Sosyalist Barikat Bütün
YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda |
|
|
|
|
Kızıldere
Bir Savaş Manifestosudur
|
1972'den bu yana, her 30 Mart, sınıf kinimizin yoğunlaştığı,
devrimci perspektifimizin zenginleştiği, Kürt ve
Türk halklarının kurtuluş mücadelesinin daha ileriye
taşınmasında önemli bir basamak olduğu, kısaca yolumuzu
aydınlattığı gündür...
1970'li yıllar, dünya ve ülke ölçeğinde bugünden
farklı yıllardır.
Emperyalist-kapitalist sistem, 2. Paylaşım Savaşı
sonrası yeryüzünün 1/3'de sosyalizm bayrağının dalgalanması
sonucu, coğrafi açıdan daralmış durumdadır. Ancak
bu "daralma" ABD önderliğinde yeniden
organize olması ve geri bıraktırılmış ülkelerde
yeni sömürgeciliğin geliştirilmesiyle aşılmak istenmiştir.
Bu açıdan bir yandan ABD önderliğinde emperyalist
kapitalist sistem ekonomik-siyasal-askeri açıdan
yeni politikalar üreterek, kendi iç örgütlülüğünü
sağlarken, diğer yandan sosyalizme ve hızla büyüyen
sınıfsal-ulusal hareketlere karşı yeni karşı-devrimci
engeller yaratmıştır. IMF'den, Dünya Bankası'na,
NATO'dan, "soğuk savaşın" tüm politik
manevralarına kadar tüm oluşumlar bu yönde konumlanmıştır.
Ancak her şeye karşın bu dönemde sosyalizm maddi
bir güce dönüşmüştür. Ekim Devrimi'nin Asya ve Doğu
Avrupa'ya yayılmasıyla oluşan dünya sosyalist blokunun
varlığı ortadan kaldırılamamıştır. Başta Vietnam
Devrimi'nin devrimci etkisiyle; Asya-Afrika-Latin
Amerika'da sınıfsal-ulusal kurtuluş mücadeleleri
yükselmiş emperyalist-kapitalist sisteme ciddi darbeler
vurmuştur.
İşte tam bu noktada, 1970'li yıllar aynı zamanda
emperyalist-kapitalist sistemin ciddi tarzda tıkandığı,
dünya çapında yeni bir bunalımın yaşandığı yıllardır.
Ülkemiz epmperyalizme bağımlı yeni sömürge bir ülkedir.
ABD önderliğinde geliştirilen yeni sömürgeciliğin
ilk uygulama alanlarından biridir ve bu çirkin,
iğrenç politika ülkemizin her alanına nüfus etmiştir.
Emperyalizme bağımlı, yukarıdan aşağıya, iç pazara
göre şekillenen kapitalizm 1970'lerde olgun bir
biçim almış, sistem ölçeğindeki bunalımın etkisiyle
tıkanıklık yaşamıştır.
Özetle; 1970'li yıllar emperyalist-kapitalist sistem
açısından olduğu kadar, sistemin bir parçası, zayıf
halkası komunuda olan ülkemiz açısından da krizin
yaşandığı yıllardır....
Türkiye devrimci hareketi 1920'lerden bu yana, olumlu
ve olumsuz yanlarıyla bir tarihsel süreci içerir.
Ancak, özellikle 1960 sonrası yeni bir aşamaya sıçradığı,
tüm toplumsal kesimleri etkilediği, işçi-köylü-öğrenci
hereketiyle somut bir olgu haline geldiği bir gerçektir.
Marksist-Leninist klasiklerin Türkçe'ye çevrilmesiyle,
'61 Anayasası'nın getirdiği nispi demokratik ortamında
etkisiyle, bir yandan sınıflar savaşımı sosyalist
kimliğe kavuşurken, diğer yandan, toprak işgallerinden,
grevlere; yürüyüşlerden, barikat savaşlarına; anti-emperyalist
karakter taşıyan 6. Filo'ya karşı yapılan eylemliliklere
kadar bir dizi mücadeleyle kitlesel bir karaktere
kavuşmuştur. 60-70 dönemi, bu açıdan kendiliğinden
sınıf bilincinin, dar çemberini zorlandığı, kendisi
için sınıf bilincinin şekillendiği yıllardır. Tam
bu noktada Türkiye Devrim tarihinde onurlu yerini
alan 15-16 Haziran işçi direnişi önemli bir aşamadır,
ciddi bir rol oynamıştır.
İşte hem bu dönemin bir ürünü, hem de bu dönemin
yaratıcısı; yani tarihin öznesi olurken, aynı zamanda
o tarihe renk veren, başta Mahir ÇAYAN, Deniz GEZMİŞ,
İbrahim KAYPAKKAYA'da ifadesini bulan devrimci gelenek
bu ortamda doğmuş, onun izlerini taşımış, devrim
tarihinde yeni bir sayfa açmışdır.
Bu döneme kadar, TKP'den alınan Kemalist kuyrukçu
gelenek, TİP'te ifadesini bulan pasifist parlementerist
anlayışlar, kendi gücüne güvenememe, dış güçlere
özellikle orduya bel bağlama, cuntacılık vb. egemendir.
Ancak bu dönem aynı zamanda doğru devrimci anlayışın
doğduğu, geliştiği ve politik bir niteliğe kavuştuğu,
kendi tarihini öz gücüyle yazmaya aday politik oluşumların
filizlendiği dönemdir.
Sınıflar mücadelesi tarihi şahittir; devrim dalgası
geliştikçe karşı devrimde buna paralel gelişir...
İki temel gündemde yoğunlaşan iki çelişki, yanı
dönemde çakışmıştır. Birincisi emperyalizme bağımlı
yeni sömürge ülkemizde egemen sınıflar ittifakı
olan oligarşinin iç çelişkileri; ikincisi ise, bu
gerici sınıfların bloku ile tüm emekçi sınıflar
arasındaki çelişki. İşte hem oligarştiçi iç çelişkileri
tekelci sermaye lehine çözmek, hem de yükselen halk
muhalefetini önlemek için 12 Mart askeri açık faşizmi
gündeme geldi. "Atatürkçü, reformist"
söylemlerle işbaşına gelen, Dünya Bankası destekli
Erim hükümeti, emperyalistlerin ve tekelci sermayenin
en gerici iktidarıdır...
Ancak her şeye rağmen, bu gerici faşist iktidar
kitlelerin bilincini yanıltmakta, hatta kimi kesimlerce
desteklenmektedir. Bu maskenin düşmesi, Erim hükümetinin
gerici faşist niteliğinin açığa çıkması, o dönemin
en önemli politik hedefidir. Ve elbette bu ancak
ve ancak Politikleşmiş Askeri Savaşı yoğunlaştırarak,
siyasi gerçeklerin açıklanmasıyla mümkündür. Başta
THKP-C olmak üzere, silahlı muhalefetin bunda temel
rol oynadığı açıktır. İşte o dönemden bu yana, her
şeye karşın THKP-C bir olgu olarak bugüne kadar
varlığını korumuşsa tam da bundan dolayıdır.
Kızıldere'ye kadar uzanan mücadele çizgisi, tam
da bu noktada sadece bir "direniş" değil,
M-L'nin ülkemiz gerçeğiyle örtüşmesidir. Politik-ideolojik
hattın devamı, Leninizmle bütünleşmiş bir isyandır,
manifestodur.
Kızıldere manifestosu yolumuzu aydınlatmaya devam
ediyor!
Kızıldere sadece Partimiz THKP-C'nin önder kadrolarının
katledildiği bir katliam değil, aynı zamada mücadele
içinde birlik şiarını geliştiren THKO önderlerinin
de katledilmesidir.
Bu tesadüf mü? Hayır. Mücadele birleştirir ve ayrıştırır.
'71 silahlı mücadelesi bir yandan reformizmle revizyonizmle
tam bir yol ayrımını sağlarken, aynı zamanda aynıları,
aynı saflarda buluşturmaktadır. Maltepe zindanlarında
atılan mücadele içinde birlik anlayışı Kızıldere'de
THKO önderleri Deniz, Yusuf, Hüseyin'in idamını
önleme mücadelesinde, ete kemiğe bürünmüştür. Bu
anlamda Kızıldere, Türkiye Devrimi'nin bir ihtiyacı
olan birlikte mücadele anlayışına da olumlu bir
örnektir, mirastır.
Miras korunacak ve yeni koşullarda geliştirilecektir!
Tarihte öyle dönemler vardır ki, adeta eski tüm
olgular, bakış açıları yıkılır, büyük alt üst oluşlarla
yeni olgular, bakış açıları yeniden yaratılır. 65-71
devrimci gençlik mücadelesi içinde filizlenen ve
1970 sonlarında yeni bir kimlikle partileşen THKP-C,
kendi öncesinin aşılması, yeninin yaratılması anlamını
taşımaktadır. Bu anlamda THKP-C'de ifadesini bulan
71 silahlı halk muhalefeti, 50 yıllık geleneksel
soldan devrimci kopuştur.
Her yeni doğal olarak, içinden çıktığı dönemin izlerini
taşır, ancak Marks'ın ifadesiyle "devrimcileşen
pratik"; yani sınıf savaşının doğruluğu bu
izleri "lekeleri" adım adım siler. Kuruluşundan
Kızıldere'ye kadar uzanan, THKP-C'de ifadesini bulan
"devrimcileşmiş partik" kısa zaman diliminde
bir dizi olumlu devrimci gelenek ve miras yaratmıştır.
Bu anlamda 71 silahlı mücadelesi, bu tarihsel süreç,
zıtların çatışmasının, sınıf mücadelesinin doruklarda
yaşandığı bir süreçtir.
Ve bu sürecin önemli bir momenti, adeta finali olan
Kızıldere, bir son değil, başlangıçtır. Politikleşmiş
Askeri mücadelenin ilk adımlarıdır, ilk sözleridir.
Bundan tam 26 yıl önce, Kızıldere'de adeta iki sınıf,
iki irade, devrim ve karşı-devrim, iyilik ve kötülük,
aydınlık ve karanlık, proletaryanın şahsında tüm
insanlık ve insana yabancı tüm iğrençlik zalimlik
savaşa tutuşmuştur.
Büyük tarihsel dönemeçler, çatışmalar, büyük sonuçlar
doğurur. Kızıldere; 71 silahlı mücadelesinin askeri
açıdan yenilgisi gibi, Küba devriminin temellerinin
atıldığı Moncado yenilgisi gibi tarihsel bir özelliğe
sahiptir.
Kızıldere'den ve sınıflar mücadelesinin her dönemecinden
dersler alınacak, tarihe sahip çıkılacak ve devrim
zaferle taçlandırılacaktır!
Kızıldere'den devraldığımız kurtuluş bayrağı ellerimizdedir.
Ancak bu bayrak yeni koşullarda, yeni sorunlarla
birlikte ellerimizde olduğu bir gerçektir. Kızıldere'den
bu yana bir tarihsel süreç yaşanmıştır. Ve bu tarihsel
süreç, Kızıldere'de yükseklere çıkartılan değerlerin,
iradenin, manifestonun anlamını azaltmamış, tam
tersine arttmıştır.
Her şeyden önce dünya konjektürü 1970'lerden farklıdır.
1970'lerde dünyanın 1/3'ü emperyalist kapitalist
sömürü dışındayken bugün aynı şey söylenemez. "Reel
sosyalizm"in çözülüşü 80 sonlarında yaşanmış,
emperyalist kapitalist sistem, startejik açıdan
değil ama taktik açıdan kısa süreli de olsa "başarı"
kazanmıştır. Bu süreç aynı zamanda 80 sonrası ulusal
kurtuluş mücadelelerinde, bu dalganın durgunlaşmasıyla
birlikte yaşanmıştır.
Ülkemizde, Türkiye devrimci hareketinin ikinci yenilgisi
anlamına gelen 12 Eylül yenilgisi, bir dizi olumsuzluğunda
zemini olmuş, yeni engeller yaratmıştır. İnsan,
toplum, toplumsal alışkanlıklar, toplumsal değerler
değişmiştir, yabancılaştırma diz boyudur.
Ancak her şeye rağmen bugün dünya ve ülke gericiliğinin
yarattığı saldırılara karşı dîrenilmiş, bu direniş
yeni bir yükselişin yolunu açmıştır. Tam da bu noktada,
bilimsel sosyalizm ekseninde dünya ve ülke gerçekleri
yeni devrimlere her zamankinden daha çok yakındır.
Emperyalist güçler tarafından pompalanan, yeni solcu,
yeni sosyal demokratlar tarafından binbir cila ile
piyasaya sürülen, "sosyalizm öldü" tezleri
koca bir yalandır. Tam tersi bugün kapitalizm startejik
açıdan büyük açmazlar yaşamakta, insanlığa açlık,
zulüm, sömürüyü pervasızca dayatmaktadır. Binbir
demogoji ile ileri sürülen "Yeni Dünya Düzeni"
sosyalizme ve anti-emperyalist güçlere karşı haçlı
seferi anlamını taşırken, aynı zamanda çıkar temelinde
kapitalist sistemin iç çelişkisinin yoğunlaşması
anlamına gelmektedir.
Devrim irade işidir; Leninizm iradeciliktir. Kızıldere
bu iradenin cisimleştiği bayraktır.
Bugün buna, devrimci iradeye çok ihtiyaç vardır!
Başta "reel sosyalizm"in çözüldüğü ülkelerde
olmak üzere, tüm dünyada bir yükseliş eğilimi, devrim
ve sosyalizme yeniden yönelme vardır. Milyonlar
sosyalizm için yeniden yürümekte, isyanla birlikte
adı anılan Latin Amerika'da gerilla, "Che'nin
ruhu dirildi" dedirttirerek ayağa kalkmaktadır.
(Tupac Amaru ve Zapatistalar buna örnektir.)
Dünyada bir düşüş yaşandığı dönemde, Ortadoğu'nun
en eski halkının yaşadığı Kürdistan'da, KUKM, adeta
yok sayılan bir halk, Kürt ulusunu ayağa kaldırmakta,
sadece Kürdistan açısından değil Türkiye devrimi
açısından da büyük bir moral değer yaratmaktadır.
Tüm iğrençliğine, sahteliğine ve terörüne rağmen
TC oligarşisi, Türkiye'de de büyük bir çıkmaz yaşamakta,
Gazi'den 1 Mayıs'a uzanan kitle hareketini engelleyememektedir.
Özce umutlu olmak için çok neden vardır. Umut ve
Kızıldere bugün birliktedir, yanyanadır. Kızıldere'nin
mirası ile umudu büyüteceğiz!
Kızıldere şehitlerine, On'lara, Mahirlere, Cihan'lara
söz verdik, onların özlemi olan; bağımsızlık, demokrasi
ve sosyalizm kavgasını yükselterek idealerini gerçekleştireceğiz.
Mahir ve yoldaşları oligarşinin burcuna dikmek için
Kızıldere'ye kadar şerefle taşıdıkları bayrağı,
sarp dolambaçlı yollardan ilerleyecek olan Adalılara
bıraktılar.
Bize devredilen bu şanlı bayrağı Adalılara yaraşır
bir şekilde oligarşinin burcuna dikeceğiz.
Devrimci mücadeleleri yolumuzu aydınlatıyor.
KURTULUŞA KADAR SAVAŞ! YA ÖZGÜR VATAN, YA ÖLÜM!
|
|
|
|
|
|
|
|