'Farklı' deneyler,
'farklı' vurgular
Burjuvazi tarafından "Tarihin Sonu"
olarak adlandırılan bir dönemin içinden geçmekteyiz.
Burjuvazinin bu tanıma yüklediği anlamın bütün
yönleriyle çok iyi kavranması gerekmektedir. Bilinmektedir
ki, yine aynı tarihsel süreç; insanlığın en görkemli
atılımlarının somut deneyimlere dönüşmesine tanıklık
etmiştir.
Şimdi ise insanlık, sosyalizmin ve devrimin yeniden
tarihin dinamiği haline gelmesi ve devrim-ütopya
ilişkisinin yeniden nesnelleşmesi mücadelesi içine
girmiştir. Bu yolun, insanlığın yürüdüğü en zorlu
yollardan biri olacağı kesindir. Bu müthiş zorluğun
bütün verileri mevcuttur.
Fakat bu yolun sonundaki kazanımların da o denli
büyük ve önemli olacağı, kalıcı olacağı açıktır.
Dolayısıyla, burjuvazinin "Tarihin Sonu"
tanımlamasının; aslında TARİHİN BAŞLANGICI , TARİHİN
YENİDEN YAPILANIŞI olacağı da görülmelidir.
Bu durumda insanlığın görevi; süreci sosyalist
eksenli bir SAVAŞIMIN belirlemesini gerçekleştirmektir.
Komünist hareketin ilk klasiklerinden olan Komünist
Manifesto'da (Marks-Engels) devrim; özel mülkiyet
düzeninden köklü bir kopuş olarak tanımlanmıştır.
Devrim, Toplumsal ilişkilerin temel alanı olan
ekonomik altyapı ile, bunun fonksiyonu olanak
beliren fakat zaman zaman ondan bağımsızlaşan
üstyapısal alanın tüm bileşenlerinden kopuş olarak
görülmüştür. Daha net ifade edersek, Devrim; artı
değer ekseninde devlet, çekirdek ata-erkil aile,
din, hukuk, tımarhane, hapishane, ıslahevi, genelev,
kışla, huzurevleri ve okullar sisteminden köklü
bir kopuşu ve başkalaşmayı ifade eder.
Ne var ki, sadece bunlardan kopmak yetmiyor. Kopmak,
sorunu ortaya koyuyor. Çözüm yolu ise başka bir
açıdan devrimi tanımlamaktadır: "Komünist
devrim, özünde bir örgütlenme ve disiplin sorunudur."
(Gramci) Çok daha can alıcı ve yoğunlaşmış bir
anın ifadesi ile; "Her devrim özünde iktidar
sorunudur" (Lenin). Bu tanımlamalar, değişik
yönlere vurgu yapılsa da, aynı eksenin farklı
tarihsel koşullarda öne çıkan yönlerini ifade
etmektedir.
Marks ve Engels'in dönemi, en genel hatları ile,
kapitalizmi tanıma ve ondan kopmanın teorik-ideolojik
temellerini karakterize eder. Onun içindir ki;
çarpıcı eserleri Komünist Manifesto, Alman İdeolojisi,
Kapital ve Paul Lafargue'nin Tembellik Hakkı,
Bu dönemin klasikleridir. Devrimin uzak ve yakın
olması, tanımın ve vurgunun özelliklerini belirlemektedir.
Toplumsal sıkışma ve gerilim anlarında, giderek
her şey çarpıklaşır ve ortada sadece çıplak zor
kalır.
Devrim, bu anlarda ve dönemlerde; yerleşik düzenin
tüm dayanaklarına yüklenir.
Bu anlamda "Ne Yapmalı? " ve "İki
Taktik", dönemi karakterize ederken; "Nisan
Tezleri" ve "Devlet ve Devrim",
devrimin gelip dayandığı ve parçalamadan geçemeyeceği
yoğunlaşma noktalarını anlatır.
Lenin, devrimin çok yakın hissedildiği bir dönemin
adı oldu. Ekonominin yoğunlaşmış biçimi ve felsefenin
yoğunlaşmış biçimi politika, organik bir kesişme
noktasında dünyayı sarsacak boyutlarda; yeni bir
devrimin temel sorunu olan iktidar sorununda,
ciddi bir gerçeklik haline geldi.
Avrupa'nın güneyindeki Ekim Devrimi sonrası arayışlarda
Gramci, "Batı Avrupa demokrasileri için"
Rusya'daki hareketli savaştan farklı olarak; Mevzi
Savaşını öngören bir çizginin oluşturulmasına
yöneldi. Gramci, devrimin iktidar sorununu dışlamayan
çok yönlü örgütlenme ve mücadele alanlarının olduğunu,
sistemin bütün kurumlarını içeren devrimci pratik
ve ideolojik hegemonya mücadelesine yapılan vurgu
ile, Parti-Konseyler ilişkisini tartışmıştır.
Devrim kavramına içerik yükleyen bir diğer katkı
ise, feodalizmin yığınları ezdiği ve şiddetin
günlük yaşamın bir parçası olan Çin'de, "iktidar
namlunun ucundadır" formülasyonu ile şekillendi.
Yaşanan ayaklanma deneyleri üzerinden yerel savaş
ağalarının silahlandığı Çin'de Devrim, iktidar
ve onun nasıl alınacağı sorunu ile somut olarak
karşı karşıyaydı. Silahlı devrim ile, silahlı
karşı devrim eş zamanda var olarak gelişecekti.
Politik mücadele ile halk iktidarı organları olarak
halk komitelerinin ve devrimci yaşamın, bugünden
örgütlendiği bir bütünlük içinde, uzun süreli
halk savaşı çizgisi netleşti.
Devrim kavramı, somut toplumsal ilişkiler içinde
yaşanan sınıf çatışmalarından beslenerek zenginlik
gösterse de; asıl olarak insanlığın kendi yaşam
ilişkilerini örgütleme istek ve iradesi gösterdiği
tarihsel dönemlerde, aynı yönelimin yaşamsal zenginliğini
ifade etmektedir.
Her devrim, yeşerdiği ana kadar olan tüm yerleşik
ilişkileri sorgular, onlarla hesaplaşır.
Devrimin görünmeyen yüzü ya da kendi gerçekliğimiz
Bu hesaplaşma, özel mülkiyet sisteminin insan
üzerinde yapmış olduğu tahribatların bilince çıkarıldığı
ve bu tahribatlarla karşılaşılmaktan korkulmadığı
andan itibaren başlar. Bu ilk adımlardan sonra
toplumsal yaşamın içinde yaratılacak olan dayanışma,
yardımlaşma, birlikte yaşama ve üretme hazzının
duyumsandığı ilişkilere yönelerek, bu ilişkiler
içinde ve onlarla birlikte nihai amaçlar için
savaşmak; bugünün insanları için tarihin çıkış
noktasıdır.
Devrimin düzene yönelen yüzünde eski düzenin parçalanmışlığı
yatarken, gündelik yaşama yönelik yüzünde özel
mülkiyet dünyası ile kirlenmiş bulunan insanların
kendilerine dönerek; sistemin yaşantımıza nüfuz
edip her gün sürekli ürettiği simgelerle ve değerlerle
mücadele etmelerini gerektirmektedir.
Giderek bütün ülkelerde yaygınlaştırılan 'zorunlu
eğitim' ve okulun toplumsal işlevi konusunda eksik
kalan devrimci hareketin, insanların değiştirilmesi
konusunda da oldukça zorlanacağı açıktır. Sorun,
bu sistemden devralınan liselerin ve üniversitelerin
başına sosyalistlerin ya da halk sözcülerinin
getirilmesi ile çözülemeyecek kadar derindir.
Asıl olan, halkın duruşunu ve istediklerini netleştirmektir.
Zorunlu eğitime karşı eğitimin kollektif mekanizmalar
etrafında yeniden örülmesi gerekmektedir. Nasıl
bugün bir dönem devrimci harekette ana eğilim
olan seminer tarzının, birinin anlattığını diğerlerinin
dinlediği yöntemin eksikliklerini görebiliyorsak;
yeniyi üretmek zorundayız. Bu da asıl olarak bu
eksenden gelişecektir. Katılımın önünü açan bilgiye
ulaşma, tartışma ve paylaşma kültürü geliştiren
aktif bilgi takipçileri oluşturmalıyız.
Keza halkın silahlandırılması, zorunlu askerliği
ve orduyu devreden çıkararak militarizmin kökünün
kazılmasının önünü açacaksa, benzer yöntemler
eğitim kurumları ve zorunlu eğitim için de geçerlidir.
Düzenin bütün simgeleri ve değerleri, aileden
başlayarak okulla sürdürülüp, özellikle erkekler
için askerlikte kışlalarda yeniden üretilir. Erkekler
bu zincirin son halkası olan askerlik ve kışla
disiplininden sonra, "uyumlu" yaşamın
son halkası olarak itaat etmeyi öğrenirler ve
çalışma yaşamında güçlükler çıkarmayacak bireyler
olarak toplum içine bırakılırlar.
Kadınlar ise, evliliğe yönelik hazırlık döneminden
sonra bu bireylerin yaşam nesneleri olarak yeni
efendilerinin yanında yaşamlarına devam ederler.
Her ne kadar dengeler bugün biraz değişmiş gözükse
de, ana eğilim budur. Özel mülkiyet, ataerkil
aile ve devlet, içiçe geçmiş mekanizmalar olarak
sürekli karşımızda durmaktadırlar.
Hele insandan insana en dolaysız ilişki olarak
Marks tarafından tanımlanan kadın erkek ilişkilerinde
sahiplenerek sevmenin, özel mülkiyet dünyasının
kişisel yaşantımız üzerindeki izlerini, kim inkâr
edecektir? Bu konuda magazin basınını kaplayan
namus cinayetlerine kısaca bir göz atmak bile;
toplumumuzdaki egemen anlayışları, yaklaşımları
çözümlemek için yeterlidir.
Devrimin en zor yanını, alışkanlıklarla mücadele
oluşturmaktadır. Bu mücadelenin kazanılması ise;
dönüşen/ dönüştürülen toplumsal ilişkilerin içinde
yeni alışkanlıklar kazanan ve bunu süreklileştiren
insan ilişkileri ile mümkündür.
Devrimci, rüya gören insandır
1901'de yaşamın dayattığı sorunlara çözüm arayan
Rusya devrimci hareketinde, sonraki yıllarda bir
mücadele klasiğine dönüşecek olan "Hareketimizin
Can Alıcı Sorunları - Ne Yapmalı?" da Lenin,
"bizim bugün için düş gören insanlara ihtiyacımız
var" dediğinde, zor dönemlerin insan ve ilişki
profiline çok net bir bakış açısı geliştirdi.
Çünkü insanlığın zor dönemlerinde çıkış arayanlar,
var olan kaos ve karamsarlık ortamında yaşamayan
başka dünyaların insanlarıdır. Öngördükleri dünyaya
yönelmek için, yaşamı ve somut koşulları sonuna
kadar zorlayan insanlardır. Sosyalist ütopyanın
zorlanması, bugün yeniden aciliyet kazanmaktadır.
Vurgunun birinci yönü felsefi olarak özgürlük
kavramının neyi ifade ettiğidir? İkincisi ise,
nasıl bir toplumsal ilişkiler ağı istediğimizdedir.
Sınıf mücadelesi içinde bir praksis alanı olarak
Marksist Felsefe, bu iki alan arasındaki ayrılığa
son vererek, insanı kendi bilinçli etkinliğinin
organik parçası haline getirmiştir. Birlikte,
kollektif olarak üretilen insan ilişkilerinden,
bireysel olarak alınan pay olarak tanımlanmıştır.
Devrimci hareket, bu ütopyanın kapitalist toplumdaki
izdüşümü olarak biçimlenmek ve yaşam bulmak zorundadır.
Bir zorunluluk olarak özgürlük ile bir toplumsal
tasarı olarak özgürlük arasındaki ilişki, ancak
bu şekilde kurulabilir. Devrimci hareket, özgürlüğü
üretebildiği ve kollektif bir ilişki haline dönüştürebildiği
sürece gelişiminin önü açılacaktır.
Devrimci hareket, kollektif , çok yoğun emek gerektiren
ve bu emeğin sağlanması için bir araya gelen ve
birlikte davranan insanlar toplumudur. Emeğin
çeşitliliği, emeğin yoğunluğunun bir fonksiyonu
olarak farklı bireylerin oluşumunu açıklar.
Kapitalizmden alınan toplumsal şekilleniş, devrimci
kollektif içinde aşılmaya çalışılır. Kollektif,
insanların çok yönlü gelişiminin önünü açacak
mekanizmaları üretmekle yükümlüdür.
Yeni yönelimin ve yürüyüşün insan tipi de, asıl
olarak bu kollektif duruşun filizlenmeye başlaması
ile gerçekleşecektir.
İnsanlar sürece değer katarken, ortak üretimden
paylarına düşeni alabilecekleri kollektif mekanizmalar
etrafında uzmanlaşmayı ve çok yönlü faaliyet yürütmeyi
öğrenirler.
Yetenek, yoğunlaşmış emeğin bir diğer biçimidir.
Dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta, bireysel
yeteneklerle kollektif gereksinim arasındaki uyumdur.
Kollektifin gereksinim duyduğu emek niteliğine
uyum gösterebilecek insanların alan değiştirmeleri,
emeğin verimli olması açısından en uygunudur.
Böyle bir yönelim, kollektif bilinci, örgüt bilincini
bir veri olarak alır.
Sürece yayılmış ve kendini sürekli üreten örgüt
bilinci; örgütün, yaşamın ve devrimin ihtiyaçlarından
çıkmış olduğunun bilincinde olan, yani;
süreç bilincini kristalize etmiş,
örgüt bilinci ile yoğurulmuş ,
ve devrimi yaşamının her alanında
hissedebilen,
kabullerle değil, tercihle yürüyen
insanların;
organik bileşkesi olarak devrimci hareketi
geliştirmek ve yükseltmek;
Yaşamımızın adı budur...
|