Güncel
Şehitlerimiz
Barikat
Kültür
Tarih
Kitaplar
Dizi Yazılar
Görüşler
Linkler
Ana Sayfa
 
Arşiv
Makale Dizini
 
Sosyalist Barikat Bütün YAY-SAT Bayileri ve Kitapçılarda

 

9. Sayı - Ocak 1993

(Küba Komünist Partisi Merkez Komitesi 1. Sekreteri Fidel Castro Ruz'un Latin Amerika Sendikalar Toplantısı'nda "Neo-liberalizme karşı işçilerin Hak ve Özgürlükleri" konusunda 9 Kasım 1991'de yaptığı konuşmanın çevirisini yayınlıyoruz.)

Kasım 1991 tarihli GRANMA'dan çeviri: BARİKAT

Sevgili Dostlar,
Bu tür toplantılarda seremoniler düzenlemeye alışkın değiliz. Bugünlerde en çok sıkıldığımız şeyin seremoniler olduğunu siz de biliyorsunuz. Vakit bulamadığım için aslında gerekli olduğu halde katılımcılarla bile tanışamadım. Büyük bir hızla sorunlar ve tartışmalar gündeme geliyor ve mümkün olduğunca izlemeye çalışıyorum. Biliyorsunuz, ülkemiz bugünlerde çok hareketli günler yaşıyor. Bu durumda niye böyle şatafatlı bir kabul töreni yapalım? Bu tür şeyler artık özenli yapılmalı değil mi? Sıradan zamanlarda size karides, ıstakoz ve başka birçok şeyi sunabiliyorduk ama şimdi artık bunların hepsi ihraç ediliyor. Bugün daha alçakgönüllü olmalıyız, örneğin mısırla yapılan "Tamales" (*) sunabiliriz, sonuçta konuklar için her zaman bir şeyler bulunur. Elimizde varolan şeylerle yetinebiliriz ve eminim ki, bu en azından başkalarının bize lütfetmesinden daha iyidir, çünkü bunlar bizim kendi kaynaklarımızdır.
Herneyse, bunlar bir yana şimdi ben kendi kendime soruyorum, ne üzerine konuşacağım?
Toplantı sonuçlarını özetleyen bildiriyi de henüz görmedim. Materyal ve yazıların olup olmadığını sorduğumda "evet, on sayfalık bir sonuç yazısı var" denildi. Ama "bu yazı nerede" diye sormama karşın yine de onları görme ayrıcalığım olmadı. Toplantının çok iyi, çok mükemmel geçtiği, tartışma ve analizlerin çok esaslı olduğu söylendi. Ayrıca bana bu topluluğun işçi hareketi içindeki farklı konumları, eğilimleri ve fikirleri de temsil ettiği de söylendi. Ama bütün bu söylenenler bir yana, Küba'ya karşı dostça bir yaklaşımın ve dopdolu bir dayanışmanın varolduğu çok açıkça görünüyor. İçtenlikle söylemeliyim ki, bu konuda teşekkürlerimi ifade edebilecek kelimeleri bulamıyorum. Dayanışmaya en çok gereksinim duyduğumuz şu zor günlerde böylesi bir davranış bizi çok duygulandırdı. Ve bu yüzden işin teorik analiz kısmını size bırakıp farklı sorunlara ağırlık vermeyi düşünüyorum.
Osvaldito (*) neo-liberalizm sorunları üzerine büyük bir konferans verdiğini duydum. Ama ne yazık ki onun söylediklerini dinleme ve söylemiş olduklarını söyleme şansım olmadı. Kuşkum yok ki, O size ABD'de olan biten her şeyi anlatmıştır. Ölçüsüz harcamalar, yatırımcıların hesap açıkları, düşük yatırım organları, çok yüksek faiz dağılımı, gelişme yerine tüketim anlayışı gibi problemler… Sanırım Osvaldito, konferanslarda çoğu kez zorunlu olarak konuşulan bütün bu sorunları ele almıştır.
Osvaldito dünyada ve kıtamızda sosyal olguları irdeleyen tek kişi de değildir. Sürekli olarak aynı sosyal olgular ve Latin Amerikalı kardeşlerimizin içine itildikleri korkunç durumlar üzerine konuştuğunuzu duyuyorum, biliyorum. Kapatılan hastane ve okul sayılarının gitgide arttığı, milyonlarca insanın işsiz, on milyonlarca çocuğun evsiz olduğu, beslenme ve diğer birçok sorunun yaşanmaya devam ettiği bize ulaşan haberler arasındadır.
Bütün bunlar hakkında zaten konuşulduğu için ben değinmeyeceğim. Benim burada en fazla söyleyebileceğim, ülkemizde de "sosyalist kamptaki arkadaşlarımız tarafından -ki artık son çözülmelerle birlikte onlara sosyalist dememiz mümkün değildir- "kibarca" üstümüze yıkılan sert sorunlarla savaştığımızdır.
Kaldı ki, ben sosyalist kampta olan bitenlere "yıkılma" demek istemiyorum. Çünkü "yılan" şeyler genellikle katı şeylerdir, örneğin ortaçağ şatolarının ya da dağların yıkılması gibi; "yıkılma" sözcüğü yerine ben buna bir kremanın erimesine benzeterek "erime" demeyi tercih ederim. (gülüşmeler)
Krema, hepinizin bildiği gibi yumurta beyazından -örneğin tavuk yumurtasından- yapılır. En basitinden bir sahanda yumurta ya da farklı krema yaparken hepimiz farklı sıcaklık dereceleri ve farklı zaman süreleri kullanırız ama ne olursa olsun sonuçta bir şeyleri birbirine karıştırmak zorunluluğu vardır.
Son zamanlarda olan şey "kırlangıç yumurtası"ndan yapılmış olan bir kremanın erimesidir.
Hem kremanın bozulmasını da sadece "kartal yumurtası"ndan yapılmamış olmasına bağlayamayız. (gülüşmeler)
Sanırım, krema aynı zamanda konjonktürden ötürüde -yumurta akı iyice çırpılmadığı için- bozulmuştur. Krema ve mayonez yapmaya çalışan herkes başına bu tür şeylerin gelebileceğini bilir.
Hapishanede, o muhteşem sanatoryumda, o muhteşem dinlenme yerinde yattığım günlerde, bazen bir şeyler yapmak için -mayonez gibi- bir şeyleri birbirine karıştırdığım olurdu. Ve zaman zaman da kafam bulanırdı, çünkü bu işi yaparken yağı damla damla eklemek zorundasınızdır. Eğer birdenbire dökerseniz karışım bozuluverir. Bazen ise, çok az miktarda tuz eklemeniz bile hazırladığın şeyi zenginleştirmek için yeterli olur. O dönemlerde kendimi nasıl koruduğuma ilişkin teknikleri hala hatırlıyorum. Ama, düşünüyorum da, bugün hala hem kendisini nasıl koruması gerektiğini, hem de karışımı sulandırmadan ne kadar tuz eklenebileceğini bilmeyen insanlar var.
***
… Bütün bu konjonktürel sorunlar bir yana, şimdi şöyle bir düşünelim ve sosyalizmin, ilerlemenin düşmanlarının sonsuza dek yaşadıklarını farzedelim, peki bugün sonucu nedir? Beni bağışlayın, sizler farklı düşüncelerde olabilirsiniz ama, bu çöplükten, kapitalizmden sonra ne gelecek? ("Çöplük" diyorum, çünkü insan her zaman nezih bir dil kullanmalıdır. Doğrusu ben kapitalizm için bundan kibar sözcük bulamıyorum.)
Ve yine düşünün, yüzyıllarca sömürgeciliği ve yarı-sömürgeciliği yaşadıktan sonra, tam da sömürgeciliğin ortadan kalktığını, bu yarı kürede ve diğer yerlerde sömürgecilikle nitelenen diğer toplumların kökünün kazındığını düşündüğümüz bir zamanda bizi nasıl bir gelecek bekliyor?
Biliyorsunuz, bazı bölgeler sadece sarışınlar kaldı, aynı "yoldaşların" kaldığı gibi! (gülüşmeler)
Biz Latin Amerikalılar, en azından yerli ve siyahların bir karışımı olarak doğduk ki, iyi bir insan tipidir. Buna kendimden de örnek verebilirim! (gülüşmeler)
Karayibleri ve ABD'yi düşündüğümde iyi bir karışım olduğumuz için ve bunu her fırsatta kanıtladığımız için büyük bir gurur duyuyorum. Buna rağmen kendimizi daha bir çok açıdan geliştirmemiz gerekiyor. Bir çok eksikliğimiz var ve bunun asıl suçlusu az gelişmişlik, yoksulluk ve sömürgeciliktir. Yani, şöyle bir anımsayın, ne cinayetler, ne zorluklar yaşandı? Yüzyıllardır nasıl büyük bir sömürü altında yaşadığımızı ve bu baskılara ve sömürüye karşı nasıl büyük bir güçle savaştığımızı anımsayın! Atalarımız hemen hemen 200 yılı aşkın bir zaman süresinde ne kadar zorlu bir savaşım verdiler!
Üstelik, böylesi mücadeleler bağımsızlığının ilanından sonra değil, 1810'da, hatta daha önce, bağımsızlık savaşları başladığında, örneğin Venezüella'daki bağımsızlık eylemi sırasında verildi. Çok önceleri köleler Haiti'de isyan ettiler ve sömürgecileri yendiler. Kısacası, uluslarımızın bağımsızlık, birlik ve entegrasyon için verdikleri mücadele hemen hemen iki yüz yıldır sürüyor.
Hiç kuşkusuz bir çok şeyi başardık. Uluslarımızın bağımsızlık için verdiği mücadelenin tarihi, hem Latin Amerika'da, hem de Küba'da bilinen en görkemli öykülerden biridir. Yine de bizler iki yüz yıldır insanların uğruna savaştıkları bu birliği gerçekleştirebilmiş değiliz.
Uçakların, yolların, gemilerin, trenlerin olmadığı zamanlarda Latin Amerika'nın entegrasyonu ve birliği için savaşanlar vardı. Caracas'tan Lima'ya bir mesajı yollamak 6 ay zamanı alırdı. Şimdi ise, telefonumuz ve faksımız var. Bugün insan buradan Buenos Aires'teki biriyle konuşabiliyor hatta onun yüzünü bile görebiliyor.
Bugün uluslararası iletişim şirketleri bunları yapabilecek teknolojiye sahiptir. Fakat, şöyle hayal etmeye çalışın, atalarımız, Bolivar, Sucre, San Martin, O'higgins, onbinlerce kilometreyi yine yürüyebildiler ve birlik için, entegrasyon için savaştılar. Onlar, George Isaacs veya Goothe'nin tarihi romanlarında, romantik klasiklerde ya da Cervantes'in romanlarında tanımlanan aşk gibi, ölümsüz aşk gibiydiler. Onların, birliği ne kadar çok sevdiklerini ve ülkelerinin kaderiymiş gibi ona ne kadar sıkı sarılmış olduklarını, bizim hala başaramadığımız amaçlar için ne kadar çok savaştıklarını gözünüzün önünde canlandırın.

Birlik ve Entegrasyon Konusunda Geniş Bir Tartışmaya İhtiyacımız Var
Birlik ve entegrasyon hakkında hala konuşacak çok şey var.
Ekonomik entegrasyon hakkında tartışmak zorundayız, fakat politik entegrasyon konusunda tartışmanın da ötesine gitmeliyiz.
Örneğin eğer 500 yıl önce olanlar tekrarlansaydı, kaderimiz ne olurdu? Biliyorsunuz, bizi bugün yeniden keşfetmek isteyenler de yok değil.
Ama, biz günümüz yerlileri, buldozerimizle, kazıcılarımızla ve vinçlerimizle bugün artık çok daha fazla üretken bir noktadayız.
Herkes Brezilya'daki yöntemlerle altın çıkarmaz. Brezilya'daki insanlar elleriyle dev maden yataklarını kazarak, toprakla karışık olan madeni omuzlarında taşıyıp sarp yamaçlardan geçirerek dışarıya çıkarırlar ve nehirde ayrıştırırlar. Maden ocaklarını kişisel olarak ziyaret etmiş değilim ama çevre koruyuculukta ün yapmış olan Frenchman Cousteau'nun belgesellerini izleme fırsatım olmuştu.
Fakat, her şey de bu yolla üretilmiyor. Latin Amerika'da bir çok fabrika artık modernize edilmiştir. İnsanlar bugün modern araçlar, buldozerler ve traktörlerle çalışıyorlar, bu yüzden günümüz yerlileri Columbos'un keşfettiği yerlilerden çok daha fazla farklıdırlar.
Ama "üretkenlik" konusunda da ciddi sorunlar sorulmalıdır. Spanirad'lar tarafından üç asırdır çıkarılan altının değeri -ki bu 20 ile 25 milyar arasında bir sermaye çıkışı demektir- şimdi Latin Amerika'dan her yıl dışarıya çıkarılan net altının değerinden çok daha azdır! Eğer bu altına çevrilecek olursa (1 ons altın 300 dolardan fazladır) Latin Amerika'dan her yıl çalınan ve emeğimizle, kanımızla ürettiğimiz bu sermaye, 300 yıldan beri Avrupa'ya giden altının toplam değerinden daha fazladır.
Gerçekten kimin için üretkeniz biz?
Kimin hesabına altın çıkarıyoruz?
Elbette, dünya pazarını ele geçirmek isteyenler, saf değiştirenler ve pastadan fazla bir dilim almak isteyen gelişmiş kapitalistler ülkeler için!...
Dünya pazarı, bizim ürünlerimizi -kahve, çelik, kakao, muz, fiber veya her ne üretiyorsak, (ki bazen ayakkabı türünden şeyler de üretiriz ve hatta iyilerini, güzellerini ürettiğimiz bile olur!) ucuza alıp, fahiş fiyatlarla bize sattığı beş para etmez mallarla sermayesini şişirmektedir. Ama eğer, bizi tutup ABD ve diğer ülke fabrikalarıyla yarışa girersek ve birileri bundan hoşnutsuz olursa, o zaman iş değişir. Hemen söylenmeye başlarlar: "Hey Kolombiyalılar dinleyin! Tekstil üretimini keseceksiniz, çünkü fazlalık var! Brezilyalılar, siz de ayakkabı işlerini bırakın! Ondan da çok fazla yığıldı!"
Tabii eklemeliyim bazen, bizi kahve ve kakao üretimini kesmek zorunda bırakabilirler. Oysa başka bazı ürünlerde durum farklıdır ve onları kastetmiyorum. Örneğin eskiden, bilirsiniz, Latin Amerika'nın üretmekle suçlandığı marijuana (*) isimli bir ürün vardı. Oysa aynı ürün ABD'de büyük miktarlarda üretilmektedir. ABD dünyada mısır üretiminde birinci sırada yer aldığı bilinir ama öte yandan marijuana üretiminin mısıra göre çok daha fazla gelir getirdiği de çok açık bir gerçekliktir.
Biz, Latin Amerikalılar, ucuz yiyecek, mal ve hammadde deposuyuz. Ve onlara vasıfsız işçi orduları oluştururuz. Amerikalılar bir hizmetçiye veya çocuk bakıcısına ihtiyaç duyduklarında tutup da bu ihtiyaçlarını Horward ya da Princeton mezunlarından mı karşılıyorlar. Tabii ki hayır! Elbette ev işlerini yaptırmak için gereken insanları Santo Domingo, Haiti, Meksika ve Latin Amerika'dan karşılıyorlar. Çünkü onlar bu işlere ellerini sürmezler!
En zor ve en az gelir getiren işleri yaparız ve onlar bize keyiflerine göre ücret öderler. Ki, bu bazen bir gülümseme bile olabilir! Hatta bunu bile çok gördükleri olur. Eğer o gün evin hanımı tersinden kalkmışsa yandınız! Bütün gün onun asık suratını çekmek zorunda kalırsınız.
İşte bizden istenen şey budur…
Bize öğretilen ve yapabildiğimiz şey budur…
İyi ama, özlemini çektiğimiz dünya bu mu?
Çağdaş bir dünyada mı yaşıyoruz, yoksa geçmiş yüzyılın dünyası mı?
Bugün hiçbir 3. Dünya ülkesinin bütçe açığı olamaz, hiç kimse bütçe açığı ile Latin Amerika ülkelerine kredi ya da başka bir şey veremez. Çünkü, o zaman Dünya Bankası ve IMF hemen şöyle der: "Hayır! Siz önce bütçe açığınızı düşürün!"
Peki nasıl yapacağız bunu?
"Okulları, hastaneleri, fabrikaları kapatın, her şeyi özelleştirin! Aksi takdirde size bir sent bile vermeyeceğiz!"
Ama öte yanda iş ABD'ne gelince durum farklıdır. ABD, 100, 150, 200 milyar hatta istediği kadar bütçe açığına sahip olabilir.
Latin Amerikalara şöyle diyorlar: "Dinle, çağımızın yerlisi! Sen ticari açığa filan sahip olamazsın! Az satın al ve çoksat ki borcunu kapatabilesin!"
"Dinleyin, sevgili yerliler! Dinleyin! Az alın çok satın ki, ben kar ve faiz sağlayabileyim!"
Örneğin bu yılın devlet bütçesi raporuna göre ABD'nin bütçe açığı 300 milyar dolara ulaşmış, ticari açığı ise 100 milyar doları aşmıştır.
Onlar, bu ayrıcalığa sahip olabilirler ama biz olamayız!
ABD'nin 10 trilyon kadar iç borcu vardır.
Onların olabilir ama bizim olamaz!
Çünkü, ABD IMF'nin ve Dünya Bankası'nın bekçi köpeğidir ve o bizim ne yapıp yapamayacağımıza karar verme hakkına sahiptir. Bu yüzden on milyonlarca insanı sokağa atarak açlığa, işsizliğe ve sefalete terk ediyorlar.
Bize sunulmak istenen dünya bu mu? Bize sunulmak istenen bu dünyayı nasıl karşılayacağımızı sanıyorlar? Sanki bir hediye alıyormuşuz gibi alkışlayacak mıyız? Ne düşünüyorsunuz? Bu size garip gelmiyor mu? Kapitalizmi artık kapitalizm olarak adlandırmıyorlar. Öyle gözüküyor ki, eski adı pek çekici gelmediği için şimdilerde "serbest Pazar" diye yeni bir ad uydurmuşlar.
Adı ne olursa olsun, bu şu sıralarda, yaşadığımız gerçeklik ve yüz yüze kaldığımız kavgadır.
Diğerlerinin krema gibi erimesine benzer biçimde Küba'nın da eriyeceğine inananlar oldu. Belki de bunlar bizim farklı bir yumurta akından meydana geldiğimizi bilmiyorlar (krema yapımında kullanılan yumurta akını kastediyorum) Fakat, belki de biz, yıkılmayan, çabucak erimeyen iyi bir krema yapımı için kullanılan mitolojik yaratığın yumurtasından yapıldık. Veya belki de biz tam olarak kremadan da meydana gelmiş değiliz, aynı zamanda çelikten de oluştuk. Çok özel, sağlam, düşünüldüğü gibi kolayca kırılmayan bir çelikten…
Anlıyor musunuz?

Ulusumuz Her Alanda Meydan Okumalara Göğüs Germelidir !...
ABD'nin en büyük hayali Küba'nın yıkılmasıydı. Şimdi Küba çifte bir abluka altındadır. 30 yıldan fazladır ABD'nin ablukası ve şimdi de "eski arkadaşlarımız" olan Sovyetlerin -gönülsüz de olsa- ablukası… Küba'yı etkilemesin diye -ticari değişikliklere göre- vaatlerini yerine getirebilmek için mümkün olan her şeyi yaptıklarına inanıyoruz. Fakat, kaos ve örgütsüzlük yaratmışlardır ve artık ortada iyi niyet diye bir şey kalmamıştır. 30 yıl önce fabrikalarımız, motorlarımız, traktörlerimiz ve kamyonlarımız ağır aksak çalışırlardı; çünkü parçaları eksikti. Bugün motorların, kamyonların, traktörlerin, makinelerin ve torna tezgahlarının hala parçaları yok! Birçok endüstri merkezimizde hammadde eksikliği var ve elimize geçen petrol her ay biraz daha azalmaktadır. Bu yüzden barış zamanında özel bir dönem ilan etmeye zorlandık. Savaş dönemi için tasarladığımız planları -abluka altında oluşumuzdan dolayı- barış da uygulamak zorunda kaldık. Tüm ekonomik ve sosyal gelişme programlarına dayanarak 30 yılda başardığımız şeylerin birkaç ay içinde yıkılmasının ne anlama geldiğini biliyor musunuz? Bu, ülkemizin dışsal durumlara karşı göğüs germek için gösterdiği çabanın ölçüsüdür.
Üstelik ülkemiz bir kıta değil, etrafı sularla -ve kuşkusuz kapitalizmle de- çevrili olan küçük bir adadır. Bizim kuzey komşumuz, Antartika'da değil, sahillerimizden birkaç kilometre uzaklıktadır. Ayrıca, ABD, Antartika'da bile olsa bu bizim için güvenli bir uzaklık olmayacaktır. Çünkü, binlerce kilometre uzaklıkta bulunan Vietnam gibi uluslar bile ABD'nin başlattığı saldırılar ve bombalamalardan nasibini almaktadırlar. Dünyanın her tarafındaki ülkeler, imparatorluğun saldırılarına maruz kalmaktadırlar.
Örneğin, hiç istemediğimiz halde burnumuzun dibinde bir üsleri bulunuyor. Yani bir düşünün, dünyanın neresinde bir ülkenin toprağında (istenemediği halde) üsse sahip olabildiği görülmüştür.
Aynı şey Yunanistan'da olsa, sorun tartışılır ve ayrılıp giderler.
Örneğin İspanya bir üssü reddederse, oturur yine tartışırlar ve iş biter.
Ya da örneğin, Filipinler aynı şeyi kabul etmezse, tartışırlar ve sonuçta çekip giderler.
Ama burası Küba !…
Küba'da böyle değildir. ABD emperyalistleri burada bütün uluslararası yasaları çiğneyerek konumlanmışlardır. Sanırım böylece güçlü komşumuzun tehditlerini ve içinde yaşadığımız durumlara karşı nasıl bir mücadele verdiğimizi anlayabilirsiniz. Biz düşmandan kilometrelerce ötede değil, sadece metrelerle ölçülebilecek bir uzaklıktayız. ABD, askerleri, uçak filosu, tankları, topları ile Guantanamo'da konumlandırılmış durumdadır. Ulusumuz bütün alanlardaki bu muazzam politik, askeri, manevi, ideolojik saldırılara karşı direnmelidir; çünkü; "kremanın erimesi" dünyanın her tarafında gelişen hareketlerin ve demokrasinin zayıflamasına neden olmuştur ve gelişmeye açık bir dizi değişiklik isteyen insanların da önüne set çekmiştir.

Küçük Olan Yalnızca Fiziksel Varlığımızdır
Bütün bu güçlüklere karşı koymak zorundayız. Şu anda, burada, bizimle birlikte bulunan herkes bu sorunları irdeliyor ve bu, küçük adamız için bir dayanışmayı ifade ediyor. Yanlış anlaşılmasın kendinizi zavallı ve küçük hissedesiniz diye "küçük" sözcüğünü kullanmadım. Evet, nüfus ve ada küçük ama ruh, yurtseverlik, özgürlük ve bağımsızlık duyguları çok büyük… Devrimci bilinç ve bu bilincin bize sağladığı ne pahasına olursa olsun devrimi savunma kararlılığı çok büyük…
İşte bu biziz!
Her şey çok küçük, ama şu sıralarda en çok ihtiyacımız olan duygu çok büyük.
Bu yüzden size diyorum ki, Küba'ya karşı duyduğunuz güven ve insanımıza gösterdiğiniz içtenlikten ötürü hiçbir zaman hayal kırıklığına uğramayacaksınız. Küba bugün yıllar boyunca biriken, yaratılan yetenek ve deneyimlerinin hepsini kullanarak kararlı bir şekilde savaşmaktadır. Çünkü, en büyük zenginlik -ki biz şimdi artık buna sahibiz- petrol ve altın değildir. Biz altın fışkıran topraklara sahip değiliz. Fakat biz, çok muazzam bir zenginlik yarattık. Bu zenginlik; insanlarımızın yeteneği, eğitimi ve bilgisidir. Kurtuluşumuz için vereceğimiz mücadelede bütün bunlar bizim esas silahlarımız olacaktır.
Bugün birçok alanda ilerlemek için sahip olduğumuz ana kaynak insanımızdır.
Bazı alanlarda birçok ülkeye göre daha üstünüz. Örneğin tıpta, biyoteknolojide ve eczacılıkta gözle görünür gelişmeler kaydettik.
Bu olanakları iyi kullanmalıyız. Suni gübremiz, önceki yıllara oranla azaldığında şüphesiz -bilimsel olarak tohumlara ve mikroorganizma yaratan bakterilerin üretimi gibi- gıda programı, gıda üretimi biliminin başvuru kaynağı olacaktır.
Yiyecek üretiminin artırılmasında bilimden yararlanmalıyız, çünkü sosyalist ülkelerle bugüne kadar adil fiyatla -şekerin dünya pazarındaki değişken ve rezalet fiyatlarıyla değil- ticaretini yaptığımız birçok yiyecek maddesinin alımı durduğunda yiyecek üretimi sorunu zorunlu olarak birincil duruma geçmelidir.
Birçok ulus şekerin ticaretini belirlenmiş bir fiyatla yapar. Biz çok iyi ilişkiler kurduk, sosyalist ülkelerle ticari ilişkilerimizdeki eşit olmayan ticareti elimine ettik. Ama şimdi bu da yıkılıp gitti ve şu anda ülkemiz birincil olarak açlıktan sakınmak için bu problemlerin çözümlerini aramaktadır.
Umarım şimdi yiyecek üretiminin bizim için parfüm üretiminden niye daha önemli olduğunu anlıyorsunuzdur. Eğer yol kıyısında bir gül bulabilirseniz onun özünden parfüm yapabilirsiniz, tabi ki biz parfüme karşı değiliz. Benim söylemek istediğim, sebze ve meyve üretiminin lüks eşya üretimine göre daha önemli olduğudur. Ve bu noktada lüks eşya üretimi elimine edilebilir.
Eczacılıkta ve diğer alanlarda büyük bir gayretle çalışıyoruz. Turizm ise en çok tartışılan konu. Çünkü, para kazanmaya ihtiyacımız var ve dinlenmek için muazzam doğal kaynaklara sahibiz. Güzel bir iklim ve iyi koşullar…Güzel ve berrak, tertemiz bir havamız var. Yurdumuz tertemiz ve biz işte bunu hayatta kalabilmek için savaşımızda kullanmalıyız.
(…)
Bugünkü koşullarda yabancı sermaye ile zorunlu bir işbirliği yardımıyla bile ülkemizi geliştireceğiz. Onların nereye yatırım yapacaklarını, bize ve kendilerine neyin yararlı olduğunu, bize ait olanın ne ve yatırımın nerede gerekli gereksiz olduğunu biliyoruz. Şüphesiz gereken bütün güvenliği onlara sağladık. Onlar kazandı ve biz kazandık. Sonuçta onlar eridiler ve bir çiviyi bile kredi ile almayı umamayız.
Bunu size, siz işçilere sosyalist teori ve ilkeleri terk etmediğimizi anlamanız için söylüyorum. Bu koşullarda, yabancı sermaye ile işbirliğini zorunlu olarak derin bir devrimci inanç ve politik öngörü ile kabul ediyoruz. Ulusal sermayeden söz etmiyorum. Çünkü, ulusal sermayemiz yok, varsa da kendimiz ulus olarak bir sermayeyi oluşturuyoruz ve işte o bütünüyle ulusaldır, hiçbir şekilde özel değildir. Araştırma merkezlerimiz özel değil, ulusaldır ve devlete aittir; ana endüstri merkezleri, servisleri ve toprak hiç kimsenin özel mülkiyeti değildir. İnsanlarımız bu kaynaklara sahiptir ve sahip olmaya devam edecektir.
Ama bu kaynakların ve ekonominin gelişmesi sermaye gerektirir ki, o da bizde yok. Sınırlı bir sermayemiz var ve her kuruşun nereye yatırılması gerektiğini biliyoruz. Çünkü, her insan kendi evini iyi bilir, evde neyin eksik olduğunu, her kuruşun nereye harcanması gerektiğini bilir. Bu bazen bir çeki odun, bazen bir çivi, bazense bir kahve içmek için bir fincan veya kahve öğütmek için küçük bir değirmen olabilir, tabii ki kahve bulabilirseniz! Ne söylediğimi anlıyor musunuz?
Biz işte bunu çok iyi biliyor ve akıllıca davranıyoruz.
Bir çok insana kazanılması olanaksız gelen bu savaşı kazanmak için uygun kaynakları ve stratejiyi kullanarak zekice hareket ediyoruz.

Küba'nın Direnmesi Mümkündür…
Soruyorlar:
"Küba direnebilir mi?"
"Evet Küba direnebilir!"
"Petrol olmasa bile mi?" diye soruyorlar.
"Evet petrol olmasa bile!" diyoruz.
Ve yurttaşlarımıza anımsatmak isterim ki, 1868'de bağımsızlık savaşına başladığımızda ne petrolümüz, ne de elektriğimiz vardı. 1895'lere kadar savaşımı sürdürdüğümüzde hala petrol ve elektriğimiz yoktu ve insanlarımız bağımsızlığı, birliği ve özgürlüğü aramak için bütün kıtayı dolaştıkları zaman ve 1812'de Bolivar zamanında ve Caracas toplantısında Latin Amerika'nın bağımsızlığı ilan edildiğinde de ne petrol ne de elektrik vardı. Buna değiniyorum, çünkü, eğer petrol ve elektriğimiz olmazsa, dolunay gecelerinde ay ışığı altında buluşmak zorunda kalabiliriz.
Evet, koşullar ne olursa olsun direneceğiz. Ülkemiz dünyadaki 40 milyon insan için yaklaşık 8 milyon ton şeker ihraç ediyor. Bu, petrol ürünü değil, yiyecektir ve biri diğerinden kalori bakımından zengindir. Yani, biz önemli bir yiyecek üreticisiyiz. Ülkemizin tarım üretimi hem nüfusumuzun önemli bir bölümüne, hem de dünyanın değişik yerlerinde yaşayan 40 milyon insana yetecek kadar üretim yapıyor.
Araştıracağız. Kendi şeker fabrikalarımız ve endüstri merkezlerimiz var. Yapılmaması gereken her şeyi yapıyoruz, anlıyor musunuz? Eski günlere geri dönmekten korkmuyoruz, çünkü, geçmişe dönmek zorunda kalırsak, ileriye doğru yeniden ve daha hızlı hareket edebiliriz. Ve yalnızca politikada değil, ekonomik alanda da daha bağımsız ve yeterli bir konuma ulaşabiliriz.
İşte bu, Kübalı dostlarımızın yaptıkları şeyin ta kendisidir. Ve bu güvenilir dostlar, devrimin, sosyal adaletin, ilerlemenin haklı davasına hiçbir zaman ihanet etmeyeceklerdir. Kübalı dostlarımız, ülkeyi, devrimi ve sosyalizmi kurtarmak için (sizin de vereceğiniz cesaretle) ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar. Ki, bu savaşı kaybedersek, Latin Amerika'daki bütün işçilerin haklı ve büyüyen davalarını kaybedeceklerinin farkındayız.
Bugün biz, yalnızca kendimiz için değil, hepiniz için savaştığımızı biliyoruz. Bu saptama, bizim için en az sözünü ettiğiniz dostluk ve dayanışma kadar önemli. Çünkü, ülkemiz, tek kutuplu dünyanın güçlü imparatorluğu karşısında gözle görünür bir şekilde direnen bir sembol olarak somutlaşmıştır.
Ve eğer bir gün, o güçlü imparatorluk, bize saldırmayı denerse kemiklerimiz, kanımız ve küllerimizin üzerinden geçmesi gerekecektir. En modern silahlarla bile bir halkı yok etmek mümkün değildir, çünkü insanlar silahlardan daima üstün olacaktır. Yurtseverler ve devrimciler de her zaman silahlardan daha üstün olacaklardır. Bu yüzden, farklı politik görüşlere karşın, sloganlarımızı bir kez daha yinelememe izin vermenizi istiyorum:

Sosyalizm Ya da Ölüm!
Vatan ya da Ölüm!
Venceremos!


 


 

 

 

 

 

sbarikat@hotmail.com
barikat@barikat-lar.de
Sosyalist Barikat / Aylık Sosyalist Dergi
Yönetim Yeri: Çakırağa Mah. Abdüllatif Paşa Sk. 4/5 Aksaray-İstanbul
Telefon/Faks: (0212) 632 23 19
Adana Büro: Ali Münüf Cad. Büyük Adana İş Hanı Kat: 4/29 Adana
Tel-Fax: 0322 352 17 92