Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

Selim KUTAY

Düşünürken, konuşurken ve yazarken; emperyalizmden, faşizmden, yoksulluktan, halkımızın genel olarak ne büyük acılar içinde olduğundan bolca sözediyoruz. Bazen bütün bu olumsuzlukların yol açtığı sonuçların bilinebilen rakamlarını da veriyoruz. İnsanların yaşadıkları çaresizliklerden, maddi ve manevi yoksunlukların, yoksullukların doğurduğu yaralardan söz ediyoruz.
Bunların hepsi gerçek. Ama sonuç olarak soyutlanmış gerçekler...
Peki ya; bir avuç insanın inanılmaz büyüklükteki servetlerini daha da büyütmek ve onu korumak adına sömürdüğü, ezdiği insanlarımızın birer birey olarak yaşadıkları büyük ve sonsuz acılar, çaresizlikler... Diğerlerinin servetleri, sömürü ve baskıları büyüdükçe, bizim insanlarımızın acıları da büyüyor.
Karanlığın en koyusuna zifiri karanlık dersiniz. Peki, acıların en büyükleri için yaşanılamaz, katlanılamaz boyutlarda olanları için ne deniyor? Zifiri acılar mı?
12 Ocak 1998' in günlük gazetelerinde bir haber yer aldı. Yine kıyılarda köşelerde. Yine gözleri bandajlanmış minik bir kız çocuğunun, boynu ve dudakları bükük bir resmiyle birlikte... "Ağrı'da tecavüze uğrayan on iki yaşındaki bir kız çocuğu, kendisine tecavüz eden adamla evlendirilince katil oldu." Haberin veriliş tarzı böyleydi.
Ağrı'nın bir köyünde, bir sapık, küçük bir kız çocuğuna tecavüz ediyor.
12 yaşınızı hatırlayınız. Çoğunuz ilkokulun beşinci sınıfındaydınız ve derslerinizi bir an önce bitirip oyuna dönmek için çalakalem işinizi tamamlardınız. Bir çoğunuz hala zaman zaman büyüklerinizin kucağına çıkardınız. Üzerinizi hala anneniz örter, okula götürdüğünüz beslenme çantanızı anneniz hazırlardı. Canınız yandığında ya da istemediğiniz bir şey olduğunda, bağıra çağıra ağlardınız.
Ama Ağrı'nın köyündeki çocuk bunların hiçbirini yaşamadı. Hiçbirini görmedi, tanımadı. Onunla tek ortak yanınız, 12 yaş sınırınız oldu. Oradaki kız çocuğu, öz ağabeyine kendisi karşılığında tecavüzcünün ailesi tarafından bir kız takas edilmesi ve biraz da para verilmesi karşılığında, kendisine tecavüz eden adama satıldı...
Tecavüzcü hapse girdiği için de, onun ailesinin yanında kalmaya başladı. Göz koyulan bir koyun gibi alınmıştı ve belki bir koyundan daha az paraya satılmıştı. Hem de ona tecavüz eden adama... Karşılığında da bir koyun daha verilmişti. Koyunlar kapılara bağlandı. Üstelik bu küçük koyunlar; gündüz evin, geceleri de erkeklerin 'işi'ni yapıyorlardı. Sessiz, garip, bir kenarda boyunlarını büküyorlar, verilirse yiyorlar, verilmezse kaşık düşmanlığı yapmıyorlardı.
Ne var ki, onlar birer insan ve ruhları var. Küçük, yoksul da olsa bir ruh dünyaları var. Yemeseler, içmeseler, giymeseler de; doğanın onlara verdikleri sonucunda; hissediyor, düşünüyorlar. Köpeği rahatsızlanan "hanımefendinin" bunalıma girerek "psikiyatrlara" gittiği bir ülkede, adını bilmeseler de, onlar da bunalıma girebiliyorlar. Nitekim Ağrı'lı küçük kız da, yaşadıklarını, ona yaşatılanları çok doğal bir şekilde kaldıramıyor ve evdeki küçük bebekleri boğarak öldürmeye başlıyor.
Bunca acı; insanlara, çocuklara, bebeklere yaşatılan bunca ağır sonuçlar var bu ülkede.
Bütün bunlar neyin bedeli?
Bütün bunlar, o köyü olduğu gibi satınalabilecek paraları bir tek koltuğa vererek nazik kıçlarını bu koltuklara gömüp oturanların safahatının sefaleti...
İnsanlar canları yandığında doğal tepkiler verirler. Refleksleri vardır.
Peki ya, bunca acı karşısında canınız yanmıyor mu?
Niçin hiç bir reflekste bulunulmuyor. İnsanlarımızın, çocuklarımızın çektikleri acılar, ifade edilemez boyutlara ulaştı. Bütün bunlara nasıl sessiz kalınabiliyor?
Bu ülkede mücadeleci olabilmek için çaba göstermek gerekmiyor. Kafayı birazcık sağa sola çevirmek yetiyor.
Bu ülkede bunca acıya karşı savaşmak, insanlığın en doğal, en sıradan reflekslerinden biridir. Acıkmak, susamak refleksi kadar kaçınılmazdır.
Bizi yakıyorlar, ellerimizi, gözlerimizi, çocuklarımızı cayır cayır yakıyorlar. Ateşe ancak ateşle karşılık verilebilir. Bunca büyük bir yangını okyanusların tüm suyunu getirseniz söndüremezsiniz artık.
Bu ülkede sessiz kalmak için insan doğmamış olmak gerekiyor. Doğal insan tepkilerini göstermememin başkaca bir açıklaması yoktur.
Bunca acı varken, nasıl uyuyorsunuz, bu büyük yangının orta yerinde nasıl serin olabiliyorsunuz, nasıl yaşıyorsunuz? 12 yaşındaki çocuklarınızı bu tür öykülere rağmen kucağınıza huzur içinde alıp onun saçlarını okşayabiliyor musunuz?
Kürt köylerinde bombalanan bebeklerin resimlerden size bakan kara gözlerindeki soru ve sorgulamalardan kaçıp da, nerelere gizlenebiliyorsunuz?
İstanbul'un kimsesiz, yoksul ve çaresiz sokak çocuklarının doldurduğu varoşlarının kurşuni duman sisinden dolayı gözlerinizin yaşarması değil, gözlerinizden oluk oluk yaşlar gelmesi gerekmez mi?
Ve orada, yerinizde öylece dururken, hiçbir şeye bulaşmadığınızı, karışmadığnızı sanıp; esir bir ruhun ve kafatasınızın içindeki bir kilogramlık et parçasının, huzurla bu dünyadan pas geçmesi esnasında, içinde yaşadığınız kara çamur deryasından üzerinize hiçbir şey sıçramadığını mı sanıyorsunuz ?
Bu ülkedeki bunca acıya rağmen savaşmamak,
bütün bu acıların yokedilmesi için yaşamamak;
insan doğmamış olmaktır.
Bizler suçlulardan değiliz belki.
Ama suçluların hapishanelerinden çıkmaları
için günde yirmi dört saat değil,
günde yüzlerce saat kan-ter istiyor
bu ülke bizden...

 
 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92