Son günlerde yolunda gitmeyen bir şeyler var.
Bir zamanlar üzerine toprak atılan çöplükler kokmaya
başladı. Bütün dünyada dünya için iyi sonuçlar
vermeyen olaylar yaşanmaya başladı. Ne için ayağa
kalktığını, yürüyüşünün nereye varacağını bilmeyen
binlerce insanlık suçlusu var karşımızda. Tıpkı
II. Dünya Savaşı yıllarında olduğu gibi veya Dersim,
Maraş katliamlarında…
Dünyada ve Türkiye'de milliyetçilik duyguları
kabartılmış binlerce insanın yarattığı vahşet
olayıyla karşı karşıyayız son günlerde. Bir grup
insan kendi ırkı haricindeki insanlara yaşama
hakkı tanımıyor. Kendi ülkesinde kendinden başka
insan görmek istemiyor. Kimseyle kardeşçe yaşamak
istemiyor. Yaşanılan olaylar her ülkede farklı
biçimlerde gelişiyor. Ama ortaya çıktıkları kaynak
aynı.
Türkiye'de Kürt halkına karşı şovenist bir kışkırtmacılık
yaşanıyor. Bunun en büyük nedeni Kürdistan'daki
ulusal başkaldırı, Kürtlerin kendi kimliklerine
sahip çıkmaları insanca yaşam özlemleri sonucu,
T.C devletinin Kürt olan herkese, Kürdün olan
her şeye saldırmaya başlamış. T.C. devleti Kürdistan'da
yaptığı baskılar ve yapmadıkları, Kürt insanlarının
kimliklerine ve kavgalarına iki kat daha sıkı
sarılmalarına neden olmuş. T.C. saldırılarının
boyutunu değiştirip bir üst düzeye çıkarmış. Eskiden
aslında Kürt diye bir şey olmadığını, bunların
dağ Türkleri olduğunu söyleyenler, şimdi olmayan
Kürtler aleyhine gösteriler yapıyorlar. Kürt hareketinin
başlamasında izlediği politika ve propagandalarla
çok önemli yeri olan PKK'ya başta bir avuç eşkıya
diyenler şimdi iç ve dış harekatlarla eşkıyanın
kökünü kazıyamıyorlar. 7'den "74"e militanları
öldürdükleri halde. Bu arada çok büyük insanlık
suçu işliyorlar ve bunu örtebilmek için, haklı
çıkarabilmek için milliyetçilik, Türk ırkçılığı
alevlendiriliyor. İşin içine bir de dış mihraklar
karışınca şovenizm kabına sığmıyor. Bunlar yapılırken
çeşitli parti ve gruplardan destek alınıyor, basın,
televizyon, çeşitli ortaklar ve kişilikler çok
rahat kullanılıyor. Son zamanlarda en çok kullanılan
ortamlar ve cenazeler.
Maçlara gelenler, bir taraftar olarak gelirler
maçlara. Yaşamda bir şeylere hep taraftar olmayı
meslek haline getirmişlerdir. Bu insanlar şovenizm
için hazır bir potansiyeldir. Son günlerde artan
şovenizm dalgası herkesten çok futbol takımı taraftarlarının
frekansını tutturabildi. Çünkü, bir şeylere taraftar
olmak zor değildir. Soru sormak, yargılamak, bir
şey öğrenmek gerekmez. Faşist hareketin saf şiddete
ihtiyacı var ve bu da fazlasıyla tribünlerde var.
Zaten oraya gelen insanlar sportif ve estetik
kaygı taşımıyorlar. Onlar sadece taraftardır.
Bilekleri kesildiğinde kanları farklı iki renk
akacak kadar taraftar… Ölmeye öldürmeye gelinir
maçlara. Toplum içinde bastırılan duygular, sözel
ve fiilen tribünlerde yerini bulur. İnsan yenen
haklarını tribünlerde arar. Çok sık rastlanan
bir deyişle "patronuna kızan işçi patronuna
bağıramadığı için maçta bağırır ve çok rahatlar".
Bu işçi bir tane değildir büyük bir ihtimalle.
Ve toplumların hak alma isteklerinin maçlara kanalize
edildiğine pek çok ülkede rastlayabiliriz. Ve
başka bir yanlış bilgilendirilmeyle içinde bulunduğu
sıkıntının tek nedeni "dış mihraklardan"
destek alan iç düşmandır. Orada oluşan şiddet
örgütlenmesinin uygun bir politik doğrultuya girmesi
o kadar da zor değildir. Şiddet şovenizmin de
temel unsurudur ve insanlar bu sefer başka bir
şeye daha taraftar olacaklardır. Tarihte bu tür
politika ve spor bağıntısının örneklerine rastlıyoruz.
Hitler de Berlin Olimpiyatlarını faşist-nazi propagandasının
aracı olarak kullanmıştı. Maç önceleri, maç esnası
ve maç sonraları bir grup faşist tarafından örgütlenen,
koyu futbol taraftarlarının "Kahrolsun PKK",
"Kürtlere Ölüm" slogan atmaları, defalarca
istiklal marşları söylemeleri insan boyunu ikiye
ve üçe katlayan bozkurt resimleri taşımaları,
devletin bu gibi ortamları iyi kullandığını gösteriyor.
12 Eylül sonrası stadyum sayıları yükseltilirken
sanki bugünlere yatırım yapılmış.
İyi kullanılan araçlardan başka biri de PKK gerillaları
ve Türkiye'deki sol örgütlenmeler tarafından öldürülen
asker ve polis cenazeleri. Kuzey Irak harekatı
sırasında ve iç harekatlarda ölen askerlerin cenazeleri
milliyetçi gösterilere dönüştürülüyor. Alanya'da,
Kuşadası'nda, Fethiye'de, Erzurum'da, K. Maraş'ta
yapılan asker cenazelerinde Kürtler ve PKK aleyhine
çok sayıda ve çeşitte slogan duymak mümkün.
Örneğin, Fethiye'de PKK gerillalarıyla çıkan çatışmada
ölen bir askerin kasabaya getirilmesinden sonra
olaylara başlıyor. Ve SHP'li belediye başkanının
ve yöresel gazetenin cenaze için kışkırtmalarıyla
gelişiyor. İlçede kimlik kontrolü yapan gruplar,
Kürtleri istemediklerini söyleyip, Kürtlerin işyerlerine
saldırılar düzenleyip tahrip ediyorlar. Saldırılar
kadınlara ve çocuklara sıçrıyor. Irkçılığın kokusu
okullara kadar yayılıyor. Saldırıların artması
sonucu Kürt aileler Fethiye'yi terk etmeye başlıyorlar.
(3-4-5 Ekim 1992, Gündem)
Yine PKK gerillalarıyla yapılan çatışmada ölen
bir asker. Çıkan olaylardan DYP'li belediye başkanı
sorumlu tutuluyor. Askerin ölüm haberi gelir gelmez
belediye hoparlörlerinden defalarca anons edilmiş
ve halk camilerde kışkırtılmış. Ve cenaze sonrası
Kürtler en temel ihtiyaçlarını karşılamak için
bile dışarı çıkamıyorlar. Onlar evlerinde hapis.
Pek çok kişinin evi taranmış. Dışarı çıkan Kürtler
dövülmüş. Saldırılar şiddetli olarak altı gün
sürüyor. Buna karşılık devlet güçleri hiçbir önlem
almıyor. Olay yerinde bulunan boş kovanlar arasında
polislerin silahlarına ait olanlara çok rastlanıyor.
Yani olayları kutlayanlar arasında polisler var.
Halkımıza zahmet olmasın diye de evleri bizzat
kendileri tarıyorlar. Gündüz durulmuş gibi görünen
olaylar geceleri tekrar alevleniyor. Ve "coplarla"
Türk polisleri olayları takip ediyor. Olayda parmağı
olduğu ileri sürülen MÇP ilçe başkanı suçlamayı
yalanlıyor. Saldırganların dışarıdan geldiği bildiriliyor.
Ancak, olaylar Alanyaspor'un lig maçının arifesinde
gelişiyor. Dışarıdan çok sayıda kişi bu maça katılmak
üzere ilçeye geliyor. Ve gelmişken Kürt mahallelerine
de şöyle bir uğruyorlar. (31 Ekim-5 Kasım arası,
Gündem)
Başka bir cenaze olayı da İstanbul'da yaşandı.
Dev-Sol'un öldürdüğü polisin cenazesine, Hayri
Kozakçıoğlu'nun "Türküm diyen herkes gitsin"
şeklindeki kışkırtmalarıyla çok sayıda kişi katıldı.
Cenaze Beşiktaş'tan Beyazıt'a götürüldü. Bol sayıda
Türk bayrağı mevcuttu. Çok sayıda polisin ve güvenlik
güçlerinin katıldığı cenazede atılan sloganlar
daha ilgi çekiciydi; "Komünist Hükümet İstifa",
"Kahrolsun İnsan Hakları", "CMUK'a
Hayır" gibi sloganlar. Atılan sloganlardan
insanların kendilerine ne kadar yabancılaştığı
tahmin edilebilinir.
Polis-faşist işbirliğiyle yerleşim bölgelerinde
yapılan örgütlenme ve faaliyetlerde olduğu ilgi
çekici.
İzmir'de polisin "Türkler" imzalı olarak
dağıttığı Kürt halkına yönelik bildiriler, devletin
şovenist kışkırtıcılığına iyi bir örnek. Bölgede
böylece, Kürt ve Türk halkı arasında düşmanlık
yaratılmaya çalışılmıştır. Özellikle bölgedeki
faşist örgütlenmeler ve polisin baskısı onur kırıcı
boyutlara ulaşmış, Kürtlerin gecekonduları yıkılmış,
işporta tezgahlarına el konulmuş, işsiz ve evsiz
bırakılan Kürtler kendi yurtlarına göç etmeye
başlamışlardır. (12 Ekim, Gündem)
Geçen sene de yine İzmir'de dağıtılan bir bildiride;
"Kürtlere ev verme, onlardan alış-veriş yapma,
kız alma, kız verme, Kürtlere ekmek verme"
şeklinde kışkırtmalar yer alıyordu. Orada da zor
günler yaşanmıştı.
Adana'da Emniyet Müdürü Kürtlere karşı MÇP'lilerden
destek istemiş, MÇP'liler de kimsenin çoban köpekliğini
yapmayacaklarını belirtip kabul etmemişler. Şehir
şehir dolaşıp halkı Kürtlere karşı kışkırtan onlar
değilmiş gibi. Daha sonra "Milli bütünlük"
harekatını benimseyip saldırılara açıkça karışmaya
karar vermiş.
Son günlerde bunlardan farklı bir olay var. İzlanda'lı
bir annenin dramı. Ülkücü bir baba ayrıldığı İzlanda'lı
eşinden çocuklarını kaçırıp Türkiye'ye getiriyor.
Amme davası açılıyor. Duruşma günleri mahkemenin
önünde ülkücü babanın çevresini toplamasıyla şovenist
gösteriler yapılıyor. Çocukların başına bir de
türban takınca İslam çevrelerinin dikkati ve sempatisini
de kazanıyor. Ellerde Türk bayrakları ve bozkurt
resimleri. PKK artık aile olaylarına karışmış
olmalı ki PKK aleyhine sloganlar da atılıyor.
Gösterilere bağımsız ülkücü milletvekilleri de
katılıyor. (10-13 Ekim, Gündem)
Ele alınması gereken bir başka olay da 29 Ekim
kutlamalarıdır. Bu 29 Ekim diğerlerinden farklıydı.
Her zaman ırkçı yüceltmelerle kutlanılan 29 Ekim,
bu sefer daha farklı bir yöne kaydırılarak, Türk
şovenizminin Kürtleri eriten bir araç olarak kullanıldı.
29 Ekim'in Kuzey Irak'taki operasyonların üstüne
gelmesi ve insanların yeni bir ülkeyi keşfediyormuş
gibi sevinmeleri bayramın oldukça renkli geçmesini
sağladı. Etraf bayrak kaynıyordu. Tüm ülkede bütün
işyerlerinin bayrak asmaları zorunlu tutuldu.
Bazı bölgelerde polisler tek tek evleri ve işyerlerini
gezerek, insanlardan isimlerini, doğum yerlerini
ve bayrak astıklarına dair imzalarını aldılar.
Ülkücüler ülkü içinde Türk şovenizmini körüklerken
bunu Türk cumhuriyetlerde de örgütlenerek desteklediler.
Nahcıvan ve Azerbeycan da Zaman ve Türkiye Gazetesi'nin
bedava dağıtıldığını, özel televizyonlar kurulduğunu,
Bosna-Hersek'e gönüllü askerlerin yollandığını
biliyoruz.
Ayrıca şovenist kışkırtıcılık sadece Türkiye'de
yaşanmıyor.
Dünya genelinde bir ırkçı kıpırdanma var. Özellikle
Almanya'da Neo-Nazi'ler yaptıkları eylemlerle
son günlerde isimlerini oldukça sık duyurmaya
başladılar. Her geçen gün şiddetlenen neo-nazi
eylemleri Doğu Avrupa ülkelerinde de hızla yayılıyor.
İki Almanya'nın birleşmesinden önce yalnızca Batı
Almanya'da görülen Neo-Nazi eylemleri iki Almanya'nın
birleşmesinden sonra doğuya da yayıldı. Siyah
deri elbiseleri giyip kafalarını kazıtan ve kendilerini
"dazlak" diye tanımlayan gençler doğuda
ilk olarak Çekoslovakya'da görülmüşler. Sayıları
5000'i buluyor. Prag'da 2000 kişi var ve bunların
çoğunluğu işsizliğin yoğun olduğu bölgelerde yoğunlaşıyorlar.
Macaristan'da da 300-400 civarındalar. 3000 kişinin
de saldırganlara sempati duyduğu, yabancılara
yönelik olarak son 18 ay içinde 87 olayın gerçekleştiği
saptanmış. Polonya'dakiler Almanya'dakiler gibi
dazlaklar gibi giyiniyorlar. Nazi döneminde Polonyalılara
karşı düzenlediği saldırıların intikamını almak
amacıyla, bölgelerinden geçen Almanları saflarına
kurban olarak seçiyorlar.
Neo-Naziler toplumsal refahın gerilemesiyle huzursuzlaşan
ortamın yarattığı, milliyetçi politik bir akım.
Bu akımın bütün yükünü dazlaklara yüklemek bir
hata olur. Resmi partiler, parlamento temsilcileri,
devlet ve polis, sempatizanlar, Alman halkı içindeki
gizli ve açık yandaşlar… Bütün bunlardan oluşuyor
bu şovenizm cephesi. Dazlaklar sağcıların ikinci
yüzünü gizlemek için bir maske durumunda şu anda.
Irkçılığa karşı yükselen öfke karşısında da ara
sıra birkaç kişi kurban ediliyor.
Almanya'da son günlerde diğer göçmenlere ve Türklere
saldırılar yoğunlaşıyor. En son üç Türkün öldürülmesiyle
sonuçlanan olaylar, Almanya'da Almanlar, Türkler
ve diğer göçmenler tarafından kınanıyor. Gösteriler,
yürüyüşler yapılıyor. 4 Kasım'da Berlin'de yapılan
bir yürüyüşe 6000 kişi katılıyor. Daha sonraki
günlerde Almanya'da toplamı 350000 bin kişi katılarak
ırkçılığı protesto ediyor.
İspanya'da bu yönde bir uyanış var. Faşistler,
İspanya faşizminin babası Fransisco Franco'yu
ölümünün 17. yılında anıyorlar. Başkent Madrid'de
yapılan gösteriye binlerce kişi katılıyor. Faşist
selamı veren bu insanlar "savaş zamanıdır"
yazılı pankartlar taşıyorlar. Bu olaydan bir hafta
önce ise bir mülteci kadın öldürülüyor.
Verilen örneklerden de anlaşılacağı gibi dünyada
bir ekonomik bunalım yaşanmakta, "sosyalist
blok"un da çökmesiyle birlikte ekonomik düzey
oldukça aşağılarda seyretmektedir. İnsanların
ekonomik yönden taleplerinin arttığı bir dönem
yaşanırken kurnaz devlet politikalarıyla bu yönde
ortaya çıkabilecek bir başkaldırı potansiyeli,
başka alanlara kanalize edilmektedir. Irkçılık
da bunun bir ürünüdür.
Ama buna karşı Almanya'da ırkçılık aleyhtarı bir
karşı hareketlenme var. Devrimci demokrat ve duyarlı
kesim bunun için ayağa kalkıp binlerce kişiyle
sokağa dökülüyor.
İnsanlık nazi döneminde yaşanan vahşete layık
değildir. Kuşkusuz bunu kanıtlayacak bir potansiyel
mevcuttur. Sorun milliyetçi dalganın önüne gerçekten
cesaretle çıkabilme sorunudur.
|