindeki
mevzilenmemizde, görevlerimizi ve sorumluluklarımızı
yaşama geçirişimizde, yaptığımız hatalarda ve
bunları ele alış tarzımızda, tüzükle kendimizi
sınırlarız. Başka türlü olmasını beklemek anlamsızdır.
Aynı amaçlarla yola çıktığını söyleyen farklı
yapılanmaların, farklı düşünce sistematiklerinin
aynı durumlar karşısında farklı tepkiler göstermesi,
somut durumlardan farklı sonuçlar çıkarması ve
savaşım içerisinde 'taktikler' dediğimiz uygulamalarının
farklı olması, kaçınılmasıdır.
Bizi bağlayan nedir, bizim davranışlarımıza yön
veren nedir? Bizim bir noktadan sonra yaşamımızı
belirleyen, yaşamımızın tümünü adadığımız, bizi
büyük heyecanlarla, coşkuyla ve sınırsız özverilerle
dolduran, insanoğlunun tanıdığı en büyük acılarla
ve güçlüklerle boğuşmak için dolu dizgin koşturan,
olanaksızlıkların sıfır noktalarından yola çıkarak
dünyaya kafa tutmaya ve onu değiştirmeye yönelten...
nedir?
Bilimsel sosyalizmi algılama ve yorumlamamız ve
onun evrensel tezleri, bizim hareket noktamızdır.
Geçmiş süreçlerdeki dünya devrimci pratiği, halkların
tutumları ve bunların tahlili, artı dünyanın ve
ülkemizin bugünkü durumunun her açıdan çözümlenmesinden
çıkardığımız siyasal sonuçlar, bizim stratejik
çizgimizin yapı taşlarıdır.
Öte yandan, sürecimizde varlık gösteren diğer
pratiklerin ortaya koyduğu dersler, bizim fiili
olarak müdahele ettiğimiz süreç içerisinde katettiğimiz
yol, elde ettiğimiz tecrübe gibi birikimler, tüzük
hükümleri belirlemelerimizde de ölçülerimiz olmuştur,
olacaktır.
Politikanın Kendisi Kadar Yapılış Biçimi de
Önemlidir
MARKSİST LENİNİSTLER İÇİN POLİTİKANIN KENDİSİ
İLE YAPILIŞ BİÇİMİ EŞİT DERECEDE ÖNEMLİDİR. Aksini
savunmak ya da uygulamada bu konuda zaafa düşmek,
sosyalizmin ruhunu kazanamamış olmak, diyalektik
ve tarihsel materyalizmle hiçbir biçimde bağdaşamamış
olmak ve sadece söylemde sosyalizmi, halklar mücadelesini
kullanmak anlamına gelir.
Böyle bir yolun, sosyalizmin zaferi ve halkların
kurtuluşu için değil zafer kazanmak, gerçek 'ilerlemeler'
kaydetmek şansı dahi yoktur. Tercihlerini bu yönde
kullananların ya da özellikleri ve elverişlilikleri
sadece buna yetenlerin; belki günümüzün sanal
değer yargıları, kirli politik örgüsü içinde kısa
vadeli varlık gösterme 'şansları' olacaktır. Hatta
çeşitli güçler tarafından dolaylı ya da dolaysız
öne çıkarılarak varlık göstermeleri bizzat sağlanacaktır.
İddialarının ifade edilişiyle sınırlı, sola ve
sosyalizme zarar vermekle sınırlı bir kulvarlarda
yürümeleri sağlanacaktır. Böylelikle, potansiyeli
hapsedip boğma ya da en azından yeni kafa karışıklıklarına,
yeni yılgınlıklara yol açmaları sağlanarak, devrimi
geriletme amacıyla kullanılacaklardır. Ama kuşkusuz
hiçbir zaman gerçek anlamda sosyalizm yolunun
yeniden örülmesinde en ufak bir fonksiyonları
dahi olamayacaktır.
Sosyalizmin amacı, insanların geleceğidir. Fakat
bu gelecek için, bu alternatifsiz güzellikler
için çıkılan yolda atılan her adımın da aynı derecede
doğru ve güzel olması zorunludur.
Burjuvazi ya da günümüzün dinci akımları gibi
insanlığa vadettiğimiz güzel yarınlar ya da "güzel
öteki dünya için" bugün her şeyi mubah görme,
mubah göstermeye çalışma mantığı ve uygulamaları,
sosyalistlerin mantığı ve uygulamalarıyla hiç
bir biçimde bağdaşmaz.
Ve sosyalistler sadece bu "bağdaşmazlıklardan",
aradaki uçurumlardan ve çelişkilerden söz etmekle
kendilerini sınırlama hakkına da sahip değillerdir.
Aynı zamanda bütün bunlarla gerektiği gibi savaşmak
zorundadırlar.
Bizler, Mahir yoldaşın "ada" larından
yola çıkan insanlarız.
Bu adaları yaratmak, çoğaltmak, büyütmek ve verimli
kılmak yoluyla amaçlarımıza giderek daha fazla
yaklaşacağız. Günümüzün dünyasında her dönem olduğundan
çok daha ağır koşullarda, çok daha sancılı ve
çok daha uzun yollar katederek...
Attığımız her adım, yaşadığımız her gün; insanlığa
vaadedilen geleceğin kurallarıyla, anlayışlarıyla,
ilişkileriyle ve içeriğiyle yaşanmak zorundadır.
Mahir'in, 'ada' kavramındaki gerçek anlam budur.
Yaşanılan dünyanın bütün çirkinliklerine karşın;
sonsuz bir özveri ve emekle oluşturulmuş, büyük
bir devrim iradesi ve dinamizmle yoğurulmuş adalarımızdan
yola çıkarak, şafağa doğru yürüyeceğiz. Ama bu
arada, "ada"lanmıza kabul edeceğimiz
konukları, son derece özenli seçeceğiz. Ve onları
bugün var, yarın yok "konuklar" değil,
bu "ada"ların gerçek sahipleri olarak
buralara gelen, köklerini ''ada"larımıza
salan, onunla bütünleşen ve özdeşleşen, cennetini
de cehennemini de burada bilen insanlardan, yol
arkadaşlarından değil yoldaşlardan seçmek için,
bütün enerjimizi seferber edeceğiz. Özellikle
de başlangıçlarda ve yeniden başlangıçlarda, yaşamsal
bir sorundur bu...
Ve onların eğitimi, onların sosyalizmin ruhuyla
bütünleşmesi için inatla, azimle çalışacağız.
Ama bu arada hiçbir şey adına hiçbir zaafa prim
vermeyeceğiz. Hiç susmadan eleştireceğiz, hiç
bıkmadan hataların üzerine üzerine gideceğiz.
Düşmana karşı gösterdiğimiz cesareti, yoldaşlarımızın,
çevremizdeki insanların eksiklikleri, hata ve
zaafları için de göstereceğiz. Onlara karşı mücadelemizi,
sistemleştirmek zorunda olduğumuz bütünleşme,
kaynaşma, tek vücut olma esprisinin çok iyi kavranmış
olması mücadelesiyle parelel kılacağız. Böylelikle,
herkes birbirinin kolu, bacağı, gözü, kulağı olduğunu
iyi öğrenecek ve herkes yoldaşlarının eleştirilerinin,
ortak vücudumuzun sağlığı için yapılmış özeleştiriler
anlamına da geldiğini bilerek algılayacak. Küçük
burjuva-feodal alınganlıklarla, düzen insanı tepkileri
göstermeyecek.
Hiç yorulmadan değiştireceğiz, dönüştüreceğiz.
Ve düzenden kopuşmayı gerçekleştireceğiz. Militanın
düzeyi, düzenden kopuşma düzeyidir. Düzenle kurulan
her bağ ve kişiliğin yadsımadığı her düzen özelliği,
kaçınılmaz biçimde saflardaki bir zaafın önkoşuludur,
zeminidir.
Bizim görevlerimizin özünde, dönüşüm yatar...
Dönüşmek ve dönüştürmek. Yenilenmek ve yenilemek.
İlerlemek ve ilerletmek...
Hiç kimse bir sabah uyandığında devrimci, sosyalist
olmamıştır. Hiç kimseye aniden gökten vahiy inerek
artık onun bir sosyaJist olduğunu belirtilmemiştir.
Sosyalist olmak, olabilmek, birey için de zorlu
ve uzun bir mücadele sürecidir. Burada iradenin
ve bilincin rolü ne kadar güçlü olursa, yol o
kadar başarılı yürünür ve amaçlara daha hızlı
ulaşılır.
Zamanı kendi haline bırakırsanız o sizi yener.
Sosyalist olmaya niyet etmek ya da bunu ilan etmek
hiçbir anlam ifade etmemektedir. Gerçek olan,
bu konudaki kazanımlarınız ve yaşamda sosyalist
bir devrimci olarak sergilediklerinizdir. Aksi
halde, yirmi otuz yıl kendilerini solcu, devrimci,
hatta önder olarak lanse etmiş (ya da edilmiş)
zavallıların durumuna düşülür. Ki bu insanların
konumlanışı, sosyalizm karşıtı bir konumlanıştır.
Dönüşümün genel karakterlerinden farklı olarak
bizler bunu zamana ve zemine bırakmadan başarmak
zorundayız. Zamana ve zemine rağmen dönüşmek,
dönüştürdüğümüz, dönüşen insanlarla yürümek durumundayız.
Burada da bizleri bekleyen büyük bir iradedir.
İRADE...
Eleştiri Hakkının Kulllanılması, En Önemli
Görevlerimizden Biridir
Tek tek örgütlü insanların yaşam ve mücadele içerisinde,
örgütsel sorunlar ve güçlükler karşısında gösterdikleri
iradelerin toplamından, örgütün-partinin iradesi
doğar.
Ama bu "toplam", basit bir matematik
toplam ya da birey iradelerinin gelişigüzel yan
yana gelmesiyle gerçekleşen bir irade değildir.
Örgüt-parti iradesi, sistematik bir iradedir.
Örgütlü bireylerin disiplinli ve ilkeli bir tarz
içinde örgüte bağlanışlarıyla ve kendi iradelerini
örgütlü olarak ifade edişleriyle sağlanan bir
iradedir.
Stalin; "Birliğinden ve demir disiplininden
güç alan bir parti olmaksızın proletarya diktatörlüğünü
kurmak ve sürdürmek olanaksızdır. Ama bütün parti
üyelerinin irade birliği olmadan, eylem birliği
olmadan partide demir disiplin düşünülemez. Kuşkusuz
ki bu, partide fikir mücadelesi olanağını dışlamaz.
Tam tersine, demir disiplin, eleştiriyi ve fikir
mücadelesini dışlamak şöyle dursun, partinin bağrında
eleştiriyi ve fikir mücadelesini şart koşar. Üstelik
bu, disiplinin "kör" disiplin olması
demek hiç mi hiç değildir. Tam tersine demir disiplin,
bilinçli ve gönüllü olarak kabul edilen bir itaati
öngörür. Çünkü ancak bilinçli bir disiplin, gerçekten
demir disiplin olabilir. Ama fikir mücadelesi
bitince, eleştiri tükenip karara varılınca, partinin
bütün üyelerinin irade ve eylem birliği şarttır.
Bu öyle zorunlu bir şarttır ki, o olmaksızın ne
birleşmiş parti, ne de partide demir disiplin
düşünülebilir" demektedir.
Burada, özellikle sonuç çıkarılması gereken iki
konu var. Birincisi, değişme-değiştirme mücadelemizde,
eleştiri hakkımızı kullanırken gerçek bir devrimci
gibi davranmayı çok iyi öğrenmek zorunda olduğumuzun
kavranılmasıdır. Bizler bir aydın, bir küçük burjuva
gibi, eleştiri getirirken kuşbakışı panaromadan
değil, yangının içinden, hatanın omuzbaşından
bakıyoruz. Bizzat içinde kavrulduğumuz, emeğimiz,
özverimiz ve üretimimizle yarattığımız, yaratmaya
çalıştığımız mücadelenin elemanlarına veya işlevlerine
karşı eleştiri getirmekten söz ediyoruz.
Dolayısıyla başlangıçta, durumu iyi tahlil edibilmek,
doğru algılamak için çaba göstermemiz gerekir.
Durumun ya da bireyin ortaya koyduğu verilerin
sadece görünen yönlerini ele alarak "eleştiri"
getirmek bize birşey kazandırmaz. Aynı ölçüde,
bu ya da benzer endişelerle susmak, edilgenleşmek
de çok büyük bir yanlıştır ve hataya ortak olmaktır.
Üstelik belki karşımızdaki birey hatasının farkında
değildir ya da kapasitesi elverişli olmadığı için
yardım ihtiyacı duymaktadır. Bizler farkına vardığımız
halde susuyorsak, yanlışın düzeltilmesi yönünde
mücadele etmiyorsak, çok daha büyük bir suç işliyoruz
demektir.
Yine dikkat edilmelidir ki, eleştiri hakkının
kullanılması konusundaki tanımlamalarımızda, "yanlışları
dile getirmekten" söz etmiyoruz. Yanlışlarla
mücadele etmekten söz ediyoruz. Bıkmadan, yılmadan.
Gerektiğinde yöntem konsunda diğer yoldaşlarımızdan,
örgütün üst kurumlarından yardım isteyerek, gerektiğinde
önümüze bir süreç açarak, zaman içinde programlı
bir şekilde hatanın aşılmasının yollarını arayarak.
Ama her ne olursa olsun, önemli yanlışları hiç
vakit geçirmeksizin merkeze bildirerek...
Eleştiri, sosyalist örgütler içinde çok önemli
bir HAK'tır ve bu hakkımızı kulanabilmek için,
bu hakkımızı kazanabilmek için gerektiği gibi
çalışıyor, üretiyor, görevlerimizi yerine getiriyor
olmamız gerekmektedir. "Tuzu kuru",
evinin sıcağından başını çıkarmayan, görevlerini
savsaklayan, dostlar alışverişte görsün devrimciliği
yapan insanların, eleştiri hakkı yoktur. Bir kez
daha yinelemek gerekirse; eleştiri, örgüt içindeki
bireylerin en önemli kazanılmış haklarından bir
tanesidir ve bu hakkı kullanırken çok dikkatli,
özenli, yapıcı, ilerletici, geliştirici, dönüştürücü
olmak zorundayız.
Öte yandan, örgüt tüzüklerinde ayrımların sadece
tanımlamalarla konulduğu, hata ve suç kavramlarının,
çok iyi ayırdında olunması gerekiyor. Bir örgütlülük
içinde eleştirilmek, hataları konusunda uyarılmak
ve bu anlamda zaman ve emek harcanılması, aynı
zamanda o yoldaşa, o bireye verilen bir değerdir.
Ona önem verildiği için, ondan umut ve gelecek
beklenildiği için insan ya da insanlar, birimler
ya da alanlar eleştirilir, düzelmeleri beklenilir.
Öte yandan öyle durumlar gündeme gelebilir ki,
muhataplarımız eleştiriyi hak etme konumundan
uzaklaşmışlardır artık. Örgütün ilkelerine, geleneklerine,
anlayış ve devrimci ahlakına aykırı davranışlar
sergilenmiştir. Bu durumda yapılan hata ya da
zaaf değil, suçtur ve tüzüğün ağır ceza maddeleriyle
karşılarına dikilmek zorunda kalırız.
Sözgelimi; örgüt ya da örgütlü bireyler için,
örgütün kurumları aleyhinde mekanizmalar dışında
konuşmak, suçtur. Hizipçilik suçtur. Yalan söylemek,
örgütü ve yoldaşları yanıltmak suçtur. Örgütün,
yoldaşlarının sırlarını düşmana vermek suçtur.
Örgütün ve halkın olanaklarını amaç dışı kullanmak
suçtur. Ahlaki bozukluklar göstermek suçtur. Bunların
eleştiri kurumu ya da mekanizmaları içinde tartışılacak
bir yönü yoktur ve direkt durumun sorgulanıp gereken
tüzük maddelerinin cezai yaptırımlarının uygulanması
gündeme getirilir. Bu maddelerin uygulanması esnasında
da ölüm cezası ve kesin ihraç yetkisi sadece merkeze
aittir.
Devrimcilik sonsuz bir dinamizm içinde ve herşeye
rağmen, koşulların ve üzerine bastığımız toprağın
aykırı koşullarına, bizi engelleyen barikatların
azametine, zeminin her türlü elverişsizliğine
rağmen değiştirmektir. Biteviye değiştireceğiz.
Var olandan koparak değiştireceğiz. Bu kopuşmada
başarı sağladığımız oranda değişiriz ve değiştirme
savaşımızda başarı şansımız olur.
Yoksa bugün mevcut olan ilişki ve çelişkilerin
içerisinde, onların bir parçası olarak, onlardan
esinlenerek ya da onların yöntemleriyle iç içe
geçerek bir yere varamayız. Bir yere varılamaz.
Sosyalistlerin bütün uygulamalarının, bütün taktiklerinin
ve bütün davranışlarının, ideolojileriyle ve amaçlarıyla
tam bir uygunluk içinde olması zorunludur. Onların
politikalarının içeriği yaşamlarının her anında
bugünden somutlaşmalıdır. Buna da, politikanın
kendisi kadar önemli olan politikanın yapılış
biçimi diyoruz.
Faşistlerin yöntemleri bellidir, somuttur. Aynı
şekilde, sosyalistlerin de dünyaya, insana, olaylara,
ilişki ve çelişkilere bakışı, onları yorumlayıcı
ve onlara yaklaşım yöntemleri vardır. Bütün bunları
devrim sonrasına ertelemek, bugün içinde bulunulan
ilişki ve çelişki
lere göre davranmak, "kazandıktan sonra"
kendi yöntemleriyle davranacağını vaadetmek, kesin
ve tartışılamaz bir biçimde sosyalistlerin politika
yapma yöntemleri içinde değildir. Sosyalistlerin
felsefesinde "takiyye" yoktur...
Ve zaten böyle bir politika yapma yöntemini seçtiği
halde kendisine sosyalist diyerek kazanmak da
mümkün değildir.
En azından, sosyalizm için kazanmak mümkün değildir...
Aksi halde, sosyalizmin, tarihin en son ve en
zorlu hesaplaşması olarak yaratılacağının bilincinde
ve sorumluluğunda olmayanların küçük hesaplarıyla,
ancak emperyalizmin taşeron kuklaları olunabilir.
Ona aykırı imiş gibi görünen ama sonuçta ona hizmet
eden "devrimci, sosyalist" etiketli
grupların, insanların varlığı ve dünya halklar
mücadelesi içindeki konumları iyi bilinmelidir.
Onların benzerlerine karşı çok dikkatli olunmalıdır.
Öte yandan, niyetleri tartışılmaz derecede olumlu
olan bir takım insanlar oturup, sosyalizmin ne
olduğu, bu yolda nasıl yürüneceği, hatta yeni
insan tipinin özellikleri ve bütün bunlardan yola
çıkılarak oluşturulacak devrim, mücadele taktiklerin
neler olduğu üzerinde söylemde anlaşabilirler.
Ama bütün bunların yaşamdaki ifadeleri çok farklı
olabilir...
Farklı bir ifade ile; çok güzel, kitabi laflar
edilip yaşamda bir serseri gibi, bir küçük burjuva
gibi, bir mafyacı gibi. bir ağa gibi, bir şirket
yöneticisi gibi, kısacası; "yeni dünya düzeni"
nin prototiplerinden biri olarak, her türlü bencilliğin,
fırsatçılığın ve pragmatizmin girdabında, kapitalist
felsefenin elemanlarından biri gibi yaşamak da
mümkündür.
İşte bütün bunlardan da, politikanın kenidisi
kadar onun yapılış biçimlerinin önemi ortaya çıkıyor.
Konumuz özelinde de, tüzüklerin kendisi kadar,
militanın yaşam tüzüğünün önemi, onu algılayış
ve yorumlayış. yaşama uygulayış tarzının önemi
ortaya çıkıyor.
"Örgüt Hukuku Tartışılmaz" mı?
Yaşadığımız dönem, dünyanın tanıdığı bütün değerler
ve amaçlar açısından netliğin ve sağlamlığın kaybedilmiş
olduğu bir 'ara dönem'dir. Bir geçiş dönemidir.
Bir deprem dönemidir.
Deprem süreçleri, gerçek anlamda eşkiyanın, başıbozuğun,
karakteri ve ruhu olmayanın hüküm sürdüğü dönemdir.
İnsanların acılarından, dünyanın yakılıp ykılmasından
medet uman bu akbabalar, böyle dönemlerde yeryüzüne
sortiler yaparlar ve ne kaparlarsa götürürler.
Fakat dünyanın akbabaları kadar, bunlarla yarışan
ve bu yarışı mutlaka kazanacak olan Anka Kuşları
da vardır. Deprem dönemlerinin küllerinden, acılardan,
yıkımlardan, ölümlerden ve yangınlardan kendilerini
yeniden ve yeniden yaratırlar.
Ve bu ANKA KUŞLARI, önce akbabalarla, sonra insanın
ve insanlığın aleyhindeki tüm güçlerle savaşarak,
tarihin yolunu yeniden açarlar.
Konumuz Anka Kuşları ve Akbabalar değil, bu noktada
Anka kuşları kılığındaki akbabalara kısaca değinerek
geçeceğiz sadece... Ve bu kılık değiştirmiş Akbabaların,
"sosyalistlerin hukuğu tartışılmaz"
savlarının vehameti üzerinde duracağız.
Sosyalistlerin hukuğu da tartışılır. Ve sosyalistler,
bu tartışma kanallarını, bu tartışma ortamlarını
bizzat kendileri açarlar ve yaratırlar. Tartışılmaz
olan, uzağından ve yakınından geçilemeyecek olan,
faşisstlerin hukuğudur, tabii ki kendi mantıkları
çerçevesinde... Sosyalistlerin mantığı böyle bir
tartışmasızlığı kabul etmez, tam tersine onunla
savaşır. Marks'ın, Engels'in, Lenin'in ve sanıldığının,
öne sürüldüğünün aksine Stalin'in sosyalizmin
tarihine en büyük katkıları tam bir açıklıkla
herşeyi ve kendi düşüncelerini, uygulamalarını
tartışmaları olmuştur. Düşüncelerinin gücüne ve
doğruluğuna inandıkları için de (ve öyle olduğu
için de) sözkonusu tartışmalardan kazanarak çıkmışlardır.
Sosyalistlerin hukukunun tartışılmadığı dönem,
sosyalizm adına sosyalizmin çürütülmeye başlanıldığı
dönemdir. Bu dönemde reel sosyalist ülkelerin
yöneticileri, sosyalizmin önderlerini ve özellikle
SSCB'de Stalin'i kült yaparak kendilerini, kişiliklerini,
kimliklerini ve sosyalizme aykırı uyglamalarını
gizlemeye çalışmışlardır. Çarpıklıklar ortaya
çıktığında da yine kendilerinin yarattığı bir
kişi kültlerine saldırarak işin içinden sıyrılmaya,
aklanmaya çalışmışlardır.
Oysa sosyalizm sorgulamanın, araştırmanın, tartışmanın
bilimidir. Yöntemi ve ilkeleri zaafa uğratmadan
herşeyin tartışılmasını emreder. Bu, sosyalizmin
ruhudur. Bunu yitirdiğiniz zaman sosyalizmin ruhunu
yitirirsiniz. Fakat yaratılan ortamlar herşeyi
tartışılamaz kıldığı zaman, ilkesel sorunların
dışındaki sorunlar, tartışılmasının yaşamsal öneme
sahip olduğu konular ve pratikler de tartışılamaz.
Sonuçta bir gün buhar kazanı patlamasıyla karşılaşan
parti, artık hiçbir şeyi sosyalizm zemininde tartışamaz
hale gelir, belki de sadece yumruklar ve silahlar
konuşur, "Sosyalizm adına"...
"Günlük siyasal sorunlarda, bütünüyle pratik
niteliğe sahip sorunlarda, parti içinde farklı
düşünenlerle her türlü uzlaşma yapılabilir ve
yapılmalıdır. Ama bu sorunlar, ilke ayrılıklarıyla
ilgiliyse, hiçbir uzlaşma, hiçbir "orta yol"
yoktur ve olamaz. Partinin çalışmasında, ya şu
ya da bu ilkeyi temel almak zorunludur. İlke sorunlarında
"orta yol" görüş ayrılıklarını örtbas
etme, gizleme "yoludur", partinin ideolojik
yozlaşmasının "yoludur", partinin ideolojik
bakımdan ölümünün yoludur." (Stalin )
Marksistler tarih boyunca gerek farklı ülkelerin
sosyalist partileri arasındaki tartışmalara, gerek
aynı ülkedeki sol yelpazenin ideolojik mücüdelesine
büyük önem vermişler, fikir ayrılıkları üzerinde
yılmadan tartışmışlardır. Barikat'larda yayınlanmakta
olan "Sosyalizmin Sorunları Dosyası"
da, bu tartışmaların ve ortaya koyduğu derslerin
değerli bir belgesidir. Fakat bazı 'sosyalistlerimiz'
bu zengin tarihten nasıl oluyor da hebersiz gibi
yaşıyor, ona aykırı davranıyor ve pratiğimize
de, savlarımıza da "tartışılmazlık"
setleri çekebiliyoruz.
Bu davranışlarımız sosyalizme ve ülkemizin devrimci
mücadelesine ne kazandırır? Kendi yanlışlarımız
konusunda kendi elemanlarımızı buhar kazanı patlayıncaya
kadar inandırabiliriz ya da onların iman ediyormuş
gibi görünmelerini sağlayabiliriz belki. Arna
sosyalizm mücadelesinin ve ülkemiz devriminin
aşama kaydetmesini sağlama şansımız olabilir mi?
Ülkemize baktığımızda; halkın ekonomik durumunun,
sosyolojik ve psikolojik durumunun, yaşam koşullarının
sosyalistler tarafından algılanma düzeyinin ve
halk ile sosyalistler, devrimciler arasındaki
bağların (ya da bağlantısızlıkların) doğru değerlendirilememe
gerçekliği söz konusudur. Ve bu gerçeklik, sürecimizin
temel sorunlarından biridir.
Devrimci örgütlerin bazılarının, çalışmalarında,
insan eğitimi ve militan şekillendirmesinde, sosyalizmin
genel değerlerini yok saydığını; mücadelenin taktiklerinin
ve programların oluşturulmasında gerçekliklerden
değil de, istemlerden hareket ettiğini görüyoruz.
Çeşitli yapıların ve insanların kısır bir politik
hırsla davrandıklarının, bu politik hırs çevresinde
bütün pratiklerinin belirlendiğini saptamak gerekiyor.
Böyle olduğu için de, örgüt adına yapılan herşey
"kutsal" ilan ediliyor. Böyle olduğu
için de, örgüt tarafından yapılan her şey tartışılmazlık
mertebesinde müslümanlaştırıyor.
Nasıl olsa ninnilerimizden masallarımıza, menkıbelerimizden
destanlarımıza kadar örülmüş bir gelenek motifleri
armonimiz, bütün bu mantıklar için ihtiyaç duyulan
kültürel temelleri sunuyor... Nasıl olsa bin yıllık
"baskın güç kazanır, bu halk sadece bundan
anlar, doğu halklarının özellikleri kahramanların
peşinden gitmeye ve kahraman yaratmaya uygundur,
bunu isterler, demokrasi geleneğimiz yoktur, bir
musibet bin nasihattan iyidir..." kültürü
vardır. Osmanlı ve TC süreçlerimiz, kopukluk olmaksızın
gereken temeli, ihtiyaç duyanına sunuyor.
Dolayısıyla örgüt adına yapılan her şey, kutsal
örgüt tarafından yapıldığı için haklılığı tartışma
götürmüyor. İnsanların, bu uygulamaların mutlak
bir doğruluk taşıdığı düşüncesinde olmaları için
tarihsel motiflerde yeterince zemin bulunabiliyor
ve yeni bir kültür yaratma adına geleneksel kültür,
dinsel motifler kullanılıyor. Üstelik, vahim bir
biçimde... Sosyalizm adına, yeniyi, şafağı yaratma
adına, gerici mantıklar ve uygulamalar egemen
kılınıyor. İnsanlar, örgütlerinin uygulamalarının
mutlak bir doğruluk taşıdığı ve taşıyacağı (gelecekte
yapılacak hatalar için de bu mantık koşullarında
yatırım yapılıyor) düşüncesi içinde eğitiliyorlar,
şartlandırılıyorlar. Sosyalizm adına; sosyalizmin
özgür düşünce, özgür irade ve üretim kollektifine
bedenini değil ruhunu, kişiliğini katarak onu
zenginleştirme, zenginleşme platformunun dışına
taşınıyorlar. Bu farklı platformlarda şekillendiriliyorlar.
Böyle olduğu içinde, mutlak bir saldırganlık,
kendileri dışındaki herkese karşı, objektif olarak
dost olması, dost görülmesi gereken güçlere karşı
da düşmanlık duyguları içinde yetiştiriliyorlar.
Eğitimlerin ve motivasyonların temelinde bunlar
yatıyor. Giderek, bu insanların kutsal örgütlerinin
ve kutsal davranışlarının "düşmanları"
cephesinde, bunları "haddi olmadığı halde"
eleştiren sol güçler de yer almaya başlıyor.
Hatta bazan yöneticilerin bilinçli çabaları ve
verdikleri motivasyon sonucu en yakın düşmanlar,
en yakın sol güçler olabiliyor. Böylelikle bu
sosyalizmden nasibini almamış solcu "önderlikler",
sözde kendi tabanlarını en yakın "rakip dükkanlara
karşı" korumuş oluyorlar... Kendi geçmişlerine,
kendi zaaflarına ve ortaya çıkabilecek olan gerçek
durumlarına ilişkin söylenecek sözlere karşı,
billur bir saray örüyorlar...
"Örgüt hukuku tartışılmaz", "bizi
bağlar" deyip davranışları konusundaki bütün
tartışma kanallarını baştan tıkıyorlar. Oysa başka
bir açıdan bakıldığında da hiçbir sol grubun durumu
sadece kendisini bağlamıyor. Halkın nezdinde bütün
devrimcileri bağlıyor. Ve sonuç olarak bütün devrimci
süreci etkiliyor. Dolayısıyla; devrimci grupların
hesap verici, hesap sorucu işlevlerini, devrimci
bir platform içerisinde gerçekleştirebilmeleri,
son derece önemli bir gerekliliktir.
Devrimci çalışmalarda, insan eğitiminde, militanın
şekillendirilmesinde, mücadele programlarının
belirlenmesinde ve diğer gruplara bakış, davranış,
iletişim tarzlarında, sosyalist düşünce ve ilkelerin
geçerli kılınmadığı kesimlerin, kısır politik
hırslarla hareket ettiklerini ve bu kör politik
hırsın bütün pratiklerini belirlediğini görmek
gerekiyor Durum böyle olunca da, örgüt adına yapılan
herşey kutsal örgüt tarafından gerçekleştirildiği
için haklılığı konusunda en küçük bir tartışma
yapılmasının koşullarını, hem içte. hem de dışta
kaldırıyorlar.
Zaman zaman dışarıdan yapılan bazı kısmi eleştiriler
karşısında da, bilinen bütün saldırganlık edebiyatıyla
hücuma geçiyorlar. Bu insanlar, mutlak bir doğruluk
içinde yaşadıklarım kabullendirmek ve insanlarını
bu şekilde iman ettirmek amacındalar. Diğer devrimci
gruplar, ilişki ve iletişim içinde olunacak, gerektiğinde
işbirliği yapılacak dost yapılanmalar değil, rakip
firmalar olarak görüldükleri için de; en küçük
bir sürtüşmede, çelişkide dahi bunlara karşı kolaylıkla
her düzeyden çeşitli saldırılar gerçekleştirilebiliyor.
Tavırlarının tartışılmasından insanları alıkoymak
için "ürkütme" yoluna gidiliyor. Bazan
da aynı kafa yapılarının ürünleri olarak, atalarımızdan
kalan yöntemlerle "çamur atılıyor, izi kalıyor".
Sözkonusu mantık, sadece 'dışa' karşı değil, 'içe'
karşı da doğal olarak aynı yöntem ve yaklaşımları
sergiliyor. Örgüt içinde de eleştiri ya da tartışma
isteyen herhangi bir "yoldaş", çok kısa
süre içinde bir "hain" olarak cezalandınlabiliyor.
Mekanizmanın kaçınılmaz sonucu olarak dün başkalarına
aynı nedenlerle saldırmak için 'kullanılanlar',
bir süre sonra benzer bir akıbete kendileri kurban
gidebiliyorlar.
Öte yandan, çok vahim ve ağır suçlar işlemiş olanlar,
böyle bir mantık örgüsü içinde eğer "biat"
ederlerse kolaylıkla aklanabiliyorlar. Anadolu'da
devrimcilik yapan bizlerin, sadece Marksizmi Leninizmi
öğrenmesi değil, Osmanlı Saraylarının iç düzeneğini
de öğrenmesi gerekiyor sanıyoruz. Ki bu vahim
durumlar karşısında onların hareket noktası olan
geleneksel kültürü de çözümlemiş olalım, buna
uygun karşı yöntemleri geliştirebilelim...
Gerek dünya düzeyinde, gerekse de ülkemiz açısından
çok ciddi bir çürümeden söz ediyoruz. Yaşamın
her alanında, bütün sınıfları, toplumun her kesimini
etkileyen bu çürüme, artık kokusu arşı alaya çıkan
boyutlar almıştır. Kurtuluş mücadelelelerinin
zaferlerle taçlanmasına kadar da bu çürüme döneminin
süreceği açıktır.
Yanlız burada çok daha vahim bir olgu vardır.
Çürümeden; varlık nedenleri, varlık koşulları
ve amaçları temiz olmak, temiz kalmak, herşeye
rağmen insanlığın aydınlığını bugünden müjdeleyen
kesimler olmak zorunda olan sosyalistler de nasibini
almaktadır. Onlar da dünyanın ve toplumların genel
sosyolojik, psikolojik ilişki ve çelişkilerinden
etkilenmektedirler.
Bu etkinin kaçınılmaz olduğunu savunamayız. Doğal
ilişki ve çelişkilerden, herhangi bir toplumsal
gruptan söz etmiyoruz. Sosyalistlerden söz ediyoruz.
Bütün bu karanlık ve pislik var olduğu için mücadele
etmek zorunda olan ve bütün bunları değiştirecek,
tersine dönüştürecek olan insanlardan söz ediyoruz.
Öyleyse, günümüzün sosyalistinin kimliği de, her
anlamıyla düzenden ve mevcut olumsuzluklardan
gerçek bir kopuşma kimliğidir. Bütün bunları güçlü
bir biçimde yadsıyarak, kişiliğinde yarının insanını
temsil etme kimliğidir.
Sözkonusu kopuşma ve yadsıma tavrında gereken
başarı sağlanamayınca da düzenden etkilenen solcuların
arasında, geleneksel değer yargılarıyla, dinsel
motiflerle, pragmatizmle, çarpıklıklarla dolu
kişilikler ortaya çıkıyor. Bu kişiliklerin özellikleri
de, doğal olarak pratiğe yansıyor.
Eğitim En Uzun Menzilli Silahtır
Bütün bunlarla gerektiği gibi mücadele edebilmemiz
için; eğitimi yeniden ve yeniden ele almak, sosyalist
bilinci alabildiğine pekiştirmek ve çelikleştirmek
zorundayız. Yaşanılan sürecin ortaya çıkardığı
pratiklerin, toplumsal, ekonomik ve siyasal süreçlerin
ortaya koyduğu soru ve sorunların da yanıtlarını
içerecek şekilde; birçok şeyi doyurucu ve kapsamlı
yanıtlamamız gerekiyor. İnsanı da, yeniden şekillendirmemiz,
bilincini yeniden örmemiz gerekiyor. Bu bilinçle
büyük bir emek ve özveri sürecine girerek, kendimizi
ve çevremizi yoğurmamız, dönüştürmemiz gerekiyor.
Bugün devrimci örgütlerin bir kısmı, sosyalistlerin
etki alanının son derece daraldığını, sınırlandığını,
meşruluğunun tartışılır halde olduğunu unutuyorlar.
Ve toplum karşısına çıkarken aldıkları kararlar,
bu unutkanlığın zaaflarıyla örülmüş kararlar olduğu
için, başarı yerine, tutunulmaya çalışılan noktadan
daha da geri noktalara düşme, düşürülme pratiğini
yaratıyorlar.
Teorik açıdan bakıldığında bugün bizler sosyalizmin
'abece'sinden başlayarak haklılığımızı anlatmak
zorundayız. Sosyalizmin yeniden ve yeniden toplum
tarafından anlaşılır hale gelmesi için mücadele
etmek, ayrıca da eski reel sosyalist ülke pratiklerinin
hatalarını, onları çözülmeye götüren ve sosyalizm
adına bir umutsuzluk ortamı doğuran nedenlerin
mümkün olduğunca fazla sayıda insan tarafından
bilinmesini sağlamak zorundayız. Kafalarda ve
ruhlarda emperyalizmin bu konuda oluşturduğu duygu
ve düşüncelerin en azından zaafa uğramasını, zedelenmesini,
soru işaretleriyle yaralanmasını sağlayarak başlamak
zorundayız.
Çok iyi bilinmelidir ki, bugün emperyalizmin medya
sayesinde yarattığı olanaklar, Hiroşima ve Nagazaki'ye
atığı atom bombasının gücünden çok daha üstündür.
İnsanı öldürmekten, insanın ruhunu ve beynini
teslim almak çok daha avantajlıdır ve emperyalizm
bunu yapmıştır.
Bütün bu kuşatılmışlık karşısında bizim yaptığımız
nedir? Çoğu kez bunların gerçek anlamda karşısında
duracak mücadele yöntemleri değil... Sosyalizmin
zaten haklı olduğunu, haklı olduğu için de kazanmasının
kaçınılmaz olduğunu sadece 'saptayan' mantıklar
söz konusu. Bu, hiçbir şey için yeterli değil...
Sosyalizmin haklılığını ve doğruluğunu anlatmak,
anlatabilmek zorundayız. Herşeye yeniden başlıyoruz
bir anlamda. Ya da daha doğrusu, yeniden başlayabilmenin
koşullarını yaratmaya çalışıyoruz henüz... Bu
tartışmadan kaçanlar, kendi pratiklerinin yanlışlıkları
konusunda kendi içlerinde ve sol kesimlerde de
tartışmayı ve eleştiriyi yadsıyanlardır. Bütün
bu tutumlar, aynı çarpık, çarpıtılmış mantıkların,
değişik alanlardaki görüntüleridir.
Sosyalist hareketin prestijinin genel olarak yüksek
olduğu, etki alanının geniş olduğu dönemlerde,
bu tarz çarpık mantıkların sosyalizme ve o ülkenin
devrimci mücadelesine verdiği zararlar da sınırlı
olabilir. Fakat bugün sosyalist hareketin neredeyse
tecrit edilmiş olduğu, marjinalleştiği, yer yer
devlete bağlandığı koşullar içerisinde bu mantıklar
ve bu mantıklardan yola çıkan uygulamalar, çok
daha yıkıcı ve vahim sonuçlara yol açıyor. Devrimci,
sosyalist hareketlerin gelişmesinin ve güçlenmesinin
önünde çok ciddi engellerden biri olmayı ifade
ediyor.
Dışımızdaki insanların bizim iddialarımızı, pratiğimizi
ve varlığımızı nasıl algıladığı önemli bir kıstastır.
Halkın algılayışını; genel olarak durumu, devrimi,
sosyalizmi ve devrimci örgütleri nasıl değerlendirdiğini,
hangi nedenlerle araya nasıl bir mesafe koyduğunu
daha önceki yazılarımızda çözümlemiş ve bunların
aşılma yöntemleri üzerinde durmuştuk. Bunun yanısıra
bir de topyekun sol grupların ve çelişkilerin
ayırdına varabilen az sayıda insan için tek tek
çeşitli grupların ifade ettiği bir anlam vardır.
Bugün devrimciler genel olarak yenilgiyle özdeşleşleştirilmiş,
kendi içlerinde ve kendi dışlarındaki solculara
dahi şiddet kullanmakla ve kanla, başarısızlıkla,
salt ölümle tanımlanmıştır. Bunları aşmamız gerekiyor.
Adımlarımızın küçük de olsa sağlam, kalıcı ve
ileriye doğru yürünebileceğini kanıtlayan, farklılık
noktalarımızı, sosyalist kimliğimizi tanımlayan,
temiz bir geçmişten temiz bir geleceğe yürüyen
insanlar olduğumuzu belirleyen adımlar olması
gerekiyor.
Öte yandan, bu adımları atarken; yöntemlerimizin,
belki her zamankinden çok daha büyük bir titizlikle
seçilmiş ve uygulanmış; sağlam, sağlıklı, her
türlü şaibeden ve tartışmadan uzak, sosyalistlerin
"yeni insan, yeni dünya" şiarına uygun
bir farklılıkta olması gerekiyor. .
İnsanlığa, özellikle son yirmi yıldır içinde yaşadıkları
ve boğuldukları sisten ve pustan arınmış bir ışık
sunulması gerekiyor. Başlıbaşına bir ışık olunması
gerekiyor. Yapı'nın, yaşanılan dünyanın "yükselen
değerlerinin" ciddiyetiyle yadsındığını,
ortaya koyduğu özelliklerinde somutlaştırması
gerekiyor. Ve bu yadsımanın yerine konulacak değerlerin
sağlam, motive edici, anlatımcı umudunu vermesi
gerekiyor. Şimdi ilk hedefimiz; insanlığın yeniden
saygısı ve yeniden sempatisi... Ötesini yaratmak,
yeni süreçlerin taktik adımlarıdır.
Ne var ki, bu süreçte tekrarlayan ve gerektiği
gibi karşı durulmayan yanlışlar, kanıksama geleneklerimizin
de etkisiyle, giderek kendine meşru bir zemin
yaratıyor. Öykünmelerle ve kolay olanı seçme zaaflarıyla
başlayan çarpıklıklar, başka zaaflı anlayışlarla
buluşarak devrimci ortamı belirler hale geliyor.
Sol içi şiddet ve örgüt içi şiddet kavramlarının
bugün artık ülkemiz sol literatürüne yerleşmesi
örneğinde olduğu gibi...
Yaşanılan olumsuzluklar, sarmal bir biçimde daha
sonraki olumsuzlukların önünü açıyor. Sol yelpazede
yapılan yanlışlıkların öncelikle soldan tepki
görmesi, eleştiri alması gerekiyor. "Bu benim
iç sorunumdur, hesap vermem" anlayışının
yıkılması gerekiyor.
Hata ve suç kavramlarının çok iyi tartışılması
ve netleşmesi önemlidir. Hata yapmak kaçınılmazdır,
zorlu bir mücadelede şiddetli bir çatışmada (ki
durum, işlevler ne olursa olsun, objektif olarak
böyledir) hatalar yapılır, yapılabilir. Fakat
devrim adına, sosyalizm adına, savaş adına suç
işleme hakkı yoktur. Bu, ihanetin bir türü ve
tanımlanmadığı için de en tehlikeli türlerinden
biridir.
Davranış Bozuklukları
Ayrıca, saflarda ortaya çıkan, çıkabilecek olan
davranış bozukluktarı nelerdir, bunların düzeltilmesi
için ne gibi önlemler almak gerekir? Davranış
bozukluklarının düzeltilmesi için izlenecek eğitim
programlarının içeriği nasıl belirlenmelidir?
Bireysel durumların çözümlenmesi için tek tek
militanların ve örgütün üzerine düşen görevler
nelerdir? Hata nedir ve nerede suça dönüşür? Suçlara
karşı önlemler alınabilir mi, bu konuda da insan
tanıma yeteneğinin, yeterliliğinin ve eğitimin
rolü ve önemi nedir? Suçlara karşı hemen cezai
yöntemlere başvurmak gerekir mi, düzelticilik
nerede başlar, nerede biter?
Bütün bunlar ve benzer sorular, bir örgüt yaşamında
ciddiyetle sorulması ve yanıtların çok iyi kavranması,
içseleştirilmesi zorunlu sorulardır...
Bir psikoloji terimi olan davranış; "insanların
dış etkilere karşı gösterdikleri tepkiler",
olarak tanımlanıyor. Davranış bozuklukları derken,
çoğu kez hata ve suç nedeni sayılamayacak olan,
ama sosyalistlerin kimlik ve kişiliğine yakışmayacak,
sonuçları itibarıyla zarar verecek olan tutumlardan
sözediyoruz.
Sosyalistin, özellikle de böylesi bir geleneği
savunduğunu, artık onun bir parçası olduğunu iddia
eden insanların gerek arkadaşlarıyla ilişkilerinde
gerekse de toplumun diğer kesimleriyle girdiği
çeşitli ilişkiler içerisinde, herşeyden önce "örnek
bir insan" olarak görülmesi, tanınması gerekiyor.
Bu, hem bir kimlik sorunudur hem de bir görevdir.
Kimlik sorunudur; çünkü devrimci, geleceğin insanını,
"yeni insanı" bugünden temsil eden karakterdir.
Onun örnekleri olarak, değişimin simgeleri olarak
yaşayan insandır. İnsan davranışları hiçbir biçimde
düşünceden bağımsız değildir. Tam tersine doğduğumuz
andan itibaren beynimizde ve ruhumuzda biriktirdiklerimizin
dışa vurumu; davranışlarımızdır. Onların dile
getirilmesi, onların ifade ediliş tarzıdır.
Bilgi ve izlenimlerimiz, öğrenme niteliği kazandığı-kazanabildiği
ölçüde davranışlarımıza olumlu tarzda yansır.
Yaşadığımız çelişkiler, sıkıntılar ve sevinçler,
umutlar ve umutsuzluklar, korkular ve özlemler...
kısaca bütün duygularımızın dili de, davranışlarımızda.
Sosyalist, sadece eğitim çalışmalarında öğrenen
ve konuşan, tartışan; eylemliliklerde ve örgütsel
çalışmalarda görevlerini yapan, onun dışında sıradan
insanların davranış tarzları içinde bulunan insanlar
değildir. Böyle bir hakka sahip değillerdir. Eğer
böyle davranırlarsa, herşeyden önce, sosyalizm
adına "öğrendiklerine" ihanet etmiş
olacaktır. Dolayısıyla da örgütlerine, halklarına,
geleceğe...
Gerçek bir devrimcinin, yaşamını sosyalizmin teorisi
ve pratiği ile özdeşleştirmiş kişilerin, çeşitli
özelliklerde insanların bulunduğu ve devrimci
olduğunu gizlemek gereği duyduğu bir ortamda dahi,
orada bulunanlar tarafından çok kısa bir süre
içinde saygınlık kazandığına, "farklı bir
insan, özel bir insan, iyi bir insan" olarak
tanımlandığına şahit olmuşsunuzdur. Aynı şekilde,
halkımızın sağduyusu dediğimiz duygularıyla, kendini
devrimci olarak tanıttığı halde ve belki de 'görev'
için orada bulunduğu halde saygı ve sempati görmeyen,
nedeni sorulduğunda somut bir şey söylenemese
de "rahatsız edici" bulunan ve iyi niyetli
devrim sempatizanlarından en azından "ben
bunun devrimci olduğuna inanmıyorum" tepkileri
gelen örneklerle de karşılaşmışsınızdır.
İşte bütün bunlara yol açan durum, davranışlardır.
Sözgelimi; saygı görmek isteyen insanın, insana
saygı bilincinin ve doğallığının olması gerekir
ve bunu davranışlarıyla güzel bir biçmde ifade
edebilmelidir. Sevgiyi ifade tarzı son derece
çeşitlidir ve insan sevgisi ile dopdolu olan devrimcinin
sevgisini yalın, içten, sıcak ve seviyeli biçimlerde
yansıtabilmesi gerekir. İçtenlik, ölçülülük, girilen
ortamlara ve muhatap olunan insanların özelliklerine
göre yapaylığa yer vermeksizin tutturulması gereken
iletişim biçimi, insan ilişkilerinde belirleyicidir.
Ağırbaşlılık ve sıcaklık-içtenlik dengesini yakalayabilmek,
özverili, çalışkan, dinamik ve paylaşımcı davranışların
hiçbir yapaylığa kaçmadan sergilenebilmesi, konuşma,
sohbet ve tartışma konularının seçiminde özenli
davranılması, dürüst ve yalın olunabilmesi, karşıdaki
insana saygı gösterebilme özelliği, düşüncelerini
sade ve mümkün olduğunca ortamın özelliklerini
uygun anlatabilme bilinci, eleştiri ya da uyarı
yapma gereksiniminin doğduğu durumlarda bunların
büyük bir titizlikle ortaya konulması... Bütün
bunlar bir devrimcinin yaşam içinde, aslında yasalar
ve tüzüklerle saptanmayan davranış tarzlarıdır.
Onun, özel yaşam tüzüğüdür bir anlamda.
Yukarıda; devrimcinin davranış tarzlarında 'örnek
insan' olabilmesini, hem bir kimlik sorunu ve
hem de görev olarak belirledik. Evet, aynı zamanda
bir görevdir, çünkü devrimcinin kuracağı ve geliştireceği
ilişkilerin, ağırlıklı olarak ideolojiye, stratejiye
değil direkt olarak onun kimliğine, kişiliğine
bağlı olarak kurulabileceği ya da başarısız olacağı
bilinmektedir.
Toplumun çok özel kesimleri, özellikle devrimci
olmaya karar vermiş olan, bu yolda bir araştırmaya
girmiş olan daha bilinçli insanlar için ideoloji
ve tezler, politika yapış tarzı ve çalışma biçimleri
belirleyicidir. Onun dışında kalan büyük çoğunluk,
o düşüncenin somut ifadesi olarak karşısındaki
militanı görür ve buna bağlı olarak ilişkilerinin
gelişimini belirler. Eğer davranış tarzlarınızda
iticilik ve toplumun beklentilerinin tersine özellikleriniz
ağır basıyorsa, örgütünüzün ne yazdığı, ne söylediği,
kazandığı başarıların neler olduğu karşınızdaki
insanı ilgilendirmez.
En güzel teorileri kötü bir anlatım tarzı içinde
ortaya koyuyorsanız, karşınızdaki ile iletişim
bağlarını kesip atmışsınız demektir. Bu anlamda
da, militanın davranış tarzı özelliklerini düzeltmesi,
geliştirmesi ve güzelleştirmesi son derece önemli
bir görevdir. Özellikle devrimlerin henüz çok
somut başarılar kazanamamış olduğu ilk dönemlerde,
bu sorun çok daha yakıcı bir önem kazanır. İlerleyen
süreçlerde halk, devrimcinin genel karakterini
öğrenir ve "yanlış insanı" bizzat kendisi
ayıklar, tesbit eder, yanlış davranışlarını yargılar,
bunlardan devrim ve devrimciler aleyhinde genel
sonuçlar çıkarmaz.
Sonuç olarak bütün bu yaraları saracak olan, bizim
önce uzun bir süre büyük bir özen ve dikkatle,
vücudun ve kafanın tüm hücrelerinin yoğunlaşmış
anlarında, bir yayın geriye doğru gerilmesi sürecinde
olduğu gibi, kendimizi hazırlamamızdır. Kuşkusuz
pratiğin içinde... Ancak ve ancak böyle bir eğitim
sürecinden sonra ileriye doğru bizden fırlayacak
olan ok, hedefini bulabilecektir ve mutlaka bulacaktır...
Bu süreçlerimizde de tüzükler, bizlerin çalışma
ve disiplin kılavuzu olacak, kollektif uyumumuzun
sağlıklı ve güçlü olmasına hizmet edecektir. Fakat
bütün bunların gerçekleştirilmesi için tüzükler
yeterli midir? Kuşkusuz değil. Her konuda olduğu
gibi ona yaşam verecek, önümüze koyduğumuz tüzüğün
damarlarında kanın dolaşımını sağlayacak olanlar,
yine bizleriz. En yetkin, detaylı ve başarılı
sentezlerle oluşturulmuş tüzükler bile; yeteneksiz
ve devrimci dinamizmden, yaratıcılıktan yoksun
insanların ellerinde kolaylıkla sıradan birer
kağıt parçası haline dönüşebilir.
Lenin, tüzük tartışmalarıyla ilgili olarak ortaya
çıkan sorunları ele alışında, problemlerle ilgili
olarak parti merkezinin bilgilendirilmesinin hayatiyetine
işaret ediyor. "... Böylesine yararlı ve
zorunlu bir kesin örgütlenme biçimini hiçbir tüzük
yaratamaz; bu ancak ve ancak parti içi açıklıkla
yaratılabilir. Diktatörlük yönetimi altında ise,
parti merkezini, partide olup bitenlerden düzenli
olarak haberdar etmekten başka bir parti içi açıklık
aracımız ya da silahımız olamaz. Ve ancak biz
parti içi açıklığı geniş çapta uygulamasını öğrendikten
sonra, çeşitli örgütlerin işleyişi konusunda gerçekten
tecrübe sahibi olabilir; ancak yıllar boyunca
kazanılan böylesine kapsamlı bir tecrübeye dayanarak,
sadece kağıt üzerinde kalmayacak bir tüzük hazırlayabiliriz."
(Bir Yoldaşa Örgütsel Görevlerimiz Üzerine Mektup)
Lenin'in söz ettiği, çok net ve anlaşılır biçimde,
herşeyin herkes tarafından tartışılamayacağı ve
illegalitenin hakim olmasının zorunlu olduğu baskı
dönemlerinde -ki bizim gibi ülkeler için bu durum
kesintisiz bir süreçtir- örgütün aşağıdan yukarıya
bilgi akışı işlevinin yaşamsal önemidir. Rapor
sistemi dediğimiz bu işlerlik, hata ve suçların
karşılığını gerektiği gibi bulması konusunda da
son derece büyük önem taşımaktadır.
Dolayısıyla, tüzüğün gerektiği gibi yaşama geçirilmesinin
koşullarından biri eğitim, bir diğeri de rapor
sisteminin sağlıklı işlemesidir. Örgüt merkezinin
ve merkeze gitmesi gerekmeyen durumlarda da örgütün
yetkili kurumlarının doğru ve ayrıntılı bilgilendirilmesi,
ortaya çıkan problemlerin zamanında ve doğru biçimde
çözümü için son derece önemlidir.
Militan Sedef Gibi Olmalıdır
Sosyalist bir ihtilal örgütünün militanı, tıpkı
bir sedef gibi olmalıdır.
Onun gözlerine bakınca bütün dünyası, bütün çelişkileri
anlaşılabilmelidir. Tam bir açıklık ve dürüstlük
içinde kendini örgütüne, yoldaşlarına sunmayan
militan, mutlaka soru ve sorunlar taşıyacaktır,
yaşayacaktır. Sedef gibi olmayı başaran açıklıktaki
militan ise, bütün hata ve eksikliklerini aşmaya
aday, bunları aşacağının ilk ve en önemli sözleşmesini
yapmış, en büyük adımı atmış militan anlamına
gelir ve bu özelliğini yaşamı boyunca korumalıdır.
Militan, örgütüne karşı kendini bir sedef açıklığıyla
ortaya koyan, düşmanına karşı bir kör kuyu gibi
kapanan devrim insanıdır.
Düşman eline düşmeden önce, büyük bir titizlikle
yürüttüğü mücadelesi içinde düşmana devrimin,
örgütün ve yoldaşlarının deşifre edilmemesi için
kafasını ve yüreğini yoğunlaştıran, emeğini bu
yönde hiçbir şekilde esirgemeyen, gerektiğinde
bir cümlelik telefon konuşmasının yaratacağı zaafı
önlemek için on kilometrelerce yürüyen, gerektiğinde
birkaç yıllık yanlızlığa sabırla dayanan, gerektiğinde
en önlere fırlayarak birinci dereceden yaratıcı
olan, üretimde boşluk tanımayan ve sürekli örgütleyen,
örgütlenen insandır militan.
Düşmana dışarda ve içerde hiç bir şekilde ve hiçbir
yöntemle sır kaptırmayandır. Açığa çıktığı savunulan
ve düşünülen "sır"ları dahi yaşamı pahasına
reddedendir.
Mücadelesiyle bütünleşen ve özdeşleşendir. Ondan
başka bir yaşam tanımayan, onun geleceğinden başka
bir gelecek düşünmeyen, yaşamının her anını amaçlarının
görevleriyle doldurabilendir. Devrimin zorluklarından
ve ona yüklediği eziyetlerden ilham alabilen,
coşku kanalları açabilendir. Öğrenmek için kafasının
bütün hücreleri her an açık, öğretebilmek için
enerjisinin bütün ırmakları her an hızla akandır.
En zor, en ağır riskli görevleri bekleyen ve düşleyen,
ama bir derneğin, bir büronun tuvaletini temizlemekten,
bir yazıyı on kez yazmaktan ve bir insana aynı
şeyi yirmi kez anlatmaktan usanmayandır. Başarısızlıklar
karşısında umutzsuzluğa ve yılgınlığa düşmeyen,
bunlardan başarı dersleri çıkarmak için anında
ayağa dikilendir. Zor ve olanaksız süreçlerde
yaratan, daha fazla yaratan ve üretimden hiç bir
zaman kaçmayan kişidir.
En önemli görevleri en dar olanaklarla başarmanın
yollarını arayan ve bulandır. İstemeyen, verendir.
Düşmanı karşısında her zaman başı dik ve ödünsüz
olandır. Örgütü için sınırsız özverinin ve yaratıcılığın
kapılarını zorlayan ve açandır.
Yoldaşlarına karşı, hiçbir endişe ve sakınca görmeden
kendini olduğu gibi ortaya koyabilendir. Eleştiriler
karşısında içtenlikle beyninin ve ruhunun bütün
kapılarını açabilendir. Dönem dönem yaşadığı çelişkileri,
zorlanmaları dahi bütün açıklığıyla sergileyebilendir.
Tarihini bilen, kültürünü bilen ve sahip çıkan,
halkını iyi tanıyan ve ona güvenen, kendine ve
örgütüne inanan, sürprizlere her an hazır olan,
düşüncesiyle davranışı uyumlu, "özü sözü
bir", engeller karşısında tökezlemeyen, planlı
ve ilkeli, kollektivizmi ruhuna ve beynine kazımış
olan insandır.
Burada altını binlerce kez çizerek bir noktayı
daha belirtmek gerekir ki; kendini böylesine büyük
bir açıklık ve bir sedef içtenliğiyle ortaya koyan
yoldaşların durumunu, yaşadıkları sorun ve çelişkileri
kullanmaya kalkan, bunlardan onları yıpratıcı
sonuçlar çıkarmaya kalkan örgüt bireyleri ya da
birimleri, ağır suç işlemiş sayılmalıdırlar. Sorumlular
ya da sorumlu organlar, açıklık ve dürüstlüğü
aynı içtenlikte yanıtlamak zorunluğuna kesin bir
biçimde uymakla yükümlüdürler. Yoldaşlarının açıklığına
karşı çok daha somut ve yetkin açıklık, dürüstlük
kimlikleriyle onların karşılarına çıkmak zorundahrlar.
Yeni İnsan, Yeni Ülke, Yeni Dünya
Amaç budur, hedef budur, özlem budur, şafak budur
ve ZORUNLULUK budur...
Dünyayı değiştirmek için bireyden, kendimizden
başlamak zorundayız. Bizim dünyaya, bizim ülkemize
sunduklarımızı büyük bir bilinçle ele almak zorundayız.
Bütün bu global amaçlarımız için de yola eğitimden
başlayarak çıkmak zorundayız. Bir başka seçenek
yoktur. Bizlerin bilincinin ve aydınlanmasının
diğer insanlardan farkı, bizim bu işe yüreğimizi,
kişiliğimizi, yaşamımızı da katmamız; yani birer
militan olmamızdır.
Biz, geleneğimizden ve kültürümüzden, yaşam tarzımızdan
hareketle bu tür çözümlemelerimizde ve tanımlamalarınızda
kadro, yönetici vb terimler kullanmıyoruz. Mahir
bir militan'dı, Ulaş yoldaş, Cevahir, On'lar birer
militandı. Hazirancılar birer militandı. Militan
olmak, konumu ve yetkileri ne olursa olsun militan
kalmak bizim özümüzdür. Militanlığını kaybeden
bir devrimcinin bizlerin gözünde çok fazla bir
değeri yoktur.
Sonuç olarak ve bütün bunlardan yola çıkarak bizim
mücadelemiz; dünya ve ülke koşulları göz önüne
alınarak taktikler saptandığında; öncelikle yeni
insanı, yani yeni militanı yaratmaktır.
Zengin ve temiz geçmişinden kanını alan, bilincini
Marksizmin Leninizmin teorisiyle ören, coşkusunu,
dinamizmini ve enerjisini Kızıldere'den, Maltepe'den
alan, Sovyet barikatlarını Granma kadar iyi bilen
militanlar gerekiyor. 15-16 Haziranlarla Sivas
Katliamı'nın tarihsel örgüsünü bilince çıkaran,
Halepçe Katliamıyla Körfez Krizlerini birlikte
değerlendirebilen, yoldaşının davranış bozuklukları
karşısında gereken tavrı almakla örgütünü her
koşul ve zeminde gerektiğinde ölesiye savunmanın
ayırımında olan bilinçli ve aktif militanın varlığı
zorunludur...
Dünya çapındaki ahlaki çözülmeye karşı sosyalist
davranış tarzını yaşayan ve anlatabilen, savunan
ve ikna edici olabilen militan gerekiyor. Dünyadaki
ve ülkesindeki her yaprak kımıldanışının farkında
olan ve bunlar karşısında militanın aktivitesinin
gerekliliklerini örgütleyerek yaşama geçiren,
yaşama geçerilmesini sağlayan sosyalist eylemciler
gerekiyor. Örgütün anlayış ve ilkelerini iyi kavrayan
ama somut durumlar karşısında örgütünden direktif
beklemeden harekete geçen, harekete geçiren insan
gerekiyor.
Zor koşulları ve olanaksızlıkları şikayet konusu
yapmayan, bunları değiştirmenin ve olanakları
bizzat yaratmanın insanları gerekiyor. Çözümsüzlüklerde
çözüm unsuru olan, direnen, yaratan, üreten insan;
yani yeni insan gerekiyor.
Yeni ülke, yeni dünya, yeni insanın omuzlarında
yükselecektir.
Geçmişi yadsımayan, geçmişin doğruların ve yanlışlarının,
tarihe katkılarının ve eksikliklerinin bilincinde
olan ama geçmişin militanından daha dinamik olmanın,
daha da Özverili ve cesur olmanın başarılabildiği
çizgide, yarına sıçramanın barikatları aşılabilecektir.
(devam edecek)
|