Güneydoğu Asya'da, Tayland'da başlayıp Malezya,
Endonezya ve Filipinleri saran ve Güney Kore'ye
sıçrayan mali kriz, Uluslararası finans çevrelerinde
gündemin en önemli maddesi olarak tartışılıyor.
BM raporlarına göre 29 Bunalımı'na eşdeğer bir
sürece gidildiğinin işaretleri olan konjonktürde,
çeşitli "önlemler" de alınmaya başlandı.
Panik öyle bir yayıldı ki; çaresizlik, sistemin
tepesindekileri bilinen itiraflara zorladı. Artık
kimse Fukuyama'nın "Tarihin Sonu ve Son İnsan"
kitabından bahsetmiyor. Konuşulan, kapitalizmin
yalın gerçeği...
Özel mülkiyet ilişkilerinin para piyasalarında
ortaya çıkardığı krizler, bugüne kadar yapılan
bütün verimlilik tartışmalarının zaaflarını ve
ufuksuzluklarını ortaya koydu. Ve artık, "Toplam
Kalite", "Kalite Çemberi", "Toyota
Ruhu" olarak adlandırılan, sınıf çelişkilerini
"mezara gömen" yeni emek süreçlerini
örgütlemelerinin üstünlüklerinden kimse söz etmiyor.
Hong Kong'da yapılan Dünya Bankası, Uluslararası
Para Fonu yarı yıl toplantısında Dünya Bankası
Başkanı James Wolfensohn: "Bir saatli bomba
ile yaşadığımızı kabul etmemiz gerekir. Şimdi
gerekli önlemleri almadığmız takdirde, saatli
bomba çocuklarımızın yüzüne patlayabilir"
diyerek, asıl olarak toplantının, geleceği olmayan
kapitalizmin globalleşmesinin gerçek yüzünü ortaya
koyduğunu göstermiştir.
Globalleşme; dünyada üç milyar insanın günde iki
dolarla, 1,3 milyar insanın da günde bir dolardan
daha az para ile yaşamasından -yaşayamamasından-
başka bir şey değildir. "Yeni Dünya Düzeni"
nde ilan edilen liberalizmin evrensel sistem olduğu
ve nihai barışı gerçekleştirdiği tezlerine karşın,
yaşamın acımasızlığı ile gerçeği ifade etmek zorunda
kalıyorlar: "Ekonomİk umut olmadan, barış
olmaz."
Türkçeye tercüme edersek; "bir gün varoşlardan
kopup gelecekler ve gırtlağımızı kesecekler"
söyleminin altında yatan, aynı ruh haline neden
olan gerçeklerdir.
Globalleşmenin, sermayenin hareketindeki yayılma
ve yer değiştirme hızından başka bir şey olmadığını,
Güneydoğu Asya'da patlayan kriz ortaya koydu.
Yeni sömürge ülkelerde bölgesel gelişmişlik düzeylerine
bağlı olarak ve mali piyasalara eklemlenerek değer
transferinin hızlandırılması, aynı zamanda krizlerin
de birbirine daha hızlı bağlanmasını ve birbirlerini
yüksek hızla izlemesini doğurdu. Bu ülkelerde
yeni kurulan mali piyasalar, spekülatif transferlere
zemin hazırladı. Dolayısıyla, var olan borsa spekülasyonları
ile değer çekmek, yatırım yaparak sermayenin geri
dönmesini sağlamak ve onun üzerinden kar transferi,
çok daha kolay ve zahmetsizdir.
Sermayenin uluslararası tekellerden dünya tekellerine
doğru bir eğilim içine girmesi, uluslararası tekellerin
birleşerek Dünya Tekeli konumuna yükselmeleri,
sınırlar ile sermayenin hareket serbestliği üzerindeki
çelişkileri de yoğunlaştırmaktadır.
Bilgisayar tekelleri ilk adımları atmışlar, otomobil
tekelleri ve petrol tekelleri de aynı rotaya girmişlerdir.
Sermayenin dünyasal merkezileşmesi; uçurumun büyümesini,
verimli bölge-verimsiz bölge ayrımına yönelinmesini
de beraberinde getirmiştir. Riskli bölgeler verimsiz
ise terkedilmiş, riskli ama verimli bölgelerde
ise istikrarsızlık körüklenerek müdahale olanakları
yaratılmaya çalışılmıştır. Bu anlamda Irak, Bosna,
Somali, Orta Afrika gibi bir kaç deneme girişimi
de olmuştur.
Kara paranın ve spekülasyonun tüm ekonomileri
sarması, kapitalizmin sistem olarak yapısıl kirliliğinin
arka planını göstermeye başlamıştır. Benzer süreçleri
yaşayan Türkiye de; Bolivyalı İçişleri Bakanı'nın
ülkesindeki terörün sorumlularını - Klaus Barbie,
(Nazi savaş suçlusu), Stefano Delle Chiaie (1973'te
Şili'de, 1979'da Salvador'da Franko, döneminde
İspanya ölüm mangalarını örgütlüyor), Pierre Luigi
Paglia (İtalya'da tren istasyonu bombalamaktan
sorumlu) - açıklamasından sonra ortaya dökülmüş
olan kirliliği, Abdullah Çatlı ve benzer bir kaç
kişiye yıkma gayreti içine içine girilmiştir.
Hürriyet yazarı Enis Berberoğlu, "Susurluk
şehidi Abdullah Çatlı ve yol arkadaşları aslında
bir avuç insan değil mi?" sorusunu soruyor.
Ama yıllardan beri de terörün "dış kaynaklı"
olmadığını bilmeyen kalmadı bu ülkede... Dünyada
CIA ve Pentagon faşizm ihraç merkezleri olarak
çalışıyorlar. Emperyalizmin ihraç ettiği sadece
sermaye değildir. Emperyalizm, yapısı ve varoluş
gerekliliği olarak, siyasal sistemlerini de beraberinde
getiriyor. Yani ekonomik tekelleşme ile siyasal
tekelleşme, birbirine bağlı olarak gelişip serpiliyorlar.
Çatlı'nın, Dünya Anti-Komünist Örgütler Toplantısı'nda
bulunmasını bir şeylere gerekçe göstermek, artık
saklanamayan bir gerçeğin; herkesi zan altında
bırakacak kadar gözlerimizin içine girmesindedir.
Sorun, emperyalist dünya ile girilen ilişkilerin
tamamıdır. Sisteme Kontgerilla Cumhuriyeti denmesinin,
bu ilişkilerle birebir bağlantısı vardır.
Ayrıca bu topraklarda devlet geleneği, katletme
ve kaybetme geleneği deşilmeden, bu tavrı ve alışkanlığı
uluslararası deneylerle sentezleyen bu günü anlamak
zorlaşır. İttihat ve Terakki'den, muhaliflere
ve hristiyan halklara karşı kurulan Teşkilat-ı
Mahsusa'dan akıp gelen; "cumhuriyet"i
kuran kadroların da Mustafa Suphi'leri boğmak,
Çerkez Ethem'i tasfiye etmek, Ali Şükrü'leri katletmek
gibi suçlarla içinde yerini aldığı bu katliamcı
gelenek; daha sonraki süreçlerde de kendi sisteminin
temsilcisi olan 30'a yakın bakan ve milletvekili
asmıştır. Bu coğrafyada ve ona yakın olan her
yerde, halkların başında demoklesin kılıcı, sürekli
sallanmaktadır.
Bu güne kadar "sessiz kalanlar", suçu
dış mihraklara atarak aklanmaya ve yeniden yapılanmanın
dayanaklarını oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bu
güne kadar sosyalistler için öne sürülen "dış
mihrak" gerçekliğinin kendileri için geçerli
olduğu; artık iyice anlaşılmıştır, su yüzüne çıkmıştır.
Onları yaşatan sistemin kökleri, gerçekten dışarıdadır.
Onların kökleri, IMF ve Dünya Bankası'nda, Pentagon'da,
Panama'daki kontr-gerilla merkezindedir. Bu gerçeklerin
saklanamaz hale gelmesi, onları dehşete düşürüyor
ve paniklemelerine neden oluyor.
Borsa krizleri ve kara para krizleri, birbirlerine
nispet yaparcasına devlet şiddetinin artması ile
birlikte dünyanın gündemine giriyor. Karapara
aklama merkezleri çalkalanıyor. "Temiz Siyaset",
"Temiz Toplum" kavramları, yapay ve
göstermelik bir şekilde burjuva devletlerin gündem
maddelerini işgal ediyor. Her yerde devlet kaynaklı
terör organizasyonları birbiri ardına deşifre
oluyor, en azından deşifre edilmiş gösteriliyor.
Çürüme bünyeyi sarıyor. Belçika'da 'Sübyancı Çete'nin
ardından devletin çıkması, onbinlerce insanı psikokologlara
koşturuyor. "Sisteme güvenen" insanlar,
kendinden şüphe etmeye başlıyorlar. Kapitalizm
çürüyor, tel tel dökülüyor, ama sürecin insanını
da çürütüyor.
Ancak vurucu ve tamamlayıcı güçler, yoğun bir
demoralizasyon döneminden yeni yeni çıkmaya başlıyorlar.
Orta Afrika'daki zincirleme gelişmeler, Ortadoğu'da
Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi'nin yürüttüğü
savaş, yeni alanlar açmıştır.
Yeni olmayan köhnemiş yeni sömürgeciliğe karşı,
yeni olan bir yaşamı isteme cesareti gösterip
kavgayı yükseltiyorlar.
Henüz başındayız.
"Bugünkü kavgada yenilsek bile,
yarınki kavgada, yine biz varız"
dizeleri ; eski yaşanmışlıklarda geleceğe ve yeniye
ilişkin öngörü ve vurgusu ile,
insanlığın bitimsiz umudunu muştuluyor.
Unutmayalım ki; komünist hareket uluslararası
bir harekettir ve "globalleşen" dünyada;
istesek te istemesek te her eylem; -MRTA'nın Lima'da
Japon elçiliğini basması- ya da her kitlesel silahlı
çıkış; 'Meksika'da Zapatistaların tavrı- ya da
Ortadoğu'da PKK'nın Ulusal Kurtuluş Savaşı - ;
bütün emperyalistleri politika ve tavır almaya
yönelten işlevlere sahiptir.
Nesnel olanın öznel olan güce dönüştürülmesi,
atılacak adımların ciddiyetine bağlıdır.
Krizin Asya Kaplanları'nda patlak vermesi, "mucizelerin"
ve "modellerin" gerçek niteliğini göstemektedir.
Ama artık karanlığın bekçileri de onların icraatları
ile teşhir olmaktadırlar.
Gelecek umudu büyük bir karşı saldırı ile törpülenen
insanlık, kapitalizmin vahşiliği karşısında yeniden
ve yeniden aydınlığın yoluna düşecektir ve düşüyor.
Dünden çok daha umutluyuz, dünden çok daha ısrarcıyız.
Zorlu ve mücadele dolu günlere doğru, bütün kiri
pası temlizlemek için, leş kargalarının insanlığın
üzerinde dolaşmalarına artık dur demek için; verilecek
tüm yerel mücadelelerin, uluslararası karakterini
kavrayarak, yürüyüş hızımızı arttırmalıyız.
Sosyalizm hareketinden akıp gelen birikimi, bu
günün mücadelesinin kaldıracı yapacak sosyalist
nitelikli bir politik-askeri hareketin yeniden
yükseltilmesi için, enerjimizi yoğunlaştırmalı,
duruşumuzu güçlendirmeliyiz.
İdeolojik, teorik, politik ve pratik bir süreci,
yeryüzünde eleştiriden muaf hiçbirşeyin olamayacağı
bilinci ile eleştirerek, devrimci bir pratik içinde
yürüyerek tartışmanın yolunu izlemeliyiz.
Nesnel ve öznel gerçekliğin doğru bilgisiyle donanmış
iradenin önünde hiç bir gücün duramayacağını,
devrimci hareketler tarihi yeterince göstermiştir.
|