Türkiye'de memur örgütlenmesinin köklü bir geçmişinden
söz etmek ne yazık ki mümkün değildir. Birinci
beş yıllık sanayileşme sürecinin sonuna kadar
geçen zamanda gerek memur sayısının azlığından
dolayı toplumda saygın bir yerlerinin olması ve
gerekse ekonomik anlamda diğer kesimlerden göreceli
olarak rahat olmaları memurları örgütlenmenin
uzağında bırakmıştır. Ancak, bu dönemin öncesinde
öğretmen kesimin örgütlenmesinden sözedilebilir.
1946'da cemiyetler kanununda bir değişiklik yapılması
sonucu yerel öğretmen dernekleri kuruldu ve 1948
yılında bu derneklerin merkezi örgütü olarak Türkiye
Öğretmen Dernekleri Milli Federasyonu (TÖDMF)
kuruldu. Bir dönem gerici bir zihniyetle çalışmış
olmasına rağmen Köy Enstitülü öğretmenlerin çabasıyla
bu zihniyet atılmış ve varlığını hissettirmiştir.
Türkiye memurları 27 Mayıs 1960'a bir güç olmaktan
uzak, örgütsüz olarak girmişlerdir. 1961 Anayasası
sayesinde bir mücadele vermeden sendika kurma
hakkını elde ettiler. Tabi ki bu, grev ve toplu
sözleşme haklarından yoksun bir sendikaydı. Sendikanın
grev ve toplu sözleşme hakkının olmaması, ayrıca
savaşım verilmeden alınmış bir hak olması 60-71
arasında kurulan memur sendikalarının etkisiz
kalmasını sağlamıştır. Daha önce örgütsüz olan
ve bir mücadele geleneği olmayan (ayrıca ekonomik
zorluk gibi itici bir güç bulunmayan) bir konumda
bu sonuca varılmıştır. Bu dönemde memur sendikası
olarak Türkiye Öğretmenler Sendikası'nın (TÖS)
varlığından sözetmek sanırım yanlış olmaz. 1965
yılında TÖDMF üyesi 94 öğretmen tarafından kurulan
TÖS ilk memur sendikasıdır ve sonraki dönemi önemli
miraslar bırakmıştır.
Memurların 1960'lı yılları bu şekilde cılız bir
kıpırdanmayla geçirmelerinden sonra 1971 darbesiyle
bütün memur sendikaları kapatıldı ve memurların
sendika kurma hakkı engellendi. 1973 seçimleriyle
birlikte siyasi ortamın biraz yumuşaması memurları
tekrar hareketlendirdi. Önce TÖS'ün devamı sayılabilecek
TÖB-DER, sonra Tüm Memurlar Birleşme ve Dayanışma
Derneği (TÜM-DER) kuruldu. Bu dönemden 1980 darbesine
kadar olan süreçte memur sendikaları önemli bir
atılım gerçekleşmiştir. Ülke içinde artan bir
bunalımın yaşanması ve devrimci ortam örgütlü
memurları kitlesel gösterilerle, bu mücadelenin
içine itmiştir.
12 Eylül darbesiyle bütün insan hakları "iptal"
edildi ve ülkedeki insanlar bir dönem adeta bitkisel
hayatı yaşadı. İnsanlara yoğun bir baskı ve depolitizasyon
politikası uygulandıktan sonra yeni bir anayasa
düzenlendi ve sonucu önceden belirlenmiş bir "halk
oylaması"na gidildi. Sonuçta ortaya cunta
ürünü bir anayasa çıktı.
1982 Anayasasının kabul ettirilmesinden sonra
"demokrasiye geçiş" süreci başlatıldı.
1983 yılında yapılan bir seçimle de bu anayasası
gönülden uygulayacak kişi iktidara getirildi!
Demokrasiye geçiş demagojisinin halka yutturulabilmesi
için politik alanda çok dar bir gevşeme yaşatıldı.
Bu uygulama "tam demokrasi, çağdaş Türkiye"
imajını yerleştirmek için zaman zaman açık vererek
fakat genelde kurnazca uygulanan politikalarla
günümüze kadar geldi. Sarmal şekilde gelişen bu
politikaların inandırıcı olabilmesi için gelişmenin
bir noktasında memur örgütlenmesine de değinmek
gerekliydi. Ve bu noktada koalisyon hükümeti döneminde
gelindi. Bir bayram havasının yaratıldığı 20 Ekim
1991 seçimlerinde en iyi reklam yapan, koltuk
kapmak için bol keseden atan partilerden ikisi
"halkın iradesiyle" ortak bir hükümet
kurdu. Ancak, her dönemde olduğu gibi vaatler
çabuk unutuldu. Örneğin, reklamlarda hükümet olduklarında
memurlara örgütlenme hakkını tanıyacaklarını ilan
eden sosyal demokratlar ve ortakları, yasakların
kaldırılması için gerekli oylamayı bir yıl sonra
yaptılar. Çünkü, memur sendikaları hükümetlerin
bir açmazıydı ve nitelikli bir sendika ileride
başa bela olabilir, hükümeti sıkıntıya sokabilirdi.
Bu nedenle hükümetin kurulmasından sonra geçen
bu sürede sendika taleplerini nötralize etme yöntemleri
üzerinde duruldu. Fakat memur kesiminde giderek
artan bir oranda sendika talebinin oluşması ve
demokrasinin bir koşulu olarak sendika hakkını
verme zorunluluğu hükümeti köşeye sıkıştırdı.
Baskıların ve devlet terörünün dışında her şeyin
göstermelik olduğu yurdumuzda hükümetin çözüm
bulması zor değildi. Grevsiz, toplu sözleşmesiz,
sadece kağıt ve tabela üzerinde mevcut olan bir
memur sendikası hükümet için iyi bir kurtuluş
yoluydu. Böylece hem demokrasi havariliği devam
ettirilecek hem de memur hareketinin boyut kazanması
önlenecektir. Bu hedeflerle memurların örgütlenmesini
yasaklayan maddeler yürürlükten kaldırıldı. Bu
nokta hem devlet hem de bir mücadele geçmişine
sahip memurlar için bir anlamda başlangıç noktası
sayılabilir.
Devlet, memurları için bir sarı sendika düşlemektedir.
Buna ulaşmak için hazırlıklar daha önceden başlatılmıştır.
Bir çok sektörde devlet destekli sendikalar kurulmuştur.
Örneğin eğitim kolunda şimdiden 8-10 sendikadan
sözedilebilir. Devlet bununla bir yandan memur
hareketini bölmek bir yandan da şimdiye kadar
örgütsüz olan memurları kenedine çekerek sarı
sendikası için taraftar toplamak amacındadır.
İçinde bulunduğumuz dönemde devlet istediği tip
sendikayı yerleştirmek için zemin hazırlarken,
politikalarına ters düşen sendikaların da sesini
kesmek istemektedir. Bunu gerçekleştirmek için
de ikili bir yönetim izlemektedir. Bir yandan
fiziki saldırılarla yıldırmaya çalışırken bir
yandan da uzun zamandır düşüncelere yerleştirilen
"sendika-solcu-terörist" bileşimine
bir boyut daha kazandırarak "sendika-PKK
destekçisi" psikolojisini vermeye çalışmaktadır.
Böylece yerleştirmeye çalıştırdığı Kürt düşmanlığını
sendikaların önünü kapamak için de kullanmakta
ve PKK antipatisini sendika antipatisine dönüştürmeye
çalışmaktadır. Ne yazık ki bu tuzağa örgütsüz
memurların bir kısmı düşürülmüş ve örgütlenmenin
önüne bir engel olarak konulmuştur. Böylece yerleştirmeye
çalıştırdığı Kürt düşmanlığını sendikaların önünü
kapamak için de kullanmakta ve PKK antipatisini
sendika antipatisine dönüştürmeye çalışmaktadır.
Ne yazık ki bu tuzağa örgütsüz memurların bir
kısmı düşürülmüş ve örgütlenmenin önüne bir engel
olarak konulmuştur. Böylece sendikalaşmaktan yana
olan bir çok memur bir kararsızlık, başıbozukluk
ve pasiflik çizgisine itilmiştir.
***
Devletin memur sendikaları üzerindeki bulunduğu
nokta bu şekilde özetlenebilir. Memurlar açısından
ise daha çetin bir durum bulunmaktadır. Bir kurnazlıkla
oldu-bittiye getirilmek istenen memurlara yaptırımsız
bir sendika verme politikası memurların kararlı
ve güçlü bir mücadelesiyle kırılabilir. Kanımızca
ortak düşmana karşı ortak bir mücadele verilmelidir.
Yani değişik işkollarındaki memur sendikalarının
ortak bir platformda grevli-toplu sözleşmeli bir
sendika mücadelesi daha etkili olacaktır. Zaten
bunun zemini şimdiden oluşturulmuş ve Eğit-Sen,
Sağlık-Sen, Kamu-Sen, Tüm Bel-Sen, Tüm Maliye-Sen
gibi sendikalar bir süredir ortak tavır alarak
konfederasyon yolunu açmışlardır.
Bu mücadelenin bir an gerilemesinin, hatta bir
an yerinde saymasının hükümetin çok işine yarayacağı
düşünülürse demokratik kitle örgütlerinin içine
düştüğü bataklıkta sendikaların boğulmaması gerektiği
görülmektedir. Aktif politikalarla ivmesi gittikçe
yükselen bir mücadelenin gerektiği bu dönemde
bizce ön koşul budur. Gündem en küçük bir pasifliğe
yer vermeyecek kadar doludur ve sorun A-B siyasetinin
değil memur kesiminin ve toplumun hayati sorunlarındandır.
Değişik boyutlarda her sendikada mevcut olan kişiler
ve politikalar arası çatışmalar bedeli ağır ödenecek
şekilde sonuçlanabilir. Devletin grevli-toplu
sözleşmeli bir sendika vermek zorunda bırakılması
sorunun ciddi ve kararlı bir şekilde ele alınması
sonucu sağlanacaktır.
|