Ey Che, Ey Sevgili Komutan, Ey Umuda Işık;
Enternasyonalizmin, gerillacılığın, zaferin ve
özgürlüğün simgesi;
Sana, "bizim de dağlarımız vardır Che Guevara
/ Bakma şimdi durgunsa, bir şahan gibi duruyorsa
/ Yorgundur, savaşlar görmüştür, çeteciler barındırmıştır
/ Yani satılmış değillerdir hiç tüfek patlamıyorsa,"
diye seslenmeğe devam ettiğimiz ve seni hala umut
ışığı, simgesi olarak andığımız bu yıllar evrilecek.
Ve sen, "Ey Che, Ey sevgili Komutan, dağlarımızın
sesini duyuyor musun? İstanbul'un, İzmir'in, Rize'nin,
Akdeniz'in muştusunu alıyor musun Bolivya'dan?..
Toroslar ne kadar da Sierra Maestralar'a benziyor
yoldaş. Seni, "Şimdi artık sen, çatılmış
tüfeklerimizin ateşinde, umudun değil, zafer türkülerimizin
simgesisin. "diyerek anacağımız günler evren
ve insanlık tarihinin büyüklüğü içinde çokta uzak
değildir.
Şimdi, biriktiriyoruz güneş ışıklarını bin acıyla.
Biriktiriyoruz karınca heyecanıyla. Bileniyoruz
yarına, bileniyoruz barikatlara ve dağlara...
"Patlayacaktır ağır sancılarla karanlıklar
/ Varmak için o güzel yarınlara / Bizim de dağlarımız
vardır Che Guevara ."
Ernesto yoldaşı bu kez de 30. ölüm yıldönümünde
anacağız. Yıllardır Gerilla Günü olarak anılan
ve kutlanan 9 Ekim, bütün dünyada özel bir anlam
taşıyor.
Dünya tarihinin bütünü içinde, bir Robinson Cruseo,
bir Don Kişot, bir Spartaküs, bir Robin Hood'dur
Che... Devrimci sosyalist liderler ve savaşçılar
içerisinde çok daha özel bir yer kazanmıştır.
Bir idol, bir simge olmuştur. Çünkü sosyalistler,
onun yaşamında ve özelliklerinde özgürlüğü, herşeye
rağmenliğin çoşkun umudunu ve bu umudun zaferini,
enternasyonalizmi, sosyalistin önce insan olmasının
bütün pırıltılı ayrımlarını, çatık kaşlı karizmayı
değil, sevgi, dostluk, yoldaşlık, özveri, cesaret
ve aydın sıcaklığının enerjisini bulmuşlardır.
O doktor, O şair, O gerilla, O ideolog, O sigara
tiryakisi, O sevimli bir baba, O büyük bir dost,
O bütün halklara kardeş, O astım illetinin yaralı
şahini, O iyi bir atlet, seyahat tutkunu bir genç,
başarılı bir matematik öğrencisi, aydın bir ailenin
çocuğu, yakışıklı ve sevimli bir sempatikliğin
ardındaki isyankar, engellenemez kararlılığı ve
devrim sınırının dahi tutamadığı savaşçı yönleriyle,
tümümüzün kendinden ya da özlemlerinden bir şeyler
bulduğu sıcak bir dost oldu.
İnsanların düşüncelerinin ve duygularının buluştuğu
doruk çok önemlidir. Che, işte o doruğa oturanlardan
biri olduğu için bu denli ayrıcalıklıdır, devrimci
önderler arasında... Hem duygularımıza hem düşüncelerimize
akmıştır O... Ya da, hem duygusal hem düşünsel
arayışlarımızda onu bulmuşuzdur. Son tahlilde,
çok sıcak bir yerde buluşmuşuzdur Ernesto ile.
1970'li yılların uyku uyumayı, yemek yemeği ve
banyo yapmayı dahi haram saydığımız, devrim coşkusunun
alabildiğine yüksek olduğu günlerinde, Türkiye'li
devrimciler olarak onun mesajlarını silahlarımıza
kazımışızdır.
Onun,"Ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin...
Savaş sloganlarımız kulaktan kulağa yayılacaksa
ve silahlarımız elden ele geçecekse ve başkaları
mitralyöz sesleriyle ve savaş ve zafer naralarıyla
cenazelerimize ağıt yakacaksa, ölüm hoş geldi,
safa geldi." sözleriyle yoldaşlarımızı son
yolculuklarına uğurladığımız günlerde, elbette
devrim için çok daha yakın şafaklar düşlüyorduk.
Şimdi, yeniden ateşi harlanacak devrim günlerine
bilenirken, O'nun şiarlarını sözcük sözcük anlamaya
ve öğrenmeye yine çok fazla ihtiyacımız var.
Mahir'lerden aldığımız ışıklarla, 1974 -1984 sürecinde
THKP-C / MLSPB olarak, Che'nin düşünce ve duyguları
bütün yönleriyle yaşatılmıştır. Türk, Kürt, Filistin'li,
Vietnam'lı, Kore'li, Afrika'lı yoldaşlar, Che
enternasyonalizmi ile selamlanmış ve devrim o
ruhla sürdürülmüştür. Fakat 1969'da, 1974'te,
Sierra Maestra'ların iki kez yaratılmış olduğu
bu topraklarda, önümüzdeki süreçte de, Che'nin
Türkiye'li yoldaşları, onun kadar genç, onun kadar
dinamik, onun kadar ilkeli ve coşkun bayraktarları,
genç barikatçıları; yeniden yükseltecekler sosyalizmin
ve enternasyonalizmin bayraklarını...
Tıpkı bölgemiz Ortadoğu'nun Türkiye'sinde, bugün
artık yirmi yılı aşkın bir geleneğe sahip olan
gerilla mücadelesinin yarın yeni başlamayacağı
gibi, Latin Amerika'da da bu savaş, 1950'lerde
Che ve Fidel'le başlamamıştır. Bizim daha Osmanlı
İmparatorluğu'nun enkazı altından kurtulmaya çabaladığımız
1920'lı yıllarda, Latin Amerika'da ilk gerilla
mücadeleleri dağları tutmuştur. Meksika'da, Brezilya'da,
Nikaragua'da devrimcilerin savaş öyküleri başlamıştır.
Brezilya'lı Luis Carles Prestes, Meksika'lı Pancho
Villa ve Zapata, Nikaragua'lı Sandino, önderlik
efsaneleri yaratma yolunda ciddi adımlar atmışlardır
bile. Öte yandan Kolombia'da, Paraguay'da, Venezuela'da,
Bolivya'da, emperyalistler yüzbinlerce insan katletmekte
ve devrimciler bu yeni gericiliğe karşı direnmektedirler.
İşte böyle bir ortamda yeryüzüne düşen Ernesto'nun
ailesi de onun enternasyonalist devrimciliğinin
özelliklerinin izlerini taşır. Babası İrlanda
asıllıdır. Annesi İrlanda-İspanya melezidir. Her
iki aile de aristokrattır ve büyük topraklara
sahiptirler. Fakat yaşadıkları sorunlar sonucu
yaşamlarını yeniden inşa etmek zorunda kalmışlardır.
Demokrat, aydın, dinle çok fazla haşir neşir olmayan,
edebiyat ve özellikle şiiri çok seven, parayı
çok fazla sevmeyen bu ailenin reisinin dinle ilgili
düşünceleri, Che'nin varoluşunun ilk izlerini
anlamak açısından önemlidir: "Kilise, Yahudiler
tarafından icat edilen ve İtalyanlar tarafından
işletilen dünyanın en büyük şirketidir."
Ailenin dört çocuğundan en büyüğü olan Ernesto,
14 Haziran 1928'de Arjantin'de doğdu. İki yaşında
iken astıma yakalandı. Bu yıllarda başkente, Buenos
Aires'e yerleşen aile, daha sonra Ernesto'nun
sağlık sorunları nedeniyle, Cordoba'ya taşınmak
zorunda kaldı. Cordoba dağlık bir bölgeydi ve
Che'nin astımı için daha elverişliydi. Altıncı
sınıfa kadar ailesinin yoğun çabalarıyla eğitimini
yatağında sürdüren Che, ancak lisede okuluna düzenli
bir şekilde devam etmeye başladı. Bu arada ingilizce
ve fransızca öğrendi. Baudelaire ve Neruda'nın
şiirleri ile tanıştı. Tarih ve sosyolojiye özel
ilgi duydu. Ve gençliğin verdiği dinamizm ile
hastalığına rağmen jimnastik klubünün en iyi atletlerinden
biri oldu.
Babası mühendis olan Ernesto, ailesinin ekonomik
durumunun bozulması nedeniyle tekrar Buenos Aires'e
taşınmalarından sonra hem okudu, hem çalıştı ve
özellikle matematik derslerinde çok başarılıydı.Tıp
fakültesine girdi. Müthiş bir seyahat tutkunu
olan Che, seçtiği okul ve bu tutkusunu sentezleyerek,
Arjantin'in hemen hemen tamamına yakınını dolaştı
ve özellikle orman köylerinde tropikal hastalıklar
ve cüzzam üzerinde inceleme yaptı. Bu yıllarda
bütün Arjantin'i bisikletle gezen Che, fakültenin
son yılında da Latin Amerika'yı boydan boya motorsikletle
keşfetti. Gezilerini, bulabildiği tüm işlerde
çalışarak finanse ediyordu. Doktorluktan hamallığa
ve futbol hocalığına kadar...
Che,1953 yılında tıp fakültesinden mezun olduğunda
Latin Amerika'da önemli gelişmeler yaşanmaktaydı.
O, Arjantin'den, Venezuella'da mesleki çalışmalar
yapmak üzere ayrılmıştı. Fakat bu sırada Bolivya'da
bir devrim süreci yaşanıyordu. 1952'de, asker
kaçaklarının ve polislerin başını çektiği ulusal
devrim hareketi iktidarı almıştı. Kızılderililer'e
oy hakkı tanınması, madenlerin devletleştirilmesi,
toprak reformu, ana hedefleriydi. Burada tanıştığı
avukat Ricardo Rojo, onu Venezuella'ya gitme fikrinden
vazgeçirerek çok önemli gelişmelerin yaşandığı
Guetemala'da kalıp bu harekete katılmaya ikna
etti.
Che burada, "Kızılderili Çinli karışımı",
Peru'lu ve Guetemala İşçi Partisi üyesi ilk eşi
Hilda ile tanıştı. Hilda bir devrimciydi ve bir
kız çocukları oldu, fakat bir süre sonra ayrıldılar.
Guetemala dönemi, Ernesto'nun Marksizmle ilk ciddi
tanışma sürecidir. Marks ve Lenin'i, Hilda ile
evliliği döneminde tanımıştır.
Che, Guetemala'da Küba'lı siyasi mültecilerle
tanışma olanağı bulmuş ve Küba'yla ilgili gelişmeleri
bütün detaylarıyla öğrenmiştir. Bu mülteci arkadaşları
arasında Raul Castro da vardır. Ve Che, lakabını
bu günlerde almıştır. Ernesto, herkese Arjartin
argosunda "dost" anlamına gelen "Che"
diye seslenmektedir. Bu sesleniş, daha o günlerde
kendisinin adı olmuştur.
Bu yıllardaki Che Fidel karşılaşmasını, Che'nin
sözleriyle aktaralım: "Soğuk Meksika gecelerinden
birinde onunla tanıştım. İlk konuşmamız, uluslararası
politika üzerine idi. Sabahın erken saatlerinde,
gelecekteki yolculuğa katılacaklardan biriydim."
Kısa bir süre sonra gerçekleştirilecek olan Küba
Devrimi atılımı için Meksico City yakınlarındaki
bir çiftlikte, 82 yoldaşla birlikte İspanya İç
Savaşı'nın komutanlarından Alberto Bayo tarafından
altı ay boyunca eğitilirler. Eğitimin sürdüğü
dönemde bu kamp, Meksika polisi tarafından basılır
ve hepsi tutuklanır. İki ay kadar tutsak kaldıktan
sonda bırakılırlar.
Ve nihayet özledikleri, hazırlandıkları, bekledikleri
o gün gelmiştir, 83 devrimci, Granma isimli bir
yatla Küba'ya varmak üzere Meksika'dan yola çıkarlar.
Tarih, 25 Kasım 1956'yı göstermektedir. Ne var
ki, Batista'nın askerlerinin uçaklarla saldırması
sonucunda, bu 83 devrimciden ancak 12 kişi dağlara
ulaşabilir ve bunlar arasında Che de vardır.
Che ve yoldaşları, Sierra Maestra'lara yerleşirler.
Herşeye yeniden başlamak, uğradıkları büyük kayıptan
dolayı beklemek ve güçlenmek zorundadırlar. Mücadele
iki ana koldan oluşmaktadır. Dağlar ve ovalar...
Bir süre sonra, şehirlerdeki çalışmaların önderleri
ile bir araya gelirler. Bunlar arasında üç önemli
kadın savaşçı da vardır: Vilma Espin, Hayde Santo
Maria ve Celia Sanchez.
1957 yazına kadar, örgütlenme, savaşa hazırlık
ve eğitim süreci yaşarlar. Yaz aylarına doğru
artık 80 kişi olmuşlardır. Sierra Maestralar'ı
geçilmez kılmışlardır. Nihayet 1958 yılı sonunda,
Binbaşı Che'nin komutasındaki birlik tarafından
nihai atılım gerçekleştirilir. Bir askeri trene
el koyarlar ve bin kadar esir, çok yüklü miktarda
cephane ele geçirirler. Canto Cilaro'da oldukça
uzun süren bu çatışmanın ve kuşatmanın arkasından,
1958'e girilen yılbaşı gecesi diktatör Batista
Küba'yı terk etti. Ve Küba büyük zaferini yeni
yılla birlikte karşıladı. Che, savaş süresince
Fidel'in baş danışmanı idi. Ayrıca gerilla yayın
organının çıkmasını sağladı ve onu yönetti.
Devrimden sonra, devrim yıllarında yine bir gerilla
olan Aleida March'la evlendi ve dört çocuğu oldu.
Küba ekonomisinin planlanması ve yönetilmesi için
seçildi. Küba Ulusal Bankası Başkanlığı görevinden
sonra da, 1961'de kurulan Sanayi Bakanlığına getirildi.
1961 Nisan'ında tarihe Domuzlar Körfezi baskını
olarak geçen saldırı döneminde Che tekrar askeri
görevlerine dönen bir komutandı.
İspanyolların ve İngilizlerin Latin Amerika'dan
çekilmesinden sonra, Bütün Latin Amerika, sıkça
söylendiği gibi ABD'nin gerçek anlamda çiftliği
olmuştur. Bu verimli çiftliği kaybedebilme olasılığının
da olduğunu, Küba devrimi ve onun Latin Amerika'daki
derin etkilerini gördüğü zaman anlayan ABD, büyük
önem verdiği Küba devrimini boğma çabasını aralıksız
sürdürdü. Ekonomik ambargodan askeri saldırıya
kadar her yöntemi denedi. Bunlar çözüm getirmeyince,
diğer Latin Amerika ülkelerinin açlığını ve yoksulluğunu
anımsayıverdi. Bu sorunlarla ilgilenmeye başladı
ve koşulları iyileştirme projeleri geliştirdi.
Fakat kuşkusuz tüm bunlar, sadece gösterişli girişimlerle
ortaya konulan projeler olmakla sınırlı kaldı.
Kübada'ki devrim sonrası görevlere de bilinçli
bir militan coşkusuyla dört elle sarılan ve düşünsel
üretimden fiziki çalışmaya kadar her tür göreve
koşan, devrimci verimliliğin, devrimci çok yönlülüğün
zengin bir portresini çizen Che, 1965 Eylül'ünde,
yoldaşı, dostu Fidel'e bir mektup bırakarak Küba'dan
ayrıldı.
Onun isyanının, onun devriminin sınırları, bütün
dünya idi. Bu duyguyu çocuklarına yazdığı veda
mektubunda şöyle dile getiriyordu: "En çok
istediğim şey, yeryüzünün hangi yerinde olursa
olsun, her türlü haksızlığa karşı bütün varlığınızla
ve her zaman isyan etmenizdir. Bir devrimcinin
en mükemmel niteliklerinden biri budur."
Fidel'e yazdığı ve onun Küba'yı terk etmesinden
sonra halka okunan veda mektubunda ise: "...
burada ardında, sosyalizmin kuruluşu için beslediğim
en saf umutları, sevdiklerimin en değerlisini
bırakıyorum. Bu, yüreğimin bir bölümünü de derinden
yaralamakta. Yeni savaş alanlarında, bana aşıladığın
inancı, halkımın devrimci ruhunu ve görevlerin
en kutsalını-nerede olursa olsun emperyalizme
karşı mücadele etmek- yerine getirmekte olduğum
duygusunu taşıyacağım," Che Bolivya'ya giderken,
kafasında tüm Latin Amerika'nın kurtuluş ufku
vardır. Nitekim daha ilk süreçte Arjantin Halk
Kurtuluş Ordusu (EGP)'nin birliklerinin kuruluşuna
katılır. 1966'da, Che tarafından seçilen bir müfrezenin
Küba'daki eğitimi tamamlanır. Daha sonra Bolivya'daki
mevcut sol gruplarla ilişki kuran Che, bu gruplardan
olumlu bir sonuç alamayınca, direkt olarak işçilerle
ve sendikalarla temasa geçer. Ne var ki özellikle
Bolivya'lı köylüler, devrime çok yakın ve sıcak
değillerdi. Che, siyasal propaganda toplantıları
yapmaya başladı.
1967 Ekim'i, Che'nin öteden beri bildik tanıdık
bir dost gibi yanında taşıdığı ölüm günlerini
getirdi. "Ölüm hoş geldi, safa geldi..."
Şöyle yazmıştı veda mektubunda:" Bir gün
gelip, ölüm durumunda kime haber verilecek diye
sormuşlardı. Ve bu gerçek olasılık, hepimizi çarpmıştı.
Daha sonra bunun gerçek olduğunu, devrim içinde
ya kazanılacağını ya da ölüneceğini öğrendik."
ABD'nin çok kötü bir kukla yönetimi olan Bolivya
yönetiminin askerleri, 7 Ekim gecesi Che'yi bir
boğazda kıstırdılar. Uzun bir çatışma yaşandı.
Che yaralandı. Sabahın ilk ışıkları Churo boğazını
aydınlatırken, Che tutsak düştü. Ona yaralı olduğu
halde oldukça ağır işkenceler yaptılar, Che'nin
ağzı tek bir sözcük için dahi açılmadı. İsyanın
asi kartalı, engel sınır tanımaz coşkusu, şimdi
de suskunluğun şiirini yazıyordu.
Ve 9 Ekim 1967'de, onu bir çavuşun dokuz kurşunu
ölümsüzleştirdi. Bir aziz, bir efsane haline gelen
Che'nin kurşunlarla delik deşik ettikleri vucudunun
varlığı bile onları paniğe sürüklüyordu. Onu ancak
birkaç gün sonra toprağa verdiler. Sonra mezarı
açıp tekrar çıkardılar ve parmaklarını kestiler.
Daha sonra, artık iyice çürümeye başlayan vücudu
parçaladılar. Daha sonra yaktılar.
Ama ne yaparlarsa yapsınlar, efsaneyi, yani isyan
simgesini, yani devrim şiirini yok edemediler.
Çünkü dünya halklarının ve aslında tüm dünyalıların
hala isyana ve insan şiirine ihtiyacı var...
Onu yaşamının ışıklı çizgileriyle efsaneleşen
bir simge gibi anmak kuşkusuz anlam taşır. Çünkü
o, kendisinin de çok önem verdiği gibi yeni insanın,
yeni devrimcinin umut ışıklarıdır. Bu ışıklar
bizlerdeki zor uyanışları, devrimin ve devrimciliğin
gölgede kalan yanlarını aydınlatır, yarına bakışımızı
güçlendiren bir kutup yıldızı gibi, karartılmış
gecelerimizde tan vakitlerinin yolunu gösterir.
Ama çok daha anlamlı bir anma yöntemi vardır ki,
onun düşüncelerini iyi anlamak ve yaşamsal kılmak...
"Haydi gidelim,
ateşli peygamberi şafağın,
gizli patikalardan ulaşalım
o yeşil timsahı kurtarmaya,
aşkla sevdiğin.
Haydi gidelim,
İsyankar ve
marslı yıldızlarla dolu
cepheyle aşağılamayı bozguna
uğratarak
zafere erişmeye ya da ölümle
buluşmaya yemin edelim.
Duyulduğunda ilk atış sesi ve uyandığında
çalılıklar bakirelere yaraşan bir şaşkınlıkla,
orada, yanıbaşında, olgun savaşçılar olarak,
bulacaksın bizi.
Saçıldığında sesin dört rüzgara doğru
adalet, ekmek, özgürlük, tarım reformu,
orada yanıbaşında, aynı vurgularla,
bulacaksın bizi.
Ve yerini bulduğunda bunca emeğin sonunda
zalime karşı doğruluğun uğraşı,
orada, yanıbaşında, mücadelerin getirdiklerini
kazanırken bulacaksın bizi.
Yaralı böğrünü yaladığı gün canavar
yurtsever bir mızraktır onu orada vuran,
orada, yanıbaşında, gururlu yüreklerimizle,
bulacaksın bizi.
Sanma ki bozabilirler bütünlüğümüzü
rüşvetle kuşanmış yaralı bitler,
tek istediğim bir tüfek, mermiler ve bir siper.
Başka hiçbir şey.
Ve şayet engellerse yolumuzu demir,
Amerika tarihine geçen
gerillaların kemiklerini örtmek için
bir mendil isteriz Küba'lıların gözyaşlarında
Başka hiçbir şey."
Ernesto Che Guevara
|