tarihin, yaşamın ve geleceğin reddine karşı
savaşıyoruz
tarihi, yaşamı ve geleceği savunuyoruz
Emperyalizmin 2. Bunalım Dönemi'de, sosyalizmin
ilk büyük başarısı ve aynı zamanda Paris Komünü'nden
sonraki ilk deneyimi olan SSCB pratiğinden esin,
güç ve güven alan dünya devrimcileri; Halk Savaşı'nın
teorisini ve pratiğini yaratmışlardır.
Halk savaşı stratejileriyle, emperyalizmin her
açıdan çok daha güçlü olan kuşatmalarını kırmayı
başarabilmişlerdir. Dünya halklarının birbirini
izleyen zaferlerle bağımsızlıklarını ve kurtuluşlarını
ilan etmeleri yolunda, insanlık tarihihinin ciddi
atılımlarını gerçekleştirmişlerdir.
3. Bunalım Dönemi'nde de devrimciler; emperyalizmin
karşısına, dönemin çelişkilerine ve özelliklerine
uygun olarak saptadıkları ve yaşama geçirdikleri
yenilenen taktiklerle çıkma başarısı gösterebildikleri
için, yeni zaferlerle halkların ilerleyişine hizmet
edebilmişlerdir.
Ne var ki; 80'li yılların sonlarında noktalanan
reel sosyalizmin çöküşü ve çözülüşü, dünya devrimcilerini,
özellikle de reel sosyalizmin sorunlarını göremeyenleri
, büyük, acılarla dolu bir enkazın altında bırakmıştır.
Reel sosyalist ülkelerin ardı ardına çözülmesi
ve sistemin neredeyse topyekûn çökmesi, büyük
bir gerileme dönemi başlatmıştır.
Bu noktada, sosyalizmin pratiğinin uzun yıllara
yayılan zaaflarının, sosyalizmin teorisini de
kemirmiş olduğunu saptamak gerekiyor. Çünkü sonuç
ne olursa olsun, yenilginin objektif boyutları
ne olursa olsun; güçlü ve haklı sosyalizm düşüncesinin,
karşı saldırılara rağmen güçlü bir direnişi sağlayabilmesi
gerekirdi.
Dolayısıyla, reel sosyalist sistemin çökmesi,
kısa bir gerileme sürecine girilmesini değil;
uzun süreli, yıpratıcı ve her açıdan geriletici
bir döneme girilmesini getirdi. Aksi halde yenilginin
sonuçları bu kadar ağır, bütün değerleri tahrip
eden, çözülmeyi ve çürümeyi doğuran boyutlarda
olmazdı.
Yenilgi, bir bozguna; tarihin, yaşamın ve geleceğin
reddine ve çöküşe dönüşmezdi.
Ve işte bütün bunlardan dolayı da; bu dönemde
savaşım yürüten sosyalistlerin emekleri ve mücadeleleri,
sosyalizm yolunda yürütülen mücadeleler içerisinde
çok büyük bir anlama ve öneme sahiptir.
Bizler şimdi sadece emperyalizme ve ülkelerimizin
faşist, gerici yönetimlerine karşı savaşmıyoruz.
Bizler, tarihin, yaşamın ve geleceğin reddine
karşı savaşıyoruz.
Tarihi, yaşamı ve geleceği savunuyoruz.
Öte yandan; sosyalizmin uzun yıllar sırtında taşıdığı
ve onun adına var olanlarla birlikte topyekûn
bütün sistemin çökmesine yol açan düşünsel zaaflar,
yeniden toparlanma döneminin politika ve taktiklerine
de yansımaktadır.
Yani, henüz bu büyük günahtan ellerimizi yıkayamamış
durumdayız.
Onlardan arınamamış, onları sosyalistlerin yöntemleriyle
gerektiği gibi reddederek, mahkum ederek, alternatif
çözümlerini üreterek tarihin önüne çıkamamış durumdayız.
Durduğumuz nokta, bu açıdan yaşamsal bir nokta...
Dünya düzeyindeki bütün ilişki ve çelişkilerin
doğal bir parçası olan ülkemizde de sözkonusu
zaaflar, kendi kültürümüzün özellikleriyle ve
ülkemiz devrimci pratiğinin özel hata ve eksiklikleriyle,
kendi yenilgilerimiz ve yanılgılarımızla katmerlenerek,
derin bir biçimde yaşanmaktadır.
Bu arada; Sosyalizm mücadelesini, Kurtuluş ve
Özgürlük Savaşı'nı yeniden yükseltmek adına gündeme
getirilen girişimlerin bir çoğu, ne yazık ki bu
şavaşın koşullarının ülkemizde biraz daha fazla
zayıflamasına hizmet etmektedir. O halde bu girişimlerden
vazgeçilmesi mi önerilmektedir? Kuşkusuz hayır!
Tam tersine, yaşadığımız dönem, tarihimizin en
fazla iradecilik ve yüksek atılımlar isteyen dönemlerinden
biridir.
Ama yaşamsal sorun, bu iradenin kullanılma biçimlerindeki,
atılımların taktiklerindeki ve politikaların yapılış
tarzlarındaki yanılgılarının aşılmasında yatmaktadır.
Bu noktada yüksek bir bilinç seviyesi, politik
öngörü yeteneği, politika yapma tarzında gerçek
bir sosyalist olabilme yeterlilği ve sınırsız
bir samimiyet gerekiyor.
Çok iyi bilinmelidir ki; sosyalizmin yarı cahillerinin
ve sosyalizm dışı kanallara kafası ve yüreği açık
olan 'sosyalistlerin' sosyalizme verdiği zararlar,
emperyalizmin sosyalizme verebildiği zararlardan
çok daha fazladır.
Bu dönemde "tanrının bizi akılsız dostlarımızdan
iyi koruması gerekiyor". Bizler, düşmanımızı
biliyor ve ona göre mücadele ediyoruz, ama dostlarımızın
durumu çok muhtelif, çok muğlak ve onlarla savaşım
çok daha sancılı...
Emperyalizm, temelleri çürük olsa da, dünya halklarının
karşısında, güçlü bir pozisyonda durmaktadır.
Emperyalist kapitalist sistem, ideologlarının
ve propagandistlerinin aksi yöndeki iddialarına
rağmen, ciddi problemlere sahiptir. Ancak sosyalistler
sistemin bu zayıflıklarını, onu yıkmak için bir
olanak olarak yeterince değerlendirebilecek durumda
bulunmadıklarından, sistem bu problemlerine rağmen
varlığını sürdürmeyi, geçici çözümler üretmeyi,
yaşadığı deneyimlerinden çıkardığı derslerle deliklerini
kapatarak ömrünü uzatmayı başarmaktadır.
Kuşkusuz üretim ilişki ve çelişkileri, emperyalizmin
yapısal zaafları ve dünya düzeyinde beliren yeni
sorunlar, sistemi zorlamaktadır. Ama bütün bunların
toplamı, sistemin güçlenen pozisyonunu yaşadığımız
süreçte, onu ciddi şekilde sarsacak ve alternatifsizlik
görünümünün yarattığı avantajları geriletebilecek
özellikler taşımamaktadır.
Çürüme, bir bütün olarak dünyayı sarıp sarmalamış
ve bundan emperyalizm de nasibini almış olsa da
bu durum; dünya liderliğini şimdilik rakipsiz
olarak elinde tutan güçlerin kısa vadeli sorunu
değildir. Onlar, bilimin ve bu arada sosyalizmin
mantığını ve argümanlarını da, kendi durumlarını
güçlendirmek için, öğrenmeyi iyi öğrenmişlerdir.
Öğrenmeyi iyi öğrenen bir gücü, çok daha fazla
ciddiye almak zorundayız.
ABD, yöntem ve taktik üretimi konusunu da, bir
kapitalistin klasik mantığıyla ele almakta ve
bu konuda üretimler yaparak yönetime sunan çeşitli
rakip firmalar aracılığıyla, herhangi bir konuda
aynı anda yüzlerce strateji seçeneği elde edebilmektedir.
Bu seçenekleri sunanların hepsi, 'mesleğini' iyi
bilen, iyi eğitilmiş, hatta eski reel sosyalist
ülkelerden ithal ve ihya edilmiş düşünce elemanlarıdır.
Bu kurumlara, düşünce depoları denmektedir ve
bu stratejistlerin yaptıkları araştırmalar sonucunda
ortaya koydukları veriler, oldukça ciddi adımların
atılmasına yol açmaktadır.
Sözgelimi, bu şirketlerin öncülerinden biri olan
ve daha 1946'da kurulan RAND, sadece silah geliştirme
stratejilerinin perspektiflerini incelemek ve
dünya çapındaki askeri dengelerin geleceği hakkında
düşünce üretmek konusunda uzmanlaşmış bir şirkettir.
Bunun gibi yüzlerce düşünce deposu, uzmanlaştıkları
alanlarda dünyayı taramakta ve elde ettikleri
verilerden çıkardıkları sonuçları, taktiksel tezler
haline getirerek emperyalizmin hizmetine sunmaktadır.
Emperyalizm, körleşmeyi yeni sömürge ülke halkları
için öngörmüştür. Kendisi, beynimizden geçen akımları
dahi keşfetmek peşindedir. Ve bilginin ne denli
önemli olduğunun keşfedilmesi sonucundadır ki;
geri bıraktırılmış dünya halklarının kafalarına
yönelik körleştirme, uyuşturma, esir alma, yozlaştırma
türünden taktikler; ön plana çıkarılmıştır, bizler
ibreyi tersine çevirene kadar da, başarıyla uygulanmaya
devam edileceği görülmektedir.
O halde çözüm uyanmakta!
Uyanmakta, uyandırmaktadır.
Aydınlanmakta, aydınlatmaktadır.
Bir ışık olmakta. Bir ışık gibi yanmaktadır...
Emperyalizmin programlarından nasibini alan, tarihinin
en güçlü yumruğunu yiyen boksör misali abandone
olan ve henüz bu sersemlikten kurtulamamış eski
reel sosyalist ülke halklarının problemlerinin
yanısıra; geri bıraktırılmış ülkesinin kurtuluş
mücadelesi içinde yer alan ya da bunu iddia eden
devrimci sosyalistlerin de, sosyalizm dışı akımlardan
etkilenmeleri, yazımızın başından beri ısrarla
vurguladığımız temel sorunlarımızdandır.
Sosyalizm'in büyük yangınının
küllerini temizlemeliyiz
Öncelikle bu büyük problemimizi çözmek, bu sorunumuzu
aşmak için köklü ve ciddi bir mücadele içine girilmesi
zorunludur.
Sosyalizmin üstündeki, büyük yangından arta kalan
külleri temizlemek, onu tekrar dünya halklarına
kurtuluş sunan berrak ışık kaynağı haline dönüştürmek,
temel görevimizdir.
Dünya halklarının tek alternatifi vardır: Sosyalizm!
Ve sosyalizmin alternatifi : Yine sosyalizmdir!!!
Yanlız, iyi bilinmelidir ki; güçlü düşmanla savaşabilmenin
özellikle başlangıç noktaları, ancak ve ancak
çok güçlü bilinçle örülebilir.
Bu bilimsel zorunluluğun da başka bir alternatifi
yoktur. Düşmanın donanımının maddi yönü, tartışılamaz
bir üstünlüğe sahiptir. Bizim üstünlüğümüzün tanımı
ise çok açıktır ve bu tarihsel üstünlüğümüzü sosyalizm
mücadelesi adına hoyratça kullananları, şiddetle
mahkum etmeliyiz.
Biz tarihin çınarına can vermeye, gerektiğinde
ve isteyerek, büyük bir coşkuyla canımızla can
vermeye, onu yaşatmaya, onu yeşertmeye, büyütmeye
çalışıyoruz. Yani doğal ve yaşamdan yana bir savaşımın
içindeyiz.
Emperyalizm ise, bu soylu çınarı kesmeye çalışıyor,
hayatı bitirmeye çalışıyor ve bütün olanaklarıyla;
devasa medyanın, iletişimin, teknolojinin, maddi
ve askeri gücünün olanaklarıyla bu yaşam çınarını
kesmesinin haklılığını, gerekliliğini kitlelere
empoze etmeye çalışıyor.
Hitap ettiği,varlıklar; bu çınarın dalları, yaprakları.
Bizler, onun bütün maddi üstünlüklerine rağmen,
insanların kendi yaşamlarını, geleceklerini savunmalarını
sağlama mücadelesi içindeyiz. Ve bu anlamda müthiş
bir üstünlüğümüz var. Gerçekten, doğadan, güzelden,
tarihin normal akışından, doğrudan yana olma avantajımız
var. Ama bazılarının bütün bu üstünlükleri babalarının
evinden getirdikleri çeyiz gibi sersemce kullanmaları,
harap etmeleri, cidden büyük bir sorun teşkil
ediyor.
Yoksul Vietnam'ın ve bir avuç içi kadar Küba'nın,
ABD emperyalizmine attığı tokatların acısı hala
dinmiş değildir. Ve sermayenin tükenişine kadar
dinmesi de muhtemel değildir. Onlar bütün olanaklarıyla
bu tür yeni tokatlar yemelerinin kapılarını kapatmaya
çalışa dursunlar; bunun engellenmesi, yaşamın
devam etmesinin engellenmesi kadar imkansızdır.
Yeter ki, bizler yanlışlarımızla, hatalarımız
ve zaaflarımızla onlara hizmet etmeyelim. Onların
ekmeğine yağ sürmeyelim. Mücadelemizin ve sosyalizmin
kurdu olmayalım.
Yeni Vietnamların, yeni Kübaların yaratılması,
işten bile değildir. Çünkü dünya gerçekten çok
derin acılar içinde kıvranmaktadır ve çünkü dünyada
oluşan çelişkiler, matematikçilerin tanımlayamayacağı
derinliktedir. Ama eğer devrimin öncü güçleri;
devrimin dinamiklerini, halklarının potansiyellerini
doğru değerlendirebilirlerse...
Bu çınarın yaşaması için verilen mücadele ile
bu ulu çınarın kesilmesi, yokedilmesi için verilen
mücadele arasındaki ironik dengenin avantajlı,
haklı, güçlü insanları olan bizlerin; bütün bu
üstünlüklerimizi kullanmayı bilmemek gibi bir
cehalet sorunumuz var ve bunu aşabildiğimiz, yanılgılarımızla
savaşmayı öğrendiğimiz zaman; tarihin çarkı yeniden
ileriye doğru dönmeye devam edecek.
Yaşadığımız süreçte tarihin çarkı durmuştur. Çünkü
tarihin dinamikleri sukût halinde, çünkü tarihin
potansiyeli çürümeye, körleşmeye mahkum edildi
ve onun özgürlüğünü sağlamak zorunda olan güçler,
kendi yanılgılarında çırpınıyor.
Sosyalistler bir anlamda gerçek yenilgiyi, yanılgıları
dolayısıyla yaşadılar. Yanılgılarında körleştiler
ve sonuçta yanılgılarıyla öylesine özdeşleştiler
ki; bazı kesimler varlıklarını devam ettirebilmek
için yanılgılarını devam ettirmek tutsaklığının
zincirlerine hapsoldular.
Bu noktanın vahim özelliklerini , çarkını ve sonuçlarını
düşünebiliyor musunuz...
Sosyalizim mücadelesinin de, zaferinin de, devrim
sonrasının da özü; halktır...
Sosyalizm mücadelesi içinde güçlü bir bilinçle
çıkılan yolun temel özelliği ve ona karakterini
veren, onu rasyonel ya da reel kılan, onu başarıya
ya da başarısızlığı götüren, onu sosyalist ya
da başka bir şey yapan temel kriter; halkla buluşma
özelliğidir.
Halkla buluşma kavramı yozlaştırılmamalı, revizyonist
ya da pasifist teorilerin materyali haline gelmesine
izin verilmemelidir.
Çok kritik ve her türlü kullanılmaya açık olan
bu kavram ile ne söylemek istediğimiz bellidir.
Sözgelimi, Mahirler halkla buluşmayı başarmıştır.
O çok kısa ama çok hızlı ve başarılı tarihsel
süreçleri içerisinde, halkın sempatisini ve güvenini
kazanmayı başarmışlardır.
Halkla buluşmaktan kastımız, kuşkusuz Refah'ın
'büyük buluşması' ya da ÖDP'nin sözde amaçladığı,
ama olanaksız olduğunu partiyi yönlendiren "danışmanlarının"
da bildiği türden bir buluşma değlidir. Önemli
olan, devrimin içinde bulunulan aşamasına ilişkin
olarak öngörülen sempati, güven, destek ve sonra
katılım ilişkisinin gerçek bir sosyalist ihtilal
programına göre biçimlendirilebilmesidir.
Devrimlerde zafere doğru yürüyen yolu halk arşınlar.
Dinamiti kimin ateşlediği, fitili kimin yaktığı
önemli değildir. Birileri gerektiğinde gövdesiyle
dinamit, yüreğiyle fitil olur, olmalıdır ve bu
süreçten sonraki buluşmalarda; halk kendi tarihinin
rotasını bulduğunu ve o rota üzerinde yürümeye
başlayacağını, o rota üzerinde savaşmaya başlayacağını
ilan eder.
Devrimin en önemli momentleridir bunlar ve biz
bu momentleri çizgiyi aşmak, sınırı bulmak terimleriyle
ifade ediyoruz. Tıpkı bugün Kürdistan halkının
çizgiyi aşmış, sınırı geçmiş olmasında olduğu
gibi... Bu noktadan sonra bu halkın artık öncü
güç, fitil, dinamit sorunları kalmamıştır. Bizzat
kendisi, kendi savaşımının fitili ve dinamiti
haline gelmiştir. Bütün bu tarihsel boyutlar,
içiçe geçmiş sarmal gerçekliklerdir. Halk savaşında
bilinçle açılan yolun, savaşın somut gerçeklikleri
içinde daha ileri taktiklerin ışıklarını bulduğu,
kavuşulan her yeni ışığın savaşı bir adım daha
ileri götürdüğü açıktır. Ve bu yol, gerçekten
çok uzun ve zorlu bir yoldur.
Bu basit sözcüklerle ifade edilen tarihsel gerçeği,
ülkemizin yaklaşık 30 yıllık silahlı devrim mücadelesi
tarihi içinde sürekli dile getirdik. Halk savaşı
uzun soluklu bir savaştır, dedik. Fakat yaşadığımız
sürecin dünya, bölge ve ülke gerçeklikleri üzerinde
yükselecek bir halk savaşının önümüzdeki dönemde,
geçmişte düşünülenden çok daha uzun ve zorlu olacağını,
herkesin çok iyi kavraması gerekiyor.
Bu önemli gerçeğimizin iyi ve doğru kavranılması,
insanların kafasında oluşturacağı her türlü mücadele
taktiğini ve hatta güncel yöntemi buna göre programlaması,
hatta kendi kişiliğini, ruh ve düşünce dünyasını
buna göre şekillendirmesi; ülkemiz kurtuluş mücadelesinin
en önemli sorunlarından birinin çözümü olacaktır.
Bazı sol çevrelerde, "Türkiye'de çok ciddi
patlamalar, çok ciddi ayaklanmalar olursa şaşırmayın"
tarzında bir söylem, beklenti ve ajitasyon hakimdir.
Devrimci sosyalistler olarak henüz yerine getiremediğimiz
görevleri halka yıkmak ve ondan beklemek anlamlı
değildir. Evet, Türkiye'de gerek kitlelerin yaşam
koşulları, gerekse de çürümenin patlamış bir lağım
gibi bütün insanların nefesini tıkaması anlamında;
halkın isyan etmesinin ve sokakları, barikatları
doldurmasının her türlü gerekçesi vardır.
Ama bunların yanısıra halkın içinde bulunduğu
ruh halinin ve yaşanılan süreçteki politik özelliklerinin
değerlendirilmesi zorunludur. Çünkü onun tavır
alışını ya da almayışını, alamayışını bunlar belirler.
Bunları açığa çıkarmak, halkın kendi yaşamını
savunacak tepkilerini örgütlemek de; devrimin,
sosyalizmin görevidir. Bu görevlerin gerektiği
gibi gerçekleştirilmekte olduğunu hiçbirimiz savunamayız.
O halde halktan neyi, ne hakla bekliyoruz? Bu
beklentiler bir türlü gerçekleşmediği zaman da
Emin Çölaşanvari, "ne yapalım, biz yıllardır
söyleyip duruyoruz ama bunlar anlamıyor. Sonuçta
her halk layık olduğu gibi yönetilir ve layık
olduğu gibi yaşar" mı diyeceğiz? Halktan
her sabah ciddi patlamalar bekleyenler, kendileri
de doğal olarak ve tanrının onlara bahşettiği
hak anlamında "halkın öncüleri" oldukları
için, aynı zamanda "iktidara yürüyoruz"
sloganları atıyorlar.
Evet, "İktidara Yürüyoruz", slogan olarak
söylenebilir. Yürüyüş, aynı görüşleri paylaşan,
programını ve perspektiflerini oluşturmuş, mücadeleye
kararlı insanların harekete geçtikleri ilk andan
itibaren iktidara yürüme tavrının başlamış olduğu
bir uzun maratondur. Ama sözettiğimiz görüşlerin
sahibi olanlar, sözlerine bu anlamları yüklemiyorlar.
Onların yüklediği anlam, beklentileriyle sınırlıdır.
Bu yürüyüşün henüz çok başında olunduğunun, çok
uzun ve zorlu bir maratonun ilk etaplarının yeniden
ve yeniden koşulmakta olduğunun bilincinden uzak
bir ajitasyon söylemidir. Sadece bir ajitasyon
söylemi olarak ve kendi çevrelerini motive etmekle
sınırlı kalsa amenna. Ama bir süre sonra bunlara
kendileri de inanmaya başladılar ve taktiklerini,
gündemlerini bu mantığa göre biçimlendirme yoluna
girdiler.
Hiç kimsenin devrimcilerin bilincini çarpıtmaya,
insanları yanıltmaya hakkı yoktur. Halk, devrim
isteği bilincine uzaktır henüz. Bu aşamada görevimiz,
öncelikle halkta devrim isteğini uyandırmak, devrimcilere
yönelik güven ve sempatiyi yeniden yaratmak, ağır
ve katlanılamaz durumlarının ancak ve ancak devrimle
değişme şansının olduğu gerçeğiyle tanışmalarını
sağlamaktır.
Egemenlerin egemenliklerini sürdürebilmelerinin
en önemli aktivitelerinden biri, kitlelerin bilincini
bulandırmaktır. Böylelikle onların yaşam koşullarına
rağmen isyan etmemelerini, edememelerini sağlar;
yaşadıkları ağır sömürü ve baskıyı açıklamak için
onlara sanal gerekçeler sunarlar. Ya da kitleleri,
bütün bunları hiç düşünemez, kendi yaşamlarına
ilişkin yorum dahi yapamaz hale getirirler. Ve
bu durumdan yararlanarak düzenlerini sürdürürler.
Susurluk kazasından sonra yaşanılanları hatırlayınız.
Lağımın bir yerden çatladığını ve pisliğin halkın
önüne saçıldığını gören devlet, ortamı manipüle
ederek istediği sonucu almıştır. "Temiz toplum,
aydınlık, devletin içindeki birkaç şahıs ve bir
kaç çeteye karşı savaş" diyerek ellerini
yıkamıştır. Özel savaş mekanizması ve MGK, istediği
anda, istediği ortamı yaratabiliyor, süreci istediği
yöne sürüklüyor. Ve bizler bu ivmenin değiştirilmesi
yolunda henüz gerektiği gibi irade koyamıyoruz.
Evet, bir kriz durumu var ama bu krizin devrimci
bir kriz haline dönüşebilmesini sağlayabilmiş
değiliz. Ülkeyi gebe bir kadına benzetirsek, embriyon
oluşmuştur. Dokuz ay on günlük doğum süreci de
yaşanmaktadır ve aslında çoktan bitmiştir. Fakat
ebe ya da doktor bulunamadığından, ebe ya da doktorlar
görevlerini gerektiği gibi yapamadıklarından dolayı,
embriyon içeride çürümüştür. Doğum bir türlü gerçekleşemediği
için, çürüme yaşanıyor.
Öte yandan, burjuvazinin de balyozu vurup sorunları
kendisi için çözüme kavuşturabilecek durumu yok.
Kendi saflarını düzenleyebilecek ve pozisyonunu
güçlendirebilecek olanaklara sahip değil. Bu atılımı
yapamıyor. Ciddi problemleri var. Kendi içinde
çelişkileri, çatışmaları var. İç çatışmalarının
şiddeti, tarafların tümünün ve sonuçta bir bütün
olarak düzenlerinin çürümesi sonuçlarını doğuruyor.
Söz gelimi, Refah-DYP Koalisyonunun tutulduğu
ağır ve yoğun bombordımanın şarapnel parçaları,
sonuçta hepsini yaraladı, parlementoyu soluksuz
bıraktı ve son günlerde "kurumlarımızı yıpratmayalım"
kampanyası tekrar yükseltildi.
Bu süreçte Emperyalizm tarafından Türkiye'ye Kafkaslar'da
ve Ortadoğu'da yeni ve önemli roller verilmek
isteniyor. Ülke bu anlamda önemli yükümlülüklerin
altına sokuyor. Bu alanlardaki ihtiyaçların Türkiye
üzerinden sağlanılması tarzında bir gündem var.
Fakat Türkiye'nin bu rolü oynaması için, daha
istikrarlı bir görüntü çizebilmesi gerekiyor.
Emperyalistler de bunu istiyor. Bu doğrultuda
Kürt sorununun bir biçimde çözüme kavuşturulmasını
ve gerekiyorsa bazı ödünlerin verilmesini masaya
yatırıyorlar. Solun etki alanı, gücü ve manevra
kabiliyeti, bütün bu sorunlar ve olasılıklar yumağından
halklar için ileri adımlar anlamına gelecek sonuçlar
çıkarmaktan uzak. Sosyalist cepheden, gerçekleştirilmek
istenenler açısından gücünü, avantajlarını ve
dezavantajlarını iyi saptayanlar, bu süreçten
herşeye rağmen kazanımlarla çıkabileceklerdir.
Bu kazanımlar şimdilik çok ileri adımlar anlamına
gelmese ve nesnellik boyutları sınırlı olsa da...
Hızlı ve günü, hatta sürecin öne çıkmış bazı şahıslarını
ve onların konumlarını kurtarmak, korumak adına
kısa vadeli kazanımların peşinde koşularak halk
savaşı stratejisinin zemininin zayıflatılması,
bizleri daha fazla geciktirmekten başka bir şeye
hizmet etmemektedir, etmez...
Hayallerin, özlemlerin savaşını ve zaferini değil;
tarihsel koşulların ve verilerin üzerinde yükselteceğimiz
bir savaşı sürdüreceğiz. Eğer onu; başarılı taktiklerimizle,
uzun ve yıpratıcı olmasına karşın çok güçlü kılacağımız
direnişlerimizle, sabır ve hırsla, soğukkanlılık
ve yüksek devrimci ateşle, insanoğlunun düşleyebileceği
en büyük devrimci hedeflerle ama o ölçüde büyük
bir mütevazilikle, altı boş bir buz tabakasının
üzerinde sallanarak değil, üstünde çok fazla bir
şey gözükmeyen bir aysberge sağlam basarak sürdürebilirsek;
kazanırız.
Ve kazanacağız.....
Bundan kimsenin kuşkusu olmamalı.
Bilinci taşıyan unsurlar, sağlam bir inancı ve
özgüveni de taşımalı.
Ve bu üç yaşamsal su pınarını, ülkenin
bütün damarlarına akıtmalı.
Sabırla, yılmadan...
Ömrüne yoldaşlarının ömürlerini katarak.
Enerjisini tarihimizin temiz
yaşanmışlıklarından alarak.
İhtiyaç duyduğu herşeyi, bu kirletilmesine
izin verilmemiş deniz içinde bularak.
Bu denizin enginliğinin ve berraklığının
özgüveni, coşkusu ve enerjisi ile...
(bitti)
|