Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

M. Seyhan

tarihin, yaşamın ve geleceğin reddine karşı savaşıyoruz
tarihi, yaşamı ve geleceği savunuyoruz

Emperyalizmin 2. Bunalım Dönemi'de, sosyalizmin ilk büyük başarısı ve aynı zamanda Paris Komünü'nden sonraki ilk deneyimi olan SSCB pratiğinden esin, güç ve güven alan dünya devrimcileri; Halk Savaşı'nın teorisini ve pratiğini yaratmışlardır.
Halk savaşı stratejileriyle, emperyalizmin her açıdan çok daha güçlü olan kuşatmalarını kırmayı başarabilmişlerdir. Dünya halklarının birbirini izleyen zaferlerle bağımsızlıklarını ve kurtuluşlarını ilan etmeleri yolunda, insanlık tarihihinin ciddi atılımlarını gerçekleştirmişlerdir.
3. Bunalım Dönemi'nde de devrimciler; emperyalizmin karşısına, dönemin çelişkilerine ve özelliklerine uygun olarak saptadıkları ve yaşama geçirdikleri yenilenen taktiklerle çıkma başarısı gösterebildikleri için, yeni zaferlerle halkların ilerleyişine hizmet edebilmişlerdir.
Ne var ki; 80'li yılların sonlarında noktalanan reel sosyalizmin çöküşü ve çözülüşü, dünya devrimcilerini, özellikle de reel sosyalizmin sorunlarını göremeyenleri , büyük, acılarla dolu bir enkazın altında bırakmıştır. Reel sosyalist ülkelerin ardı ardına çözülmesi ve sistemin neredeyse topyekûn çökmesi, büyük bir gerileme dönemi başlatmıştır.
Bu noktada, sosyalizmin pratiğinin uzun yıllara yayılan zaaflarının, sosyalizmin teorisini de kemirmiş olduğunu saptamak gerekiyor. Çünkü sonuç ne olursa olsun, yenilginin objektif boyutları ne olursa olsun; güçlü ve haklı sosyalizm düşüncesinin, karşı saldırılara rağmen güçlü bir direnişi sağlayabilmesi gerekirdi.
Dolayısıyla, reel sosyalist sistemin çökmesi, kısa bir gerileme sürecine girilmesini değil; uzun süreli, yıpratıcı ve her açıdan geriletici bir döneme girilmesini getirdi. Aksi halde yenilginin sonuçları bu kadar ağır, bütün değerleri tahrip eden, çözülmeyi ve çürümeyi doğuran boyutlarda olmazdı.
Yenilgi, bir bozguna; tarihin, yaşamın ve geleceğin reddine ve çöküşe dönüşmezdi.
Ve işte bütün bunlardan dolayı da; bu dönemde savaşım yürüten sosyalistlerin emekleri ve mücadeleleri, sosyalizm yolunda yürütülen mücadeleler içerisinde çok büyük bir anlama ve öneme sahiptir.
Bizler şimdi sadece emperyalizme ve ülkelerimizin faşist, gerici yönetimlerine karşı savaşmıyoruz.
Bizler, tarihin, yaşamın ve geleceğin reddine karşı savaşıyoruz.
Tarihi, yaşamı ve geleceği savunuyoruz.
Öte yandan; sosyalizmin uzun yıllar sırtında taşıdığı ve onun adına var olanlarla birlikte topyekûn bütün sistemin çökmesine yol açan düşünsel zaaflar, yeniden toparlanma döneminin politika ve taktiklerine de yansımaktadır.
Yani, henüz bu büyük günahtan ellerimizi yıkayamamış durumdayız.
Onlardan arınamamış, onları sosyalistlerin yöntemleriyle gerektiği gibi reddederek, mahkum ederek, alternatif çözümlerini üreterek tarihin önüne çıkamamış durumdayız. Durduğumuz nokta, bu açıdan yaşamsal bir nokta...
Dünya düzeyindeki bütün ilişki ve çelişkilerin doğal bir parçası olan ülkemizde de sözkonusu zaaflar, kendi kültürümüzün özellikleriyle ve ülkemiz devrimci pratiğinin özel hata ve eksiklikleriyle, kendi yenilgilerimiz ve yanılgılarımızla katmerlenerek, derin bir biçimde yaşanmaktadır.
Bu arada; Sosyalizm mücadelesini, Kurtuluş ve Özgürlük Savaşı'nı yeniden yükseltmek adına gündeme getirilen girişimlerin bir çoğu, ne yazık ki bu şavaşın koşullarının ülkemizde biraz daha fazla zayıflamasına hizmet etmektedir. O halde bu girişimlerden vazgeçilmesi mi önerilmektedir? Kuşkusuz hayır! Tam tersine, yaşadığımız dönem, tarihimizin en fazla iradecilik ve yüksek atılımlar isteyen dönemlerinden biridir.
Ama yaşamsal sorun, bu iradenin kullanılma biçimlerindeki, atılımların taktiklerindeki ve politikaların yapılış tarzlarındaki yanılgılarının aşılmasında yatmaktadır. Bu noktada yüksek bir bilinç seviyesi, politik öngörü yeteneği, politika yapma tarzında gerçek bir sosyalist olabilme yeterlilği ve sınırsız bir samimiyet gerekiyor.
Çok iyi bilinmelidir ki; sosyalizmin yarı cahillerinin ve sosyalizm dışı kanallara kafası ve yüreği açık olan 'sosyalistlerin' sosyalizme verdiği zararlar, emperyalizmin sosyalizme verebildiği zararlardan çok daha fazladır.
Bu dönemde "tanrının bizi akılsız dostlarımızdan iyi koruması gerekiyor". Bizler, düşmanımızı biliyor ve ona göre mücadele ediyoruz, ama dostlarımızın durumu çok muhtelif, çok muğlak ve onlarla savaşım çok daha sancılı...
Emperyalizm, temelleri çürük olsa da, dünya halklarının karşısında, güçlü bir pozisyonda durmaktadır. Emperyalist kapitalist sistem, ideologlarının ve propagandistlerinin aksi yöndeki iddialarına rağmen, ciddi problemlere sahiptir. Ancak sosyalistler sistemin bu zayıflıklarını, onu yıkmak için bir olanak olarak yeterince değerlendirebilecek durumda bulunmadıklarından, sistem bu problemlerine rağmen varlığını sürdürmeyi, geçici çözümler üretmeyi, yaşadığı deneyimlerinden çıkardığı derslerle deliklerini kapatarak ömrünü uzatmayı başarmaktadır.
Kuşkusuz üretim ilişki ve çelişkileri, emperyalizmin yapısal zaafları ve dünya düzeyinde beliren yeni sorunlar, sistemi zorlamaktadır. Ama bütün bunların toplamı, sistemin güçlenen pozisyonunu yaşadığımız süreçte, onu ciddi şekilde sarsacak ve alternatifsizlik görünümünün yarattığı avantajları geriletebilecek özellikler taşımamaktadır.
Çürüme, bir bütün olarak dünyayı sarıp sarmalamış ve bundan emperyalizm de nasibini almış olsa da bu durum; dünya liderliğini şimdilik rakipsiz olarak elinde tutan güçlerin kısa vadeli sorunu değildir. Onlar, bilimin ve bu arada sosyalizmin mantığını ve argümanlarını da, kendi durumlarını güçlendirmek için, öğrenmeyi iyi öğrenmişlerdir.
Öğrenmeyi iyi öğrenen bir gücü, çok daha fazla ciddiye almak zorundayız.
ABD, yöntem ve taktik üretimi konusunu da, bir kapitalistin klasik mantığıyla ele almakta ve bu konuda üretimler yaparak yönetime sunan çeşitli rakip firmalar aracılığıyla, herhangi bir konuda aynı anda yüzlerce strateji seçeneği elde edebilmektedir. Bu seçenekleri sunanların hepsi, 'mesleğini' iyi bilen, iyi eğitilmiş, hatta eski reel sosyalist ülkelerden ithal ve ihya edilmiş düşünce elemanlarıdır. Bu kurumlara, düşünce depoları denmektedir ve bu stratejistlerin yaptıkları araştırmalar sonucunda ortaya koydukları veriler, oldukça ciddi adımların atılmasına yol açmaktadır.
Sözgelimi, bu şirketlerin öncülerinden biri olan ve daha 1946'da kurulan RAND, sadece silah geliştirme stratejilerinin perspektiflerini incelemek ve dünya çapındaki askeri dengelerin geleceği hakkında düşünce üretmek konusunda uzmanlaşmış bir şirkettir. Bunun gibi yüzlerce düşünce deposu, uzmanlaştıkları alanlarda dünyayı taramakta ve elde ettikleri verilerden çıkardıkları sonuçları, taktiksel tezler haline getirerek emperyalizmin hizmetine sunmaktadır.
Emperyalizm, körleşmeyi yeni sömürge ülke halkları için öngörmüştür. Kendisi, beynimizden geçen akımları dahi keşfetmek peşindedir. Ve bilginin ne denli önemli olduğunun keşfedilmesi sonucundadır ki; geri bıraktırılmış dünya halklarının kafalarına yönelik körleştirme, uyuşturma, esir alma, yozlaştırma türünden taktikler; ön plana çıkarılmıştır, bizler ibreyi tersine çevirene kadar da, başarıyla uygulanmaya devam edileceği görülmektedir.
O halde çözüm uyanmakta!
Uyanmakta, uyandırmaktadır.
Aydınlanmakta, aydınlatmaktadır.
Bir ışık olmakta. Bir ışık gibi yanmaktadır...
Emperyalizmin programlarından nasibini alan, tarihinin en güçlü yumruğunu yiyen boksör misali abandone olan ve henüz bu sersemlikten kurtulamamış eski reel sosyalist ülke halklarının problemlerinin yanısıra; geri bıraktırılmış ülkesinin kurtuluş mücadelesi içinde yer alan ya da bunu iddia eden devrimci sosyalistlerin de, sosyalizm dışı akımlardan etkilenmeleri, yazımızın başından beri ısrarla vurguladığımız temel sorunlarımızdandır.

Sosyalizm'in büyük yangınının
küllerini temizlemeliyiz

Öncelikle bu büyük problemimizi çözmek, bu sorunumuzu aşmak için köklü ve ciddi bir mücadele içine girilmesi zorunludur.
Sosyalizmin üstündeki, büyük yangından arta kalan külleri temizlemek, onu tekrar dünya halklarına kurtuluş sunan berrak ışık kaynağı haline dönüştürmek, temel görevimizdir.
Dünya halklarının tek alternatifi vardır: Sosyalizm!
Ve sosyalizmin alternatifi : Yine sosyalizmdir!!!
Yanlız, iyi bilinmelidir ki; güçlü düşmanla savaşabilmenin özellikle başlangıç noktaları, ancak ve ancak çok güçlü bilinçle örülebilir.
Bu bilimsel zorunluluğun da başka bir alternatifi yoktur. Düşmanın donanımının maddi yönü, tartışılamaz bir üstünlüğe sahiptir. Bizim üstünlüğümüzün tanımı ise çok açıktır ve bu tarihsel üstünlüğümüzü sosyalizm mücadelesi adına hoyratça kullananları, şiddetle mahkum etmeliyiz.
Biz tarihin çınarına can vermeye, gerektiğinde ve isteyerek, büyük bir coşkuyla canımızla can vermeye, onu yaşatmaya, onu yeşertmeye, büyütmeye çalışıyoruz. Yani doğal ve yaşamdan yana bir savaşımın içindeyiz.
Emperyalizm ise, bu soylu çınarı kesmeye çalışıyor, hayatı bitirmeye çalışıyor ve bütün olanaklarıyla; devasa medyanın, iletişimin, teknolojinin, maddi ve askeri gücünün olanaklarıyla bu yaşam çınarını kesmesinin haklılığını, gerekliliğini kitlelere empoze etmeye çalışıyor.
Hitap ettiği,varlıklar; bu çınarın dalları, yaprakları.
Bizler, onun bütün maddi üstünlüklerine rağmen, insanların kendi yaşamlarını, geleceklerini savunmalarını sağlama mücadelesi içindeyiz. Ve bu anlamda müthiş bir üstünlüğümüz var. Gerçekten, doğadan, güzelden, tarihin normal akışından, doğrudan yana olma avantajımız var. Ama bazılarının bütün bu üstünlükleri babalarının evinden getirdikleri çeyiz gibi sersemce kullanmaları, harap etmeleri, cidden büyük bir sorun teşkil ediyor.
Yoksul Vietnam'ın ve bir avuç içi kadar Küba'nın, ABD emperyalizmine attığı tokatların acısı hala dinmiş değildir. Ve sermayenin tükenişine kadar dinmesi de muhtemel değildir. Onlar bütün olanaklarıyla bu tür yeni tokatlar yemelerinin kapılarını kapatmaya çalışa dursunlar; bunun engellenmesi, yaşamın devam etmesinin engellenmesi kadar imkansızdır.
Yeter ki, bizler yanlışlarımızla, hatalarımız ve zaaflarımızla onlara hizmet etmeyelim. Onların ekmeğine yağ sürmeyelim. Mücadelemizin ve sosyalizmin kurdu olmayalım.
Yeni Vietnamların, yeni Kübaların yaratılması, işten bile değildir. Çünkü dünya gerçekten çok derin acılar içinde kıvranmaktadır ve çünkü dünyada oluşan çelişkiler, matematikçilerin tanımlayamayacağı derinliktedir. Ama eğer devrimin öncü güçleri; devrimin dinamiklerini, halklarının potansiyellerini doğru değerlendirebilirlerse...
Bu çınarın yaşaması için verilen mücadele ile bu ulu çınarın kesilmesi, yokedilmesi için verilen mücadele arasındaki ironik dengenin avantajlı, haklı, güçlü insanları olan bizlerin; bütün bu üstünlüklerimizi kullanmayı bilmemek gibi bir cehalet sorunumuz var ve bunu aşabildiğimiz, yanılgılarımızla savaşmayı öğrendiğimiz zaman; tarihin çarkı yeniden ileriye doğru dönmeye devam edecek.
Yaşadığımız süreçte tarihin çarkı durmuştur. Çünkü tarihin dinamikleri sukût halinde, çünkü tarihin potansiyeli çürümeye, körleşmeye mahkum edildi ve onun özgürlüğünü sağlamak zorunda olan güçler, kendi yanılgılarında çırpınıyor.
Sosyalistler bir anlamda gerçek yenilgiyi, yanılgıları dolayısıyla yaşadılar. Yanılgılarında körleştiler ve sonuçta yanılgılarıyla öylesine özdeşleştiler ki; bazı kesimler varlıklarını devam ettirebilmek için yanılgılarını devam ettirmek tutsaklığının zincirlerine hapsoldular.
Bu noktanın vahim özelliklerini , çarkını ve sonuçlarını düşünebiliyor musunuz...
Sosyalizim mücadelesinin de, zaferinin de, devrim sonrasının da özü; halktır...
Sosyalizm mücadelesi içinde güçlü bir bilinçle çıkılan yolun temel özelliği ve ona karakterini veren, onu rasyonel ya da reel kılan, onu başarıya ya da başarısızlığı götüren, onu sosyalist ya da başka bir şey yapan temel kriter; halkla buluşma özelliğidir.
Halkla buluşma kavramı yozlaştırılmamalı, revizyonist ya da pasifist teorilerin materyali haline gelmesine izin verilmemelidir.
Çok kritik ve her türlü kullanılmaya açık olan bu kavram ile ne söylemek istediğimiz bellidir. Sözgelimi, Mahirler halkla buluşmayı başarmıştır. O çok kısa ama çok hızlı ve başarılı tarihsel süreçleri içerisinde, halkın sempatisini ve güvenini kazanmayı başarmışlardır.
Halkla buluşmaktan kastımız, kuşkusuz Refah'ın 'büyük buluşması' ya da ÖDP'nin sözde amaçladığı, ama olanaksız olduğunu partiyi yönlendiren "danışmanlarının" da bildiği türden bir buluşma değlidir. Önemli olan, devrimin içinde bulunulan aşamasına ilişkin olarak öngörülen sempati, güven, destek ve sonra katılım ilişkisinin gerçek bir sosyalist ihtilal programına göre biçimlendirilebilmesidir.
Devrimlerde zafere doğru yürüyen yolu halk arşınlar. Dinamiti kimin ateşlediği, fitili kimin yaktığı önemli değildir. Birileri gerektiğinde gövdesiyle dinamit, yüreğiyle fitil olur, olmalıdır ve bu süreçten sonraki buluşmalarda; halk kendi tarihinin rotasını bulduğunu ve o rota üzerinde yürümeye başlayacağını, o rota üzerinde savaşmaya başlayacağını ilan eder.
Devrimin en önemli momentleridir bunlar ve biz bu momentleri çizgiyi aşmak, sınırı bulmak terimleriyle ifade ediyoruz. Tıpkı bugün Kürdistan halkının çizgiyi aşmış, sınırı geçmiş olmasında olduğu gibi... Bu noktadan sonra bu halkın artık öncü güç, fitil, dinamit sorunları kalmamıştır. Bizzat kendisi, kendi savaşımının fitili ve dinamiti haline gelmiştir. Bütün bu tarihsel boyutlar, içiçe geçmiş sarmal gerçekliklerdir. Halk savaşında bilinçle açılan yolun, savaşın somut gerçeklikleri içinde daha ileri taktiklerin ışıklarını bulduğu, kavuşulan her yeni ışığın savaşı bir adım daha ileri götürdüğü açıktır. Ve bu yol, gerçekten çok uzun ve zorlu bir yoldur.
Bu basit sözcüklerle ifade edilen tarihsel gerçeği, ülkemizin yaklaşık 30 yıllık silahlı devrim mücadelesi tarihi içinde sürekli dile getirdik. Halk savaşı uzun soluklu bir savaştır, dedik. Fakat yaşadığımız sürecin dünya, bölge ve ülke gerçeklikleri üzerinde yükselecek bir halk savaşının önümüzdeki dönemde, geçmişte düşünülenden çok daha uzun ve zorlu olacağını, herkesin çok iyi kavraması gerekiyor.
Bu önemli gerçeğimizin iyi ve doğru kavranılması, insanların kafasında oluşturacağı her türlü mücadele taktiğini ve hatta güncel yöntemi buna göre programlaması, hatta kendi kişiliğini, ruh ve düşünce dünyasını buna göre şekillendirmesi; ülkemiz kurtuluş mücadelesinin en önemli sorunlarından birinin çözümü olacaktır.
Bazı sol çevrelerde, "Türkiye'de çok ciddi patlamalar, çok ciddi ayaklanmalar olursa şaşırmayın" tarzında bir söylem, beklenti ve ajitasyon hakimdir. Devrimci sosyalistler olarak henüz yerine getiremediğimiz görevleri halka yıkmak ve ondan beklemek anlamlı değildir. Evet, Türkiye'de gerek kitlelerin yaşam koşulları, gerekse de çürümenin patlamış bir lağım gibi bütün insanların nefesini tıkaması anlamında; halkın isyan etmesinin ve sokakları, barikatları doldurmasının her türlü gerekçesi vardır.
Ama bunların yanısıra halkın içinde bulunduğu ruh halinin ve yaşanılan süreçteki politik özelliklerinin değerlendirilmesi zorunludur. Çünkü onun tavır alışını ya da almayışını, alamayışını bunlar belirler. Bunları açığa çıkarmak, halkın kendi yaşamını savunacak tepkilerini örgütlemek de; devrimin, sosyalizmin görevidir. Bu görevlerin gerektiği gibi gerçekleştirilmekte olduğunu hiçbirimiz savunamayız.
O halde halktan neyi, ne hakla bekliyoruz? Bu beklentiler bir türlü gerçekleşmediği zaman da Emin Çölaşanvari, "ne yapalım, biz yıllardır söyleyip duruyoruz ama bunlar anlamıyor. Sonuçta her halk layık olduğu gibi yönetilir ve layık olduğu gibi yaşar" mı diyeceğiz? Halktan her sabah ciddi patlamalar bekleyenler, kendileri de doğal olarak ve tanrının onlara bahşettiği hak anlamında "halkın öncüleri" oldukları için, aynı zamanda "iktidara yürüyoruz" sloganları atıyorlar.
Evet, "İktidara Yürüyoruz", slogan olarak söylenebilir. Yürüyüş, aynı görüşleri paylaşan, programını ve perspektiflerini oluşturmuş, mücadeleye kararlı insanların harekete geçtikleri ilk andan itibaren iktidara yürüme tavrının başlamış olduğu bir uzun maratondur. Ama sözettiğimiz görüşlerin sahibi olanlar, sözlerine bu anlamları yüklemiyorlar. Onların yüklediği anlam, beklentileriyle sınırlıdır.
Bu yürüyüşün henüz çok başında olunduğunun, çok uzun ve zorlu bir maratonun ilk etaplarının yeniden ve yeniden koşulmakta olduğunun bilincinden uzak bir ajitasyon söylemidir. Sadece bir ajitasyon söylemi olarak ve kendi çevrelerini motive etmekle sınırlı kalsa amenna. Ama bir süre sonra bunlara kendileri de inanmaya başladılar ve taktiklerini, gündemlerini bu mantığa göre biçimlendirme yoluna girdiler.
Hiç kimsenin devrimcilerin bilincini çarpıtmaya, insanları yanıltmaya hakkı yoktur. Halk, devrim isteği bilincine uzaktır henüz. Bu aşamada görevimiz, öncelikle halkta devrim isteğini uyandırmak, devrimcilere yönelik güven ve sempatiyi yeniden yaratmak, ağır ve katlanılamaz durumlarının ancak ve ancak devrimle değişme şansının olduğu gerçeğiyle tanışmalarını sağlamaktır.
Egemenlerin egemenliklerini sürdürebilmelerinin en önemli aktivitelerinden biri, kitlelerin bilincini bulandırmaktır. Böylelikle onların yaşam koşullarına rağmen isyan etmemelerini, edememelerini sağlar; yaşadıkları ağır sömürü ve baskıyı açıklamak için onlara sanal gerekçeler sunarlar. Ya da kitleleri, bütün bunları hiç düşünemez, kendi yaşamlarına ilişkin yorum dahi yapamaz hale getirirler. Ve bu durumdan yararlanarak düzenlerini sürdürürler.
Susurluk kazasından sonra yaşanılanları hatırlayınız. Lağımın bir yerden çatladığını ve pisliğin halkın önüne saçıldığını gören devlet, ortamı manipüle ederek istediği sonucu almıştır. "Temiz toplum, aydınlık, devletin içindeki birkaç şahıs ve bir kaç çeteye karşı savaş" diyerek ellerini yıkamıştır. Özel savaş mekanizması ve MGK, istediği anda, istediği ortamı yaratabiliyor, süreci istediği yöne sürüklüyor. Ve bizler bu ivmenin değiştirilmesi yolunda henüz gerektiği gibi irade koyamıyoruz. Evet, bir kriz durumu var ama bu krizin devrimci bir kriz haline dönüşebilmesini sağlayabilmiş değiliz. Ülkeyi gebe bir kadına benzetirsek, embriyon oluşmuştur. Dokuz ay on günlük doğum süreci de yaşanmaktadır ve aslında çoktan bitmiştir. Fakat ebe ya da doktor bulunamadığından, ebe ya da doktorlar görevlerini gerektiği gibi yapamadıklarından dolayı, embriyon içeride çürümüştür. Doğum bir türlü gerçekleşemediği için, çürüme yaşanıyor.
Öte yandan, burjuvazinin de balyozu vurup sorunları kendisi için çözüme kavuşturabilecek durumu yok. Kendi saflarını düzenleyebilecek ve pozisyonunu güçlendirebilecek olanaklara sahip değil. Bu atılımı yapamıyor. Ciddi problemleri var. Kendi içinde çelişkileri, çatışmaları var. İç çatışmalarının şiddeti, tarafların tümünün ve sonuçta bir bütün olarak düzenlerinin çürümesi sonuçlarını doğuruyor. Söz gelimi, Refah-DYP Koalisyonunun tutulduğu ağır ve yoğun bombordımanın şarapnel parçaları, sonuçta hepsini yaraladı, parlementoyu soluksuz bıraktı ve son günlerde "kurumlarımızı yıpratmayalım" kampanyası tekrar yükseltildi.
Bu süreçte Emperyalizm tarafından Türkiye'ye Kafkaslar'da ve Ortadoğu'da yeni ve önemli roller verilmek isteniyor. Ülke bu anlamda önemli yükümlülüklerin altına sokuyor. Bu alanlardaki ihtiyaçların Türkiye üzerinden sağlanılması tarzında bir gündem var. Fakat Türkiye'nin bu rolü oynaması için, daha istikrarlı bir görüntü çizebilmesi gerekiyor. Emperyalistler de bunu istiyor. Bu doğrultuda Kürt sorununun bir biçimde çözüme kavuşturulmasını ve gerekiyorsa bazı ödünlerin verilmesini masaya yatırıyorlar. Solun etki alanı, gücü ve manevra kabiliyeti, bütün bu sorunlar ve olasılıklar yumağından halklar için ileri adımlar anlamına gelecek sonuçlar çıkarmaktan uzak. Sosyalist cepheden, gerçekleştirilmek istenenler açısından gücünü, avantajlarını ve dezavantajlarını iyi saptayanlar, bu süreçten herşeye rağmen kazanımlarla çıkabileceklerdir. Bu kazanımlar şimdilik çok ileri adımlar anlamına gelmese ve nesnellik boyutları sınırlı olsa da...
Hızlı ve günü, hatta sürecin öne çıkmış bazı şahıslarını ve onların konumlarını kurtarmak, korumak adına kısa vadeli kazanımların peşinde koşularak halk savaşı stratejisinin zemininin zayıflatılması, bizleri daha fazla geciktirmekten başka bir şeye hizmet etmemektedir, etmez...
Hayallerin, özlemlerin savaşını ve zaferini değil; tarihsel koşulların ve verilerin üzerinde yükselteceğimiz bir savaşı sürdüreceğiz. Eğer onu; başarılı taktiklerimizle, uzun ve yıpratıcı olmasına karşın çok güçlü kılacağımız direnişlerimizle, sabır ve hırsla, soğukkanlılık ve yüksek devrimci ateşle, insanoğlunun düşleyebileceği en büyük devrimci hedeflerle ama o ölçüde büyük bir mütevazilikle, altı boş bir buz tabakasının üzerinde sallanarak değil, üstünde çok fazla bir şey gözükmeyen bir aysberge sağlam basarak sürdürebilirsek; kazanırız.
Ve kazanacağız.....
Bundan kimsenin kuşkusu olmamalı.
Bilinci taşıyan unsurlar, sağlam bir inancı ve
özgüveni de taşımalı.
Ve bu üç yaşamsal su pınarını, ülkenin
bütün damarlarına akıtmalı.
Sabırla, yılmadan...
Ömrüne yoldaşlarının ömürlerini katarak.
Enerjisini tarihimizin temiz
yaşanmışlıklarından alarak.
İhtiyaç duyduğu herşeyi, bu kirletilmesine
izin verilmemiş deniz içinde bularak.
Bu denizin enginliğinin ve berraklığının
özgüveni, coşkusu ve enerjisi ile...
(bitti)


 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92